#sahne sanatları
Explore tagged Tumblr posts
Text
caryl churchill: "bulutların üzerinde" & "çok uzakta" | oyun incelemesi
BULUTLARIN ÜZERİNDE, BİR İNCELEME
Betty - Clive için yaşıyorum
Hayattaki tek amacım
Onun bir kadında aradığı şeylere sahip olmak
Gördüğünüz gibi erkeğin yarattığı bir yaratığım
Erkek ne istiyorsa ben de onu istiyorum.
Joshua - Derim siyah ama ah ruhum beyaz
Kabilemden nefret ediyorum.
Patronum benim ışığım
Sadece onun için yaşıyorum
Gördüğünüz gibi
Beyaz adam ne istiyorsa ben de onu istiyorum.
Caryl Churchill’in “Bulutların Üzerinde” adlı oyunu; afallatıcı bir açılışla bizleri karşılıyor. Güneşli bir günde okunan birlik şarkısının ardından Clive’ın takdim ettiği Betty ve Joshua’yı tanıyoruz. İki karakter de daha oyunun en başından, yanlış anlaşılmaya mahal vermeyecek bir açıklıkla karakterlerinin motivasyonunu, örgüsünü ve temel tanımını ortaya koyarak oyunun düzlemini açık ediyorlar. Daha sonra göreceğimiz üzere oyunun olay örgüsü dramatik ve ilerlemeci bir kurguyla akıyor, ancak karakterlerin en baştan tıynetlerini ortaya koyarak seyirciyi yabancılaştırması, onları epik bir çizgide izlememize sebep oluyor. Ayrıca bu çok açık ve sade giriş bize belirli bir izleği bildiriyor, ancak oyunda bu belirli izleğin doğal olarak dışına çıkacak her şey de birer sürpriz halini alıyor ve şaşırtıcı bir nitelik kazanıyor. Bu şaşırtıcı nitelik yan yana gelen her karakterde, üst üste binen her anlatıda sürekli varlığını kendiliğinden bir tavırla dışavuruyor ve oyun döngüsel bir tezatlığın, çelişkinin vurgusunu; sessiz, sakin ve inatlı bir biçimde ortaya koyuyor. Seyircinin ilerleyen kurguda zaten gözlemleyebileceği, karakterlerin yapısına dair üretilebilecek temel eleştiriyi yazar en başta karakterlere bir rol gibi, ama hiç de yapmacık olmayan bir şekilde söyleterek seyircinin oyunun iletisine yönelik bu temel vurguyu kavrama çabasını, daha önemli gördüğü yan anlamlara yönlendiriyor. Bu giriş, oyunun anlatısını basitleştirmekten ziyade, izleyicisini direkt olarak daha derin ve sorgulanmamış bir katmanın içine göndererek karmaşıklaştırmaya yardımcı olan bir giriş.
Caryl Churchill’in oyununda epik ve absürd bir yön var, ancak yazar bu boyutu bu sahneleme yöntemlerinin bilindik temel aksiyonlarına başvurarak yapmıyor. Öykünün akışı neredeyse bütünen dramatik. Bu sürerli öyküyü sekteye uğratacak sadece minik ara fasıllar, şok kırılmalar yaratan sözler ya da jestler, bir an için akışı havada bırakıp izleyiciyi iç sessizliğine gönderen boşluklar ve durumlar bulunuyor. Daha önce “Çok Uzakta” oyununda da gördüğümüz şekilde tumturaklı bir öyküyle seyirciyi içerisine çekip sonrasında oyunu bambaşka, paranoyak / absürd bir yapıya büründürerek tavrını kuranan yazar benzer bir yöntemi bu oyunda da koruyor. Normal bir akışın ardında fokurdayan gergin ve tedirgin yapı özellikle karakter kurulumuyla kendini belirginleştiriyor.
Açılışta karakterlerin sözle yarattıkları epikliğin görsel bir boyutu da var. Bu ana çıtayı besleyecek ve oyunun ironik ve sürprize hazır boyutunu güçlendirecek bir şekilde yazar oyuncu seçimlerinde ters köşelere gidiyor. Oyunda erkin taşıyıcısı, aynı şekilde karakterlere de kimlik ve motivasyonlarını atayan ve onları bize takdim eden Clive sabit olmak üzere, Betty, Joshua, Edward ve Victoria tersinlemelerle temsil ediliyor. Burada erkek oyuncu tarafından canlandırılan Betty ve beyaz bir oyuncu tarafından canlandırılan Joshua karakterlerinin birbirlerine yakın bir tersinlemeyle kurulduğunu söylemek mümkün. Ancak yine bir kadın tarafından canlandırılan Edward ve sadece oyuncak bir bebek olan Victoria’nın görevleri oyunda daha ayrı önemler taşıyor.
Betty’nin erkek oyuncu tarafından oynanmasının birbirine gönderme yapan iki temel görüntüsü var. Önce görülen basit ve temel anlamıyla Betty -kendi ağzıyla da söylediği gibi- erkekler tarafından oluşturulmuş ve şekillendirilmiş bir karakter. Betty’nin tasarıları, hayalleri, düşünceleri, duyguları, geçmiş ve geleceği; yani bir karakteri karakter yapan temel güdülenmeleri, erkekler tarafından atanan bir kılıf niteliğinde. Onun bu kılıfla sürekli görülmesi, bastırdığı ya da bastıramadığı tüm özellikleriyle bir erkek teninin içinde durması oyunun karakterler açısından epik olan tekinsiz anlatısını destekliyor. İkincil mana ise, metnin herkes tarafından gözlemlenebilecek bu temel anlatısının açık edilmesinin ardından ve dibinden geliyor. Karakterin fiziksel yapısının açtığı epik düzlemi bu durum dolduruyor: egemen ahlak anlayışı ve işleyişinin sorgulanması. Karakterlerin her yan yana gelişleri, her diyalog girişimleri ve eylemleri; bütün kurgu normları ve despot ataerkiyi baştan aşağı çelişkileriyle ortalığa atmış oluyor. Erkeğin, doğasını bastırdığı ve yeniden tanımladığı kadınla, kültür ve bilim yoluyla yeniden biçimlendirdiği doğa ile kurumlar içerisinde yaşadığı kurgu birliktelik; egemen düşüncenin kendi algı kalıplarında ahlaksızlığa tekabül etmektedir aslında. Bu durum aynı şekilde Joshua’nın beyaz bir oyuncu tarafından oynanmasıyla ortaya çıkarılan efendi köle ilişkisinin yapısında da vardır. Giydirilen kılıfların anlatısını yaptığı ahlak, açık seçik bir ahlaksızlıkla aynı kökenden doğmadır. Öykünün kıvrılmaları da bu çelişkinin boyutlarını artırmak için kurulmaya başlar. Bu bağlamda herkes tarafından sezilen birinci anlam, ikinci anlamın görüntüsü ve temelidir. Karakterlerin fiziki varoluşunun bize işaret ettiği, yaşanan bütün çarpıklıkların doğduğu kaynaktır.
Clive’ın Betty’den sonra bize takdim ettiği ikinci karakter Joshua’dır. Joshua’da da içselleştirilmiş ve yeniden tanımlanmış bir yapıyı görürüz. O ailenin içinden değildir ancak evcilleştirilmiş, vahşiliği alınmış ve özüne yabancılaştırılmış bir karakter olarak efendisinin emrindedir. Clive’ın takdim etmeye değer gördüğü ve tahakkümünü kurduğu üçüncü karakterse oğlu Edward’dır. O da Betty ve Joshua gibi sunar kendisini. Güzel bir erkek evlat olma çabasındadır ancak “elinden gelen anca bu”dur. Edward’ın Betty ve Joshua’dan farklı olarak köksüzleşmeyi ve isteklerini bastırmayı becerememesi, sürecin varlığını açık eder. Edward’ın bu hali olmasa oyun çok şablonik bir tersleme üzerine kurulu olurdu, çünkü karakterleri tehdit eden ve kimliklerini sorgulanabilir kılan bir gösterge bulamazdık. Onun elinden düşürmediği bebeği bize bu uyuşmazlığı, oturmamışlığı ve çarpıklığı sürekli anımsatarak oyun boyunca en etkili gösterge olmaktadır. Edward kendiliğindenliğiyle direnir, bozulur ama Clive’ın istediği sonuca yine de ulaşamaz. Bu üç karakterin ardından Clive’ın, kızını kayınvalidesini ve dadıyı tanıtmaya “vakti kalmaz”. Biz de oyuncak bir bebek olarak temsil edilen Victoria’nın Edward’la birlikte varoluşunu izleriz.
Oyun iki perdeden oluşur. İlk perdesi kendi içerisinde bir tam oyun gibidir. Bu sebeple iki perdeyi birbirinden ayrı okuyup daha sonra birbirine bağlamak daha sağlıklı olacaktır. Oyunun ilk perdesi Britanya’nın sömürge bölgesinde geçiyor. Oyunun iletisi ve karakterlerin fiziksel görünüşlerinde yakaladığı uyuşmada olduğu gibi, mekanı ve anlatısı arasında da böyle bir uyuşmadan söz edilebilir. Britanya ve Afrika örneği üzerinden görülen sömürgeciliğin; diğer bir katmanda insan ilişkileri üzerinde de, dille, kültürle nasıl kurulduğunu, nasıl meşrulaştığını, nasıl içselleştirildiğini görmekteyiz.
İlk perdeyi bu temel özellikler üzerinden detaylara odaklanarak inceleyelim:
Bu üç (Victoria ile birlikte dört) temel karakterin yanında Maud, Ellen, Harry ve Bayan Saunders bu ahlak ve sömürgecilik temalarına çeşitlilik katan yan karakterler olarak göze çarpıyor. Ve tüm bu karakterlerin tepesinde de Clive duruyor.
Clive oyunun başat ve sabit kişisidir. Motivasyonu, eylemleri ve amacı oyun boyunca değişmemiştir. Yazar bu karakteri çizerken tersinlemeye gitmemiştir, Clive oldukça gerçekçi ve “normal”dir. Diğer karakterlerin değişik bir planla belirlenmiş yapılarının yanında Clive’ın bu gerçekliği, sürekli göze batan ve ironiyi doğuran etmen olarak ortaya çıkar. Clive sahneyi ve karakterleri biçimlendiren kişidir, onlara amaçlarını ve varlıklarını o yüklemiştir. Onun çelişki ve zayıflıkları hiçbir zaman büyümez, ortaya çıkanlar da zaten kendisinden kaynaklı değildir. Çevresindeki karakterlerin “yeteri kadar düzeltemediği” karakterleridir tehdidi oluşturan, düzeni bozan. O çelişkisiz görünür, ancak tersinlenmiş ve kendisinin kılıklarını giymiş karakterlerin yansıttığı bütün çelişki ve hatalar, bu sabit erk timsalinin çıplaklığını arttırır. Anormale yoğunlaşma arttıkça, yazarın kurduğu biçimin etkisiyle normal olanın tuhaflığı gizlenemez hale gelir.
Oyunda baş karakterlerin esas arzuları daima gizemli olana kayar. İşin ilginci erk, kendi ilişkisinden gizemi kendisi kovmuştur. Üretilen ve dayatılan bütün kültürel bağlar, kontrolsüz aktif arzunun dinamiklerini yok etmek üzere icat edilmiştir.
Clive -... Ama karşı koymalısın yoksa bu bizi yok edecek. Savaşmalıyız, kadınlığın bu karanlık şehvetine karşı koymalıyız, yoksa bizi yutacak.
Bu gizemli şehvet Clive’ın aklını sık sık bulandırır. Clive ondan kaçar, ama tam da onun içine doğrudur bu kaçış. O bu gizemi soğukkanlı bir şekilde fethetmelidir, vahşiyi evcilleştirmeli, orayı yurtlaştırmalıdır.
Clive- ... Bu kıta kadar karanlıksın. Gizemli. Tehlikeli. Güvenilmez ... Lütfen beni dışarıda bırakma, bırak da gireyim.
Bariz bir sömürgecilik anıştırısı görürüz. Bayrağın dikidiği her yer yurtlaşmıştır. Ancak bu önermenin olanaksızlığı, kılıflarını verdiği karısı ve oğlunda görülecektir ve patlak verecektir. Clive yine de yanılsamadan uyanmaz, fethinin başarısından şüphe duymaz ve ahlaksızlık daha da büyür. Clive bunu görev ve hak bellemektedir.
Clive - Vahşi bir hayvanı bir yere kadar eğitebiliyorsun, eninde sonunda gerçek doğalarına geri dönüp elini parçalıyorlar. Bazen yerlileri düşman olarak görüyorum, doğru olmadığını biliyorum. Onlara karşı sorumluluklarım var, hepsini eğitip Joshua gibi yapmalıyım. Ama tehlikeli bir düşünce var, karşı koyamadığım bir düşünce. Sanki bütün kıta düşmanım ...
Clive eleştiriyi kendisine döndüremez. Kendi yerlileştirdiği yurdundan ayrılıp gizemli yurtları fethetme potansiyelinin bir eksiklikten kaynaklandığını düşünmez, ona göre bu kutsal bir görevdir. Clive’ın sevgisi samimi değildir. O aslında ne karısını, ne çocuklarını sevmektedir. Gökyüzüne baktığında görevini görür, onun hayatının amacı budur. Onun için her şey nesnedir, fethedilecek bir kıtadır ve bu yolda her hareketi haktır. O arzulara hakim olur, çevresindeki bütün arzuları reaktifleştirir. Harry ile Ellen’ı evlendirir. Sapkın akışlardan kurtulur. Clive Betty’yi kadınlığına, Joshua’yu ırkına ve emeğine, Edward’ı isteklerine ve benliğine yabancılaştırmıştır.
Clive- Joshua hayatımı kurtardı, ben de onunkini kurtardım, hayatını bana adadı.
Clive’la birlikte bir başka sabit ve ataerki muhafaza etme amacındaki karakter de Maud’dur.
Maud - Burada bir görevim var. Gördüklerim hoşuma gitmiyor, Clive’ın da hoşuna gitmezdi.
Maud düzenin sağlam işlemesi için kurulmuş geleneksel, erkekleşmiş kadındır.Tıpkı Betty gibi yetiştirilmiş, biçimlendirilmiş, kadınlığına yabancılaşmış, içi boşalmıştır. Clive da bu görevi içselleştirdiğini bildiği içi annenin orada kalmasına izin verir.
Maud- Aramızda farklar olduğunu biliyorum ama ben her zaman senin için en iyisini isterim.
Maud belki ortaya dökemediği tabiatının acısını zaman zaman içinde hissetmektedir. Ama bu acısını kendinde bir devrime dönüştürecek zamanı geçmiştir, içindeki bu motivasyon erkin devamlılığı amacına kanalize olur. Maud Saunders’a karşı tavırlıdır, çünkü o onun içindeki kadınlığı ve acıyı ortaya seren bir tehlikedir.
Maud - Bayan Saunders sana bir ders olsun. O bu hayatta yalnız. Allahtan sen değilsin. Baban öldüğünden beri korunmasız kalmanın ne demek olduğunu biliyorum.
Maud bu tehlikeden kaçmış ve erkeğe sığınmıştır. Clive’ın çatısı altında yaşamaktadır.
Bir başka sabit karakter Ellen’dır. Oyunun başından beri motivasyonu ve isteği hiç değişmemiştir. Ancak onla ilgili detaylı bir bilgimiz yoktur. Tek bildiğimiz Ellen’ın hiç karşılık bulmayacak gerçek bir aşka sahip olduğudur. Belki de oyundaki tek saf sevgi onun sevgisidir. Ancak o sadece bir aşık ve bir dadıdır. Bu saf aşk oyunda hiçbir karşılık ve derinlik bulmayacaktır ki bu da ironiyi güçlendiren etmenlerden biridir metin için. Oyunun sonunda Ellen Harry ile evlenir.
Dışarıdan gelen iki misafir, oyun kişilerinin karakterlerini kurcalar ve tehlikeye atar.
Harry Clive’a göre serkeş bir adamdır, Clive’a imrenir. Topraklara bayrağı o dikmek ister. Clive da bu belirsiz rakibi dostluk adı altında kontrolünde tutmak istemektedir. O aile düzeni için bir tehdittir. Harry erkekliğe özenir, onun düşüncesi de fetihçidir, ama düşüncesini gerçekleştirmekte kaypaktır. “Sana bu halinle, Clive’ın karısı olarak ihtiyacım var” der Betty’ye. Ona bu kadını fethetmek düşüncesi çekici ve kolay gelir. Onun için yabani ve arzu dolu olan bu sıkışmış kadındır. Ama motivasyonu sağlam değildir, anlık keyiflerin peşinden sürüklenir. Edward’la ilişkiye giren, Clive’ı öpen bu karakter Clive’ın içini rahatlatmıştır sonunda, çünkü iktidarı Clive’dan çalabilecek kadar erkek değildir. Bir kılıfa sokulup tehlikesizleştirilebilecek kadar kaypaktır.
Diğer misafir karakter bayan Saunders’tir.
Saunders - Silahlarla dolu evinde kalmak hoşuma gidiyor, ama seni hiç beğenmiyorum.
Betty’ye göre daha yabani ve daha bilinçli bir kadındır. Belki cinsel olarak serbesttir ancak aklı yeterince özgür değildir. O da ancak korunmayı ve sevilmeyi dilemektedir, Betty’ye oranla bu yabaniliği Clive’da arzu ve hareket isteği uyandırır. Ancak erkek sistemde o bir kadın ütopyası olarak sunulmamıştır. Betty’le yan yana konulduğunda Betty’nin içine düştüğü kıskacı, Clive’la yan yana konulduğunda sömürgeci arzunun nasıl güdülendiğini göstererek ahlaksızlığı büyütür. Ama özgürleştirici güçte bir arzusu ve doğası yoktur. Kölelere yapılan eylemlerde fazla soru sorar. Sonunda yine Clive’ın yaptığı ahlaksızlığın kendine mal edilmesiyle tüm ev halkının isteği sonucu evden gönderilir.
Bütün bu düşüncelerden sonra Betty, Joshua ve Edward’a yeniden bakalım:
Betty bütün yaşamını kocasına göre düzenlemiştir. Ancak hala daha yok edilememiş ve ortaya çıkmaya hazır bir arzuya sahiptir.
Harry - Sen demek güven demek, ışık demek, ev demek.
Betty - Ama ben tehlikeli olmak istiyorum.
Betty’nin bu karmaşası oyunun temel iletisini yansıtır niteliktedir. Belki de bu yüzden Betty’yi bir erkek oyuncu oynamaktadır.
Joshua- Tanrı insanı beyaz yarattı ve ona yılanları seven kadını verdi. Başımıza bütün dertler bu yüzden geldi.
Joshua oyunun sonuna kadar köleliği içselleştirmiş ve özüne yabancılaşmış bir karakter olarak karşımızda durur.
Saunders - Kendi insanlarını dövmekten rahatsız olmuyor musun ?
Joshua - Onlar benim insanlarım değil.
Joshua önce insanlarının, sonra ailesinin ölümüne tepkisiz kalacak kadar durumunu içselleştirmiştir. Bu açıdan Betty’ile benzer bir çizgide gider. O yüzden ikisi birbirlerini çok sevmemektedir, çünkü birbirlerini izleyen gözleri, itaatin kırılacağı yolu aydınlatır ve çatışır.
Joshua- O eteğin altında senin de bacakların var, hatta daha fazlası var
Edward’la ise önce dalga geçer. Çünkü Edward köleleşememiştir. Onun bu süreci Joshua’ya kendi ırkına yaptığı ihaneti anımsatmaktadır. Joshua’nın bütün kimliği Edward’ın saçma çocukluk karmaşası karşısında çökmektedir, ikiyüzlülüğü açığa çıkmaktadır. Bu yüzden oyundaki en güçlü simge olan Edward’ın bebeğinin kafasını koparır. En sonunda da dramatik çizgisi bozulur, patronunun kafasına silah doğrultur.
Ellen- Onunla oynamıyor, sadece bakıyor.
Edward isteklerini bastırmaya çalışır. Bunu denediği ve erkekliğini kanıtlama yolunda güdülendiği de olur, çünkü egemen tarafından ona bir erkeklik kompleksi ekilmiştir. Top oyununda erkekliğini sınar. Ancak babasının diretmelerine karşı koyamaz
Edward - Babam gibi olmak istemiyorum, ondan nefret ediyorum.
Ve bebeği sahiplenir.
Edward - Senden nefret ettiğimi söyledim, ama doğru değil. Özür dilerim, özür dilerim. Lütfen beni döv ve affet.
Maud’un talihi büyümekte olan Edward’ın da başına gelmektedir. O isyanını ve isteğini devrime dönüştürme motivasyonunu kaybetmekte ve kılıksızlaşarak terbiye edilmeye sığınmakta bulacaktır çareyi. Edward annesinin isteğiyle Joshua’ya tokat atarken sonunda Joshua’nın babasını öldüreceğini tek gören o olur. Bunun karşısında yaptığı eylem “kulaklarını kapamak” olur.
İkinci perde 1979 Londra’sında geçer. Bu perdeyi önceki perdeyle bağlantılı da bağlantısız da okumamız mümkündür. Burada tahakkümün modern çağdaki tezahürünü görürüz. Sömürgecilik artık çok daha sinsi bir düzeyde, sözde, dilde ve birebir ilişkilerin kalbindedir. Ve karakterler bir cinsiyet tersinlemesiyle yansıtılmaz. Artık onlar zaten bu tersinlemeyi içlerinde barındırmakta, imge ve gösteri çağında kimlik bunalımına düşmektedirler.
Bu perdede Clive’ı boşayan ve onsuz yaşamaya çalışan Betty, ve Lin isminde yeni bir lezbiyen anneyi izleriz. Onun kızı Cathy’nin yetiştirilmesi Edward’ınkinden farklı değildir. Ancak çağın iddia ettiği özgürlük yoktur, sinsi bir şekilde derinlere inmiş bir model alma durumu vardır. Tahakküm daha görünmez, daha derin bir boyutta seyreder.
Betty - Çay yaparken kendimi iki fincan hazırlarken buluyorum, evde bir erkeğin olmaması çok garip, işleri kimin için yaptığını bilmiyor insan.
Clive’sızBetty için durum çok farklı değildir. Clive onun kafasında, hatta belki onun kafası olarak yaşar. Geldiği noktada Betty kadınları sevmiyordur. Aldığı maaşla ve anneliğiyle yeni yaşamını sürdürmektedir.Maud ve Ellen gelip eski replikleri tekrarladıklarında, cevapların değiştiğini görürüz. Ama durum değişmemiştir.Betty’nin cinsel organını keşfettiği ve devrimine gidebilecek bir isyan ve öfke ortaya çıkardığını anlattığı tiradında, onun Maud’un cesaret edemediiği şeyi yapıp yapamayacağı sorusunu sorarız.
Lin eylemde devrimi yakalamıştır. Bedeni erkeksiz yaşamaktadır. Victoria düşüncede uygular bu devrimi, bedeni kararsızdır. Martin modern bir tahakkümcüdür. O kadınları ağlatan erkeklerden değildir, tek amacı zevk vermektir. O gizli bir fetihçidir. Dahası Victoria da yeni yelken açtığı ilişkisinde Lin’e karşı Martin’den farklı değildir. Edward görünüşündeki çatışmadan kurtulmuş, bağlanabilecek bir karakter kurmuştur. Ama o da ilişkisinde herhangi bir eşten farklı değildir.
Gerry - Kendin ol
Edward - Ne demek istediğini anlamıyorum, herkes benim kadınsı davranmamı engellemeye çalıştı hep, şimdi de sen aynı şeyi yapıyorsun
Gerry - Ama rol yapıyorsun
Yeni çağda içselleştirilmiş kölelik, herkesin arzusunu bağlayacağı bir rol makinası bulmasıyla, göstermeci kimliğe dönüşmüş ve olumlanmıştır. Edward’ı artık bir kadın oyuncu oynamamaktadır. Ama Edward bir kadını oynamaktadır.
Bu bağlamda oyunun ikinci bölümünde ilk bölümdeki gibi tersinlenmiş karakterler görmeyiz. Sadece Cathy’yi bir erkek oyuncu oynamaktadır. Yazar ilk bölümde karakterleri karşı cinsiyetten oyunculara oynatarak öncelikle epik bir etki yaratıp karakterlerin inşa ve baskı süreçlerine bizi yönlendirmiş, bunu yaparken öyküyü bu süreçlerin çeşitli katmanlarına bizi savuracak bir kürek olarak kullanmış; ikinci bölümde ise bu tekniği büyük ölçüde ortadan kaldırarak farklı bir çağda, çağın bireylerin sandıklarının aksine var olma ve bağımsız dışavurum süreçlerinde ne kadar özgün ve özgür olduklarını sorgulamıştır. Dramatik akışta ilerleyen, epik ve absürd özelliklerle bu üç türünde şablonlarının dışında melez bir teknikle kurulan bu yapımda sürekli tedirgin ve gizlice dışavurulan bir çığlığın kulakları rahatsız edişini deneyimleriz. İlk bölümde bir oyuncak bebekle tehdit edilen kimlik efendinin kafasına doğrultulan bir silahla noktalanmıştı. İkinci bölümde cinsel özgürlük ve bedenin keşfiyle ortaya çıkan devrimci arzu, iki Betty’nin birbirine sarılmasıyla benliği tamamlamıştı. Ancak 79 Londra’sının modern ve sinsileşmiş geleneğinde yetişen Cathy’nin, ilk bölümlerdeki gibi erkek oyuncu tarafından oynanan tek rol olduğu düşünüldüğünde, Cathy’nin var olma hakkını talep ettiği bir toplumda nasıl tutunacağı ve kendisini bulacağı, sürekli tartışmaya açık bir soru işareti olarak kalmıştır.
ÇOK UZAKTA, BİR ÇÖZÜMLEME:
Carly Churchill’in “Çok Uzakta” oyunu sistemli bir sakinlik ve kayıtsızlıktan absürd bir paranoyaya doğru yol alır. Churchill bu oyunda, klasik anlatıların öğelerini zekice farklı kılıflara giydirir. Alımlayıcısını önce bir izlek etrafında amaca doğru yürütür, ardından bütün bu düzeneği patlatıp ortaya takip edilmesi çok zor olan bir parçacıklar akışı çıkarır. Churchill bu oyunda seyircisinin gözünü sabitlemez, seyircisine iktidar düzeneği kurabileceği bir yapı sunmaz, sadece onu kendi dünyasına sakin ve tekinsiz bir akışla davet eder. Seyirci bu dünyaya katılır ki, patlamanın fiziksel ve ruhsal etkisini bünyesinde tam olarak duyumsayabilsin ve kendi failliğini devreye sokma gereği hissetsin. Böylelikle alımlayıcı bu oyuna bakarken dikey bir perspektif seçemez; kendi varlığını ve canlılığını bu temsilde hissederek oyuna da bir canlılık ve şiddetli bir hakikat kazandırır. Bu oyunda birden paramparça olan ve izleyiciyi ters köşeye yatıran hakikatin söylenme biçimleri, gerçekten de soğukkanlı bir şiddeti duyumsatır seyircisine. İzleyici birbirine karıştırılmış ve paranoyaya dönmüş imgeler keşmekeşinde mantığının tüm odalarında dolaşır, aradığını bulamaz. En sonunda akıl bütün kapıları ve odaları, kat ettiği yolu sorgulamaya başlar. Bu ölçüde kayıtsız bir düzleme oturtulmuş ve bir şekilde mantığa büründürülmüş önermeler dizgesi, bize bütün diğer mantıklı dizgelerin kurgusal kökenini sorgulama yolunu açar. Üç bölümden oluşan bu oyun bölümler içinde de kısımlara ayrılır ve tekinsiz yapısını basit bir sistem üzerinden kurar.
Oyunun birinci bölümünde bir kız çocuğu olan Joan ve teyzesi Harper’ı görürüz. Küçük kız teyzesinin misafiridir. Öncelikle oldukça sakin, akla uygun ve içerisinin koşullarıyla ilgili bir diyalog dizisi bizi karşılar. Joan’ın “dışarı çıktım” cümlesiyle birlikte oyuna tedirginlik girer. Küçük kızın dışarıdaki yürüyüşünün mesafesi ve zamanı arttıkça gerilim de artmaktadır. Joan önce pencereden çıkar. Sonra çatıyı ve ağacı geçer. Sonra bir çığlık duyar. Gerilim artar. Öncelikle işitme devreye girer ve Joan’ın dışarıda geçirdiği vakti uzatır. Sonra bir şey “görür”. Sonra başka şeyler de görür. Sonra gördüğü şeyin bir parti olmadığını düşünmeye başlar. Çünkü insanlarla birlikte kan da vardır. Hatta bu kanın bir kısmı onun çıplak ayağına bulaşmıştır. Dokunur, hisseder. En sonunda teyzesi saklamaktan vazgeçer: “Gizli bir şeye tanık oldun.” Ama bundan sonra anlatacaklarıyla gerçeği başka bir hikayeyle çarpıtır. Sonra Joan: “Onlara yardım ediyor.” Sonra: “Amcam neden onlara vuruyordu?”. Sonra: “Sadece hainlere vurdu.” Ve sonra Harper: “İyilerin yanında olan bir hareketin parçasısın artık, gurur duyabilirsin“. Ve Joan’ın ruhu göklere yükselecektir. Şimdi uyumaya gitmesi gerekir.
İkinci bölümde bir şapka atölyesinde şapka üreten Todd ve Joan’ı görürüz. Bu bölümün ilk kısmında da diyaloglar akla yatkın ve normal akışında gelişmektedir. Ancak “Burada yolunda gitmeyen bir şeyler olduğunu göreceğimiz” söylenir. İkinci kısımda ikili arasında bir tür söz oyunu görürüz ve bu oyunun arasından sözleşmelerle ilgili soru işaretleri belirir ve gerçeklik kendisini durağanlığın içinden doğurur. Soru işaretleri artar. Üçüncü kısımda Joan da soru işaretlerinin akışına kapılmıştır.Todd’dan çözüm beklentisi içindedir. Dördüncü kısımda Todd eyleme geçecektir. Konuşacaktır; işini kaybedebileceği ölçüde bir sorun söz konusudur. Ve konuşacağı kişi ona işini kaybettirtebilecek ölçüde önemli biridir. Ve beşinci kısımda normal diyaloglardan soru işaretlerine, soru işaretlerinden de eyleme giden yolda seyirci devamlılık beklerken oyunun en büyük sürprizi ve patlaması gerçekleşir. Şapkaların perişan haldeki idam mahkumlarının infaza giderken takmaları için üretildiğini öğreniriz. Altıncı kısımda Joan’ın tavrında açık bir değişiklik vardır. Artık onun saflığı ve kayıtsızlığı rahatsız edici ve ironik bir boyut almıştır. “Şapkaların cesetlerle birlikte yakılmasına yazık olduğunu düşünür.” Burada Joan’ın Todd’un kendisini değiştirdiğini ve bir şeyleri sorgulattığını söylediği kısım bu çatışmayı büyütür ve oyunun bundan sonraki belirsiz izleğini besler. Onun için “başka resmi geçitler de var”dır.
Beşinci bölümden itibaren raydan çıkmış ve tanımsız, korkunç bir imgeyle seyircisini bambaşka bir düşünce boyutuna taşımış olan oyun üçüncü kısma geldiğinde farklı bir yapısal türe bürünür. Eşekarılarıyla başlayan, kelebekler timsahlar ve geyiklerin de müdahil olduğu paranoyak bir savaş ve kutuplar dizgesi diyaloglarda yavaş yavaş işlenir. Bu esnada Joan uyumaktadır. “Yaban ördeği tecavüzcüdür, üstelik fillerin ve koreliilerin tarafındadır.“ Bu bölümde Joan’ın uyuduğu süre içinde karakterlerde seyirciyi allak bullak eden bir paranoya gün yüzüne çıkar. Tersinlenmiş ve sulandırılmış mantık, düşmanlar ve kutuplar üzerinden ilerleyen sistemin çığırından çıkması ve bireylerin beynini yakması diyaloglarla yavaş bir akışta teker teker ortaya serilir. Ardından Joan uyanır. Savaştan kaçmış , yorgun düşmüş ve teyzesinin yanına gelmiş olan Joan’ın uyku halindeki yaşantısı, içine girdiği bu yeni yaşantının etkisiyle kirlenmiş, rahatsız eden bir uyuklamaya dönüşmüştür. Son sözü o söyler. Onun ağzından korkunç şeyler duyarız, korkunç kelimeler onun ağzından birer oyuncak gibi sakin ve ritmik bir şekilde dökülmektedir. İçi dışına çıkmış mantığı savaşın gösterdiklerini birer oyuncak gibi almıştır. Onun saf zihninde paranoyayı görmek, alımlayıcıda tanımsız bir tezat ve şok olma duygusu yaratır. Şapka metaforu ise, içinde barındırdığı olağanüstü ironi ve anlatım gücüyle, bireyin iktidarın tahakkümündeki yaşantısında suçla ve çirkinlikle nasıl da göbekten bağlı olduğunu ve pay sahipliğinden kaçamayacağın�� imler niteliktedir.
#caryl churchill#tiyatro#dramaturgy#inceleme#sahne#sahne sanatları#dramaturji#postdramatik#tiyatro yazıları#tiyatro eleştiri#sanat eleştiri#çağdaş tiyatro#sanat#absürd tiyatro
0 notes
Text
ANATOMİSANATEVİ - PRO+ (2)
Animasyon sanatı, hayal gücünün sınırlarını zorlayan büyülü bir dünyadır ve bu dünyaya girmek isteyenler için doğru eğitimle kapılar açılabilir. "Çizgi Film Animasyon Hazırlık Kursu" başlığı altında, genç yeteneklerin hayallerini gerçeğe dönüştürmek için gereken bilgi ve becerileri kazanmalarını sağlıyoruz. Bu kurs, çizgi film animasyonu konusunda derinlemesine bir anlayış sunmanın yanı sıra, sahne dekor ve kostüm tasarımı gibi önemli alanlarda da yetenek geliştirmenizi mümkün kılıyor.
Çizgi Film animasyon hazırlık kursu
Çizgi film animasyon hazırlık kursu, yaratıcılığınızı ve hayal gücünüzü sınırlara zorlayarak ifade etmenin en eğlenceli yollarından biridir. Bu alanda bir kariyer yapmak isteyenler için, çizgi film animasyon hazırlık kursu en önemli adımlardan biridir. Peki, bu kurslar neden bu kadar değerlidir?
Öncelikle, çizgi film animasyonu temelde çizim, hikaye anlatımı ve teknik bilgi birikimi gerektirir. Kurslar, katılımcılara gereken tüm bu becerileri kazandırmayı amaçlar. Temel çizim tekniklerinden, karakter tasarımına, sahne düzenlemelerinden ses efektlerine kadar birçok konuyu kapsayan eğitimler sunulur.
Bu eğitimlerin içeriğinde öğrencilere, animasyon yazılımları hakkında bilgi verilir. Özellikle Adobe After Effects, Toon Boom Harmony ve Blender gibi programlar sıkça kullanılır. Eğitim sürecinde, katılımcılar bu araçları etkin bir şekilde kullanmayı öğrenirken, pratik yapma imkanı da bulurlar.
Bir diğer önemli nokta ise, çizgi film animasyonunun sadece teknik bilgi değil, aynı zamanda yaratıcılık da gerektirdiğidir. Bu nedenle kurslar, öğrencilerin özgün fikirler geliştirmelerini teşvik eder, hikaye anlatım becerilerini geliştirir ve farklı stillerde animasyon yapmalarını destekler.
Bir çizgi film animasyon hazırlık kursu almak, öğrencilerin portföylerini geliştirmeleri için de oldukça önemlidir. Kurs sonunda elde edilen projeler, adayların iş başvurularında büyük avantaj sağlayabilir. Ayrıca, birçok kurs sağlayıcısı, mezunlarına staj ya da iş bulma konusunda yardımcı olmaktadır.
Son olarak, çizgi film animasyon alanındaki kariyer fırsatları son derece geniştir. Film endüstrisi, televizyon, reklamcılık ve hatta oyun tasarımı gibi birçok alanda iş imkanı bulmak mümkündür. Bu nedenle, bu sektöre giriş yapmak isteyen bireyler, çizgi film animasyon hazırlık kursu ile donanımlarını artırarak, hayallerine bir adım daha yaklaşabilirler.
Sahne Dekor ve kostüm tasarımı yetenek sınavlarına hazırlık
Sahne dekor ve kostüm tasarımı yetenek sınavlarına hazırlık, tiyatro ve sahne sanatları dünyasında son derece önemli bir yer tutar. Bu alanda kariyer yapmak isteyenler için, yetenek sınavlarına hazırlık süreci oldukça kritiktir. Yetenek sınavları, öğrencilerin yaratıcılıklarını, teknik becerilerini ve sanatçı kimliklerini gösterebilecekleri bir fırsattır.
Özellikle sahne dekoru yaratırken, mekânın atmosferini iyi bir şekilde yansıtmak ve karakterlerin duygularını hissettirmek gerekir. Bu nedenle, dekor tasarımı üzerine eğitim almak, adayların sahne sanatları alanındaki derinlemesine bilgilerini geliştirmelerine yardımcı olur. Öğrenciler, farklı malzeme ve tekniklerle çalışarak sağlıklı bir temel oluşturabilirler.
Kostüm tasarımı ise bir diğer önemli alandır. Kostümler, karakterlerin kimliğini ve hikâyenin atmosferini belirlemede büyük rol oynar. Adayların, giysi tasarımı, renk teorisi ve dikiş gibi konularda iyi bir eğitim alması gerekmektedir. Yetenek sınavlarına hazırlık aşamasında, adayların bu bilgilerle donatılması, onlara önemli bir avantaj sağlar.
Yetenek sınavlarına hazırlanırken en önemli adımlardan biri, bol miktarda pratik yapmaktır. Sahneye çıkmadan önce, projeler geliştirmek ve bu projeleri sergilemek, adayların kendilerine olan güvenlerini artırır. Ayrıca, öğretmenlerden ve uzmanlardan geri dönüş almak, geliştirilmesi gereken yönleri görmek açısından faydalıdır.
Bunun yanı sıra, sahne dekoru ve kostüm tasarımı ile ilgili güncel trendleri takip etmek, öğrencilerin yaratıcı süreçlerine büyük katkı sağlar. Yeni teknik ve malzemeler hakkında bilgi edinmek, sahne sanatlarında farklılık yaratmalarına olanak tanır.
Sonuç olarak, sahne dekor ve kostüm tasarımı yetenek sınavlarına hazırlanmak, disiplinli bir çalışma ve sürekli pratik gerektiren bir süreçtir. Bu alanda başarılı olmak isteyenler için doğru eğitim ve destekle, hayallerine ulaşmaları mümkündür.
Özel yetenek sınavlarına hazırlık kursu
Sanat alanında kariyer yapmak isteyen öğrenciler için önemli bir adım olmaktadır. Bu kurslar, öğrencilerin yeteneğini geliştirmelerine ve sınavların gerektirdiği becerileri kazanmalarına yardımcı olur.
Kurslar genellikle çeşitli disiplinlerde verilmektedir. Öğrenciler, kendi ilgi alanlarına göre resim, müzik, tiyatro veya dans gibi alanlarda eğitim alabilirler. Eğitim sürecinde öğrencilere, teknik beceriler kazandırmanın yanı sıra, yaratıcılıklarını ortaya çıkarmalarına da olanak sağlanır.
Bu tür kurslar, genellikle eğitim programının bir parçası olarak pratik dersler içermektedir. Öğrenciler, uygulamalı olarak öğrenerek, seçme sınavları için hazır hale gelirler. Ayrıca, kurs süresince alınan geri bildirimler, öğrencilerin gelişimini destekler.
Özel yetenek sınavlarına hazırlık kursu, öğrencilere deneme sınavları ve ücretli yarışmalar gibi fırsatlar sunarak, gerçek sınav deneyimi yaşatır. Bu deneyimler, öğrencilerin kaygı düzeylerini azaltmalarına ve performanslarını artırmalarına yardımcı olur.
Sonuç olarak, özel yetenek sınavlarına hazırlık kursu almak, sanat alanında kariyer hedeflerine ulaşmak isteyenler için kritik bir öneme sahiptir. Bu kurslar sayesinde öğrenciler, hem akademik hem de pratik anlamda donanımlı hale gelirler.
749 notes
·
View notes
Text
Henüz İstanbul'un güzel zamanlarıydı.
Nüfus daha üç milyon bile olmamıştı.
İstanbul dediğiniz; sur içinden ibaretti.
Eyüp'te Rami'de, Zeytinburnu'nda oturan insanlar sokakta karşılaştıklarında, "Nereden geliyorsun, nereye gidiyorsun?" sorusuna "İstanbul'dan geliyorum, İstanbul'a gidiyorum cevabını verirdi."
Yani: Rami'de, Eyüp'te oturan İstanbulluyum demezdi, diyemezdi..
Zira İstanbullu olmak; Türkçesi, görgüsü, nezaketi ile ayrıcalıklı olmaktı ve başka bir şeydi.O zaman Eminönü gündüz milyon nüfuslu, gece mültecilerin, Arapların fink attığı bir semt değildi.
Azak yokuşunda tiyatro vardı.
Kocamustafapaşa'da merhum Nejat Uygur'un çevre tiyatrosu, tiyatro bitişiğinde zamanın assolisti Alâaddin Şensoy'un kafeteryası vardı ve daha da önemlisi o tiyatroyu her akşam dolduracak, o tiyatroyu ayakta tutacak kadar da seyirci vardı.
O yıllarda sanatçı dediklerimiz magazin haberleri ve burnundan kıl aldırmaz kibirli halleri ile değil, sanatları ve mütevazi kişilikleriyle anılırdı.
Alâaddin Şensoy; kafeteryası önünde bir çocuğa 25 kuruşluk dondurma doldururken, Nejat Uygur çocuklarla şakalaşırdı.
Günün 24 saati açık olan Koska kahvesi, Çakıl ve Gar gazinosu sanatçılarının program çıkışında gelmesiyle dolar, sanat sokağa taşardı.
Masmavi gözlü, bembeyaz saçlı, her gün düzenli tıraş olan Muratlılı muhacir Arif baba; nargile, ateş, çay servisini aksatmadan sürdürür, bir defa gelmiş ve iki saat oturmuş müşteriyi aylar sonra gördüğünde çayı kaç şekerli, kahveyi nasıl içtiğini hatırlardı.
Udi Hırant'ı da, Arif Sami Toker'i de orada tanımış ve dinlemiştim.
Marmara ve Küllük kahvehaneleri devrin aydınlarının ufuk açan sohbetlerine sahne olurdu.
Şehzadebaşı'nda, Çemberlitaş'ta sinema vardı.
Gedikpaşa'da cadde üzerinde bir bakkalın önünde bütün dekoru bir sandık üzerinde mavi muşamba ve camekan olan kimsenin ismini bilmediği "pala" namıyla maruf biri, torik lakerda satar, kunduracı kalfası öğle yemeğinde torik lâkerda-mor soğan yerdi.
O zamanlar Marmara'da torik olurdu, lâkerda da bir ayakkabıcı kalfasının yiyebileceği fiyattı.
Çarşıkapı'da Kubbealtı sebilinde börekçi İzmirli Cemal'de kuşüzümü ve fıstıklı kıymalı börek, Bulgar sütçü Nedelko'da
bal-kaymakla kahvaltı edilirdi.
Henüz İstanbul'un güzel zamanlarıydı..
Su deyince aklımıza, "Hamidiye ya da Taşdelen" suyu gelirdi, su da henüz pet şişeye girmemişti, "Cam sağlığı can sağlığıydı."
Naylon poşet, pet şişe, ve gürültü kirliliği yoktu.
Devir: Kese kâğıdı, file zembil sepet devriydi..
Cami avlularında güvercin, her yerde ağaç, ağaçta serçe, denizde yelkovan kuşları ile martı sesleri olurdu.
Nişanca Kumkapı sokaklarında eşek üzerinde tel dolapta güveç kaplarda yoğurt satan Bulgar sütçü Boris'in zilinin sesi, Nişanca-Soğanağa arasında günün en sessiz zamanı kaldırımda duyulan tak-tak sesleri ardından Davudî bir sesin, değme şarkıcıya taş çıkartacak biçimde icra ettiği bildiğim hiç bir şarkıya benzemeyen şarkı mı, gazel mi, mani mi? anlayamadığım bir musiki icrası..
İsfahan da bir kuyu var
İçinde nane suyu var
Her güzelin bir huyu var
Ne yaman Acem güzeli
Nane suyu nane şeker
Benim canım her gün çeker
Mahmut Paşa meydanımız
Var tütüncü dükkanımız
Her güzele söz çakarız
Ne yaman acem güzeli
Nane suyu nane şeker
Benim canım her gün çeker
***
Diz altında iptidai bir tahta bacağıyla gezen nane şekeri satıcısının muhteşem sesidir bu ve o tak-tak sesleri de tahta bacağın kaldırımla buluşması ile musiki öncesi girizgâhı..
Boynunda çapraz biçimde asılı, deri kayışlardan oluşan bir kafes içinde billur kavanozda nane şekeri mi satmaktadır, ya da sanat icra edip şeker mi ikram etmektedir?.
Güneş yanığı bronz bir tenle inanılmaz tezat bembeyaz saç ve sakal, bir martının açık kanadını andıran gür, gümrah ve yine bembeyaz kaşlar..
Tepeden tırnağa sakız beyazı, kar beyazı bir gömlekle pantolon ve inadına dimdik, eyvallahı olmayan bir baş..
O sessizliğin hüküm sürdüğü tenhalıkta, açılan pencereler, hafif bir meltemde dalgalanan perdelerin ardında hayal-meyal genç, olgun, yaşlı kadın yüzleri ve caddenin iki yakasındaki açık pencerelerden kaldırıma düşen madeni paraların, yağmur taneleri gibi sessizliği delen sesleri...
Sokağa dökülen paraları toplayıp kanadı açık martı kaşlı, davudî sesli beyazlar içinde heykel duruşlu adama veren, onun verdiği şekerleri saygıyla alan çocuklar.
Sonra da aralık pencere, dalgalanan perdeler ardındaki meçhul ve müphem hanımefendilere bıçak sırtı gibi belli belirsiz bir tebessümle verilen baş selâmı.
Henüz İstanbul'un güzel zamanlarıydı.
Tepebaşı'nda çamlar vardı çamlar arasında da çay bahçesi, Şişhane'de Haliç manzaralı Kanun-i esasî kıraathanesi, Eyüp'te göç edemeyip insan merhametine sığınan leylekler...
Sirkeci'de Ali Muhittin Hacı Bekir'de demirhindi şerbeti, Kapalıçarşı'da çukur muhallebicide sakızlı muhallebi, Çemberlitaş'ta köfteci Saim babada başka hiç bir yerde bulamayacağınız Hıdrellez salatası ve şıra vardı.
İstanbul pet şişe, naylon poşet, çiğ köfte, arabesk ve mülteci istilası altında değildi.
Kebapçı deyince akla yumurtalı piyaz, Arnavut ciğeri, köfte ve külbastı yenilip, şıra içilen menüsü fakir ama lezzeti gani mütevazi Arnavut köfteciler gelirdi.
Çiçek pasajında madam Anahit sağdı ve akordeonuyla her masa müşterisine hitap edecek kadar zengin bir repertuarı vardı.
Sütçüler Bulgar, boza, dondurma, revani tulumba tatlısı satanlar Balkanlı, kasaplar Eğinli, en iyi aşçılar Bolulu, meyhanecilerin ünlüsü Rum olurdu.
Üsküdar'da Kanaat, Beyoğlu'nda Hacı Salih, Hacı Abdullah, Hacı baba, Mısır çarşısında Pandeli, Kapalıçarşı'da Havuzlu, Sirkeci'de Konyalı lokantaları İstanbullunun damağını şenlendirirdi.
Çatladıkapı'dan Yedikule'ye kadar olan sahilde "Lodosçu" denilen rızkını denizde, ve denizin karaya attıklarında arayan bir zanaat erbabı vardı.
Henüz İstanbul'un güzel zamanlarıydı.
Nüfus daha üç milyon bile olmamıştı.
Sokaklarında ayı oynatanlar, çubuğa dolanan rengârenk macun ve lahmacun satanlar vardı ve Gülhane parkı ayni zamanda hayvanat bahçesiydi.
Lâhmacun dedim de, lâhmacun: İstanbul'un yeni yeni tanıştığı üzeri beyaz muşamba kaplı oval tahta sandıklarda seyyar esnafça satılan sokak lezzeti, fukara taamıydı.
Beyoğlu İstiklal caddesinde, lâvanta ve kokina satan Roman kızları ile Beyoğlu çikolatası satan küçücük dükkânlar vardı.
Caddelerde troleybüsler, troleybüs içinde önden arkaya yürüyüp, mesafeye göre bilet kesen biletçiler..
Mecidiyeköy'ün dut bahçelerini hatırlamam ama zaman, Yedikule'de marul, Çengelköy'de salatalık, Arnavutköy'de çilek, Langa'da bostan, Kanlıca'da yoğurt, Beykoz'da paça, Emirgân'da çay, Sarıyer'de de börek, Vefa'da boza zamanlarıydı.
Kapalıçarşı'da ayakları dizden kesik Hamparsum, Eminönü'nde Nimet abla, kendisini tanımasak da; Galata köprüsü altında merhum uzun Ömer'in altı çok pençeli devasa pabuçlarının sergilendiği piyango satıcıları henüz talih ve umut satıyordu.
Galata köprüsü dedim de aklıma geldi; bir tane dolandırıcımız vardı Kız kulesi, Galata köprüsü ve Haydarpaşa garını satardı Sülün Osman'ı herkes tanırdı. Bunca yıl sonra bile tebessümle hatırlanır. Nice dolandırıcılar geldi geçti, ne adları kaldı ne sanları..
O yıllarda "Gangster" denirdi, bir tane banka soyguncusu vardı Necdet Elmas! adeta "Arkası yarın" izler gibi bir sonraki hamlesi "Arsen Lüpen" macerası gibi beklenirdi.
Radyoda radyo tiyatrosu, Orhan Boran'la Yuki, Müzeyyen Senar'ın ardında Yorgo-Aleko Bacanos'ların ismi anons edilirdi.
Merhum Selahattin Pınar'ın tamburu elindeyken kalbinin durduğu Kalamış'ta Todori, Beyoğlu Balık pazarında "Krepen'deki İmroz" Kumkapı'da kör Agop, Tarlabaşı'nda bir çok Yeşilçam filmine sahne olmuş İmrozlu Nikoli'nin işlettiği Hasır, Yedikule'deki Sefa, Kurtuluş'ta adına şiirler yazılan İlk kadın meyhaneci, madam Despina'nın meyhaneleri birer dünya markasıydı.
Samatya'da İstanbul'un belki de son koltuk meyhanesi Küçük Paris; şarabın bardakla satıldığı, birkaç leblebi iki dilim elmayla ayaküstü içen müdavimlerinin hizmetindeydi.
Henüz ezan da merkezi sistemle okunmuyordu.
O meyhanelerden çıkıp çorbacıya, çorbacıdan çıkıp sabahçı kahvesinde kahve içmeye gidenler; hangi cami müezzininin sabah ezanının daha iyi kıraat ettiğini bilir ve sabahın o sessizliğinde gözlerinde yaş, dudaklarında pişmanlık ve tatlı bir ürpermeyle huşû içinde ezan dinlerdi.
Henüz İstanbul'un güzel zamanlarıydı.
Nüfus daha üç milyon bile olmamıştı.
Ve henüz İstanbul'un siluetinde gök kubbeyi delen gökdelenler de gürültü kirliliği de, tabelalardaki dil ve görüntü kirliliği de yoktu.
Cami avlularında güvercin, caddede ağaç, ağaçta serçe, denizde yelkovan kuşları ile martı sesleri olurdu.
Ve o zamanlar gerçekten güzel zamanlardı..
Selâm ve muhabbetle..
TC Yahya Kaptan
4 notes
·
View notes
Note
Astroloji gerçek değilse bu kizin aslan yükselen Venüs’te ve birinci evde kavuşumda olmasını nasi açıklıyorsunuz
RESMEN İLGİ ODAĞI OLMAMAK GİBİ BİR ŞANSIN YOKMUŞ BALIM
Ay MARŞ KAVUSUMU ve terazide ve 3.evde
sadece tutkulu olduğun estetik sanatsal şeyler hakkında harekete geçmek motive olmak bunun disinda eringeçlik? Ve tartışırken asla geri çekilmeme ???
Bi de haritanın ortasinda nal kadar üçgen var 1 10 ve 7.evde
Güzellik dış görünüş ile sağlanan kariyer ve bundan doğan birliktelik ????Kad Aslan ??
Eğer hayatının bir döneminde tiyatro sinema gibi sahne sanatları ile ilgili bi is yapmazsan gel beni dava et
Süper harita bu arada bi tik sinir ve üşengeçlik verebilir konumlar o kadar
Kocan ünlü olabilir
yavrum sen niye benim hritama bakion manyak
4 notes
·
View notes
Text
"Önce şiirden anlamı kaldırdılar, sonra müzikte melodiyi öldürdüler. Ya resim? Çizgi çizmesini bilmeyenler hemen meşhur oluyorlar. Sanatı öldürdüler!"
Oğuz Atay, Sahne sanatları Oyunlarla Yaşayanlar
3 notes
·
View notes
Photo
Hayalperest Oyunu, Enis Arıkan ile Sahne Aldı! Ünlü oyuncu Enis Arıkan’ın başrolünde yer aldığı müzikli oyun “Hayalperest”, 25 Aralık 2024 tarihinde Zorlu Performans Sanatları Merkezi’nin (PSM) Turkcell Sahnesi’nde sanatsever https://bursahabermedya.com/hayalperest-oyunu-enis-arikan-ile-sahne-aldi/ #BursaSiyasetHaberleri #bursahaber #bursasondakika #bursahaberleri #haberler #bursa
0 notes
Text
Tiyatrokare’nin Yeni Oyunu “Annem Hep Derdi Ki” Komedisinin Galası Yapıldı
Tiyatrokare’nin yeni komedi oyunu “Annem Hep Derdi Ki”, 21 Ekim’deki prömiyerin ardından 16 Aralık gecesi, Sarıyer Belediyesi’nin katkılarıyla Boğaziçi Kültür Merkezi’nde sahnelendi. Galada, sosyal medyada dikkatleri çeken anne öğütleri temalı etkinlik, bir kez daha ilgiyle takip edildi. Anne Kurabiyesi ve Mantı İkramı Gecede, davetlilere özel olarak hazırlanan “anne kurabiyesi” ve “mantı” ikramı yapıldı. Ayrıca, galaya katılan davetliler, annelerinin öğütlerini yazdıkları kartları çiçek buketlerine yerleştirip, oyun sonunda bu özel hediyeleri oyun annelerine takdim ettiler. Katılımcılar ve Özel Konuklar Sanat, siyaset ve iş dünyasından birçok ünlü ismin katıldığı geceye, Halil Ergün, Tuna Kiremitçi, Bahadır Erdem, Yalvaç Ural, Betül Arım gibi isimler katıldı. Ayrıca, duayen sanatçı Nevra Serezli de oğluyla birlikte galaya katıldı ve oyunla ilgili yorumda bulundu. Serezli, oyunun kuşaklar arası bir deneyim sunduğunu belirterek, "Ağaçlar Ayakta Ölür gibi farklı kuşakların birlikte izlemesiyle farklı bir seyir zevki veriyor" dedi.
“Annem Hep Derdi Ki” Oyununda Usta Oyuncular Sahne Alıyor Oyun, Katherine Di Savino’nun yazdığı ve Nedim Saban’ın uyarladığı bir komedi. Evliliğe hazırlanan genç bir çiftin yaşadığı kültürel şok ve sorunlar eğlenceli bir şekilde sahneleniyor. Oyunda, Çiçek Dilligil ve Mert Asutay, erkek tarafının annesi ve babasını, Aziz Sarvan ve Ecmel İs ise kız tarafının anne-babasını canlandırıyor. Mert Aykul ve Dilara Mücaviroğlu ise romantik çifti temsil ediyor. Anne Öğütlerinin Evrenselliği Yönetmen Nedim Saban, final konuşmasında, "Yaşadığımız olaylar ve ilişkiler değişse de, değişmeyen tek şey annemizin bize söylediği öğütlerdir" diyerek, anne öğütlerinin evrenselliğine değindi. Saban, bu oyun için başta Servet Aybar olmak üzere tüm ekibe teşekkür etti. Oyunun Sonraki Tarihleri: - 21 Aralık: Türkan Saylan Kültür Merkezi - 23 Aralık: Kadıköy Eğitim Sahnesi - 26 Aralık: Kozyatağı Kültür Merkezi - 9 Ocak: Watergarden Performans Sanatları Merkezi - 12 Ocak: Trump Tiyatro "Annem Hep Derdi Ki", izleyicisini hem güldüren hem de duygulandıran bir komedi olarak tiyatroseverlerin beğenisini kazanmayı sürdürüyor. Read the full article
0 notes
Text
BUÜ’lü akademisyenin radyo oyunu TRT Radyo 1’de yayınlanacak
https://pazaryerigundem.com/haber/195002/buulu-akademisyenin-radyo-oyunu-trt-radyo-1de-yayinlanacak/
BUÜ’lü akademisyenin radyo oyunu TRT Radyo 1’de yayınlanacak
Bursa Uludağ Üniversitesi (BUÜ) Güzel Sanatlar Fakültesi Sahne Sanatları Bölümü Drama Yazarlığı ve Dramaturji Ana Sanat Dalı öğretim üyelerinden Doç. Dr. Mine Artu Mutlugün’ün TRT İstanbul Radyosu için yedi bölüm Arkası Yarın formatında yazdığı “Mehmet Akif: Bir Vatan Şairi” adlı radyo oyununun kayıtları tamamlandı.
BURSA (İGFA) – İstiklal Marşı’nın kabulünün 103. yılı kapsamında TRT’nin hazırladığı geniş ölçekli projelerinden biri olan radyo oyununda Altan Gördüm, Mazlum Kiper, Tarık Şerbetçioğlu gibi pek çok değerli sanatçı yer aldı. “Mehmet Akif: Bir Vatan Şairi” adlı Arkası Yarın radyo tiyatrosunda İstiklal Marşımızın yazarı Türk şair, veteriner hekim, öğretmen ve siyasetçi Mehmet Akif Ersoy’un çocukluğundan, eğitim hayatına, şairliğine ve siyaset hayatına dair pek çok bilinmeyen tarihî gerçeklik de yer alıyor.
TRT İstanbul Radyosu Müdürü Ali Fuat Gülmez’in koordinatörlüğünde, Nevim Kızar Yılmaz ve Rukiye Aydın yapımcılığında hazırlanan radyo oyunu, 21-27 Aralık 2024 tarihleri arasında TRT Radyo 1’de dinlenebilecek.
0 notes
Text
Komedi Oyunları: Hem Oynayıp Hem Güleceğiniz Yapımlar
Komedi oyunları, eğlencenin ve mizahın buluştuğu en keyifli sahne sanatları arasında yer alıyor. Herkesin hayatında bir nebze de olsa gülmeye ihtiyacı var, değil mi? İşte bu yüzden, komedi oyunları sadece sahnede değil, izleyicinin kalbinde de özel bir yer edinir. İzleyiciler, bu oyunlarla birlikte hem eğlenir hem de günlük streslerinden uzaklaşma fırsatı bulur. Peki, komedi oyunları neden bu…
0 notes
Text
Güven Murat Akpınar Kimdir? Oyuncu Güven Murat Akpınar Nereli, Kaç Yaşında? Güven Murat Akpınar Dizi ve Filmleri...
Güven Murat Akpınar: Tiyatrodan Ekrana Uzanan Başarı Hikayesi Güven Murat Akpınar, Türk televizyon ve tiyatro dünyasında adından sıkça söz ettiren bir isimdir. 1 Ocak 1988 tarihinde İstanbul’da doğmuş olan Akpınar, aslen Ardahanlıdır. Tiyatro kariyerine adım atmadan önce, İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuarı Tiyatro Bölümü’nden mezun olmuştur. Bu eğitim, ona sahne sanatları alanında sağlam…
0 notes
Text
Vîdeo - "Jina Kevnefiroş" li ser dikên Zanîngeha Dîcleyê bû
Kargeha Hunerên li ser Dikê ya Dîcleyê ( Dicle Sahne Sanatları Atölyesi) li Zanîngeha Dîcleyê lîstika şanoyê ya bi navê “Jina Kevnefiroş” lîstiye. Bi vîdeoya Sînem Xorekîyê kerem bikin li beşeka wê lîstikê temaşe bikin. Vîdeo: Sînem Xorekî
0 notes
Text
Murat Han Kimdir
Sinema ve dizi oyuncusu Murat Han, 1 Mayıs 1975 tarihinde Ankara’da dünyaya geldi.Bilkent Üniversitesi Müzik ve Sahne Sanatları Fakültesi Tiyatro bölümü mezun oldu.Daha sonra Los Angeles’ta Stella Adler oyunculuk akademisini bitirdi, 9 sene kadar Amerika’da yaşadı ve oyunculuk yaptı.2007 senesinde ilk filmiyle Altın Portakal ödülü kazandı.Rol aldığı bir diğer film Nurgül Yeşilçay ile oynadığı…
0 notes
Text
Henüz İstanbul'un güzel zamanlarıydı.
Nüfus daha üç milyon bile olmamıştı.
İstanbul dediğiniz; sur içinden ibaretti.
Eyüp'te Rami'de, Zeytinburnu'nda oturan insanlar sokakta karşılaştıklarında, "Nereden geliyorsun, nereye gidiyorsun?" sorusuna "İstanbul'dan geliyorum, İstanbul'a gidiyorum cevabını verirdi."
Yani: Rami'de, Eyüp'te oturan İstanbulluyum demezdi, diyemezdi..
Zira İstanbullu olmak; Türkçesi, görgüsü, nezaketi ile ayrıcalıklı olmaktı ve başka bir şeydi.O zaman Eminönü gündüz milyon nüfuslu, gece mültecilerin, Arapların fink attığı bir semt değildi.
Azak yokuşunda tiyatro vardı.
Kocamustafapaşa'da merhum Nejat Uygur'un çevre tiyatrosu, tiyatro bitişiğinde zamanın assolisti Alâaddin Şensoy'un kafeteryası vardı ve daha da önemlisi o tiyatroyu her akşam dolduracak, o tiyatroyu ayakta tutacak kadar da seyirci vardı.
O yıllarda sanatçı dediklerimiz magazin haberleri ve burnundan kıl aldırmaz kibirli halleri ile değil, sanatları ve mütevazi kişilikleriyle anılırdı.
Alâaddin Şensoy; kafeteryası önünde bir çocuğa 25 kuruşluk dondurma doldururken, Nejat Uygur çocuklarla şakalaşırdı.
Günün 24 saati açık olan Koska kahvesi, Çakıl ve Gar gazinosu sanatçılarının program çıkışında gelmesiyle dolar, sanat sokağa taşardı.
Masmavi gözlü, bembeyaz saçlı, her gün düzenli tıraş olan Muratlılı muhacir Arif baba; nargile, ateş, çay servisini aksatmadan sürdürür, bir defa gelmiş ve iki saat oturmuş müşteriyi aylar sonra gördüğünde çayı kaç şekerli, kahveyi nasıl içtiğini hatırlardı.
Udi Hırant'ı da, Arif Sami Toker'i de orada tanımış ve dinlemiştim.
Marmara ve Küllük kahvehaneleri devrin aydınlarının ufuk açan sohbetlerine sahne olurdu.
Şehzadebaşı'nda, Çemberlitaş'ta sinema vardı.
Gedikpaşa'da cadde üzerinde bir bakkalın önünde bütün dekoru bir sandık üzerinde mavi muşamba ve camekan olan kimsenin ismini bilmediği "pala" namıyla maruf biri, torik lakerda satar, kunduracı kalfası öğle yemeğinde torik lâkerda-mor soğan yerdi.
O zamanlar Marmara'da torik olurdu, lâkerda da bir ayakkabıcı kalfasının yiyebileceği fiyattı.
Çarşıkapı'da Kubbealtı sebilinde börekçi İzmirli Cemal'de kuşüzümü ve fıstıklı kıymalı börek, Bulgar sütçü Nedelko'da
bal-kaymakla kahvaltı edilirdi.
Henüz İstanbul'un güzel zamanlarıydı..
Su deyince aklımıza, "Hamidiye ya da Taşdelen" suyu gelirdi, su da henüz pet şişeye girmemişti, "Cam sağlığı can sağlığıydı."
Naylon poşet, pet şişe, ve gürültü kirliliği yoktu.
Devir: Kese kâğıdı, file zembil sepet devriydi..
Cami avlularında güvercin, her yerde ağaç, ağaçta serçe, denizde yelkovan kuşları ile martı sesleri olurdu.
Nişanca Kumkapı sokaklarında eşek üzerinde tel dolapta güveç kaplarda yoğurt satan Bulgar sütçü Boris'in zilinin sesi, Nişanca-Soğanağa arasında günün en sessiz zamanı kaldırımda duyulan tak-tak sesleri ardından Davudî bir sesin, değme şarkıcıya taş çıkartacak biçimde icra ettiği bildiğim hiç bir şarkıya benzemeyen şarkı mı, gazel mi, mani mi? anlayamadığım bir musiki icrası..
İsfahan da bir kuyu var
İçinde nane suyu var
Her güzelin bir huyu var
Ne yaman Acem güzeli
Nane suyu nane şeker
Benim canım her gün çeker
Mahmut Paşa meydanımız
Var tütüncü dükkanımız
Her güzele söz çakarız
Ne yaman acem güzeli
Nane suyu nane şeker
Benim canım her gün çeker
***
Diz altında iptidai bir tahta bacağıyla gezen nane şekeri satıcısının muhteşem sesidir bu ve o tak-tak sesleri de tahta bacağın kaldırımla buluşması ile musiki öncesi girizgâhı..
Boynunda çapraz biçimde asılı, deri kayışlardan oluşan bir kafes içinde billur kavanozda nane şekeri mi satmaktadır, ya da sanat icra edip şeker mi ikram etmektedir?.
Güneş yanığı bronz bir tenle inanılmaz tezat bembeyaz saç ve sakal, bir martının açık kanadını andıran gür, gümrah ve yine bembeyaz kaşlar..
Tepeden tırnağa sakız beyazı, kar beyazı bir gömlekle pantolon ve inadına dimdik, eyvallahı olmayan bir baş..
O sessizliğin hüküm sürdüğü tenhalıkta, açılan pencereler, hafif bir meltemde dalgalanan perdelerin ardında hayal-meyal genç, olgun, yaşlı kadın yüzleri ve caddenin iki yakasındaki açık pencerelerden kaldırıma düşen madeni paraların, yağmur taneleri gibi sessizliği delen sesleri...
Sokağa dökülen paraları toplayıp kanadı açık martı kaşlı, davudî sesli beyazlar içinde heykel duruşlu adama veren, onun verdiği şekerleri saygıyla alan çocuklar.
Sonra da aralık pencere, dalgalanan perdeler ardındaki meçhul ve müphem hanımefendilere bıçak sırtı gibi belli belirsiz bir tebessümle verilen baş selâmı.
Henüz İstanbul'un güzel zamanlarıydı.
Tepebaşı'nda çamlar vardı çamlar arasında da çay bahçesi, Şişhane'de Haliç manzaralı Kanun-i esasî kıraathanesi, Eyüp'te göç edemeyip insan merhametine sığınan leylekler...
Sirkeci'de Ali Muhittin Hacı Bekir'de demirhindi şerbeti, Kapalıçarşı'da çukur muhallebicide sakızlı muhallebi, Çemberlitaş'ta köfteci Saim babada başka hiç bir yerde bulamayacağınız Hıdrellez salatası ve şıra vardı.
İstanbul pet şişe, naylon poşet, çiğ köfte, arabesk ve mülteci istilası altında değildi.
Kebapçı deyince akla yumurtalı piyaz, Arnavut ciğeri, köfte ve külbastı yenilip, şıra içilen menüsü fakir ama lezzeti gani mütevazi Arnavut köfteciler gelirdi.
Çiçek pasajında madam Anahit sağdı ve akordeonuyla her masa müşterisine hitap edecek kadar zengin bir repertuarı vardı.
Sütçüler Bulgar, boza, dondurma, revani tulumba tatlısı satanlar Balkanlı, kasaplar Eğinli, en iyi aşçılar Bolulu, meyhanecilerin ünlüsü Rum olurdu.
Üsküdar'da Kanaat, Beyoğlu'nda Hacı Salih, Hacı Abdullah, Hacı baba, Mısır çarşısında Pandeli, Kapalıçarşı'da Havuzlu, Sirkeci'de Konyalı lokantaları İstanbullunun damağını şenlendirirdi.
Çatladıkapı'dan Yedikule'ye kadar olan sahilde "Lodosçu" denilen rızkını denizde, ve denizin karaya attıklarında arayan bir zanaat erbabı vardı.
Henüz İstanbul'un güzel zamanlarıydı.
Nüfus daha üç milyon bile olmamıştı.
Sokaklarında ayı oynatanlar, çubuğa dolanan rengârenk macun ve lahmacun satanlar vardı ve Gülhane parkı ayni zamanda hayvanat bahçesiydi.
Lâhmacun dedim de, lâhmacun: İstanbul'un yeni yeni tanıştığı üzeri beyaz muşamba kaplı oval tahta sandıklarda seyyar esnafça satılan sokak lezzeti, fukara taamıydı.
Beyoğlu İstiklal caddesinde, lâvanta ve kokina satan Roman kızları ile Beyoğlu çikolatası satan küçücük dükkânlar vardı.
Caddelerde troleybüsler, troleybüs içinde önden arkaya yürüyüp, mesafeye göre bilet kesen biletçiler..
Mecidiyeköy'ün dut bahçelerini hatırlamam ama zaman, Yedikule'de marul, Çengelköy'de salatalık, Arnavutköy'de çilek, Langa'da bostan, Kanlıca'da yoğurt, Beykoz'da paça, Emirgân'da çay, Sarıyer'de de börek, Vefa'da boza zamanlarıydı.
Kapalıçarşı'da ayakları dizden kesik Hamparsum, Eminönü'nde Nimet abla, kendisini tanımasak da; Galata köprüsü altında merhum uzun Ömer'in altı çok pençeli devasa pabuçlarının sergilendiği piyango satıcıları henüz talih ve umut satıyordu.
Galata köprüsü dedim de aklıma geldi; bir tane dolandırıcımız vardı Kız kulesi, Galata köprüsü ve Haydarpaşa garını satardı Sülün Osman'ı herkes tanırdı. Bunca yıl sonra bile tebessümle hatırlanır. Nice dolandırıcılar geldi geçti, ne adları kaldı ne sanları..
O yıllarda "Gangster" denirdi, bir tane banka soyguncusu vardı Necdet Elmas! adeta "Arkası yarın" izler gibi bir sonraki hamlesi "Arsen Lüpen" macerası gibi beklenirdi.
Radyoda radyo tiyatrosu, Orhan Boran'la Yuki, Müzeyyen Senar'ın ardında Yorgo-Aleko Bacanos'ların ismi anons edilirdi.
Merhum Selahattin Pınar'ın tamburu elindeyken kalbinin durduğu Kalamış'ta Todori, Beyoğlu Balık pazarında "Krepen'deki İmroz" Kumkapı'da kör Agop, Tarlabaşı'nda bir çok Yeşilçam filmine sahne olmuş İmrozlu Nikoli'nin işlettiği Hasır, Yedikule'deki Sefa, Kurtuluş'ta adına şiirler yazılan İlk kadın meyhaneci, madam Despina'nın meyhaneleri birer dünya markasıydı.
Samatya'da İstanbul'un belki de son koltuk meyhanesi Küçük Paris; şarabın bardakla satıldığı, birkaç leblebi iki dilim elmayla ayaküstü içen müdavimlerinin hizmetindeydi.
Henüz ezan da merkezi sistemle okunmuyordu.
O meyhanelerden çıkıp çorbacıya, çorbacıdan çıkıp sabahçı kahvesinde kahve içmeye gidenler; hangi cami müezzininin sabah ezanının daha iyi kıraat ettiğini bilir ve sabahın o sessizliğinde gözlerinde yaş, dudaklarında pişmanlık ve tatlı bir ürpermeyle huşû içinde ezan dinlerdi.
Henüz İstanbul'un güzel zamanlarıydı.
Nüfus daha üç milyon bile olmamıştı.
Ve henüz İstanbul'un siluetinde gök kubbeyi delen gökdelenler de gürültü kirliliği de, tabelalardaki dil ve görüntü kirliliği de yoktu.
Cami avlularında güvercin, caddede ağaç, ağaçta serçe, denizde yelkovan kuşları ile martı sesleri olurdu.
Ve o zamanlar gerçekten güzel zamanlardı..
Selâm ve muhabbetle..
TC Yahya Kaptan
3 notes
·
View notes
Text
Arif Atalay
1987'de Erzurum'da doğdu.
2010 yılında Atatürk Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Sahne Sanatları Bölümü Oyunculuk sanat dalından mezun oldu. Mezun olduktan sonra 'Koordinatör' olarak okulda 7 yıl kadar Sahne, Rol, Konuşma Sanatı dersleri verdi. 2016 yılında Atatürk Üniversitesi Oyunculuk bölümünün mezuniyet oyunu olan Shakespeare'nin 'Biz Yaz Gecesi Rüyası'nı yönetti. 2019 yılında "Brecht Oyunlarında Savaş Olgusu" başlıklı teziyle yüksek lisansını tamamladı.
2010 yılında Devlet Tiyatroları'nın açmış olduğu sınavı kazanarak Erzurum Devlet Tiyatrosu'nda çalışmaya başladı. Yirmiyi aşkın oyunda görev aldı. Halen İstanbul Devlet Tiyatrosu'nda çalışmaktadır.
Rol Aldığı Bazı Oyunlar:
Asiye Nasıl Kurtulur (Yönetmen: Doğan Yağcı) - Erzurum Devlet Tiyatrosu
Cumhuriyetin İlk Sadası (Yönetmen: Mehmet Yıldız) - Erzurum Devlet Tiyatrosu
Fermanlı Deli Hazretleri (Yönetmen: Münir Canar) - Erzurum Devlet Tiyatrosu
Özgürlüğün Bedeli (Yönetmen: Yunus Emre Bozdoğan) - Erzurum Devlet Tiyatrosu
Herkes mi Hırsız (Yönetmen: Cengiz Toraman) - Erzurum Devlet Tiyatrosu
On İkinci Gece (Yönetmen: Zurab Sikharulidze) - Erzurum Devlet Tiyatrosu
Kuvayi Milliye Destanı - Erzurum Devlet Tiyatrosu
Maskeliler (Yönetmen: Yunus Emre Bozdoğan) - Erzurum Devlet Tiyatrosu
Meraki (Yönetmen: Ömer Naci Topçu) - Erzurum Devlet Tiyatrosu
Buzlar Çözülmeden (Yönetmen: Pınar Aras) - Erzurum Devlet Tiyatrosu
Deli Bayramı (Yönetmen: Hakan Alkan) - Erzurum Devlet Tiyatrosu
Kayıp El (Yönetmen: Kuvvet Yurdakul) - Erzurum Devlet Tiyatrosu
Sersemler Evi (Yönetmen: Toby Wilsher) - Erzurum Devlet Tiyatrosu
Yönettiği Oyunlar:
Palto - Gogol - Erzurum Devlet Tiyatrosu
Alaaddin'in Sihirli Lambası (Çocuk Oyunu) - Anonim - Erzurum Devlet Tiyatrosu
Bir Flamingonun Renkli ve Çiçekli Hayatı (Çocuk Oyunu -) S. Cevher, Ç. Yılmaz - Erzurum Devlet Tiyatrosu
0 notes
Text
İtalya’da klasik müzik konserlerinde türkü söyleyen kız
Yaşar Üniversitesi Müzik ve Sahne Sanatları Bölümü Yüksek Lisans öğrencisi çello sanatçısı Adasu Akın, müzik tutkusuyla sınırları aşıyor. Beethoven’dan Neşet Ertaş’a birçok farklı eseri hem çalıp hem söyleyerek seslendiren ve kendine has bir tarz oluşturan Akın’ın çok yakında kendine ait besteleri yayınlanacak. Yaşar Üniversitesi Müzik ve Sahne Sanatları Bölümü Yüksek Lisans öğrencisi çello…
0 notes
Text
Uranüs 5. Evde
Uranüs 5. Evde
Uranüs 5. evde hangi konuları ve alanları etkiler? Uranüs 5. ev konumunda hangi burçla nasıl etkiler? Transit Uranüs 5. evde nasıl etkiler? 5. Evde Uranüs Olumlu ve olumsuz etkileri nelerdir?
Uranüs 5. Evde Anlamı, Açı Etkileri ve Burç ve Evlere Göre Yorumlar
Uranüs'ün 5. evdeki konumu, bireylerin
sanatsal potansiyelini,
romantik yanlarını,
hobilerini,
eğlence anlayışını,
aşk hayatını ve
çocuklarla olan ilişkileri
sıra dışı ve yenilikçi bir biçimde etkiler. 5. ev sanat, romantizm, kişisel eğlence ve çocuklarla ilgili alanları yönetir. Bu evde Uranüs varlığı, ilişkilerde bağımsızlık ve özgünlük arayışı, sanatsal faaliyetlerde yenilikçi yaklaşımlar ve ebeveynlikte özgürlükçü yöntemler getirir. Uranüs'ün 5. evdeki etkilerini anlamak, kişisel gelişim ve sanatsal projelerde stratejik adımlar atarak bu enerjiyi en iyi şekilde kullanmanızı sağlar.
5. Ev ve Özellikleri
Astrolojide doğum haritası, bir bireyin doğum anındaki gökyüzü konumlarını yansıtarak kişisel özellikler ve yaşam olayları hakkında bilgi verir. Haritanın her evi belirli yaşam alanlarını temsil eder ve bu bağlamda 5. ev,
sanat,
çocuklar,
aşk ilişkileri ve
kişisel eğlence
ile ilişkilidir. Sabit doğum haritasında 5. evin etkileri, bireyin sanatsal potansiyelini, romantik ilişkilerini ve çocuklarla olan bağlarını belirgin bir şekilde şekillendirir.
5. evin en belirgin özelliklerinden biri, sanat ve ifade alanıdır. Bu evde güçlü etkilere sahip olanlar, sanatsal yeteneklerini ve kendilerini ifade etme kapasitelerini daha yoğun yaşayabilirler. Bu kişiler,
sahne sanatları,
yazarlık,
resim
gibi sanatsal uğraşlarda başarılı olabilirler. Bunun nedeni, doğum haritasındaki 5. evin, kişinin içsel enerjisini dışa vurmada ve yeni şeyler oluşturmada büyük rol oynamasıdır.
Aşk ilişkileri ve romantizm de 5. evin kapsamındadır. Uranüs 5. evde bulunduğunda, bireylerin aşk hayatlarında özgün ve sıradışı deneyimler yaşama olasılığı artabilir. İlişkilerde daha bağımsız, yenilikçi ve bazen de beklenmedik davranışlar sergileyebilirler. Bu durum, ilişkilere yoğun bir tutku ve heyecan katabilir, ancak aynı zamanda ani değişikliklere ve sürprizlere de açık olabilir.
Bu ev ayrıca çocuklar ve çocuklarla olan ilişkileri de yönetir. Sabit doğum haritasında 5. evin vurgulanması, bireyin ebeveynlik rolüne olan yaklaşımını belirleyebilir. Uranüs 5. evde yer aldığında, çocuklarla ilişkilerde sanatsal ve alışılmışın dışında yöntemler benimsendiği gözlemlenebilir. Ebeveynler, çocuklarına özgür ve keşfetmeye yönelik bir yetiştirme ortamı sunma eğiliminde olabilirler.
Kişisel eğlence ve hobiler de 5. ev kapsamındadır. Uranüs'ün bu evdeki konumu, bireylerin sıra dışı hobiler ve etkinliklerle ilgilenme eğiliminde olduğunu gösterebilir. Bu kişiler, kalıpları yıkarak ve alışılmışın ötesine geçerek kendilerine has ilgi alanları oluştururlar.
#uranüs#astroloji#doğum haritası#akrepblog#akrep blog#uranüs 5. evde#5. ev uranüs#transit uranüs#transit uranüs 5. evde#uranüs transitte 5. evde#uranüs açıları#uranüs 5. evde nedir#uranüs 5. evde ne demek
0 notes