#enkazı
Explore tagged Tumblr posts
benegeminincisi · 2 years ago
Text
Bir sürü can kaybettik ama arkalarında bıraktıkları bir ton insan da yetim, öksüz... kaldı.
((Allah geride kalanlara yardım etsin. ))
65 notes · View notes
aycicegimisali · 2 years ago
Text
"Allah'tan başka sığınacak kimse bulamazsınız."
(Kehf, 27)
Tumblr media
18 notes · View notes
ruzgar-34 · 10 months ago
Text
Ben beklerim ama ya ölüm senden önce gelirse..
2 notes · View notes
Text
Yaşadığımız depremde insanlar evlerden çıktılar ancak sahipleri tarafından evlerde bırakılmış bir sürü mahsur canlı hayvan var. Bu hayvanlar çıkarılmadan binalara yıkım kararı uygulanmasın! Hayvanların üzerine binaları yıkarak insanların kaçtığı ölüm şeklini onlara yaşatmayın! Onlar da can ve binalarda aç susuz mahsur bırakıldılar. Hayvanlar da depremzede. Lütfen binalardan hayvanlar kurtarıldıktan sonra binalara yıkım kararı uygulansın. STKlara hayvanları almak için imkan ve izinler sağlansın! Devletimize sesleniyoruz! Bu canları binalardan kurtarmadan o binalar yıkılmamalı!. Bu vebalin altından kalkamayız! HAYVANLARI HASARLI BİNALARDAN KURTARIN!
#EnkazdaCanlıVar
#DepremHayvanları
#CanlıVarsaYıkılamaz
#GaleriaMezarOlmasın
#CanlıVarkenYıkamazsınız
#GaleriaKurtarılmayıBekliyor
#DiyarbakirGaleriayaNedenGiremiyoruz
#GaleriadakiHayvanlarKurtarılmayıBekliyor
#HayvanlarıKurtarın#HayvanlarıBırakmayın
2 notes · View notes
alkimoberon · 10 months ago
Text
Dünya'ya düşüyor: ESA'nın ERS-2 uydusu kontrolden çıktı - Son Dakika Teknoloji Haberleri
Avrupa Uzay Ajansı’nın (ESA) 1995 yılında fırlattığı ERS-2 uydusu, 10 yıl önce hizmet dışı bırakıldı. Uydunun 11 ton ağırlığında olduğu ve kontrolsüz bir şekilde Dünya atmosferine gireceği kaydedildi. ERS-2 UYDU NEDİR, NE İÇİNDİR? ERS-2, Dünya gözlemi için kullanılan bir uyduydu. Uydu atmosfer, okyanuslar ve kara hakkında veri topladı. ERS-2’nin topladığı veriler iklim değişikliği ve çevre…
Tumblr media
View On WordPress
0 notes
karanliktekdostumuzz · 1 year ago
Text
Bakma sen onun enkazı andıran haline, bir zamanlar etrafa neşe saçan gülüşü güzel bir kadındı o.
476 notes · View notes
iyigecelerdeniz · 11 months ago
Text
Erkek Çocuğunun Enkazı.
Toplumsal algılar vardır, bunların en yaygını erkek ve kadınlar için olanlardır. En az konuşulan erkeklerin üzerine giden algılardır. Erkekler oldukça sade yaşam tarzlarına rağmen kompleks bir yapıya sahipleridir. Her şey oldukça kolay gözükür onlar için dışardan, bir de içlerinde yaşadıkları fırtına vardır. Her zaman mental olarak baskılanan taraf olarak erkekler çoğu zaman büyümemiş varlıklar olarak çıkar karşımıza, sebebi ise toplum. Onları yeterince “güç” olarak büyütmüş olsa da ruhen büyütmemiştir. Ne kadar dile getirilmese bile onların doğasında çoğu zaman narinlik “bir hata, bir yanlış ve olmaması gereken” olarak algılanır, halbuki buna en çok ihtiyaç duyan cinsiyet de erkektir. Kadın, doğası gereği bunu fazlasıyla yaşıyabiliyor fakat erkek şanslıysa sadece bunun belli bir kısmına ulaşabiliyor. Erkek olup duygu beslemek ayıp olarak algılanıyor, halbuki neden? Güçlü olan yıkılamaz mı? Yorulamaz mı? Deniz gibi bir kayboluşa sahip olamaz mı? Onca yükün altında derinliğe boğulamaz mı? Kırılan sadece bir adam olmuyor onun içinde yaşayan o minicik erkek çocuğu da kırılıyor, azıcık bir sevgiyle hemen “çocuklaşan” erkekler vardır. Çocuklaşan onların o güçlü dirençli bedeni değil, içindeki o yaralı çocuk, hak eden her adam, ölmeden önce çiçek almayı hak ediyor, iltifat duymayı hak ediyor, duyguları olunca dinlenmeyi hak ediyor, üzülünce ağlicak bir omuzu hak ediyor, her yaptığı için “erkek adama yakışır mı?” denilmeden özgürce hareket etmeyi hak ediyor, bir şey yapmadan karşılıksız sevgi görmeyi hak ediyor, oynamayı hak ediyor, gülmeyi hak ediyor, yorulduğunda “bana lütfen yardım et” dediğinde bir güler yüzü hak ediyor. Erkekler zor varlıklardır ama insanlardır. Birazcık sevgiyle sana kalbini açan erkek çocuğu onun için çaba verdiğinde senin için dünyaları verecek kapasiteye gelebiliyor, çoğu erkek çoğu şeyi dile getirmez ama içtenlikle ister. “Kötü” erkek yok mu? Elbette. Her cinsiyette olduğu gibi. Ama pire için yorgan yakılır mı? Sevin, sevilin, kalbinizi bir yapın. Birini bile o boğulmak üzere olduğu denizden kurtardığınız an bir erkeğin içindeki o enkazı kaldırıyorsunuz, sizden bunu istemezler ama yapın, hak ediyorlar…
İyi geceler Deniz’im.
196 notes · View notes
mihrimah-blog · 6 months ago
Text
Biz bu asırı zor bilirdik..
Tumblr media Tumblr media
Meğer bu asır;
Çetin imtihanların enkazı altından kalkamadığımız,
Çaresizliğin en dibinde kurtuluş ararken savrulduğumuz
En büyük "Kıyametimizmiş"!!!
Tumblr media
74 notes · View notes
amezhu · 2 months ago
Text
Heaven Official's Blessing▪︎
244. BÖLÜM - Cennetin Kutsaması ile hiçbir yol çıkmaz değildir. -
“Tebrikler tebrikler!”
“Tebrikler ekselansları!”
Yeni inşa edilen ‌PuQi‌ Tapınağı hareketli ve canlıydı, insanlar içine girip çıkıyordu,‌ Xie Lian dolu olan birkaç uzun masanın arasından geçerek su gibi akan erişte kaselerinden, altın gibi parıldayan yağlı çorbalardan ve kar beyazı, ağız sulandıran pirinçten sonra sıcak buharlı kaseleri veriyordu‌. Koşuşturma içindeydi ve hala misafirleri karşılamalıydı, elindeki görevlere “Teşekkür ederim, lütfen oturun.” demek için ara verdi.
Ne yazık ki bir kavgada çöken ‌PuQi‌ Tapınağı yeniden inşa edilmişti.
Yeniden inşa edildikten sonra, bir zamanlar harap olan küçük tapınak şimdi çok daha görkemli hale geldi,‌ birkaç yeni bahçe bile eklendi.‌ Aslında inşa eden Hua Cheng ya da Xie Lian değildi, PuQi köyünün köylüleriydi.‌ O gün, Xie Lian utanç içinde kaçtığında, enkazı araştırdılar ve aslında altın külçeleriyle dolu bir kutu buldular. Doğal olarak o Quan Yi Zhen’in bağış kutusuna doldurduğu altın külçeleriydi.
Bu köylüler hiç bu kadar çok altın görmemişlerdi ve neredeyse akıllarını kaçırmaktan korkmuşlardı. Kendilerine geldiklerinde Köyün efendisi birazını PuQi tapınağını yeniden inşa etmek için almış, kalanına dokunmaya cesaret edememiş ve Xie Lian dönüp ona verene kadar güvenli bir yerde saklamıştı.
Böylece, Xie Lian Hua Cheng’i getirerek döndüğünde onları memnuniyetle karşılayan “Daozhang” ve “Xiao Hua” ya yapılan çoşkulu karşılamalarının yanı sıra yepyeni bir Taocu tapınak ve altınla dolu ağır bir kutuydu.
Xie Lian bu altın külçelerini Quan Yi Zhen’e geri vermeyi planlamıştı ama Quan Yi Zhen asla geri almazdı, her gördüğünde reddediyordu ki Hua Cheng ona şunları söyledi; “Eğer o altın külçelerini geri almazsan ruhları beslemek için doğru yöntemi unutabilirsin.” Ancak o zaman bu çocuk uslandı ve insanlara körü körüne külçe altın doldurma kötü alışkanlığını düzeltti.
Cennet mensuplarından oluşan grup selamlaşmalarını yaptıktan sonra Mu Qing'in liderliğinde, dikkatli bir şekilde avluya girdiler. Yanlışlıkla yukarı baktılar, bu Taocu tapınağın tam görünümünü gördüklerinde bütün sözleri anında boğazlarına takılıp kalmıştı.
Büyüleyici.
Fazlasıyla büyüleyici!
Kutlama renklerinin parlak, birbiriyle çatışan kırmızıları ve yeşilleri ve aşırı derecede abartılı, gökkuşağı renginde, ilahi heykel en kötüsü değildi. En kötüsü, kuruluşun plaketiydi.
O plaketin üzerine tam olarak ne yazılmış veya çizilmişti?
Yeni bir türbenin kurulmasıyla birlikte doğal olarak orada da bir kutlama yapılması gerekiyordu. Ama bu yeni türbenin kalitesi ve tadı her açıdan berbat ve pejmürdeydi, özellikle de o umutsuz yapının plaketiyle. Bu herhangi birinin iltifat etmesini gerçekten zorlaştırıyordu. Aslında önceden düşündükleri tüm tebrik cümleleri tamamen unutulmuştu.
Ancak Xie Lian bunların hiçbirine aldırış etmedi ve bunun oldukça iyi olduğunu düşündü. En azından her an çökebilecek harap bir bina değildi. Gelenleri yeniden selamladı, “Lütfen oturun.”
Bu göksel yetkililer grubu oturmak istiyormuş gibi görünmüyordu ve tebrik etmeye gelmeleri muhtemelen sadece yüzlerini göstermek içindi bu yüzden acele ettiler ve hediyelerini teslim ettikten sonra ayrıldılar. Xie Lian Mu Qing’e döndü, “Neden bu kadar aceleyle ayrıldılar?”
“Hala soruyor musun?” dedi Mu Qing.
“Evet?” diye cevapladı Xie Lian.
Mu‌ Qing huysuzca tükürdü, “O zaman neden gidip senin şu iyi San Lang’ına sormuyorsun?”
Görünüşe göre, Hua Cheng ilk geri döndüğünde, bunu bilen ilk kişi Xie Lian oldu, ikincisi ise henüz koltuğunu ısıtmamış olan Üst Mahkeme'ydi. Bunun nedeni uzun zamandır tüm emeklerini koydukları ve aniden Sonbahar Ortası Ziyafeti gibi Hua Cheng'in üç bin fenerden oluşan gündelik dalgası tarafından katledildikleri ShangYuan festivalinin uzun zaman önce olması değildi. Sebebi muhtemelen o geceden beri tehlike çanları deliler gibi çalıyor, sanki onlara hatırlatırmış gibi tüm üst cennette o ses yankılanıyordu; “Cennetin kabusu geri döndü!”
Kabus onların gözleri önündeydi, bu yüzden tabii ki normal cennet mensupları yaklaşmaya cesaret edemediler. Ancak Xie Lian ve Hua Cheng hakkındaki dedikodular zaten abartmaya gerek kalmadan oldukça sertti. Ama onlar hala Xie Lian'ın iyi lütuflarını almak istiyorlardı Yani gelecekte Hua Cheng'e biraz merhamet göstermesi için yalvarabilirlerdi.
Xie Lian bunu öğrendi ve geçmişte Hua Cheng’in üst mahkemeden tüm bir yıl boyunca kahramanca başarılarını ilan etmesini nasıl talep ettiğini hatırladı ve güldü, “Arsız.”
“Bu sadece bir arsızlık meselesi değil?" diye azarladı Mu Qing, “Ona biraz dinlenmesini söyle, bu kontrolden çıkıyor. Şu anda bu zil her gün çok gürültülü, hiç kimse konsantre olamıyor ve tüm Üst Mahkeme işlevini yerine getiremiyor. Hatta zaman zaman tekrar düşüp insanları ezeceği anlar oldu. Yeni cennet başkenti sonunda inşa edildi, bunun gibi bir şeyin onu bir daha yok etmesine izin verme.”
“Pekala.” Dedi Xie Lian, “Birazdan ona anlatacağım. Biz buradayken denemek ister misin?” Avludaki masalardaki pirinç, erişte ve çorbaları işaret etti ve ekledi, “Onları ben yapmadım.”
Mu Qing ilk kısmı duyduğunda ifadesi soğuktu, yüzünde baştan sona ret yazılmıştı ancak son kısmı duyduktan sonra normale döndü. O sırada Feng Xin de gelmişti. Birkaç tam da gitmek üzere olan kıdemsiz yetkiliyi fırçalamak için tam zamanında bahçeye girdi. Selamlaştılar, sonra fısıldadılar, “Bu General Nan Yang.”
“Bu o. Çok üzücü, karısı ve oğlu bir erkekle kaçtı...”
‌Feng‌ ‌Xin‌’in alnındaki damarlar lanetlerini oracıkta kükrerken şiddetli bir şekilde fırladı, “LANET OLSUN!!! SİZ CİDDEN BUNDAN BIKMADINIZ MI?! KAÇ AYDIR BUNUNLA İLGİLİ SIKIŞTIRIYORSUNUZ?? AYRICA ‘KAÇTI’ OLACAK, ‘BAŞKA BİR ERKEKLE KAÇTI’ DEĞİL.! S*KİK BOŞ DEDİKODULARINIZI YAPMAYI KESİN!!”
Bu dedikoducu kıdemsiz yetkililer dehşete kapıldılar ve aceleyle kaçtılar. Mu Qing, elleri kollarının içine sokulmuş halde yan tarafta duruyordu, “Kendin açıklamamış olabilirsin, bu sadece kulağa daha da utanç verici geliyor.”
Feng Xin öfkelendi, kenardaki bir süpürgeyi kaptı ve sonra onu fırlattı. Mu Qing onu anında yakaladı ve homurdandı, “Artık bu eskidi. Bunu bana karşı kullanamazdın.”
Feng Xin biraz daha bağırmak üzereydi ki Xie Lian elinde başka bir süpürge ile ellerini doldurdu, “Ah iyi, ya buna ne dersin? Neden ikiniz bana bahçeyi süpürmemde yardım etmiyorsunuz? Daha önce bazı havai fişekleri ateşledik, böylece zemin kırmızı parçalarla kaplandı. Teşekkürler. Eğer sıkıldıysanız biraz deyim çalışabilirsiniz, tamam mı?”
“???”
Bir saat sonra tapınağın dışından insan seslerinin gürültüleri yakına ve daha yakına geldi.
Avludaki birkaç kişi dışarı baktı ve bir süre sonra büyük bir insan kalabalığı PuQi Tapınağı'nın avlusuna akın etti, bağırarak, “ORADA MI?”
“BURADA, OHO, OLDUKÇA ETKİLEYİCİ DE GÖRÜNÜYOR.”
“BU GERÇEK PİRİNÇ, BİR SÜRÜ PİRİNÇ!”
“VE ET DE VAR!”
Az önce Feng Xin ve Mu Qing’in süpürdüğü yer bir kez daha kirli ve çamurlu ayaklardan oluşan dev kalabalık yüzünden kirlenmişti. Mu Qing süpürgesini kavradı ve sanki birisinin ona pire bulaştırdığını hissetmiş gibi görünüyordu, gözleri büyüdü, “…Bu dilencilerin neyi var?”
Dilenci kalabalığı lideri kıyafetleri terli, saçları darmadağın bir adamdı. O Shi Qing Xuan’di. Zıpladı hopladı ve ellerini nazikçe birleştirdi, “Ekselansları, sizi rahatsız etmeye geldik! Ne dersin, Geçen sefer kabul ettiğin şey hâlâ geçerli mi?”
Xie Lian kahkaha attı, “Herkes hoş geldi, tabii ki geçerli! Lütfen oturun, oturun.”
“Çok fazla insan yok mu?” Mu Qing merak etti.
“Hayır!” dedi Shi Qing Xuan, “Geçen sene kraliyet başkentindeki insan dizisini korumaya yardım eden tüm eski ustalar burada.”
İnsan rününü korudukları sırada Shi Qing Xuan, diğerlerine bu eylemin tamamlanmasının ardından gelen gelmeyen herkese tavuk bacağı çorbası verileceğinin sözünü vermişti ama işler halledildikten sonra kimseyi bulamamış ve doğal olarak çorbalarını içememişlerdi. Bugün ise kase kase tavuk bacağı çorbası ve erişteler verildikten sonra sonunda sözlerini yerine getirebileceklerdi. Shi Qing Xuan seslendi, “MİLLET, BUGÜN KENDİNİZİ TUTMANIZA GEREK YOK! HADİ YİYELİM!!”
Dilenci kalabalığı masalardan yere sıkıştı, her biri tezahürat yaptı, sonra süper büyük kaselerine sarıldılar, höpürdettiler, höpürdettiler. Yerlerken aniden biri konuştu, “Bekleyin, bir şeyler yanlış. Kötülüğün özü burada!”
Kalabalık bakmak için başlarını çevirdi, o küçük grup aslında Cennetin Gözü ve yoldaşlarıydı. Xie Lian başında bir ağrı hissetti, “Nasıl oldu da sizler de geldiniz?”
“Geçen sefer de yardım etmiştik.” Dedi cennetin gözü, “Yani neden gelmeyelim ki?” Sonra kasesini yukarıya kaldırdı, ifadesi ciddiydi, “Millet, beni dinleyin. Bu konuda hakikaten yanılmıyorum! Bu kaselerdeki yiyeceklerde kötülük özü var, yani muhtemelen iyi bir şey değil. Bu çok şüpheli. Hemen kaselerinizi indirin, çabuk!”
Hiç kimse onu kabul etmedi. Dilenciler çoktan yemeklerini bitirmişlerdi, hepsi yine ellerini kaldırdılar, “BİR TANE DAHA!”
Tumblr media
Feng Xin ve Mu Qing , havai fişeklerden arta kalan kırmızı artıklarla dolu avluyu süpürürken kavga etmek için süpürgelerini kullanıyorlardı. Ama diğerlerinin bu kadar memnun olduklarını ve yemek yediklerini gördüklerinde onlar da kendilerine bir kap yemek aldı ve oturdu.
Peşinden cennetin gözü öfkeyle bağırdı, “Nasıl oluyor da hiçbiriniz mantığı dinlemiyorsunuz?” ardından gidip mutfağı kontrol etmeye hazırdı ki Shi Qing Xuan onu geri tuttu, “Cidden, Daozhang, çok düşünüyorsun. Burası Çiçeği Arayan Kızıl Yağmur’un bölgesi, yani canavarların ve iblislerin özüne sahip olması normaldir. Peki peki peki, endişelisin değil mi? Gidip bir bakacağım. Sen sadece orada otur ve fazla sinirlenme”
Gerçekten ayağa kalktı ve mutfakların olduğu yere doğru yürüdü, perdeleri kaldırarak, “Gördünüz mü? Şüphe duyulacak bir şey yok—“
Xie Lian konuştu, “Bekle, ben de gelip bakacağım…”
Ancak o, Shi Qing Xuan, Feng Xin ve Mu Qing kafalarını içeri sokup baktıklarında şaşakaldılar.
Mutfağın içinde, kesme tahtası üzerinde deli gibi doğrayan iri domuz kasap vardı ve arkasında asılı olanlar hiç de domuz bacağı gibi değildi, orada doğrananın insan bacağı olduğunu düşünebilirlerdi. Diğer tarafta Dev bir tencerenin altında ateş yakılmış ve kazanın içinde Hayatının en güzel zamanını kendini fırçalayarak geçiren uzun boyunlu bir horoz ruhu vardı. Dışarıdan onu gören insanların olduğunu gördüğünde, anında çığlık attı, elleriyle göğsünü kapattı.
Xie Lian tamamen şaşkına dönmüştü ve fısıldamak için aceleyle içeri girdi, “Bunu yapamazsınız demedim mi?”
Horoz ruhu buruştu ve söz vererek göğsüne tokat attı, “Büyük amca! Gelmeden önce banyolarımızı yaptık, çok temiz! Ayrıca bu çorbanın uzun ömürlülük etkisi var, yemenin kimseye zararı olmaz! Kayıp yok! Gönül rahatlığıyla tüketebilir!”
“…”
Shi Qing Xuan sessizce perdeleri indirirken Feng‌ Xin‌ ve ‌Mu‌ ‌Qing‌ anında kaselerini fırlatıp attılar ve tükürdüler, “Senin yemek yapmanı tercih ederdim!”
Xie Lian alnını ovuşturdu hem eğlendiğini hem de üzüldüğünü hissetti, “Yardım etme konusunda kararlıydılar. Hayır diyemezdim. Bunu iyilik olsun diye yapıyorlar.”
O sırada Cennetin Gözü sonunda etrafta gizlice dolaşan oldukça şüpheli bir grup bulmuş gibi görünüyordu ve o da yanlarına geldi, “Bu ne?”
Cennetin Gözü’nün domuz kasabını ve diğerlerini görüp bir kere daha başka bir isyan başlatmasından korkuyordu. Ancak beklenmedik şekilde Cennetin Gözü mutfaktakiler için değil, doğrudan onun için geldi. Xie Lian'ın birkaç kez daire içine aldı ve kafa karışıklığı içinde merak etti, “Oldukça garip…”
“Ne?” Xie Lian sordu.
Cennetin Gözü şaşkın ve kafası karışık görünüyordu, “Bu doğru değil. Xie Daozhang, Nasıl oldu da vücudunuzdaki kötülüğün özü son seferden bu yana daha da kötüleşti?”
“…”
Xie Lian hafifçe boğazını temizledi. Mu Qing omuz silkti, “Tüm gün hayalet kralın etrafında dolaşıyor, tabii ki kötüleşir.”
Ancak cennetin gözü “Hayır. öyle olsa bile, böyle olmamalıydı.” dedi.
“Ne gibi?” diyerek sorguladı Feng Xin.
Çok fazla tereddüt ettikten sonra Cennetin Gözü açık sözlü olmaya karar verdi, “Nasıl oluyor da bedeninizdeki kötülüğün özü artık içinizde oluyor? O… O artık tamamen vücudunuzun içinden ve dışından yayılıyor.”
“…”
“Muhtemelen bu sefer büyük bir suçla karşı karşıyasınız. Ne yaptınız? Nasıl oluyor da bu kadar hastasınız?”
“…”
Xie Lian artık daha fazla öksüremiyordu bile. Tüm yüzü kanla patlamak üzereydi.
Feng‌ Xin‌ ve‌ Mu ‌‌Qing‌ ilk başta anlamadı ama düşündükten sonra ikisi de dönüp Xie Lian'a baktılar ve sessizleştiler, “…”
Shi Qing Xuan anlamayan tek kişiydi, “Ne oldu? Yani? Neler oluyor? Ekselansları, cidden hasta mısın? Çiçeği Arayan Kızıl Yağmur biliyor mu? Sana iyi bakmadı mı?”
Hayır, hayır, hayır. Onun yüzünden böyle oldu!
Xie Lian hafifçe mırıldandı, “Hm. Aslında. Hayır. Şey… bence, artık siz neden, hmm…”
Bir görüntü karmaşası onun zihnini dolduruyordu ve kafası karışmış bir şekilde bir yığın anlamsız kelime söyledi. Aniden sırtı birinin göğsüne çarptı. Gümüş bir kolluk takan bir kol belini sardı ve tanıdık bir ses alçakgönüllülükle gülümsedi, “Bence, siz neden yerlerinize dönüp yemeğinizi yiyip herhangi bir şeyler hakkında endişelenmeyi bırakmıyorsunuz? Nasıl olur?”
Xie Lian şu anki durumda gerçekten kendini affedilmiş mi yoksa daha da tuhaf mı hissetmesi gerektiğini bilmiyordu, “San Lang!” diye haykırdı.
Hua Cheng’in ortaya çıktığını gördükleri an hem Feng hem Xin hem de ‌Mu‌ ‌Qing’in‌ yüzleri karmaşık görünüyordu. Ama Xie Lian'dan önce onlar gerçekten hiçbir şey söyleyemediler. Sadece Shi Qing Xuan hala çok ciddi bir şekilde sorguladı, “Çiçeği Arayan Kızıl Yağmur, ekselanslarının vücudunu hiç inceledin mi?”
Xie Lian alnını tokatladı ve umutsuzca Shi Qing Xuan’ın daha fazla soru sormamasını umuyordu. Tam o sırada dilenci kalabalığı şikayet etmeye başladı, “BİR KASE DAHA!”
“DAHA FAZLA ET EKLE!”
“BU TAVUK BACAĞI ÇORBASI ÇOK TATSIZ, BİRAZ DAHA TUZ EKLE!”
Mu Qing daha fazla izleyemiyordu, “Hepiniz buranın bir tapınak olduğunu biliyor musunuz? Tanrılara tapmak için, hepiniz biraz daha kendinize dikkat edebilir misiniz?”
Ancak dilenci kalabalığı bunu takmayı reddetti. Geçen sefer insan rününü tutmak için birçok cennet mensubuyla el ele tutuştular ve korkudan titreyen, son dakikada kaçan onlarca cennet mensubu gördüler, cesaret açısından onlarla boy ölçüşemezlerdi bile. Onlar aynı zamanda Shi Qing Xuan'ı da tanıyorlardı bu yüzden tanrılar hakkında böyle düşünmekten başka bir şey gelmezdi ellerinden. Hayat söz konusu olduğunda, onlardan pek farklı görünmüyorlardı ve bu yüzden tanrılar artık o kadar yüksek ve ulaşılmaz, sert ve dokunulmaz görünmüyorlardı.
Aniden mutfağın içinden şaşırtıcı bir çığlık geldi, “KİM ORADA?”
Bunu duyan Xie Lian'ın kalbi anında sarsıldı ve mutfağa fırladı. Domuz kasap ve horoz ruhu içeride çığlık atıyorlardı bu yüzden Xie‌ Lian‌ aceleyle onları teselli etti, “Sakin olun, sakin olun! Ne oldu?”
Horozun ruhu o kadar sarsılmıştı ki, tüyleri diken diken oldu, vücudunun her yeri ürperdi, “BÜYÜK AMCA! BİR HAYALET VAR! bir hayalet hazırladığımız tüm yemekleri silip süpürdü. Sadece kafamı et suyunun altına daldırdım ve yukarı çıktığımda, ortada bir kase bile kalmamıştı! O Bİ HAYALET!”
Yaban domuzu kasap tükürdü, “Neden bu kadar korkuyorsun? Sende hayalet değil misin?”
Xie Lian’ın biraz kafası karışmıştı, “Bu nasıl olabilir? Az önce elli kase yaptığınızı açıkça gördüm.”
“EVET!”
Ama tekrar baktığında tabii ki elli kasenin tamamı boştu ve et suyu bile tamamen temizlenmişti!
Aklına biri geldiğinde hala şaşkın hissediyordu ve arkasına döndüğünde kapıya yaslanan Hua Cheng’i gördü, “San Lang, bu olabilir mi?”  
“Büyük olasılıkla daha fazla.” Hua ‌‌Cheng‌ net bir şekilde yanıt verdi.
“En…” Xie Lian derin derin düşündü, “Muhtemelen o da kutlamaya geldi. Tabii ki hoş geldi, ama, biraz fazla yemiş… tüm yemekleri yemiş, ne yapmalıyız?”
Hua Cheng güldü, “Hiçbir şey. Faizini arttıracağım.” (Karasu gelmişti)
Hayalet Şehir'den gelen sorunlu hayaletler çetesi teslimiyetle sıfırdan yemek pişirmeye başladı. ‌O sırada Büyük salondan ve bahçeden sanki birisi başka bir kişiyle tartışmaya başlamış gibi bağrışma sesleri geliyordu. Xie Lian tam arabuluculuk yapmak üzereyken Hua Cheng onun elini yakaladı ve bir yan kapıdan dışarı çıkardı.
İkisi el ele tutuşarak PuQi Tapınağı'ndan dışarı çıktılar. Yolun üzerinde yolu kapatan ağaçlar vardı ve Eğer ellerini bıraksalardı, ilerlemek daha kolay olurdu. Ama ikisi de birbirinin elini bırakmak istemedi ve döndüler, dolaştılar, yoldan saptılar. Onlar dolambaçlı bir şekilde dolaşırken, Xie ‌Lian‌ sordu,           “San Lang, şimdi nereye gidiyoruz?”
“Burası çok gürültülü.” Dedi Hua Cheng. “Bırakalım onlar isyan etsin, önce biz gideceğiz.”
Xie Lian başını geriye çevirerek yürüdü, sesi biraz endişeli geliyordu, “Onları öylece bırakacak mıyız? PuQi Tapınağı daha yeni inşa edildi, ya o kavgadan sonra tekrar çökerse?”
Hua Cheng umursamış gibi görünmedi, “Eğer çökerse o zaman başka bir tane inşa ederiz. Eğer Gege isterse, dilediğin kadar çok tapınağa sahip olabilirsin.”
“ahahhahhaha…”
.
Gece vakti, QianDeng Tapınağı içinde, banyodan sonra Xie Lian hafif, kar beyazı bir iç cüppe giyiyor divanın yanındaki yeşim masaya yaslanarak fırça darbesi peşine fırça darbesi atıyordu.
Hua Cheng için bir kaligrafi defteri oluşturuyordu. Hua Cheng, divanda onun yanına uzanmıştı, o da iç cübbe giymiş, cübbesinin yakası hafifçe açıktı, parmakları saçının kuyruk ucundaki kırmızı mercan incisini oynatıyorken ölümüne sıkılmış görünüyordu.
Yeşim taşı gibi ılık lamba ışığının altında tüm bu zaman boyunca Xie Lian'a bakıyordu, Bir süre baktıktan sonra gözlerini kıstı, memnun tatmin olmuş görünüyordu. İç çekti, “Gege, bu kadar yeterli. Gel de biraz dinlen.”
Xie Lian az önce işkenceye maruz kalmıştı ve bir daha kandırılmamaya kararlıydı. Ancak bu ses tonu kulaklarının ucunun yanmasına neden oldu ve yazmaya devam ederek kendini sakin kalmaya zorladı. Sert bir sesle şunları dedi, “Hayır. San Lang, bugün biri daha senin yazına çirkin dedi, daha çok pratik yapmalısın, tamam mı? Aksi halde kimsenin sana benim tarafımdan öğretildiğini bilmesini istemiyorum.”
Hua Cheng hafifçe doğruldu, kaşlarını kaldırdı, “Gege, hatırlıyorum da geçmişte açıkça benim yazımı beğendiğini söylemiştin.”
Hua Cheng geri geldiğinden beri uzun bir süre boyunca Xie Lian uysal ve itaatkar biriydi ve her dediğine hevesle cevap veriyordu, bu da muhtemelen Hua Cheng’i şımartmış, gittikçe daha da kurnazlaştırmıştı. Xie Lian karakterleri yazmayı bitirdi ve fırçayı yere koydu, sesi daha da sert çıkıyordu, “Bırak şunu! İşim bitti, gel ve pratik yap!”
Böylece Hua Cheng tembelce Xie Lian'ın sırtına doğru ilerledi, beline sarıldı ve hafifçe eğilerek başını omzuna yasladı. O kırmızı mercan incisini saçından çıkardı ve kağıdın üzerine yerleştirdi. Xie Lian’ın elini takip edip etrafta yuvarlanmasını ve bu sayede Xie Lian'ın düzgün yazmasını kasıtlı olarak engellemek içindi.
Böylesine yaramazlık, ama aynı zamanda onun mevcudiyet duygusuyla övünme konusunda çok güçlüydü, Xie Lian cennetin gözünün “vücudunun içten dışa her yerinden” kötülüğün özünün yayıldığını söylediğini hatırladı. Bu tamamen Hua Cheng'in kokusuydu ve Xie Lian, kendiliğinden kalbinin yumuşadığını hissetti. Hafifçe mücadele etti ve fısıldadı, “…Düzgünce yaz.”
“Peki, Gege’yi dinleyeceğim.” Dedi Hua Cheng.
Fırçasını kaldırdı ama iki mısradan sonra geri yerine koydu. Xie Lian bir bakış attı ve başını salladı, zihinsel olarak sayısız kez iç geçirdi. “Umutsuz vaka.” Bir süre durakladıktan sonra o da bir fırça kaldırdı Hua Cheng'in son iki dizeyi doldurmasına yardım etti.
İşi bittikten sonra Xie Lian hafifçe üfledi ve kağıdı aldı, beraber yazdıkları şiire hayranlıkla baktılar.
Kağıdın üzerindeki mürekkep, göklere ve yeryüzüne yayılan dört zarif ifadeyi oluşturmuştu.
Hiçbir su yetmez denizi aştığında,
Tepeyi taçlandıran buluttan güzeli yoktur.
Biçare beni cezbedemeyen çiçeklerden geçtim,
Bir yarısı senin, bir yarısı aradığım Taoizm için.
Masanın yanında asılı duran E-Ming bile gözünü kırpmadan yaptıklarına büyük hayranlık duyarmış gibi kocaman açılmış gözüyle izliyordu. Hua Cheng kahkaha attı, “Gege, çabuk, adını yaz. Bu sözler kesinlikle gelecek nesilleri sersemletecek ve çağlar boyunca aktarılacak.”
Xie Lian daha önce Hua Cheng'in adını zaten yazmıştı ama onu duyduğunda kendi adını eklemek için gerçekten fırçayı eline alamadı. Hua Cheng kahkaha atmayı kesti ve ciddi gibi davrandı, “Gege, utandın mı? Sana yardım edeyim.”
Ardından Xie Lian’in elini tuttu ve kaba vuruşlarla birkaç kelime yazdı. Doğal olarak şu anki sahne olmadan kimse bu iki kelimeyi okuyamaz, kimse orada Xie Lian’in adını yazdığını söyleyemezdi.
Xie Lian kendi eliyle yazılan bu şeyi izlerken gülünç hissederek başını Hua Cheng'in göğsünün yanında kıpırdatıyordu. Aniden bu karakter çiftinin sanki onu daha önce başka bir yerde görmüş gibi tanıdık geldiğini hissetti.
Bir dakika sonra hatırladı ve gözleri aniden parladı. “San Lang! Kolunda!” diyerek haykırdı.
Hua Cheng'in kolunu yakaladı ve kolunu yukarı çekti, heyecanla haykırıyordu, “Bu o!”
Tumblr media
O ikisinin PuQi Tapınağı'nda birlikte yaşadığı dönem Xie Lian’in Hua Cheng’in kolunda yazılı sanki başka bir diyarın karakterlerinden oluşan bir dövme olduğunu fark ettiği bir zaman olmuştu. O zamanlar zihninde uzun uzadıya düşünmüştü ama gerçekten onun başka bir dilde yazılmadığını hayal etmemişti. Görünüşe göre onun adıydı!
Hua Cheng de kendi koluna baktı ve güldü, “Gege sonunda onu tanıdı mı?”
"Bunu çok uzun zaman önce tanımam gerekirdi." Dedi Xie Lian, “Sadece…”
Sadece, Hua Cheng'in yazdıkları gerçekten şeytanın sanatıydı. Hiçbir şey söylemesine gerek yoktu ve Hua Cheng onun ne düşündüğünü tahmin edebiliyordu ve yürekten gülmeye başladı, bir el Xie Lian'ın beline sarılıyor, alnına nazik bir öpücük veriyordu, “Endişelenme, Gege’nin yazısı güzel olduğu sürece sorun yok. Yazılarım güzel olsaydı milyonlarca kez daha mutlu olurdum”
Xie Lian'ın eli dövmenin olduğu yeri okşadı. Dövmenin mürekkebi derindi ve bunun ne kadar acı verici olduğunu hayal etmek kolaydı. Yavaşça sordu, “Bu sen küçükken mi yapıldı?”
Hua Cheng gülümsedi ve başını sallayarak kolunu aşağı çekti.
O halde bu kesinlikle kendisinin yaptığı bir dövmeydi. Hayranlık duyduğu kişinin ismini sinsice kazıyan bir küçük bir çocuğunu düşününce; ne kadar çocukça. Bir o kadar da cesurca.
On parmak arasına dolanmış kırmızı bir ip ile birbirine sıkıca kenetlenmişti, aniden Xie Lian'ın gözünün önüne bir yıl önce Hua Cheng’in TongLu Dağı'nda kelebeklere dönüştüğü sahne ortaya çıkmadan önce…
O son anda, Hua Cheng bir şeyler söylemişti.
Her ne kadar sessiz olsa da Xie Lian onun ne söylediğini hâlâ tam olarak biliyordu.
Hua Cheng'in çocukluğundan beri hayatını adadığı kelimelerdi ve bundan sonra sonsuza dek onun ölümünün ötesindeydi.
“Ben sonsuza kadar senin en sadık inananınım”
“我永远是你最忠诚的信徒”
----
O kadar değişik bir his oldu ki tekrardan içimde :3
*Yarın hua cheng ve xie lian ın kaligrafi çalışırkenki çizimini güncelleyip net halini atacağım bakmak isteyen unutmasın :3 bugün atayım bitsin istedim sizi de daha çok bekletmek istemedim. yarın minnoş bir halk hikayesi var hua lian ile ilgili kesinlikle okuyunn
ayrıca devamında 252. bölüme kadar ekstralarla mutlu olacağız. o yüzden arada kontrol etmeyi unutmayın, şahsen ekstralar en tatlı olan bölümler diye düşünüyorum.
kitabın devamında görüşürüz şimdilik asıl hikaye bittiiii 🥹
36 notes · View notes
mihrimahincir · 5 months ago
Text
Sana olan özlemim dağlar gibi okyanuslar gibi.
Abartı olan her şey gibi.
Kışın ortasında ayazda kalmışım gibi.
İsterdim ki şuncacık canımı yanımda bıraksaydın giderken.
Güçsüzüm, acizim, biçareyim şimdi.
Acınası haldeyim.
Geride bıraktığın enkazı toparlayacak güce sahip değilim.
Begonvillerden nefret ediyorum artık.
Ney sesinden, çaydan, limonatadan, sıcak yaz günlerinden ve yıldızlı gecelerden.
Balkonlardan nefret ediyorum.
Bana seni hatırlatacak her şeyden.
En çokta kendimden.
İnsan hem böyle delicesine özleyip hem böylesine nefret edebilir mi?
Hem Kızıp hem kıyamayabilir mi?
Sen ki işkencelere layıksın bense sana hala gül çiçek.
Nerde görsem tanırım bu saflığı,
Ciğerimin köşesi, içimin acısı.
Şimdi gelsen, bulsan beni.
Şimdi gelsen, anlatsan derdini.
Şimdi gelsen, unutsak her şeyi.
Şimdi gelsen, gelsen.
Gelsen.
Gelsen.
Şimdi..
Balım’a
56 notes · View notes
yesilkelebek · 6 months ago
Text
Tumblr media
GAZZE'M de yıkılan bir evin enkazı üzerine yazılan bir yazı :
" Söz, onu bir daha inşaa edeceğiz."
🇵🇸 GAZZE'M 🇵🇸
88 notes · View notes
poemvolia · 5 hours ago
Text
ilk darbede kuşatılacak kadar harabeyim. oysa, benim içimde biriken harp çıkaracak bir acıydı. şimdi tek kelimeyle harap. yolu, yıkık dökük. yolcusu, yıkık dönük. kılıcı olan şövalyenin incitemediği at, oduncunun ateşe veremediği kütük. kimsesiz bir ev gibiyim. kapısı açık, penceresi kırık. neden diye sorup cevaplarını alamamış, ellerini üşüten insanlara kalbi körelmiş beden gibi. ben, evi olan evsiz. bu yalnızlık benim evim. çokça susan. kapısının yamalı olduğunu unutup, en ufak bir aralayanda gıcırdayan. çokça konuşan. susmayan, akıllanmayan, kalbi toz, duyguları koz.. unutma, dışarısı köz. enkazı gören bedenlerin, körüklediği ateş. bizim acımız insanlara sis, görülmeyen leş. sanki lisanı duyulmayan, yanından geçip gidilen keş.
22 notes · View notes
ruzgar-34 · 2 years ago
Text
Ey Rabbim her şey senin hizmetindedir. Sen bizi koru, bize yardım et ve bize rahmet et.
Depremde yakınlarını kaybedenlere Allah’tan sabır diliyorum. Geçmiş olsun Türkiye’m
Gönüllerimiz ve dualarımız sizinle..
Tumblr media
4 notes · View notes
femmelunee · 1 year ago
Text
Bayım!
Gittiniz,
Şüphe bile etmeden ,
Ardınızdaki enkazı görmeden,
Gözyaşlarıma aldırmadan,
Biraz olsun düşünmeden,
Terkettiniz beni .
İşte şimdi cehennemdir,
Yokluğunuzdan da beter,
İliklerimde kimsesizlik sızlıyor,
Neden Bayım?
Neden sevemediniz beni ,
Hiç mi hoşnut edemedim sizi,
Şimdi karanlık her yer ,
Yolumu bulamıyorum da değil,
Yolum dahi yok,
Kesiliyor nefeslerim,
Kendimi izahata mecalim dahi yok.
Korkarim ki sonu isyan olsun,
Günahkâr bedenim sızlıyor şimdi,
Tir tir titriyor ellerim,
Yokluğunuzdan da soğuk şimdi,
Yutkunamiyorum Bayım,
Kabullenemiyor yüreğim,
İşte büsbütün tükendiğim yerdeyim.
Kırılmış bir kadın
111 notes · View notes
iamloveinn · 10 months ago
Text
Bir enkazı mesken edindim
Hem evimden oldum, içinde resimdin.
84 notes · View notes
mnsrykt · 10 days ago
Text
"Cahiliye enkazı üzerindeki hayattan göklerin medeniyetine irtifa edişleri tarihe heyecan verdi. Ölüler gibi dolaştıkları çöl topraklarında hayat dağıttılar."
22 notes · View notes