#elma bahçesi
Explore tagged Tumblr posts
Text
Köy Vol 2
"Boş duranı Allah sevmez"
Aslında boş duranı değil de köyde boş oturulmaz. Köyde boş oturan yoktur sürekli bir uğraş var. İlk fotoğraf evin iç avlusu, ikinci fotoğraf ilk giriş evin kapalı balkonu ve erkek kardeşim film izliyor. Şaşırdık mı? Yooo. Üçüncü fotoğraf evin avlusundaki ağaç. Hosuma gitti ve cektim. Aslinda ben her seyi ceker direkt burda paylaşırım.Dördüncü ve beşinci fotoğraf el emeği göz nuru sardığım sarma. Anneannem sarmam için tebrik etti Bennuse'e sizden daha iyi sarıyor dedi. ( anneme ve teyzeme karşı ). Altıncı fotograf getirdiğimiz ve diğer fotoğrafımda olan şişelere bulgur konuluyor. Biz hazır bulgur yemiyoruz. En köylü özelliğim bulgur pilavı çok sevmem olabilir : D ama köy bulguru olacak. Yedinci fotoğraf ise kurutmak için serdigimiz kayısılar biraz suda ıslatıp tereyağ ile kavurup kahvaltıda yiyoruz. Sekizinci fotoğraf uyumu hoşuma gitti. Dokuzuncu fotoğraf ise " seni yaradan ne datlı yaratmış" diyerek elmanın küçüklüğünü sevdik. Arkadan annem ve anneannem "doğal ilaçsız elma yen onu" dedi. Bir de onun arkasına " yarayişli" denildi. Bizimkiler eşittir İbrahim Saraç sözün üstüne söz söylemek imkansız. Yararlı ise yararlıdır bitti. Onuncu fotoğraf ise düşünceler durmasa da hayat bir biçimde devam ediyor. Bazen susturmaya çalışmak yerine hayata dahil olursunuz. Zamanla belki susar diyerek. Kendi açımdan ne kadar can sıkıcı bir biçimi olsa da çevremde herkesin benden beklediği bir rol ve davranış var. Özgürlük başkalarına zarar vermediğiniz onların da sınırlarına bir şekilde saygı duymaya çalışarak gelişiyor. Bu çoğy zaman can sıkıcı evet. Ama zorlanmadan hiçbir zaman düşünsel anlamda bile çiçek bahçesi sunulmuyor. "La rahate fid dünya" Dünyada rahat yoktur biliriz ama en sonunda " ya rabbi senin bir sürü kulun var ama benim de kimsen yok diye kapısında sızlarız". "Rabbim imandan son nefese kadar ayırmasın başka kapıya muhtaç etmesin diyerek bitirelim"
82 notes
·
View notes
Text
O bir Afrikalı’ydı,
Kongo'lu bir gençti.
Boyu 1.49,
46 kiloydu..
23 yaşında, evli, bir çocukluydu.
Güler yüzlü, hayat dolu bir insandı.
Adı Oto Benga’ydı..
Kendi dilinde manasi “Dost” demekti.
Bir gün nehirde balık avlarken yakaladılar onu. Yakalayan Amerikalı Samuel P. Verner’di. Boynundan ve ayaklarından zincire vuruldu. Yük taşısın diye sadece ellerini özgür bıraktılar.
Kırbaçlar altında saatlerce yol yürüttüler. Sonra onlarca soydaşıyla birlikte bir geminin makina bölümüne konuldu. Zifiri karanlıkta, haftalar süren bir yolculuk sonrası New York’ta gün ışığıyla buluştu. Soydaşlarından ayırıp bir kafese koydular kendisini. Bir depoya hapsettiler. Günlerce orada tutuldu. Hergün önüne bir kuru somun attılar. Tarih 9 Eylül 1906’ydı.
Oto Benga, Amerika kıtasına ayak basan ve adına 'insan' dedikleri bu mahlukun bu kadar gaddar, bu kadar acımasız, bu kadar zalim olduğunu bilmiyordu. Onun vatanında aslanlar, aç timsahlar ve yırtıcı hayvanlar bile bu derece vahşi değildi.
New York Bronx Hayvanat Bahçesi’nde o gün görülmemiş bir kalabalık vardı. Hayvanat Bahçesi hasılat rekoru kırıyordu. Nedeni New York Times Gazetesi’nde çıkan bir haberdi. Şöyle yazıyordu. “Vahşi adam Bronx’da maymunlarla aynı kafesi paylaşıyor. İnsanın ilk ataları ile bir arada. Bakıcısı bazen serbest bırakıyor. Eylül ayı boyunca akşamüstleri ziyaret edilebilir.”Gazete haberine bir de not eklemişti. “Bazı kesimler bu olaya tepki gösterse de, bilim adamları Benga’nın insan olarak değerlendirilemeyeceği kanaatindedir."
Oto Benga’yı önce hortumla yıkadılar. Sonra hayvanat bahçesinde içinde ağaçlar olan geniş bir kafesin içine koydular. Kucağına Dohong adlı yavru orangutanı verdiler. Gazeteciler fotoğraflarını çekerken, binlerce insan merakla kendisini izledi. Oto Benga da onları. Yüzünde garip bir ifade vardı. Hüzün ve kin. Yavru orangutan korkudan sımsıkı ona sarılmıştı..
Hergün saatlerce poz verdiler. Bir hafta içinde ziyaret edenlerin sayısı 250 bini geçti. Bazıları kafese kemik atıyordu. Oto Benga sinirlenip, sivri dişlerini gösterince, “Cannibal, cannibal” (Yamyam yamyam) diye tempo tutuyorlardı. Gazeteler “Benga bir yamyamdır” diye yazıyordu.
Oto Benga’ya yapılan bu zulme, çoğu Hıristiyan olan New York halkından kimse ses çıkarmadı. Ne politikacılar, ne bilim adamları, ne gazeteciler, ne aydınlar. Yüreklerin kulakları sağırdı. Bronx Hayvanat Bahçesi Oto Benga’yı serbest bıraktı. Pantalon, ceket giydirdiler. Ayak işlerinde çalıştırdılar. Tarih 20 Mart 1916 idi..
Eşinden, çocuğundan, soydaşlarından binlerce kilometre uzakla olan Oto Benga, çaldığı bir silahla kendisini kalbinden vurarak intihar etti. Çünkü ölüm onun için özgürlüktü. Öldüğünde henüz 32 yaşındaydı. Bronx Hayvanat Bahçesi zamanla Oto Benga ile ilgili tüm kayıtları sildi. Ancak gazete haberleri ve fotoğraflar gerçeği gizleyemiyordu. Hayvanat Bahçesi yetkilileri, tepkiler artınca “Dünyanın her yerinde yapılıyor, biz niye yapmayalım?” dediler..
Söyledikleri doğruydu. O yıllarda uygar medeni denilen Avrupa’nın bir çok yerinde aynı vahşet sergileniyordu, Londra, Paris, Berlin, Brüksel, Stuttgard, Barcelona, Milan, Hamburg gibi metropollerde kafes içinde Afrikadan kaçırılan insanlar sergileniyoru, diğer insanların eğlencesiydi. Bu vahşet öylesine bir gelir kapısı olmuştu ki, “Hayvanat Bahçeleri”nin yerini, “İnsan Bahçeleri” almıştı. 1960’lara kadar binlerce insan kafeslerde hayvanlar gibi sergilendi. Çığlıkları yeri, göğü inletti. Ama modern insanlar. kör ve sağırdı..
Bugün dünyaya ÇAĞDAŞLIK, MEDENİYET ve İNSAN HAKLARI NUTUKLARI ATAN ALÇAKLAR, DÜN İNSANLARI KÖLE DİYE SATANLARIN, BUGÜN PETROL İÇİN IRAK ve SURİYELİLERİN ÜZERİNE BOMBA YAĞDIRANLARIN TA KENDİLERİ...
Mehmet Akif ne güzel demiş,"MEDENİYET DEDİĞİN TEK DİŞİ KALMIŞ CANAVAR"
Batılılar bugünkü Şatafatlı hayatı sömürdükleri mazlumların kanlarına, ALTIN ve ELMAS madenlerini çalıp açlıktan öldürdükleri, KÖLE YAPIP sattıkları AFRİKALI ÇOCUKLARA BORÇLULAR...
Alıntı
İyiki cehhennem var ve zalimler için yaşasın cehennem...
Gökhan Karaman
...........
He was an African,
He was a young man from Congo.
His height is 1.49,
It was 46 kilos.
He was 23 years old, married, with one child.
He was a smiling and lively person.
His name was Oto Benga.
In his native language, it meant "Friend".
One day they caught him fishing in the river. The catcher was the American Samuel P. Verner. He was chained around his neck and feet. They just left their hands free to carry the load.
They walked for hours under the whips. Then he was put in the engine compartment of a ship with dozens of his kinsmen. After weeks of travel in total darkness, he met the light of day in New York. They separated him from his kin and put him in a cage. They were imprisoned in a warehouse. He was held there for days. They threw a dry loaf in front of him every day. The date was September 9, 1906.
Oto Benga did not know that this creature that set foot on the American continent and called 'human' was so cruel, so cruel, so cruel. In his homeland, even lions, hungry crocodiles, and predators were not so wild.
There was an unprecedented crowd that day at the New York Bronx Zoo. The Zoo was breaking records. The reason was an article in the New York Times Newspaper. It read like this. “The wild man shares a cage with the monkeys in the Bronx. together with the first ancestors of man. The caregiver sometimes lets it loose. It can be visited in the afternoons throughout September.” He added a note to the newspaper article. "Although some groups reacted to this event, scientists are of the opinion that Benga cannot be considered as a human."
They first washed Oto Benga with a hose. Then they put them in a large cage with trees in the zoo. They gave him a baby orangutan named Dohong. Thousands of people watched him curiously as the journalists took their pictures. Oto Benga also has them. He had a strange expression on his face. Sadness and hatred. The baby orangutan hugged him tightly in fear.
They posed for hours every day. Within a week, the number of visitors exceeded 250 thousand. Some were throwing bones into the cage. When Oto Benga got angry and showed his fangs, they were chanting "Cannibal, cannibal" (Cannibal cannibal). “Benga is a cannibal,” the newspapers wrote.
The people of New York, most of whom are Christians, did not speak out against this persecution of Oto Benga. Neither politicians, nor scientists, nor journalists, nor intellectuals. Hearts were deaf. The Bronx Zoo has released Auto Benga. They wore pants and jackets. They did legwork. The date was March 20, 1916.
Oto Benga, who was thousands of kilometers away from his wife, children and relatives, committed suicide by shooting himself in the heart with a stolen gun. Because death was freedom for him. He was only 32 when he died. Over time, the Bronx Zoo deleted all records related to Auto Benga. But newspaper reports and photographs could not hide the truth. When the reactions increased, the zoo officials said, "It is done all over the world, why shouldn't we do it?" they said..
What they said was true. In those years, the same brutality was exhibited in many parts of Europe, which was called civilized, in metropolitan cities such as London, Paris, Berlin, Brussels, Stuttgard, Barcelona, Milan, Hamburg, people smuggled out of Africa in cages were exhibited, it was other people's entertainment. This brutality became such a source of income that the "Zoos" were replaced by "Human Gardens". Until the 1960s, thousands of people were displayed as animals in cages. His screams made the sky and earth groan. But modern people. was blind and deaf.
Today, the scoundrels who are lecturing the world on CONTEMPORARY, CIVILIZATION and HUMAN RIGHTS, THEY ARE THEY THINGS WHO SELL PEOPLE AS SLAVE IN THE YEARS, AND TODAY TAKE A BOM ON IRAQ AND SYRIANS FOR OIL FOR OIL...
How well Mehmet Akif said, "CIVILIZATION IS THE ONE TOO LEFT MONSTER"
Westerners owe today's pompous life to the blood of the oppressed, to the blood of the oppressed, to the AFRICAN CHILDREN they stole the GOLD and DIAMOND mines, killed them with hunger, made them slaves and sold them...
Quotation
Good thing there is hell and long live hell for the oppressors...
Gokhan Karaman
17 notes
·
View notes
Text
DijitalEmlak'tan Bursa İnegöl Hayriye Köyünde 25.400 m2 Satılık Elma Bahçesi
HAMİDİYE MAH. İNEGÖL BURSA SATILIK Bahçe Fiyatları ve SATILIK Bahçe İlanları dijitalemlak.com — Şurada oku dijitalemlak.com/dijitalemlak-tan-bursa-inegol-hayriye-koyunde-25400-m2-satilik-elma-bahcesi/7330/
View On WordPress
0 notes
Text
GECİKMİŞ BİR YAZI
Son yazımda bahsettiğim yere gittim. Eylül’ün ilk haftasıydı ve hava şeker gibiydi. Ödemiş’e bağlı Gölcük yaylasında 2 gece kaldım. Tek başına kalmak o kadar iyi geldi ki anlatamam... Bu 2 gün boyunca bol bol huzur depoladım. Durdum, düşündüm, okudum, seyrettim, sevdim, dallarından meyveler yediğim ağaçlara sarıldım. Evlerin fotoğraflarını çektim.
Ödemiş’e ulaşmak sandığım kadar zor olmadı. İstanbul’dan gece otobüsüne binip İzmir’e gittim. İzmir’den de Basmane Garından sabah 6.45 trenine bindim ve saat 9 olmadan Ödemiş Garına inmiştim bile. Otobüs yolculuğu ayrı bir keyifti benim için. Kocaman bir dolunay vardı, yol boyu beni izledi. Ben de onu... Gözümü ayıramadım, o kadar güzeldi ki. Tren yolculuğu da aynı şekilde, bir yerden sonra başlayan o tarlalar, o ağaçlar ve köyler gerçekten güzeldi. Her neyse. Ben gezi blogger’ı değilim dolayısıyla geziyi ballandıra ballandıra anlatacak kabiliyetim yok. Ben kendi derdine derman arayan, kendini arayan dümdüz bir insanım sadece.
İlk günüm yol yorgunluğunu unutacak şekilde yoğun geçti. Ödemiş’ten beni alan ev sahibi Birgi’yi görmem gerektiğini söyledi ve beni Birgi’ye götürdü. Kendisinin orada başka bir oteli olduğu için zaten oraya geçecekti beni de götürmüş oldu. Çok nazik bir insandı. Birgi’deki otelin avlusunda harika bir kahvaltı yaptık birlikte. Çok iyi sohbet ettik. Bana Gölcük’e yerleşme hikayesini anlattı. Sonra kahvelerimizi içtik ve ben izin isteyip Birgi’yi keşfe çıktım.
Birgi çok şirin, ufak bir köy. Tepeye toğru çıkılıyor, tepeye çıktıkça ayrı bir güzelleşiyor. İrili ufaklı köy evleri, bir kaç hediyelik eşyacı, bir küçük köy kahvesi bir de büyük bir alana yayılmış bir mesire alanı/çay bahçesi karışımı bir mekan var. O mekanın sahibi İsmail amca yaz kış o mekanda bulunan evinde yaşıyor. Birgi’nin dışına pek çıkmamış anlattığı kadarıyla. Ben yoldan geçerken selamlaştık, bir kahve içer miyiz diye sordu. Dedim tabii ki. Önce kahve içtik, sohbet ettik sonra bana kar şerbeti ikram etti. Çok canayakın biri. Oradan ayrılırken yanıma bir sürü elma koydu. Bu elmalar benim ağaçlarımdan dedi. Teşekkür ettim. Para kabul etmedi. Hesap ödememe izin vermedi.
Birgi’yi gezdikten sonra otele geri döndüm, ev sahibinin işi de bitmişti birlikte Gölcük’e doğru yola çıktık. Eşi bizi dağ evinde karşıladı. Çok tatlı bir de kızları var. Piyano adında bir de köpekleri var. Dağ evi çok güzel, geniş bir alana inşa edilmiş. Her şeyiyle kendileri ilgilenmiş. Tarla, ahır, meyve ağaçları ve çadır ve ağaç evlerden oluşan geniş bir alanları var. Ben de bu ağaç evlerden birinde kaldım. Önünde kendine ait verandası, ufak bir masa, iki kamp şezlongu var. Etrafım böğürtlen doluydu. Hava gündüzleri epey sıcaktı ama akşam üzeri güneş batarken aniden tek haneli derecelere düşüyordu bu yüzden dışarıda çok oturamadım üşüdüğüm için. Ama evde sıcacık bitki çayları içtim ve battaniyeye sarılarak yıldızları, bana göz kırpan Jüpiter’i ve her gördüğümde deli gibi mutlu olduğum Dolunay’ı izledim.
O gece hayatımın en güzel uykusunu uyudum diyebilirim. Uyandığımda güneş ışıldıyordu. Verandamda oturup Bozdağ’a karşı sabah çayımı içtim.
O günün tamamı Gölcük etrafında geçti. Bisikleti alıp yola koyuldum. Önce göl çevresini tam tur bisikletle gezdim. Sonra göl kenarındaki mekanlardan birinde kahvaltımı yaptım. Kitabımı açtım, Defne Suman’ın Emanet Zaman’ını okuduğum bir dönemdi. Uzun uzun kitabımı okudum. Kahve içtim. Güneş vücudumu ısıttı, gözlerimi kamaştırdı. Bir süre daha burada durdum ve evime döndüm. O gün biraz daha verandamda oturdum, sonra ev sahibemin yanına (esas dağ evinin bulunduğu bölüme) geçtim, tarhana yapıyordu ona biraz yardım ettim, bol bol konuştuk. Kahve içtik, meyve yedik. akşam da beni yemeğe davet ettiler. O akşam aslında son akşamım olduğu için kendimle kalmak istemiştim ama onlarla vakit geçirmek ayrı bir güzeldi. Bu yüzden memnun bir şekilde uyumaya döndüm. Sabah erkenden de ayrıldım. Dönüş yolum biraz daha farklı oldu çünkü gelirken ev sahibinin aracıyla yukarı çıkmıştık. Bu sefer yalnızdım ve yayladan Ödemiş’e inen minibüslerini kullanacaktım. Biraz erken vardım durağa ve sabah ayazı vardı. Caminin yanındaki köy kahvesine oturdum. Bir çay söyledim. O çay da çok lezzetliydi, ya da ortamın güzelliği mi herşeyi bu kadar lezzetli kılıyordu bilmiyorum. Oradaki amcalarla baya bir sohbet ettik, hatta bir doktorla tanıştım ve babamın böbrek hastalığı nedeniyle diyalize girmesi söz konusu olduğu için bana Fethiye’de bir diyaliz merkezi olan arkadaşının ismini verdi. O da Ödemiş’liymiş meğer.
Çok ilginç, çok hızlı, çok sade, çok huzurlu bir hafta sonu geçirdim kısacası. İç huzuru bu şekilde kısa molalarla elbette bulunmaz, bunu biliyorum. Bir bütünlük şart. Ama Türkiye’de yaşıyoruz azizim. Omuzumdaki onca yük, ailedeki sağlık sorunları, sorumluluklarım, üzüntülerim, kaygılarım hepsi benim içimde.. Bunlar var olduğu sürece tam anlamıyla sorunsuz bir huzur yakalamam ve o anda kalmam mümkün değil.. Her sağlıklı uyandığımız gün bir şükür sebebi iken her yaşadığımız, duyduğumuz olumsuz durum/haber isyan sebebi olabiliyor. Bu dengesizlik içinde bir denge bulmaya çabalarken de bu kısa kaçışlar bir şifa oluyor insana. Ben buna inanıyorum. Aslında dünyanın neresinde olursak olalım bu durum değişmez. Sadece sorunsuz bir hayat kimde var ki? Kim saf huzura sahip? Mevlevi dervişlerinin bile eminim boğuştuğu bir iki sorun vardır hayatında. Bu yüzden ben de kendi hayatımı olduğu gibi kabullenme, içinde kendime bulabildiğim huzur kadarıyla yetinmeye bazen kendime biraz daha fazla alan açmaya ya da bazen sorunlarla biraz daha fazla yüzleşmeye ve omuzlamaya devam edeceğim. Kendimden kaçamayacağımı çok iyi öğrendim bu hayatta..
Buraya daha sonra bir iki fotoğraf eklerim. Şimdilik bu gecikmiş yazıyı yazmak ve aklımdan bu maddeyi silmek istedim.
Okuduysanız teşekkür ederim, okumadıysanız da ileride kendim için bir not almış oldum.
Sevgiler!
0 notes
Photo
Şehirlerde sokaklara bol bol meyve ağaçları dikilsin. Her yerde limon, elma, armut, kiraz ağaçları olsun. Her yer meyve bahçesi haline gelsin. Her yerin bağlık bahçelik olduğu bir Türkiye turistler için de çok etkileyici olur. Ayrıca ağaçların meyveleri de tüm halka dağıtılır. (Adnan Oktar)
#Adnan Oktar#şehir#Harun Yahya#a9tv#sokak#cadde#meyve#nimet#ağaç#ağaç dikmek#limon#elma#armut#kiraz#bahçe#meyve bahçesi#bağ#bağlık bahçelik#türkiye#turist#turizm#seyahat#kalite#lüks#halk#dağıtım
2 notes
·
View notes
Text
Çölün, kayaların ve karların arasında uzun bir süre yürüyen küçük prensin karşısına sonunda bir yol çıktı. Ve bütün yollar sizi insanlara götürür.
Yol boyunca yürümeye devam etti küçük dostumuz. Karşısına bir gül bahçesi çıktı.
“Günaydın” dedi güllere. Onlar da: “ Günaydın” diye karşılık verdiler.
Küçük prens onları izledi biraz. Hepsi de kendi çiçeğine benziyordu. Şaşkınlıkla:
“Siz kimsiniz?” diye sordu.
“Biz gülleriz” diye yanıtladı çiçekler.
“Ah!” diye haykırdı küçük prens. Ve birdenbire içine büyük bir üzüntü çöktü. Kendi çiçeğinin evrendeki eşsiz bir tür olduğunu sanıyordu. Öyle demişti çiçek. Ve işte burada, küçük bir bahçenin içinde, aynı çiçekten tam beş bin tane vardı!
“Eğer burada olsaydı, bana yine sitem ederdi” diye düşündü. “Sanki ölecekmiş gibi durmadan öksürürdü. Yalanını bu şekilde ört bas etmeye çalışırdı muhakkak. Ve ben de hasta bakıcılık numarası yapardım. Aksi taktirde gerçekten de ölürdü. Altta kalmaktansa ölmeyi tercih ederdi.”
Sonra kendi kendine : “Eşsiz bir çiçeğim olduğu için kendimi zengin sanmıştım. Oysa o sıradan bir gülmüş sadece. Peki yanardağlarıma ne demeli? Boyları sadece dizlerime geliyor ve birisi sönmüş durumda. Tüm bunlar beni hiç de önemli bir prens yapmaz.
Kendini çimenlerin üstüne bıraktı ve ağlamaya başladı küçük prens.
İşte o sırada bir tilki çıkıverdi ortaya.
“Günaydın” dedi tilki.
“Günaydın” dedi küçük prens kibarca. Ama etrafına baktığında kimseyi göremedi.
“Buradayım! Elma ağacının altında.”
“Sen kimsin? Çok güzel görünüyorsun.”
“Ben bir tilkiyim.”
“Gel, birlikte oynayalım. Öyle mutsuzum ki” dedi küçük prens.
“Seninle oynayamam” dedi tilki, “ ben evcil bir hayvan değilim.”
“Buna çok üzüldüm” dedi küçük prens. Ama biraz düşündükten sonra: ”Evcil ne demek?” diye sordu.
“Anladığım kadarıyla burada yaşamıyorsun” dedi tilki, “kimi arıyorsun?”
“İnsanları arıyorum,” dedi küçük prens, “ peki ama ‘evcil’ ne demek?”
“İnsanlar,” dedi tilki, “tüfeklerle dolaşırlar ve avlanırlar. Tam bir baş belasıdırlar. Bir de tavuk yetiştirirler. Tüm işleri bundan ibarettir. Sen de mi tavuk arıyorsun?”
“Hayır, ben arkadaş arıyorum. Ama ‘evcil’ ne demek?”
“Bu pek sık unutulan bir şeydir. ‘Bağ kurmak’ anlamına gelir.”
“Bağ kurmak mı?”
“Evet. Örneğin, sen benim için sadece küçük bir çocuksun. Diğer küçük çocuklardan hiçbir farkın yok benim için. Sana ihtiyacım da yok. Aynı şekilde, ben de senin için dünyadaki yüz binlerce tilkiden biriyim sadece. Bana ihtiyaç duymuyorsun. Ama beni evcilleştirirsen eğer, birbirimize ihtiyacımız olacak Sen benim için tek ve işsiz olacaksın, ben de senin için.”
“Anlamaya başlıyorum” dedi küçük prens. “Bir çiçek var. Sanırım o beni evcilleştirdi.”
“Olabilir. Dünyada her şey mümkündür.” dedi tilki.
“Ama bu çiçek dünyada değil.”
Tilki şaşırmıştı. “Başka bir gezegende mi?”
“Evet.”
“Peki orada avcılar da var mı?”
“Hayır, yok.”
“Bu çok ilginç. Peki ya tavuklar?”
“Hayır. Tavuklar da yok.”
“Eh, hiçbir yer mükemmel değildir” dedi tilki içini çekerek. Sonra kendini anlatmaya başladı:
“Yaşamım çok monotondur. Ben tavukları avlarım, avcılar da beni. Bütün tavuklar birbirine benzer. Bütün insanlar da öyle. Bu yüzden biraz sıkılıyorum. Ama beni evcilleştirirsen eğer, yaşamıma bir güneş doğmuş olacak. Senin ayak seslerin benim için diğerlerinden farklı olacak. Ayak sesi duyduğum zaman hemen saklanırım. Ama seninkiler, bir müzik sesi gibi beni gizlendiğim yerden çıkaracaklar. Şu ekin tarlalarını görüyor musun? Ben ekmek yemem. Buğday benim hiçbir işime yaramaz. Bu yüzden de bu tarlalar bana hiçbir şey hatırlatmazlar. Buna üzülüyorum. Ama sen beni evcilleştirseydin, bu harika olurdu. Altın renkli saçların var senin. Ben de altın renkli başakları görünce seni hatırlardım. Ve rüzgarda çıkardıkları sesi severdim.
Sustu tilki ve uzun bir süre küçük prensi izledi.
“Senden rica ediyorum. Lütfen beni evcilleştir!” dedi.
“Elbette” dedi küçük prens. “Ama pek fazla vaktim yok. Yeni arkadaşlar edinmem ve birçok şeyi anlayabilmem gerekiyor.”
“Sadece evcilleştirdiğin kişiyi anlayabilirsin” dedi tilki. “İnsanlarınsa hiçbir şeyi anlayacak vakitleri yoktur. Her şeyi dükkandan hazır alırlar. Ve arkadaşlar dükkanlarda satılmadığı için de, hiç arkadaşları olmaz. Eğer bir arkadaşın olsun istiyorsan, evcilleştir beni!”
“Ne yapmam gerekiyor peki?” diye sordu küçük prens.
“Çok sabırlı olman gerekiyor. Önce çimenlerin üstüne, biraz uzağıma oturmalısın. Ben gözümün ucuyla seni izleyeceğim, sen hiçbir şey söylemeyeceksin. Sözcükler yanlış anlamalara neden olurlar. Ama her gün, biraz daha yakına gelebilirsin.”
Ertesi gün küçük prens yine geldi.
“Her gün aynı saatte gelmelisin” dedi tilki. “Örneğin öğleden sonra saat dörtte gelirsen, ben saat üçte kendimi mutlu hissetmeye başlarım. Zaman ilerledikçe de daha mutlu olurum. Saat dörtte endişelenmeye ve üzülmeye başlarım. Mutluluğun bedelini öğrenirim. Ama günün herhangi bir vaktinde gelirsen, seni karşılamaya hazırlanacağım zamanı asla bilemem. İnsanın gelenekleri olmalıdır.
“Gelenek nedir?”
“Bu da çok sık unutulan bir şeydir” dedi tilki. “Bir günü diğer günlerden, bir saati diğer saatlerden ayıran şeydir. Örneğin, şu benim avcıların da gelenekleri vardır. Perşembeleri kızlarla dansa giderler. Bu yüzden de Perşembe benim için harika bir gündür. Üzüm bağlarına kadar yürüyebilirim. Ama avcılar dansa herhangi bir gün gitseydi, benim için hiçbir günün özelliği olmayacaktı ve asla tatil yapamayacaktım.”
Böylelikle küçük prens tilkiyi evcilleştirdi. Ve ayrılma vakti geldiğinde “Ah! Sanırım ağlayacağım” dedi tilki.
“Bu senin hatan” dedi küçük prens. “Ben sana zarar vermek istemedim. Seni evcilleştirmemi sen istedim.
“Doğru, haklısın” dedi tilki.
“Ama ağlayacağını söyledin!”
“Evet, öyle.”
“O halde bunun sana hiçbir yararı olmadı.”
“Hayır, oldu. Buğday tarlalarının rengini gördükçe seni hatırlayacağım. Şimdi git ve güllere bir kez daha bak. O zaman kendi gülünün evrende eşsiz ve tek olduğunu anlayacaksın. Sonra bana veda etmek için buraya geri döndüğünde, sana hediye olarak bir sır vereceğim.”
Küçük prens güllere bir kez daha bakmaya gitti.
“Hiçbiriniz benim gülüm gibi değilsiniz. Çünkü henüz hiçbiriniz evcilleşmediniz. Ve siz de hiç kimseyi evcilleştirmediniz” dedi onlara. “Siz tıpkı tilkinin benimle karşılaşmadan önceki hali gibisiniz. Dünyadaki binlerce tilkiden yalnızca biriydi o. Ama ben onunla dost oldum ve şimdi artık o özel bir tilki.”
Güller bu duyduklarına çok bozuldular.
“Evet, güzelsiniz. Ama boşsunuz. Sizin için kimse yaşamını feda etmez. Yoldan geçen herhangi biri, benim gülümün de size benzediğini söyleyebilir. Ama benim gülüm sizin her birinizden çok daha önemlidir. Çünkü ben onu suladım. Ve onu camdan bir korunakla korudum. Önüne bir perde gererek rüzgarın onu üşütmesini engelledim. Tırtılları onun için öldürdüm ( ama birkaç tanesini kelebek olmaları için bıraktım). Onun şikayetlerini ve övünmelerini dinledim. Ve bazen de suskunluklarına katlandım. Çünkü o benim gülüm.”
Bunları söyledikten sonra tilkinin yanına döndü.
“Elveda” dedi.
“Elveda” dedi tilki de. “Ve işte sırrım: Bu çok basit. İnsan gerçekleri sadece kalbiyle görebilir. En temel şeyi gözler göremez.”
“Temel olan şeyi gözler göremez” diye tekrarladı küçük prens. Öğrendiğinden emin olmak istiyordu.
“Senin gülünün diğerlerinden daha önemli olmasını sağlayan şey, ona ayırdığın vakittir” dedi küçük prens.
“İnsanlar bu en önemli gerçeği unuttular. Ama sen unutmamalısın. Evcilleştirdiğin şeye karşı her zaman sorumlusun. Gülüne karşı sorumlusun.”
“Gülüme karşı sorumluyum” diye tekrarladı küçük prens, öğrendiğinden emin olmak için.
Sonra yoluna devam etti. 🥀
54 notes
·
View notes
Note
Bir insanla evleneceğini nasıl anlarsın? Ya da kimlerle evlenilmez mesela bize tecrübeni aktarır mısın ? Hesabın çok güzel kitapları tek tek alıp karantinada okuyorum :)
"Adam arkadaşına sormuş:
—Evlenmiyor musun?
—Şartlarımı tutarsa olur.
—Ne istiyorsun ki?
—Güzel olsun, akıllı olsun, dindar olsun, zengin olsun, kültürlü olsun, şefkatli olsun, ciddi olsun, itaatli olsun, bir de esprili olsun.
—Ama abi, demiş öteki, birden fazla evlilik yasak artık!"
Yani diyeceğim o abartmayın. Ben eşimi görünce anladım, 'anlayacaksın, bekle, vakti var' derlerdi inanmazdım.
Onu görünce anladım, onunla konuştum, evlilik görüşmesi yaptım. Aile kültürel yapımız benzerdi, eğitim ve maddi düzeyimiz, manevi beklentilerimiz, geçmiş yaşantılarımız, kimlerle görüştüğümüz, dinlediğimiz hocalar, siyasi, politik görüşlerimiz, mizaçlarımız benzerdi. Elbette bu kadar benzerlik bekle demiyorum. Ama benim benziyordu. Belki senin daha çok şeyin benzeyecek. Belki bir aşk tesadüfleri sever filmine dönecek ve beraber 'olamaz mıı, olabiliiir' diyeceksiniz. Bu kısım latife gibi bir şeydi, çok aldırma.
Ama benim isteklerime, konuşma tarzıma, jest ve mimiklerime çok saygılıydı. Üstelik nefsimede hitap ediyordu. Onu görünce kafamda neşet ertas 'tatlı dillim, güler yüzlüm, ceylan gözlüm' triadı tamamlandı.
Şimdi sen belki benim kadar rasyonel bir insan değilsin olmak zorunda da değilsin. Bana her gün şiir okusun, Kuran okusun, şunu şiar edinsin, şu soydan olsun vs vs diyebilirsin, ama annem bunlar içinde adam mı bırakılır!!?? Ben bırakırım diyorsan şuna dikkat et; aslında bu biraz göze batma olayı... Bazı insanların yaptıkları gözümüze batar, bazen çok sevsekte ayrı dünyaların insanıydır ve bu olur, batar bize bizde ona batarız; ama bu olmadı. Diyeceksin ki ya kör kütük aşık olur gözüm hicbir şeyi görmezse, batmazsa bana.. O devreye akıl ve istişare giriyor işte. Aklını kullan, bu insan cok kaba ama bana batmıyor, zora hiç gelemiyor ama bana batmıyor vs vs. Acaba aşk gözümü kör mu etti, de ve gerçekleri tüm yalınlığıyla birine anlat, mesela bana; şu aralar filyasyondayım ve tus çalışıyorum cevaplar biraz geç gelebilir ama gelir yani illa ki Gsjsksksk. Tabi ki latife, güvendiğin akıllı birkaç arkadaşına anlat işte. Allaha dua et. Allah zaten bu işte yamukluk varsa ve sen temiz bir kalple istiyorsan o içine şüphe düşürür zaten, bir sorgulatır sana. Yani istihare yaptın böylece değil mi??!! Tabi Allah insani böyle bir iç muhaasebeyle imtihan etmesin. Çok zor. Iki tarafıda yıpratır. Çokça ya sabr...
İlk görüşte voltaj alındı ama merhametli, fedakar ve nazik bir insan mıydı, sinirlenince nasıl bir insana dönüyordu, fevri miydi, sevdiğini gururu için hiç eder miydi??!! Zıt fikirlerde illa kendi fikrini mi dayatıyor, ortak bir nokta mı arıyordu!!?? Kriz anlarını yöneteniliyor muydu!!?? Her ne olursa olsun benim yanında oluyor muydu!!?? Bunları tartmam gerekiyordu. Herkesin nazarında merhamet, nelere fedakarlık yapması gerektiği değişir elbet. O yüzden nelerde fedakarlik yapıp yapmadığını anlatmayacağım. Çünkü zaten herkesin bir sınırı vardır. Birbirinize tahammülünüz nedir, sabrınız nedir, tez canli mıdır!!?? Mesela ben tez canlı ve sabirsızım. Bunlar olabilir bir raddeye kadar. Ifrat ve tefride kaçmayacak ölçülerde birbirinizi kabul edin, değiştirmeyin, o zaten seviyorsa yada sen.. zaten bir yolda buluşursunuz.
Veee en önemlisi içimde şüphe var mıydı!!?? Çünkü bu islam usulünde de vardır. İçinde şüphe olan işi yapma.
Ve üç adım böylece tamamlandı.
Son olarak her şeyden eminsen aile rızası al. Anne baban olaya sırf nefsani olarak yaklaşan insanlar değilse anne babanın fikrini ve onların içine doğana biraz güven.
Bir de sana bir öneri, aslında herkese bu sözüm, şu aptal düğün organizasyonları için kendinizi yıpratmayın. 'Ama param yok, para paraa, felsefe yapma abla' diyenlere sözüm bizim maddi durumumuz yoktu, ailemizinde yoktu. Benim düğünüm olmadı. Kutu kutu, sandık sandık çeyizimde... Hiç koymuyor, bana herkes 'nasıl koymaz kızsın sen' diyor. Ama belli bir zeka, eğitim ve gelişmişlik seviyesine gelen insan bunlara zaten bakmıyor, bakmamalı, biz bakmadık. He birde millet ne der anlayışını bir bırakın kardeşim ya. Herkesin konuşmasına izin vermeyiiin!!!
Ve ve ve çok uzatmayın. Haram temeller üzerine evlilik inşa etmeyin. Size tanımayın demiyorum. Siz benim ne demek istediğimi gayet iyi biliyorsunuz. Zaten çok muhabbet tez ayrılık getirir.
Ve mutlu son; gökten üç elma düşmüş. Biri sana, biri eşine, biri bankaya düşmüş. Herkes ermis muradına biz çıkalım kerevetine demeyeceğim, çünkü asıl imtihan evlilikten sonrası. O yüzden ille evlencem diye çokta şeyapmayın. 18inde de kusura bakma ama otur ilim irfan yap. 'Ama ben evlenincede yaparım ' yahut 'Ben evlendim yapıyorum' diyenlere sözüm. Yok öyle bir şey kardeşim. Evlilik gül bahçesi degil kardeşlerim, bu yol feci dikenli. Zaten bir insan tıbben ve ilmen ancak ve ancak 25 yasinda doğru karar verebilir; frontal kortex olayı, beni takip edenler bilir, uzun uzun anlattım. Benim okul bitti, işimde kidemlendim, hayatımı oturttum, yaş geldi, kader karşılaştırdı; zaten aramadık birbirimizi, ama bulduk ne hikmetse. Şey gibi 'aramakla bulunmaz ama bulanlar arayanlardır.'
Daha çok şey denir. Acaip derin bir konu bu. Ben çok derinlere dalmadım. Allah sanki yürü ya kulum dedi yürüdüm fshsjskak.
Rabbim daim etsin, yar ve yardımcımız olsun inşallah.
23 notes
·
View notes
Text
bu ara farmville'e sardım bağ bahçe yapıyorum elma armut topluyorum kooperatifteki orta yaşlı kankilerimle meyve sebze alışverişi yapıyorum domuzum koyunum falan var mütiş bi ortam çok seviorm gerçekten içimdeki köylünün oyun bahçesi farmville
4 notes
·
View notes
Text
Merhaba uğur böceğim
Kırlangıcım hatmi çiçeğim
Benim küçük evimin küçük bahçesi
Takvimlerimin eylülü
Öpüşen serçelerim
Sokaktaki kedim merhaba
Saçlarıma dolan sonbahar rüzgarı
Bulutların arasından gülümseyen
Sevincim merhaba
Uyuyan balıklarım uyanın
Kelebeklerim , karıncalarım
Gökyüzünün kardeşi güneş
Elma kokulu yârim ben geldim
Merhaba
5 notes
·
View notes
Text
Sıcak bir yaz günüydü. Sabit adında bir genç, ırmak kenarında dinleniyordu. Hem acıkmış hem de susamıştı. Derken suyun akışına kapılmış giden kıpkırmızı bir elma gördü.
Uzanıp elmayı sudan çıkardı. Besmele çekti.(Bismillahirrahmanirrahim) Büyük bir iştah ile ısırdı. Tam o anda, “Eyvah!” dedi. “Bu elma benim değil ki! Ben bu elmayı nasıl yerim?! Hemen sahibini bulup hakkını helal etmesini istemeliyim.”
Elma, ırmak kenarındaki bir meyve bahçesinden düşmüş olmalıydı. Sabit, elmanın sahibini bulmak için ırmak boyunca yürüdü. Uzun süre sonra bir elma bahçesi gördü. Bahçenin içinde küçük bir ev vardı. Eve gidip kapıyı çaldı. Ak sakallı, nur yüzlü bir ihtiyar kapıyı açtı.
Sabit,
Bu evin ve bahçenin sahibi siz misiniz, diye sordu.
İhtiyar,
Evet, dedi. Buyur evladım.
Sabit anlatmaya başladı:
Efendim , ırmak kenarında dinleniyordum. Irmağa düşmüş bir elma gördüm. Canım çekti. Sudan alıp elmayı ısırdım. O anda sahibinden izinsiz bu elmayı yemenin doğru olmadığını düşündüm. Fakat bir yudum elma suyu yutmuştum bile! Sanırım bu elma sizin bahçenizin. Sizden helallik istemek için buraya geldim. Lütfen hakkınızı bana helal edin…
Bahçe sahibi akıllı bir ihtiyardı. Genç adamın böyle düşünmesine çok sevinmişti. İçinden “Maşallah; helal ve harama dikkat eden bir genç.” diye geçirdi. Onu denemek için,
Delikanlı, hakkımı öyle kolay kolay helal etmem, dedi. Bir şartım var. Eğer kabul edersen ancak o zaman olur.
Sabit,
Şartınız nedir efendim, diye sordu.
Bahçe Sahibi İhtiyar Adam,
Bahçemde üç yıl ücretsiz çalışacaksın, dedi.
Sabit, yaşlı adama hakkını helal ettirebilmek için,
Tamam, dedi.
Aradan üç yıl geçti. Sabit bu süre içinde yaşlı adamın bahçesinde karın tokluğuna çalıştı. Üç yılın sonunda bahçenin sahibinden evine gitmek için izin istedi ve tekrar helallik diledi.
İhtiyar Adam,
Hele dur bakalım. Hakkımı öyle kolay helal etmem. Bir şartım daha var. Onu da yerine getirirsen ancak o zaman hakkım sana helaldir, dedi ve ekledi:
Benim elleri tutmaz, ayağı yürümez, gözleri görmez, kulağı da duymaz bir kızım var. Eğer onunla evlenmeyi kabul edersen, hakkım sana helal olsun.
Sabit, yaşlı adamın bu isteğini de kabul etti. Sade bir düğün yapıldı. Ancak Sabit evlendiği kızı görünce gözlerine inanamadı! Çünkü kız hiç de babasının tarif ettiği gibi biri değildi! Elleri tutuyordu, Ayakları sapasağlamdı, Gözleri görüyordu, Kulakları da gayet iyi duyuyordu. Güzel ve sevimli bir kızcağızdı.
Sabit hemen kızın yanından ayrılıp babasına gitti. Bunun nasıl olduğunu sordu.
İhtiyar Adam,
Evladım Sabit, sen çok iyi birisin, dedi. Başkasının malını izinsiz almaman, haram lokma yememen çok hoşuma gitti. Seni sevdiğim için kızımla evlenmeni istedim. Kızıma gelince… Sana kızımın elleri tutmaz dedim, çünkü o başkasının eşyasını izinsiz almaz. Ayakları yürümez dedim, çünkü kötü yerlere gitmez. Gözleri görmez dedim, çünkü harama bakmaz. Kulakları duymaz dedim, çünkü iyi olmayan şeyleri dinlemez. Siz birbirinize uygun bir çiftsiniz.
Aradan seneler geçti. Bu çiftin nur topu gibi bir çocukları dünyaya geldi. Ona Numan adını verdiler. Yıllar sonra Numan adındaki bu çocuk da büyüdü. Çok bilgili ve alim bir zat oldu. Herkes onu İmam-ı Azam Ebu Hanife olarak tanıdı ve bir çok öğrenci yetiştirdi.
87 notes
·
View notes
Text
Saptığım bu yolun elma bahçesi olmayacağını biliyordum
8 notes
·
View notes
Text
Elma bahçesinden dönüştürdüğü manda çiftliğinde “süt talebi”ne yetişemiyor https://sahrahaber.com/elma-bahcesinden-donusturdugu-manda-ciftliginde-sut-talebine-yetisemiyor/?utm_source=dlvr.it&utm_medium=tumblr
0 notes
Photo
"Ağaçları, kuşları adıyla bilmeyen bütün insanlara okkalı bir küfür savurdum içimden.. Ağaç değil onun adı; zeytin, çınar, elma, kavak…Kuş değil onun adı; güvercin, serçe, karga, saka… İnsan değil bizim adımız; yalancı, katil, ikiyüzlü, rezil…"
Yekta Kopan / Aile Çay Bahçesi
#yekta kopan#aile çay bahçesi#kitap#kitap alıntıları#edebiyat#yazı#roman#book#book quotes#turkish literature#turkish author#novel#ağaç#tree#olive tree#zeytin ağacı#apple tree#elma ağacı#plane tree#çınar#populus#kavak#serçe#sparrow#corvne bird#karga#yalancı#liar#ikiyüzlü#twofaced
15 notes
·
View notes
Text
Karaman üretiyor, Dubai tüketiyor
Karaman üretiyor, Dubai tüketiyor
KARAMAN (AA) – MEHMET ÇETİN – Karaman‘da 130 dekar alanda çekirdeksiz siyah karpuz üretimi yapan bir üretici, karpuzları kilosu bir dolardan Dubai‘ye ihraç ediyor.
Yurt dışında 10 yıl yaşadıktan sonra memleketi Karaman’a dönen Yasemin Çalışkan, ilk etapta merkeze bağlı Sudurağı beldesine büyük bir elma bahçesi kurdu.
Hububat da üreten Çalışkan, bir süre sonra alternatif ürün arayışı içine girdi.
View On WordPress
#çekirdeksiz siyah karpuz#Dubai#elma bahçesi#Karaman#Karaman Ziraat Odası#karpuz#kavun#mersin#recep muğlu#Sudurağı#tahıl ürünleri#Yasemin Çalışkan
0 notes
Text
hayırlı sabahlar🤗
bir gün bir yakınım, bu bir insan😒 iddia bu.😁
olayı anlatamam da şöyle anlatayım. kendinin elinde 500 tane güzel elması var. ve kendi tok. ben çok açım. çok elma istiyorum. ve 1 elmaya ihtiyacım var. söylemiyorum, ama biliniyor. biliyor. bana şöyle demişti.
BAK ORDA YERDE ÇÜRÜK BİR ELMA VAR ONU ALSANA. YERSİN.
bunu içten ve samimi bir gülüşle söylüyordu.
cennette elma bahçesi versin bize rabbimiz kardeşim..
☺️umutsuzluğunuzda boğulmayın. 500 elmayı yiyemiyor boğuluyorlar. size belki armut veya çilek verecek rabbiniz. belki daha güzeldir tatları.. korkmayın. sabredin.
insan meyvelerede doyuyor, ama o lafı unutamıyor. izi kalıyor.
ama öyle birşey oluşuyor ki, elmanın çöpüne muhtac olanı gözünden tanıyor, yardım ediyorsunuz.. Sabretmeyi öğreniyor, güçleniyorsunuz..
sevgiler gönderirim baki selamlar. islami postlarım bitti taslaklarımda, sabah ancak namazımı kılabildim bir çay içebildim, kitapşarımdanda okuyamadım foto alamadım☺️ severim islamdan söyleyeyim... oturuyom şu an balkonda burdan bunu yazıyom bende☺️bir güneş daha doğdu. rabbim hayrımıza çevirsin.
23 notes
·
View notes
Text
Çiçek Dünyası
Çiçek Dünyası
Hediye seçimi konusunda, şüphesiz ki çiçek sektörü son derece önemli bir noktadadır demek mümkündür. Özellikle, günümüzde gerek online siteler üzerinden gerek ise çiçekçi dükkanlarında sektör son derece gelişmiş ve sunulan seçenekler epey artmıştır.
Çiçek almak isteyen kişiler, birçok seçenek ile karşı karşıya gelmektedir. Orjinal Hediyeler sitesi Doğum günü, yeni iş kutlama hediyesi, ev hediyesi, düğün hediyesi, özür çiçeği, terfi çiçeği, anneler günü ya da babalar günü gibi özel günler, yıldönümü hediyeleri, açılış hediyeleri gibi birçok farklı alan için farklı tarzlarda çiçek hizmeti verilmektedir.
Çiçek Sektörü
Çiçek sektörü, bu denli gelişmişken Türkiye’nin her yerine aynı gün kargo hizmeti sağlanıyor olduğuna da değinmekte fayda vardır. Bunun yanı sıra, yerel olarak çiçekçi dükkanlarında da istenilen çiçekleri bulmak elbette mümkündür. Örnek vermek gerekirse; çiçekçi de istenilen kategoride, istenilen tarzda çiçekler bulunmaktadır. Özellikle, son dönemlerde epey popüler olan teraryum tarzı çiçekler izmir teraryum siparişi de bulunmaktadır. El yapımı toprak saksıda deniz efektli teraryum bahçesi, üç renkli teraryum dünyası, lavanta bahçeli şato teraryum, elma fanus içinde taş ev teraryum, pembe ya da mavi seçeneklerde doğum hediyesi teraryum gibi farklı tarzda ve farklı bütçelere uygun teraryumlar bulmak mümkündür.
Çiğli Çiçek Siparişi
Verilen örnek üzerinden devam edilecek olunursa; çiçek siparişi çiçek sepeti online olarak hizmet vermekle birlikte, hızlı gönderim sağlama noktasında da son derece başarılıdır.
1 note
·
View note