#dinleyen olur elbet
Explore tagged Tumblr posts
Text
Çok özledim çocukluğumu.
Duygularını büsbütün hisseden, içini bir blog sayfasına döken o beni.
‘Kim ne der acaba okuyunca’ demeden, tüm saflığımla, ilk defa hissettiklerimle, kurduğum cümleleri bir sayfaya döktüğüm zamanları özledim.
İsmini yıllanmış hayatlar koymuştum bloğun. Nasıl da yaşlanmış ruhum o gencecik bedenimde. Hem de henüz hayat beni yıpratmamışken.
Daha kendime ‘sen kimsin’ sorularını sormadan kendimi tanımaya başlamışım o zamanlar, yeni fark ediyorum.
İlk defa uzun zamandan sonra tekrar yazıyorum.
#sen anlat#dinleyen olur elbet#benim hikayem#blog post#çocukluğum#hayata dair#yaşanmışlıklar#hissettiklerim#beyaz sayfa#yıllanmış hayatlar#söyleyemediklerim#geçmişe özlem#ben kimim#kişisel blog#kişiselgelişim#yazı terapisi
10 notes
·
View notes
Text
Ben, tekrarlamalara olan aşkımı hayaletlere yansıtmayacağım. Pek çok kez yaptım, geçmişimden gelen hayaletleri yeteri kadar öldüremediğim için tekrar görüyorum. Bu sefer farklı… Çok sürmüyor zaten bana bakışları ya da utanmaları. Sonrasında çocuklar gibi koşuşturuyorlar evin üst katında. Sesten rahatsız olmuş gibi homurdanan fakat gazetenin arkasından gülümseyerek dinleyen o aksi ihtiyar gibiyim. Metaforlarımın arasında boğuluyorum, boğuluyorum ama yine de nefes alıyorum. Boğulurken nefes almak demek, ne demek? Bunu çok azınızın anlayacağını biliyorum. Boğuluyorum ama hiç bir zaman son bulmuyor. Hiç ölmüyorum, ben hiç ölmüyorum, anne. Boğuluyorum ama hiç ölmüyorum, özür dilerim. Yaşattıklarım için değil elbet, yaşatmadım daha hiç bir şey kimseye, yaşatmadım sayılır. En güzel yerinde yere düşen dondurmayım ben. Ya da hiç ulaşılamamış o zaman makinesi. İnsanlar geçmişlerine ulaşmak için dokunmaya çalışıyorlar bana. Beni hiç ısırmadın, tadıma bakmadın. İstersen sana sağ kolumu verebilirim, senin için de uygun olursa. İzin ver sana sağ kolumu vereyim, yeter ki baskı yapma artık kalbimin ortasına. Isır beni ki sana bağırabileyim, ısır beni ki ağlayabileyim. Boğulurken gözlerimden çıkmıyor yaşlar, ısır ki söyleyebileyim, özledim. Sıcaklığını hatırlıyorum sık ağaçlar arasında. Kimseyi umursamadan kucağımda yatışının bana verdiği güven… Alamıyorum kendimi senden, çulsuzum. Dünyalara sahip olsam yine alır mıydım sanmıyorum, ama alabilmek isterdim. O şansın elimde olması bile yeterdi bana, yapmasam da olur. Peki ya sen de öyle misin? gittiğin yer neresidir, beni özler misin? soğuk mudur, sıcak mı? yaz mıdır, kış mı? kar yağar mı geceleri kapına? gittiğin yer neresidir, yemeklerin taze mi yoksa akşamdan kalma mı? aramızdaki gizli şifreyi hatırlar mısın, söylesene; ellerim kırmızıyken peşimde olacak mısın? en karanlık geceyi askıdan alıp üstüme giysem, beni yine de tanır mısın..
5 notes
·
View notes
Text
Hasret
Gökyüzünü kapladı yine bulutlar ve ağır ağır inmekte rahmet.
İçimi parçalayıp da yerleşti yine hasret.
Aşık kavusuncaya dek maşuk una yanacaktır elbet.
O yüzden yüreğimde yanar ateşin ilelebet
Eylemlerimin en zorudur sana yürüyüş
Bitti derim yol yine uzar sanki bir düş
Yaşarken olur hayat bana kabus
Ve bir ağıt yükselir yüreğimden bir yakarış!
Hasretinle dolan yüreğimin
Görünmez musluklarıdır şiirlerim
Vuslatın yolunda örülü ağları aşmak için
Her şiirim bir eylemim
Göremez seni bir çift göz ile bakan
Duyamaz sesini bir çift kulak ile dinleyen
Koşamazsana bir çift ayak
Tutamaz seni bir çift el
Hissetmek için seni
Kafi olan bir tek yürek!
O yüzden sen bende hasret
Sana giden yol vuslat
Turgay Kılıç
5 notes
·
View notes
Video
youtube
Klasik Türk Müziği'nde 40 Makam ve Manası: Türk musikisi makamlarının insan üzerinde fiziki, psikolojik, duygusal etkileri olduğu yaklaşık bin yıldan beri düşünülmektedir. Makamların duygular, organlar, gezegenler, burçlar, dört element ve dört hılt ile ilişkileri, Farabi, İbn-i Sina, Ebu Bekir Râzi, Hasan Şuuri, Hekimbaşı Gevrekzade Hafız Hasan Efendi, Haşim Bey gibi alimler tarafından tasnif edilmiştir.Bu tasniflerden derlenen bilgilere göre müzik terapide kullanılan başlıca makamlar ve etkileri videodan görülebilir.
Makamlar; belirli bir duyguyu, düşünceyi, anlamı simgeleyen, her biri ayrı karaktere, renge, özelliğe sahip müzik renkleridir. Aşkı bildiren ses yollarıdır.
Makamlar 3'e ayrılır. 1- Garami Makamlar: Aşk makamlarıdır bunlar. Rast, Hüzzam, Hicaz, Hüseyni gibi.
2- Uhrevi Makamlar: Sonsuzluğu çağrıştıran, dini makamlardır. Segah, Saba, Mahür gibi.
3- Tasviri Makamlar: Evreni ve iç dünyamızı gösteren makamlardır. Nihavend, Acemaşiran, Hicazkar gibi. Usül: Aşka eşlik eden şevk yollarıdır. Ritmdir. Her usül bir iş yapış tarzına, bir yürüyüş şekline denk gelir. Melodilerin içinde döküldüğü kalıplar gibidir. Usülün temeli 2 farklı vuruştur. 1- Düm: Kuvvetli, tok bir ses vardır. Davulun tokmağının çıkardığı sestir. 2- Tek: Daha ince ses verir. Davulun ince çubuğunun çıkardığı sestir.
Tasviri: 1- Acemaşiran: Yaşam Coşkusu. "Bir Acem oldu Aşiran perdesinde nağme-saz. Bu makamı dinleyenler buldu gayetle ruh-nüvaz." | “Acem makamı Aşiran perdesinde nağmeler verdi. Bu Acemaşiran makamını dinleyenlerin ruhları ferahladı.“
2- Sultaniyegah: Gece Mutluluğu. "Eyledik bezm-i tarabda fasl-ı Sultaniyegah Nazeninim hoşlanıp etti bize bir nim-nigah." | “Neşeli bir mecliste Sultaniyegah faslı yaptık. Bu makamdan birçok eser söyledik. O nazlı sevgilim de bu meşki pek beğendi. Bana şöyle göz ucuyla bakıp beğenisini gösterdi.“
3- Ferahfeza: Mutluluk Veren Lütuf. "Bu nigah-ı iltifatın aşkıka Ferahfeza. Gel diriğ etme nigah-ı lütfunu ey bi-vefa" | "Ey sevgili aşkına iltifat eden tebessüm eden bir bakışın onun rühunu açar. Ferahlık verir. Ey vefasız, gel de o lütuf bakışını benden esirgeme."
4- Şedaraban: Aşkla Güzelleşmek "Dinlese Şed-arabanı Araban'dan bir kez Terk ider mamelikin gayro Hicaz'a gitmez." | "İnsan Araplar'dan Şed-araban makamını bir dinlese. O Hicaz memleketini terk eder, daha da dönmez."
5- Kürdilihicazkar: Yakıcı Hüzün "Dün geve fasl-ı Hicazkar'ı teganni eyledik. Doymadık, tekrarını dilden temenni eyledik." | "Dün gece Hicazkar faslını söyledik. Doymadık, bir daha söylemeyi istedik."
6- Hicazkar: Aşkta Sebat 7- Nihavend: Aşk Sevinci "Neş'esi Rümi Nihavend'in gönülde ber-karar Meclis-i ehl-i tarabda bu makamın zevki var." | "Bu Nihavend makamının neşesi gönülde daima yaşar gider. Sevinçli insanların sohbetlerinde bu makamın zevki vardır."
8- Neveser: Gönül Ferahlığı "Dinle canım zevkine bir Dilküşa'dır Nev-eser Hüsn-i te'siri gönüllerde uzun müddet gezer." | "Neveser makamı gönül açandır. Makamın güzel etkisi gönüllerde uzun süre kalır."
9- Acemkürdi: Lütfedilen Mutluluk "Bezmimiz mutrib ile hayret-feza-yı bezm-i Cem Dinle ey şüh, Acemikürdi'dir işte bu nagam." | “Sazendeler geldi. Sohbet meclisimiz, aşk meclisimiz efsanevi Cem'in meclisi gibi hayretler veren bir güzelliğe kavuştu. Ey güzelim dinle, bize bu nağmeleri bahşeden Acemkürdi makamıdır."
10- Muhayyer: Ayrılık Feryadı "Nideyim, ister darıl, ister barış ey gonca gül. Sen Muhayyer'sin, feragat eylemez senden gönül." | "Sevgili muhayyerdir, aşkına her şeyi yapabilir. Sevgili darılsa da, barışsa da elbette aşıkın şikayeti olamaz. O sevmeye devam edecektir. Çünkü hür olan sevgili, esir olan kendisidir." 11- Hisar: Sevgilinin Nazı "Mah-i tab olsun cihan, zevk eylesin üftadeler. Naz ile ey meh buyur, semt-i Hisar'ı kıl meker." | "Bütün dünya dolunayla ışısın, aşıklar zevk etsin. Ey ay yüzlü sevgilim, sen de gel Hisar semtine, orayı yer edin."
12- Şehnaz: Sevgilinin Güzelliği "Lutfedip bezme gel, revnak ver efendim naz ile Mutrib agaz eyledikçe, nağme-i Şehnaz ile." | "Ey sevgili, lütuf et nazınla da olsa şu meclisimize bir güzellik kat. Çünkü bak, sazendeler Şehnaz makamından nağmeler çalıyorlar."
13- Ferahnak: Bahar Neşesi "Ol güzel cayi Feraknak istemiş üftadeden. O da bahsetmiş o şüha meclis-i amadeden." | "O güzel sevgilisinden ferah bir mekan istemiş. O da güzele kendisini bekleyen meclisten, baş başa kalacakları yerden bahsetmiş."
Uhrevi: 14- Şevkefza: Hüzün İçinde Lütuf "Şerefza'dır efendim iltifatın aşıka. İhtiyacı aşıkın yok başka türlü saika." | "Ey sevgili efendim, şu aşıka iltifatın, lütfun elbette beni şevke getirir. Benim tek ihtiyacım da zaten bu şevktir."
15- Süzidil: Gönül Yangını "Yandı nağmenle cihan hep, yalınız bir ben değil. Ser-te-ser aşk ehline oldu nihayet Süz-i dil." | "Senin nağmenle sadece ben değil, bütün dünya yandı. Bu makam baştan başa bütün aşıkların gönlüne ateş düşürdü." 16- Çargah: Aşkta Yok Olmak "Bezi eder gah bir nigah-ı yare mal ü canını. İstemez üftade-i na-çar gah ihsanını." | "Çaresiz aşık, yeri gelir sevgilinin bir bakışı için malını, canını feda eder. Bazen de sevgilinin hiçbir ihsanını istemez."
17- Dügah: Derdin İçindeki Derman "Ettiği çün aşk ile sübn u mesa feryad ü ah. Oldu ey çeşm-i gazalim perde-i ahım Dügah." | "Ey ceylan gözlüm! Sabah akşam aşk sebebiyle inlediği için, ahımın perdesi dügah makamına döndü."
18- Bestenigar: Sevgiliye Hasret "Kim olursa şevk ile beste nigarın zülfüne. Muntazır olsun heman va'd-i vuslatın hulfüne." | "Kim şevk ile sevgilinin zülfüne bağlanırsa kavuşma vaadinin gerçekleşemeyeceğini baştan bilsin."
19- Süzidilara: Ateş Saçan Aşk "Mıtrıba, mecliste her bir nağme ateş-feşan. Aşık-ı bi-çareye Süz-i dilaradır heman." | "Ey saz çalan dostlar! Şu aşk meclisinde her bir nağme ateş saçıyor. Bunu dinleyen çaresiz aşık için bütün o nağmeler gönlü süsleyen ateşlerdir."
20- Rast: Sevincin Zirvesi "Kavli de kaddi gibi rast olsa ger ol mehveşin. Hiç bükülmezdi beli üftade-i hasretkeşin." | "O güzel sevgilinin boyu gibi sözü de rast olsaydı, yani düzgün olsaydı şu hasret çeken aşıkın beli böyle bükülmezdi."
21- Mahir: Sevincin Zirvesi "Her ne dem ol işvebazın nağmesi Mahür olur. Sabr u takat aşık-ı mihnetkeşandan dür olur." | "Ne zaman o cilveli sevgilinin nağmesi Mahür olur, dikçe olur, sıkıntılar çeken o aşıkın sabır ve kuvveti kalmaz."
22- Acem: Ruh Yüceliği "Zülfünü tasvir içün gelseydi Behzad'ı Acem. Aczile titrerdi destinde görünce kıl kalem." | "Ey sevgilim, sen o kadar güzelsin ki senin zülfünü İranlı efsanevi ressam Behzad çizmeye çalışsaydı, o güzelliğini görür görmez elindeki ince kalemi titremeye başlardı."
23- Isfahan: Aşka Feda Olmak "İttifaka seyreden ol mehveşi derdi heman. Sürme-i çeşm-i siyahına fedadır Isfahan." | "O ay gibi güzeli seyredenlerin hepsi şöyle derlerdi: Onun siyah gözlerinin sürmesine Isfahan şehri feda edilir."
24- Büselik: Aşk Sırlarını Açmak "Büselik ile ol mehr çıtlasa mıtrıb razını. Arttırır gittikçe bezm-i meyde ol şeh nazını." | "Saz çalan, sırrını Büselik makamıyla o sevgiliye çıtlatsa, şarap meclisinde o güzel nazını giderek arttırır."
25- Hicaz: Aşktan Yanmak "Gerçipek esmer olur ruhsar-ı mahlüb-i Hicaz. Nağmesin güş eyleyince yanmayan gayetle az." | "Hicaz güzelinin yüzü gerçi pek esmerce olur, ama onun nağmesini duyup da yanmamak elde değildir."
26- Segah: Sonsuzluğa Çağrı "Verse ol meh bende-i gamharına bir büse gah. Perde-i ahım benim olmazdı böyle bir Segah." | "Eğer o güzel şu gam yiyen, kederli aşıkına bir büse verseydi, benim de ah çektiğim perde böyle Segah olmazdı."
27- Müstear: Dünyaya Susmak, Ötelere Konuşmak "Kimden ahz ettin, ne olsun böyle bigane eda. Öyle tavr-ı Müstear ey şüh layık mı sana." | "Sen bu umursamaz tavrı kimden aldın? Ey güzel, böyle beni görmezden gelen tavrın hiç sana yakışıyor mu?"
Garami:
28- Saba: Sonsuzluk Esintisi "Gayri sen de ol biraz bülbül-i gönlüm hamüş. Vasfını ol goncanın bad-ı Saba'dan eyle güş." | "Ey gönül bülbülüm sen de gel biraz sus. Çünkü o güzel gonca gibi olan sevgiliyi bak Saba rüzgarı zaten övüyor. Sus da onun söylediklerine kulak ver biraz."
29- Eviç: Yücelik "Ol hüma-pervaze evc-i vahşet olmuşken mekan. Dinlese saz-ı dili agüşum eyler aşiyan." | "O Hüma gibi uçan sevgiliye yaban dünyasının zirvesi mekan olmuştur. Ama o gönlümün sazını bir dinlese hemen gelir kucağımı yuva yapardı."
30- Yegah: Aşk Suskunluğu "Cevr-i pey-der-pey ile şimdi, aşık-ı zarın sesi. Çıkmaz oldu, akıbet indi Yegah'e perdesi." | "Aşığın inleyen sesi (sevgilinin) art arda gelen zulmü ile artık çıkmaz oldu, sonunda perdesi yegah makamına indi."
31- Nikriz: Aşkın Verdiği Cesaret "Halka-i meclisde Nikriz eylesse ol meh heman. Sabr u samanın olur benden girizan nagehan." | "O ay yüzlü güzel mecliste hemen Nikriz makamından bir şeyler okusa, birden sabır ve kudret benden uzaklaşır."
32- Suzinak: Aşkın Verdiği Cesaret "Nağme-i hünyagerle oldu sabrım çak-çak. Güş edince yandı tekraren bu cism-i Süzinak." | "Kanlar akıtan nağme ile sabrım paramparça oldu. O nağmeyi bir daha işitince zaten yakıcı olan, yanmakta olan cismim yeniden yandı."
33- Neva: Sevgiliye Çağrı "Meclise gel, ben zarı bekletme aman ey gonca leb. Vasf-ı hüsnündür Neva'yı mürg-i dil her zer rüz ü şeb." | "Ey gonca dudaklı sevgilim, şu üzgün sevgilini bekletme yanımıza gel. Her gece gündüz gönül kuşumun nevası, sesi senin güzelliğini anlatmakta."
34- Uşşak: Aşkın Verdiği Şevk "Sanma Uşşak'ın bu heman bende-i azadedir. Ariz-i gülgununa zülfün dahi dildadedir." | "Senin aşıkların sanma ki azaad edilmiş kullarındır, onlar daima senin kölendir. O al al yüzüne sen de vak gör ki, kendi zülfün, saç perçemin bile o yanağa aşık olmuş. Çünkü o gül renkli yanağının üzerine düşmüş, hiç oradan ayrılmıyor."
35- Beyati: Aşkın Verdiği Şevk "Mutriba sevdasını halkın, Beyati tazeler. Ateş-i aşkı devam-ı şevk ile yelpazeler." | "Ey sazende! Halkın sevdasını beyati makamı tazeler. Aşkın ateşini arzunun devamı ile yelpazeler.”
36- Karcığar: Mutluluğu Arayış "Bir sada-yi dil-nüvaz ile okunsa Karcığar Kalbine gam-didenin elbet meserretler yağar." | "Hakkı verilse, Karcığar nağmesini işiten kişinin ağlayan gözlerine sevinçler dolar."
37- Hüseyni: Aşk Ağıtı "Pestten eyler niyazı, saydı çün ol dilberi. Dil bulup ruhsat, Hüseyni'ye çıkardı işleri." | "O dilbere saygı gösterdiği için yalvarıp yakarmasını pes sesinden dile getirir. Gönülden izin alıp söylemek istediklerini hüseyni makamına çıkardı." 38- Gerdaniye: Aşk Çilesinden Şikayet "Perde-i pestten nezaketle o meh çok iş yapar. Fasl-ı Gerdaniye'de uşşak-i zare dik çıkar." | "O sevgili ne oyunlar oynuyor! Alttan alıyormuş gibi bana çok işler yapıyor. Gerdaniye makamına geldiğinde ise gözü yaşlı aşıklarına sert çıkıyor."
39- Hisarbüselik: Tatlı Buseler "Sevdiğimden dün Hisar'da Püselik etdim reca . Döndü va'dinden o dilder etmedi ahde vefa." | "Dün Hisar'da sevgilimden bir öpücük istedim. Sevgilim önce söz verdi, ama sözünde durmadı, beni öpmedi."
40- Hüzzam: Parlak Hüzün "Sazın al ağuşa mızrabın ile del sinemi. Nağme-i Hüzzam ile def eyle gönlümden gamı." | "Ey sevgili! Sazını kucağına al, mızrabın ile sinemi del. Hüzzam'ın o yakıcı nağmeleriyle gönlümdeki gamı, kederi kov gitsin."
2 notes
·
View notes
Note
Selamün aleykum. Hayat tecrübelerinizden yola çıkarak ne tavsiye vermek istersiniz? Yaptıktan sonra iyiki yapmışım dediğiniz, daha önce yapsaydım dediğiniz, yapmasaydım dediğiniz neler var hayatınızda? (Tecrübeleri paylaşmak aslında bi kişinin hayatına belki bir yıl, belki yıllar hediye etmek demek bence çünkü o kişiyi o hatayı yapmaktan kurtarıyor veya hayata hiç bakmadığı bir bakış açısı ile bakmasına vesile oluyorsunuz, bu yüzden söyledikleriniz çok kıymetli benim için)
Ve aleyna aleykümüselam. Çok genel pencereden sormuşsunuz . Çeyrek asrı geride bıraktık lakin birine hayat tecrübelerimi aktarmam ne derece etkili olur ondan süpheliyim. Eğer temel fikriyatınız aynı ise ve henüz yitirmemişseniz yaşlılarınız ile oturmanizi tavsiye ederim. Yine de nacizane..
Genel perspektifle izah etmek gerekirse ; ve tavsiye derken evvela din konusunda tavsiyeler vermek gerekir. ( bu demek değil ki ben yaptim siz de yapın) kaldi ki tecrübeler sadece doğru yaptiklarimiz da degildir. Farkına varırsanız ve yaptığınız yanlışlardan ders çıkarırsanız bu doğru yaptıklarinizdan daha çok faydalı olur size.
Evvela çoğu zaman devam etmeye gayret ettigim namazı iyiki hayatımın merkezine koymuşum. Bazı zaman aksaklıklar oldu tabi. O da pismanlık.
Iyiki dediğim bir sey merakımın olmasi . Ve bunu iyi kullanmasini bilirseniz özellikle dini konularda pek faydali olur.
Keske daha evvel yapsaydim dedigim; keske daha önce okumalarim olsaydi. Veya simdi farkinda oldugum eserlerden keske daha evvel haberdar olabilseydim.
Kuran ı arapcadan okuma-dinleme ( aksi bir durum yoksa ) kucuklukten çoğumuzun vakıf olduğu birseydir. Ancak ne dedigini anlamam 18-19li yaslarimda oldu . Merak ordan devreye girdi ve alıp okudum hepsini " ne demek istiyor " diye. Ve bu ufkumun önündeki perdelerin çekilmesine ve bazı seyleri görebilmeme vesile olmustu. Keske daha önceden olsaydi diyorum. Şimdi bile etrafımda okuduğu halde ne dediğinden haberdar olmaya nice insan var ve bu durum beni rahatsiz ediyor. Bize o mesajlar anlamamız için gönderildi. Biz ise anlamaktan ziyade okumakla yetindik.
Buna bakışınız nedir onu bilemiyorum , belki de ön yargilisınız ama şükür ki kuranın mesajlarindan haberdar olmamdan sonraki sureçte risale-i nur ile de tanıştım. Üstadin tarifi ile " manevi tefsir " ve ben çok kıymetli bilgiler gördum icinde hala da göruyorum. Icinizde bulunan öğrenme duygusunu ne ile beslerseniz size o hoş gelir degil. Hak ne ise o daha hoş gelir.
Ama daha önceden olsaydi da üstadın
"Ey üç yüz seneden sonraki yüksek asrın arkasında gizlenmiş ve sakitane Nurun sözünü dinleyen ve bir nazar-ı hafî-i gaybî ile bizi temaşa eden Said’ler, Hamza’lar, Ömer’ler, Osman’lar, Tahir’ler, Yûsuf’lar, Ahmed’ler, vesaireler!.. Sizlere hitap ediyorum. Başlarınızı kaldırınız, "Sadakte" deyiniz. Ve böyle demek sizlere borç olsun. Şu muasırlarım, varsın beni dinlemesinler. Tarih denilen mazi derelerinden sizin yüksek istikbalinize uzanan telsiz telgrafla sizin ile konuşuyorum. Ne yapayım, acele ettim, kışta geldim; sizler cennet-âsâ bir baharda geleceksiniz. Şimdi ekilen nur tohumları, zemininizde çiçek açacaktır.”"
dedigi gibi çekirdekten zeminime o nur tohumlari önceden ekilseydi. Hakikat her gönüle girer lakin her gönülde yer edinmez.
Yapmasaydim dediğim de oldu elbet. Her ne kadar gençliği sefahetle gecirmemek icin çabaladıysak da çağın bize getirdiği şeylerden etkendik . Allah pişmanlıklarimizi, tevbelerimizi kabul etsin.
Bakışlarımıza mukayyet olalım, sözlerimize ve davranışlarimiza. Bakış sözü söz eylemleri harekete geçirir.
Hem " harama bakan haram bakışa maruz kalır. "
Yapmayi istedim ama olmayan bir sey var. O da keske bir medresede eğitimi alsaydim dediğim oluyordu . İstedim ama uygun şartlar olmadi bir turlü.
1) namazlarınızı aksatmayın. Cahit abinin de dediği gibi ;" Ehli takva olun. Ehli secde olun. Farzları alenen yerine getirin. Nafileleri kendi nefsinizden bile gizleyin."
2) okuyun . Düstur edindiğim bir hadis i şerif var. Peygamber edendimiz " Hikmetli söz, müminin yitiğidir. Onu nerede bulursa almaya en layıktır.. " buyuruyor.
3) tefekkür edin. Etrafınızdaki her hadiseye tefekkür eder bir nazar ile bakın. Bir görunen yüzuyle bir de aşikar olunmayan yönünden bakın.
Ve halkeza..
Yapılacaklar bellidir, yapılmayacaklar da öyle. Hepsini ipe dizip anlatmak ikna edicilikten uzaklaşıp diretmek olur.
Peygamber efendimiz Allahu alem hac suresinde gecen " emrolunduğu gibi dostdoğru ol " ayet icin " Benim belimi büktü- saçlarımı ak etti " demistir.
Yaşlılarla çok vakit geçirin. Onlar tecrübelerini yıllar eleğinden eleyip size verirler. Süzülmüş bir şekilde.
Tıpkı üstadın ; " Hakiki mürşid-i âlim koyun olur, kuş olmaz; hasbî verir ilmini. Koyun verir kuzusuna hazm olmuş musaffâ sütünü. Kuş veriyor ferhine lüabâlûd kayyını." Dediği gibi.
12 notes
·
View notes
Text
Alternatif Dünya Filmleri: Slow West vs. Indiana Jones
Size Indiana Jones’un Slow West’e konuk olacağı hikayeyi anlatmadan evvel sanırım öncelikle Slow West’ten biraz bahsetmem gerekecek.
En genel tabiriyle “Slow West” bir western - yol filmi. John Maclean’in westerne farklı bir anlatım kattığı 2015 yapımı bağımsız İngiliz yapımında Michael Fassbender İrlandalı yalnız kovboy Silas’ı, Kodi Smit-McPhee ise hayatının aşkı Rose Ross’u bulmak için yollara düşen aristokrat bir aile çocuğu olan Jay'i canlandırıyor.
Size filmin konusundan artık daha fazla bahsetmeyeceğim, en azından bahsetmemeye çalışacağım, çünkü filmi izlemek isteyenlere gerçek hikayesi konusunda bir ipucu vermek istemem.
Zira denklemi doğru okursanız gerçek hikayeyi de bulabilirsiniz.
Bir de şunu bilmeniz gerekiyor, sinematografik açıdan doymak istiyorsanız Robbie Ryan size güzel bir görsel ziyafet yaşatacak bu filmde.
Filmin bir yandan bende uyandırdığı izlenime gelirsek, ilk sahnesinde Fassbender’ı görmemle birlikte onu Indiana Jones olarak düşünmem için sadece bir milisaniye yetti. Normalde büyük bir Indy sever olarak Harri-son Ford dışında birini o kadar da bu role yakıştırmazken, biliyorum Chris Pratt de başarılı olacaktır elbet, ilk kez bende “Harrison’dan daha karizmatik bir Indy olacaksa bu Fassbender olur” izlenimini uyandırdı.
Ve sonra da aklıma bu düşünce gelince, benim için Slow West bir western - yol filmi olmaktan çıktı. Adeta filmi Indiana Jones müzikleriyle izliyordum. Siz de fragmanı “Indiana Jones theme” ile izlerseniz aynı hype'a kapılabilirsiniz. Sonrasındaysa sadece şu soru beynimde yankılandı.
“Peki ya Indiana Jones Slow West’te olsaydı ne olurdu?”
Çünkü Indiana Jones serisi sevenlerinin bildiği üzere temeline, arkeolojik tarihsel ögelerden beslenen hikayeler koyan, türünün en iyi örneğidir.
Bir kere filmin adı “Slow West” değil “Indiana Jones & West, Ho!” olurdu.
Ve Indiana Jones’un meşhur kamçısı şahane bir uzun namlulu silaha dönüşürdü.
Ve filmimiz asla bu kadar sakin kalamazdı.
Indiana Jones & West, Ho!
Indiana Jones bu filmde olsaydı, film bu kadar sakinliğini koruyamaz ve bir takım sembollerin kaybolmasıyla başlardı.
Indiana vahşi batıda olduğu için bir okulda ders vermez fakat bir yerlerde tütün içip, muhabbetleri çaktırmadan barda dinleyen ödül avcısı olurdu.
Vahşi batının ödül avcısı Indy, bir gün barda otururken eski bir İskoçya sembolünün adını duyumsar ve içkisini gözleri parıldayarak yudumlar. İçkisini bitiren Indy çevreye bunu bildiğini çaktırmadan usulca kalkar, çıkışa yönelir. Bardan çıkan Indy atına atlar ve yollara koyulur.
Yollarda giderken su içmek için durakladığı yerde başka ödül avcılarının da kamp yaptığını gören Indy ağaçların arasına saklanır ve onları dinlerken onların yanındaki Jay’i fark eder. Jay’in o kişilerin elinde rehin tutulduğunu görür. Bunu öğrendiği andaysa şansına atının yanına sürünerek bir yılan yanaşır, atı korkar ve kişner. Indy filmin algoritması gereği doğada bir şey yaşaması gerektiğinden gizlenemez ve kendini kötü adamların önüne atmak zorunda kalır. Zaten atı korksun ya da korkmasın o Indy’dir, o yılanlardan korkar. Kötü adam çetesinin fark ettiği Indy el mahkum onlarla dövüşür ve kaçmak için elinden geleni yapar. Ara ara kaybedecek gibi olsa da o Indy’dir, ilk dövüşten hemen kaybetmez, kaybediyormuş gibi yapar. Filmlerden alışkın olduğumuz kovalamaca sahneleri burada western tadında düello ve atla kaçış sahnelerine dönüşür. Bir şekilde Indy’e yandaş olacak karakterimiz Jay ise kurtulur ve Indy’le birlikte kaçar.
Kaçış sonrası ikisini birlikte yollarda izleriz. Yollarda karakterlerimiz yakınlaşır. Jay, ona Rose’un hayatının aşkı olduğunu ve onu nasıl da kurtarmak için yollara düştüğünü anlatır. Indy yola neden çıktığından pek bahsetmez, sadece gezgin bir kovboy olduğunu söyler. İçki içmek için durdukları bir tavernada Indy, Rose ve babası John Ross’un başına konan 2000 dolarlık aranıyor ilanını görür, bunu gördüğünü Jay’e belli etmez. Birlikte çıktıkları yolda daha çok kelle avcısının peşlerine takılacağını fark eden Indy, artık daha dikkatlidir. Jay’in bu ödüle giden altın bilet olduğunu öğrenir. Başına ödül konanlardan olan Rose’un boynunda da eski İskoçya sembolünün olduğu kolyeyi görür. İlanı yırtarak cebine tıkıştırır. Indy gizemli.
Indy bunları yaparken farkında değildir tabii, aslında geçmişinden bir hayalet de onun bu hareketlerini görmüş ve çoktan ikilimizi gözüne kestirmiştir. Arkalarından pis bir sırıtış atar ve viskisini yudumlayarak kötü adamlık rolünü bu sahnede tamamlar. Kötü adam mutlu. Indy habersiz.
Kamp yaptıkları gece ikili uyuyacakken kampı davetsiz bir misafir basar. Görürüz ki Indy ve davetsiz misafirimiz tanışmaktadır. Geçmişten gelen bu karakter kötü adamımızdır ve Indy’nin üstüne gider. Elinde içkiyle çıkagelen eski dost yeni düşmanımız, Indy’e eski günlerin hatırına dercesine içki ikram eder ve eski dostlar ile Jay sarhoş olana kadar içerler. Indy ne kadar sarhoş olsa da kontrolünü kaybetmemeye çalışmaktadır, eski dostunun neyin peşinde olduğunu fark etmiştir çünkü. Bunun üzerine tartışan karakterlerimiz arasında bir gerilim olur ve bu gerilim anında davetsiz misafirin yanında gelenler Jay’i kaçırır. Zaten kaçırılmasaydı şaşardık çünkü Indy’nin geçmişinden gelen düşmanlar hep çevresindeki birini kaçırır ve işleri karıştırır. Indy kızgın. Jay şok!
Her zamanki filmlerde olduğu gibi bu kez vahşi batıda doğa üzerinden başka bir fobik bir gönderme yapılır ve Indy’nin kamp yaptığı alanın üzerinde kara bulutlar toplanır. Jay’in kaçırılması ve girdiği dövüş üzerine yorgun bir şekilde plan yapmaya çabalayan Indy’nin üzerine birden bulutlar çöker ve bir fırtına gelir. Indy bunun ara ara onları takip ettiğini hissettiği kabileler tarafından gönderildiğini farkındadır. Olabilecek en kısa sürede buradan ve büyüden kaçmaya çabalar Indy fakat nafile! Indy şok! Her şeyi ıslanmıştır. Görevine çıkmadan evvel şapkası, ceketi ve uzun namlulu silahıyla aksiyon sahnesine uzunca bir selamlama yapar ve bir yandan da ıslanan eşyalarını kurutarak yola koyulur. Çünkü o Indy’dir ne olursa olsun eşyalarını ve karizmatikliğini asla geride bırakmaz, üstünde değilse yanında taşır. Arkasından da ona büyü yollayan kabile yerlileri bakar ve ağaçlara geri saklanır.
Indy tek başına Ross ailesinin evine giderken bir yandan da yolda Jay’i kurtarmanın planını yapar. Artık tam paket göreve hazır olan Indy filmin son aksiyon sahnesine girdiğindeyse ortalık tam bir vahşi batı dünyasına dönüşmüştür bile. Ormanda Jay’i kurtarmak üzere ilerlerken etrafını bir anda Kızılderililer sarar, Indy’e zehirli ok fırlatmaya başlarlar ve bunlardan kaçmaya çabalayan Indy kendini bir sonraki sahnede Jay’in yanında bağlı bulur. Ödül avcıları Ross ailesinin evini bulmuş ve kurşunlara tabi tutmaya başlamıştır bile. Bütün ev ve içinde bulunduğu tarla kurşunlarla dolup taşar. Indy ayılır, bir kenarda bağlanmış yarı baygın Jay’i görür, kendini kurtardıktan sonra onu çözer, silahının tetiğini çeker, aksiyonun tam göbeğine dalar. Çünkü o Indy’dir, aksiyondan korksaydı ödül avcısı olmazdı!
Şanslı karakterimiz Indy az yaralarla bu dövüşten sağ kurtulur. Sadece bacağından yaralanan Indy, bir yandan ödül avcılarıyla kapışırken bir yandan da sarkastik yorumlarını kurşunlarının yanından eksik etmez. Kurşunlardan kaçarken Rose’u görür, ondan kaçmaz ama. Bir yandan aynı hızda flörtleşir. Çünkü Indy ne olursa olsun güzel kadın gördü mü kaçırmaz, en azından bir kuple dahi olsa flört eder.
Bu Indiana Jones filminde de bolca kötü adam ölür, ana kadın karakterimiz sağ olarak kurtulur. Kısa sürede görüp sevdiğimiz iyi yan karakter ise ölür. Hem de kadınını kurtarmanın hayalleriyle ölür.
Bu filmde de kötü ellerde tehlikeli olabilecek sembolümüz korunur ve onu korumak uğruna bir çok fedakarlıklarda bulunan maceraperest karakterlerimiz bir şekilde bunu başarması için Indy’e yardım eder.
Filmin sonunda ise her zamanki mağara yerine alabildiğine büyük bir tarlada küçük bir kulübe ev görürüz.
Vahşi batıda geçen Indiana Jones filmimiz ise böylece biter.
PS. If you want to read English, please click right and choose “translate to English”.
#indiana jones#michael fassbender#harrison ford#slow west#western#alternative scenarios#scenario#movieedit#movie#translate to english
0 notes
Text
Çocuk istismarı konusunda söylenecek birçok şey var.Bu alanda akademik olarak çalışmış biri olarak ilk önce haber dilini çok sorunlu buluyorum.Tecavüzün bütün ayrıntılarının pervasızca verilmesi hem o çocuğun naaşına hem aileye saygısızlık, haberi dinleyen çocuklar içinse travma.Adli tıp raporlarında bulunan ayrıntılar bizi niye bukadar ilgilendiriyor. “Tecavüz bulgusu olduğu” tamam da diş izlerini bilmemiz gerekiyormu gerçekten. Bu da bir pornografi değil mi? Bu tarz manyaklar bu haberlerden de zevk alıyor.
Çocuk istismarı konusunda yapılacak en önemli şey ailenin eğitilmesidir yani önleme çalışmasıdır.Çocukları bilinçlendirmek ise ikinci aşamadır. Çünkü ebeveyn nekadar bilinçli ise çocuk da okadar bilinçli olur.
Elbette çocuğa hayır demeyi öğretelim. Ama kime karşı “hayır” demeli genelde yanlış öğretiyoruz.Vakaların çoğunda istismarın tanıdık birileri tarafından yapıldığını görüyoruz. Dolayısıyla çocuğu otoriteye mutlak boyun eğen bir birey olarak yetiştirmekte başlıyor sorun. Çocuğun en yakını da olsa yanlış bir dokunuşta “hayır” diyebiliyor mu önemli olan bu.
Çocuğa kendini ifade edecek alanı veriyor muyuz gerçekten? “Sen küçüksün, sen sus, sen yanlış anlamışsındır, amcaya gitsene, teyzen o senin, hadi öp de şeker vereyim” derken çocuğu istismara açık hale getiriyoruz. İstismara uğrayan çocuklar o amca-teyze diye normalleştirdiğimiz insanlar tarafından kandırılarak götürülüyor çoğu zaman.
Bir diğer önemli mesele de çocuğun her anını teşhir eden ebeveynler. Evet bütün çocuklar çok tatlı. Ama dünyada milyon tane çocuk pornosu sitesi o fotoğrafları nerden topluyor? Cevap: intenetten. Örneğin çocuğun bezli fotosunu koymak onun mahremiyetine saygısızlıktır. Küçük bir çocuğa sırf daha fazla beğeni ve takipçi için topuklu ayakkabı giydirmek, makyaj yapmak mahremiyetine saygısızlıktır ve onu internet ortamında istismara açık hale getirebilir. Unutmayalım çocuklar bizim eşyamız değil, onlar da birer birey ve ilerde bu durumdan hoşnut olmayabilirler.
Bu konuda idam ve kimyasal hadım meselesi ayrı bir tartışma konusu ama bunu uygulayan ülkelerde istismarın azaldığına dair bir veri olmadığını anlatan birçok bilimsel yayın okumuştum geçen yıllarda. Bu pislikler en ağır biçimde cezalandırılmalı elbet ama istismarı önlemede ilk adım evimizin içi... Bence bugün burdan başlamamız lazım.
- Deniz Işıker Bedir
#Leyla #Eylül
12 notes
·
View notes
Text
Maviliğim'e mektup 57 ...
Maviliğim...
İyi yanım..
Bütün güzel huylarıma yön verenim...
Güzellik ölçü birimim...
Sol salıncağım...
Tarih 23 Ekim 2021...
Günlerden cumartesi...
Saat 07:37 ve sonrasında ki dakikalar....
Bilirsin, ömrün her anında, tamamında sana serilir gönlün tek renkli narin halısı !
Fikrimin ince külü...
Çöküşle başlıyorum güne, yükselen borsaya inat...
Bismillah deyip şeytanıma gülümserken
aklım;yüz yıldır yıkılıp inşa olan hayretime takılıyor.Kimse bilmez her uçurumdan adını söyleyerek düştüğümü... Ne yapsam olmuyor çünkü ;suretini verdiğim posta memurları ihanet ediyor, görevini kötüye kullanıyor.
Kadınım...
Bir miktar cesurdur herkes ıslık çalınca.
Bense hüner sayarım yağmura direnmeyi.
Şahidim yok, sokağım çıkmaz..
Nasıl diyeyim !
Direnmek, kaybetmenin yarısıdır sevdiğim.
Yaşamakla bir yere varılmaz diye, girmeden kaybettiğim tüm savaşlarda tek celsede ölüyorum.
Bu çaputlar, bu kolonya, bu tütünlerle çürümüş yanlarımı sarıyorum.
Bir bir kırılıyor içimin fay hatları !
Biz seninle el ele iken kervanımızı eşkiyalar zapt etmiş , korkacak değilim elbet yanımda sen varsın ! Yanında ben varım.
Dünya da tek değilsin, ben de SEN'im.
Ki sen gitmezsen, ki ben düşmezsem neye yarar bu yollar.
Şimdi ben,acısı hafiflesin diye vurulan atlar gibiyim; merhemini bir tüfekte arayan.
Yüzünün hendeğine takılmıştı ayağım, ellerim, gözlerim. Hangi yönde sıksan mermini , aynı yerde ölüyorum.
Teselliye gerek yok hiç kıranla kırılan, bir olur mu kadınım.
Canım benim, bilir misin?
Canım dediğimde içimden canımın çıkıp,
sana koştuğunu duyarım hep...
Simdi ben Eski bir Magirus bulsam girip içine ağlarım. Ne yana dönsem karanlık bu ne biçim cumartesi. İçimde bir gölge bilmiyorum ki neyin lekesi...
Hava soğuk ve ben yorgunum.
Gitmeliyim ama yorgunum.
Susmalıyım artık -ki dinleyen de kalmadı zaten !-
Çok yorgunum.
Boş bir vagon bulsam girip içine ağlarım.
Tersiz ve telaşlıyım. Yolun sonuna doğru kopup dört yana dağılan tesbih parçaları gibiyim.
Ama işte umut bu !
Bitsin deyince bitmiyor.
Ömür gibi !
Bitsin demek , günah gibi.
Kırık bir sandal bulsam girip içine ağlarım !
Bütün unutulmuşluklarımı tek bir gecede unutup.
Kabul eder mi beni tahta, su ve karanlık.
Maviliğim...
İçimin gülen yüzü !
Uygunsuzum ve uykusuz
Kesilsin artık sesim !
Yüzün gelsin, üstümü örtsün.
Hazreti Sevgili...
İnsan, hissiyat içinde bulunduğu insanlara görünmez ince tellerle bağlanırmış; ayrılık vaktinde bu bağlar gerilmeye, kopan keman telleri gibi acı sesler çıkarmaya başlar, her birinin gönülden kopup ayrılması, bir ayrı sızı uyandırırmış.
Aslında ben sana sadece bir merhaba deyip gidecektim. Çünkü sevdiğim , bekleyişler pas tutuyor yüreğimiz daldıkça. Kapının arkasındakilerle kuruyoruz hayallerimizi. Bilirsin, kalp atışlarının dahi kapıda beklemekle alakası çoktur. Meçhule olan hislerimiz maluma olan hislerimizden bilhassa daha çoktur. Çünkü hayaldir insanı uzun yaşatan. Sonra kifayetsiz bir sözün hamallığı kalır üzerimizde !
Zira, kâfi olanı bir lahza taşımayız...
Kadınım...
Bir gün baksam ki gelmişsin bir güvercin gibi yorgun uzaklardan yâr.
Gözlerinde bir bitmez, bir tükenmez güzellik, saçlarında ilkbahar.
Bir gün baksam ki gelmişsin...
Gülüşünde taze serin bir rüzgâr, ellerin yine ilk doğduğun an kadar güzel, çiçek açmış dokunduğun bütün kapılar...
Bir gün baksam ki gelmişsin...
Hasretin içimde sonsuzluk kadar.
Şaşırmış kalmışım birdenbire çaresiz !
Dökülmüş yüreğime gökyüzünden yıldızlar.
Yaşanılası iklimim...
Bir gün baksam ki gelmişsin.
Ne yüzünde bir gölge, ne dilinde sitem var.
Tozlu pabuçlarını gözlerime sürmüşüm, benim olmuş dünyalar.
Haklıyım, direnmek kaybetmenin yarısıdır.
"Fakat Müzeyyen, bu derin bir tutku !" diyeni de, "Ben sana mecburum. Bilemezsin !" diyeni de,
"Başka tabipler istemem. Beni derde salan gelsin." diyeni de beni anlar...
Syn Sevdiğim...
Ferdi Tayfur dinler misin ?
Ben dinlerim.
Şöyle der bir eserinde ;
"Sevgim yüce ! Dağlar kadar. İçerimde volkan kaynar. Anlamazsın, sen meleğim ! Sevdalılar beni anlar. Candan seven beni anlar. Aşık olan beni anlar."
Anlayabiliyor muyum ? Sanmam.
Biliyor muyum ?... Bilmem ki...
Anlatabiliyor muyum ? Sanmam.
Biliyor muyum ?... Bilmem ki...
Bir de , aklın da olsun ; seni en güzel ben severim.
O kadar.
Sana saçma gelebilir fakat sormam gerek ...
Bir insan bir kadını böylesine sever mi?
Gözlerinden öperim.
Uykusuzum.
Yanıma uzanıp üzerimizi örter misin ?
1 note
·
View note
Text
Gündoğumuna İthafen
Bazen hayata edebi roman muamelesi yapıyorum. En çok da gündoğumuna. Gündoğumu dediğin milat gibi geliyor bana. Gece çökünce sen de çöküyorsun bir yandan. Bir köşeye çekilip iç hesaplaşmanı yapıyorsun. Monoloğun ardı arkası kesilmiyor. His ağacının dallarında geziniyorsun. Kızıyorsun önce. Affetmek gelmiyor içinden. Gurur basamaklarını tırmanıyorsun emin adımlarla. Merdiven çıkmak yoruyor sonra. Olduğun yere oturuyorsun. İçinde bu kadar yıpratıcı duygu biriktirdiğin yeter diyorsun. Bak birazdan güneş doğup etrafı aydınlatacak. Ayaz da sis de kaybolacak. Çiçekler böcekler renklerine kavuşacak yeniden. Denizlerin göllerin içi ısınmaya başlayacak. Kuşlar birbirine olanı biteni anlatmaya başlayacak, sen onları dinleyip gülümseyeceksin. İnsanlar âlemini pek sevemediysen doğayı örnek al sen kendine. Olanı biteni doğayla benzeştir. Gece olur da karanlık çökerse, bir de sis kaplarsa ortalığı, korkma bekle. Güneş doğup da etraf aydınlanmadan gördüklerine anlam verme. Yanılırsın çünkü. Karanlık olunca kendilerini gösteremeyen çiçeklere bak. Renklerinin kaybolmadığını biliyor onlar, güneşin doğup kendilerini tekrar parlatmasını bekliyorlar sadece. Sende de renkler solduysa, sabret güneş elbet doğacak. Kendini deniz say. Onun soğukluğunu atması için biraz güneşe ihtiyacı var. Senin güneşin ise sevgi, şefkat, umut, hayal, af… Senin de için bunlarla ısınacak. Buzların çözülecek. Kalpleri çürümüş insanlar alacak eline mikrofonu bazen. Dillerinden kötü şarkılar dökülecek. Nasıl ki kuşları dinleyip gülümsüyordun, onlara da gül geç. Dinleyen olmadığını anlayınca başka diyarlara göç ederler zaten. Özetle; batıp karanlıkta bıraksa da, yine doğmak güneşin fıtratında var. Sen gözünü gökyüzünden ayırma.
2 notes
·
View notes
Text
Göstermelik bir hayat yaşadığımı düşünmüyorum.yani insanların yorumlarını dikkate alır önem verdiklerimden etkilendiğimi inkar edemem ama neysem oyumdur fazlası olmak için çabalamadım yada daha azıymış gibi yapmadım hiç. Çabalarım hep kendi kendimi daha iyi yerlerde görmek içindi, belki taktir edilmedim.edilmedim diye bozuldum, bozulunca da tökezlerim ama devam ederim.Bazen odak noktamı değiştiririm bazen o odaktan vazgeçerim ama çabalamaktan vazgeçmedim hiç. Bilindik bir ailenin kızı olmak sorumluluk getirir. Aşırı özür ruhunuzda olsa o edep adap gelenek görenekten vazgeçemezsin.vazgeçemezsiniz de çünkü siz zaten öyle görmüş öyle büyümüşsünüzdür.Bazen ruhunuz aşırı özür olur ama görgünüz çekiştirir bi yanından. Bunada takılmadım hiç. Ama insanların içi kötüyse korkun.kötülük bulaşıcı çünkü .. kötü düşünmek düşündürmek köyüye yormak kötü tarafını seçmek bunlar hep senin seçimin, seçme.Ben seçmedim bunlara ramen iyiye iyiyi yönünden bakmaya onunda bi sebebi vardır elbet demeyi seçtim.bu seçim beni kırılgan yapa yapa güçlendirdi belki bu seçimlerinden dolayı başıma gelenlerle büyüdüm.10yaşındayken 30 olmayı 30 ken 60 olmayı ben seçmedim mesela ama duygusal yapınız bazen sizi olduğunuzdan ileri atabiliyor.umarım bu tarafınızında size ait ve geliştirilmesi gerektiğini unutmazsınız benim gibi.benim gibi diyorum çünkü hala unutuyorum.bu bazen beni başkalarının yanında bazen de sevdiklerimin yanında zayıf kılıyor. Zayıf kılıyor diyorum çünkü ben ne kadar bu yanımıda sevsem ondan sevmiyor aksine küçümsüyor bile, garip. Hayatım dönüm noktalarından ibaret ve bunu hep ailemin erkekleri belirledi maalesef. Babam vefat ederek abim horgörerek dayım küçümseyerek.istemeden büyümek ne kadar zor bilseniz.bilseniz biraz hak verirsiniz animasyon izlemelerime peluş oyuncak hatta barbie sevmelerime.. büyümek.aileyle büyümek.arkadaşlarla büyümek.her daim sınav her anı film sahnesi fragmanı bazen olayların gidişi.. dağılıyor gibi gelmesin dağınığımdır zaten ben konularıda kendimi de dağıtır dağıtır tüm o dağınıklık içinde de bulur toplarım. Zor arkadaş seçmek dost edinmek derler ben hiç zorlanmadım aksine hep çok kolay oldu arkadaş edinmek.arkadaşlıktan anladığım en başından beridir aynı çünkü.babam annemden öyle gördüm. Zor zamanında dar zamanında canın sıkkınken en mutlu anında koşup gelen, sana vakit ayırabilen seni dinleyen seni kışkırtmadan taraf tutmadan neyse o olması gerekeni yorumlayan yanlışsan yanlışsın arkadaşım diyebilen doğruysan başarılıysan başardıysan birşeyleri senin başarınlada gurur duyan alkış tutan destekleyendir arkadaş. Diğerleri ne ben bilmiyorum. Keza hep böyle olduğumu düşünüyorum.böyle olduğumu düşünmeyen ne benle nede böyle olmayanlada ben arkadaş olmayayım olmasın zaten.arkadaş işini çözdük aileye dönelim mi? Aile türk insanında hem hasas nokta hemde en kör nokta sanırım neden böyle olduğunuda çözemiyorum.ama aynı zamanda da en acımasız nokta.acımasız dedim çünkü ailedeki olaylarlar da insanda kabuk bağlayamayan yaralar oluyor derinlere gömmek istesen olmaz illa biri kaşır hastalık hastası gibi sende sürelli üstelersin acaba diye diye işte bu kendi kendini yiyip bitirmeler sonucunda akıl uçar duygular zaten şelale ve ardından koca içi doldurulamayan boşluk.
0 notes
Text
“Yazgımız”
Bizim yazgımızda, çocuk çağında ölümler görmek vardı. Ağlayan yetişkinlerin çaresizliğinde “Çare nedir, neden bulunmaz?” sorgulamak vardı. Gözümüzün önünde eriyen hayatların, erirken çıkardığı gürültüler, havada uçan tabaklar, çatallar, döş, bağır saplanan bıçaklar ve yerlere mum gibi damlayan kan vardı.
Yere düşen dondurmasına öfleyip yemeye devam etmek zorunda hisseden çocuğun hayattan korkusu pek az olur. Öğrettiler kazanmadan harcamanın olanaksız olduğunu, daha “Para” nedir anlayamadan. Kısa pantolon, ayıptı, yokluk göstergesiydi, garibanlığın alt yazısıydı. Öyle ha deyince nerede kavuşmak! Çok istediğini, her çocuk ispat etmek zorundaydı. Öyle ağlamak, küsmek, sofradan kaçmak falan da sökmez! Aç yatarsın, sopa yersin, derdini dinleyen bile olmazdı.. Küçücük elleri her yaz tatilinin başından sonuna kadar tinerle silinmiş, tırnak araları boya dolu, gözleri yorgun, bir bisiklet hayali daha gerçek olmadan suya düşmüş şekilde başlarken yeni seneye, “Ödev yapılmamış!” diyerek cetveli yerken avuçlara, “Biter elbet” dediğimiz anılarımız vardı. Cetvelden sonra sıranın soğuk demirinin iyi geldiğini öğrenince, toyluk çağımızda yediğimiz odunlardan sonra sırtımızı çok soğuk duvara yasladık elbet! Yoksa o sızılar nasıl dinerdi maazallah...�� Hem sevmenin, hemde sevilmenin kıymetini iyice kavradığımızdan, ilk büyük sevdamız, memleket, vatan, bayrak ve atalarımız oldu, öyle de kaldı sonra. Çünkü hangi havva kızına ve adem oğluna araladıysak gönül kapımızı, kovmak zorunda kaldık cennetten kovuldukları gibi...
Kim derse ki, sevginin gücü büyüktür, sonsuzdur, hele gelsin bize anlatsın! Ulan sevmediğimiz kimden ihanet görmüşüz? Tetikte olmayı öğretmelerinden başka ne hayırlarını görmüşüz? Yazgımız bu ya, ibret olmaya sanki gönüllü olmuşuz!
Satır satır bağrımıza düşen gamdan kaleler kurmuş, içine yetim sevdamızı koymuş, “Bu da böyle olsun, eyvallah!” demeyi kendimize huy bulmuşuz. Ee dedik ya, yere düşen dondurmaya üfleyip yemişiz diye, vazgeçmeyi öğrenmeden unutmuşuz. Yine devam kendimizi siper etmeye, devam affetmeye, devam ihanete gel demeye, devam derde deva olmak için ölmeye giden yollarda yürümeye... Milyonlarca mutlu insan var dünyada, ehlikeyf, gözleri yaşam sevinci dolu, ne ibret olma görevleri var, ne örnek, ne feda etme bir şey için çok şeyini. Bize de kalem sağ olsun, bir yazgı yazmış, tut kulpundan, taşı boynunda... Ölsen de bir, kalsan da!
BAYBA
2 notes
·
View notes
Text
ilk durak neresiydi? nerden başlamıştık?
nasıl başlayacağınızı bilmediğiniz şeylerin sonu sizi hiç bilmediğiniz yerlere götürür. bi bilinmezlik içinde yaşamak hiç başlayamamaktan daha mı iyi bilmiyorum. ya da artık neyin iyi neyin kötü olduğunu bilmediğim bir noktada sadece olması gereken neyse olsun diye bekliyorum. ben birkaç söz yazarım birinin acısına dokunur, birinin kaçışına. birinin mutluluğuna yol açar, biri yüzleşmekten korktuğu için okumaktan bile kaçar. nasıl başlayacağımı hiç bilmiyordum, nereye gider bilmiyorum. belki birine umut olur, belki de biri hayal kırıklığını çekip çıkarır içinden. ben bilmiyorum. kimbilir?
sanırım herkesin hayatında bir “bilmiyorum” dönemi mevcut. oldukça kızgınım, bazen kırgın, ara ara bir şeylerden kaçma istekli. kime konuşmak istiyorum ya da kime sonsuza kadar susmak. anlatmak istediğim bi şeyler var ama kime, neden? öyle bi yerdeyim ki sabaha kadar konuşsam bir kişi bile anlamaz, sussam kendime yazık.
senden başlıyorum. sen biliyorsun kendini. ben miyim acaba diye düşünen herkese burası ve ben değilimdir diyen hiç kimseye. uzun zaman sonra ne yazabilirsin ki isteyerek gittiğin veya seni zorla gönderen yere? nasılsın?
hayatında sağına soluna çarptığım yerler nasıl, iyileştiler mi? hayatımda sağına soluna çarptığın her şeyi attım bir kenara. başlamaktan korktuğun için hep yarım bıraktıkların nasıl? giderken geride bıraktıklarından aynı kalır sandığın her şeyin birer birer değişmesi, değişirken bir yandan yok olup gitmesi nasıl? sen nasılsın bütün bunlar olurken?
iyiyim diyebildin mi, her şey yolunda diyebildin mi kendine bilmiyorum. ben çoğu kez diyemedim. iyiyim sanarken birinin öylece sırf yolda karşılaştığımızda ayıp olmasın diye sorduğu basit bi “nasılsın” sorusuna takılıp kalınca sorguladım hayatımdaki her şeyi, yolunda gitmeyen hiçbir şeyi ve her düşündüğümde boğazıma oturup kalan bir şeyi.
çok düşününce kaybolunur. çok kaybolunca kendini bulamazsın. kendini bulamadığın yer aslında tam olarak kendinle baş başa kaldığın yer. çık bakalım işin içinden çıkabilecek misin? bu zamana kadar tutmaya çalıştığın şeyler başına yıkılmaz mı sandın? bu enkazın altından kalkabilecek misin?
başla bi yerden. mesela bugüne kadar kendine bile söyleyemediklerinden yola çık. onca zaman gidememek diyerek kendini kandırdığın şeyin aslında gidememek değil de gitmek istememek olduğunu anlat kendine. her güzel şeyde onun payı var sanarken hayatının neden o kadar batağa saplanmış olduğunu hiç düşünmedin dimi? iyice güçlendiği yerden usulca kopmak mıydı yoksa inceldiği yerden tak diye mi? belki de hiç bağlanmamıştınız, ne dersin? bilmiyorsun değil mi? ama ben biliyorum. verdiğin değeri görememenin de bi sınırı var. usulca beklerken verdiğin değerin zerresini göremeyeceğini anladığın yerdesin, burası vazgeçiş eşiği. usul usul beklediğin yerden usul usul kalk şimdi.
kendine konuşa konuşa bitirir insan kendini, biraz da onlara anlatmak ister misin? dinleyen olmasın bırak, elbet birinin kulağına çalınacak. söyle içinde kalanları. her an incinme kaygısıyla yaşamanın zorluğundan bahset. bir şeylere yeniden başlama hevesini tam buldum derken içinde sıkışan o hisleri, bir türlü kurtulamadığın o daralmayı anlat.
noldu? sanki çok şey anlatmışsın gibi hissederken aslında tek bir cümle bile kuramadığını fark ettin değil mi? sabaha kadar konuşsan yoluna girmeyeceğini bildiğin şeyler, seni kendi kendine konuşturacak, her konuşmanda içten içe yiyip bitirecek seni. gizlice damarlarında dolanan bi hastalık gibi aynı. alış buna.
alış çünkü nasıl geçer bilmiyorum. kapını çalan her şeyi ve herkesi kolların bağlı beklediğin, öylece kafanı eğip karşıladığın yer burası. burası senin kabullenme eşiğin.
sen, kendinden kaçan herkessin. sen, kendinden kaçamayan hiç kimsesin. kaçmaya çalışırken yakalandığın kendine söyle; ilkleri geçtik, burası son durak.
1 note
·
View note
Text
Dostluk Sözleri
Acıların bir kum tanesi kadar küçük, mutlulukların nisan yağmuru kadar bol olsun. Hayatta bir kere ağlarsan oda mutluluk olsun.
Kilometrelerce uzaklıklara gizlenmiş olsa da dostluğumuz aynı gökyüzünü paylaştığımız sürece dostuz!
Paylaşacak dostlar��nız yoksa iyi şeylere sahip olmanın bir zevki de yoktur.
Dostlar ırmak gibidir, kiminin suyu az, kiminin çok... Kiminde ellerin ıslanır yalnızca, kiminde ruhun yıkanır boydan boya.
Aşk ve arkadaşlık bir gün yolda karşılaşırlar. Aşk kendinden emin bir şekilde sorar: "Ben senden daha candan ve daha yakınım. Sen niye varsın ki bu dünyada?" Arkadaşlık cevap verir: "Sen gittikten sonra arkanda bıraktığın gözyaşlarını silmek için."
Dostlarınla öyle yaşa ki düşman olduğunda hakkında söyleyecek sözleri olmasın. Düşmanlarınla öyle yaşa ki dost olduğunda yüzün kızarmasın.
Dost vurulunca değil, unutulunca kahrından ölürmüş. Biz dostlarımızı kır çiçekleri gibi avucumuzda değil, kurşun yarası gibi yüreğimizde saklarız.
Duygular vardır anlatılamayan, sevgiler vardır kalplere sığmayan, dostluklar vardır hiçbir şekilde yıkılmayan, bazı insanlar vardır asla unutulmayan.
Dost bazen minik bir kuş bazen var olmayan sevgili, kimi zaman saksıda bir çiçektir, ama asıl dost seni senden çok sevendir.
Her dostluğun gökyüzünde bir meleği varmış, yeryüzünde biten her dostluk için gökyüzünde bir melek ağlarmış, sana ant olsun ki bizim meleğimiz asla ağlamayacak…
Bir sürü dostunun içinde elbet düşmanların olacak ama unutma ki, Onca düşmanın içinde belki seni dostun vuracak.
Dost dediğin deniz kenarındaki taşlara benzer, önce birer birer toplarsın, sonra yavaş yavaş atmaya başlarsın. Fakat bazılarını atmaya kıyamazsın, sen atmaya kıyamadıklarımdansın.
Dostluklara mesken bu yürek, aşklara değil. Sevgilinin gözlerine değil, dostun sözlerine, selamına, merhabasına muhtaç bu yürek. Merhaba ey dost! Bu gece de yürektesin.!
Sevginde ölçülü ol ey gönül, sevdiğin düşmanın olur bir gün, düşmanlıkta katı olma ey gönül, düşmanın dostun olur bir gün…
Ruhumdan başka dostum olmadı ve derdimi dinleyen sadece gönlüm vardı.
Deniz derindir durulmaz, dostluk ebedidir unutulmaz.
Dostluğun kolları birbirimizi dünyanın bir ucundan bir ucuna kucaklayabilecek kadar uzundur.
Baki dostluk adına nice dilekler vardır. Ölümün dahi ayrılık sayılmadığı gönüller vardır. Mesafeler araya set çekmişse ne çıkar. Sevgide birleşen yürekler vardır.
Önümden gitme, seni izleyemeyebilirim. Arkamdan da gelme, yol gösteremeyebilirim. Yanımda yürü ve yalnızca dostum kal. Albert Camus
Kimi vakit sönen hayat ateşimiz rüzgar gibi bir başkası tarafından körüklenerek alevlenir. Ve her birimiz bu ateşi tekrar canlandıran dostlarımıza en içten teşekkürlerimizi borçluyuz. Albert Schweitzer
Delilik gençliğin dostu, akıllılık yaşlılığın süsüdür. Aleksis Kivi
Bir kimsenin düşmanının düşmanı olması, onu dost edinmeye kâfi sebep değildir. Arif Nihat Asya
Dostluk ve hakikat gibi iki iyi arasında hakikati yeğlemek gerekir. Aristo
Dostunun kusurlarını ona yalnızken söyle, başkalarının yanında ise onu öv. Aristo
Dost sanma şanlı vaktinde dost olanı, dost bil gamlı vaktinde elinden tutanı... Atasözü
Bencillik dostluğun zehridir. Balzac
İyi dostluklar temiz hesaplarla kurulur. Balzac
Düşmanına borç verirsen onu kazanırsın, dostuna borç verirsen onu kaybedersin. Benjamin Franklin
Benim en iyi dostum terzimdir. Çünkü ne zaman beni görse, derhal o andaki ölçülerimi alır. Oysa bütün öteki tanıdıklarım benim hala eskisi gibi olduğumu düşünürler. Bernard Shaw
Dostlarınıza bir gün düşmanınız olabileceklermiş gibi, düşmanlarınıza ise bir gün dostunuz olabileceklermiş gibi davranın. Bernard Shaw
Düşmanım dost olacağına, düşman olsun daha iyi. Bias
Başka türlü davranmak açıkça gerekmiyorsa herkesle dost olmaya çalış ama kimseye teslim olma. Buda
Gerçeğin en büyük dostu zaman, en büyük düşmanı tarafgirlik ve en sadık arkadaşı da alçakgönüllülüktür. C.C. Cotton
Yalnız kendi nefsini düşünerek dost arayan, hizmetçi arıyor demektir. Cenap Şehabettin
Dostluktan saygıyı kaldıran onun en büyük süsünü kaldırmış olur. Cicero
Dostuna da, düşmanına da yardım et, çünkü o zaman dostunla daha yakın dost, düşmanınla da dost olursun. Clebul
Başkalarıyla ilgilenmek suretiyle iki ay içinde dostlar kazanırsınız. Başkalarının sizinle ilgilenmesini beklerseniz iki yıl içinde bir dost kazanamazsınız. Dale Carnegie
Açlık, ne dost, ne akraba, ne insanlık, ne de hak tanır. Daniel Defeo
Bir akıllının dostluğu tüm delilerin dostluğundan daha iyidir. Demokritos
Tek dostum kitaplarım, tek düşmanım cahil dostlarım. Diderot
Düşmanınız yoksa, dost bakımından da aynı durumda olmalısınız. E.Hubbard
Bozulan dostluktan sonraki nefret, meyvelerin en öldürücüsüdür. G.E.Lessing
İnsanların en büyük dostu, zorluklardır. Çünkü onları karşılaştıkları bu zorluklar kuvvetlendirir. Gassion
Yardıma çağırdığım şey acılardır. Çünkü onlar dosttur ve iyi öğütler verirler. Goethe
Yeterince dikkatli olup da dostlarımızın yalnızca bize uyan yanlarıyla ilgilensek ve geri kalan yanlarıyla uğraşmasak dostluklar daha dayanıklı ve daha sürekli olurdu. Goethe
Dost, onunla birlikteyken gerçekten olduğun gibi görünebileceğin, ruhunun tüm gizliliklerini ona anlatabileceğin biridir. Onunla birlikteyken kendini korumana gerek yoktur. J. J.Rousseau
Gerçek dostlukta, yaratılışları bayağı olanların alamayacakları bir tat vardır. La Bruyere
Balın varsa, sineğin bol olur. Cervantes
Daima iki dosttan biri, diğerinin kölesidir. Lermontov
İyi askere sahip olunca, insanın her zaman iyi dostları olacağını kim bilmez. Machiavelli
Cennet ve cehennemle ilgili ileri geri laf söylemek istemem; çünkü ikisinde de dostlarım var. Mark Twain
Kim kazanmazsa bu dünyada bir ekmek parası, dostunun yüz karası, düşmanının maskarası. Mehmet Akif Ersoy
Bir düşmanı affetmek, bir dostu affetmekten daha kolaydır. Mme Dorothe Deluzy
Dostluğun kolları birbirimizi dünyanın bir ucundan bir ucuna kucaklayabilecek kadar uzundur. Montaigne
Gerçek dostlar yıldızlara benzerler. Karanlık çökünce ilk onlar gözükürler. Napolyon
Güller, laleler, bütün çiçekler solar. Çelik ve demir kırılır ama sağlam dostluk ne solar ne de kırılır. Nietzche
Tam dostluk benzer arkadaşlar arasında olur. Nietzche
Ne dostuna iyi, ne düşmanına kötü de. Pittacus
Dostlarımla beraber olduğum zaman yalnız değilim. O dakikadan sonra da iki kişi değiliz. Pythagoras
Ufak hatalar için dostunla darılmaktan sakın. Pythagoras
Kendine verebileceğin en iyi hediye iyi bir dosttur. Robert Louis Stevenson
Ömrünü seyahatle geçirenler birçok otelci bulur, ama dostluk kuramaz. Senaca
Aklın bağlamadığı dostluğu, akılsızlık kolayca çözebilir. Shakespeare
Denendikten sonra dost edindiklerini bağrına bas, ama her ilk tanıştığınla, hemen el sıkışıp dost olma. Shakespeare
Dost yarası yaraların en derinidir. Shakespeare
Felaket, dost sayısını sıfıra indirir. Shakespeare
Gece hırsızın, ışık hakikatin dostudur. Shakespeare
Ne kimseden borç al, ne kimseye borç ver. Çünkü ödünç para veren, çok kere, hem parasından olur, hem dostundan. Shakespeare
Sen benim için, güzel dostum, asla yaşlı olamazsın. Çünkü seni ilk gördüğümde güzelliğin neyse şimdi de öyle görünüyor. Shakespeare
Zamanın, kime dost, kime düşman olacağı bilinmez. Shakespeare
Dostluk, mantar yemeği gibidir. Zehirli veya zehirsiz olup olmadığı ancak yendikten sonra belli olur. Uzakdoğu Atasözü
Eski elbiseler eski dostlar gibidir. Victor Hugo
Tanrım, beni dostlarıma karşı koru, kendimi düşmanlarıma karşı korurum. Voltaire
En büyük iyilik, arkadaşına ikramda bulunmaktır. Abdullah bin Abbas
Yalnızlık: tek ağaçlı bahçe... Adonis
Birlikte hiç gülmediğimiz bir kimseyi gerçekten sevemeyiz. Agnes Replier
Öyle zamanlar oluyor ki, en çok yanında olmak istediğin bir an önce gitsin, uzaklaşsın istiyorsun; onun civarında olduğunu bilmek, onu görebileceğini bilmek ve görememek… Bu çok zalimce. Ahmet Altan
Gerçek bir arkadaş, iki gövdede yaşayan bir ruhtur. Aristo
Arkadaşlığını ispat edene kadar hiç kimse gerçek arkadaş değildir. Beaumont
Başkasının önünü aydınlatırken kendi yolumuza da ışık tutarız. Ben Sweetland
Üç kişi bir sırrı saklayabilir, eğer ikisi ölmüşse. Benjamin Franklin
Arkadaşlık, her zaman gölge veren bir ağaçtır. Calvin Coleridge
Arkadaş uğrunda ölmek kolay, fakat uğrunda ölünecek arkadaşı bulmak zordur. Cervantes
Kediyle oynaşan, tırmalanmayı göze alır. Cervantes
Komşun hakkında hüküm vermeden önce, iki ay onun mokasenleriyle yürü! Cheyenne Kabilesi
Size yapılan en ufak bir yardımı sakın unutmayınız, yaptığınız en büyük yardımı ise hiçbir vakit hatırlamayınız. Chilon
En iyi öğüdü ancak kendine verebilirsin. Cicero
Arkadaşlık kavun gibidir. Neden mi? Bir tane iyisini bulmak için yüzlercesini yoklarsanız da ondan. Claude Mermet
Başkalarına kendilerinden bahsetme fırsatı veriniz. Dale Carnegie
Başkalarının sana nasıl davranmasını istiyorsan sen de öyle davran. Dale Carnegie
Bırak muhatabın içini boşaltıp döksün. Çünkü karşındaki kendi işini, meselesini senden çok daha iyi bilir ve anlatır. Bu konuda ona sualler sor o da cevap versin. Dale Carnegie
#Sevgi Dostluk Mesajlar��#Güzel Dostluk Sözleri#DostlukSözleri Facebook#dostluk sözleri#dostluk mesajları#Dost Sözleri#Arkadaşlık Sözleri
3 notes
·
View notes
Text
Ülkemizin büyük bir ihanet içinde olduğunu söyleyen Burak Söylemez "Korkmuyorum sizden!" dedi!
https://osmaniyemhaber.com/?p=47847 Ülkemizin büyük bir ihanet içinde olduğunu söyleyen Burak Söylemez "Korkmuyorum sizden!" dedi! Geçtiğimiz günlerde sosyal medyadan video ile Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın vatana ihanet ettiğini açıklayan Burak Söylemez uzun bir süredir sessizliğini korumaktaydı… Zaman zaman kendi web sitesinde ve sosyal medyada yaptığı açıklamalarla belirli kişi ya da oluşumların hedefi haline geldiğini ancak bundan korkmadığını söyledi. Yaptığımız röportajı ise aynen aktarıyoruz. Muhabir: Cumhurbaşkanını vatana ihanetle suçluyorsunuz. Bu çok büyük bir suçlama. Nerden çıkardınız bunu? Kimden bu bilgiyi aldınız? Burak Söylemez: İlk olarak bu soruyla başlaman güzel oldu. Cumhurbaşkanı demiyorum ben ona artık. İsmini dahi ağzıma almıyorum. Çok iyi bilinmelidir ki herhangi bir örgüt, dernek, kurum, kuruluş ya da kendi ülkem dışında herhangi bir yabancı ülke ile bağlantım yok. Tek başıma mücadele veren, bu ülkede doğup büyümüş bir adamım ben. Hiç kimse ile de bağlantım yok. Kendisini de suçlamıyorum. Bir insanı suçlamak demek, o insana konu ile ilgili suç iddialarında bulunmak demektir. Kendisi açık ve net bir şekilde vatana ihanet etmektedir. Ayrıca insanlık suçu işlemektedir. Hem de Türk Milleti’ne benim milletime karşı. Bu bilgiye nerden ulaştığıma değinecek olursak, komedi filmi gibi o kısım… Muhabir: Nasıl yani Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan insanlık suçu da mı işlemektedir? Bu iddialarınızı kanıtlamanız istenecek biliyorsunuz değil mi? Eğer yapamazsanız vatan haini ilan edilen siz olacaksınız. Burak Söylemez: Evet. Farkındayım. Zaten geçmişte vatan haini ilan edilmeye, kendi ülkemin bakanlarına ve diğer kurumlara düşman edilmeye çalışıldım. Hatta yarısı bana ait diğer yarısı uydurma ses kayıtlarım dinletilerek yakınımda olan insanlara, komşularıma, arkadaşlarıma bile düşman edildim. Bana herkes düşman olsun, hatta vatan haini olarak ben idama dahi razıyım. Ancak ben kendi ülkemi, kendi halkımı, kardeşlerimi ve büyüklerimi nasıl düşünmeden yaşayayım? Size yapılanın farkında değilsiniz. Peki ben nasıl uyuyayım? Benim öyle bir yapım yok ne yazık ki. Ben buna sessiz kalamam… Muhabir: “Sizi yapılanların farkında değilsiniz.” diyorsunuz. Bu ne demek? Burak Söylemez: Siz hiç zombi filmi izlediniz mi? İşte aynen oradaki zombilere dönüştürüyorlar benim halkımı Türk Milletini. İnsani duygularınız bizden alınıyor. Komşuluk, arkadaşlık, dostluk, hatta anne-babalık duyguları bile yok oluyor insanların. 35 yaş üzeri herkes bunu anlayabilir. 15 sene öncesinde insan ilişkileri böyle miydi? Onlara soracak olursanız “Çağ değişti. Devir değişti.” gibi cevaplar alırsınız. Başka cevapları yoktur. Ancak bu sorunun asıl cevabı bu değildir. Tüm insanlar tesir altında olduğundan benim dediklerimi şu an anlayamayacaklar. Ancak zamanla herkes anlayacak. Muhabir: Şu an sizi ben de anlayamıyorum gerçekten. Bu nasıl mümkün olabilir? Burak Söylemez: Siz hiç sakinleştirici kullandınız mı? Ben de kullanmadım. Ama sakiniz değil mi. (Gülüyor.) Şu an güldüğüme bakma. İnanılmaz öfke doluyum. İnanılmaz bir hayal kırıklığı yaşıyorum. Acınacak haldeyiz. Ülkemin savcıları, hakimleri, polisleri beni duymuyor. Aslında hepsi duydu. Ancak inanamıyor. İnanacaklar. İnanmak zorundalar. Kendi çocuklarını, torunlarını düşünüyorlarsa, vatanını, milletini düşünüyorlarsa inanmak zorundalar. Ben hep söylüyorum. Cumhuriyet savcılarının ilk görevi, sözlü ya da yazılı olarak farkına vardığı ülkenin birlik ve bütünlüğüne zarar verebilecek her konuda soruşturma açıp, gerekli araştırmayı yapıp, sorumluları adalete teslim etmektir. Elbet bu ülkede vatanını, milletini seven, çocuğunun ve ailesinin geleceğini düşünen bir Cumhuriyet Savcısı çıkacaktır. Tabiki siz bu ülkenin Cumhurbaşkanını suçlarsanız kimse size inanmaz. Hatta aklınızdan şüphe ederler. Farkındayım. Bakın ben çağrımı açıkça yaptım ve sözlerimin arkasındayım. Tamamen halka açık, tamamen şeffaf bir soruşturma olacak. Soruşturma sonunda herkes anlamış olur. Vatan haini olduğumu benim halkım düşünürse idamın gelmesi şart değil. Ben zaten çıkar kendimi asarım. İdamın getirilmemesi de ayrı konu gerçi… Muhabir: Peki komedi filmi gibi dediniz. Siz nasıl öğrendiniz tüm bunları? Burak Söylemez: Aslında insanların birbirinden uzaklaştığının farkındaydım. Bunun bilinçli yapıldığını da farkediyordum. Her geçen gün beni dinleyen insanların sayısı azalıyordu. Hatta kimse kimseyi dinlemez oldu. Bir insanın tüm değerlerini yok edersen ne olur? Ben böyle bir dünyaya gözlerimi açmadım ki buna inanayım. Yapı meselesi herşey biraz da. Yapım gereği mantıksız olanı kabullenemiyorum. Yanlış düşünüyor olabileceğimi düşünüp araştırıyorum sonrasında da. Benim bu konuları öğrenmem ise tamamen bir şeyleri yanlış olduğunu görüp araştırmamla olmadı. Birileri ateşle oynadığını bildiği için gereksiz panik yaptı. Onların panik yapması, mantıksız olan şeylerin üstüne bir de şüphe eklememe neden oldu. Araştırıp bütün parçaları birleştirince ortaya çıkan tablo çok ama çok vahimdi. Bu ülkenin Cumhuriyet Savcıları ne zaman görevini yaparsa işte o zaman benim halkımın, Türk Milleti’nin, vatani görev diye ülkem için birbirine kurşun sıktırılan kardeşlerimin hesabı sorulacak… Muhabir: Anlattıklarınızdan tüylerim ürperdi. Açıkça söylemek gerekirse de çok korkuyorum şu an. Siz korkmuyor musunuz? Burak Söylemez: Korkmuyorum. Bu yolun sonunda ne olduğunu bilerek bu yola çıktım ben. Şu an bile evimin içinde bizi dinlediklerine eminim. Umrumda bile değil. Ben onları tanıyorum. Onlar beni henüz tanımıyor. Benden sonra bu ülkenin gençlerine mücadelemin nasıl bir miras olarak kalacağını bilmiyorlar. Beni yok ederek, hapise atarak, susturarak neyin ortaya çıkacağını bilmiyorlar. Bilemezler. Geriye dönük tarama yapıyorlar. Çünkü sistemleri çok kuvvetli. Ancak bilmiyorlar ki eski usül denen bir şey var. Hiç bir elektronik cihazın olmadığı yerleri duyamazsın. İnternetten arama yapmamışsa, hatta sosyal medya ile ilgisi yoksa ama benim yapmak istediğimi adım adım biliyorsa onları bulamazsın. Böyle bir şey mücadele etmek… Hesaplayamadıkları çok şey var. Mesela beni hesaplayamadılar. Aslında hesapladılar ancak yanlış hesapladılar. Benim bu kadar herşeyi bileceğimi herşeyi göreceğimi hesaplayamadılar. Şimdi Ayasofya üzerinden beni din düşmanı ilan edecekler ya, etsinler. Sabırsızlıkla onu da bekliyorum. Benim ülkemin geleneklerini, inanışını, benim kardeşlerimi, benim arkadaşlarımı kullanıp benim ülkemle, milletimle oynamanın hesabını hepsi verecek. Herkes kendine şu soruyu sormalı. Ben soruyorum kendime. Ben umutları olan kardeşlerimin, vatani görevini yapmak için orada olan kardeşlerimin vatan uğruna değil de vatana ihanet edenler için canını verdiğini bildiğim halde nasıl rahat uyuyabilirim? Ben bu ülkenin insanlarına her gün zarar üstüne zarar verenleri gördüğüm bildiğim halde nasıl rahat uyurum? Nasıl hiç bir şey yokmuş gibi davranırım. Tekrar söylüyorum kimse kusura bakmasın. Ben o şekilde yaşayabilecek bir adam değilim. Hiç bir zaman da olmadım. “Yolun sonu görünüyor.” demiş. Benim yolumun sonuna geldiğimi beni öldüreceklerini biliyorum tabiki. Ama 1993’teki Uğur Mumcu’yu öldürdüklerindeki gibi mi sonuçları olur orasını bütün dünya yaşayıp görecek. Herkesi adalet önüne çıkarmak, ya da bütün dünyayla uğraşmak gibi bir niyetim yok uğraşamam da. Benim hesabım daha hayatını yaşayamadan vatanı uğruna ölen kardeşlerim. Eğer Türk Milleti bu mücadeleyi vermezse onlar gerçekten bir hiç uğruna ölmüş olacaklar. Dışardakiler mi? Umrumda değiller. Sadece ben ölene kadar ülkemden ellerini çekecekler. Muhabir: Peki bütün herkes bir çeşit tesir altında diyorsunuz. Siz nasıl kendinizi korudunuz bundan? Burak Söylemez: Bundan etkilenmemek imkansız. Etkilenmedim demek yalan olur. Ancak en az etkilenen kişilerden biri benim diyebilirim. Şu an için size çok alakasız gelebilir bunun cevabı ancak söyleyeyim. Gündüz uyuyup gece ayakta kaldım, 17 yaşına kadar tamamen doğal besinlerle beslenmiş olmamın etkisi büyük, mesela bir şarkı popüler olduğu anda hiç dinlemedim. Güzelse bile belli bir süre sonra dinledim. Televizyondan uzak durdum. Görsel olan bir çok şeyden uzak durdum. Mesela son zamanlarda Youtube’dan video izliyorum onların da bildiği gibi. Uzak durmam gerekiyor aslında. Ama gerek yok. Benim neleri bildiğimi bilsinler istiyorum. Üniversite hayatım boyunca mecburen doğal yaşamdan uzak kaldığım için ben de maruz kaldım bunlara. Zaman çok önemli. Şu açıdan bak bir de, 32 yaşındasın. Kimse karşında konuşamıyor. Kendini hukuk, yapay zeka, siyaset gibi alanlarda yetiştirmişsin. Yüzde yüz haklısın. Ama kimse dinlemiyor. Sence daha önce ses çıkarmak istesem ne olurdu? Bu noktaya bile gelemezdim. Tamamen sussam ne olurdu? Beni kullanmaya çalışırlardı ve kullanamazlardı o zaman da sonuç aynı olurdu. Ayrıca zaten istedikleri de bu. “Biri konuşacak doğruları anlatacak ama onu dinleyen kimse olmayacak. Ne kadar bağırırsa bağırsın. Kimse onu duymayacak.” Ama yine eksik hesapladılar. İnsanların yapacağı şeyleri adım adım hesapladıklarını düşünenler, aslında onların yapacaklarının adım adım hesaplandığının farkında değil. Yolumuz uzun. Ama bir şey iyi bilinsin ben dönmeye gelmedim. Zaten bunun herkes farkında. Sadece henüz kimse içinde bulunduğu düzenin farkında değil. Kimseye de güvenilmiyor malesef. Bu koşullarda tek güvenebileceğimiz gençler var. Dünyanın dört bir yanında bizim meşalemizi taşıyıp umudumuzu yüceltecek çocuklar. Kimseye değil bir tek onlara güveniyorum…
0 notes
Text
Alternatif Dünya Filmleri: Slow West vs. Indiana Jones
Size Indiana Jones’un Slow West’e konuk olacağı hikayeyi anlatmadan evvel sanırım öncelikle Slow West’ten biraz bahsetmem gerekecek.
En genel tabiriyle “Slow West” bir western - yol filmi. John Maclean’in westerne farklı bir anlatım kattığı 2015 yapımı bağımsız İngiliz yapımında Michael Fassbender İrlandalı yalnız kovboy Silas’ı, Kodi Smit-McPhee ise hayatının aşkı Rose Ross’u bulmak için yollara düşen aristokrat bir aile çocuğu olan Jay'i canlandırıyor.
Size filmin konusundan artık daha fazla bahsetmeyeceğim, en azından bahsetmemeye çalışacağım, çünkü filmi izlemek isteyenlere gerçek hikayesi konusunda bir ipucu vermek istemem.
Zira denklemi doğru okursanız gerçek hikayeyi de bulabilirsiniz.
Bir de şunu bilmeniz gerekiyor, sinematografik açıdan doymak istiyorsanız Robbie Ryan size güzel bir görsel ziyafet yaşatacak bu filmde.
Filmin bir yandan bende uyandırdığı izlenime gelirsek, ilk sahnesinde Fassbender’ı görmemle birlikte onu Indiana Jones olarak düşünmem için sadece bir milisaniye yetti. Normalde büyük bir Indy sever olarak Harri-son Ford dışında birini o kadar da bu role yakıştırmazken, biliyorum Chris Pratt de başarılı olacaktır elbet, ilk kez bende “Harrison’dan daha karizmatik bir Indy olacaksa bu Fassbender olur” izlenimini uyandırdı.
Ve sonra da aklıma bu düşünce gelince, benim için Slow West bir western - yol filmi olmaktan çıktı. Adeta filmi Indiana Jones müzikleriyle izliyordum. Siz de fragmanı “Indiana Jones theme” ile izlerseniz aynı hype'a kapılabilirsiniz. Sonrasındaysa sadece şu soru beynimde yankılandı.
“Peki ya Indiana Jones Slow West’te olsaydı ne olurdu?”
Çünkü Indiana Jones serisi sevenlerinin bildiği üzere temeline, arkeolojik tarihsel ögelerden beslenen hikayeler koyan, türünün en iyi örneğidir.
Bir kere filmin adı “Slow West” değil “Indiana Jones & West, Ho!” olurdu.
Ve Indiana Jones’un meşhur kamçısı şahane bir uzun namlulu silaha dönüşürdü.
Ve filmimiz asla bu kadar sakin kalamazdı.
Indiana Jones & West, Ho!
Indiana Jones bu filmde olsaydı, film bu kadar sakinliğini koruyamaz ve bir takım sembollerin kaybolmasıyla başlardı.
Indiana vahşi batıda olduğu için bir okulda ders vermez fakat bir yerlerde tütün içip, muhabbetleri çaktırmadan barda dinleyen ödül avcısı olurdu.
Vahşi batının ödül avcısı Indy, bir gün barda otururken eski bir İskoçya sembolünün adını duyumsar ve içkisini gözleri parıldayarak yudumlar. İçkisini bitiren Indy çevreye bunu bildiğini çaktırmadan usulca kalkar, çıkışa yönelir. Bardan çıkan Indy atına atlar ve yollara koyulur.
Yollarda giderken su içmek için durakladığı yerde başka ödül avcılarının da kamp yaptığını gören Indy ağaçların arasına saklanır ve onları dinlerken onların yanındaki Jay’i fark eder. Jay’in o kişilerin elinde rehin tutulduğunu görür. Bunu öğrendiği andaysa şansına atının yanına sürünerek bir yılan yanaşır, atı korkar ve kişner. Indy filmin algoritması gereği doğada bir şey yaşaması gerektiğinden gizlenemez ve kendini kötü adamların önüne atmak zorunda kalır. Zaten atı korksun ya da korkmasın o Indy’dir, o yılanlardan korkar. Kötü adam çetesinin fark ettiği Indy el mahkum onlarla dövüşür ve kaçmak için elinden geleni yapar. Ara ara kaybedecek gibi olsa da o Indy’dir, ilk dövüşten hemen kaybetmez, kaybediyormuş gibi yapar. Filmlerden alışkın olduğumuz kovalamaca sahneleri burada western tadında düello ve atla kaçış sahnelerine dönüşür. Bir şekilde Indy’e yandaş olacak karakterimiz Jay ise kurtulur ve Indy’le birlikte kaçar.
Kaçış sonrası ikisini birlikte yollarda izleriz. Yollarda karakterlerimiz yakınlaşır. Jay, ona Rose’un hayatının aşkı olduğunu ve onu nasıl da kurtarmak için yollara düştüğünü anlatır. Indy yola neden çıktığından pek bahsetmez, sadece gezgin bir kovboy olduğunu söyler. İçki içmek için durdukları bir tavernada Indy, Rose ve babası John Ross’un başına konan 2000 dolarlık aranıyor ilanını görür, bunu gördüğünü Jay’e belli etmez. Birlikte çıktıkları yolda daha çok kelle avcısının peşlerine takılacağını fark eden Indy, artık daha dikkatlidir. Jay’in bu ödüle giden altın bilet olduğunu öğrenir. Başına ödül konanlardan olan Rose’un boynunda da eski İskoçya sembolünün olduğu kolyeyi görür. İlanı yırtarak cebine tıkıştırır. Indy gizemli.
Indy bunları yaparken farkında değildir tabii, aslında geçmişinden bir hayalet de onun bu hareketlerini görmüş ve çoktan ikilimizi gözüne kestirmiştir. Arkalarından pis bir sırıtış atar ve viskisini yudumlayarak kötü adamlık rolünü bu sahnede tamamlar. Kötü adam mutlu. Indy habersiz.
Kamp yaptıkları gece ikili uyuyacakken kampı davetsiz bir misafir basar. Görürüz ki Indy ve davetsiz misafirimiz tanışmaktadır. Geçmişten gelen bu karakter kötü adamımızdır ve Indy’nin üstüne gider. Elinde içkiyle çıkagelen eski dost yeni düşmanımız, Indy’e eski günlerin hatırına dercesine içki ikram eder ve eski dostlar ile Jay sarhoş olana kadar içerler. Indy ne kadar sarhoş olsa da kontrolünü kaybetmemeye çalışmaktadır, eski dostunun neyin peşinde olduğunu fark etmiştir çünkü. Bunun üzerine tartışan karakterlerimiz arasında bir gerilim olur ve bu gerilim anında davetsiz misafirin yanında gelenler Jay’i kaçırır. Zaten kaçırılmasaydı şaşardık çünkü Indy’nin geçmişinden gelen düşmanlar hep çevresindeki birini kaçırır ve işleri karıştırır. Indy kızgın. Jay şok!
Her zamanki filmlerde olduğu gibi bu kez vahşi batıda doğa üzerinden başka bir fobik bir gönderme yapılır ve Indy’nin kamp yaptığı alanın üzerinde kara bulutlar toplanır. Jay’in kaçırılması ve girdiği dövüş üzerine yorgun bir şekilde plan yapmaya çabalayan Indy’nin üzerine birden bulutlar çöker ve bir fırtına gelir. Indy bunun ara ara onları takip ettiğini hissettiği kabileler tarafından gönderildiğini farkındadır. Olabilecek en kısa sürede buradan ve büyüden kaçmaya çabalar Indy fakat nafile! Indy şok! Her şeyi ıslanmıştır. Görevine çıkmadan evvel şapkası, ceketi ve uzun namlulu silahıyla aksiyon sahnesine uzunca bir selamlama yapar ve bir yandan da ıslanan eşyalarını kurutarak yola koyulur. Çünkü o Indy’dir ne olursa olsun eşyalarını ve karizmatikliğini asla geride bırakmaz, üstünde değilse yanında taşır. Arkasından da ona büyü yollayan kabile yerlileri bakar ve ağaçlara geri saklanır.
Indy tek başına Ross ailesinin evine giderken bir yandan da yolda Jay’i kurtarmanın planını yapar. Artık tam paket göreve hazır olan Indy filmin son aksiyon sahnesine girdiğindeyse ortalık tam bir vahşi batı dünyasına dönüşmüştür bile. Ormanda Jay’i kurtarmak üzere ilerlerken etrafını bir anda Kızılderililer sarar, Indy’e zehirli ok fırlatmaya başlarlar ve bunlardan kaçmaya çabalayan Indy kendini bir sonraki sahnede Jay’in yanında bağlı bulur. Ödül avcıları Ross ailesinin evini bulmuş ve kurşunlara tabi tutmaya başlamıştır bile. Bütün ev ve içinde bulunduğu tarla kurşunlarla dolup taşar. Indy ayılır, bir kenarda bağlanmış yarı baygın Jay’i görür, kendini kurtardıktan sonra onu çözer, silahının tetiğini çeker, aksiyonun tam göbeğine dalar. Çünkü o Indy’dir, aksiyondan korksaydı ödül avcısı olmazdı!
Şanslı karakterimiz Indy az yaralarla bu dövüşten sağ kurtulur. Sadece bacağından yaralanan Indy, bir yandan ödül avcılarıyla kapışırken bir yandan da sarkastik yorumlarını kurşunlarının yanından eksik etmez. Kurşunlardan kaçarken Rose’u görür, ondan kaçmaz ama. Bir yandan aynı hızda flörtleşir. Çünkü Indy ne olursa olsun güzel kadın gördü mü kaçırmaz, en azından bir kuple dahi olsa flört eder.
Bu Indiana Jones filminde de bolca kötü adam ölür, ana kadın karakterimiz sağ olarak kurtulur. Kısa sürede görüp sevdiğimiz iyi yan karakter ise ölür. Hem de kadınını kurtarmanın hayalleriyle ölür.
Bu filmde de kötü ellerde tehlikeli olabilecek sembolümüz korunur ve onu korumak uğruna bir çok fedakarlıklarda bulunan maceraperest karakterlerimiz bir şekilde bunu başarması için Indy’e yardım eder.
Filmin sonunda ise her zamanki mağara yerine alabildiğine büyük bir tarlada küçük bir kulübe ev görürüz.
Vahşi batıda geçen Indiana Jones filmimiz ise böylece biter.
PS. If you want to read English, please click right and choose “translate to English”.
#indiana jones#michael fassbender#harrison ford#slow west#western#alternative scenario#scenario#movie#movieedit#translate to english
0 notes
Text
Oysaki söylemek istediğim halde söyleyemediğim ne çok şey var içimde. Saatlerce, günlerce hatta delirircesine yazma istediği duruyorken kalemimin ucunda.Cümleler boğazımda düğüm olmaktan çıktı artık, onlar farklı boyutlara erişti, farklı kimliklere büründü. Kimi zaman bir neşter oluyor ıslak, terli o gecelerde şakaklarıma dayanan, kimi zaman paslı bir hançer, öldürürcesine bağrıma saplanan.Anlatmak istediğim ne kadarda çok şey var aslında. Alışkanlıklarımı mesela, kırgınlıklarımı, hep kalışlarımı, vazgeçemeyişlerimi ve anlatamadıklarımı…Kimse anlamaz, dinlemez, kulak asmazken cümlelerime, bir dinleyene muhtaç yaşamak yoruyor adamı. Aslında dinleyiciden ziyade, anlayana ihtiyaç var bu hayatta.Ama ne kimsenin dinlemeye mecali var ne de anlamak için zaman kaybetmeye bir çabası. Herkes yoğun, herkes yorgun, herkesin işi başından aşkın, herkesin derdi benim gibi kendine büyük. Herkes ben gibi yaşarken iki nefes arasında hayatı, bir başkasının hayatı yorar insanı. Çoğu insan bu şekilde düşünürken ben bunu yıkanlardandım, hep dinleyen, yol gösterme çabası içinde olan belki bir yardımım dokunur kanısıyla ve belki bir gün beni dinler ümidiyle dinledim o hüzün dolu, acıklı hikâyeleri. Ben hep birilerini dinledim, birileri beni hiç dinlemezken. Şikâyet mi bu? Asla birikmiş bir takım cümleler, birikmiş bir takım can yakan sancılar, sönmüş bir ateşin közüdür söyleyemediğim cümlelerimin içerisinde bulunan. Hep bekliyoruz işte. Birileri dinler diye, birileri anlar diye, birileri gitmek için değil de kalmak için gelir diye, ‘’hayırlısı’’ değip hayırlısını beklerken, biz kendimiz hayırlı mıyız diye sormadan bekliyoruz işte. Hep bekliyoruz, hep bekliyorum. Kendimi bilerek yahut bilmeden, tanımadan birilerini bekliyorum, bekliyoruz. Çok şey istemeden, bir şeylere inanarak umudumuzu dile getiriyoruz bazı gecelerde dualar ile. Kadir, kıymet bilip, anlayıştan yoksun olmayan, bizi dinleyip bir şeyler için değil de bizi gerçekten biz olduğumuz için seven birinin gönlünü, yüreğimize nasip etmesini bekliyoruz en büyük sevgilinin. Sadece kadında değil, dostta da bu önemli, bunun hayaliyle uyuyup, yeni güne bunun ümidiyle göz açıyoruz. Bazı gecelerde zincirlerinizi kırıp, yanınıza hiçbir şey almadan gitme isteği yüreğinizde büyümüş ve bedeninizi ele geçirmiştir o duygu. Kendinizi fazlalık olarak görmüşlüğünüz olmuştur. Bazen nefes almakta güçlük çektiğiniz zamanlarda bir şarkıya, bir şiire, herhangi bir kitabın herhangi bir sayfasındaki bir cümlenin arasına saklamışsınızdır kendinizi. Yahut karanlık odalarınızın meskene benzeyen bir yerine çökmüş, kafanızı o soğuk duvara dayamışsınızdır çaresizcesine.Anlatmak istediğiniz nice şeyler varken, susup, kendi kendinizi dinlemek ölümlerin en beteri olsa gerek. Kendi kendinize anlatıp, kendi kendinize yol göstermek, ‘’Ulan belki de kaderimiz böyledir. Şimdi karanlık olan yerler belki de ileride aydınlıktır’’ değip kendi kendimizi avuttuğumuz o zamanlar ne beterdir. İsyan olmadan, sitemi dile dolamadan, küfre karışmadan geçirmek o geceleri en iyisidir, en hayırlısı. O kadar çok şey varken söylemek istediğim yine bir yerlerde takılıp takılıyor cümlelerim. Sahip olduğum kelimeler yetmiyor anlatmaya ve gücü yetmiyor kalemimin artık yazmaya. Doluyken bu kadar içim susmak, can götürüyor şu kısa ömrümden.Ah be, hiç haberi olmuyor kimsenin, içimizdeki bu gürültü patlamadan. Kimse duymuyor içimizde çocuğun feryat figan bağırışını, ağlayışını. Ama ne çok ‘’Nasılsın’’ diyenimiz vardır hayatta, aslında iyi olmadığımız halde ‘’İyiyim’’ değip geçiştirdiğimiz ne çok insan var. Biliriz çünkü anlattığımızda bizi anlamayacaktır ‘’Anlıyorum’’ dediği halde. Bekliyoruz işte aç olan birinin ekmeğe, suya hasreti gibi. Bekliyoruz hiçbir şeyi kalmayan birinin son umuduna sarıldığı gibi. Bekliyoruz yorgun bedenimizi gecelerin kara örtüsüne sarıp, geceyi içimize çeker gibi. Allah’ın olduğu yerde umutsuzluğa yer yok.Hangi dert gelmişte ölene dek kalmış ki?Hangi gecenin ardı sabahı bulmamış ki?Hangi hüznün sonu tebessüme varmamış ki?Bu da gelir bunlarda geçer. Birileri anlamak için, dinlemek için, dinlenmek için ve daimi kalmak için gelir ve bir daha gitmez.Bunun hayali, bu ümit kaybolmasın sol göğüsünüzün altında. Çünkü bir gün gerçekten gün bizim için doğacak. Mucize gibi görünen ne varsa gerçekleşecek, bizi mutluluktan ağlatacak o çok beklediğimiz şeyler.Bir çocuğun istekleri, umudu, gözyaşları kadar masumdur bazı insanların içi. Bilmezler ama bazı insanlar, bazı insanların içlerini. Güvenmek istemedikleri için, anlamak, dinlemekte istemezler bu adamları, bu kadınları.Ümitsizliğe yer yok ama bu kısacık hayatımızda.Olmaz dediğimiz nice şeyler olurken şu hayatta, bizim isteklerimiz de olur elbet.Kiminiz için yine bir avuntu olacak ama ben,‘’HAYIRLISI’’ diyorum.Bunca karalar içinde ak olana, bembeyaz olana erişmeniz dileğiyle.Gönlünüz kadar güzel olsun bahtınız, önünüzde. Ve son olarak duymak, anlamak istemeyenlere,
0 notes