#din ve tanrı
Explore tagged Tumblr posts
insanzee · 5 days ago
Text
Zavallısınız...
Tıpkı olmayan öte alem diye bir yerde yanma korkusuyla tapındığınız ilahınız gibi küfür, tehdit, hakaret edip korku salmaya çalışır, ama tanrınız gibi başaramaz, sadece huzur bozmaya çalışırsınız.
Hee, sizin ilahınızdan üstün bi özelliğiniz var ki, o da kahrolsun dediğiniz elin gavurunun porno sitesi olarak kurduğu tumblr de dincilik taslayıp benim gibi insanlara dinlerini savunamayıp engellemek.
İlahınız gibi başarısızsınız, zavallısınız.
Ne masal kahramanı mitolojik tanrılar'dan, ne saçma sapan mitolojik melek ve cinler'den ne de sizler gibi inandığı din'e bile uygun yaşamayan saçma sapan insanlar'dan hiç korkmuyorum.
Ölüm mü? Ondan hiç korkmuyorum çünkü yaşamaktan daha kolay olduğuna eminim..!
En üzüldüğüm iki şey, bu çağ da bu milletin bu kadar cahil olması ve sizler gibi aynı din ve tanrıya inanan sevdiklerimin üzülüyor olması.
Ama olsun, tanrınız Allah tevbe 23 gibi ayetlerle yuvamı yıkıp eşimden çocuklarımdan ayırdığı gibi burada da sevdiğimden, dostlarımdan ayırır, ben buna hazırım, alışkınım.
O ve siz karşıma çıkmaya hazırmısınız?!!
22 notes · View notes
onderkaracay · 2 years ago
Text
Tumblr media
10 notes · View notes
volkankvk · 9 months ago
Text
0 notes
myboredgeneration · 9 months ago
Text
"Büyük bir güç beni doğru yola sevketti, öyle büyük bir güç ki, kimsenin baş edemeyeceği, ama insanOĞLU'nun ataerkil saçmalığına binlerce yıldır sabreden bir güç! Hayır, tanrı değil. Tanrı ve dinler insan uydurmasıdır, ve zaten neredeyse hepsi kadını kısıtlar, yasaklar. Tanrıların çoğu erkektir aynı zamanda. 
Sorarım size, doğadan daha mı güçlüsünüz? Bu teknolojiyle öyle olduğunu sanacaksınız elbet, ama bir baksanıza dünyanın şu anki durumu nasıl? Doğa erkeğe mi kadına mı benziyor sizce? "Tabiat Ana" deriz ya hani? Evet, şu üstünde durduğumuz dünya hep bir dişiydi! Toprağa tohumu ekersiniz, ağaç olur, meyve verir. Ataerkil düzen ve yarattığı kapitalizm yıllarca ona tecavüz etti ve şimdi o da erkeklerden kurtuluyor. XY kromozomunun Y'si giderek kayboluyor. 
"Kadınlar Venüs'ten, erkekler Mars'tan" derler ya, değil! Kadınlar bu dünyadan, onlar bu dünyanın "öz" evlatları. Erkekler bilmem nereden ve daha çok bu dünyanın istilacısı gibiyiz biz. Geldik ve 6000 küsür yıldır bu dünyayı ele geçirdik ve ona tecavüz ettik. İstediğiniz kadar bana çılgın deyin, ben insan dahil türlerin DİŞİ olanının ilk olarak ortaya çıktığını düşünüyorum, yani erkek sonradan türedi. Bilimsel bir kanıtım yok, dinler de tam tersini söylüyor. Ama zaten dinler uydurmadır. Bence doğa ilkin dişiyi yarattı, erkek sonradan ortaya çıktı. Doğa hepimizden daha büyük ve biz bunu hiç düşünmüyoruz.
Bunu iyice dibe vurduğum bir anda anladım, hayatımın en büyük aydınlanmasıydı. Doğa ana beni tamamen gözden çıkarmamış olacak ki, beni bu yöne sevketti. Belki de kendi tarafına bazı insanları devşirmeye çalışıyordur, sonuçta bahsettiğimiz şey, bütün tanrılardan daha "canlı" ve gerçek bir varlık. 6000 küsür yıllık leş düzenin son 100-120 yılında çok yoruldu ve artık buna dayanamıyor.
Neler döndüğünü artık biliyorum, dünya eksiden anaerkil bir yerdi. Avcılık ve toplayıcılık zamanında kadın ve erkek eşitti. Derken tarıma geçildi, erkek kuvveti gerektiğinden kadınlar geri plana itildi. Özel mülkiyet kavramı icat oldu, savaşlar başladı. Para, din ve evlilik hep erkekler tarafından icat edildi. Sanayi devrimi oldu. Kapitalizm doğdu. Ataerki feminizmi yarattı vesaire...
Kadınlar torpilli bir cinsiyetten daha ziyade, tabiat ananın öz evlatlarıdır. Ve bu yüzden (bence) sonradan ortaya çıkan erkeklerden üstündürler. Yine bu yüzden erkekler onlardan korktu ve binlerce yıldır onlara her şekilde zulmetti. Öldürdü, engelledi, geri bıraktı.
Tabiat ana bir şekilde aydınlanmamı sağladı ve bunu da eril bir tonda emir verircesine değil, o dişil enerjisiyle gayet yumuşak, anaç bir şekilde söyledi. 
"Gelecek dişidir"
Saygılarımla."
Artemis:
‘‘Onların memeleri olmadığı için, besin üretmeyi bilmezler. Ve ancak avlanarak kazanmaları onlara işlemiştir artık; dünyaları avlanarak zenginleşme üzerine kuruludur. Memelerinin yerini taşakları tutar. Ve bu taşaklarla savaşırlar. Ve bu taşaklar için savaşırlar. Kazanan taşaklıdır. Ne şekilde kazandığı değişir. Bu değişken kazanımlar güç savaşlarını oluşturur. Foucault’nun iktidar söylemini eril yıkıcı enerjide bulabiliriz. Doğanın yok edici güçleri olarak da geçer. Onlar, savaşmadan gelişilmeyeceğine inanırlar. Çünkü yalnızca savaşarak gelişmişlerdir. Başka türlüsünü bilmezler. Böylesinin ağzındaki laf, insanoğlunun yaşam evrelerinin katmanlarına sinmiş çokbilmişlikle bezelidir. Bunun sebebi, ayağını bastığı zemini kaybetmemek adına, uçmayı göze alamamasında yatar. Bir de bunun tam tersi vardır. Öylesi de denizin üstünde yürümekten yüzmeyi unutmuştur. Konumlanma ve algı ilişkisi diyelim. Bittabii, konumlandığı düzlemin dilini konuşan ve konuştuğu dili savunan insan, varolmak için savaşmaktan bahsediyorsa; varolmak için savaşmak durumunda kalacaktır. Çünkü bunu söyler ve bunu yapar. Oysa avcılık, evvela bir spordur. Kişiyi geliştirir. Ancak bunu hayatın kendisi zannetmek, bu vizyonsuzluktur. Örneğin okumu ve yayımı kullanırlarken, ok ve yay olabilmişler midir? Yoksa sadece bunun sağladığı faydaya mı bakmışlardır? Çeliğinin parıltısı ve avlarının kanıyla sarhoş olurken, yaylarını ve oklarını kutlamışlar mıdır? Aletin efendisi olarak mı hissetmiştir, aletin kendisi mi? Bu biraz da aletle ne yaptığınıza göre değişir. Bir bıçakla insan da öldürebilirsiniz, çorbalık malzeme de kesebilirsiniz. Var da edebilirsiniz, yok da edebilirsiniz. Oysa memeler bir organdır ve üreticiliği ve besleyiciliği onu taşaklarınki gibi bir oyuna sürüklemez. Elbette memelerin de oyunları vardır ancak daha farklı. Patlamak isteyen bir volkandan ziyade emilmek isteyen bir kaynak gibi. Üretmeyi bilmesi, kaynağın kendisi olması fikriyle birleşir ve kazanmak için elde etme ihtiyacı olmaz. Çünkü doğurabilir. Ancak doğurması ve memelerinin süt dolması bir itkiye bağlıdır. Durgun suları dalgalandıran bir kıvılcım, sistemi tetikler. Onun üretken ve besleyici doğayı yaşatabilmesi o kıvılcımı sarıp sarmalayarak bir cana çevirmesiyle olur. Işığı karanlıkla yoğurur ve varlığı doğurur. Ve ancak o tek başına da durgun bir göl değildir, her ay kanlar akıtır ve kendini ve doğurganlığını tazeler. –Doğurmak için itkiye ihtiyacı olmayan memeler de azdır ama vardır.
Savaşarak bireyselliğini kazanmış olduklarını düşünenler, kendi önlerine çıkardıkları sınavları vermektedir. Elbette bunu keyfi ve oyun olarak yaşayan da var ancak çoğu, veremediği sınavlara çalışmaktadır. Savaşarak gelişmek, ötekilik ihtiva eden bir evrenin işleyişidir. Birlikte uyanamamış kişinin gözleri kapalıdır. Kendilerine güvenleri konusunda çok haklılardır çünkü o evrende bu oyun ve savaş geçerlidir. Ağdalı maddenin, rasyonel aklın ve teknolojik gelişmenin hülyası kapalı gözlere sahneler doldurur. Küresel olarak insanlığın gölgesiyle yüzleşmesinin sebebi, bir vücudu olduğunu düşünmesidir. Bilmezler ki o kadar yol hiçbir zaman gidilmeyecektir. Çünkü sıçramaları gerekir. Kanının son damlasına dek savaşacak olanlar, kendilerine biçtikleri rolleri hangi filmden aldıklarını bir kez daha düşünmeli. Kendine ispatlayacak şeyleri olanlar en fazla konuşanlardır. Ve dünya dil ile yönetilir. İstikrarla iletilen bir ileti, duyanı etkiler ve fazla konuşanlar ne dediklerine çok da bakılmaksızın kolektifte yer alır. Bu öyle tehlikelidir ki, yol açtığı iğrenç sonuçlar dünya çapında izlenebilir. Neyse ki çok seslilik artmış, artarken yeni yapı ve sunumlar kurmuş, muhalefet çoğalmış ve fazla konuşanlar çok seslilik tarafından sindirilmiştir. Artık içinde yaşadığımız çağ çok seslilik çağıdır. Ancak henüz bitmemiş fazlaca şey var. Kazanarak var edilen taşaklardaki kıvılcımlar yarışmadan doğmak istemiyor…Hadi bakalım. Varoluşlarını kazanmak bu savaşa bağlı. Bereketli topraklarıyla var olan bir yaradılıştan farklı. Ve zaten bu yüzden, dünya bir savaş arenası gibi döndü durdu yüzyıllarca. Topraklarını döllemek, imzalarını bırakmak isteyenlerin savaşı Dünya’yı bir arenaya çevirdi. Doğal olmayan yollarla yapılan savaşlar ise Dünya’nın yapısını bozdu ve kirletti. Şimdi Dünya, sizin ona yaptığınızı size yapıyor. Yaşam savaşı verdiren bir kaçışla, bu sefer kaçıyorsunuz. Yaptığınız şeyden. Doğa’nın uyanışı yalnız ilkbahar demek değildir. Doğal yahut yapay bir senaryonun birbirinden ayrılacak hali kalmamıştır. Çünkü yapay savaşları sizler ürettiniz. Ama hala savaşıyor insan, nefes almak için, hayatta kalmak için. Tek fark, kendi bildiği bir oyunda değil. Ve kuralları da kendi koymadı. Ve hep birlikte savaşıyor. Ortak bir düşmana. Virüs olan. Kendi gibi bulaşıcı ve yayılmacı, nefes kesen, ateş yükselten, baş ağrıtan, öldüren. Bıçağı ne için kullandıysa. Silahına ne koyduysa. Ok ve yaya nasıl baktıysa. Kendini efendi olarak gören insan, efendiliğiyle sınanıyor. Anlayana sivrisinek saz, anlamayana davul zurna az. Bir kıyamet repliği, insanın uyanışı.
Eski düzenleri sürdürmeye çalışanlar başarılı olamayacak. Gelecek dişildir. Hekate geleceğin tanrıçasıdır ve gelecek gelmiştir. Elini taşın altına sokmaya cesaret edemeyen kimse taş atacak gücü bulamayacak. Bir ok olmanın ne demek olduğunu bilmeyen kimse sıçrayamayacak ve varamayacak.’’
                                                                                                       Ocak 2021
(dipnot: Bu metni yazdığımı unutmuşken, Şirince / Kayserkaya’da Artemis isimli evde denk geldim. Yanımdaki bey savaşmayı överdi. Ben ise rüyamda Meryem Ana’yı görmüşüm bir zaman da, aradan zaman geçmiş Cebimdeki Artemis diye remix video yapmışım da, videodaki gibi Artemis’e taşınmış ve Artemis yazan anahtarlığı cebime koymuşum da, orada Meryem Ana’lı rüyam gerçekleşmiş idi. Ne var ki derinlemesine inceleme gerektiren durumlar için bazen kendi rahatımı bozduğum olur. Dolap isimli remix videomdan sonra içim bir hayli sıkıldıysa da, dönen - girilen - saklanılan - olunan vb bir şey olarak dolabı görmüş oldum. O sıkıntı beni Tiamat’a kadar götürdü zira Meryem ile de aram iyiydi ve elimin kolumun bağlanışı, tıpkı kolsuz Meryem Ana heykelleri gibi topluma mal olmuş gibiydi. Bu kolları tanıdığım için nerelere gittiğini gördüm ve erkek arıların kraliçe arı ile çiftleşmek ve onu korumaktan başka bir iş yapmadığını ve hatta iğneleri olmadığını, tüm balı dişi arıların ürettiğini ve ancak tüm cakayı erkeklerin attığını öğrenmiş oldum. Hele bunu anacılıkla bağdaştırıp retoriğe ekmek banan soytarılar evlerden ırak, diye düşündüm. Neyse, neticede bu yazı bugün kendini hatırlattı ve ben de aynen paylaştım.)
10 notes · View notes
kutlumesut · 8 months ago
Text
🌠"Tanrı, sizin yetenekli OL duğunuzu BİL mesi dışında, içinize belirli bir şeyi başarma arzusunu yerleştirmedi.💓
-Celaled - din Rûmî 💜 (hz)💙
🌠"Sabrın en önemli edebi bela, musibet ve sıkıntı ÂN L arında en baştan kalbin sükûnetini ve Cenab-ı "Hakk'ka" teslimiyetini muhafaza etmesidir."💞
🌠"Bu dünyaya verilen zararların
yarısı, kendini önemli hissetmek
isteyen Ve VazGeçilmez Sanan İNsaN Lâ rın Eseri dir."🌹
Tumblr media
🌠"Bir İNsaN ın sonu ne ise başı O"dur.
Başı ne ise sonu O"dur."🌹
Şi "Ra.🌹
Ağaç Yaşken Eğilir...💖
🌹🇹🇷🇹🇷🇹🇷🌹
20 notes · View notes
dramatik-buluntular · 1 month ago
Text
Tumblr media
ARKA KAPAK YAZISI:
Ok olup saplanırdı belleğime ayartıcı bilgi alıp götürürdü yürüyerek gidilemeyen yerlere sisli uzakların büyüsüydü bilginin riski sıkıntıdan değildi çıkılan yolculuklar kaçıştı Armageddon’daki şeytanlardan Tanrının tuttuğu kiralık katillerden yüzü cephaneyle dolu toplumlardan dağların ve yolların anısıyla yürümekti varılamayacağını bile bile o düşsel ülkeye
çağrılmadan gelip aramıza katıldı yenilgi yazıcısı zaman sakladı içinde yok edilme biçimlerini ne büyük yanılgıydı zamanın her şeyin ilacı sanılması gördüm onun onarılamayan yaralarını gözleri kan fıçısıydı toprak savaşlarından çaresizce bakıyordu kandan çürümüş tarlalara gördüm boşlukta uçuşan düşünce ve anlam leşlerini mızrak izleriyle doluydu zamanın sırtı, gördüm
***
Seslenmiştim o uçurumlar ülkesinden sesim kısılana kadar: “yolculuklarımı kim aldıysa yerine koysun!”
Kimseden cevap gelmedi. sesim demirden bir duvara çarpıp yerdeki su birikintisine düştü o su birikintisi şairin okyanusudur.
Sonra Öfkelendim ve bu kitabı yazmaya karar verdim. Kimdim ben, neden yazıyordum? Yıllarca bu iki sorunun cevabını aradım.
Bu kitapta:
Zihnimden yükselen mevsimlerin yayılışını anlatmak istedim her yazmak istediğimde ressamlar sokağından geçişimi sözcüklerin, seslerin ve renklerinin yurdundaki kanunları anlatış bitse de bitmek bilmeyen yolculuklarımı uyuduğumda bile rüyalarda devam eden yolculuklarımı düşlerin ve gerçeklerin bir olup kurdukları sevimli pusuları peşimden hiç ayrılmayan kusursuz hüznü tedirginliğimi ve huzursuz ruhumu göstermek istedim ateşin üstünde yürümekten kavrulmuş ayaklarımı anlamaktan ve görmekten kanayan bilincimi kimsenin kurtarmak istemediği bir ülkenin tükenişini içi boşaltılmış vatanseverliğin, bayrak sevicilerin sahteliğini din sözleri ticaretini, paranın tanrı yapıldığı tarikatları “ırkları, dinleri ve bayrakları var ama içinde insanları yok” diye haykırdığımda nasıl kurşuna dizildiğimi kalpsizliğin ve sevgisizliğin komutanlarını dünyayı çirkinleştirenlerin yüzlerine yerleşen çölü acı çekme pahasına göstermek istedim şiiri sadece sözcük oyunları alanı zanneden yığınları onların bağırışlarının yücelttiği küçük insanları devrimi, aşkı, haksızlığa başkaldırmayı, isyan etmeyi derinliğin derinliğinin sona erdiği zamanlarda diplerde dolaşmanın yöntemlerini anlatmak istedim sezgilerimdeki kronik ağrıyı ve ona giydirdiğiniz şıklığı bazen belleğin çalılığından aniden havalanan sözcük sürüsüne kuşların düğünü dediğimde harekete geçen romantik bulutları bir şair olmadığımı, asıl mesleğimin iskele tamircisi olduğunu bütün bunları yolculuklarımla anlatmak istedim
ve avazım çıktığı kadar bağırdım “yazmak” denen o keskin kayalıklardan:
“Yolculuklarımı kim aldıysa yerine koysun!”
10 notes · View notes
baybaykus · 11 months ago
Text
👉Kısa bir durum tespiti…
👉Erdoğan 21 sene sonunda Tanrı sendromu kompleksi yaşıyor…
👉Siyasiler için 2 dönem şartı bu yüzden önemliydi…
👉Artık kendini durdurulamaz tüm gücü elinde tutan herşeyi kendi yaptığını zanneden bir kişilik bozukluğu..
👉Sevdiğine işine gelene ne istediyse veren sevmediğini ise hapishanelerde süründüren bir tek adam…
👉Artık korkudan kimse istifa bile edemiyor affını istiyor o ben kovdum sen istifa edemezsin diyor…
👉Yarattığı felaketi gören kaçıyor…
👉21 senede muhalefetin desteği ile Anayasa defalarca delindiği için artık AYM kararlarını bile sallamıyor.
👉AYM Başkanları zamanında kendi çıkarları önünde iki büklüm eğildikleri için şimdi ne saygınlıkları kaldı ne güçleri…
👉Erdoğan Şeriat istiyor ama gerçek şeriat gelirse kendi ve yakınlarda bayağı bir el kol kelle kesilir biliyor.
👉Tüm cumhuriyet birikimlerini babalar gibi satıp yediği için elinde sadece kendi çıkarına göre yorumladığı Din kaldı…
👉Tarikatlar, aşiretler emrinde ama biliyor ki en ufak zayıflık gösterse ilk kellesini isteyecek yine onlar olur.
👉Ve eğer kontrolü kaybederse yargılanacağını ve hesap vermesinin mümkün olmayacağını farkında…
👉Köprüden önce son çıkışı emeklilik seçeneği artık onun için yok.
👉Tek hayatta kalma şansı koltuğu bırakmamak. Ve bunun için ne gerekiyorsa yaptı yapacak.
👉Gözü hiç doymadığı için Arap özentisi hiç bitmedi. Petrol zengini araplar gibi bir yaşam yaşamaya çalışıyor ama para bitti ve artık borç bulmakta bile zorlanıyor.
👉Ortadirek tamamen bitmiş. Fakir açlık sınırı altında zengin yandaş ise ultra zengin…
👉21 yıl halkı uyutan arka planda el sıkışan muhalefet artık halka inandırıcı kurtarıcı gelmiyor…
👉Eğitim, TSK, Sağlık tüm kurumlara tarikatlar çökmüş…
👉Çok rahat tehdit ediyor çok rahat tutuklatıyor ve çok rahat ödüllendiriyor…
👉Mesela Her gece bir imzası ile Orman arazilerini satıyor ama delik büyük artık yetmiyor…
👉O artık kendini Tanrı olarak görüyor…
👉Benden önce havalimanı mı vardı yol mu vardı okul mu vardı gibi konuşmalar bunun yansıması…
👉Demokrasi seçim varmış gibi yaparak geldiği bu yolculukta yol ayrımına geldi…
👉Artık 21 yıldır silemediği Atatürk’ü ve Türkiye Cumhuriyeti temellerini oluşturan Anayasa ve değişmez maddelerinden kurtulma zamanı.
👉Ayrıca yaşlandı ve öyle seçim varmış gibi filan yaparak uğraşmak istemiyor.
👉Bu yüzden YSK ve tüm devlet kurumları elindeyken yerel seçimlerden çok güçlü çıkıp dini bazlı adı şeriat olmayan kolu kellesi kesilmeyecek kurucu devlet lideri olup ölene kadar devam edeceği bir dini yönetim şekli istiyor.
👉Türkiye İslam Cumhuriyeti adlı yeni bir devlet kurulup kurucu liderlik ne güzel olur değil mi?
👉Şeriat destekli konuşmaları, Milli Eğitim Bakanı ve Tarikatlar ile anlaşma yaptık sonra eğitim sistemini değiştirmeye hazırlanıyoruz gibi açıklamaları beraber okursanız neye hazırlandıklarını daha net anlayabilirsiniz.
👉Amacım kimseye umutsuzluk aşılamak değil. Amacım kimseye boş umut aşılamakta değil.
👉Amacım artık halkın kanser olduğunu kabul etmesi ve bu kanserin tüm bünyeye yayıldığını kabul etmesi.
👉Ancak teşhisi doğru koyarsak doğru tedaviye başlanabilir…
👉21 senelik kabusun finalini belirlemek tamamen halkın elinde.
👉Ya uyanıp bu leş adalet hak hukuk olmayan sisteme dur diyecek ya gelecek nesillere bir yıkıntı miras bırakacak…
👉Ve Atatürk’ün yıllarca önce bu halka hediye ettiği hakları kaybedecek ve belki bir yüz yıl daha geri alamayacak…
#cokusdonemi
Who dan alıntı
27 notes · View notes
yasamsallik · 11 months ago
Text
Yoksulluğun ilahi bir plan olduğu büyük bir yalandır.
Tanrı açlık ve yoksulluk isteseydi denizde balık, ormanda meyveler armağan etmezdi.
Tanrı, insanların ulaşabileceği ve herkese yetecek kadar zenginliği tüm insanlara sunmuştur ama birileri bunların çoğunu almak için "Tanrı sizlere yoksulluk karşısında sonsuz ve mutlu hayat verecek" demektedir. Yoksulluk arttıkça ve Tanrı'nın herkes için verdiği zenginliklere birileri daha fazla el koydukça Tanrı adına konuştuğunu ileri sürerek yoksulluk karşısında "sus" diyen din adamları da çoğalmaktadır. Latin Amerika yoksulluk karşısında susanların coğrafyası olmayacaktır..!
Hugo Chavez
22 notes · View notes
felsefebilim · 1 year ago
Text
Kalvinizm Mezhebi ve Kapitalizme Etkileri
Tumblr media
John Calvin, Papa'nın otoritesini red ederek, kul ve Tanrı arasında hiçbir aracının bulunamayacağına inanmıştır. Ona göre kanunları koyan ve anlatan tek bir kaynak vardır; o da İncil'dir.
John Calvin'in bu temelle ortaya çıkan görüşleri, detayları ile Kalvinizm adı altında bir mezhep haline gelmiş; tüm Avrupa'ya yayılmış hatta farklı toplumsal-ekonomik süreçleri de etkilemiştir.
Peki Bu detaylar Nelerdir ?
Kalvinizm, tek kaynak olarak İncil'i aldığı için Hristiyanlığın özüne dönmeyi ve özündeki kural ve dogmaları benimsemeyi amaçlar. Toplumsal ve ahlaki açıdan insanların dürüst ve çalışkan olmasına çok önem verir. John Calvin, çalışkan ve dürüst insanların Tanrı'nın gözünde bir din adamı kadar değerli olduğunu söyler. Aynı zamanda bu dünyada mütevazi bir hayat sürmek gerekir der. Çünkü lüks mallar, lüks hayat, eğlence ve sarhoşluk insanı amacından saptırır ayrıca tembelleştirir. Tembellik de başlı başına bir günahtır.
Kalvinizm, ayrıca insanları ikiye ayırır. Seçilmişler ve seçilmemişler... Seçilmiş olanlar, yaşamlarında doğru kararlar alırlar, başarı olurlar. Bir diğer deyişle seçilmiş ya da seçilmemiş olduklarını hayatlarındaki başarılarına göre anlayabilirler. Seçilmiş olan insanlar hem dünyadaki yaşamlarında hem de ahlaki yönden sürekli gelişirler. Çünkü aynı zamanda çalışkan ve dürüst insanlardır. Seçilmemiş olanlar ise doğuştan lanetlenmiş, tembelliğe düşkün kişilerdir. (Özellikle inançsızlardan ve kutsal kitaba inanmayanlardan oluşurlardı.) Kalvinizm'e göre seçilmiş ya da seçilmemiş olmak doğuştan gelir çünkü Tanrı, var etmeden önce bazı insanları kurtulmak bazılarını da cezaya çarptırılmak üzere (Adem'in işlediği büyük günah için) seçmiştir. Bu durum zamanla değiştirilebilecek bir şey değildir... Yani bu insanın kaderidir ve kader de Tanrı tarafından belirlenmiştir, özgür iradeden bağımsızdır...
Kalvinizm Diğer Alanları Nasıl Etkilemiştir?
Max Weber'e göre Kalvinizm, iktisat ve ekonomi tarihini etkilemiş ve özellikle kapitalizmin doğuşunda önemli bir rol oynamıştır. Çünkü söylemleriyle; insanları son derece disiplinli ve tutarlı bir şekilde çalışmaya teşvik eder, zenginliği, eğlenceyi, lüksü neredeyse yasaklar ve günah olarak belirler. Bu durum da sömürü modelini güçlendirir; fakirlerin, dürüst ve çalışkanlıkla övünüp, zenginliği arzulamamasına neden olur. Hatta bu kişiler, dürüst ve çalışkanlıkları nedeniyle gerçek seçilmişlerin kendileri olduğuna inanır...
22 notes · View notes
rpgeldoria · 4 months ago
Text
Din
1. Yedi İnancı
İnananlar: Evrenin çoğu, özellikle güneydeki büyük lordlar ve halk.
Tanrılar: Yedi olarak bilinen tek bir tanrının yedi farklı yüzü vardır: Baba (adalet), Anne (merhamet), Bakire (masumiyet), Dövüşçü (cesaret), Demirci (çalışma ve güç), Yaşlı Kadın (bilgelik) ve Yabancı (ölüm ve bilinmeyen).
Tapınak: Sept olarak bilinen büyük tapınaklar ve küçük septler.
Ruhban Sınıfı: Yüksek Septon, septonlar (erkek rahipler) ve septalar (kadın rahibeler).
Etki Alanı: Evrenin büyük bölümünde yaygın ve güçlü bir etkiye sahiptir.
2. Eski Tanrılar
İnananlar: Kuzeyli lordlar ve halk, Yabanıllar (Özgür Halk).
Tanrılar: İsimsiz ve şekilsiz doğal ruhlar olarak kabul edilir. Genellikle Weirwood (Gölge Meşesi) ağaçlarına tapılır.
Tapınak: Godswood adı verilen kutsal ormanlar. Bu ormanlarda genellikle oyulmuş yüzleri olan Weirwood ağaçları bulunur.
Ruhban Sınıfı: Ruhban sınıfı yoktur, inananlar bireysel olarak ibadet eder.
3. R'hllor (Işığın Efendisi)
İnananlar: ?
Tanrı: R'hllor, Ateş Tanrısı olarak bilinir. Işığın Efendisi ve Gölgenin Efendisi ile savaşan, gecenin ve dehşetin düşmanı olarak kabul edilir.
Tapınak: Kırmızı tapınaklar.
Ruhban Sınıfı: Kırmızı Rahipler ve Rahibeler. Bu dinin ruhban sınıfı, genellikle güçlü sihirli yeteneklere sahiptir.
4. Büyük Ruhlar
İnananlar: Adalara yayılmış Peri halkı, doğayla iç içe yaşayan topluluklar.
Tanrılar: İsimsiz ve şekilsiz ruhlar olarak kabul edilir. Bu ruhlar, doğanın ve elementlerin özüdür. Her bir ada, kendi kutsal ruhunu barındırır ve bu ruhlar, zamanla adanın ve halkına göre şekillenir.
Tapınak: Tapınaklar, adaların en yüksek noktalarında bulunan kutsal ormanlarda yer alır. Adaların denizle olan bağlantısı nedeniyle, bu kutsal alanlar genellikle deniz manzaralıdır.
Ruhban Sınıfı: Ruhban sınıfı yoktur, ancak adalarda yaşayan yaşlılar ve bilgeler, ruhlarla iletişime geçen ve topluluğu yönlendiren kişiler olarak saygı görürler. İbadet bireysel veya toplu olarak gerçekleşebilir. Meditasyon, sessizlik ve doğayla uyum içinde yaşama üzerine odaklanır.
5. Sonsuz Gece'nin Yolu
İnananlar: Vampir klanları, özellikle asırlık soylu vampir aileleri ve onların soyundan gelenler.
Tanrılar: Tek bir yüce varlık olan Gece Efendisi'ne tapılır. Gece Efendisi, vampirlerin ilk atası ve sonsuz karanlığın kaynağı olarak kabul edilir. Onun kanı, tüm vampirlerin yaşam enerjisini besleyen kutsal bir öz olarak görülür.
Tapınak: Gece Tapınakları, vampirlerin en eski yerleşim yerlerinde, yer altı mağaralarında veya gizli saraylarda bulunur. Bu tapınaklar karanlık, gotik mimarisiyle bilinir ve merkezinde Kaynak adı verilen kutsal bir kan havuzu bulunur.
Ruhban Sınıfı: Gece Rahipleri ve Rahibeleri, bu dine hizmet eden ruhban sınıfıdır. Bu rahipler, Gece Efendisi'ne adanmış ve onun öğretilerini yaymakla görevlidir. Kan ritüellerini yönetir, vampirlerin yaşam döngüsünü kontrol ederler. Ayrıca, Gece Efendisi'nden vahiy aldıklarına inanılır.
6. Eski Valyria İnancı
İnananlar: Fireborne Hanesi, Valyria soyluları.
Tanrılar: Valyria’nın çok tanrılı inanç sistemi çerçevesinde, Ejderhaların Efendisi olarak bilinen Ateş Tanrısı ve diğer tanrılar. Bu tanrılar, ejderhaların ve ateşin güçlerini temsil eder. Her ejderha, bir tanrının dünyadaki yansıması olarak kabul edilir.
Tapınak: Eski Valyria'daki tapınaklar kaybolmuştur ama soylular topraklarında Valyria tarzı anıtlar ve sembollerle inançlarını yaşatır. Aile içi tapınma, gizli ayinlerle devam eder.
Ruhban Sınıfı: Aile içindeki en yaşlı veya en bilge birey, ritüelleri ve ayinleri yönetir. İbadet, ejderhalarla özel ritüeller, ateş ve Valyria çeliği ile gerçekleştirilen kutsal ayinler ile yapılır. Atalarının ruhlarına dualar eder ve onların gücünü onurlandırır. Ayrıca, kan bağı ve ejderha ateşi kutsal kabul edilir.
5 notes · View notes
sonbaharpapatyasi · 9 months ago
Note
öncelikle müslüman değilim. Ama Filistin soykırımını desteklemiyorum.
Fakat Kudüs sadece Müslümanlar için kutsal bir yer değil. Sadece müslümanlara ait bir şey de değil. Hristiyanlar içinde Yahudiler içinde dini öneme sahip özel bir yer. Ama siz Müslümanlar sadece size aitmiş gibi düşünüyorsunuz. Çok bencilsiniz.
Bana kalırsa Kudüs direkt yıkılmali ya da özerk bir bölge hâline gelip tüm insanlığa açık hale getirilmeli.
Öncelikle Filistin'deki zulmü, soykırımı desteklemiyor olman beni mutlu etti.
Evet, biliyorum 3 din içinde Kudüs, Mescid-i Aksa kutsal bir yer. Lakin şöyle bir durum var. Yahudiler için kutsal olma sebebi "Tanrı o toprakları bize verdi" demeleri bu da Hz. Musa zamanındaki Müslümanlara (günümüzdeki Yahudiler) Allah, Firavun'un onca işkencesine rağmen iman etmeye devam ettiklerinden dolayı Kudüs'ün topraklarını mükafat olarak verdi. Hz. Musa ve inananlar Kudüs'e doğru yola çıktıkları zaman bir yerde durdular ve o sırada Hz. Musa inananların yanından biraz bir süre ayrıldı ve Hz. Musa ayrıldığı vakit bir putperest inananların yanına geldi ve onlara put yaptı daha sonrasında ise putun arka altında boşluk vardı ve putun ağzıda açıktı, putun arkasındaki boşluktan putun içine rüzgar girince o rüzgar putun ağzından çıkarken ses çıkarttığı için inananlar Rabbimiz bizinle konuşuyor deyip puta karşı bir inanma gerçekleştirdiler ve ihanet ettiler. İşte o inananlar bunu yaptığı vakit Allah onları lanetledi ve Hz. Musa ile birlikte günlerce Kudüs'e yol aldılar fakat varamadılar. Şimdiki siyonist yahudiler ise yalnızca Kudüs derdinde değiller, Fırat ve Dicle nehirleri arasındaki toprakları kendilerine adandı olarak düşünüyorlar ve ordaki bütün toprakları alma hedefindeler, Kudüs'ü de tamamen aldıklarında Mescid-i Aksa'yı yıkıp yerine Süleyman Mabedi'ni yapmak istiyorlar. Yahudiler için gerçekten kutsal bir yerdi evet lakin ataları ihanet edene kadar.
Hristiyanlar için önemli olmasının sebebi ise Hz. İsa'nın Kudüs topraklarında çarmıha gerilmesi ve 300 yıl sonra da hac noktaları belirlenmesi. Yani hac ibadetlerini yerine getirmek için önemli aslında. Ve Kudüs Osmanlı'nın elindeyken Hristiyanlar izin aldıktan sonra gidip hac ibadetlerini yerine getirebiliyorlardı.
Biz Müslümanlar içinse Mescid-i Aksa miraç yeridir. Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav) tam da orada miraca, Rabbimin huzuruna göklere çıkmıştır. Bak biz orası bize aitmiş gibi görünüyor olabiliriz lakin orası Rabbime ait, bizlerde oranın muhafızlarıyız. Bizim dinimiz için 3 mabed çok önemlidir. Kâbe, Mescid-i Nebevi ve Mescid-i Aksa.
Mescid-i Aksa asla yıkılmamalı, biz Müslümanlar bencil değiliz. Osmanlı zamanında Mescid-i Aksa'ya bir tek Müslümanlar ibadet etmek için gitmiyordu. Müslümanlar için gayrimüslimlerin girmesinin yasak olduğu tek yer Kâbe, orayı da Rabbim yasaklamış. Kısacası Mescid-i Aksa Müslümanların elindeyken zaten tüm insanlığa açıktı, sadece izin alıp gitmeleri gerekiyordu. Ama orası eğer Yahudilerin eline geçerse Yahudiler dışında kimse giremez oraya. Çünkü asıl bencil olanlar Yahudiler.
7 notes · View notes
insanzee · 3 months ago
Note
Narinin acısı tazeyken dini tartışmaya girmek istemem ama güzel bir söz var dinleri var diye Ahlaka ihtiyaçları yok sanıyorlar diye bence bu ahlak meselesi
Aslında tam da Narin'in acısı taze iken din'i tartışmak gerek.
Hayır efendim dinleri var diye ahlaka ihtiyaçları yok sanmıyorlar, din'in getirdiklerini ahlak sanıyorlar sıkıntı da burda zaten.
Bence bu ahlak meselesi demişsiniz de ne ahlakı? Din ve siyasetin olduğu yerde ahlaktan söz edilemez.. (Bakınız meclisin ahlakına)Hele ki din ve siyaset el ele kol kola ise bu asla mümkün olmamıştır, olmayacaktır. Çöl bedevisinin, arap kültürünün, yahudi kültürünün kültürünü benimseyip kendi öz kültüründen uzaklaşmış bi toplum iflah olmaz.( bakınız İslam tarihine, yahudi tarihine, hristiyan tarihine)
Ne demek 9 yaşındaki bi çocuğun 57 yaşındaki biriyle evlenmesini hoş görmek ve buna cevaz verip fetva vermek(örnek Muhammed, Ali, Ömer, Osman ve diğerleri)
Hadis, siyer ve İslam tarihini geçip "sözde"! Tanrı kelamı olan "Kur'an ayetleri" ne girmemi hiç istemezsiniz!
İyi geceler, esenlikler.
15 notes · View notes
onderkaracay · 2 years ago
Text
Tumblr media
Bilimi inkar edip bilimin nimetlerini sömürmek ancak din satanların yapabileceği bir iştir.
Önder KARAÇAY
6 notes · View notes
sebperest · 7 months ago
Text
Avrupa'nın öküzleri barışmaz
"Bu bir sırr-ı azîmdir. Ona remz ve işaret: Fahr-i Rusul demiştir: İsâ, şer'im ile amel edip ümmetimden olacak."
Lemeat'ta bir 'ikiz iki deha' analizi var:
"Şimdi buna dikkat et: Eski Roma, Yunanın iki dehâsı vardı; bir asıldan tev'emdi. Biri hayal-âlûddu, biri maddeperestti. Su içinde yağ gibi imtizaç olamadı. Mürur-u zaman istedi, medeniyet çabaladı, Hıristiyanlık da çalıştı. Temzicine muvaffak hiçbiri de olmadı. Herbiri istiklâlini filcümle hıfzeyledi. Hattâ el'an âdetâ o iki ruh, şimdi de cesetleri değişmiş. Alman, Fransız oldu..." ila ahir.
Devamını sonraya bırakmakla birlikte şöyle bir soruyla yüzleşelim hemen: 'İkiz iki deha' nedir? İdeoloji midir? Sistem midir? Kavim midir? Felsefe midir? Eğilim midir? Nasıl-nice birşeydir ki, evvela Roma-Yunan ile görünmüş, ancak Bediüzzaman'ın yaşadığı çağa da Alman-Fransız olarak gelebilmiştir?
Proudhon'nun 'Sanatın Prensibi'ni okurken yeni bir bakış açısı kazandığımı söyleyebilirim mevzua dair. Özeti şöyle: Proudhon, reform hareketi ile Roma, rönesans hareketiyle de Yunan arasında bağlar kuruyor. Ona göre ne 'reform' ne de 'rönesans' Batı için yeni şeyler değil. Ya? Özündeki 'yol açıcı' değerlere geri dönmüş oluyor onlarla Avrupa. Tabii biraz daha açılması gerek buranın. 'Yol açıcı' ne demek? Putperest Roma'nın İsevîlikle yaşadığı kavgayı nasıl aştığını anımsayalım şimdi: Kanlı bastırma çabalarının ardından pes etmişti imparatorluk. Hristiyanlığı da putperestlikle barıştırarak sinesine basmıştı. Hatta imparatorluğun resmi dini olarak kabul etmişti. Böylece düzenin devamı güvenceye alınmıştı. Eğer Roma hristiyanlığı kabullenmeseydi parçalanması işten bile değildi. Parçalanmak yerine hasmıyla uzlaşmayı seçti. Tıpkı bugün liberalizmin gittiği her ülkenin 'satılabileceklerine' yaptığı gibi...
Binlerce yıl önce yaşanan bu hâdise Roma için bir 'reform' anlamına geliyordu. Evet. Dinlerini değiştirmişlerdi. Tabii putperest köklerinden tamamen kopmamışlardı. (Köklerden kopmak kolay mı?) Heykellerini muhafaza ediyorlardı. Ama 'güncelleme' yapmışlardı. Tanrı sayısını azaltmışlardı. Kimbilir kaçtan üçe kadar düşürmüşlerdi. Eh, az değişiklik sayılmazdı bu da. Ne şiş yansın ne kebap misali düzenlerinin önünü açmışlardı böylece. Elbette her devletin bir sonu vardı. Onlarınki de yaklaşıyordu. Lakin bu hamleyle ömürlerini uzattıklarını kabul etmek yerinde olur. Güncelleme epey idare etti onları.
Nihayetinde parçalanmaktan kurtulamadılar. Uzun bir süre de karanlık çağları içinde boğuldu durdular. Gerçi manevi karanlıkları asla bitmemiştir. Fakat maddi anlamda eski savletli zamanlarına dönebilmek için bir güncellemeye daha ihtiyaç duydular. İşte aydınlanma çağının meşhur 'reform'u böyle birşeydir. Putperestlik hristiyanlığa dönüşerek nasıl güncellemiştir kendisini, aynen öyle de, hristiyanlık da protestanlığa dönüşerek tekrar bir güncelleme yapmıştır-yaşamıştır. Başlangıç noktası Almanya'dır. Ancak Almanya'da kalmamıştır. Batı dünyacılığının dehşetlenmesi reform hareketiyle başat gider. Artık uhreviliğin pek belirleyiciliği yoktur. Çalışmak ibadettir ama ibadet çalışmak değildir.
Peki o zaman 'reform' aslında nedir? Halisane din kaygısı mıdır? Sahiden İncil'i daha iyi anlamak için mi yapılmıştır? Onunla yaşanan sekülerleşmeye baktığınızda böyle olmadığını görürsünüz. Yani, protestanlık, Batılıları daha dindar yapmamıştır. Aksine maneviyattan uzaklaştırmıştır. (Mesela: Ateist-deist miktarı tavan yapmıştır.) Fakat, Batı, yine reformla dinini 'yol açıcı' bir şekle büründürmüştür. Asıl hedefi dünyayı elde etmektir. Putperestlik gün gelip 'engeller gibi durduğunda' nasıl rafa kaldırıldıysa, hristiyanlık da 'engeller gibi göründüğü' anda rafa kaldırılmıştır. Max Weber haklıdır yani:
"Protestanlaşmadan kapitalistleşemezsiniz." Dünyevileşmek için inanışın de uhreviyetten uzaklaşması şarttır. Reformla Batı'da olan aslında budur. Yani reform Batı faydacılığının dine kadar sirayet etmesidir. İtikadın dahi dünyaya göre belirlenmesidir. Şekillenmesidir. Mühendisliktir. Yahut da tam söylenişiyle: Reform, Roma faydacılığının, Alman sûretinde yeniden Avrupa'ya dönüşüdür. (Türkiye'de dini güncelleme çabalarının nasıl bir maksada yönelik olduğunu buradan çıkarabilirsiniz.)
Peki 'Yunan' ile 'rönesans' nasıl bağdaştırılacak? Burada Bediüzzaman'ın "Biri hayal-âlûddu, biri maddeperestti..." demesini hatırlamak gerekiyor. 'Maddeperest' reformun çizgisine denk geliyorsa 'hayal-âlûd' da rönesansın arkasındaki sırra denk geliyor. İşte şimdi Proudhon'dan alıntı yapabiliriz:
"Yunan sanatı açısından değer taşıyan korkunç eğilim, 'Graecia Mendax: Yalancı Yunanistan' sözünde ifadesini bulan 'yalancı' sıfatıydı. Bu sıfat Yunan sanatını şöhretin en üst basamaklarına kadar yükselttikten sonra onu tüm çürümüşlüklerin dipsiz uçurumuna alaşağı etti. Ancak gerçekçi ya da idealist düşüncenin tüm itirazları güzellik karşısında etkisizdi ve daha önemlisi, akla dayanan pekçok eleştiri sonuçsuz kaldı. (...) Nitekim akıl ve ahlak bize bir miktar ihtiyatlılığı dayatsa da, güzellik daima bizi kendine çeker ve eninde sonunda bizi ele geçirir. (...) Raffaello, resmin görevinin ve kuralının doğayı yeniden icra etmek değil, nesneleri temsil etmek olduğunu ileri sürdü. Resim 'Şeyleri doğanın yaptığı gibi değil, yapması gerektiği gibi: di fare le cose non como le fa la natura, ma como ella le dovrebbe fare...' temsil etmeliydi."
Efendim, soğuğa sormuşlar 'Nerelisin?' diye, demiş ki: 'Aslen Sivaslıyım ama Kars'ta yaşıyorum.' Aynen o hesap, rönesans daha çok İtalyan sanatçılar elinden tezahür etmişse de, kelimenin kökeni Fransızcadır. 'Yeniden doğuş' anlamı içerir. Felsefî altyapısı da yine Fransızlara aittir. Ve rönesansla başlayan sanat bir ölçüde 'manipülasyon' barındırır bünyesinde. Gerçeği bükebilme yeteneği/cerbezesi kazandırır sahibine. 'Şeyleri, doğanın yaptığı gibi değil, yapması gerektiği gibi' yansıtma bugün de Batı (me)deniyetinin üzerinde durduğu sistemin önemli bir ayağını oluşturur. (Sineması, tiyatrosu, medyası, sosyalmedyası vs. yine rönesansın bu manipülatif dehası peşinde yürümektedir. Olanı değil kendince 'olması gerekeni' sunmaktadır. İnsanlığa yapılan algı operasyonlarının bini bir paradır.) Biraz evvel birincisine 'Roma faydacılığı' demiştik. İkincisine de şu ismi verebiliriz: 'Yunan manipülasyonculuğu.'
Septisizme (Sofestailik/Sûfestaîyye) dair okumalar yaptığınızda, Yunan felsefesinin, 'herşeyi istediği şekle sokabilme' konusunda zirve yaptığını görürsünüz. Hatta, Aristo'ya mantığı geliştirme fikrini veren, bu tarz cerbezelere karşı koyma isteğidir. Yine TDV İslam Ansiklopedisi'nin 'Sûfestaiyye' maddesinde aktarıldığına göre Arapçaya geçen safsata kelimesi de aynı köktendir:
"Antik Yunan düşüncesinin ilk dönemlerinde belli bir alanda uzmanlığı olan bilge kişiye sofist denilirken sonraları zayıf delilleri güçlü gibi göstermeye çalışan ve belâgatla insanları ikna edip amacına ulaşmak isteyen hatipler için kullanılmaya başlanmıştır. Sofistlerin ortaya çıkmasında eski Yunan’daki çeşitli ekollerin varlık ve bilgi konusunda farklı, bazan da birbirine zıt düşünceler ileri sürmesinin etkisi olmuştur. Bu tür görüşler zihinleri karıştırmış ve katı şüpheciliğin artmasına yol açmıştır. Sokrat’a yönelik safsataları sebebiyle Eflâtun ve diğer filozoflar tarafından şiddetle eleştirilen sofistlerin en meşhuru Protagoras’tır. Felsefe tarihinde sofistlere karşı gösterilen tavır Aristo ile devam etmiş, bunlar, Roma döneminde bütünüyle popüler kültür ve bilimsel olmayan şüphecilikle özdeşleştirilmiştir."
Batı bugün de bu iki ayağın üstünde durur işte: 1) Seküler fayda sağlayabileceği herşeyi realist bir şekilde sinesine basar, kullanır, kendisine katar. 2) Yine seküler bir fayda sözkonusuysa her gerçeğin yerine bir hayal koyabilir. Nasıl arzuluyorsa öyle gösterir. Nasıl gerektiğini düşünüyorsa öyle resmeder. İşte, Roma-Yunan iki dehasının, Bediüzzaman için Alman-Fransız olarak tenasuh etmesi arkasındaki hikmet bu olabilir. Allahu a'lem. Hristiyanlık ne kadar uğraşırsa uğraşsın dünyacılığın bu iki şeklini ıslah edip barıştıramamıştır. Bu iki deha türü, elbette ismetsiz dehalardır bunlar, tekrar sahaya dönmeyi başarmışlardır. Peki neden birbirleriyle imtizaç edemezler? Çünkü birisi 'gerçeği bir ölçüde kabullenmeyle' ilerlerken diğeri 'gerçekliği ortadan kaldırma yeteneğiyle' çalışır. Kabullenme-reddetme arzuları birbirinin zıttı olduklarından mürşidim öyle der:
"Su içinde yağ gibi imtizaç olamadı. Mürur-u zaman istedi, medeniyet çabaladı, Hıristiyanlık da çalıştı. Temzicine muvaffak hiçbiri de olmadı. Herbiri istiklâlini filcümle hıfzeyledi."
Fakat metnin devamında bir müjde de var:
"Güya bir nevi tenasuh başlarından geçmişti. Ey birader-i misâlî! Zaman böyle gösterdi. O ikiz iki dehâ öküz gibi reddetti Temzicin esbabını. Şimdi de barışmadı. Madem onlar tev'emdi, kardeş ve arkadaştı, terakkide yoldaştı. Birbiriyle döğüştü; hiç de barışmadılar. Nasıl olur ki aslı, hem madeni, matlaı başka çeşit olmuştu. Kur'ân'da olan nuru, şeriat hidayeti, şu medeniyetin ruhu olan Roma dehâsı birbiriyle barışır, hem mezcu ittihadı..." 
Eh, evet, hadi bakalım. Üzerine düşünmeye başlayalım. Buradan, Yunan'ın yalancı dehasıyla değil fakat, Roma'nın faydacı dehasıyla İslam'ın barışmasının mümkün olduğu fikrine mi varmalıyız? Yahut da Batı'nın realist tarafının bir şekilde onu İslam'a yaklaştırdığını-yaklaştıracağını mı düşünmeliyiz? Veyahut da maslahatçılığın en nihayet Batı'yı İslam'a getireceğine mi uyanmalıyız? Ne demeliyiz? Ne söylesek bir ucu gayba bakıyor. 'En doğrusunu Allah bilir...' deyip yazıyı burada sonlandıralım en iyisi...
5 notes · View notes
olumsuzsozler · 8 months ago
Text
Tumblr media
BİR YANLIŞI DIŞLARKEN, BAŞKA BİR YANLIŞA DÜŞENLER:
İslamın bir sürü mezhebi bir sürü yorumu var. Eğer sen bunlardan birini alıyor, diğerlerini, diğerini, diğerini, atıyorsan, kutsalı atıyor değilsin. Başka bir kutsalı yine ne yapıyorsun? Benimsiyorsun. Bu şuna benzer 4000 Tanrı içinde birini seçiyorsun bir tek senin seçtiğin tanrı gerçek! diğerleri tu kaka, biz ne diyoruz? Seçtiğin tarikatı'da tanrı'yıda beğendiğin din yorumunuda at.. Eğer sen şiddetle hararetle birini atıyor ve birini tutuyorsan, bil ki, kafanın içinde hala bir kutsal "put" var ve sen hala "Putperestsin.!!.." Bu konuda binlerce kitap yazsan da okusun da boştur. Anlamsızdır. Çok dinleniliyor olman, çok kitap yazman, doğru olduğun anlamına gelmez.
Kısaca şu dinler tanrılar çoktur. Kutsal yoktur. Hepsini biz insanlar kurguladık uydurduk yazdık, her gelen bir kuyuya taş attı kuyu doldu sen en iyisi o kuyunun üstüne bir beton dök ve bu mitolojileri babadan oğula taşıma aktarma ve yeni yavruların kafasına put sokma. Dini masalları konuşanlar boşa zaman harcıyor. Onları ciddiye alanlar kendilerini hem kandırıyorlar hem de avutuyorlar. Yalanın bu kadar ciddiye alınacak tarafı olabilir mi?
EsenKalın Düşünen, Anlayan Sorgulayan Vicdanlı insanlar.
6 notes · View notes
dramatik-buluntular · 2 months ago
Text
"GÜZEL BİR ŞEYİN İHTİMALİ HIZLA GEÇTİ YANIMDAN"
“Bir ışık aradığında önce daha da derin bir karanlığa düşersin.” -Carl Gustav Jung
(Adalet, direniş ve başkaldırı… üçü de düş halinde, yalınayak ve yaralı olarak bırakıp gitmiş insanı)
düşleri tamir ediyorum karşılık beklemeden insandan koşar adım kaçan düşleri sokaklar, evler, ülkeler, oyuncak arabalar, öyküler onlar da uğruyorlar bana ara sıra insan uğramasın, insanın tedavisi yok
caddelerin kalbi görünmez bıçaklarla dolu bileniyorlar birbirlerine insan kavramının içinde bir keskinlik kolay kazanılmıyor öyle sere serpe yayılıyor caddeye kötülüğün gövdesi yürüdükçe kan içinde kalıyor ayaklarım ayaklarım estetik olarak bir şiire böyle giriyor işte
çok şey var anlatılacak kelimeler henüz bilmiyor bunu anlatmayı deniyorum imge kullanmadan hiç karıştırmıyorum bile buna güneş ve buğdayın gücünü doğrudan bırakıyorum aşağıya gerçekçil anlatımı zamanın elleri ufacık, tutamıyor saniye farkıyla kaçırıyorum parçalanışın yüceliğini
anlamsızlıktan sıkılıyorum, caddeden kaçıp eskimiş bir ideolojinin kıyılarına atıyorum kendimi sevgi kılığına girmeyi seviyor kıyılar kıyılar suyun sesini misafir etmekle görevli kaç kere söyledim bunları hiç kimseye kaç kere söyledim gözaltına alınmayı göze alarak duvarların dibine atmayın içinde soru olan öyküleri
o öykülerin birinde yürürken hayallerim cebimde ayağım kaydı, bir yaprak havada tuttu beni güzel bir şeyin ihtimali hızla geçti yanımdan saniye farkıyla kaçırdım ezilenlerin sessizliğini
(Marx görseydi ezilenlerin çıldırtan sessizliğini mutsuzluk üreten fabrikalardaki işçi yığınlarını düzeltmeler yapmak zorunda kalırdı Das Kapital’de ve din afyondur demekle falan çıkamazdı işin içinden)
daha derin bir karanlığa düşüyorum önce ışığı sonra buluyorum görüyorum gözyaşının evrendeki yolculuğunu tecrübeli bir dağın omzuna yaslıyorum yorgun sesimi dağın omzu çürük, tutamıyor
öyle kolay oluşmuyor bir kamaşma haz verir önce damarlara yayılış birden hayatın masasına bırakılan o mektubu görürsün her zaman olduğu gibi şöyle başlıyor halk düşmanından gelen mektup “siz bu satırları okurken ben çok uzaklarda değil hemen şurada, yakınızdaki şu kutsal binada sizi sonsuz kere öpen bir kanunu büküyor olacağım”
yeni acılar çekeceksiniz yine size en çok acıyı verenlere koşacaksınız tanrı sizi duymayacak!
bir taşa başka bir taş düşse taş haykırır insan haykırmaz, insanın tedavisi yok sorularını düşürmüştür cebinden
sorulmadığı için bozulmuş soruları tamir ediyorum tozlarını siliyor, yaralarını temizliyorum kölelerin köleliği sevdiği bir düzende usulca aşağı bırakıyorum iyileşmiş soruları kölelerin elleri ufacık, tutamıyorlar
7 notes · View notes