#düello
Explore tagged Tumblr posts
Text
“gidiyorum bu şehri bu yağmuru bu düşeri bu aşkı bu kavgayı bu kederi size bırakarak”
24 notes
·
View notes
Text
"kırgınım, saçılmış
bir nar gibiyim"
25 notes
·
View notes
Text
getirebilsem ah,
- avlusunda çocukların
korkmadan oynadığı -
lalelerle
donanmış simli bir gökyüzü.
3 notes
·
View notes
Text
Cengiz Kurtoğlu Amy Wınehouse Düeti ne zaman gelir tahmini??!!
0 notes
Text
Kanşaubiy Miziev – Edebiyat ve Düello (2024)
Dünya edebiyatında düello sahneleri bol miktarda temsil edilir. Özellikle Rus yazarların eserlerinde, daha çok 19. yüzyılda ve 20. yüzyılın başlarında bu örneklere oldukça sık tanık oluruz. Bu dönemde düelloların arttığı gözlemleniyor ve bu kitap da daha çok Rus yazarların düello olaylarına karıştığını, düello sahnelerinin hemen hemen tüm büyük yazarların eserlerinde yer aldığını…
View On WordPress
2 notes
·
View notes
Text
"Bu dünyada ben yokum, o halde neden buradayım?"
Hoşça kal ayak izim serseri sokaklarda Hoşça kal.
Hoşça kal eski zaman aktarları Gidiyorum. Bu şehri bu yağmuru, bu düşleri Bu aşkı bu kavgayı bu kederi Size bırakarak.
Behçet Aysan, Düello
38 notes
·
View notes
Text
sana içimde sığınak. sana içimde meydan savaşı. içimde sana keskin bıçaklar ve iyileştirici iksirler. içimden içim çıkıyor. bir sen çıkmıyosun. namluyu alnına dayamak ya da ellerimle kendimi zapt etmek. kendi kendime açtığım bir düello. bir adım ileri bir adım geri. benim adımsa bugün şaibeli. hem yara açan hem de o yarayı saran. seni savuran sert bir yel gibi hem de sana esen yumuşak meltem. benim adımsa yarın sana ya dert olur ya da derman, ateşi harlayan, sana en uzak hem de en yakın liman.
6 notes
·
View notes
Text
Dokuzuncu Osmanlı hükümdarı olan Yavuz Sultan Selim, devlet-i aliyenin başına geçmeden önce -şehzadelik- yıllarında satrançla yakından ilgilenirdi. Satranca merak salan Şehzade Selim diğer alanlarda olduğu gibi satranç alanında da kendini bir hayli geliştirir.
Şehzade Selim bu oyunda ustalaşırken İran bölgesinde de satrancın revaçta olduğunu öğrenir. Satranç adına kendisinde olan meziyetlerin Şah İsmail’de de var olduğunu öğrendiğinde bir yolunu bulup Şah İsmail’le oynamayı ve Şah’ın meziyetlerinden faydalanmayı kafasına takar.
Şehzade Selim Şah İsmail’le oynamayı kafasına koyduktan sonra işi gücü bırakıp tebdil-i kıyafetle(gezgin bir abdal kılığında) İran’a gider. İran’a varır varmaz hanlarda, kervansaraylarda satranç oynamaya başlar ve önüne geleni yener. Oynadığı herkesi yenerek bayağı ün salan Şehzade Selim’in ünü kısa bir sürede Şah İsmail’e kadar gider.
Şah bu ünlü satranç ustası dervişi duyunca, çağırın bir de benimle oynasın der. Böylece Şehzade Selim Şah’ın huzuruna çıkar ve düello başlar.
İlk oyunda; Şah’ın oyun tarzını öğrenmek isteyen Şehzade Selim kısa bir sürede yenilir. Tabi Şah buna çok şaşırır. Saraya kadar herkesi yenip ün salarak gelen bir derviş nasıl olurda böyle basit hataları göremez diye düşünür, bunda bir iş olduğunu anlar ve bir oyun daha ister.
Şah İsmail’in oyun tarzını görmek için ilk oyunda bilerek yenilen Şehzade Selim, ikinci oyunda çok kısa bir sürede Şah İsmail’i mat eder.
Mat olan Şah İsmail sinirlenir ve:
-Bre derviş! Hiç şahlar mat edilir mi? der.
Genç şehzade hemen cevabı yapıştırır:
-Şahların mat edilmeyeceği danışıklı dövüşünü bilseydim, elbette benim de tavrım ona göre olurdu.
Bunun üzerine Şah İsmail iyice sinirlenir Şehzade Selime bir tokat atar. Fakat karşısındakinin yarım akıllı bir derviş olduğunu düşünerek bir kese altın verip yollanmasını emreder.
İşte tam da huzurdan ayrılacakken bu beyit dökülür Şehzade Selimin dudaklarından:
Sanma şâhım herkesi sen sâdıkâne yâr olur
Herkesi sen dost mu sandın belki ol ağyâr olur
Sâdıkâne belki ol bu âlemde dildâr olur
Yâr olur ağyâr olur dildâr olur serdâr olur
Şehzade Selim yediği tokadın acısını unutmaz ve Sultan olarak Çaldıran’da Şah’ın karşısında tekrar çıkar. Şehzade iken satrançta yendiği Şah’ı, Sultan olup Çaldıran’da tekrar yenen Yavuz Sultan Selim savaştan sonra Şah’a bir mektup gönderir. Mektupta şehzade iken yediği tokadın acısını aldığını söyleyip ekler: Atacaksan tokadı, böyle atacaksın.
Aslında Yavuz bütün olanları Şah’ın huzurundan kovulduğu gün şiirinde anlatmış ancak Şah anlayamamıştır. Herkesin dost olmayacağını, bir gün böyle kişilerin karşısına serdar olarak ta çıkabileceğini söylemiştir:
Sanma şâhım herkesi sen sâdıkâne yâr olur
Herkesi sen dost mu sandın belki ol ağyâr olur
Sâdıkâne belki ol bu âlemde dildâr olur
Yâr olur ağyâr olur dildâr olur serdâr olur
(Şahım sen herkesi kendine sadık dost sanma
Sen herkesi dost sanma belki o düşmanın olur
Belki o kişi alemlerde sözü geçen olur
Dost olur düşman olur sözü geçen olur hükümdar olur.)
10 notes
·
View notes
Text
“yok başka cehennem yaşıyorsun işte”
26 notes
·
View notes
Note
Çok sevdiğim ailemden birini kaybettim bu ölümü kabullenmem ve atlatabilmem için ne önerirsiniz çok değer verdiğin bi insanı toprağa verdik bugün dünyaö başıma yıkıldı kalbim paramparça
Ben de yakın zamanda yakın bir akrabamı kaybettim, ilginç ilişkim olan bir akrabamı. Buna üzüldüm mü üzülmedim mi anlayamıyorum bile ve bu durum belki beni daha fazla üzüyor bilmiyorum.
Sahip olunan bir şeyle ilişki kurmanın şahsına münhasırlığı gibi bir şeyin yokluğuyla ilişki de o derece özel sanırım, ne tavsiye vermek istesem havada kalıyor gibi biraz. Var olan bir sorun ile şöyle ya da böyle mücadele etmek nazaran kolaydır sanırım, karşısındaki mevcudiyetten insan kendisine çeşitli noktalar geliştirebilir. Ama olmayan bir şeyle savaşmak, yoklukla mücadale etmek... Bir hayalet ile düello etmek gibi, adil görünen koşullarda merminin yarıp geçeceği ete ancak sen sahipsin. Ve işler öyle bir noktaya geliyor ki insan karşısındaki mevcudiyetsizliğin boşluğunda bazen kendisiyle dövüşe tutuştuğunu bile sanabiliyor. Seninle aynı şeyleri yaşadığımı düşünmüyorum, ben farklı bir kayıp hissiyatı içerisindeyim. Dünyam başıma yıkılmış gibi gelmedi ve bu belki başka bir savaştır bilmiyorum. Bir deneyim üzerinden sana tavsiye veremem demem o ki. Ancak literatürden ve gözlemlerimle diyebileceğim tek bir şey var ki yas sürecini, o acılı karanlık ve içini boşaltmış gibi hissettiren süreci yaşamak kadar doğal bir şey yok. Bu çetrefilli yol kendine özgü şekillerde geçilip gidilmeli. Oluşan kaybın boşluğunu doldurmak suretiyle değil, yaşanmışlığın kabulü ve o eski mevcudiyete bir vedanın olgunluğu ile... Bu yeni yokluk ile yeni bir ilişki kurabilmeyi öğrenebilmiş şekilde. Bu tamamen arınmış ya da iyileşmiş olmak demek değil elbette. Bu sadece bir kayıpla yaşamayı öğrenmiş olmak demek. Biraz buruk, biraz nostaljik yine de devam eden yaşama hakkını teslim etmeyi bilen bir şekilde...
8 notes
·
View notes
Text
KILIÇLAR ÇEKİLDİ BU BİR DÜELLO KISA ÇÖP UZUN ÇÖPTEN HAKKINI ALACAK
9 notes
·
View notes
Text
Hayalperest.
Bir hayalperestin portresi. Bir düşüncenin amansız akışı.
Bu adam ne yapıyor? Donuk gözlerinin önünde hangi sahne canlanıyor? Bunu anlamak zor. Sandalyeye tutunmuş, belki de kalkıp gitmek geçiyor içinden. Belki de az sonra yapacağı şeyin kurguları dolanıyordur aklında. Ya da kalkıp giderek bu asılsız hayallere bir son vermeyi planlıyor.
Bilemiyoruz.
Bir düello sahnesi var karşımızda. İki gözüpek adam silahını çekmiş, ateş emrini bekliyorlar. Bir saniye sonra ikisinden birinin hayatına son verilecek.
Sonuç, belli değil. Bilemiyoruz.
Sanat, arayıştır ve seyirciyi düşündürür. Hikâyede izleyicinin tamamlayacağı açıklar vardır.
2 notes
·
View notes
Text
Sanatçının Duası
“Gün sonları ne kadar içe işleyici güzün! Ah! Can yakacak kadar işleyici! Çünkü öyle hoş duyular vardır ki, dalgaları yoğunluklarını önlemez; Sonsuz’un ucundan daha keskin uç da yoktur.
Bakışı göğün ve denizin uçsuz bucaksızlığına daldırmak ne büyük haz! Yalnızlık, sessizlik, gök yüzünün benzersiz arılığı! Ufukta titreyen, küçüklüğüyle, yapayalnız kalmışlığıyla benim çaresiz yaşamıma öykünen bir küçük yelken, dalganın tekdüze şarkısı, tüm bu nesneler benim aracılığımla düşünüyor ya da ben onların aracılığıyla düşünüyorum (çünkü ben düşlerin enginliğinde öyle çabuk yitip gidiyor ki!); düşünüyorlar diyorum, ama dilbazlıklara, karşılaştırmalara, sonuç çıkarmalara başvurmadan, ezgimsi bir biçimde, çok güzel bir biçimde düşünüyorlar.
Gene de, ister benden çıksınlar ister nesnelerden fırlasınlar bu düşünceler fazlasıyla güçleniyor çabucak. Güç hazda bir huzursuzluk, olumlu bir acı yaratır. Fazlasıyla gerilmiş sinirlerim tiz ve sızılı titreşimlerden başka bir şey vermiyor artık.
Şimdi de göğün derinliği şaşkına döndürüyor beni, duruluğu çileden çıkarıyor. Denizin duyarsızlığı, gözlerimin önündeki görünümün değişmezliği ayaklandırıyor beni... Ah! Hep böyle acı mı çekmeli, yoksa hep kaçmalı mı güzelden? Doğa, acımak bilmez büyücü, her zaman üstün çıkan karşıt, bırak beni! İsteklerimi ve gururumu baştan çıkarmayı bırak artık! Bir düellodur güzeli incelemek, sanatçıyı yere sermeden önce dehşetten haykırtan bir düello.”
Charles Baudelaire
Paris Sıkıntısı
Çev.: Tahsin Yücel
2 notes
·
View notes