#buraya attım mı hatırlamıyorum ama
Explore tagged Tumblr posts
Text
14 notes
·
View notes
Text
''senin yanında uyumak istiyorum'' dedim ''bu akşam gelir misin bana?'' dedi ''gelirim'' dedim ''umarım Barış, bekleyeceğim'' dedi ve kapattı... tebessüm ettiğini telefonun ucundan bile hissedebilmiştim... bana kırgın olduğunu biliyordum... hatta biraz öfkeli... ama hafiflemişti artık öfkesi... 5 yıl olmuştu... hiç görüşmemiştik ama defalarca konuşmuştuk... hayatına birini almamıştı o... bense hatırlamıyorum kimler vardı yanımda... belki de bi'tek o'nu alamamıştım hayatıma... hazırlandım... evimde, yanımda bir kadın vardı o zamanlar... yalan söyledim o kadına... ''Serhat'la dışarı çıkacağım'' dedim... o kadar çok yalan söylemiştim ki yanımdaki kadına... artık aldatıp aldatmadığımı bile bilmiyordum... tek bildiğim şey bu gece o renkli gözlü kadını görmek istediğimdi... evden çıktım ve taksiye binip evinin önüne gittim... hep sitem etmişti bana, ''bir kere gelmedin evime Barış'' diye ''bi kere evime gelmek istemedin, merak dahi etmedin'' ev bulma, tutma sürecinde o'nun yanındaydım... çok zorlu bi süreçti o'nun için... o çok güçlü bi kadındı... çok güzeldi... renkli gözlerinin ardında hep bi meydan okuması vardı bana, Barış'a... apartmana girip, en üst kata çıktım... kapıyı çaldım... yavaş yavaş açtı kapıyı.. gülümsedi... ''gerçekten geldin mi?'' dedi gülümsedim.. ''sanırım'' dedim postallarımı çıkarıp içeri geçtim... ufak, tefek tam onluk bi evdi... koltuğu, çalışma masası, lambası... tüm eşyalar o'nun yansımasıydı... yanıma oturdu... ''hoşgeldin'' dedi sarıldı... ''çok güzelmiş evin'' dedim ''gerçekten beğendin mi?'' dedi gülümseyerek ''çok beğendim, tam senlik olmuş'' dedim gülümsedi... ''alıştım buraya'' dedi montumu bile çıkarmamıştım... öylece o'nu izliyordum... gözlerini kaçırdı... ''alkolüm yok ama kahve yapabilirim'' dedi... ''alırım'' dedim o mutfağa gitti... montumu çıkardım, sigara yaktım... duvardaki fotoğraflara takıldı gözüm... içeri seslenerek ''güzel fotoğraflar'' dedim güldü... ''senin çektiklerin kadar iyi olmasa da idare eder işte'' dedi gülümsedim... kalkıp mutfağa yanına gittim... ''orta mı içiyorsun hala?'' dedi ''şu an zehir bile içerim elinden'' dedim ''hiç değişmeyeceksin dimi?'' dedi belinden tutup sarıldım... fincanları tezgaha bırakıp, elimi tuttu... ''özlemişim'' dedi ''ben de'' dedim... bi süre hiç konuşmadık, hiç kıpırdamadık... yavaşça bıraktım belini... ''evini gezicem ben'' dedim gülümsedi... ''tabi'' dedi
terasa açılan bi yatak odası vardı... küçük karanlık ama keyifli... ''burada mı uyuyorsun sen?'' dedim ''hayır'' dedi ''genelde salondaki koltukta uyuyorum'' ''bi tek yatak odasına alışamadım evde'' tahmin etmiştim... bi'şey söylemedim... fincanları getirdi... sigara yaktık... ''çok içiyorsun hala dimi?'' dedi ''evet'' dedim ''benim için bi tek o yanıyor'' gülmeye başladı... ''hadi ordan'' dedi
''hatırlıyorum'' dedi ''o evde tekli koltuğuna oturup saatlerce sigara içerdin'' ''attım o koltuğu'' dedim
''hayret'' dedi
o tekli koltuğu hiç sevmemişti... ''orası senin tahtındı'' ''tüm kırıcı cümlelerini orda oturup söyledin bana'' derdi hep, en son bana geldiğinde, ''kalkıp bişey söyle bana'' diye ağlamıştı ve hala onu hatırlıyordu...
''kızgın mısın bana hala?'' dedim ''hayır'' dedi ''geçti'' ''ben de sana kızgın değilim'' dedim gülerek yanımda otururken birden fırladı, ciddileşmişti... ''sen bana neden kızgın olacaksın ya?'' dedi ''arkasına bile bakmadan kapıyı çekip giden sen, bana neden kızacaksın?'' dedi ''sakin ol'' dedim ''şaka yapıyorum'' ''ben yapmıyorum'' dedi ''onlarca kadın varken hayatında yanında kalabilmek ne demek anlıyor musun?'' dedi cevap vermedim... sigaramdan bi duman aldım... ''susuyorsun çünkü verecek cevabın yok Barış'' dedi haklıydı... ''koşa koşa yanına geldim defalarca işten çıkıp'' dedi ''dua ederek'' ''umarım yanında bi kadın yoktur diyerek'' dedi ''hiç birinde yoktu ama'' dedim ''çünkü zaten hep birileri vardı etrafında'' dedi ''hep hep hep... Ben de onlardan biriydim senin için'' ''hayır'' dedim ''değildin, değilsin'' ''öyleydim Barış'' dedi ''artık tüm kadınlarını bırakıp gel bana'' ''bi ilişkin olduğunu biliyorum'' dedi ''buna rağmen seni köpek gibi özlediğim için gelmene izin verdim''
''nerden biliyorsun ki?'' dedim ''Barış Şahingöz sen beni çok hafife alıyorsun'' dedi ''kapıyı çarpıp çıkmakla, bana bir daha yazma demekle olmuyor bazı şeyler'' ''nasıl yani?'' dedim ''yıllarca baktım sana'' dedi ''sosyal medyadan, evinin önünden geçerken, heryerden'' ''motor aldığını bile ilk ben gördüm'' dedi şaşırmıştım... öylece kalakaldım... ''tahmin bile etmezdim'' dedim gülümsedi... sigarasını yaktı... ''seni seviyorum cümlesini gözlerinin içine bakıp söyleyemediğim için mi?'' dedi ''yanındaki kadınlarla uğraşıp kıskançlığımı sana farkettirmediğim için mi?'' ''hayır'' dedim kekeleyerek, ''sadece bu kadarını bilmiyordum'' ''bilmek istemedin ki'' dedi sigarası bitmişti... elimi tuttu... ''sarılabilir miyim?'' dedim ''lütfen'' dedi o'nu anlayabilmek, o renkli, tüm dünyaya kafa tutan gözlerinin ardındakileri okuyabilmek için çok daha fazlası gerekliydi... uzun süre sarıldık... ''Barış'' dedi ''lütfen, lütfen tüm kadınlarını bırakıp gel bana bidaha gelirsen''
cevap veremedim... yüzümü ellerinin arasına aldı... öptü... ''lütfen'' dedi... ''sarılarak uyuduğumuz günleri unutma''
''asla'' dedim ''asla''
Barış Şahingöz 2023 Şişli
1 note
·
View note
Text
O gece…
02/08/2022…
Odadan çıkarken “ben seni kalbime aldım” dedi.İçimden inanmak geliyordu ama aklıma şu satırlar geldi. “Birisine güveneceğim zaman, geçmişteki hayal kırıklıklarım ensemden tutar ve kulağıma fısıldar: Ne çabuk unuttun”…
Bu düşüncelerle ertesi gün her zaman ki gibi uykusuz ve saçma sapan bir şekilde dolaştım durdum.Beynim hep aynı soruyu soruyordu ve bu sorunun cevabı yoktu…
Acaba söyledikleri gerçek mi?Ya değilse?Ya o sesi bir daha hiç duyamazsam?Ya yine hayalkırıklığına uğrarsam?Yine dağılırsam?Bu sefer kim toparlayacak?Nasıl ayağa kalkıcam?Ya da kalkabilecek miyim? Hangi günahımın bedeli olacak?
Bu soruları sorunca kendimi kötü hissettim.Her zaman gitmek isteyen birisi olarak bana biraz tehlikeli geldi. Bu duygularla arabaya bindim,yola çıktım.İçimde bir sürü karma karışık duygularla ve yüzümde kocaman bir soru işaretiyle ilerlerken… Ayağımı gazdan çektim,arabayı emniyet şeridinde durdurdum,bir sigara yaktım,gitmesem de aynısı olacak.Tekrar bir sürü insanın ne ile karşılaşacağını bilmeden ilerlediği trafiğin içerisine kendimi attım. Bazen Boğaziçi köprüsünü görebileceğim bir yere geçer köprüden akan araçları düşünürüm. “Bu araçların içerisindeki insanlar birbirlerinden habersiz şekilde nereye gidiyorlar? Kimisi son kez göreceğini bilmediği birine giderken diğeri bir düğüne gidiyor,kimisi belki 5 dakika sonra takla atıp ölecek ve bilmiyor,X aracın direksiyonunda ki kişi Y aracındaki insanın duygularından haberdar olsa ne söylerdi?Birbirini tanımayan insanlar olarak toplansak birbirimize neler söylerdik?”
Bu noktadan sonra ne düşüneceğimi bilmiyordum.Yol boyu şunu düşündüm. “Ben ne istiyorum”. Ard arda kaç sigara içtim hatırlamıyorum ve sonunda kafam açıldı.Cevabı buldum.
Ben deli gibi sevilmek istiyorum ama öyle böyle değil.Beni sevgisiyle bunaltsın,kıskansın,deli etsin,onu yapma, buraya gitme,nerdesin,nerede olduğumu kontrol etsin mesela,daraltırcasına bir ilgi göstersin.Şunu anladım ki ; beni babamdan başka kimse sevmemiş.Bunu o gün karayolunda hareket halindeyken anladım.36 yıldır hiç sevilmediğini anlamak. İşte bu kadar sevilmemişken nasıl bu kadar sevebiliyordum?Belki de “ben sevebiliyorum sizde beni sevin” demekti bu yaptıklarım.Herkes sevginin kendi ihtiyacı olduğunu düşünüyor.Oysa ki benim de ihtiyacım var.
Bugüne kadar hiçbir sevgilim doğum günümü hatırlamadı,sonra özür dilediler ve ben yine o berbat soğukluğum ve ifadesiz yüzümle “önemli değil canım, olur öyle şeyler” dedim. Çünkü anlamayacaklarını biliyordum.Söyledikten sonra önemi var mıydı? Onlara göre ben kırılmazdım,niye? Çünkü sert adamım,Tülay Hanımın dediğine göre ;kavak ağacı gibi dimdik duran ve karanlıktan ne zaman çıkacağımı kendim belirleyen bir tipim. Ben kırılmam ya,benim hiç derdim olamaz,ben üzülmem, benim derdim hayvan gibi sevişmektir. Bu atfedilenler yüzünden babam öldüğünde ağlayamadım,hala ağlayamadığım zamanlar olur,bazen de çok mutluyken durup dururken gözlerim dolar.Aslında en sert olanın en kırılgan olduğunu biliyorum.Çünkü esnek ve elastik bir maddeyi kırmak daha zordur, mukavemeti kırmak için daha fazla kuvvet uygulamak gerekir.Çok kuru ve sert bir dala daha az kuvvet uygulayınca kırılır. Kaç kere dağıldım, kaç kere parçalarımı yapıştırdılar ben sayısını hatırlamıyorum,bunları tekrar kendime yaptırır mıyım?Acaba bunu yapmayın desem anlarlar mı?Tüm bunlar ve bunları konuştuğumuz zamanlar sesleriyle beraber bir flashback gibi gözlerimin önünden geçti. Cevap:Ben sevilmeye layık adam değilim.
Bunu kabullendim ve sonra gaza bastım.Yol boyu hiçbir şey düşünmedim.Sevilmeye layık olmayan adam olduğumu biliyordum. Kendime bir sıfat buldum sonunda. Birden yolu ortadan ayıran bariyerlere gözüm takıldı,Hızım 170/180 civarıydı,bu bariyerlere arabayı vursam parça parça olsam nasıl olurdu? Cenazeme kaç kişi katılırdı?Acaba o zaman beni severler miydi? Sevilmek ve anlaşılmak için ölmek mi gerekirdi?Acaba o zaman “neden anlamadık” derler miydi?
Attila İlhanın dizeleri aklıma geldi “Sevmek için geç ölmek için erken” diyordu kaptan.Ben biraz değiştirdim “Yaşamak için geç, ölmek için erken” hala sevebiliyorum. Sevebiliyorsam yaşamaya devam etmeliyim dedim, arabayı bariyerlere vurma fikrini böyle bastırdım, ondan sonra hiçbir şey düşünmedim. Sonuçta hiç sevilmemiş ve sevilmeye layık olmayan bir adamım, en kötü ne olabilirdi ki? Persona non grata…
Gitmem gereken yere vardım,birkaç dakika geçmeden onu gördüm, hızlıca arabaya bindik ve yola çıktık.Işıklarda dururken beni öptü.Bu iyi bir şeydi galiba.Ben ilk kez görüştüğüm bir insandan bu kadar etkileneceğimi hiç düşünmezdim. İnsan hayatında pek olmaz,bana da daha önce bir kere olmuştu…Biriyle ilk kez görüşürsün ama daha önceden tanıyormuş gibi hissedersin, hayatında bir yerlere dokunuyordur,sanki uzun süre sonra karşılaşan ve birbirinin hayatında ki her detaya hakim olan insanlar gibi. Elini tuttuğumda avuçlarının içinde ki sıcaklığı hissettim,mekana girdik oturduk.Konuşmaya başladık, o kadar tatlı ve bıcır bıcırdı ki…Gözlerime bakamaması, benim ilk defa ifadesiz bir yüz yerine gülebilmem,beni okuması,bana bakarken içimde yanan ateş,teninin mango kokusu, yüzünde ki kocaman gülümseme…Onunla konuşurken cümleler kalbimden çıkıyordu beynim ise şunu düşünüyordu : bu kadar acıdan geçmiş insanlar nasıl bu kadar gülebiliyor? Bu kadar güzel gülen bir insanlara neden bunları yapmışlar?Neden biz bu kadar acıdan geçtik?Acaba birbirimizi daha önce bulsaydık bu acılar yaşanmaz mıydı? Fark etmeden birbirimizi bu kadar düşünmemiz,bu kadar benzememiz,hastalıklarımızın bile aynı olması, ikimizin de bir şeylerden kaçmak için cinselliği kullanmamız… İkimizin de merhametli insanlar olması mesela…Dışarıya karşı bu kadar hoyrat olan iki insandan birisi evinde 7 tane kedi besliyorken diğeri sevmeyi en iyi bilen, en romantik insan…Bu bizim savunma mekanizmamız, çünkü tekrar kırılmaktan korkuyoruz ve insanlara o yönümüzü göstermekten ölümüne kaçıyoruz.O benim içimi gördü,kalbime dokundu.Bende onun kalbinde ki küçük noktayı buldum ve oraya dokundum,çünkü sadece orası kalmıştı,o kadar çok cam kırığı vardı ki ellerimiz kanadı… Kanın bir önemi yok,yeter ki kalplere dokunabilelim.Şarkımızda dediği gibi “iyi ki o kuyuya indim/iyi ki tenine bulaştım”.
Bu kadar çok travmamız var ki, bunları ancak birbirimizde düzeltebileceğimizi biliyorum. Ben sevilmek istiyorum, sadece sevilmek.O ise terk edilmemek istiyor.Bugüne kadar kimseyi yarı yolda bırakmadım, onlar istedikleri zaman indiler,sonra geri döndüler ve eskisi gibi olmadı.Bir kere kırılınca tekrar eskisi gibi olmuyor.Ben bir ilişkide merhamet ararım ve en merhametsiz insanları hayatıma dahil etmekte üstüme yoktur.Yine aynısının olmasını istemiyorum, daha fazla kırılmak, tekrar yapıştırılmak istemiyorum. Benim fıtratımda ölüm dışında terk etmek diye bir şey yok.İlişki de merhamet dediğim ise şudur “ya şunu yapmayayım, üzülür/canı yanar. Aa bu onu sever ,bunu onun için yapayım. Beni çok seviyor o zaman bunu sınamak için şunu yapayım da bakalım ne kadar seviyor?Canını yakayım seviyorsa katlanır,sınırlarını zorlayayım, kendimden iteyim,ne kadar kalacak kontrol edeyim,sırf seviyor diye gösterdiği toleransları taviz olarak algılayıp her istediğimi yaptırayım,bakalım kıskanıyor mu?” gibi şeyleri yapmamak her iki taraf içinde önemli.Çünkü ben böyle davranmıyorum.
Onun terk edilme korkusunu anlıyorum, insanı babası terk ederse el oğlu ne yapmaz?Bana ailem bunları yapıyorken el kızı ne yapmaz? Bunları yaşadığımız için birbirimize bunları yapmamamız gerektiğini düşünüyorum.
Nejat işlerin dediği gibi ; kime sorsak seviyor zaten.Mühim olan güzel sevebilmek,kırmadan, dökmeden, yormadan acıtmadan.
Dün aklıma bir sürü şey geldi mesela… Şimdi orada yalnız, acaba buraya gelip kalabalık olunca ne olacak?Beni unutacak mı?Gönlü başkasına kayacak mı?Bu durumda ben ne yapıcam?Ne kadar acıyacağım? Sonra ne olacak mesela? En son ne yapıcam?Her şeyi kafamda belirledim aslında.Sadece doğru zamanı bekliyorum,bardağın ne kadarı boş bilmiyorum.O durumda karşılarına geçip bir şekilde izlemeyi çok isterdim.Umarım böyle bir hizmette mevcuttur.
Sonra şunu düşündüm,düşünmeme biraz da arkadaşın söylediği cümleler neden oldu.Ben buraya yeni insanlarla tanışmaya geliyorum,bu benim işim.Bu ayrımı yapınca şöyle düşündüm. “Bir bakkala dükkanını kapat diyemem,bu da bu insanın mesleği,gerekirse görmemek için bakmayacağım,yok sayıcam,yıpranıcam,kendimle kavga edicem,ağzımı açamayacağım ama o bana geldiğinde her şey bitmiş olacak”.Benim olduğu sürece işinin bir önemi yok.Buna katlanıcam çünkü seviyorum.Ve her şey bittiğinde yaşlarımız biraz daha ilerlediğinde egede bir sahil kasabasında otururken bugünleri hatırlamayacağız bile.Başını göğüsüme koyacak,beraber kahvelerimizi içerken ben yine yüzünü okşayacağım,gözlerine dik dik bakıp “kızım saçma sapan konuşma” diyeceğim. Benim olmadığı zaman ise benim bir önemim yok.
Beraber yaşlanmak istediğim birisi var,sesini duyunca, yüzüne bakınca mutlu oluyorum.Gökyüzü gibi bir kadın,ucu bucağı yok, baktığında özgür hissediyorsun,dokunduğun zaman yanıyorsun ama dokunmadan edemiyorsun…Sık ağaçlarla kaplı bir orman gibi, labirentlerinin arasında kayboluyorsun,ağaçların arasından hangi hayvanın çıkacağı belli değil ama gönlün gürül gürül akan bir şelale gibi, durdurmanın imkanı yok.Hem durdurmak isteyen kim?Bir sabah onunla uyanıp ,o uyurken yüzünü izlemek istiyorum.Nasıl uyuyor?Nasıl sesler çıkartıyor?Devinimleri nasıl?Mesela gerçekten ağladığında yüzü nasıl oluyor?Çok gergin olduğumda beni kokusuyla sakinleştirecek mi?Ona korkularını unutturmak için her şeyi yapabileceğimi biliyor mu?Mesela bir sabah uyandığında yanında bulamama ihtimali olmadığını biliyor mu?
Şunları bilmesini isterdim. Her uyandığında yanında olucam,ellerini tutup yüzünü görücem,travmalarını tekrar ettirmeyeceğimi bilmeli,ben ona gitmek için gelmedim.Çünkü sevdiğim herkesi kaybettim, bir şekilde gittiler ve onun gitmesini istemiyorum.Ben gidişleri sevmiyorum,geldiyse hep kalsın,ben onu hep severim.O da bunları yaşadığı için anlayacağını düşünüyorum.Gidilmesinden korkan insanlarız ve neden gidelim ki?Gitmemeliyiz.Bizim bu hayatta mutlu olmamız lazım,çünkü çok uzun bir zamanımız yok,mutluluğu biz de hak ediyoruz.Birbirinin aynısı olan ve bu kadar acıdan geçmiş insanların ortak bir acıda buluşup mutlu olabileceklerine inanıyorum.İkimizde sevişmenin sevilmek için tek gerçek olduğuna inanıyorduk ve bu durumun artık kırıldığını düşünüyorum.Onunla olmadan da onu sevebiliyorum, o da beni sevebiliyor.Ben iyi seviştiğimde sevileceğimi düşünüyorken o da sevilmek için sevişiyor.Ama sevilmek için tek neden tenlerin birleşmesi değil,fikirleri birleşmesi, beyin olarak birbirini tamamlamak. Bir insanı neden seversin ki?Belki bir 10-15 yıl sonra sevişemeyecek duruma gelicez,bu aşkı bitirmeyecek,bir insanda bir duruşu,bakışı,gülüşü,kokuyu,devinimi,kokuyu,düşünceyi seversin.Yoksa gidip bir heykeli de sevebiliriz ama bunu yapmıyoruz.Çok güzel ve kıymetli bir şey bulduğumuzun bilincindeyim.Onun ruhunu istiyorum,her şeyini öğrenmek,mutlu olması,yüzünün gülmesi,bir daha kimsenin canımızı acıtamamasını istiyorum.Kırılmaktan, kaybetmekten bu kadar korkan insanlar olarak birbirimizi kaybetmememiz gerektiği bir gerçek.
Orhan Veli’nin dediği gibi “bilmezdim şarkıların bu kadar güzel,kelimelerin bu kadar kifayetsiz olduğunu/bu derde düşmeden önce”…Ben ki bu güne kadar kimse ile konuşurken takılmadım ama sana karşı üç kelimeyi ard arda getirip cümle kuramıyorum,yanındayken bile özlediğim tek kadınsın,bütün hayallerim,planlarım sana dair, her şeyi seninle beraber yapmak istiyorum,eskiden damarlarımda kan aktığını zannederken ne aptalmışım?Seni tanıdıktan sonra kalbimde,beynimde,damarlarımda senin ismin,sesin ve yüzün dolaşıyor.Sana olan duygularım o kadar yoğun ki, kelimelere dökemedikçe çıldırıyorum.Şunu bilmeni isterim ki ; seni herkesten,her şeyden daha çok istiyorum,daha çok seviyorum ve sana aşığım.Kalp düşünmez,ben de sana düşünmeden yazıyorum.Seninle bir hayatı paylaşmak istiyorum, belki her gün mükemmel olmaz ama büyük oranda mutlu oluruz.Bana demiştin ki “beni iyi çektin”... Kızım saçma sapan konuşma,insan sevdiğinin her haline alışmalı, her halini görmeli,anlamalı.Ben ağladığımda mesela sen gitmezsin, hasta olsam başımda beklersin.İyi günde herkes herkesin yanında olur,mühim olan kötü günde yanında olabilmek.Sana ne kadar kötülük yapmış olurlarsa olsunlar o insanları bırakamıyorsun.Sen merhametli bir kadınsın,bu ilişkiye de merhamet göstermeni istiyorum,çünkü benim gösterebileceğim bir merhamet yok, sadece sevgim var.
Sen benim ailem gibisin,beni zaaf noktalarımdan vurmayacağını düşünüyorum ve sadece gitmenden korkuyorum.Gitme olur mu? Benimle kal, beraber olalım.Çünkü benim hayatımda ki herkes aniden gitti, buna hiçbir zaman alışamadım, peki sen neden gitmedin diyeceksin?Ben tamamiyle gidecek cesareti bulamadım hiçbir zaman.Bazen hiçbir şekilde geri dönemeyecek gibi gitmek istediğim zamanlar oldu,ilk defa sende kalmak istiyorum, ölene kadar.Sen mantıklı mantıksız iyi kötü hep konuş olur mu?Senin sesin benim ruhumu dinlendiriyor,bana çok iyi geliyorsun, biz birbirimize iyi geliyoruz.Sen gitme,ben ölene kadar seninle kalırım çünkü senden başkasını istemiyorum ve istemeyeceğim.Umarım yazdıklarımı doğru değerlendirirsin ve bir şekilde benim gibi karmaşık bir adamı anlayabilirsin.
2 notes
·
View notes
Text
Yalancının sahnesi yalnız kalana kadardır
Niye moruk niye? Neden inanıyoruz? Neden bazı şeylere inanmak zor geliyor? Bu dünyadaki en büyük savaş hatırlamak ve unutmak arasındadır. Aynı oranda da en büyük antlaşma inanmak ve kabullenmek arasındadır. Sonu gelmiyor kardeşim. Geberip gidene kadar sonu gelmiyor bu durumun. Çünkü gördüğüne inanmak daha zor geliyor. Görmediğini kabullenmek de aynı bağlamda daha kolay. Kaybedene kadar kabulleniyorusun, kaybedince de Anıtkabir nöbet değişimi gibi bir nizamda duygu değişikliği oluyor ve kabullenmek yerini kendini inandırmaya bırakıyor. Ama doğruya değil. Başka bir yalana. Evet dostum, belki de kendine yapacağın en büyük iyilik bir yalana sığınmak ya da inanmaktır. Tarifsiz duygular yaşadın mı hiç? Ben uzun zamadır yaşıyorum. Şimdi nasıl desem, hani uzaktan bir yemek görürsün ve canın çeker ya, sonra tadına bakarsın iğrençtir. İnsan boku gibi düşün moruk. Kokusu dayanılmazdır fakat sen yaparsın onu ve rahatsız etmez seni bakmak. İşte bu ikisinin tam tersi duygular yaşıyorum. Yalan söylüyorum, inanmıyorum, inandıramıyorum ve sonunda da hep yalnız kalıyorum. Bir ara yalnız kalmak için çabalarken şimdi canımı yakıyor yalnızlık. Yalnızlık ne pis bir şey be oğlum. Kanser gibi, veba gibi, kaza gibi ve hatta ne yaparsan yap seni öldürmeyen intihar gibi. Hepsi aynı yani. Şimdi sana arasındaki bağları anlatırdım ve sonunda da "haaa harbi la böyle evet" dedirtirdim ama uğraşamam amına koyim. Düşün ve anla. Ya da şöyle söyleyeyim, aynı ateşe elimizi sokarsak belki aynı şekilde bağırırız ama senin tarifin farklı olur. Bu da böyle işte. Aynı tarifi hissedersin diye açıklamıyorum. Bu ulvi görevi sana bırakıyorum. Eninim ki yaparsın. Her neyse. İnsanın kaçtığı ve merak ettiği şeyler genelde aynıdır. Ben hayatım boyunca hep saçma sapan şeyleri merak ettim dayıcım. Ama bunlar beni yaraladı. İnsan en büyük darbeyi iyi bildiği ve öğrendiği şeylerden yerken fark ediyor aslında her şeyin yalan olduğunu. İllüminaticilerin, tasavvufçuların dediği veya filmlerde duyduğun şeyler gibi değil bu yalanlar. Kendi içinde ağzını kapatırken o tarifsiz duyguların, görmezden geldiğin ve sırtını sıvazlayandan bahsediyorum. Yalan! Merhaba. Bugün yalan hakkında bir şeyler yazacam ama ne kadar iyi olur bilmiyorum. Konuya nasıl girilir onu da bilmiyorum. Çünkü planlı yazmıyorum buraya. Hani yazacaklarımı düşünüp, kurgulayıp ve birkaç deneme yapıp yazmıyorum. İnancın olsun yazıp yazıp silmiyorum da. Çünkü burası bana çok samimi geliyor. Çünkü hiç bilmiyorum buranın orospuluğunu. Fark ettiysen sadece yazı arşivi var burada, sağ üstte. Ne kaç kişi girmiş tabelası, ne benimle iletişime geç sekmesi, ne de başka bir şey var. Sadece yazıyorum moruk. Bu kadar. Biliyorum yüzlerce kişi okumuyor ama ben bunu bilerek yazıyorum. İşte asıl içtenlik bu. Seyirciye oynamamanın verdiği huzurla yazıyorum. Özgün ve konuşma üslubumla yazmaya çalışmak dışında hiçbir sikimsonik tribe girmiyorum. Zaten ne gerek var ki öyle hareketlere? Samimiyet diyorum ya, ben onu cami hocasının yağmur yağarken saklanmamıza kızıp "rahmet yağıyor evladım, insan rahmetten kaçar mı hiç?" dedikten sonra camiye girdiğinde, utancımızı belli etmemek için saklandığımız yerden çıkıp gülerek ıslandığımızda ve koşmak yerine o yağmurun altında top oynadığımız zamanlarda bıraktım kuzen. Çünkü bu sözü diyen herkesin şemsiyesi vardı. Afrika hariç amına koyim! İşte böyle şeylere inanan çocuklar yalana da inandırmayı çok profesyonel şekilde yapabilir. Kendini kandıranların yüzüne gülümsemeyi de! Babam, ben 15 yaşındayken köpeğimi götürdüğünde de ona inandım ben. Hiç suçlamadım. Neden yaptın diye bir kere sordum sadece. Didiklemedim. Hani Chuck Palahniuk, "babalarımız tanrı modelidir" diyor ya, harbiden öyle lan. Ona inancını kaybederse tutunamıyor bir daha. Her neyse ya. Aklıma geldi yine garip oldum. Ben samimiyet kelimesi geçen hiçbir söze inanmak istemiyorum kuzen. Çünkü içtenlikle söylenen her söz, duyan kişi için yıkımdır. Bunu Kurtlar Vadisi dizisinin bitmeyen bölümlerinden çok yaşadım. O nedenle "tüm kalbimle söylüyorum", "samimi söylüyorum", "ciddiyim bak" tarzı başlayan cümlelerin amına koyim. Hepsi psikoloji kurtarma çabaları sadece. Sene 2012. 4 Şubat günü bir işe başladım. 8 Şubatta da dövme yaptırdım. Mecburiyetten. Hani Osmanlı döneminde kardeşini öldüren şehzade Selim vardı ya, işte onun gibi kulağıma küpe olsun diye yaptırdım ben de. Bir daha aynı boku yemeyeyim diye. Ama yedim moruk. Vallah bak. Hala da yiyorum. İnanıyorum. Allah, ayetine "kahrolası insan ne kadar da nankördür" yazdırmış ya, ben de aynını koluma yazdırdım. Askerden gelince en büyük kazığı 5 yıllık sevgilimden ve 23 yıllık kuzenimden yedim. Aynı anda hem de. Bir sene sonra da farklı bir kazığı yine dayımın oğlundan yedim. O kadar içten ve samimi bir kazık yedim ki anlatamam. Hani tarifi olmayan duygular dedim ya yazı başında, bu duygunun ismini bile koyamam. Kürtaj edilen bir duyguydu yaşadığım. Ama kızgın değilim. Ders sonuçta. Çünkü babamı kaybedersem bir gün; kime güveneceğimi bilmesem de, kime güvenmeyeceğimi biliyorum artık. Yalanı doğuran gizlilik, gizliği doğuran hata, hatayı doğuran insandır. Basit bir denklem. Önemli olan ders almaktır derler ya, üniversite gibi düşün hayatı. Alttan aldığın dersleri verirsen mezun olursun. Yani ölürsün. O nedenle inandığımız şeyler bizi sürekli yaralayacak. Biz tekar yapacağız. Tekrar yaralayacak. İnsanı ne öldürür diye sorsam herkes bir sürü şey der. İnsanı şüphe öldürür moruk. Bak şimdi aklıma ne geldi yazarken. Sene yine 2012 olması lazım. Bizim Hasan bir kadına aşık olmuş ama öyle böyle değil. Hiç görmediği birine. Sadece ses ve fotoğraf. O kadar aşık ki, son halife onun kadar iyi yayamaz dini. O derece sağlam duygularla bağlanmış görmediği birine. Ama aşk denilen illet böyledir ya; kadın, karşılık vermiyor buna. İnanmıyor. Öyle sikindirik bir durum işte. Ben konuyu bağlayamam ve konuya giriş yapamam genelde. Adamı teselli edeyim derken mercimek çorbasının tarifini verdim amına koyim. Çocuk bana inandırmaya çalışıyor, ben inandım diyorum ama yetmiyor ona. Çünkü insansın moruk. İnkar doğanda var. Ve yenilmek de. İnandıramadı Hasan da içindekini. Zaten hep böyle olur; içindeki en iyi görüldüğü zaman inanılmaz. Sonra noldu bilyor musun? Hasan başkası işe nişanlandı. Gözümün önünde haykırarak ağlayan adam, başkası ile mutlu olmaya çalıştı. Oldu da. Bak gerçekten inanıyorum oldu. Çünkü inanmak kendinle başlar. Yalana inandığın kadar doğruya inanamazsın. İnandıramazsın. Çünkü savunma mekanizması denilen soyut kavram bunun için var. Seni kurtarmak için. Enis abi hep şunu der, "kınama oğlum. Yaşamadan ölmezsin." Bu sözü nereden duydu bilmiyorum ama ben artık inanıyorum. Vallah. Şimdi nereye bağlayacağım iyi oku. Hasan'ın tersine ben aynı şeyi yaşadım. Hem de adama kızdığım ve asla yapmam deyip ters gelen durumun ikiz kardeşini yaşadım. Kimin sözüydü hatırlamıyorum ama "dert sik gibidir, büyüğü kendine zannedersin." sözüne inanıyorum artık. Çünkü herkes japon yarağı gini olan derdini zenci siki gibi anlatmaya bayılır. Hatta yuh amına koyim dersin ve şükretmiş gibi yaparsın. Her neyse. Ben de aynı yılın sonunda aynı tarz şeyler yaşadım ve teselli edecek, anlatınca inandırcak, hatta elimden tutacak kimse yoktu. Önce kabullendim, sonra inandım. Kendi kafama silah dayayıp boş mukaveleye imza atan yıldız futbolcu gibi hem de. Sonra o antlaşmayı yırtıp en büyük savaşı içimde yaşıyorum. (Bknz. Unutmak ve hatırlamak) Çok kötü bir şey lan yalana inanmak, inandırmak, inandırılmak, inanmak zorunda kalmak... Esbap sükut etmesi durumunun sonsuz tekrarı. Rol yapmadan yaşamak. Kim ne yazarsa yazsın, herkes yaşadığından çok başkalarına yaşattığını yazıyor. Ben kendime yaşattıklarımı yazsam dersin ki; "senin ruhuna yaptığını ne Hitler Yahudilere yapmış, ne de İbrahim putlara." Her şey yalan dostum. Yaşadığın her şey. Kullanılmış bir hayata sahipsin. Burununu silip katladığın ve temiz tarafını dışarıda tuttuğun mendilden farksız hayatlara sahibiz. Rol yapmak niye? Bebek lakaplı arkadaşım öyle bir kızla beraberdi ki, herkes arkasından gavat diye konuşurdu. Bunu bildiği halde devam ederdi. Kız o kadar acıtırdı ki bu elemanı, sadece bana anlatırdı içini. Ciddiyim bak. Amına koyim inandırmak zorunda değilim sikime inan, inanma. Her neyse. Ayrıldılar kuzen. İlk defa birine "Neden?" Diye sordum. Cevabı da onun ağzından yazıyorum aşağıya. "Annesi istememiş benle beraber olmasını Cihan. Sevmemiş beni. Ulan sanki herkes peygamber torunu da bir ben orospu çocuğuyum amına koyim. Ama bir şey diyeyim mi, beni kızına layık görmeyen o annesi kızının ne mal olduğunu bilse acaba ne yapardı? Hiç öyle bakma oğlum arkamdan konuşulanları biliyorum çocuk değilim, 30 yaşında adamım. Ama kapattım kulağımı lan. Arkadaşlarımla konuşmadım icabında. Lan sıf canı çekti diye gece gece işten çıkıp istediği yemeği aldım lan. Ama bunları ona demedim, diyemedim. Sırf evlenip boşandım diye laf yapan annesine 'senin kızın çok mu temiz amına koyduğumun karısı' da diyemedim. İçime attım lan hep. Belki beni sevmemiştir ama mutlu etti ya o bile yeter lan. Ki kendi de söylemese sevdiğini bırakmakla belli etti sevmediğini. Aklım almıyor lan! İnsan sevmediği ile nasıl beraber olur amına koyayım. Dün gibi lan. Daha dün sesini duymadan uyumadığım insan şimdi yaşıyor mu bilmiyorum. Çok koyuyor be. İnsanın yaşamaya devam etmesi için temel ihtiyaçları vardır ya, yemek, su, hatta oksijen. Elini tutunca karşılanıyordu tüm ihtiyaçlarım. Yemin ederim. Lokantada yemek yerken bile dizin dokunsun bana derdim. O derece lan. Peki ya şimdi? Amına koyayım ulan içimi sikiyor çektiğim her nefes." Anlıyor musun kardeşim? İnsan neden yalana inanmak ister bilyor musun? Bilmek ister misin? Huzur için amına koyim. O birkaç saniyelik huzur için! Yazının zirvesinde "ben peygamberim dersem ne yapardın?" diye sormuştum ya. Ne yapıyorsan onu yapmaya devam et. İnandığın her şeyin bir gün yalan olabilme ihtimalini düşünmeden ve sorgulamadan. Anı kurtarmak için devam et yalanlar söylemeye ve inanmaya... 22.8.2020
6 notes
·
View notes
Text
İlk Grup Sex ve Swinger Deneyimi
İlk Grup Sex ve Swinger Deneyimi
Madem herkes ilk ’inden başlamış ben de öyle yapayım. Yalnız doğal olarak isimleri değiştirdim. Bir de sizin gibi açık seçik yazacağım. Yalnız açık seçik yazmam sizi yanıltmasın normalde her ne kadar heyecanlı olursa olsun şehvetten daha çok değişik duygulara dayalı ve çoğunlukla saygılı şeylerdi yaşadıklarım. Yine de dediğim gibi seksi daha şehvetli olması için seksi kelimeler kullanacağım.
Hem iş hem en yakın arkadaşım olan Ahmet ile çok yoğun olan arkadaşlığımız benim ani bir kararla evlenmemden sonra yavaşlamaya başladı. Bekarken her şeyi konuşur her an birlikte olur politika siyaset kadın kız her konuda milyonlarca saat sohbet ederdik. Ancak ben evlendikten sonra bir şekilde birbirimizden uzaklaşmaya başlamıştık. Eşim Banu saygın bir iş kadınıydı ve sosyal hayatta da herkes ile mesafeli bir duruşu vardı ancak buna rağmen asla arkadaşlarımla olan ilişkilerime ne karıştı ne de kısıtlama koydu. Buna rağmen bir şekilde Ahmet ile uzaklaşıyorduk.
Ahmet Duygu ile tanıştığında her şey değişti. Duygu çok güzel, çılgın ama bir o kadar da akıllı bir kadındı. Onu bizle tanıştırmak için getirip onayımızı istedi biz de Duyguyu çok beğendiğimiz için seve seve onay verdik. Gerçi onay kısmı formalite tabi öyle veya böyle birlikteydiler artık.
Yakınlaşmamız çok zaman almadı aksine çok hızlı oldu. Artık birlikte vakit geçirmekten hoşlanan iki aile gibiydik. Hafta içleri birlikte sinemaya tiyatroya bara gidiyor hafta sonları mangal yakıyorduk. Haftanın en az iki, bazen üç günü birlikteydik. İkisi de aileleriyle kaldığı için dışarıda olmadığımız zamanlarda bizim evde oluyorduk. Ahmet ile Duygu her fırsatta öpüşür el şakası yapar ve aşklarını hiç saklamazlardı. O zamanlara kadar toplum içerisinde soğuk ve mesafeli duran eşim bile buna zamanla alıştı ve biz de olur olmadık zamanda onların yanında öpüşmeye başlamıştık. Zamanla bu o kadar alışageldik bişey oldu ki hepimiz için sıradanlaşmaya bile başladı. Bir keresinde evin içindeki bir trafik sıkışıklığında Ahmet çek şu güzel poponu önümden diyerek Banu’nun poposuna küçük bir şaplak attığında bile ne kıskanmış ne de bir art niyet aramamıştım.
Bir gece yiyip içip Ahmet’le Duygu’yu o halde bırakmadığımız bir geceydi. Hepimiz sarhoştuk o yüzden yola çıkmalarına izin vermedik. Yatmaları için köşe odaya gönderdik. Biz de çok ayakta duracak halde değildik ve bir süre sonra da yatmak için ortalığı öylece bırakıp kalktık. Onların odanın önünden geçerken içerden çok hafif gelen müzik sesini duyunca o anki anlık duygularla davranarak şunlara bi laf atıp sevimlilik yapayım diye içimden geçirerek kapıyı açtım. Kısık olmasına rağmen çalan müziğin etkisiyle duyulmayan kapı sesine mukabil Ahmet’in Duygu’nun bacakları arasında yumuşak yumuşak gidip geldiğini gördüm. Benim öylece kalakalmam ile Banu başını uzatıp içeri baktı. Bize göre o kadar masum ve içten bir seksti ki Banu da Ben de o an içimizden hiçbir şey geçirmedik sadece birbirimize bakıp gülümsedik ve kapıyı sessizce kapadık.
Ancak o günden sonra bir seyler oldu. Banu’yla artık o kadar rahattık ki onların yanında sanki ailemizden gerçek anlamda bir parça gibiydiler. Şakalarımız konuşmalarımız artık daha açık saçık ve rahat olmaya başlamıştı.
Banu’nun önemli bir iş için mesaiye kaldığı bir gündü, yine bizim evdeydik. Biz üçümüz yiyip içip eğlenceye geçmiştik. O anki durumu ve psikolojiyi tam net hatırlamıyorum. Hatırladığım şey Ahmet koltukta oturuyor Duygu da önüne diz çökmüş ona oral seks yapıyordu. Ben de saçma sapan amaçsız bir şekilde bi mutfağa gidiyor bi oturup kanal değiştiriyor bişeyler yapıyordum ama anlamsızca işte. Zaten garip bi durumdu üstüne Banu’nun da eve gelmesiyle iyice garip oldu. Salona başını uzattığında gördüğü manzara Ahmet’e oral seks yapan Duygu ve az ileride oturmuş televizyon seyreden kocası oldu. Önce içeri ilk baktığında yüzünde bana bakışlarıyla soru soran bir bir hal vardı ama içerde üstünü değiştirip yanıma geldiğinde gülüyordu. Gelip yanıma oturdu ve kulağıma ne yapıyor bunlar diye fısıldadı. Bırak rahatlarına baksınlar diye yanıt verdim. Banu gelene kadar oturduğum yerden şikayetçi değildim ama o geldikten sonra ben de biraz tedirgin olarak hadi biz içeri gidelim diyerek kalkıp birlikte mutfağa gittik. Mutfakta iki kikirdeştikten sonra nasıl olduysa biz de bir şekilde dolmuşuz ve o heyecanla başladık sevişmeye. Banu’yu mutfak tezgahının üstüne oturtmuş bacaklarının arasında gidip geliyordum ki birkaç dakika sonra Duygu gelip kendi evinizde sizi buraya atmış gibi olduk salona gelsenize dedi.
Salonda neredeyse yan yana bir şekilde sevişiyorduk. Banu’nun üstünde pijama duruyordu sadece alt kısmı çıkarmıştık, ben de giyiniktim sadece şortumu sıyırmıştım. Duygu çırılçıplaktı, Ahmet’in de belden aşağısı çıplaktı ama üstünde gömleği duruyordu. Aramızda normalde olan esprili diyaloglar falan yoktu o an ama sürekli kaçamak olarak birbirimize bakıyorduk. Özellikle Banu’yla göz göze geldiğim anlarda nabzım tavan yapıyordu. İlerleyen saatlerde odalarımıza çekilip orada devam ettik ve sonunda uyuduk.
Ertesi günlerde eşimle bu konuyu defalarca konuştuğumuzda ikimiz de ne kadar heyecanlandığımızı gizleyemedik. Aslında yeni evli sayılırdık cinsel hayatımız zaten hareketliydi. Öyle yıllar geçmiş de artık sıkılmışız gibi bir durum yoktu ama yine de o gecenin heyecanını düşünüp duruyorduk. İlerleyen günlerde aynı şeyi tekrar tekrar yaşamaya başladık. Ve artık çok daha rahattık. Sevişirken sohbet ediyor gülüp eğleniyor evin içinde çırılçıplak geziniyor birbirimizden utanmıyorduk. Yedi ay kadar bu şekilde geçti. Birbirimizin yanında sayısız kere sevişmiştik ve artık hiç yadırgamıyorduk. Bazen bir çift oturup ötekini seyrediyor şaka yapıp dalga geçiyor, tezahürat yapıyor ya da gaza getiriyorduk. Mesela Banu’yla ilk anal seksimizi onların zorlamasıyla gaza getirmesiyle yaptık. Onlar zaten yapıyordu ama sonunda ilk kez olarak biz de onların yanında yaptık. Tabi sonra bir alkış kıyamet gülüşmeler kahkahalar. Yalnız yanlış anlaşılmasın. O zamanlar zannettiğiniz gibi bir swinger durumu, isteği veya talebi de yoktu içimizde. Sadece o heyecanı, çıplaklığı, teşhir heyecanını sevmiş ve bunu yaşıyorduk o kadar.
Derken bir gün Duygu oradan geçerken iş yerime bana uğradı. Biraz oyalanıp öğle olmasını bekledikten sonra öğlen birlikte yemeğe çıktık. Laf lafı açıp havadan sudan sohbet ederken Duygu birden pat diye eş değiştirelim mi diye sordu. Tıkanıp kaldım, bir cevap vermem gerekiyordu ama bişey diyemediğim için lafı geveleyip durmaya başladım. Benimle birlikte olmak istemiyor musun deyince yine yutkunup elbette istiyorum dememe rağmen bunu bile çok net söyleyemedim. Duyguyla birlikte olmayı kesinlikle istiyordum ama Banu’yla Ahmet’i de düşününce boğazımda düğümlenip kalıyordu kelimeler. En sonunda içinden çıkamayacağımı kesin olarak anlayıp topu Banu’ya attım ve rahatladım. Bunu Banu’yla konuşun ama benimle konuştuğunu kesinlikle söyleme diye tembihledim. Olayı Banu’ya havale edince sanki bir anda üstümden bir yük kalktı içimde bir rahatlama oldu.
Birkaç gün sonra yine bizim evdeydik. İlerleyen saatlerde her zamanki gibi sevişme faslında geçmiş salonda eğleniyorduk. Banu birden durup bir oyun oynayalım deyince hepimiz tamam dedik. Ahmet’le ben halıya bir metre aralıkla sırt üstü uzanıp yattık. Banu içeriden upuzun ipler getirdi. Belli ki hazırlanılmıştı buna. İkimizi de ellerimiz ve ayaklarımızdan iplerle koltukların ayaklarına bağladılar. Daha sonra da gözlerimizi de bandanalarla sımsıkı bağlayıp size tecavüz edeceğiz diyerek gülüştüler. Aslında iple bağlanma fantezisini daha önce de konuşmamış değildik ama gözler bağlanınca nereye gideceğini anladım ama hala inanamıyordum.
Banu kucağıma oturup penisimi içine aldı. Üstümde hem kıvranıyor hem de arada sırada üstüme eğilip öpüyordu. Ona dokunmak okşamak için deliriyordum ama ellerim bağlı olduğu için yapamıyordum. Bir süre sonra kımıldama aşkım diyerek üzerimden kalktı. Ve işte an o an mı diye düşünerek birkaç saniye içinde nabzım tavanlarda çıktı. Çünkü bunu yaşamayı hem istiyor hem de istemiyor, karmakarışık duygular içerisindeydim. İki üç saniye sonra üstüme oturup penisimi içine alanın Duygu olduğunu anlamam hiç zor olmadı. Elleri vücudumda dudakları dudaklarımda geziniyordu. Çok güzel hislerdi ama hemen yanımda Banu’yu düşününce içimi ateş basıyor kulaklarımdan alevler fışkırıyordu. Hatta hemen yanı başımda, Banu’nun oturup kalkmasıyla çıkan şap şap sesleri başlayana kadar yok canım Banu yapmaz diyerek kendimi kandırmaya çalışıyordum. Banu’yla Duygu bir ara sanki kendi aralarında bir yarışa girmişlerdi. Duygu üstümde öyle hızlı zıplamaya gidip gelmeye başladı ki yavaş lütfen boşalacağım yoksa demek zorunda kaldım. Bir süre sonra da yeniden yer değiştiler Banu yine benim üzerimdeydi. Ardından yavaş yavaş ipleri ve göz bağlarımızı çözüp eskisi gibi yine hiç bir şey olmamış gibi sevişmeye devam ediyorduk.
Bizim ilk grup seks deneyimimiz de işte böyleydi. Sizinkine göre biraz heyecansız ama o zamanlar benim için çok büyük bir devrimdi.
Sevgi ve saygı ile kalın.
#itiraf #itirafet #sormamlazim İlk Grup Sex ve Swinger Deneyimi
4 notes
·
View notes
Text
Gene sabahın 6 sında kalkmıştım. Üstelik bu sefer önceki gün gibi uykuya dalacak kadar uykum da yoktu. Kaçmış bir kere. Ben de gelir umuduyla telefonumu kurcaladım ama yok! Kalktım balkondaki dün geceden kalma sigara küllerini temizledim. Teyzem görse ne der, kızar mı bilmiyorum ama sonuçta onun yazlığında misafiriz, öyle pis komak olmaz.
Kuşadasında denize 15 dakika yürüme mesafesinde bir yazlık. Gurbetten dönüşte inşaat iken almışlar kendileri bitirmişler inşaatı. Eniştem beceriklidir bu konularda. Ben de arada gelir kalırdım teyzemin eniştemin yanına. Ama bu sefer yanımda o da vardı.
Eniştemle, yiyecek bişeyler bulmak için indiğimde karşılaştım aşağıda. İşe gitmek için kalkmıştı büyük ihtimalle. “Erkencisin bakıyorum.” dedi. “Uyku tutmadı enişte.” dedim. Dün geceden sonra erken kalkmam beni de şaşırttı tabi. O, ne kadar kızsa da eniştemle bir gece içtik, katlanıversin.
Eniştemin bizi otogardan aldıktan sonra girdiğimiz marketten aldığı sek şarabı ve birkaç birayı içmiştik. Eniştem kendine iş bulmuş, diğer yazlıkların boya badana, tesisat, fayans kısaca ustalık işlerine bakıyordu. “Yazlığa geldin yat dinlen niye çalışıyorsun.” dediğimde verdiği o espriden uzak, ciddi cevap biraz içimi burkmuştu. “Para lazım yeğenim.” dedi, “Dişleri yeni yaptırdık.”. Yine de alçak gönüllülüğünden ödün vermemiş bize içecek birşeyler almıştı.
Sabahın erken saatlerinde sahil bomboştu. Bunda tatil sezonunun yeni açılması ve ramazan ayının etkisi de vardır muhakkak.
Kuşadasının denizini bilen bilir, dalgalarla ve yosunlarla boğuşmak istemiyorsan erkenden gelmelisin. Bu sefer de su sıcak olmaz. Deniz konusunda bir adım geride bu yüzden Kuşadası.
Havlumu serip oturdum. Sol tarafımda erol kafe paralı şezlonglarını kuruyordu. Sağ tarafımda ise bu mevkideki yeni açılan 3 otelden biri olan Palm Beach'in şezlonglarının hemen yanında jet ski’ler güne hazırlanıyordu.
Denize doğru birkaç adım attım, irkildim. Alışmama yardım etsin diye bakına bakına ilerledim ama otele ayrılan denizdeki birkaç turistten başka kimse yoktu denizde. 15-20 metre ilerlememe rağmen su belimi geçmedi. Zaten soğuktu. Sıkıldım, çıktım. Evdekilere evet girdim güzeldi diyecektim. Eniştem suçluluk duyuyor çalıştığı için bizi gezdirememekten. Siz gidin girin denize keyfinize bakın diyordu her fırsatta.
Yazlığa vardığımda güneşliklerin açık olduğunu farkettim. Uyanmış bizimkiler, beni bekliyolarmış. Teyzem benim için aldığı sucuğu pişirdi, teyzemle yedik, o yemedi, sevmiyorum dedi ama sevmez olur mu. Ağzı kokmasın diye yememiş sonra söyledi bana. Ben bazen hiç böyle ince düşünemiyorum. Kadınlar işte.
Öğle sıcağında tekrar çıkmak istemedim doğrusu, o da ısrar etmedi. Televizyon baktık biraz. Seren serengil gene birilerine çatıyordu.
Eniştem öğle yemeği için geldiğinde teyzem “Erken biter mi işin, gezdirir misin bizimkileri akşamüstü?” dediğinde eniştem “Ohoo nerdee....” diyince fırça çekti teyzem enişteme. “Bağlandın kaldın lanet kadının evine.” dedi “Bi kurtulamadın.”. “Bu hafta biter işim.” dedi eniştem, teyzemi sinirli görünce. “İyi gelirken tavuk kanat al ızgara yapalım son akşamları bugün.” dedi ve bitirdi konuyu teyzem. Pek ortalıkta görünmez ama çok ciddidir konuşursa.
Ona telefonda birlikte gelicez dediğimde bir saniye duraklayıp “Ne zaman geleceksiniz?” diyişinden kabul edişini anlamıştım. İçinde bir melek var aslında, anlayışlı kadın. Miç miç konuşmaz, tanımayan soğuk zanneder ama hayat bunu gerektirmiş demek ki. Kadere karşı çıkılmaz.
Teyzem ne kadar sert tavırlıysa eniştem bir o kadar neşeli ve ciddiyetten uzaktı. Belki de böyle tamamlıyorlardır birbirlerini.
O’na alışmaları beni şaşırtmadı. İşine gelince cana yakın ve anlayışlı görebiliyordum onu. Ama onun içinde yatan canavarı bilen çoktu. Hayata karşı hırçın ve anlayışsızdı. Burnunun dikine giderdi, gözü kara. Onu böyle kabul ettim, edebildim çünkü özünde iyi bir insan vardı, biliyordum.
Ama şuan o içindeki canavarı uyutup ortama uyması gerektiğini biliyordu.
Akşamüstüne kadar film izledik başbaşa sonra hazırlandık çıktık, sahile gidecektik. Buraya geldiğinden beri hiç olmadığı kadar sessizdi. Bu durum beni şaşırtsa da üstüne gitmemeyi tercih ettim, zamanla geçer diye düşündüm.
Sahilde hareketlilik artmıştı, denizde de öyle. Dalgalar yosun getirmişti ama bu sefer girmeye kararlıydım. Benim aklım Can'ımda kalmıştı. Biraz üzgün bayağı sessizdi. Ailesinden uzak kalmak sıkmış canını.
Denize tek başıma girdim, akşamüstü turunculuğu klasik kuşadası dalgaları arasından el salladım. Bana dönüktü ama gördü mü bilmiyorum.
Kuşadası’nın akşamüstüsünün bende yeri ayrıdır. Normalde her sene gitmem. Ailemle 2 senede bir gideriz. Her gelişimde biraz daha büyümüş olurum. Yüzmeyi eniştemin beni şakanın dozunu kaçırıp denize atmasıyla öğrendiğimi söylerler. Bilmiyorum, hatırlamıyorum. Geçen sene de eniştem beni alıp sahile götürmüştü. 2 bira alıp içmiştik sonra da denize girmiştik. Gene böyle bir akşamüstüydü. Bu sefer yanımda bütün imkansızlıklara rağmen o vardı. Bunu daha sonra anlatırım.
Denizden çıktığımda onu yeni aldığı kitabı yarılamış halde buldum. Okumayı sever. Rahatsız etmedim. Kurulanıp yanına oturdum. Yanağından öpüp kendi okuduğum kitabı çıkardım.
Kalktığımızda sahilde kimse kalmamıştı. Caddeye çıkıp bir markete girdik. Canım muz çekti ama yanında bir iki limon almayı da unutmadım. Dün akşam sofrada teyzemden istediğimde yok dediğini hatırlamıştım.
Onun, yaptığımı anladığını bana sadece gülümsemesinden anladım. “Arada ben de böyle incelikler yapabilirim.” dedim, gülümsedim ve çıktık.
Caddeden yürüyorduk. Sahilde güneş denizin üstünden batıyordu. Elinden tutup sahil yoluna soktum. Sebepsiz bir enerjiyle dolmuştum. Sınırlarımı aşıyormuş gibi, özgür hissetmiştim. “Bugün dışarda yiyelim.” dedim. Para sıkıntım yoktu, bu rahatlığımı babama borçluydum. “Teyzenler akşama hazırlık yapıyolar ama...” diyip yavaşlaması sadece beni yavaşlattı. “Az yeriz” diyip tekrar hızlandım.
Erol kafeye çıktı sokak. Bahçedeki denize bakan en köşe masaya geçtik. Yüzümüz denize dönüktü. Sol tarafımızda turist karı koca oturuyordu, yaşları biraz vardı. Bira içiyorlardı. Arkadaki üstü kapalı yerdeki uzun masada ise üç tane yaşlıca kadın oturuyordu. Buranın yerlileri belli. Dedikodu yapıyorlardı.
Ben hamburger cips kola istedim o bişey istemedi. Yiyemezse ayıp olur diyeymiş. Turistler kalkınca teyzeler sırayla bay bay dediler. Ama aksan yaparak. Heyt be.
Ben yemeğimi yerken güneşin batışını izledik. Bi elim hep elindeydi. Hesabı ödeyip masaya geldim. Mekandan çıkarken oturan kadınlara “İyi akşamlar hanımlar” dedim. Pek hoşlarına gitmiş olacak ki hep bir ağızdan “İyi akşamlar gençler.” dediler.
Kafeden dışarı adımımızı atınca şaşkın bir ifadeyle sordu bana. “Hep böyle misindir?” dedi. “Nasıl” dedim. “İşte böyle.” dedi, “Çıkarken kadınlara iyi akşamlar hanımlar dedin ya.” dedi. Bunu sorması beni de şaşırttı. Durdum ve sadece “evet” dedim. Çünkü nezaket ifadelerini kullanmaktan çekinmezdim. Gün boyu ruh gibi dolaşan kız boynuma atladı sahilde durduk yere, kumsala yuvarlandık. Limonlar bi yana muzlar bir yana dağıldı, ama dudağımdan dudaklarını bir anlığına ayırmadı.
Eğer o an bana “Hep böyle ‘hanımlar’ diye mi hitap edersin?” deseydi ona “Aslında o an sen yanımda olmasan onlara sadece ‘iyi akşamlar’ derdim. O yaşlı dedikoduculara hanımlar diye hitap etmezdim.” diye cevap verirdim.
1 note
·
View note
Text
Uyandığını zannetmek
20.05.2021 hislerimi nasıl ifade edeceğimi düşünürken önüme koyduğum çerezi avuç avuç yediğim şu anımda neyi farkettim. Yiyorum ama tadı nasıl haberim yok sadece ağzımda bıraktığı tatlı bi tat, bakıyorum ama tipi nasıl haberim yok. Şimdi elime bir leblebi aldım benekleri var vücumdaki benlere benziyor. Mindfullness yapayım dedim bu kadarla son buldu hahah :) İşin trajedik kısmı bence benim yoga eğitmeni olduğumu zannetmem. İnsan uygulayamadığı bir şeyi öğretebilr mi ? Daha geçen şunun üzerine uzun uzun düşündüm bilgi nedir? Senin adını öğrenmem mi bilgi sana bu isimle seslenmem mi? Hep çok bileni bilge görürüz palavra. Sence odası sigara dumanı kaplı, yapayalnız bir profosör mü bilge, mutlu ve sağlıklı olan bir insan mı ? Ben ikinci seçeneği kabul ediyorum. Yıllarca öğrendik, anlattık hatta ispatladık. Peki kendi hayatımızda kullandık mı ? Öğüt verdiğimiz hangi eylemi kendimiz gerçekleştirdik? Nereden geldim bu konuya dimi. Anda kalmayı öğretmem trajedisinden. Şu an bile buraya yazarken aklım kafamın neden bir teknedeymiş gibi sallandığında. Kafamın sallaması, zihnimin sallanması, depremmden sonra sürekli olduğum yerin sallandığını zannetmem.. Dur artık ya bir dur köklen artık. Bir uyanış yaşayacağım gerçekten ama ne zaman nasıl bilmiyorum ama inanıyorum böyle devam etmeyecek.
Dün harekete geçtikten sonra tekrar eve tıktım kendimi tabikide planladığım hiç bir şeyi yapamadım. Yoga dersim vardı ben alıyorum yani. Dersin ortasında ayağıma ağrı girdi tabikide girecek o hareketler kolay mı ama zihin bunu düşünmedi tabi dersi bıraktı baktım hoca bana bakıyor kameradan iyiyim işareti yaptım hadi kızım biraz daha devam et dedim kendime.Sonuna kadar gittim ama yoga yapan kimdi, neler denendi, neler konuşuldu yok bunlar bende. Sonra attım kendimi koltuğa telefonda bir instagram bir twitter tabi sıkıntılı haberler görünce bir anksiyete geliyor ara ara cenin pozisyonu alıp biraz bekliyorum ve sosyal medyanın bana iyi gelmediğini kapatmam gerektiğini düşünüyorum sonra tekrar elime aldım telefonu. Hikayenin sonuna geçeyim hadi dedim çok yatmaktan sırtım ezildi biraz yürüyüşe çıkayım 20 dakika bir yöne yürüdüm sonra kalbimde bir değişiklik hissettim ve başlıyoruz..
Kulaklıklarımı çıkardım o bana zevk veren tempolu müzik beni hayattan koparıyordu sanki, bilmediğim evlerin arasından geçtim ama kulağım sadece kalbimde ve düzensiz giden nefesimde, boğazım kurudu, yaşlı teyzeler vardı zaten oraya yabancı olduğumdan bana bakıyorlar acaba diyorum burada bayılsam ambulansı ararlar mı.. Sonra bildiğim yola indim yola odaklanmaya çalışıyorum yok, insanlara bakıyorum belki ilgim kayar diye yok. Eğer dursam insanlar garipseyecek, durmasam bayılıcam. Durmadım bizim evin önüne geldim nasıl geldim hatırlamıyorum. Evin altında pastane var normalde güven gelmesi gerekmiyor mu ? Ama aklımdaki tek şey sandalyelerine oturup annemi çağırmalarını istemek. Hadı kızım dedim nefesine odaklan 2 adım sonra apartman kapısına geleceksin. Şansıma kapı açıktı asansöre bindim yere oturdum ama kalbim bence 300 falan atıyor. Dua ediyorum annem evde olsun kapıya vurdum annem açtı kardeşimin odasına attım kendimi bu seferde tavan üzerime geliyor anne geldi panik atak dedim. Ordanda sürünerek salona matımın üzerine yattım onun enerjisi çok büyük. Annem geldi elimi tuttu kolonya koklattı. Bu sefer hastaneye gitmeyeceksin Gül, derin nefes al dedim belki 20.de nabzım düştü yan döndüm yine ağlama krizleri tabiki yarım saat ne çıkıyorsa içimden bu kadar haykıra haykıra ağlamak. Annem ağlama artık diyo anne çıkması gerek ama bırak beni. Sonra geçti küveti doldurdum kulaklığımdan mantra açtım yarım saat durdum belki.
Her zaman ki gibi hiçbir şey olmamış gib devam ettim hayatıma..
0 notes
Text
Elyxion in Seoul - 24 Kasım 2017 Kendi Deneyimim
Merhaba!! Yazıma ve bu bloga gösterdiğiniz ilgi için teşekkür ederim~
Şimdi size kendi deneyimimizi aktarayım.
Bir süredir hayalini kuruyorduk ve biletler çıkar çıkmaz katılmaya karar verdik. Daha önce birlikte Fransa-Paris’te KCON’a gitmiştik ancak EXO ne yazık ki o turda yoktu. Bu yüzden paramızı Seul’de bir konsere gidebilmek için biriktirdik.
Amerika’da yaşayan bir arkadaşımın Paypal hesabını kullanarak biletlerin açıldığı gün ve andan itibaren yaklaşık 2-3 saat saat sonra bilet almayı zor bile olsa başardık. (Daha önce belirttiğim gibi arkadaşıma parayı sonradan Swift kodu ile bankalar arası para aktararak ödedik) Biletler öyle hızlı tükendi ki aslında istediğimiz bileti alamadık. Fiyatlar beklediğimizden de fazlaydı, hayalimiz 2 güne birden katılmaktı ancak ülkece ekonomimiz çöktüğü için ve dolar artık alıp başını gittiği için sadece 24 Kasım’da olacak ilk gün konserinin (Course A) Premium seçeneğini alabildik. Bileti aldıktan sonra da uçak biletlerini aldık.
Istanbul’dan Seul uçağına gecenin 2′sinde bindik ve yola çıktık! Uçağa binmek için sıra beklerden önümüzde iki kız EXO hakkında konuşuyordu! Onlar da bizim gibi konsere gidiyorlardı, biri Ingiliz diğeri Danimarkalı! Neredeyse 10 saatlik uçuşun bir 5 saatini onlarla sohbet ederek geçirdik (şansımıza uçakta da yakın oturuyorduk!)
Çin üzerinden geçerken güneşi ilk defa gördük, ama Seul’e vardığımızda güneş çoktan batmıştı.... Güneşi görmeden bir gün geçti gitti........
Saat Seul’de 18:30. Iner inmez gördüğüm ilk şey.... TVXQ!! Ahaha!
Havaalanında bize biraz yetecek kadar Kore won’u satın aldık, daha önce internetten sipariş edip ödediğimiz taşınabilir wifi cihazımızı teslim aldık.
Benim önerim eğer Kore’ye bir tatil ayarlarsanız, ve bu tatil bir aydan az ise Wifi kiralamanız!! İnternet üzerinden ayarlaması çok kolay ve hemen havaalanından alabiliyorsunuz. Yaklaşık günlük 5 dolar tutuyor, minicik bir cihaz ve 3 farklı telefon/bilgisayar bağlanabiliyor. Hem de limitsiz internet! Cihazın sarjı devamlı açık tutarsanız 1 gün gidiyor, sarj cihazını da verdikleri için günün sonunda otelinizde sarj etmeniz gerekiyor! Bu servisi öneren bir sürü marka var, biz bu markayı tercih ettik çünkü indirim vardı. [x]
Premium paket seçtiğimiz için 5 yıldızlı bir oteldeydik, ve havaalanından bu otele direk otobüs vardı. Ben Korece bildiğim için iletişimde sıkıntı yaşamadığımızı belirtmeliyim, ancak basit ingilizce kelimelerini çoğu Koreli anlıyor. Havaalanında ingilizce bilen çalışan sayısı da normal olarak bayağı var o yüzden sıkıntı hiç yaşamazsınız. Otelinize nasıl gidileceğini önceden planlamanızı öneririm. Otellerin kendi web sayfalarından da nasıl varılacağını öğrenebilirsiniz.
Havaalanı şehirden biraz uzakta olduğu için yaklaşık 40 dakikada otele vardık. Check-in de verdikleri otel anahtarı bile EXO temalıydı. Kartı teslim alırken içten içe çığlıklar attım, evet. Foto çekmeyi unutmuşum ama bir videodan yakaladım haha.
Sonra resepsiyonda bulunan SMGLOBAL Package masasına uğradık ve geldiğimizi belirttik! Bir sürü SM çalışanı gelen misafirlerin kayıtlarını tamamlıyorlar. Adımızı teyit ettirdikten sonra bize KOCAMAN bir poşet içinde bir sürü hediye verdiler (poster, EXO’nun imzalarının bulunduğu bir kartpostal, SMTOWN dükkanında kullanılacak indirim kuponları, sonraki gün yapılacak aktiviteleri belirten birkaç dosya vs) Adımızın yazılı olduğu boyuna asılan kimliklerimizi aldık, bizden sorumlu olan tur rehberinin bilgisi verildi ve sonraki gün ne yapacağımız anlatıldı. SMTOWN Global paketleriyle gelen fan sayısının kaç olduğunu gerçekten bilemiyorum ama çooook fazla. Biz 3. gruptuk!
Bir kaç bilet arasından kendi biletlerimizi seçtik!!! Heyecan dorukta!
Ve... oda... Bu oda yalnızca Premium katılanlar için veriliyor!!!
Hayatım da bir odaya girerken bu kadar heyecanlandığımı hatırlamıyorum. Yatakların karşı tarafındaki çalışma masası üzerinde de bir sürü hediye bırakılmıştı! Yataktaki battaniye dahil her şey he di ye!! Hepsini bavulumuza zor sığdırdık!
EXO’dan Global Paket ile gelen fanlar için mesajlar!! (Paniğe gerek yok, gerçek imza değil baskı~~~)
Oda da bir süre kafamızı yerken ve heyecandan hiçbir şeye dokunamazken, arkadaşımın daha önce bizimle aynı günde konsere katılacak internet üzerinden konuştuğu insanlar odamıza geldi ve birlikte Kore tavuğu yemeye gittik! Ünlü kızarmış kore tavuğu ve bira!! Bu komboya chi-maek deniliyor! Mi-kem-mel! Grupta Korece bilen olmadığı için sipariş bana kalmıştı haha. Masada bulunan ülkeler: İngiltere, İspanya, Ukrayna, Almanya, Türkiye~
Manyak gibi yedikten sonra saat gece 01:00-01:30 gibi hep birlikte otele döndük. Resepsiyonda EXO’ya mektup yazmamız için verilen 2 kağıt vardı, bunu daha önceden bildiğim için kocaman renkli bir kalem kutusu getirmiştim! Ama yine resepsiyon da boya kalemleri de vermişlerdi haha. Jetlag etkisiyle de yaklaşık 3 saat mektup yazmakla uğraştık ve saat 4′te yattık.
EXO’ya genel olarak ve Jongin’e yazdığım mektuplar.. Seçilsin diye bayağı renklendirdim ve süsledim ama seçilmedi :/ Ancak küçük bir ihtimal de olsa okuduklarını umuyorum <3
3 saatlik bir uyku sonrası sabah saat 6:00-7:00 gibi resepsiyonda buluşulacağı için uyandık hazırlandık ve tur rehberimizle buluştuk
3. grup olduğumuz için bizi gün içinde her yere taşıcayak otobüs de 3 noydu. (Otobüsün üstündeki kar.... Hava bayağı soğuktu)
İlk durak SMTOWN coexartium!!! Otelin dibinde olduğu için yaklaşık 2 dakikada vardık. SMTOWN kafesinin, stüdyolarının ve dükkanının bulunduğu merkez burası. Ben 2015′te ki Seul gezimde de buraya gelmiştim, 2 sene içerisinde satılan şeyler dışında hiçbir şey değişmemişti haha.
Grubumuz~
Coexartium girişi
Bu girişi tanıdınız mı? SM idollerinin asansör ile girip çıktığı yer! (Normal girişin hemen sağ tarafında ileride) Ah ah... 2015′te geldiğimde Devil albümü için Super Junior imza gününde onların girişini izlemiştim. Donghae önümüze gelip el sallamıştı :’)
Pakete dahil olan ilk aktivite geniş ekranda “From Happiness” ön gösterimini izlemekti. Yaklaşık 1 saat sürdü. Allahım kafayı yiyordum. Pahalı olmasa hem photobook hem dvd alıcaktım ama... Dolar.... pahalı..... Gösterim bittikten sonra yaklaşık 1 buçuk saat verildi ve coexartium’u gezdik.
Gösterimlerin yapıldığı salon hemen sol tarafta. Sağ tarafta ekranda programı görebiliyorsunuz.
Red Velvet’in kıyafetleri sergileniyordu T_T
Ve ödüller... EXO’nun 2017′de ki GDA ödülü T_T
We got that po~~~wer!
ve @ smtown_giftshop instagramında olan şeylerin satıldığı yer~ Manyak gibi bir kuyruk. Biz de kendimize engel olamayıp bir kaç exo merch’i aldık!
Chanyeol, Jongin ve Minseok’un imzaladığı şapkalar T_T (Satılmıyor tabi)
Verilen süre dolduktan sonra bina girişinde tekrar tur rehberimizle buluştuk ve sonraki etkinliğe doğru yola çıktık. Bu etkinlik sadece Premium kategoriye özeldi!
Farklı bir yerdeki SM Studio ve Marketine gittik. Ve...
EXO’nun dans pratiği yaptığı stüdyoda fotoğraf çekimi!!! İlk önce bir süre nerede olduğumuzu anlamadık... Sonradan çaktı her şey.... Bunu anlayınca ben o sırada parkeye bakıp “EXO buraya bastı.............” diye kriz geçiriyordum. Kenarda Chanyeol ve Sehun’un oturup instagram live yaptığı koltuk duruyordu. [ÇILDIRDI] Çekildiğimiz fotoğrafı günün sonunda bastırıp bize verdiler!
Bir sonraki durak ise öğle yemeğiydi, SM’in kendi lokantasında. Bu halloween partilerinin yapıldığı lokanta.
Açıkcası yemek hiç güzel değildi... :/ Hem premium olduğumuz için hem SM’in kendi lokantası olduğu için daha fazlasını beklemiştim. Duydum ki daha düşük kategorilerin yemeği daha kötüymüş. Bize ana yemek olarak Bulgogi yani bir tür Kore et yemeği verdiler.
Tatlıda Elyxion teması~
Restoranın içi ise güzel dekore edili.
Karşımızda hologram olarak EXO üyeleri gelip gidiyordu. Baekhyun ve Chanyeol..
Yemek sonunda tekrar otobüsümüz ile otele döndük... Jetlag artık beynime daha da bir vurduğu için enerjimiz hiç kalmamıştı. Odamıza çekilip biraz dinlendikten sonra bize daha önce biletlerimiz kesinleştikten sonra yine internet üzerinden sipariş verdiğimiz merchandise’i aldık. Konser öncesi standlarda satılacak ürünleri isterseniz önceden sipariş verebiliyordunuz. Yani konser tshirtü, lightstick, poster vs vs... Biz de birkaç ürün siparişi verip aylar önde ödemesini yapmıştık, gidip resepsiyondan onları aldık.
Ve konser saati yaklaştı!! Bizi yaklaşık 1-2 saat önce otelden aldılar. Konser öncesi alanın etrafında EXO fansiteleri bedava şeyler dağıtıyorlar. Bunları alabilmek için EXO-L olduğunuzu kanıtlamanız gerek. Hepsi genelde farklı şeyler istiyor, bazısı lightstick ve konser biletinizi yeterli görüyor ama bazısı da Melon’da EXO şarkılarının stream puanını görmek istiyor. Bazısı mesela fansite Kyungsoo fansitesi ise, albümlerden çıkan 3 tane Kyungsoo fotokartı görmek istiyor elinizde. Yani gerçekten Kyungsoo fanlarına vermek istediği için elindekileri. Ne dağıttıkları ve ne istediklerini genelde twitter üzerinden yayınlıyorlar. Dağıttıkları şeyler sloganlar, yelpazeler, stickerlar oluyor genelde. Bu dağıtımlar genelde gün içinde erkenden başlıyor ve bitiyor. Biz hem tüm gün aktivitelerle gezdiğimiz için hem de konser başlamasına erken bir vakitte arenaya vardığımız için gezip bir şeyler almaya vaktimiz olmadı... :/ Oysa ki bir sürü fansitenin ne dağıtacağına önceden bakmış ve istediklerini hazırlamıştım :(
Konserin başlamasına az kalmış olsa bile dışarısı hala çok kalabalıktı. Güvenlik kontrolü ve bilet kontrolünden sonra içeri girdik.
Premium olduğu için yerimiz güzeldi. Koltuğumuz sahneden sonra 3. sıradaydı :’) Koltuklarda fan projesi için tutmamız gereken sloganlar yerleştirilmişti!
Ve EXO sahneye çıkmak üzereyken... Konser sırasınca fotoğraf çekmek kesinlikle yasaktı. Bir sürü görevli ellerinde fotoğraf yasaktır plakartlarıyla önümüzden gelip geçiyordu. Bir ara önümüzdeki kızı video çekerken yakaladılar, telefonunu alıp her şeyi sildirdiler. Hatta belirtilmediği sürece ayağa kalkmak da yasaktı... EXO tam sahneye çıktığı an başka bir kız ayağa kalktı, görevliler gelip hemen oturttu. Ayağa sadece EXO bize ayağa kalkın diyince kalkabildik. O da bu konserin EDM kısmı sırasındayken. Ayağa kalkınca direk sahne önümüzdeydi, herkes gerçekten kısa boylu :D
Öyle şanslıydık ki Jongin, Kyungsoo ve Chanyeol (ult biaslarımız) devamlı bulunduğumuz yere geliyordu. ALLAAAH. Jongin’in dans hareketlerini suratımda hissedicektim. Of çok yakışıklılar. Gerçekten. Fotoğraflar adil değil. Bir ara Minseok gelip tam bizim önümüzde göz teması kurup bize el salladı... O an.. o an güneşi gördüm. Minseok bias’ım değil ama yani aman tanrım... Çocuk parlıyor nerdeyse... Nasıl bir güzellik, yakışıklılık.. Jongin’in solosu sırasında ayağı kaydı ve sonra ment sırasında ağladı. Kafayı yiyordum. Bu konser daha Elyxion konserlerinin ilki olduğu için her şey yeniydi, hiçbir şey bilmiyorduk! VCR’lar harikaydı, danslar hele o bar sahnesi... Bir sürü ekran bulunduğu için kime nereye bakacağımızı bilemiyorduk! Her ekranda başka bir üyenin suratı ve dansı~ Fan projesi olarak EXO-L ler hep birlikte For Life şarkısını söyledik. Hangi konser günü hangi projenin yapılacağı açıklanıyor, tavsiyem şarkı sözlerini öğrenip gitmeniz!
Konser bitmek üzereyken fotoğraf/video çekebilirsiniz denildi... Açıkcası telefon ekranına bakmakla uğraşmadım ama bizim önümüze geldiklerinde biraz video çekmeye çalıştım.
Kötü bir videodan berbat bir screenshot haha...
Hayatımdaki en güzel deneyimdi diyebilirim. Mükemmel bir konser. Umarım bir daha gidebilirim.
Kore’de ve Japonya’da olan konserler her zaman diğerlerine göre daha katı kurallı oluyor. Zaten herkes oturarak izliyor. Sahneye yaklaşmak ve ya bir şey fırlatmak yasak. Bangkok konserini twitter’dan takip etmiştim, Bangkok’ta EXO fanlarla daha içli dışlıydı kesinlikle. Ayrıca konser salonları da tabi ki daha küçük oluyor Kore ve Japonya’ya göre. Ancak Kore’de kendi ülkelerinde oldukları için daha rahat ve daha çok konuşuyorlar ment lerde, çevirmen olmadığı için. Korece biliyorsanız bunu farkedebiliyorsunuz.
Konserden sonra otobüsümüzü bulduk, otobüste gün içinde çekildiğimiz fotoğrafı ve akşam yemeği niyetine atıştırmalıklar verdiler. Otele döndük tekrar biraz kriz geçirdik ve yattık. SMTOWN Global paketi ise bu kadardı... (Otelde kalışımızı uzatmadık ve pahalı olduğu için farklı bir otele geçmeyi ve sonraki günlerde Seul’ü gezmeyi tercih ettik)
İşte bu kadar~ Buraya kadar okudunuz ise bravo!! Bayağı uzun bir yazı oldu :/
Umarım bir gün siz de gidip onları görebilirsiniz~
#smtown global package#smtown global paketi nasıl alınır#elyxion deneyimi#elyxion#exo#smtown turkey#smtown turkiye#smtown türkiye#kpop bileti almak#kpop konser bileti almak
4 notes
·
View notes
Text
Dün güzeldi yaa. Ben yusuf’a git gide daha çok düşüyorum ve bunu yazarken bile utandım nfjjdfj normalde buraya ne yasarsam yazayım utanmam.
Sabah bunu koridorda gördüm günaydıın dedim normalde pek yapmam o da söyledi. Aşağı indik işe başladık putaway yaparken koridordaydım. Bu arkadan geldi “napıyosun ismim” dedi. “Çalışıyorum sen napıyorsun” “ben de çalışıyorum” “dün neden gelmedin” “ben onun açıklamasını gamzeye yapmıştım” “bişi söylemedi uyanamama olayını mı diyosun” “sen hangisini soruyorsun işe mi eve mi” “işi soruyorum” “he ona uyanamadım ya” “anladıım” “amca oldum ben” “ilk defa mı” “evet” “ismi ne” “yavuz selim” gülümsedim “sen gördün mü?” “Gördüm tabi. 2 kilo doğdu. Şu kadar.” (Eliyle boyutunu gösteriyor djdjjsjs)
Neyse sonra gitti. Ben tekli listesi aldım. Koridora girdim gene C1’de denk geldim. O arkadan geldi. “İsmim çok sık karşılaşıyoruz” “ben çok çalışıyorum ondandır” “bu hesaba göre ben de çok çalışıyorum” “evet sen de çok çalışıyorsun” “sen daha yakınsın 30 C sonu 42 gri pantolon” ne dediğimi hatırlamıyorum ama yakın dediği de bir adım var aramızda. Kızın arabasını falan geçtim koridorda bi kız daha vardı bu arada fjjdjdj aldım götürdüm. “12 D çorap sonu 65” “ciddi misin sen?” “Evet” “ya daha fazla verirse?” “Üçüncüyü isterse ben alırım” “yok tamam ben gidiyorum artık” aldım. “Barkodu kopyalar mısın?” “Nası” “kopyala daha fazla verirse onu da alıp geliyim” “tamam dur sonu 2465 dimi? “Eveet” o ara mola söylendi. “Başka vermedi” yanına gittim. “Hadi gidelim” dedi ve molaya indik.
Sonra pek bişi olmadı yemek molasında yanımızdaydı. Çakmak için seslendim duymadı o ara merve parmağını şıklatarak onu çağırdı “bence bir daha seslenebilirdim. Duyardı bu sefer. Bir de böyle yapıyorsun” (şıklatma hareketi) neyse bu duydu verdi “senin de ayarın yok he ya yanma tehlikeli çakmak ya da böyle yanmayan çakmak.” “Öbürünün içinde gaz yok öylr yanıyodu attım bunu aldım” “e bu da yanmıyo” “bunun nesi var?” Gamze atladı “az yanıyo diyo tam yanmıyo” o da gamzeye dönüp “biz anlaşıyoruz. Tekrar etmene gerek yok anlayabiliyoruz biz birbirimizi” offffffffffffffffff aşşırı iyi değil mi ya kfkdksk
Burç olayı oldu bu yükselen olayı falan dedi onara merve onun yükselenine bakıyodu iki saat bulamadı falan ben o enerjiden sıkılıp dayanamadım “sen de bakabilirdin bence” “ben bilmiyorum ki” “bilmeyecek bir şey yok google’a yükselenim ne yazacak” o yine açıklamaya çalıştı tam cümlesini hatırlamıyorum ama bu da çok hoştu bakıyom dedi bakıyo işte de diyebilirdi.
Sonra kalktık yükseleni oğlakmış ben bildim djjdjdj yürürken ona oğlağı falan anlatmaya çalıştılar çok rahatsız oldum o histen çok bunaldım merveye de bir şey söyleyecektim dinlemedi bi dk diyip ona konuşmak için bekledi ben de dayanamayıp gittim. Arkamdan bakmış o niye önden gitti” demiş. Sonraaa bunun tripleri bitmedi. Onlar o kadar önemli değildi ama ben bana küsmesini saçma buldum olum senle alakalı değil ayrıca ne küsüyorsun fkdkdk küstüğünü anladım ulan acaba naptım dedim ve aklıma bu geldi kızlara sordum onlar da niye gittiğini sordu falan dediler
Böyleydi işte.
0 notes
Text
Korku Hikayesi; Soğuğun Laneti
Korku Hikayesi; Soğuğun Laneti Değerli arkadaşlar bu olayı uzun zaman içimde tuttum fakat bazen insanın içindekileri başkalarına anlatması gerekir. Bu yazıyı bu sebeple yazıyorum. Yıl 2014 Ocak ayının başı (sanıyorum 3 Ocak) o dönemde tıp fakültesi 4. sınıf öğrencisiydim annem Rus olduğundan bir haftalığına annemin memleketine (annemin memleketine daha önce gitmemem sebebiyle) gitmeye karar vermiştim. Hazırlıklar sonrası ilk önce Moskova'ya ardından tren ile annemin memleketine yola çıkmıştım. Yolda trenlerin ancak belli bir yere kadar gittiğini teknik bir hatadan dolayı son istasyona gitmeyeceğini öğrendim. Mecburen yol üstündeki bir kasabada bir gece kalıp öbür gün kara yoluyla annemin memleketine gidecektim. Ural Dağları Bölgesinde'ki şehirler kardan dolayı adeta beyaz bir örtü altındaydı. Mükemmel bir görüntü diye geçirdim içimden... Tren durunca inip internetten bulduğum pansiyona gidecektim. Saat gece 2 veya 3'tü ilk önce ensemde bir sıcaklık hissettim ardından bilincim kapandı gözümü açınca hastanedeydim. Beni yakındaki bir hastaneye götürmüşlerdi. Hemşire doktorun birkaç dakikaya geleceğini söyledi. Televizyonu açtım ve biraz oyalandıktan sonra doktor geldi. Kendini tanıttıktan sonra trafik kazasında arabadan fırlayıp başımı yere vurduğumu bu sebeple beynimde hasar olduğunu söyledi. Kendi kendime düşündüm ben arabaya binmemiştim acaba başımı vurunca hafızamı mı kaybettim? Ama son ana kadar her şeyi hatırlıyordum. Doktora bunu belirttim fakat doktor trafik kazası geçirdiğimi bu yüzden geçici hafıza kaybı oluşabileceğini söyledi. Tedavinin ne olacağını sorduğumda henüz ameliyatlık bir durum olmadığını fakat gerekebileceğini bu yüzden hastanede kalmam gerektiğini söyledi. Bir tıp öğrencisi olduğumdan da olsa gerek olayın ciddiyetini kavrayıp tamam diyebildim. Doktor çıkınca hemşireye ailemi aramak istediğimi söyledim fakat hemşire kar fırtınasından dolayı telefon hatlarının kesik olduğunu söyleyince çok da üstelemedim. Bu gün böyle geçti gece olduğunda nereden aklıma geldi hatırlamıyorum ama tomografilerime ben de bakmak istedim bir doktor kadar olmasa da fakültede öğrendiklerimle bir yorum yapabilirdim hastaneyi biraz gezdikten sonra dosyamı bulmayı başardım. Dosyamı açınca gözlerime inanamadım beynimde bırakın hasarı en ufak bir anormallik dahi yoktu. O halde doktor bana yalan söylemişti fakat bunu neden yaptığını çözemedim. Tüm gece bu soruyu düşünüp uyuyamadım. Sabah doktor odama geldi ve testlerinde hasarın ameliyat gerektirmeksizin geçebileceğini belirtti. Hani bir kişinin yalan söylediğini bilirsiniz ama yine dinlersiniz ya ben işte tam o kafadaydım ancak doktorların neden yalan söylediğini çözebilmiş değildim. Neyse zaman geçtikçe nispeten daha iyi oldum ta ki o geceye kadar... Hastanede üçüncü gecemdi tesadüfen gece bir aralık uyandım. Yanımda hemşire serumumu değiştiriyordu. Herhalde odaya girerken çıkardığı sese uyanmıştım. Hemşire güler yüzle iyi geceler dedi. Rusçası biraz aksanlı gibiydi. Odadan çıkarken kapıyı kapatmamıştı. Hastane koridorunu odadaki aynadan görebiliyordum. Benim olduğum odanın kapısından beş veya altı metre ileride durdu ve öylece kaldı anlamlandıramadım. Hemen ardından bir hemşire daha yanına geldi. Sohbete başladılar ne olduysa o an oldu aynadan yüzlerine baktım. Hayatım boyunca pek çok korku filmi izlemiştim ama ben böyle korkunç bir yüzü hiçbir yerde görmedim. Hani derler ya insan korkunca dona kalır hareket edemez işte aynen bu durumu yaşadım. Sonra sanırım onları izlediğimi fark ettiklerinden olsa gerek "hemşire"lerden biri odaya doğru gelmeye başladı uyuyor numarası yapmak zorunda kaldım yatağımın yanında hırıltılı sesler çıkarıp bir süre başımda bekledi ardından gitti. Hastaneden kaçmayı düşündüm ama herhangi bir yolu yoktu. Hatta artık buranın hastane olduğuna inanmıyordum.Tek çare var gibi görünüyordu tabana kuvvet koşmak ! Koridorda hemşire sandığım varlıkların olmadığı bir an ok gibi fırladım adeta merdivenlerden zıplayarak iniyordum. Kapıya ulaştım açmaya çalışınca kilitli olduğunu fark edince oradaki bir sandalyeyi camlardan birine attım. Cam tuzla buz oldu. Atlayıp koşmaya başladım yalın ayak koştuğumdan ayaklarıma kırık cam parçaları batmıştı ayrıca yerde en az bir karış kar vardı donuyordum ama korkum üşümemin önüne geçiyordu. Arkama baktığım bir aralık hastaneden birkaç kişinin koşarak çıktığını fark ettim beni kovalıyor olmalılardı. Son bir çabayla yakındaki bir yola ulaştım. Ağlıyordum ve ne yapacağımı bilmiyordum. Tam bu sırada karşıdan bir ışık gördüm. Evet! Bu bir arabaydı yolda durup arabanın gitmesini engelledim. Araba beni ezmemek için durdu fakat benden korkmuşlardı. Gayet de doğaldı aslında gecenin bir vakti yolun ortasında hastane kıyafetli bir adam... Ağladığımı görünce camı açtılar olayı hızlı şekilde anlatıp yardım istedim. Ben anlattıkça yüz ifadeleri ciddileşiyordu. Bana hemen arabaya binmemi söylediler. İçeride üç tane 20'li yaşlarda genç vardı. Ben arabaya binince direksiyondaki arkadaş hemen gaza bastı. Bir süre son sürat gittik sonra tekrar biraz yavaşladı bu arada diğer gençler bana olayı anlattı. İsminin Anton olduğunu öğrendiğim arkadaş bana Rusça sordu: - Rus uyku deneyleri diye bir şey duydun mu ? - Evet diye cevap verip ekledim, iyi ama denekler öldürülmedi mi ? Anton devam etti: - Hepsi değil, söylenenlere göre kaçmayı başaran bir grup buradaki eski bir Sovyet hastanesine gelmişler. Burada insanları kaçırıp değişik ayinler yaptıktan sonra yiyorlarmış. İnsanları bayıltıp buraya getiriyorlarmış. Ben de hastanedeki tüm olayları anlattım. Şoför koltuğununda oturan arkadaş da dediklerimi doğrulayıp aynısının kuzeninin başına geldiğini söyledi kuzeni de benim gibi kaçmayı başarmış. Sonra arabayla nereye gittiklerini sordum Moskova dediler. Yol yaklaşık 12-13 saat sürecekti. Ben izin isteyerek uykuya daldım. Uyandığımda yine aynı odada hasta yatağındaydım. Camdan dışarı baktığımda arabalarına bindiğim üç genç korkunç bir gülümseme ile bana bakıyordu. Cenker Kabala Read the full article
#dehşet#DehşetHikayeleri#hikaye#hikayeoku#korku#korkuhikayeleri#korkunç#Rusuykudeneyi#SoğuğunLaneti#tıpfakültesi#Yaratık
0 notes
Text
Uçurum
Ellerimle sımsıkı tutunuyorum. Çok korkuyorum, ne kadar süre dayanabilirim bilmiyorum. Rüzgar sessizce esiyor, üstüm de ince kalmış. Şuan hayatım resmen ellerimin ne kadar dayanabileceğine bağlı. Ellerimin kaymaması gerekiyor, parmaklarım şimdiden zorlanmaya başladı. Avucumda zeminin tüm ayrıntılarını hissedebiliyorum. Ne kadar sert bir zemin olduğunu anlamaya çalışıyorum, hafiften kumlu gibi sağlam olmasını ümit ediyorum. Yeteri kadar sağlam değil sanırım, topraktan bir zemin. Parçalara ayrılırsa biterim.
Ben buraya nasıl geldim, hiçbir şey hatırlamıyorum. Gözlerimi açtım ve uçurumun kenarında iki elimle sımsıkı bir toprak parçasına tutunuyordum. Bütün bedenim boşlukta rüzgarlı gündeki ağacın dalları gibi sallanıyor. Çok fazla hareket edemiyorum, ellerim her an kayabilir. Ben hareket ettikçe alt tarafımdan bir demir şıngırtısı geliyor. Ayaklarımda zincir var, neden? Çok sıkı olmasa da iki bacağım birbirine bağlanmış. Zincirin ucu ayaklarımın altından sallanıyor.
Etrafı görmek için yavaşça kafamı çeviriyorum. Olamaz, gerçekten de yamacın kenarındayım. Etrafta hiçbir şey yok, olabildiğince geniş bir yerdeyim. Uzaklarda tepeler var ve ben en yükseğinde asılı kalmışım. Aşağıya bakıyorum, yüksekten başım dönüyor. Çok yüksekteyim hem de çok fazla. Neredeyse zemini göremiyorum. Aşağıda geniş bir arazi var sanırım biraz yeşillikler var. Bir nehir geçiyor başını ve sonunu göremiyorum. Neredeyse tam altımda sayılır. Yukarıda olabildiğince mavilik var, bulutlar bile kalmamış, güneşi göremiyorum. Gün yeni doğmuş olabilir, saatten emin olamıyorum.
Kendimi yukarıya doğru çekmeye çalışıyorum ama gücüm yetmiyor. Toprağa da çok fazla güvenemiyorum. Parçalanırsa metrelerce yükseklikten çakılırım. Maalesef güvenmek zorundayım. Ellerimle zemine bastırıp vücudumu çekmeye çalışıyorum. Hayır, ne kendimi çekmeye gücüm yetiyor, ne de zemin bana güven veriyor. Ellerimi daha fazla yormamalıyım, boş yere enerjimi harcıyorum.
Birisi mi getirip beni buraya attı ben mi kendimi yamacın kenarına attım? Neler olduğunu anımsayamıyorum. Zinciri kendime bağlamış olabilir miyim, bağlanma şekline göre bu mümkün ama neden böyle bir şey yapayım? Vücudumda herhangi bir ağrı, yara var mı hissetmeye çalışıyorum, yok en azından birisi bana zarar vermemiş. En son ne yapıyordum ben beynimi zorlayıp hatırlamaya çalışıyorum. Evden çıkışımı hatırlıyorum sadece, gerisi yok. Kaybolup giden bir görüntü bile yok.
Buradan nasıl kurtulabilirim? Bu ıssız yere bir insan evladı gelir mi bilmiyorum, ben olsam gelmezdim sanırım. Tek umudum birinin gelip beni kurtarması. Gücüm kendimi yukarı çekmeye yetmiyor. Ayaklarımla toprağa hamle yapıp yukarıya kendimi atamam. Bana en yakın yere bile ayaklarımı uzatamıyorum. Ayrıca hareket ettikçe daha fazla yoruluyorum.
Etrafta rüzgarın uğultusu dışında hiçbir ses yok. Düşüncelerimle yârın ucunda yalnızım. Ben neden bu durumdayım, bunu hak edecek bir şey mi yaptım? Elbette herkes kadar benim de hatam vardır ama daha fazlası bence yoktur. Ayrıca yanlış bir şey yaptım diye bu duruma düşmek zorunda mıyım? Sanki karşımdakilerin hiç hatası yok. Düşünüyorum, bazı şeyler yaşanmasaydı ben o yanlışları da yapmazdım. Domino etkisi değil mi bu? Aslında çoğu hatama onlar sebep oldu, izin verdiler hatta zorunda kaldım. Of, neler geçiyor benim aklımdan! Buradan kurtulabilirsem yaptığım tüm hataları telafi edeceğim, yemin ediyorum. Kurtarın beni.
Bir ses duyuyorum, birisi beni kurtarmaya geldi! Hayır, bir gölge düştü önüme, görüş hizamda olmasa da büyükçe bir kuş olduğunu anladım, umarım bana zarar vermez. Kuşa sesleniyorum: “Hey, bana yardım getirsene! Bu uçurumun kenarında ne yapacağımı bilmiyorum, beni anlayabilir misin?” Aptal bir kuşla konuşuyorum resmen hatta bir süredir kendi kendime konuştuğumu şimdi fark ettim. Kuştan yardım isteyecek kadar çaresizim ve çok yoruldum. Kuş çevremde uçmaya başladı aman bana zarar vermesin. Hep bu uçurumun suçu bunlar!
Ellerim çok yoruldu, kayıyorum. Olamaz, ellerim pes etmeye başladı, bunu bana yapamazsınız! Dayanmaya çalıyorum ama olmuyor. Sol elim iyice tükendi ve hızla kayıyor ve gitti. Çok korkuyorum. Artık tek elimle sıkıca tutunuyorum. Tekrardan elimi atsam da olmuyor, pes etti.
Zincir ayaklarımdan kayıp düştü. Düşüşünü izliyorum. Nehre mi düşecek yoksa toprağa mı çakılacak? Nehre düşersem belki bir şansım olur. O kadar yüksekteyim ki takip etmekte zorlanıyorum, uzaklarda da olsa gördüm toprağa düştü. Hiç şansım yok. Neden kendimi bu durama sokayım ki? Bunu ben kendime yapmadım, beni buraya attılar!
Toprağa parmaklarımı sapladım, başka çarem yok. Toprağın parçalanma ihtimali olsa da tek yapabileceğim şey bu! Hissediyorum toprak kurumuş, kumları rüzgarla birlikte elimin arasında savruluyor. Toprak parçalanırsa tutunacak yerim kalmaz ve düşer ölürüm. Toprağa zarar vermeyeyim desem bu sefer de elim kayar ve düşer ölürüm.
İçimde korkuyla karışık bir heyecan var. Sanırım umudumdan kaynaklanıyor. Şu halime bakıyorum ve ne haldeyim! İçinde bulunduğum bu duruma rağmen hala kurtulmayı ümit ediyorum. Yar, hepsi senin yüzünden! Kimse gelmeyecek artık bunu anlamam gerek. Derin nefes alıp veriyorum, aşağıya bir kez daha bakıyorum. Ne zamandır buradayım ben?
Elimle sımsıkı tutunuyorum. Çok korkuyorum daha fazla dayanamayacağım. Artık kabullenmeye başladım, buradan düşeceğim. Ölüme yenik mi düşsem, dayanabildiğim yere kadar dirensem mi, kendi isteğimle mi bıraksam elimi? Hangisi daha kötü olur bilemiyorum, her durumda öleceğim! Bir ihtimal nehir beni kurtarabilir ama güvenmiyorum artık, kabul ettim. En azından cesedimi birisi bulur mu, hayvanlara yem olmak istemiyorum. Ölmek nasıl bir şey acaba, şuan olduğundan daha fazla canım yanar mı?
Elim hızla kayıyor, lütfen birisi yardım etsin.
#kişisel blog#blog#blogger#new post#deneme#edebiyat#duygu#düşünce#aşk#sevgi#hüzün#çaresizlik#donattan#uçurum#imdat#özlem#hüzünlü#üzüntü
0 notes
Text
O gün pazar günüydü. İçimde bir his vardı, harikaydı. Nedensizce çok heyecanlıydım. Sabah kalktım, günlük rutinlerimi hallettikten sonra mutfağa girip melemen yaptım, nedensizce canım çok istemişti. Tekrar odama geldim, dönüp aynaya baktım. Sanki cildim parlıyordu. Gözlerim ışıl ışıldı. O gün kendimi hiç bulmadığım kadar güzel bulmuştum. Nedenini hiçbir zaman çözememiştim. Laptopumu aldım ve yatağımda bağdaş kurup dizimi izlemeye başladım. Bir zaman sonra kulağıma yağmur sesi gelmeye başladı. Laptopu kapadım ve hazırlanmaya başladım.
Dışarı çıkmak istiyordum, yağmuru sevmezdim aslında ama diyorum ya, o gün içmde bir his vardı. Kot pantolonumu, siyah tişörtümü ve yağmurluğumu giydim. Saçlarımı açıktı. Kulaklıklarımı taktım ve botlarımı giyip dışarıya ilk adımımı attım. Yağmur damlaları saçlarıma tutunuyor, orada kayboluyordu. My Demons şarkısını açtım ve yavaşça yürümeye başladım. Etrafıma bakındım; yağmurdan kaçmaya çalışanlar, hızlı adımlarla yürüyenler… İnsanları analiz etmekte pek iyi değildim. Bunun için onları boşverdim ve yoluma devam ettim. Yağmurluğumun şapkasını kafama geçirdim, yağmuru hissederek yürümeye devam ettim. Daha önce hiç gitmediğim yollardan gitmeye karar verdim. Kaybolmak istiyordum.
Bir ara sokağa saptım. Yerlerde birikintiler oluşmaya başlamıştı. Onlara basa basa geçtim. Damlaları her hücremde hissediyordum. Bugün niye böyle olmuştum? Dar sokaklardan sıyrıldım ve ana caddeye ulaştım. Otobüs durağının orada beklemye başladım. Amacım otobüse binmek değildi, sadece… Bekliyordum işte. Yolun karşısına baktığımda biri dikkatimi çekti. O çok güzel bir erkekti. Evet, güzeldi. Daha önce hiç onun gibi birisini görmemiştim. Bilmiyorum, o çok farklı birine benziyordu. Acaba onu bu şekilde gören sadece ben miydim? Sanmıyorum. Yayalara yeşil ışık yandı ve o benim olduğum tarafa gelmeye başladı. Bir an göz göze geldik. Yutkunduğunu gördüm, sanki bende yutkunmuştum. Ve sonra, yanımdan öylece geçip gitti. Burnuma kokusu doldu, onun kokusu. Birkaç dakika o şekilde kalmıştım, hareket edemiyordum sanki.
Sonra karşı tarafa geçmek için yola baktım. Adımımı atmamla, vücudumda keskin bir acı hissetmem bir olmuştu. Ağzımda kanın metalik tadını hissettim. Ne olmuştu? Araba mı çarpmıştı? Yavaş yavaş gözlerimin kararmaya başladığını hissetttim. Sanırım sonrasını hatırlamıyorum. Muhtemelen ruhum bedenimden ayrılmıştı, ya da onun gibi bir şey.
…………………………………
Kaza. Sessizlik. Yere düşen bir beden. Ve sessiz bir çığlık. Arkamı döndüğümde o kız yerdeydi. Çok kötü olmuştum. Titrediğimi hissettim ama soğuktan değildi. Neden bu kadar tepki vermiştim? Oysaki ilk defa görmüştüm. Belli belirsiz adımlarla yanına gittim ve kanları gördüm. Hemen yere diz çöktüm ve başını kucağıma koydum. Çarpan araba çoktan gitmişti. Titreyen ellerimle telefonumu çıkardım ve ambulansı ardım. Hastaneye nasıl vardım, ölüm haberini nasıl aldım bilmiyorum. O gittikten sonra kendimi boşlukta gibi hissetmeye başladım. O diyorum da, adını bilmediğimden. Üzerinden kimliği çıkmamış ve sanırım ailesini uzun zaman önce bir kazada kaybetmiş. Aradan bir ay, iki ay, üç ay, dört, beş, altı, yedi, sekiz, dokuz ay derken bir sene geçti.
Biriyle tanıştım. O otobüs durağının orada, o yerde, o şekilde… Yağmur'a benziyordu. Evet, onu adı Yağmur'muş. Ve tahmin edin bakalım ne oldu? O adam hâlâ yakalanmadı. Ulaşılamıyor. Siktiğimin pezevengi! Güneş… Tanıştığım kızın ismi Güneş'ti. Beraber sinemaya gittik, kafeye, oraya, buraya. Ve ona Yağmur olayını anlattım. Ertesi günde otobüs durağının orada buluşmak için anlaştık. Yattım, kalktım. O gün hava biraz bozuk gibiydi. Kahvaltı yapmadan çıktım, beraber yapabilirdik. Durağın oraya yaklaşmaya başladığımda oradaki kalabalık dikkatimi çekti. Yavaşça yaklaşmaya başladım. Korkuyordum. Ve yerde yatan kişiyi gördüğümde, o an ölmek istedim. Güneş'ti. Işığı sönmüş olan güneş… Orayı lanetli yer olarak ilan ettim. Bu olaydan bir ay sonra psikolog tedavisine başladım. İçtiğim ilaçlar bir işe yaramıyordu. Siktiğimin ilaçları! İyi olmak yerine daha kötü olmaya başlamıştım. Akıl hastanesine yatırıldım.
Ben deli değildim. Buradan çıkmam lazımdı. Kurtulmalıydım. Kurtulmalıydım. Onların yanına gidebilirdim. Onlara deli olmadığımı söyleyebilirdim. Bir hafta sonra intihar haberim gazetelerde yer almıştı.
Ama mutluydum çünkü bana inanmışlardı…
17 notes
·
View notes
Text
Mevzu 1
NA, dün A ülkesinden döndü, ineli 2-3 saat olmuştu, yanıma geldi ve ayrılmak istediğini söyledi.
Bir şeyleri zorluyormuş hissindeymiş; kıvılcımı eksikmiş.
Konuşmanın tamamı 5-6 dakika sürdü; nefes alış-verişler ile birlikte.
Kusura bakma kırdıysam dedi, bakmam dedim.
Ben gidiyorum o zaman dedim, nasıl istersen dedi.
Kalktım; hızlıca uzaklaştım; Roma Bostanı’nda oturduk, merdivenlerin aşağısında, hızlıca çıktım merdivenleri.
Daha toplasan 10 dakika anca olmuştu ineli, merdivenlerde oturanların hakkımda ne düşündüğünü düşündüm; anladılar mı acaba diye; bir sorun olduğunu anlamışlardır ama ne olduğunu anlamamışlar herhalde dedim, sonuçta ağlamıyorum.
Biraz önce geçtiğim yolları, hızlıca yürüdüm, ne gördüğümü hatırlamıyorum.
Caminin tam önünde durdum, etrafıma baktım, ne yapacağımı bilmiyordum.
Tam oraya oturmak istedim, çömmek.
Bir tane sigara istedim, yakmak istedim, yakmadım.
Alkol almak istedim, aklımdan tekelden bir tane bira alıp içmek geçti, sonra; lan 2 gündür ağzına hiç çiğnenecek birşey girmedi dedim, anlamsız sarfoş olunur, ne acısı yaşandığı bilinmez dedim.
O zaman gidip rakı içeyim, peynir yerim, sarhoşluğumu alır dedim; aklıma hiçbir yer gelmedi, tam caminin önünde, 360 derece birkaç defa etrafımı taradım. Gene bulamadım nereye gideceğimi. Sonra aklıma cebimdeki bozuk paralar dışında 40 TL’m olduğu geldi. EK’i aradım, derse gidiyormuş, kapattım. NA’yı aradım, meşgule attı. Önceki ayrılıklarımı düşündüm; napıyordum lan ben diye; hissim aynıydı, bokkk-tan. Ağlıyordum sanırım dedim, alkol alıyordum. Baktım, bir ağlasam mı dedim, yok ağlayamıyorum; en iyisi gidip alkol alayım dedim, belki ağlarım.
Bu gece yalnız kalmak istemiyorum sanırım dedim. Eve gidip yarın için giysi alıp, NA'ya gitmeye karar verdim, eve girdim; sokak kapısını da evin kapısını da açık bıraktım; belki arkamdan biri gelir diye. Sacmalama lan, mal mısın kapat kapıyı dedim; kapattım ama 3-4 dakika açık kaldı.
7 dakikada evden çıkmışımdır; Tophane’ye indim; görme duyumu kaybetmişim ya da çok sarhoş bir gecenin içinde sadece belli yerleri hatırlıyormuşum gibiydi, bir sürü yeri hiç görmedim, görmemişim yani.
Fındıklı’ya, Yoga’nın araya geldim; Zİ’yi aradım; konuştuk, konuşacak bir şey de yoktu ki.
Ben de seni düşünüyordum, bu akşam da enerji seansı yapar mıyız diye dedi, dedim yolla gelsin kardeş.
Bu arada dünkünde hem selülitlerin için hem de alkolden arınman için birşeyler yapmıştım ama bugün alkol alsan iyi olur sanırım, geri alınabiliyor muydu bu acaba ya dediJ, güldük.
Bence büyük kaybetti dedi, tabi ki de büyük kaybetmiştiJ.
Terk edenler, terk edilenlerin en yakınları tarafından her zaman büyük kaybeden olarak görüldüler.
Bu arada eski kız arkadaşına döndüğü konusunda hislerim gelişti, belki manipülatif bir duygudur, belki de değildir; döndüyse cidden yanlıştır onun için; çünkü 20 km uzaktan belli o ilişkinin yürümeyeceği.
Telefonda, kendisinin iyi bir insan olduğuna emin olduğumuzdan ancak davranışlarının pek iyi insan davranışı olarak görülemeyeceğinden bahsettik. Acaba NA’nın iyi bir insan olduğu önermesi mi yanlıştı.
Oldurmaya çalıştığı birine neden babamla tanışır mısın, beni abinle tanıştır, tutacağım ev senin gelip gitmene uygun olsun demişti ya da ben tamam buraya kadar dediğimde neden dur bence deneyelim demişti.
Bunlar büyük laflar değil miydi ya; ben yanlış mı anlıyorum insanları, ilişkileri.
Bilemedim.
Gene de iyi biri olduğuna; herşeyi mınoşluktan ve bilmemezlikten yaptığına karar verdik.
Bilemedim.
Kapattık telefonu.
Yürüdüm Beşiktaş’a.
Kartal heykelinin önüne geldim; baktım dört yola; Şair Leyla’da mı otursam dedim, öff kalabalık.
Oğlum param yok ya benim, sürekli unutuyorum bunu dedim.
Zİ’ye mesaj attım, 200 TL gönderdi.
Gezindim, etrafta, sakin bir yer aradım; Beşiktaş’tayım, nasıl bir arayıştı.
Eskiden sevgilim olan ER ile gittiğimiz bir yer vardı; fena değildi; NA’nın sokağında, oraya gideyim en iyisi dedim.
Yürürken, o sokağa girdiğimde solda Birsen Tezer’in sesini duydum, dan diye girdim, rakı var mı dedim, var dedi, terasa çıktım, ayakkabıları çıkardım, oturdum.
Peynir, rakı, kabaklı yoğurt söyledim.
EK geldi, kısa süreliğine, sonra da NA.
Oturduk.
Galiba mallar adıma, herkesin instoş dediği, bir yandan kullanmaktan vazgeçemediği bir yandan da kısmen nefret ettiği o şeyi açtılar.
Onu kapatmam lazım, nasıl kapanıyor ki.
Sabah 06:01’de uyandım, Beşiktaş’ta biraz dolandım.
Servise bindim, işe geldim.
0 notes