Tumgik
#buhari iman 3
elbezr · 1 year
Text
Tumblr media Tumblr media
❔Kur'an'a Göre Zikir Kavramının Ne Anlama Geldiğini Merak Ediyor Musun❔
⚡️Zikir kavramı, lügatta "anmak, bir şeyi muhafaza etmek" demektir. Istılahta ise "gafletten kurtulup kişinin diliyle, uzuvlarıyla ve kalbiyle devamlı surette Allah ile beraber olması" anlamına gelmektedir.
⚡️Zikir, unutmanın zıddıdır ve insan, sahip olduğu bir bilgiyi muhafaza etmek için devamlı olarak onu kavli ve kalbi olarak anmalıdır.
Onlar ki; iman edip, kalpleri Allah'ın zikriyle mutmain/huzur ve güven içinde olanlardır. Dikkat edin! Kalpler ancak Allah'ın zikriyle mutmain olur. (13/Ra'd, 28)
⚡️Nasıl ki yemek ve içmek bedenin gıdasıysa aynı şekilde ruhun gıdası da zikirdir.
⚡️Zikir, insanı şeytani güçlerden koruyan bir kaledir.
⚡️Zikir, kalbi dert ve kederden temizleyen, Allah rızasına kavuşturan, sahibinden insan ve cin şeytanlarını uzaklaştıran, bedeni ve kalbi güçlü kılan bir ameldir.
O (muttakiler) ki; bir kötülük yaptıklarında yahut (günah işleyerek) kendilerine zulmettiklerinde Allah'ı anar ve günahları için bağışlanma dilerler. Allah'tan başka kim günahları bağışlayabilir? Ve bile bile yaptıkları (yanlışta) ısrar etmezler. (3/Âl-i İmran, 135)
✨İçerisinde Allah zikredilen evlerin misali ile içerisinde Allah zikredilmeyen evlerin misali, diri ile ölünün misali gibidir. (Buhari)
Ey iman edenler! Mallarınız ve evlatlarınız, sizi Allah'ı zikretmekten alıkoymasın. Kim de bunu yaparsa işte onlar, hüsrana uğrayanların ta kendileridir. (63/Münafikûn, 9)
✨Allah'ı unutarak lüzumsuz konuşmalara dalmayın. Çünkü Allah hatırlanıp zikredilmeden yapılan uzunca konuşmalar, kalbi katılaştırır. Allah'tan en uzak olan kimse, kalbi katı olandır. (Tirmizi)
İman edenlerin, Allah'ın zikrine ve (Kur'ân ayetlerinden) inen hakka karşı kalplerinin yumuşamasının zamanı gelmedi mi? Bundan önce kendilerine Kitap verilen, uzun bir zamanın geçmesiyle de kalpleri katılaşan ve birçoğu da fasık olan kimseler gibi olmasınlar. (57/Hadîd, 16)
“Ey Allah'ım! Bana, Seni zikretme, Sana şükür ve güzelce ibadet etme konusunda yardımcı ol..”
22 notes · View notes
ayten-ali · 2 years
Text
Tumblr media
بِسْــــــــــــــــــــــمِ اﷲِارَّحْمَنِ ارَّحِيم
كَبُرَ مَقْتاً عِنْدَ اللّٰهِ اَنْ تَقُولُوا مَا لَا تَفْعَلُونَ
#EY #İMAN #EDENLER!
Yapmicaginız şeyleri niçin söylüyorunuz?
#Yapmayacağınız şeyleri söylemeniz,
#ALLAH katında büyük #gazap gerektiren bir #iştir.
(Saf süresi 2-3)
“#ÜÇ #ŞEY #KİMDE #BULUNURSA
-oruç da TUTSA,
namaz da KILSA,
o, münafıktır;
konuştuğu zaman yalan söyleyen,
verdiği sözden cayan ve itimat edildiği halde emanete ihanet eden.”
(Buhari, Müslim)
27 notes · View notes
muslumanincenneti · 10 months
Text
Tumblr media
14  - Abdullah İbnu Ömer İbni'l-Hattâb (radıyallahu anh)'ın anlattığına göre, bir adam kendisine: Gazveye çıkmıyor musun?" diye sorar. Abdullah şu cevabı verir: "Ben Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'i işittim, şöyle buyurmuştu: "İslâm beş esas üzerine bina edilmiştir: Allah'tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed'in O'nun kulu ve elçisi olduğuna şehâdet etmek, namaz kılmak, oruç tutmak, Kâbe'ye haccetmek, Ramazan orucu tutmak".
 
Buhârî, İman 1; Müslim, İman 22 (.. ); Nesâî, İman 13, (9, 107-108); Tirmizî, İman 3, (2612).
#gazve #abdullah #ibni #ömer #hattab #peygamber #islam #beş #şart #esas #allah #tek #ilah #lailaheillallah #muhammed #kul #elçi #namaz #oruç #kabe #mekke #hac #iman #ramazan #oruç #hadis #günlükhadis #buhari #muslim #peygamber #islam #hadisler #hadiskitabı #kütübisitte #nesai #tirmizi #ebudavud #ibnmace #muhammed #muhammet #sallallahualeyhivesellem #amentü #amentübillahi
3 notes · View notes
notdefterinden · 15 days
Text
Bir insan kafir gibi yaşarken, her türlü hile hurdayı hayatının merkezine alıp haramları su gibi içerken rahat yaşıyor da, ben Allaha inandığım onu tesbih ettiğim halde neden çeşitli ruhsal rahatsızlıklar yaşıyorum. İbadet bile edecek takati kendimde bulamıyorum neden?
Bu soru, insanın hem psikolojik hem de manevi boyutlarını ele alan oldukça derin ve önemli bir sorudur. Öncelikle, Allah’a inanan ve ibadet eden bir insanın neden zorluklar yaşadığını ve bir kafir gibi yaşayan, haramları ve kötülükleri hayatına yerleştiren birinin neden zahiren rahat göründüğünü anlamaya çalışmak, İslam'ın temel öğretisine dayanır.
### 1. **Dünya Bir İmtihan Yeridir**
İslam’a göre dünya hayatı, sadece rahatlık ve huzur bulma yeri değil, aynı zamanda **imtihan** yeridir. Allah, her kulunu farklı yollarla imtihan eder. Bazı insanlar servet ve güçle, bazıları ise zorluklar ve sıkıntılarla sınanır. Kur’an-ı Kerim’de bu konuda şöyle buyurulur:
> “Andolsun ki sizi biraz korku, açlık, mallardan, canlardan ve ürünlerden eksiltme ile deneriz. Sabredenleri müjdele.” (Bakara, 2:155)
Bu ayette açıkça görüldüğü gibi, insanlar zorluklarla, dertlerle ve sıkıntılarla sınanabilir. Müminler için bu sıkıntılar, Allah’a daha da yakınlaşmak ve O’na daha fazla güvenmek için bir vesile olabilir. Bu sıkıntılarla karşılaştığında mümin, sabır gösterir ve Allah’ın rahmetini bekler.
### 2. **Kafirlerin Rahatlığı ve Dünya Hayatı**
İslam’a göre, **dünya hayatında görülen geçici başarılar, servet, rahatlık ve refah, Allah katında bir değer ölçüsü değildir.** Bazı insanlar dünya hayatında rahat ve zahiren başarılı görünse de bu, onların Allah katında değerli oldukları anlamına gelmez. Allah, bazı kişilere dünya nimetlerini verir, fakat bu, bir imtihanın parçasıdır. Kur’an-ı Kerim’de bu duruma şöyle değinilir:
> “Dünya hayatının geçici süsüne aldanıp onlarla sevinmesinler diye, onlardan bir kısmına verdiğimiz şeyler, sadece dünya hayatının geçici bir süsüdür.” (Tâ-Hâ, 20:131)
Bu ayet, dünya nimetlerine kavuşmuş kişilerin aslında geçici bir rahatlık içinde olduğunu ve bunun bir aldanış olabileceğini hatırlatır. Kafirler ya da kötülük yapanlar, bu dünyada rahat yaşasa bile, ahiret hayatında bu rahatlıklarının bedelini ödeyeceklerdir.
### 3. **Müminlerin Zorluklar Karşısında Sabır ve Tevekkülü**
Müminler, Allah’a iman ettikleri ve O’nun rızasını gözeten bir hayat yaşadıkları için zaman zaman sıkıntılarla karşılaşabilirler. Bu, Allah’ın onları arındırmak, maneviyatlarını güçlendirmek ve sabırlarını denemek için verdiği bir imtihan olabilir. Peygamber Efendimiz (sav) bu konuda şöyle buyurmuştur:
> "Bir Müslümanın başına gelen her türlü sıkıntı, hastalık, keder, üzüntü ve eziyet, hatta ayağına batan diken bile onun günahlarına kefaret olur.” (Buhari ve Müslim)
Bu hadis, müminlerin yaşadığı her türlü sıkıntının Allah katında karşılıksız kalmayacağını ve bunların müminin manevi anlamda temizlenmesine ve arınmasına vesile olacağını ifade eder. Zorluklar karşısında sabır göstermek, Allah katında büyük bir fazilettir ve mümin için sonsuz huzur ve ödül getirebilir.
### 4. **Ruhsal Rahatsızlıklar ve İbadet Gücünün Zayıflaması**
Bir mümin olarak yaşadığınız ruhsal rahatsızlıklar, psikolojik ve fizyolojik nedenlerden kaynaklanabilir. İslam, bu dünyada insanın hem ruhsal hem de bedensel sınavlardan geçeceğini söyler. Bazen fiziksel rahatsızlıklar, psikolojik stresler ve hayatın getirdiği zorluklar, ibadet yapma gücünü zayıflatabilir. Bu durumlarda:
- **Sabırlı olmak ve Allah’a tevekkül etmek**, ruhsal sıkıntıları hafifletmeye yardımcı olabilir.
- **Dua ve zikir**, ruhsal rahatsızlıklarla mücadelede önemli bir araçtır. Allah, dua eden ve O’ndan yardım dileyen kullarını huzurla doldurur. Kur'an-ı Kerim'de, Allah'ın zikriyle kalplerin huzura ereceği belirtilir:
> "Bilesiniz ki, kalpler ancak Allah’ı anmakla huzur bulur." (Ra'd Suresi, 28)
### 5. **Hikmet ve Sabırla Sınanmak**
Müminler, zorluklar karşısında sabır ve tevekkül gösterdiklerinde, Allah onları daha yüksek bir manevi mertebeye ulaştırabilir. Kimi zaman, ruhsal sıkıntılar bile Allah’ın bir hikmeti olabilir. Allah bir kulunu zorluklarla sınayarak, onu daha güçlü, daha bilinçli ve manevi anlamda daha olgun hale getirebilir. İbn-i Kayyim el-Cevziyye şöyle der:
> “Allah, kulunu sevdiğinde onu sıkıntılarla imtihan eder ki, o kul daha fazla dua etsin, Allah’a daha fazla yaklaşsın.”
### 6. **Kendi Nefsimiz ve Dünya İmtihanı**
Bazen ibadetlere güç bulamamak, nefsimizin zayıflığı ya da dünyanın cazibesine kapılmaktan kaynaklanabilir. İnsanın nefsi, onu sürekli dünya işlerine ve rahatlığa yönlendirebilir. Nefis, ibadet etmekten alıkoyarak insanı zayıflatır. Bunun için sürekli nefis terbiyesi ve mücadele gereklidir. Peygamber Efendimiz (sav) bu konuda şöyle buyurmuştur:
> "Gerçek mücahit, nefsi ile cihat edendir." (Tirmizî)
Bu dünyada yaşadığınız zorluklar karşısında Allah’tan yardım dilemek, O’na daha fazla yönelmek ve sabır göstermek, ruhsal rahatlamaya ve huzura ulaşmaya yardımcı olacaktır. İbadet etmekte zorluk çektiğinizde, kendinizi zorlamadan, küçük adımlarla yeniden ibadete dönmek, Allah’tan güç ve yardım dilemek iyi bir başlangıç olabilir.
### Sonuç:
İman eden bir insanın zorluklarla karşılaşması, Allah’ın bir imtihanıdır ve bu imtihanlar sabır ve tevekkülle karşılandığında kişiye manevi dereceler kazandırır. Dünyada haramlarla ve kötülüklerle yaşayan birinin zahiren rahat görünmesi, ahirette karşılaşacağı asıl sıkıntıların habercisi olabilir. Sabır, dua, zikir ve ibadet, ruhsal sıkıntılarla mücadelede en büyük yardımcıdır. Allah, mümin kullarını sevdiği için onlara zorluklar verir ve bu zorluklar onların hem günahlarına kefaret olur hem de onları arındırır.
0 notes
kuranvesunnet2e · 4 years
Photo
Tumblr media
İman altmış veya yetmiş kadar bölümdür, bunların en üstünü la ilahe illallah demektir, en aşağısı ise zarar veren şeyleri yoldan kaldırmaktır, utanmak imandan bir bölümdür
0 notes
islamic-reminders · 3 years
Text
* General Islamic culture Answer the following questions *
1. In which month was the Quran descended?
at. Muharram
b. Ramadan
vs. Safar
d. Rajab
2. How many Suras are there in the Quran?
at. 110
b. 100
vs. 113
d. 114
3. The book Zabura was revealed to which of these messengers?
at. Musa
b. Isa
vs. Dauda
d. Ibrahim
4. How many words are there in the Quran?
at. 86,430
b. 86,340
vs. 83,640
d. 83,460
5. Which of the Prophets had a live conversation with Allah?
at. Ibrahim
b. Musa
vs. Issa
d. Muhammad
6. What city is called * Baladul Amin * in the Quran?
at. Madina
b. Makkah
vs. Sham
d. Misra
7. Which of these women Allah called his name in the Quran?
at. Maryam
b. Khadija
vs. Aisha
d. Hauwa
8. How many Suras were revealed in Mecca (Makkiya)?
a.86
b.114
c.28
d.60
9. What is the last Surah revealed?
at. Ma'ida
b. Nasr
vs. Kafirun
d. Ankabuut
10. What name does not fit the names of the Last Judgment in the Quran?
at. Yaumul Jam'i
b. Yaumu Tagabun
vs. Yaumul Fasli
d. Yaumul Fana'i
11. Which Surah spoke about the people of the cave?
at. Baqara
b. Jinni
c. Kahfi
d. Taaha
12. The shortest Ayat is found in which Sura?
at. Fajr
b. Mudassir
vs. Asr
d. Ikhlas
13. Which of the companions was mentioned in the Quran?
at. Abdourahamane bin Sahr
b. Abi Huraira
vs. Zayd
d. Usman bin afan
14. One among these cities was not mentioned by the Messenger of Allah Muhammad SAW?
at. Constantinople (Istanbul)
b. Sin
vs. Sham
d. Agadez
15. Which of the Yusuf Suras was called besides Suratul Yusuf?
at. Ahzab
b. Gafir
vs. Zumar
d. Nur
16. In what year was Prophet Muhammad SAW born?
12 Rabi Awal 630 Miladiya
12 Rabi Awal 530 Miladiya
12 Rabi Awal 570 Miladiya
12 Rabi Awal 571 Miladiya
17. Which was not a Jihad battle?
at. Handaq
b. Badr
vs. Tabuk
d. Yemen
18. Which is not a Quranic Sura?
at. Suratul Anfal
b. Suratul Musa
vs. Suratul Maryam
d. Suratul Ibrahim
19. Which Surah does not start with Bismillah?
at. Tawba
b. Hudu
vs. Yunus
d. Qaaf
20. Who is not one of the 4 great Imans of Islam?
at. Hanafi
b. Hambali
vs. Ibn Taymiya
d. Shafi'i
21. Who are the two Sheikhs of the Hadiths?
at. Muslim - Tirmizi
b. Buhari - Muslim
vs. Nisa'i - Ahmad
d. Abu Daud - Buhari
22. How many Messengers were mentioned in the Quran?
at. 1432
b. 25
vs. 114
d. 432
23. Which of these mosques is mentioned in the Koran?
at. Tajmahal
b. Sham
vs. Aqsa
d. Ruum
24. Which one is not on the Islamic lunar list?
at. Zul Qi'id
b. Safar
vs. Rajab
d. Zul Kifl
25. Which country has the greatest number of Muslims?
at. Nigeria
b. China
vs. India
d. Indonesia
26. Which country is not among the founding members of the OIC?
at. Bahrain
b. Saudi Arabia
vs. Niger
d. Algeria
27. Which animal was not mentioned in the Quran?
at. Dog
b. Ants
vs. Bees
d. Bat
28. Who among these people did the Jews (Yahud) call the Son of Allah?
at. Uzairu
b. Issa
vs. Musa
d. Zakaria
29. Which country in Africa was mentioned in the Quran?
at. Sudan
b. Egypt
vs. Morocco
d. Ethiopia
30. What is the longest Surah in the Quran?
at. Nisa'i
b. Bakara
vs. Ali'imran
d Huud
31. According to the prophet SAW Islam will be divided into how many parts?
at. 2
b. 4
vs. 73
d. 173
31. In which Sura is the last Quranic verse found?
at. Jin
b. Nasr
vs. Ma'ida
d. Kafirun
32. The OIC, the second largest organization after the UN, has how many member states?
at. 193
b. 73
vs. 57
d. 201
33. Which was not an Islamic caliphate?
at. Ottoman
b. Almouhaid
vs. Sokoto
d. Bizans
34. Prophet Muhammad SAW was born in:
at. Mecca
b. Sham
vs. Medina
d. Jerusalem
35. Who is the most arrogant of creatures?
at. Fira'aun
b. Shaitan
vs. Dajal
d. Yajuj Majuj
* Share for Allah's Reward *
21 notes · View notes
ilahiyatuzmani · 4 years
Text
🍃Hz. Ebu Hüreyre
(ʳᵃᵈⁱʸᵃˡˡᵃʰᵘ ᵃⁿʰ) anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm cum'a gününden bahis açıp dedi ki: "Onda bir saat vardır; müslüman bir kul namaz kılar olduğu halde, o saate erse, Allah'tan her ne istemişse onu Allah kendisine mutlaka verir." Bunu söylerken (Resulullah) eliyle o vaktin azlığını işaretliyordu."
📚 [Buhari, Cum'a 37, Talak 24, Da'avat 61; Müslim, Cum'a 13, (852); Muvatta, Cum'a 15, (1, 108); Nesai, Cum'a 45, (3, 115, 116).]
🍃Hz. Enes (ʳᵃᵈⁱʸᵃˡˡᵃʰᵘ ᵃⁿʰ) demiştir ki:
"Cuma günü, (duaların kabul edileceği) ümit edilen saati, ikindi namazından sonra güneşin ufuktan kaybolması anına kadar arayın."
📚 [Tirmizi, Salat 354, (489).]
[el-CUM'A Suresi Ayet:9.]
🍃Ey iman edenler! Cuma günü namaza çağırıldığı (ezan okunduğu) zaman, hemen Allah'ı anmaya koşun ve alış verişi bırakın. Eğer bilmiş olsanız, elbette bu, sizin için daha hayırlıdır.
🍃Ubeydullah İbnus-Sebbak (ʳᵃᵈⁱʸᵃˡˡᵃʰᵘ ᵃⁿʰ) anlatıyor; Resulullah (ˢᵃˡˡᵃˡˡᵃʰᵘ ᵃˡᵉʸʰⁱ ᵛᵉ ˢᵉˡˡᵉᵐ): Cumalardan birinde şöyle buyurmuştur:
"Ey müslümanlar! Bu öyle bir gündür ki, Allah Teala onu (sizlere) bayram kılmıştır. Öyleyse yıkanın. Kimin yanında bir tiyb (sürünme maddesi) varsa ondan sürünmesinde bir zarar yoktur. Size misvakı da tavsiye ediyorum."
📚 [Muvatta, Taharet 113 (1,65-66); İbnu Mace, İkametu's-Salat 83 (1098)]
7 notes · View notes
ayten-ali · 2 years
Text
Tumblr media
بِسْــــــــــــــــــــــمِ اﷲِارَّحْمَنِ ارَّحِيم
كَبُرَ مَقْتاً عِنْدَ اللّٰهِ اَنْ تَقُولُوا مَا لَا تَفْعَلُونَ
#EY #İMAN #EDENLER!
Yapmicaginız şeyleri niçin söylüyorunuz?
#Yapmayacağınız şeyleri söylemeniz,
#ALLAH katında büyük #gazap gerektiren bir #iştir.
(Saf süresi 2-3)
“#ÜÇ #ŞEY #KİMDE #BULUNURSA
-oruç da TUTSA,
namaz da KILSA,
o, münafıktır;
konuştuğu zaman yalan söyleyen,
verdiği sözden cayan ve itimat edildiği halde emanete ihanet eden.”
(Buhari, Müslim)
17 notes · View notes
muslumanincenneti · 8 months
Text
Bir Ayet, Bir Hadis, Bir Dua
Tumblr media
Bir Ayet Resûlüm de ki: Allah'a ve Peygamber'e itaat edin. Eğer yüz çevirirlerse şüphe yok ki Allah kâfirleri sevmez.  (Âl-i İmrân, 3/32)
Bir Hadis Şu üç özellik kimde bulunursa imanın zevkini tadar: Allah ve Rasulünü, herkesten ve her şeyden fazla sevmek, sevdiği kişiyi sırf Allah için sevmek, nasıl ateşe atılmak istemezse, küfre dönüşü de o kadar istememek. (Buhari, Îmân, 8)
Bir Dua Ey Rabbimiz! Biz kendimize zulmettik, eğer bizi bağışlamaz ve bize rahmetinle muamele etmezsen muhakkak ziyana uğrayacaklardan oluruz! (A’râf, 7/23)
#Allah #peygamber #itaat #emir #şüphe #kafir #iman #resul #sevgi #sevmek #zulüm #rahmet #ziyan #ayet #kuran #hadis #sünnet #dua #amin
1 note · View note
derdiderun · 5 years
Text
Ahirette şefaatın varlığı, ayet ve tevatüre varan sahih hadis-i şeriflerle sabittir.
Şefaatin Tarifi:
1) Şefaat: Dua anlamına gelir.
2) Şefaatin örfi manası: Başkalarına hayır istemektir.
3) Şefaatin şer’i manası: Kıyamet günü Allah’ın şefaat için izin verdiği kimselerin kendilerine şefaat için izin verilen kimselere günahlarının bağışlanması ve cennete girme hususunda Allah’a dua etmesidir.
Şefaatin Delilleri:
Allah-u Teâlâ şöyle buyurdu:
“De ki: Şefaatin tamamı Allah’ındır.” Zümer 44
“O’nun izni olmadan kendisinin katında kim şefaat edebilir?..” Bakara 255
“...O’ndan başka ne bir velileri ne de bir şefaatçileri yoktur...” En’âm 51
“Göklerde nice melekler var ki, onların şefaati hiçbir fayda vermez! Ancak Allah’ın dilediği ve razı olduğu kimseye izin verdikten sonra olursa (bu müstesnadır).” Necm 26
Buhari ve Müslim’in ittifakla rivayet ettiği hadiste Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyuruyor:
“Sonra Allah tarafından:
‘Başını kaldır ey Muhammed! Söyle, sözün dinlenir iste, sana verilir şefaat et, şefaatin kabul edilir’ denir. Ben bana öğrettiği birçok hamdlerle Rabb’ime hamd eder, sonra şefaat ederim...”
Buhari 7281, Müslim 193/322
Kimler Şefaat Eder?
Allah başta olmak üzere Melekler, Rasuller, Nebiler ve mü’minler şefaat ederler.
1) Allah-u Teâlâ’nın Şefaati
Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor:
“De ki: Şefaatin tamamı Allah’ındır.” Zümer 44
Amr bin Dinar, Cabir (Radiyallahu Anh)’ı Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’den bu hadisi kulağıyla işittiğini söylerken dinlemiştir.
Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem):
“Muhakkak Allah-u Teâlâ birçok insanları ateşten çıkarıp cennete girdirecektir!” buyuruyordu.
Müslim 191/317, Humeydi 1245, Tayalisi 1703, 1804, İbni Hibban 7483, Ahmed 3/381
Ebu Said el-Hûdri (Radiyallahu Anh)’ın Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’den rivayet ettiği hadiste şöyle zikredilmiştir:
“...Sonra Allah-u Teâlâ:
‘Melekler şefaat ettiler, Nebiler şefaat ettiler, mü’minler de şefaat ettiler, şefaat etmedik bir merhametlilerin en merhametlisi kaldı’ buyurur ve ateşten bir kabza iki kabza kabzalayıp Allah için hiçbir hayır işlememiş, ateşin içinde yanarak kömür haline gelmiş insanları çıkarır. Kendisine ‘Hayat’ adı verilen bir suya getirir, onların üzerine o sudan döker...”
Müslim 183/302, İbni Huzeyme et-Tevhit 201
2) Meleklerin Şefaati
Ebu Said el-Hûdri (Radiyallahu Anh)’ın Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’den rivayet ettiği hadiste şöyle zikredilmiştir:
“Sonra Allah-u Teâlâ:
‘Melekler şefaat ettiler.’ buyurur.”
Müslim 183/302, İbni Huzeyme et-Tevhit 201
3) Nebilerin Şefaati
Ebu Said el-Hûdri (Radiyallahu Anh)’ın Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’den rivayet ettiği hadiste şöyle zikredilmiştir:
“...Sonra Allah-u Teâlâ:
‘Nebiler şefaat ettiler.” buyurur.”
Müslim 183/302, İbni Huzeyme et-Tevhit 201
4) Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem’e Has Olan Şefaat
Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’e has olan şefaat şefaati uzmâdır. Bu hususta Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor:
“...Böylece Rabb’in seni Makam’ı Mahmuda ulaştıracaktır.”
Makam’ı Mahmud: Büyük şefaat makamıdır.
İsra 79
Abdullah ibni Ömer (Radiyallahu Anhuma) şöyle dedi:
“Kıyamet günü insanlar küme küme olup her ümmet kendi Nebisinin arkasına düşerler ve:
−Ey falan bize şefaat et! Ey falan bize şefaat et! derler. En sonunda şefaat dileği Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’e erişip nihayet bulur. Bu şefaat vakıası Allah’ın, Nebisi Muhammed’i Makamı Mahmud’a erdirdiği gün gerçekleşir.”
Buhari 4521, 4522
a) Şefaati’l-Uzmâ (Büyük Şefaat)
Bu hususta Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’den şu hadisler rivayet edilmektedir. Enes (Radiyallahu Anh) şöyle dedi:
“Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem):
‘Allah kıyamet gününde mü’minleri toplar. Onlar:
−İçinde bulunduğumuz bu durumumuzdan bizi kurtarması için Rabbimizden şefaat istesek derler. Müteakiben Âdem’e gelirler ve:
−‘Ey Âdem! İnsanların sıkıntı da olduğunu görmüyor musun? Allah seni kendi eliyle yarattı, meleklerini sana secde ettirdi ve her şeyin ismini sana öğretti. Bulunduğumuz bu durumdan bizi kurtarması için Rabb’in katında bizim için şefaatçi ol!’ derler.
Âdem:
−‘Ben buna ehil değilim!’ der ve onlara işlemiş olduğu o ağaçtan yeme hatasını zikreder.
Sonra:
−‘Fakat sizler Nuh’a gidin! Çünkü o, Allah’ın yeryüzü ahalisine gönderdiği ilk Rasuldür’ der. İnsanlar Nuh’a gelir ve ondan şefaat isterler.
Nuh:
−‘Ben buna ehil değilim!’ der ve işlediği bir hatayı zikreder.
Sonra:
−‘Rahmân’ın Halili olan İbrahim’e gidin!’ der. İnsanlar İbrahim’e gelip ondan şefaat isterler.
İbrahim de:
−‘Ben buna ehil değilim!’ der ve onlara işlediği hataları zikreder.
Sonra:
−‘Fakat siz Allah’ın kendisine Tevrat’ı verdiği ve kendisiyle konuştuğu kulu Musa’ya gidin!’ der. Onlar da Musa’ya giderler.
Musa da:
−‘Ben buna ehil değilim! der ve bir hatasını zikreder.
Sonra:
−‘Fakat sizler Allah’ın Kulu, Rasulü, kelimesi ve ruhu olan İsa’ya gidin!’ der. Onlar İsa’ya gelirler.
İsa da:
−‘Ben buna ehil değilim! Fakat siz geçmiş ve geri kalmış günahları bağışlanmış bir kul olan Muhammed’e gidin!’ der. Bunun üzerine insanlar bana gelir. Ben de gider Rabbimin huzuruna izin isterim. Bana huzura girmem için izin verilir. Ben Rabbimi görünce hemen O’nun için secdeye kapanırım. Allah beni bu hal üzere bırakmak istediği kadar bırakır.
Sonra Allah tarafından bana:
−‘Ya Muhammed! Başını kaldır. Söyle, sözün dinlenir; iste, sana verilir; şefaat et, şefaatin kabul edilir’ denir. Ben, bana öğrettiği birçok hamdlerle Rabb’ime hamd ederim. Sonra şefaat ederim’ buyurdu.”
Buhari 7281, Müslim 193/322
b) Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in, Cennete Giriş İçin Ümmetine Şefaat Etmesi
Enes bin Malik (Radiyallahu Anh)’den Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:
“Ben cennette şefaat edecek kimselerin ilkiyim!..”
Müslim 196/300
Ebu Hureyre (Radiyallahu Anh)’ın şefaatle ilgili uzun hadiste:
“Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem):
‘Ya Muhammed! Başını kaldır, iste isteğin sana verilecektir; şefaat et şefaatin kabul edilecektir’ denilir.
Ben secdeden başımı kaldırır:
−‘Ya Rab! Ümmetim ya Rab! Ümmetim’ der şefaat dilerim.
Bana:
−‘Ya Muhammed! Ümmetinden üzerinde hesap ve sual olmayanları cennetin kapılarından sağ kapıdan cennete koy! Onlar cennetin bundan başka öbür kapılarında da insanlarla ortaktırlar’ buyurulacak’ dedi.”
Buhari 4513, 4514, Müslim 194/327
c) Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in Hesap Görmeden Cennete Gireceklere Şefaat Etmesi
Ebu Hureyre (Radiyallahu Anh) şöyle dedi:
“Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem):
‘Ümmetimden bir zümre hesapsız cennete girer ki, onlar yetmiş bin kişidir! Onların yüzü ayın on dördü gibi parlar.’
Ukkaşe bin Mıhsan üzerinde bulunan çizgili elbiseyi kaldırarak:
−Ya Rasulallah! Beni de onlardan kılması için Allah’a dua et dedi.
Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem):
−‘Ey Allah’ım! Bunu da onlardan kıl’ diye dua etti...”
Buhari 5870, 6542, Müslim 216/369
d) Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in Büyük Günah Sahibi Mü’minler İçin Şefaati
Enes bin Malik (Radiyallahu Anh)’den Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:
“Şefaatim ümmetimden büyük günah sahibi kimseleredir.”
Ebu Davud 4739
Ebu Hureyre (Radiyallahu Anh) şöyle dedi:
“Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem):
‘Her Nebinin, kabul edilmiş bir duası vardır. Her Nebi bu duasını kullandı. Bense duamı kıyamet gününde ümmetime şefaat etmek için sakladım. Ümmetimden Allah’a hiçbir şeyi ortak koşmayan kimseler İnşallah bu şefaate nail olacaktır!’ buyurdu.”
Müslim 199/338
Avf bin Malik el-Eşcei (Radiyallahu Anh)’den Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in bazı seferlerinde onunla beraberdik dedi ve uzun bir hadis zikretti. O hadiste şöyle dedi:
“Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) bize geldi:
‘Bu gece bana Rabb’im tarafından bir melek geldi de şefaat etmemle, ümmetimin yarısının cennete girmesi arasında beni muhayyer kıldı. Ben şefaat etmemi seçtim’ buyurdu.
Biz:
−Ya Rasulallah! Bizi şefaat edeceğin kimselerden kıl dedik.
Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem):
−‘Şüphesiz sizler şefaatime ehil kimselersiniz!’ buyurdu.
Sonra biz Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ile beraber bir takım insanlarla karşılaştık. Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) onlara da:
−‘Bu gece bana Rabb’im tarafından bir melek geldi de şefaat etmemle, ümmetimin yarısının cennete girmesi arasında beni muhayyer kıldı. Ben şefaat etmemi seçtim’ buyurdu.
Onlar:
−Ya Rasulallah! Bizi şefaat edeceğin kimselerden kıl dediler.
Bunun üzerine Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem):
−‘Hazır olanları şahit tutuyorum. Benim şefaatime ümmetimden Allah’a hiçbir şeyi ortak yapmadan ölen kimseler nail olacaktır!’ buyurdu.”
İmam Acurri 806, Tirmizi 2558, İbni Mace 4317, Tayalisi 997, Abdurrezzak 20865, Ahmed 6/23, 28
e) Azabı Kesinleşmiş Bazı Kişilere Azabın Hafiflemesi İçin Şefaat Etmesi
Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) amcası Ebu Talib’e azabının hafiflemesi için şefaat edecektir. Abbas (Radiyallahu Anh) şöyle dedi:
−Ya Rasulallah! Ebu Talib’e bir şeyle fayda sağladın mı? Şüphesiz o, seni daima muhafaza eder, senin için düşmanlarına karşı gazap ederdi.
Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem):
−‘Evet, o, topuklarına kadar ateş havuzunun içindedir. Ben olmasaydım muhakkak o, ateşin en aşağı derekesinde olacaktı!’ buyurdu.”
Müslim 209/357
5) Mü’minlerin İman Üzere Ölen Kimselere Şefaat Etmeleri
Ebu Said el-Hûdri (Radiyallahu Anh)’ın şefaat ile ilgili rivayet ettiği uzun hadiste:
“Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem):
‘...Mü’minler ateşten kurtulup emin olduklarında nefsimi elinde bulunduran zata yemin ederim ki, mü’minlerin ateşe giren kardeşleri hakkında Rableriyle mücadele etmesi birinizin dünyada iken kendi hakkı için arkadaşıyla mücadele etmesinden daha şiddetlidir.
Mü’minler:
−‘Ey Rabb’imiz! Kardeşlerimiz bizimle beraber namaz kılıyor, oruç tutuyor, hac ediyorlardı, sen onları ateşe girdirdin!’
Allah:
−‘Gidin onlardan bildiklerinizi oradan çıkarın!’ buyurur. Mü’minlerse onların yanına gelir, onları yüzlerinden tanırlar. Ateş onların suretini yemez yüze ateş ulaşmaz! Ateş onlardan kiminin bacağına kadar isabet etmiştir, kiminin diz kapağına kadar isabet etmiştir! Oradan birçok beşeri çıkarırlar.
Sonra:
−‘Ey Rabb’imiz! Emrettiğin kimseleri çıkardık’ derler. Sonra mü’minler döner tekrar konuşurlar.
Allah da onlara:
−‘Gidin kalbinde bir dinar ağırlığınca iman olan kimseleri çıkarın!’ buyurur. Birçok halkı çıkarırlar.
Sonra:
−‘Ey Rabbimiz! Emrettiğin kimselerden hiç kimseyi orada bırakmadık’ derler.
Allah-u Teâlâ:
−‘Dönün kimin kalbinde yarım dinar ağrılığınca iman bulursanız onu oradan çıkarın!’ buyurur. Onlar birçok halkı oradan çıkarırlar.
Sonra:
−‘Ey Rabb’imiz! Emrettiğin kimselerden hiç kimseyi orada bırakmadık’ derler.
Bu durum Allah-u Teâlâ’nın:
−‘Gidin kalbinde zerre ağırlığınca iman bulunan kimseleri oradan çıkarın!’ buyurması ve onlarında birçok halkı oradan çıkarmasına kadar devam eder.’
Ebu Said (Radiyallahu Anh):
−Kim, bu hadise inanmazsa Allah-u Teâlâ’nın:
“Şüphesiz Allah zerre kadar zulmetmez! Zerre miktarı bir iyilik olsa onu kat kat yapar ve kendi katından da büyük müKâfat verir.” Nisâ 40 ayetini okusun dedi, sonra hadisi anlatmaya devam etti:
Sonra mü’minler:
−‘Ey Rabb’imiz! Emrettiğin kimseleri çıkardık kendisinde hayır olan hiç kimseyi orada bırakmadık’ derler...’ buyurdu.”
Müslim 183/302
El-Mikdam bin Ma’di Yekribe (Radiyallahu Anh) şöyle dedi:
“Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem):
‘Allah indinde şehid için altı haslet vardır:
1) Dökülen ilk damla kanı ile günahları bağışlanır.
2) Cennetteki makamı kendisine gösterilir.
3) Kabir azabından korunur.
4) En büyük korkudan emin olur.
5) Kendisine iman hüllesi giydirilir.
6) Hurü’l-İyn ile evlendirilir ve akrabalarından yetmiş kişiye şefaatçiliği kabul edilir’ buyurdu.”
İbni Mace 2799, Tirmizi 1663, Ahmed 167330
6) Mü’minlerden Şehitlerin Şefaati
Nimran bin Utbe ez-Zimari şöyle tahdis etti:
Biz yetim idik Ümmü’d-Derda’nın yanına girdik. Bize dedi ki:
−Size müjdeler olsun! Ben Ebu’d-Derda’nın şöyle dediğini işittim:
Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem):
“Şehid kendi ehlinden yetmiş kimseye şefaat edecek!” buyurdu.
Ebu Davud 2522
Şefaati İspat Hususunda İnsanlar Üç Kısma Ayrılmıştır
1) Müşrikler, Hristiyanlar ve tasavvuf müntesiplerinden haddi aşan sapık bidatçılar, tazim ettikleri kimseleri Allah ile kendi aralarında vasıta ve şefaatçi edinirler, bunun için de bazı ibadet çeşitlerini onlara sarf ederler.
2) Hariciler ve Mutezile, günahkâr kimselere şefaat edilmesini inkâr ederler.
3) Ehli sünnet, iman üzere ölen kimselere şefaat olunacağını ikrar edip kabul etmektedirler.
Bu hususta İbni Teymiye şöyle demiştir:
“Müslümanlar Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in kıyamet günü Allah kendine izin verdikten sonra hesabın başlaması için şefaat edeceği üzere icma etmiştir. Ehli sünnet şefaat konusunda sahabenin ittifak ettiği hususlarda hem fikirdir. İttifak edilen hususlardan bir tanesi de büyük günah sahibi kimselere Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in şefaat edeceğidir.
Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in şefaati Mutezilenin zannettiği gibi sadece sevabın artması ve derecelerin yükselmesi için değildir! Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in birçok şefaati vardır bunlar yukarda zikredildi.
1) Müşriklerin, Hristiyanların vb Şefaat Hususundaki İnançları
Müşrikler, Hristiyanlar ve tasavvuf müntesiplerinden haddi aşan sapık bidatçıların şefaat hususunda ki akideleri sahih değildir! Çünkü onlar tazim ettikleri varlıkların Allah katındaki şefaatini dünyada insanlar arası bilinen hatır atma ameline dönüştürmektedirler. Oysa Allah katındaki şefaatle insanlar arasındaki şefaat arasında fark vardır. İnsanların yanındaki şefaatçi şefaat olunana bir aracı ile müracaat eder ve onu aracı yapar. Allah katındaki şefaat, insanların yanındaki şefaatin hilafına sadece O’nun izninden sonra olur:
“Allah’ın razı olup izin verdiğinden başkasına şefaat edemezler ve onlar, O’nun korkusunda titrerler.”
Enbiyâ 28
İnsanların yanındaki şefaatçiler, şefaat talep edilen kimseye tesir etme güç ve imkânına sahip olabilirler. Allah katındaki şefaatçilerin Allah’a tesir etme vb. bir imkânı yoktur.
2) Harici ve Mutezilenin Şefaat Hususundaki Görüşleri
Hariciler ve Mutezile ümmetin günahkârlarına şefaat edilmesini inkar edip bu hususta nakli ve akli deliller ileri sürmüştür.
Nakli delilleri: Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor:
“Öyle bir günden sakının ki, o gün hiç kimse, kimsenin cezasını çekmez; kimseden şefaat da kabul edilmez; kimseden fidye de alınmaz ve onlara hiçbir yardım yapılmaz!”
Bakara 48
“Yaptığınız her harcamayı veya adadığınız her adağı Allah bilir. Zalimlerin hiç bir yardımcısı yoktur!”
Bakara 270
“Onları yaklaşan güne karşı uyar! Zira yürekler, boğazlara dayanmıştır; yutkunur dururlar. Zalimlerin ne bir dostu ne de sözü dinlenir bir şefaatçileri yoktur!”
Gafir 18
“Üzerine azap kelimesi (hükmü) kesinleşeni mi, sen ateşte bulunanı mı kurtaracaksın?”
Zümer 19
Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:
“İnsanların arasını bozmak için söz taşıyan, devamlı içki içen, babasına ve annesine asi olan kimseler cennete giremez!”
Nesei 8/284, Darimi 2/112, Ahmed 2/201, İbni Huzeyme 237, 237
İbni Münir Keşşaf’a yaptığı talikte şöyle demektedir:
“Haricilerin şefaati inkârı, itaatkâr kimselere itaatleri için mükâfat, isyankâr kimselere de masiyetleri için ceza akıllarınca Allah’a vaciptir demelerindendir.”
Haricilerin şefaati inkârdaki bu halleri akıllarını her şeyin üzerinde tartışılmaz ölçü ve tek hâkim kabul etme sapıklığının neticesidir. Haricilerin bu görüşü mutezilenin her fırsatta övgüyle dile getirdiği sapık görüşlerinden biridir. Mutezile günahkârlara şefaat edileceğini inkâr edip onu da mezkûr ayetlerle delillendirirken, şefaati ispat eden ayet ve hadisleri görmezlikten geliyor veya onlara gözlerini tamamen kapatıyorlar.
Özellikle Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in ümmetin büyük günah işleyenlerine yapacağı şefaati ret etmektedirler. Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem):
“Şefaatim ümmetimden büyük günah sahibi kimseleredir!” buyurduğu halde, Mutezilenin önde gelen sabıklarından Ebu Ali el-Cubai şöyle demektedir:
“Nebi günah sahibi kimselere şefaat edemez, böyle bir şeyi yapması ona caiz değildir! Çünkü sevaba layık olmayan kimseye sevap vermek çirkin bir iştir. Onun müstahak olduğu şey devamlılık üzere ateşte kalmasıdır. Hal böyle olunca Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in şefaatiyle o kimse ateşten nasıl çıkar?”
Şerhu’l-Usul 688
Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in hadisinde görüldüğü gibi, büyük günah sahiplerine şefaat edilmesi anlatılıyor. Hadisi reddeden Cubai ise büyük günah sahibine sevap verileceğini ve bunun çirkin olduğunu söylüyor. Günahkâr bir kimsenin günahının bağışlanması ayrı şey şefaatle günahının sevaba çevrilmesi ayrı şeydir. Mutezilenin ayağının kayıp dalalet çukuruna düşmesinin sebebi, büyük günah sahibi kimselerin, ondan tevbe etmeden ölürse ebediyen ateşte olduğunu; diğer hususlardaki iman ve amellerinin ona fayda vermeyeceği iddia etmelerindendir.
Ehli sünnet ise hariciler ve mutezilenin tam tersine büyük günah sahibi kimseler tevbe etmeden ölürlerse, onların Allah’ın meşietinde olduğunu dilerse affedeceğine dilerse azap edeceğine inanmaktadırlar. Biraz önce zikredilen hadis ise Ehli sünnetin bu görüşüne açık bir delildir.
Mutezilenin şefaati reddederken delil olarak zikredip tutunduğu ayetler, kıyamet günü gerçekleşecek şefaati ispat eden ayetlerden ayrı ayetlerdir. Mutezile ise onlara karşı tam bir körlük içindedir. O ayetlerden bir kaç tanesini burada zikredelim.
Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor:
“O’nun izni olmadan kendisinin katında kim şefaat edebilir?..” Bakara 255
“Allah’tan gayrı dua ettikleri şeyler, şefaat etmeye sahip değillerdir! Ancak bilerek hakka şahitlik edenler bundan müstesnadır.” Zuhruf 86
“O gün Rahmânın izin verip sözünden hoşnut olduğu kimselerden başkasının şefaati fayda vermez!”
Ta-Ha 109
Bu ve benzeri şefaati ispat eden ayetler Kur’an’da çoktur. Onlardan bazısını şefaatin delilleri kısmında zikrettik.
Şefaati nefyeden ayetlere gelince, selefin onlardan anladığı Mutezilenin anladığının tam tersinedir. Bunun izahı şöyledir:
Mezkur ayetlerde nefyedilen şefaat ile kastedilen müşrik ve Kâfirlerin umduğu kendilerini Allah’ın elim azabından kurtarıcı şefaattir. Onların bu zannını Allah-u Teâlâ şöyle beyan ediyor:
“Onlar Allah’ı bırakıp kendilerine ne zarar ne de fayda vermeyecek şeylere tapıyorlar ve: ‘Bunlar Allah katında bizim şefaatçilerimizdir!’ diyorlar.”
Yûnus 18
Bunlara Allah’ın sevip kendisinden şefaat etmek üzere razı olduğu hiç kimse şefaat etmeyecektir. Kendilerinin tazim edip şefaatini umduğu kimselerin şefaati de fayda vermeyecektir.
Bu hususta Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor:
“Sizi şu yakıcı ateşe sürükleyen nedir? Dediler ki: Biz namaz kılanlardan olmadık. Yoksula da yedirmezdik. Boş şeylere dalanlarla beraber dalardık. Ceza gününü yalanlardık. İşte böyle iken ölüm bize gelip çattı. Artık onlara şefaatçilerin şefaati fayda vermez!”
Müddessir 42, 48
“Onlar ve azgınlar tepe takla cehenneme atılırlar. İblisin bütün askerleri de. Onlar orada (tazim ettikleri evliyalarıyla) çekişerek derler ki:
−Vallahi biz apaçık sapıklık içindeymişiz. Çünkü sizi Âlemlerin Rabb’ine denk tutuyorduk. Bizi o suçlulardan başkası saptırmadı. Şimdi artık bizim ne şefaatçilerimiz var. Ne de candan bir dostumuz.”
Şuara 94, 101
Öte yandan Mutezilenin kullandığı:
Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in:
“İnsanların arasını bozmak için söz taşıyan, devamlı içki içen, babasına ve annesine asi olan kimseler cennete giremez!” vb. hadislere gelince Ehlisünnetin bu gibi hadislere bir kaç yönden izahı vardır.
Onlardan bir tanesini burada zikretmekte yarar görüyorum:
“Bu gibilerinin cezası cennete girmemektir! Ancak Allah-u Teâlâ kerem edip onları bağışlar ve cennetine kor. Çünkü Allah Müslüman olarak ölen hiç kimseyi ateşte ebedi olarak bırakmayacaktır
Buna Allah’ın:
“Allah kendisine ortak koşulmasını bağışlamaz! Bundan başka her şeyi dilediğine bağışlar...”
Nisâ 116
“Bir zaman gelir ki, Kâfirler keşke Müslüman olsaydık diye arzu ederler.”
Hicr 2
Ayetlerinin tefsirinde anlatılan ifadeler şahitlik eder. İbni Cerir tefsirinde rivayet ettiğine göre, İbni Abbas ve Enes (Radiyallahu Anhum) bu ayeti şöyle tefsir etmişlerdir:
“Allah günah sahibi kimseleri müşriklerle beraber ateşte hapsedince, müşrikler mü’minlere:
‘Dünyada iken Allah’a ibadet etmeniz sizden hiç bir şeyi gidermedi’ derler. Bu söz Allah’ı kızdırır, akabinde rahmeti ve fazlı ile mü’minleri oradan çıkarır da cennete kor. İşte bu anda Kâfirler:
‘...Keşke Müslüman olsaydık!’ diye temenni ederler.”
İbni Cerir 14/3, 4, İbni Kesir, 4/442, 443, Tefsiri İbni Atiyye 8/280
3) Ehli Sünnetin İspat Ettiği Şefaat
Ehlisünnetin ispat ettiği şefaate gelince onun şartları vardır:
a) Allah’ın şefaatçiye şefaat için izin verilmesi.
“O’nun izni olmadan kendisinin katında kim şefaat edebilir?”
Bakara 255
“O’nun izni olmadan hiç kimse şefaat edemez!..”
Yûnus 3
b) Allah’ın şefaat olunacak kimseden razı olması.
“Göklerde nice melekler var ki, onların şefaati hiçbir fayda vermez. Ancak Allah’ın dilediği ve razı olduğu kimseye izin verdikten sonra olursa (bu müstesnadır)!”
Necm 26
“Allah’ın razı olup izin verdiğinden başkasına şefaat edemezler ve onlar, O’nun korkusunda titrerler.”
Enbiyâ 28
Şefaat Talebi İçin Allah’tan Gayrına Dua Edilmez!
Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’den yahut başkalarından:
−Bana şefaat ya Rasulallah! Bana şefaat et ey filanca! Gibi ifadelerle şefaat talep edilmesi doğru değildir.
Ancak bir kimse:
−Ey Allah’ım! Rasulünü benim hakkımda şefaatçi et der dua ederse bu müstesnadır, bu caizdir. Bunun delili ise Osman bin Hanif (Radiyallahu Anh)’ın rivayet ettiği hadiste şöyle demiştir:
“Gözleri görmeyen bir adam Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’e geldi ve:
−Bana şifa vermesi için Allah’a dua et dedi.
Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem):
−‘Dilersen dua ederim ama istersen sabret! Sabretmen senin için daha hayırlıdır!’ buyurdu.
Adam:
−Allah’a dua et dedi.
Osman bin Hanif (Radiyallahu Anh) dedi ki:
Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ona abdest almasını, abdestini güzel yapmasını ve şöyle dua etmesini emretti:
−‘Ey Allah’ım! Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’i benim hakkımda şefaatçi et!’ dedi.”
Tirmizi 3811, İbni Mace 1385, Ahmed 4/138
20 notes · View notes
teneres · 3 years
Text
Maide Suresi 90. Ey iman edenler! İçki, kumar, dikili taşlar (putlar) ve fal okları şeytan işi birer pisliktir. Bunlardan kaçının ki, kurtuluşa eresiniz.
Bakara Suresi 219. Ey Muhammed! Sana şarap ve kumardan soruyorlar. De ki: Bu ikisinde büyük bir günah, bir de insanlar için bazı menfaatler vardır. Fakat günahları, menfaatlerinden daha büyüktür. Yine sana neyi infak edeceklerini soruyorlar. De ki: İhtiyaçtan fazlasını infak edin. İşte böylece Allah, size âyetlerini açıklıyor. Umulur ki siz düşünürsünüz.
Her sarhoşluk veren şey hamr'dır (şarap), her hamr da haramdır.
Muslim, Eşribe, 10; Ebû Dâvûd, Eşribe 5; Tirmizi, Eşribe, 3
"Çoğu sarhoşluk veren şeyin azı da haramdır".
Ebû Davud, Eşribe 5; Tirmizî, Eşribe, 3; Nesâi, Eşribe, 25
Ömer (Radıyallahu Anh) Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)'ın minberinde şu açıklamayı yaptı:
"Emma ba'd, Ey insanlar! Hamr'ın haram olduğu hükmü inmiştir. Bilesiniz ki hamr (günümüzde ve çevremizde) beş şeyden yapılmaktadır: Üzümden, hurmadan, baldan, buğdaydan, arpadan. Hamr, aklı örten (her) şeydir."
Buhari, Eşribe 2, 5, Tefsir, Maide 10; Müslim, Tefsir 32, (3032); Nesai, Eşribe 20, (8,295); Ebu Davud, Eşribe 1, (3669); Tirmizi, Eşribe 8, (1873)
Açıklama :
Bu rivâyet de gösteriyor ki, içkinin hamr sayılması için hammadesine bakılmıyor. Bu sayılanlar, o devirdeki hamr'ın belli başlı hammaddesidir. Başka rivâyetlerde bunlara ilaveten mısır ve pirinç de sayılır. Öyle ise değişen zemin, zaman ve tekniğe paralel olarak başka hammaddelerden "aklı örtücü" içkiler (yiyecekler, haplar, şırıngalar...) yapılacak olsa hepsi haramdır.
11 notes · View notes
kuranvesunnet2e · 5 years
Photo
Tumblr media
İman altmış veya yetmiş kadar bölümdür, bunların en üstünü la ilahe illallah demektir, en aşağısı ise zarar veren şeyleri yoldan kaldırmaktır, utanmak imandan bir bölümdür
0 notes
questionsonislam · 5 years
Note
How did the Prophet receive revelation? What was the state of the Prophet like in the face of the heaviness of revelation?
The Prophet (pbuh) spoke to Allah and received orders from Him through revelation. Revelation was sent down to the Prophet in Arabic. Revelation came in different ways.
The ways revelation came
There is no clear information in the Quran about how revelation came. We learn how revelation came from the hadiths of the Prophet Muhammad (pbuh) and the witnessing of the Companions. It is possible to form the following list about the ways revelation came.
1. The first way of revelation is the true dreams the Messenger of Allah (pbuh) saw in his sleep. Those dreams were called "true dreams" (Ru’ya as-Sadiqa). Those dreams, which the Prophet (pbuh) saw, came out to be true afterwards. Hz. Aisha said, "The Prophet did not see any vision but it came like the bright gleam of dawn." (Bukhari, Badul-Wahy, 1; Muslim, Iman 252) Thus, she sheds light on those dreams.
2. The angel of revelation brings revelation to the heart of the Messenger of Allah (pbuh) when he is awake. This kind of revelation is expressed in the following hadith:
"Ruhul-Quds blew the following into my heart: 'No soul will die before consuming his sustenance.' Therefore, fear Allah and seek your sustenance through legitimate ways." (Mundhiri, at-Targhib wat-Tarhib, 4/12)
Ruhul-Quds is Jibril (Gabriel). There is no evidence that Jibril was seen. It is understood from the hadith that the angel delivered revelation without being seen.
3. Jibril brought revelation to the Prophet (pbuh) disguised as a young man or as a human being. Many Companions report that Jibril brought revelation disguised as Dihya. That is the easiest and most painless way of revelation. (Nasai, Iman, 6)
4. The angel bringing revelation to the Prophet without being seen. The Prophet would hear something like the sound of a bell. That was the hardest form of revelation. This form of revelation was related to the verses of threatening. The Messenger of Allah (pbuh) narrates this form of revelation as follows:
"It sometimes came with a sound like the sound of a bell. That is the hardest one to me." (Bukhari, Badul-Wahy, 1/2; Mus­lim, Fa­da­il, 87)
The Prophet (pbuh) would shiver, sweat and feel disturbed in case of such revelation. It is stated in a hadith reported from Ibn Abbas that the Messenger of Allah (pbuh) had difficulty in memorize those verses and that he moved his lips. God Almighty warned his prophet as follows regarding the issue:
"Move not thy tongue concerning the (Qur´an) to make haste therewith. It is for Us to collect it and to promulgate it: But when We have promulgated it, follow thou its recital (as promulgated)." (al-Qiyama, 75/16-18)
After the verse above was sent down, the Messenger of Allah (pbuh) would listen to Jibril and read the verses like he did after he left.
5. The angel appeared as he was and brought and read the order of Allah to the Prophet (pbuh). (Buhari, Kitabut-Tafsir, 53; Muslim, Iman, 280-287)
Jibril brought revelation like this twice. The first one took place at the beginning of the prophethood. The Prophet (pbuh) fainted. The second one took place during the Ascension (Miraj). The following verse can be mentioned as an evidence for this incident:
"For indeed he saw him at a second descent near the Lote-tree..." (an-Najm, 53/13, 14)
6. The Messenger of Allah (pbuh) spoke to Allah when he was awake. There is no intermediary between them in such speaking. (see Muslim, Iman, 279) The following verse can be mentioned related to this way of revelation:
"…And to Moses Allah spoke direct." (an-Nisa, 4/164).
7. Jibril brought revelation to the Prophet (pbuh) when he was asleep. It is narrated that the chapter of al-Kawthar was sent down like that.
Wahy al-Matluww – Wahy Ghayr-Matluww (revelation that is recited and revelation that is not recited)
Most of the forms of the revelations mentioned above related to the Prophet (pbuh) are verses; some of them are sacred hadiths and some of them are hadiths. The following is stated in verse 4 of the chapter of an-Najm:
"Nor does he say (aught) of (his own) Desire. It is no less than inspiration sent down to him."
According to a narration of Miqdam b. Ma'di-Karib, the Prophet stated the following:
"I have been given the Quran and something like it with it. Know it very well that what the Messenger of Allah renders haram is like what Allah renders haram." (al-Hadith wa'l Muhaddithun,12; Qurtubi, Tafsir, 75)
Accepting the verse and hadith above as evidence, some Islamic scholars hold the view that it is not permissible to make ijtihad about the hadiths of the Prophet (pbuh) and that they should be regarded as revelation sent by Allah. However, when the history of madhhabs is studied, it will be seen that the Prophet (pbuh) answered the questions directed to him based on wahy, and when there was no revelation, based on his own view. If he made a mistake with his ijtihad, Allah would correct his mistake through revelation. As a matter of fact, the ijtihad of the Prophet related to the captives in the Battle of Badr was corrected by verses 67 and 70 of the chapter of al-Anfal. This shows that the ijtihad of the Prophet (pbuh) could be wrong. (see Muhammad Abu Zahra, Mezhepler Tarihi, 21). Sacred hadiths and hadiths and the statements of the Prophet (pbuh) through inspiration are the second resource of the shari’ah but they are not at the same level as verses.
The definition of the Quran, sacred hadith and hadith show what revelation that is recited and revelation that is not recited are: The Quran is the divine word that was revealed to the Prophet (pbuh) through Jibril with Arabic words and true meaning, that is an evidence showing that he is the Messenger of Allah, that is a law through which people find guidance, with which people approach Allah by reading it as a deed of worship, that is written in books called mushafs, that starts with the chapter of al-Fatiha and ends with the chapter of an-Nas, that reached us through tawatur, that is transferred from generation to generation with the protection of Allah and without undergoing any change.
The characteristics of revelation
a) It was sent down to the Prophet (pbuh) when he was awake, when he was asleep and through other ways by Jibril.
b) Its words and meanings come from Allah.
c) Its words are in Arabic.
d) It is possible to worship with it by reading it in prayer and outside prayer.
e) Its shape and meaning are protected by Allah.
f) It is haram for a person to touch it without wudu and without ghusl.
g) A person who has to make ghusl cannot read it before making ghusl.
h) There are ten thawabs for reading each letter of it (with the intention of worshipping).
ı) Its certain parts are called verses and chapters.
j) It is written in mushaf.
k) It starts with the chapter of al-Fatiha and ends with the chapter of an-Nas.
l) It reached this age in the form of a book through tawatur.
m) It was protected by Allah from being changed when it was transferred from generation to generation.
n) Humans are too weak to produce something similar to it.
o) It is not permissible to narrate (report) it in meaning, without its original words.
The Quran forms wahy al-matluww (revelation that is recited) with those characteristics. One can worship by reading it in the prayer and outside prayer with the intention of approaching Allah. One cannot worship by reading sacred hadiths and hadiths, which are other products of hadiths, in prayer. However, they can be read outside prayer to learn and for blessing.
When the Prophet (pbuh) received revelation, he entered into another realm from the realm we are in. He virtually left this realm and entered into another dimension. Although he had special equipment regarding the issue, he felt the heaviness of revelation seriously. He underwent the spiritual pressure of the contact with that realm and felt the difficulty of receiving revelation.
Bukhari and Muslim report from Hz. Aisha. She said,
"Harith bin Hisham asked the Prophet: "How does revelation come to you?" The Prophet said, "Sometimes it is like the ringing of a bell, this form of revelation is the hardest of all and then this state passes off after I have grasped what is revealed. Sometimes the angel comes in the form of a man and talks to me and I grasp whatever he says." (Bukhari, Badul-Wahy, 1; Muslim, Fadail, 86-87)
After reporting the words of the Prophet (pbuh) about the revelation that came to him, Hz. Aisha said,
"Verily I saw the Prophet receiving divine revelation on a very cold day and noticed the sweat dropping from his forehead when the revelation was over." (see Tirmidhi, Manaqib, 15)
Muslim reports the following from Ubada bin Samit:
"When the Prophet (pbuh) received revelation, he found it very hard; his blessed face would go pale." (Muslim, Fadail, 88)
The following is stated in a narration from Hz. Aisha: "When the Prophet (received revelation, he found it very hard." As a matter of fact, the following is stated in a verse: "(O Muhammad!) Soon shall We send down to thee a weighty Message."
Zayd bin Thabit narrates:
"I wrote down the revelation in the presence of the Prophet. When the revelation came, the Messenger of Allah would shiver and shake, and sweat would come down from his temples. When the revelation ended, he would come round. Then, he would say and I would write. The divine revelation that came pressed so hard on me that I would think that my leg broke and that I would not be able to walk again..." (Bukhari, Tafsir, 91, Jihad, 31; Muslim, Imara, 141-142; Abu Davud, Jihad, 19; Tirmidhi, Tafsir 5; Nasai, Jihad, 4)
Ahmed, Tabarani and Abu Nuaym narrate the following from Ibn Amr: He said, I asked, "O Messenger of Allah! Do you feel when revelation comes?" He gave the following answer:
"Yes revelation comes to me and I hear it like the ringing of a bell and I shiver and shake severely. Then, the shaking ends and I remain calm. I memorize exactly what is said to me. The revelation is so heavy that whenever it comes, I think, “I will die this time."
Bukhari, Muslim and Abu Nuaym narrate the following from Yala bin Umayya: He said,
"When the Prophet (pbuh) received revelation once, I looked at him. I saw that he wheezed severely and his eyes and temples went red."
Ibn Sa´d narrates the following from Abu Arwa of Daws:
"I witnessed revelation coming to the Prophet while he was riding his camel. It screamed and contracted its fore-legs. Sometimes it sat and sometimes it stood up straightening its fore-legs. Sweat was coming down the temple of the Prophet like a string of pearl."
Ahmad and Bayhaqi´s narration from Hz. Aisha regarding the issue is as follows:
"When revelation came to the Messenger of Allah on his camel, the camel would kneel down due to the heaviness of the revelation. Sweat would come down the temple of the Prophet even when the weather was cold."
Tabarani reports the following from Asma bint Amis:
"When revelation came to the Messenger of Allah (pbuh), he would almost faint."
Ahmed, Tabarani, Bayhaqi and Abu Nuaym narrate the following from Asma bint Yazid: She said,
"When the chapter of al-Maida was sent down, the Messenger of Allah was on his camel and I was holding the halter of the camel. The fore-legs of the camels almost broke down due to the heaviness of the chapter."
6 notes · View notes
ilahiyatuzmani · 4 years
Text
TEFEKKÜR-İ MEVT (ÖLÜMÜ TEFEKKÜR) – 3
“SÛ-İ HATEMENİN SEBEPLERİ VE ÇARELERİ”
Bu yazımızda “Kalbin Amelleri”nden biri olan “tefekkür” çerçevesinde ölümü tefekkürü, son nefesi, özellikle de sû-i hatemeyi (kötü akıbeti, imansız olarak ölmek meselesini) incelemeye çalışacağız.
Fani olan bu hayatın sonu demek olan “son nefes”, aynı zamanda baki olan ahiret hayatının başlangıcıdır. Son nefeste imanlı veya imansız göçme durumu, ebedî olan ahiretin vasfını belirleyecektir. İmanlı göçme halinde ebedî bir saadet, imansız gitme halinde ise ebedî, sonu gelmez bir azap ve felaketle karşı karşıya kalınacaktır. Bundan dolayı hayatın sonu demek olan ölüm, üzerinde düşünülmesi gereken en önemli mesele, en büyük olaydır. Bundan daha büyük ve daha önemli bir mesele tasavvur olunamaz.
Onun için “akıllı” olduğunu düşünen her insan son nefes hadisesine gereken önemi vermelidir.
Fâtır Suresinin 28. ayetinde “Allah’tan en çok âlimler korkar” buyurulmuş, Hz. Peygamber (s.a.v.) de “İçinizde Allah’tan en çok korkanınız benim.” (Buhari, Nikah 1; Müslim Nikah 5.) “Allah’a yemin olsun, benim bildiğimi siz bilseydiniz az güler, çok ağlardınız…” (Tirmizî, Zühd 9.; İbn Mâce, Zühd 19.) “Ölümü ve öldükten sonra ceset ve kemiklerin çürümesini hatırlayın. Ahiret hayatını isteyen, dünya hayatının süsünü terk eder.” (Tirmizî, Kıyâmet, 24) buyurmak suretiyle meselenin ciddiyetine ve büyük tehlikesine işaret etmiştir.
Tarih boyunca peygamberler başta olmak üzere bütün Allah dostları, evliyaullah, gerçek âlimler, salih müminler son nefes korkusunu hep yaşamış ve bu konuda ibretli sözler söylemişlerdir. Biz sadece “Son nefeste söylemezse bu diller, bütün cihan senin olsa ne fayda…” diyeni anmakla yetinelim…
I- SÛ-İ HATEME BİR SONUÇTUR, ONU HAZIRLAYAN DÜNYA HAYATINDAKİ MENFÎ AMELLER VE HALLERDİR
Son nefes çerçevesinde korkulması gereken en büyük olay sû-i hateme, yani kötü akıbet, imansız gitme tehlikesidir. Esasen sû-i hateme bir sonuçtur. Dünya hayatındaki inanç, fikir ve eylemlerin sonucudur. Aynı zamanda sû-i hateme bir başlangıçtır. Sonu gelmeyecek bir hayatın saadet mi yoksa felaket mi olacağını tayin ve tespit eden bir başlangıçtır. O halde son nefes, her insan için en büyük geçittir.
Burada sizinle çocukluğumda bende iz bırakan bir müşahedemi paylaşmak isterim:
Yaylamızda evimiz camiye yakın olduğu için, Cuma namazı sonrası komşu yaylalardan gelen sakallı, sarıklı yaşlı insanlar bizim eve yemek yemeye gelirlerdi. Yemekten sonra giderken de şöyle dua ederlerdi: “Allah akıbetinizi hayreylesin.” O yaşlarda bu dua dikkatimi çekerdi ama niye böyle dua ettiklerine bir anlam veremezdim. Yaşım ilerledikçe anladım ki en büyük dua buymuş… Çünkü akıbetin, yani hayatın sonunun hayır olması demek, kişinin imanını selamete alarak ölmesi demektir. Bundan daha büyük dua olabilir mi?
Sû-i hateme bir sonuç olduğuna göre, bu sonucu hazırlayan sebeplere, yani dünya hayatına da dikkat çekmemiz gerekir. Hangi sebepler sû-i hatemeyi, hangi sebepler hüsn-i hatemeyi (güzel akıbeti) hazırlıyor? Bu soruya cevap bulmak hayatı baştan sona muhasebe etmeyi ve nefsi murakabeye çekmeyi gerektirmektedir.
Bu konuda vârid olmuş iki hadis-i şerifi aktarmak isterim:
“Nasıl yaşarsanız öyle ölürsünüz, nasıl ölürseniz öyle dirilirsiniz!..” (Münâvî, Feyzü’l-Kadîr, V, 663; Aliyyülkârî, Mirkâtü’l-mefâtîh 1/332, 7/375, 8/431.)
Bu hadis-i şeriften, kişinin dünya hayatındaki yaşam tarzının ve bu yaşam tarzının kalpte oluşturduğu manevi havanın son nefesi şekillendireceği, son nefesin de ebedî hayatın vasfını tayin edeceği anlaşılmaktadır.
Öyleyse iyilik, kötülük, güzellik, çirkinlik ölmeden önce dünya hayatında tefekkür edilmeli, kişi kendini bu meyanda murakabeye ve muhasebeye çekmelidir.
Abdullah b. Mes’ud’un rivayet ettiği bir diğer hadiste de Peygamberimiz (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
“Sizden bir kimse cennet ehlinin amellerini öyle işler ki, kendisi ile cennet arasında sadece bir arşın mesafe kalır; derken kitabın hükmü ön plana çıkar ve o kimse bu sefer cehennem ehlinin amellerini işlemeye başlar ve cehenneme girer. Yine bir kimse cehennem ehlinin amellerini öyle işler ki, kendisi ile cehennem arasında sadece bir arşın mesafe kalır; derken kitabın hükmü ön plana çıkar ve o kimse cennet ehlinin amellerini işlemeye başlar ve cennete girer.” ( Buhârî, Bed’ü’l-halk 6, Enbiyâ 1, Kader 1; Müslim, Kader 1.)
Bu hadis-i şerif bir öncekiyle çelişki arz etmiyor, tam tersine iki hadis birbirini tamamlıyor.
Bu hadisten asla şöyle bir sonuç çıkarılmamalıdır:
Bir kişi iyi bir hayat yaşasa da son anda cebrî bir şekilde kötü bir sonuçla karşılaşabilir… Veya kötü bir hayat yaşasa da son anda şansı yaver gidip (!) iyi bir şekilde ölebilir…
Bu batıl bir görüştür, cebriyecilik görüşüdür, buna asla itibar edilmez.
Peki, o halde mesele nasıl anlaşılmalıdır?
Bir önceki hadiste geçtiği gibi, kişi nasıl yaşamışsa öyle ölecek, nasıl ölmüşse öyle dirilecektir. Ama mesele buradaki “nasıl” ifadesinde düğümlenmektedir. Çünkü insanın “nasıl” olduğu, dış görünüşüne, insanların algılamasına göre değildir. Dış görünüş çoğu zaman yanıltıcı olabilir.
İnsanın amelî boyutu elbette önemlidir, ama asıl olan onun kalbî boyutudur. Bu kalbî boyut nasılsa, son nefes ona göre sonuçlanır.
Buna göre bir insan, diğer insanlar nezdinde iyi, salih amel sahibi bir kimse olarak görülebilir. Ama belki de onun kalbinde imanına zarar veren bir nifak, bir bid’at, yanlış bir inanış veya imanına arız olmuş bir şek ve şüphe olabilir. İnsanın bu yönü Allah’a açık, kullara kapalıdır. Ölüm anında işte bu kalbî hal zuhur eder ve dıştan “iyi” görünen o kimse sû-i hateme ile gidebilir.
Yine bir kimse İslam’dan, amelden uzak, kötü bir karakter sahibi gibi görülebilir. Ama onun iç âleminde, kalbinde, nüve halinde ciddi bir Allah korkusu, güçlü bir tasdik bulunabilir. Gerekli ameli yaparak onu dışarıya yansıtmamıştır. Ölüm anında kalbinin taşıdığı bu vasıflar onun kurtuluşuna vesile olabilir.
Yani her iki halde de son nefesi belirleyen kalpteki hal ve keyfiyettir. Kalbin “nasıl” olduğudur. Bunun insanlar tarafından doğru bir şekilde gözlemlenmiş olması şart değildir.
İmam Şaranî şöyle der:
“Alimler derler ki, ömrün kötü / yani imansız olarak sona ermesi ancak kalpte günahlar üzerine devam eden münafık kimse için olur. Çünkü onun aziz ve celil olan Allah’a huda (hile) yaparak büyük günahlarda ısrar etmesi vardır. Görünüşte dosdoğru yol üzere olup içte de günah üzere devam etmeyen kimse ise, bunun gibilerin ömrünün kötülükle biteceğini biz hiç bilmiyoruz ve işitmiyoruz. Bu nimet üzerine Allah’a hamd u senalar olsun…” (İmam Şaranî, Ölüm, Kıyamet, Ahiret ve Ahirzaman Alametleri, Mütercim: Halil Günaydın, Bedir Yayınevi, İstanbul, 2011, s: 50.)
Keza son nefeste imanla gidebilmek için ne sadece korkarak ne de sadece ümit ederek yaşamalı, bilakis kişi korku ve ümit dengesi içinde hayatını sürdürmelidir. İstikamette olmanın yolu, formülü budur.
Yahya b. Muaz şöyle demiştir:
“Sırf korku sebebiyle Allah’a ibadet eden keder ve ümitsizliğe boğulmuş, sırf ümit ile ibadet eden de şaşkınlık çölüne düşmüş olur. Fakat korku ve ümit ile Allah’a ibadet eden, davasında istikamet etmiş olur.” (İhya, c:4 s: 305.)
II- SÛ-İ HATEMENİN SEBEP VE ÇARELERİ
Yukarıda ifade ettiğimiz gibi sû-i hatemenin sebepleri dünya hayatıyla ilgili olup son nefes bir sonuçtur. Buna göre kişinin son nefesteki halinin keyfiyetini dünya hayatında aramaktan başka yolu yoktur.
İmam Gazali İhya’nın 4. cildinde “Havfullah” konusunun “sû-i hateme” bahsinde bu konuya temas ederek, sû-i hatemenin sebeplerini dünya hayatındaki hal ve amellerde aramak gerektiğini uzun uzun anlatır.
Biz de “Allah’ı Bilmek ve Tanımak – II / Vesileler ve Allah’a Yönelmek” adlı eserimizde sû-i hatemenin sebeplerini Gazali’nin bu izahatlarından istifade ile maddeler halinde sıralamış idik. Yazımızın bu safhasında o bölümü sizlerle paylaşmak isteriz:
“Sû-i Hatemenin Sebepleri:
Bu sebepler çoktur, ama en önemlileri şunlardır:
1- Kişinin imanındaki ve akaidindeki bozukluk. Bunun çaresi ehl-i sünnet ve’l cemaat itikadını doğru öğrenmek, kalbini ve aklını buna uygun hale getirmektir.
2- Kitaba ve Sünnete ters bir inanç, amel, hal veya âdetin bulunması. Bunun çaresi bid’atleri reddetmek ve sünnet-i seniyyeye ittiba etmektir.
3- Köklü bir dünya, mal, servet, çoluk çocuk, makam vs. sevgisi. Dünya sevgisi ve tüm mâsivâ, kalbi zulümâta iter. Allah sevgisi ve korkusunu ya yok eder ya da ikinci plana atar. İşte bu durum ölüm anında galebe çalarsa kişi imansız gidebilir. Bunun çaresi mücâhede ve riyâzettir (yani aklımızı ve irademizi kullanarak kendi kendimizi kötülükten alıkoymak, iyiliğe yönelmek ve Hz. Peygamberin sünneti üzere bir hayat sürmektir.) Dünya sevgisi sû-i hatemenin en önemli sebepleri arasındadır.
4- Sû-i hatemenin önemli bir sebebi de ahlak-ı zemîmedir. Yani kibir, gurur, riyâ, ucub, hased vs. gibi kalbî ve ahlakî kötülüklerdir. Bunlar izale edilmezse, son nefes anında galebe çalarak kişinin imansız gitmesine neden olabilirler. Çare nefis terbiyesiyle ahlak-ı zemîmeyi ahlak-ı hamîdeye çevirmektir.
5- Keza açığı ve gizlisiyle her türlü nifak ve ikiyüzlülük de sû-i hateme sebebidir. Nifakın çaresi imanda samimiyettir, ihlâstır. Bu da ancak nefsi terbiye ve tezkiye ile kalbi şirkten, küfürden ve mâsivâdan tasfiye ile mümkündür.
6- Nefsin hevâsına kul olmak, şeytanın iğva ve vesvesesine kapılmak da son nefeste imansız gitmeye sebep olur. En önemli sû-i hateme sebeplerinden biri de budur. Çaresi -malum- nefis terbiye ve tezkiyesidir.
7- Allah’tan başkasına bel bağlamak, tevekkülsüzlük hali, Allah’ın rahmetine güvenmemek, ondan ümidi kesmek de yine sû-i hateme sebebidir. Çaresi samimi iman ve tevekküldür.
8- Takdire itiraz, kadere isyan da sû-i hateme sebebidir.
9- Hırs, uzun emel, ölümü kerih görmek de sû-i hateme sebebidir.
10- Kâfirleri dost edinmek, ehl-i küfrün âdetlerini sevmek de sû-i hateme sebebidir. Çaresi “Allah için sevmek ve Allah için buğzetmek” şeklindeki akaid ilkesine sarılmaktır.
Sû-i hatemeye daha birçok sebep sayılabilir. Bu kötü sondan halâs olmak için Allah’a sahih bir imanla itikad ve ibadet, Resûlüne de ittiba etmek, niyeti ihlâs üzere ayarlamak, kalbin mâsiyetleriyle savaşmak, sabır, kanaat, tevhid, zikir, tevekkül, şükür gibi ahlak-ı hamîde özelliklerine sarılmak icap eder. Çare kişinin nefsiyle hesaplaşması ve cihad-ı ekberi kazanması; bu araştırmada anlattığımız gibi, İslam’ı bir bütün olarak kavrayarak, tasavvufî derinliğe erişerek güzel ahlakı kuşanmasıdır. (a.g.e., s: 228 – 229.)
Ali DEĞERMENCİ
8 Ağustos 2020
4 notes · View notes
hicfakir · 6 years
Text
Hazreti Peygamber (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) buyurdu ki:
"İman, yetmiş küsur - bir rivayette de altmış küsur - şubedir. Haya imandan bir şubedir."Bir rivayette şu ziyade vardır: "Bu şubelerden en üstünü "La ilfihe illallah" sözüdür, en aşağı mertebede olanı da yolda bulunan rahatsız edici bir şeyi kenara çıkarmaktır."
Kaynak: Buhari, İman 3, Müslim, İman 57-38, (35-36), Ebu Davud, Sünnet 15, (4676), Tirmizi, İman 6, (2617), Nesai, İman 16, (8,110), İbnu Mace, Mukaddime 9, (57)
21 notes · View notes
teselli-ikalb · 5 years
Note
İtikat ımızı nasıl düzeltiriz
Kardeşim sorunuz bu zamanda çok ihtiyaç duyulan bir soruolduğu için elimden geldiğince yazmaya çalıştım. Yazarken bazı kaynaklardan direk alıntı yapıp yararlandım. Fakat çok uzun soru olmuş be mübarek ☺üzerine ciltlerle kitaplar yazılan konuyu bir cevapta özetlemeye çalışmak zor oldu :)),cevap da bundan dolayı çokuzun oldu umarım istifadeli olur, sıkılmayın inşallah. Temelnoktalardan gitmek gerekirse;
1) “İman, itikad Ehl-i sünnetitikadına göre düzeltmelidir! İtikadımızı Ehl-i Sünnet yolunda düzeltmemiz gerekir. Bu noktada akaid kitapları okuyarak bilinçlenmek gerekir. ( Örnekler; Ömer Nasuhi Bilmen-İslam Akaidi, Ehl-i Sünnet Akaidi & Muhtasar Tahavi Akidesi Şerhi - Ebubekir Sifil gibi) İman doğru olmadıkça, Allahü teâlâ ve Onunsevdikleri sevilemez. Kur'an-ı kerimde mealen, (İman edenlerin Allahsevgisi çok sağlamdır)buyuruluyor. (Bakara 165)
2)”Sevgi, imanın esaslarındandır. Hadis-i şerifte, (Birkimse, Allah ve Resulünü her şeyden daha çok sevmedikçe, iman etmişsayılmaz) buyuruldu. (Buhari)
Allahü teâlâyı seven, Onun emir ve yasaklarına riayet eder.Resulü Muhammed aleyhisselamı sever, onun sünnetine riayet eder.
2) “Kişi haramlardan kaçıpbütün ibadetleri yapmaya çalışmalıdır! Bilhassa bid'at işlemekten çok sakınmalıdır!”
Kardeşim “ İman bir nurdur, Allah’ın birlütfudur. Fakat iman aynı zamanda bir ilimdir, öğrenilmesi gereken birhakikattir. İmanımızın güçlenmesinin iki yolu vardır:
Birisi ve en birincisi, Kitap vesünnet çizgisinde Ehl-i sünnetin akidesini öğrenmek ve çağımızın bir gereğiolarak bunu tahkik süzgecinden geçirmektir.
“İkincisi: Salih amel yaparak,günahlardan sakınarak kalbini tasfiye etmek, nefsini tezkiye etmek suretiylemanevî alanda terakki etmektir.”
“Ancak bu asrın gidişatı bu ikinci yoluoldukça zorlaştırmıştır. Bu sebeple tahkiki iman dersini veren eserleri okumakson derece önemlidir. Bu çağın özelliğinin bir gereği olarak, dini ilimlerinyanında fen bilimlerinin de okunması zorunlu hale gelmiştir. Çünkü,"kalbin nuru dinî ilimler olduğu gibi, aklın ziyası da fenbilimleridir." Bu ikisini birlikte ders veren en önemli eserlerdenbirinin Risale-i Nur Külliyatı olduğunu söyleyebiliriz. Tabii ki, bununyanında, İmam Gazali, İmam Rabbanî, İmam Maverdi, İmam Kuşeyrî gibi zatlarınkitaplarından da çok güzel istifade edilebilir.”
İmanı koruma ve takviye etmek bir mümininen önemli meselesidir. Öncelikle imanı korumak için takvaya önem vermekgerekir.İman takva kalesinde korunur. Takva olmazsa iman yıkılmatehlikesiyle karşı karşıyadır. İmanı takviye etmek için imani eserleri bolcaokumak ve mütalaa etmek gerekir. İlim ile gelen mesail-i imaniye akıl odasındangeçmeden insanın latifelerine sirayet etmez. Önce akılın tatmini gerekir.
    Tefekkür çok önemlidir. İbrahimaleyhisselamın tefekkür vasıtasıyla aya ve yıldızlara bakarak Rabbini bulmasıKur'an-ı Kerim'de anlatılmaktadır. Tefekkür ile iman inkişaf eder. Busebebtendir ki hadis-i şerifte"Bir saat tefekkür bir yıl nafile ibadettenüstündür." denilmiş.
    “Çevrenin insan üzerinde çok büyük etkisivardır. Günahlar insan üzerinde imansızlık telkini yapar. Telkinin insanüzerinde çok büyük etkisi vardır. Farkında olmadan insanın şuur altındaimansızlık aşılar. Bu sebepten günahlı ortamlardan elden geldiği kadar uzak kalınmalıdır. Dışarıda serbestçe pervasızca işlenen günahlar âdeta ahiretinolmadığını ve cezanın olmadığını telkin ederler. Bu telkinin kötü etkilerindenkorunmak için elden geldiği kadar günahlı ortamlardan uzak kalınmalı ve heryerde elden geldiğince emr-i bil maruf nehy-i anil münker (iyiliğiemredip, kötülükten sakındırma) yapmaya çalışmalıyız. Maruz kalınan kötütelkinin zararlarını telafi etmek için imani meseleri bolca mütalaa etmek vetebliğe önem vermek gerekir. Amel-i saliheönem veren takva dairesindeyaşayan insanlarla birlikteliği arttırmak gerekir. Bu yönüyle de cemaatin önemidaha belirgin olarak görülmektedir. Günahlar nasıl imansızlık telkiniyapıyorsa, öyle de amel-i salih de iman telkini yapar.” 
  Ayrıca konuylailgili şu hadiste vardır:
“Resulullah Efendimiz (asm), imanın nasıl arttrılacağını
bildirmiştir. :
"Şunları yapmak imanı zirveye çıkarır:
1. Allah’ın hükmüne karşı sabretmek,
2. Kaza ve kadere rıza göstermek,
3. Tam tevekkül sahibi olmak,
4. Allah’a tam teslim olmak."(Ebu Nuaym)”
Sorunuza ek olarak az sonra okuduğum güzel bir yazıyı da paylaşacağım inşallah. Hayırla geldiniz, hayırla kalınız. Allah kalplerimizi dini üzere sabit kılsın.🍃🌿🍃 
13 notes · View notes