#boş adam değilim
Explore tagged Tumblr posts
otuzsekizinciparalel · 10 days ago
Text
aaa inanmıyorum 19 Aralık bardağımın kırılma yıldönümünü post atmayı unutmuşum.... 2013ten bu yana serim bozuldu bunu bana nasıl hatırlatmazsınız sizle bir sene konuşmayacağım #küsmek
4 notes · View notes
hataysekshikayelerisblog · 3 months ago
Text
Tatlı Komşum! (1) (Furkan 31 Y., Manisa)
Olacaksan evli kadınla olacaksın derdim her zaman; çünkü sen de evlisin o da, müsait değilim dediğinde anlar, zırt pırt çağırıp beni oraya götür buraya götür demez, ay sevgililer gününü unuttun, doğumgünümde bir çiçek bile almadın diyemez. Canı istediğinde çağırır gidersin, canın istediğinde çağırırsın gelir, bağlılık olmaz, yarım saatte bir mesaj yazmadın diye küsüp trip atmaz. Çapkınlık mevzusu açıldığında arkadaş arasında beylik haline gelmiş laflarımdı bunlar...
İsmim Furkan, 31 yaşında, evli, tek çocuklu, özel sektörde çalışan, yakışıklı olduğu söylenen biriyim. Karımla severek evlendik. Karım öğretmen benden 1 yaş küçük. Hovardalığı her zaman sevdim, ama her zaman da dikkatli oldum. Manisa'da yaşıyoruz. Gelelim başıma gelenlere. 2 yıl önce Kasım ayında bir daire alma fırsatı doğdu, aileler yardım etti, biraz kredi çektik, 5 katlı, çift daire bir binanın 3. katından bir daire aldık. Daire ikinci eldi, taşınmadan önce boya badana yapıyorduk. Akşam üzeri iş çıkışı ben, fabrikadan bir abim (fabrikada da boyacı) ve karım birlikte, boya kokusu çıksın, çabuk kurusun diye pencereler ve dış kapı açıktı.
Birisi, "Merhaba!" diye seslenince koridora çıktık karımla. Kısacık simsiyah saçları, müthiş güzel bir yüzü olan, 1.65 boylarında, zayıf, kot gömlek ve pantolonlu, ama muhteşem çekici bir kadın çaydanlık ve çay bardaklarıyla kapıda duruyordu. Arkasında karşı dairenin kapısı açıktı. "Hoşgeldiniz, size çay yapmıştım!" dedi. Karım koşup çaydanlığı aldı, içeriye buyur etti. Kadın, "Ben Ebru. karşı dairede oturuyoruz, hoşgeldiniz, daha erken gelmek isterdim, ama işten gel, yemek bulaşık ancak bu saati buldu!" dedi. Karşı kapıdan kocası çıktı, aynı karısının boyunda, zayıf, bıyıklı, kadınla tam ters görüntüde biri. Kadın ne kadar havalı ve Cool görünüyorsa, adam o kadar paspal, üzerinde hani pazarlarda satılan koyu renk çizgili bir polo tişört, altında penye diz altına kadar şort ve nefret ettiğim şort altına diz altına kadar gelen siyah çoraplar. Ulan evde bari giyme o çorapları, görgüsüz! Cevat'mış ismi, zerzevat gibi. Kadın ne kadar çekici geldiyse adam da o kadar iticiydi.
Neyse çayları hepimize servis etti, hep beraber 2'şer bardak içtik. "Biz sizi daha fazla tutmayalım!" dediler. Teşekkür ettik. Ama bu arada apartmanda pek komşuluk olmadığını, çünkü herkesin çalıştığını öğrendik. İşimize gelirdi aslında.
Bir hafta içinde taşındık. Taşındığımız akşam yine aynı olay gerçekleşti. Ama sanırım günlerden Cumartesi olması sayesinde poğaca ve kek te vardı çayın yanında. Ama kocası gelmedi bu sefer. Saat 22:00 civarı arabamda kalan ıvır zıvırı çıkarırken, kapı ağzında Cevat vardı. Abi diyemiyorum ama benden 9 yaş büyükmüş. "Ebru sizde mi?" dedi. "Ben inerken yoktu, ama bakayım!" dedim. Baktım, "Yok!" dedim. "Yine hangi kapıya daldıysa!" deyip kapıyı kapattı. Benim karım saat 22:00'de bana haber vermeden ortadan kaybolacak, ben de kapıyı kapatıp içeri gireceğim ha, imkansız.
Saat 23:45 gibi kağıt atıklarını bir çuvala koyup çöpe atmak için indim. Ebru arabayla yanaştı. Beni gördü, gülümseyip, "İyi geceler!" dedi. Önümden binaya girdi. Merdivenlerden çıkarken arkasından baktım. Sanki biri götüne bakıyor dedi kadına, ikinci katta aniden kafasını çevirip baktı. Önüne dönüp evine girdi.
Ertesi akşam saat 20:30 gibi zil çaldı. Açtım. Ebru, "Yerleşe bildiniz mi?" dedi. "Nerdeee!" dedim. Buyur ettim, karım da geldi kapıya. Ebru, "Yok, siz gelin, bir nefes alırsınız!" dedi. "Peki olur!" dedik. Yarım saat sonra ordaydık. 12 ve 8 yaşlarında iki oğulları vardı. Bizimki de 7 yaşındaydı. Onlar odaya çekilip bilgisayar oynamaya başladılar. Cevat dönüp, "Ebru, bira getir!" dedi. O ana dek görmemiştim, koltuğun yanında yerden aldığı boş şişeyi karısına uzatıp, bana dönüp, "İçersin değil mi?" dedi. Şaşkınlıktan içerim bile diyemeyip kafamı salladım. Kadınlar da kendilerine kahve yaptılar.
O arada öğrendik. Cevat'ın büyük bir bisiklet firmasına malzeme üreten bir fabrikası vardı OSB'de, fabrikayı biliyordum. Kadının da çarşının göbeğinde bujiteri parfumeri dükkanı varmış, (ulan bunlar neden bu binada oturuyorlar diye düşündüm ilk an), dükkanı karım da ben de biliyorduk, iki katlı kocaman bir dükkandı. Ebru, "Taşınacaktık..." dedi, sanki aklımdan geçenleri okumuş gibi, "Ama iki yıl önce bana dükkan açtık, sonra da dükkan sahibi satmaya karar verdi. Dükkanı satın aldık. O yüzden kaldık. Hatta borçlar bitene dek burdayız!" dedi gülerek.
Bu arada dikkat ettim, ben 1 bira bitirene dek Cevat 3 içmişti. Kahveden sonra Ebru karıma da bira teklif etti, ama karım, "Ben içmem!" dedi. Ebru, "Ben içsem mahsuru var mı?" deyip kendine de bir bira açtı. Her seferinde de aynı işlem oluyordu, adam kısaca, "Ebru bira!" deyip, boş şişeyi veriyor, kadın dolusunu getiriyordu. Aslında genel anlamda güzel sohbet oldu. Ben de 3 bira içtim, ama adam yanlış saymadıysam 12 tane içti, o ufak tefek adama gram birşey olmamıştı. Eve dönünce karımın anlatışından Ebru'yu çok sevdiği belli oluyordu. Bunda hediye ettiği Teaserların ve incik boncuğun etkisi var mı bilmiyorum.
Hemen hemen her akşam ya Ebru bizde, ya biz onlardaydık. Cevat çok nadir geliyordu, zaten gelse de ben onun içtiği birayı karşılayamazdım. İlk seferinde aldım 15 bira adama yetsin diye bir taneyi emzik gibi ağzımda tutunca anladı sanırım, "Ebru bira getir!" dedi yine. Ebru gidip evden bira getirdi. Cevat, "Kardeş, bana her hafta 10 kasa bira gelir, biliyorsun seviyorum birayı, o yüzden senin almana gerek yok. Canın istedi mi çal kapıyı iste Ebru verir!" dedi. İste Ebru verir kısmında gülecektim, ama yemin ederim Ebru gözlerime bakıp, "Veririm!" dedi gülümseyerek. Bereket yanımızda karım yoktu, çay koymaya gitmişti. Adam lafın nereye gittiğine bakmayan, sonradan görme bir tipti...
Şubat ayında 15 tatil olduğunda, karımla oğlumuzu da alıp memleketimize aileleri ziyarete götürüp bırakıp geldim. Bu her yıl yaz kış yaptığımız bir rutindi. Geri geldiğim Pazartesi akşamı zil çaldı. Ebru, "Maç varmış (tuttuğum takımın maçı vardı) galiba, Cevat seni çağırıyor, yalnız oturmasın kukumav kuşu gibi dedi!" dedi. "Olur!" dedim. 10 dakikaya gittim. Biralar su gibi akıyordu. Cevat, "Seviyorum senle içmeyi be Furkan!" diyordu. Sonra Ebru, "Ben mutfakta dizi izleyeceğim!" deyip gitti. Bira bitince Cevat sadece, "Ebruuuuu!" diye sesleniyordu...
Maç bitince telefonum titredi. Aldım telefonuma baktım. Ebru fotoğraf çekip yollamış, mutfakta masada bira ve çerez var önünde ve "Ben de seviyorum seninle içmeyi!" yazmış. "O zaman ben eve geçiyorum, 10 dakika sonra gel!" yazdım. "Tehlikeli!" diye yazdı. Telefonu sessize aldım, yazışmaya başladık. O gelemem dedi diye kalkmadım ben de, maçın geyiğini yapıyorduk Cevat'la. "Ebruuuu!" dediğinde bira geliyordu, ama her seferinde Ebru koridora çıkıp Cevat'ın görmeyeceği pozisyona geçip, boğma işareti yapıyor, kafasına vurma işareti yapıp, gülüp mutfağa gidiyordu...
Saat 24:00'e gelirken kalktım. Cevat yine yerinden kalkmamış, kapıdan geçirmek Ebru'ya kalmıştı. Kendime çekip dudağından öptüm. "İyi geceler!" dedi gülerek. "İyi geceler!" dedim içerden duyulacak sesle. Eve geçip, "Offf, ne tatlı dudaklar!" yazdım. "Daha tatlı yerlerim var!" yazdı. "Onların da tadına bakmak isterdim. Gelsene!" yazdım. "Bu saatte imkansız, ama orda olmak istediğimi bil!" yazdı.
Sabah işyerine telefon edip, biraz geç kalacağımı söyleyip, öğlene kadar izin aldım. Cevat 09:00'da gitti. Ebru 10:00'dan sonra çıkıyordu evden biliyordum. Mesaj attım, "Ben evdeyim, hadi gel!" dedim. "Tamam!" yazdı. En az 15 dakika gözümü kırpmadan kapı deliğinden baktım. 15 dakika sonra kapının arkasında o filmlerde dizilerde seyrettiğimiz kapıdan girer girmez birbirine yapışıp delice sevişen çiftler gibi hem soyunmaya çalışıp, hem de öpüşüyorduk. Erik tipi denilen bir kalçası vardı ve bu kadında sevdiğim bir özellikti. 75 beden vardı sanırım göğüsleri, göğüslerini ağzıma alıp, kalçalarının ikisini birden sıkıyor okşuyordum. Yatağa sürükledik birbirimizi.
Öpüşerek altıma alıp, amcığına girdim, çünkü haftalardır bu kadını düşlüyordum, daha fazla ön sevişme yaparsam yatağa boşalacaktım. Ne kadar kontrol etmeye çalışsam da (normalde ederim) o orgazm olmadan boşalacağımı söyledim. "İçime değil!" dedi. Zaten zor geri çekilip başta korktuğum şeyi yaptım, yatağa boşaldım. Ebru, "Benim dükkana gitmem lazım!" deyip kalkıp giyindi. Kendi kendime (Tamam Furkan bu ilk ve sondu, ne o oğlum kerhaneye ilk kez gelmiş ergen gibi?) dedim. Tam bu düşüncelerle boğuşurken. Giyinmiş halde yatakta yanıma oturdu. Bu kadın düşüncelerimi okuyordu. "Dert etme, aşırı heyecan ikimizi de gerdi. Sen erken geldin, ben kasılıp gelemedim. Daha vücutlarımız birbirini tanıyacak, tenlerimiz uyumlu, bunu ilk akşam hissettim!" dedi. Sonra beni öpüp kalkıp gitti...
Kendimi ergen gibi hissediyordum. Kadında gerçekten müthiş Cool bir hal vardı ve ben beni seçtiğini düşününce havaya giriyordum. Tüm gün yazıştık. Bana, "18:30'da sendeyim, akşam üstü kapıyı bacayı kontrol et!" yazdı. Karanlık odada pencerenin ardında bekledim yarım saat. Arabası geldiğinde merdivenleri kontrole başladım. Zaten sorun yoktu, karşı kapı yerine bize girecekti. Kapıyı açıp aralık bıraktım.
İçeri girdiğinde direk kucakladım. Bacaklarını belime doladı. Kollarımda doğru yatak odasına götürdüm. Yatağa yatırıp çizmelerini ve montunu çıkardım. Kucağıma alıp sırtımı yatağın bir tarafındaki duvara dayadım. Öpüp okşamaya başladım. Alışmıştım bile, sabahki o ilk heyecan yerini şehvete bırakmıştı. Dudaklarını boynunu yaladım, kazağını çıkarıp göğüslerine indim. Göğüs uçlarını dudaklarımla ezerken alttan pantolonunun üzerinden amına baskı yapıyordum. Yatakta ayağa kalkıp dans edercesine hareketlerle üstündeki herşeyi çıkardı. Ben de o anda eşofmanımı sıyırıyordum oturduğum yerden...
Ayakta duvara tutunup amını ağzıma dayadı. Yalayıp yuttum, dilimle sikerken ellerim kalçalarından tutmuş, ağzıma daha çok bastırıyor, okşuyor, sıkıyordum kalçalarını. Ebru inliyor, "Harikasın!" diyordu. Ben de, "Yok böyle bir tat!" deyip emmeye devam ediyordum. Kasılarak orgazm oldu, ağzıma sularını akıttı. Dizleri tutmaz gibi oldu. Orgazm olması bitince kucağıma oturup göğüslerini ağzıma verdi. Amını yarağıma sürtüyor, vıcık vıcık olmuş amına yarağımın kafasını alıyor, sonra ani hareketle dışarı çıkarıyor, zaman zaman saçlarımdan çekerek kafamı göğüslerinden uzaklaştırıp dudaklarını dudaklarım arasına alıyor, diliyle dilimi iğfal ediyordu. Bütün sikişin kontrolü ondaydı.
Sonra tek hareketle yarağımı amcığına alıp, "Ohhhh!" diye inledi. Başrol onundu, "Immm!" diye bir ses çıkardım ancak. Kucağımda hoplamaya, göğüslerini yalatıp, dudaklarımı öpmeye, yanaklarımı öpmeye devam etti. Kucağımda onu tutmakta zorluk çekiyordum, belini kalçalarını tutmaya çalışırken ellerimin arasında kayıp gidiyordu. Birkaç dakika sonra sadece, "Oh, oh, oh, oh!" diye kısa inlemelerle orgazm oldu. Bir dakika yarağımı içinde tutup kalktı. Yarağımı ağzına alıp, "Hadi erkeğim, geç kaldım, akıt döllerini komşuna!" dedi. Daha cümlesi biter bitmez doldurdum ağzını, sanki sabah boşalmamış, günlerdir biriktirmişim gibi. İki dakika yalandı, temizlendi, kalktı, giyindi ve "Aşkım yarım saate yemeğe çağıracağım haberin olsun!" deyip apartman boşluğunu kontrol edip gitti.
Koridordaki ışıkta bile sakallarımın sürtmesinden kıpkırmızı olmuş çenesini yanaklarını görebiliyordum, ama o aldırış etmeden girdi evine.
[Furkan]
149 notes · View notes
hisboslugu · 1 year ago
Text
ne sen dolup taşarsın, ne benden nuh olur. sevgilim, hâlâ düzeltemedim kalbimi, her şey daha da kötüye gidiyor fakat mutlu rolünü çok iyi oynuyorum. hiç itirazım kalmadı hayata, dargın bile değilim, kendime bile aldırmıyorum artık. nelerden uzaklaşıyorum, nelerden uzaklaştık, neler uzak böyle... görsen nasıl; biz bile, kendimize. kalbi kesip geçenin bıraktığı kesik kabuk bağlamaz. insan bir vakit sonra katılaşır, acılara da ağlamaz. anlamı var ama bunun da. dilersen hiç bakma, inan umrumda değil. aklıma dolanma, karşıma çıkma, beni arama, şarjım yüzde bir. kanımda yürüyen öfke ordusu sen çarpı ikidir. tabii ki o mükemmel şiirlerden sonra, bu sikik bir şiirdir, sen de öylesindir belki. ben fazla büyütmüşümdür gözümde seni, senin de gözünde fazla büyüttüğün başkaları gibi... sanki her şey naylondan idi. sana kandığım için kendime öyle öfkeliyim ki, kurşunlara dizdireyim istiyorum kendimi. öyle hemen yerini arama, konu sen değilsin tabii ki. konu ne zaman senden geçerse oradan koşar adım kaçacağım. çünkü yakışıklı bu benim kaçmağım, çünkü ben hep bir şeylerden yoksundum. şiirlerim bile kalmamıştı, ellerim bile yokluk içindeydi. param yoktu, babam yoktu, tüm dünya üzerime geliyordu ama o kahrolası gözlerim hâlâ seni arıyordu. hani bilirsin, sevdiğin kişiyle asla karşı karşıya gelmek istemezsin. o değil de, ona olan sevgin korkutur içini, öyle bir şey... ama tabii sen bunlardan anlamazsın. bu yaz instagram'dan geçmez, senden de geçmez artık. çünkü öyle yazıyordu sokaklarda. hoş, günümüz yalansa yalan, boş günümüzde harcarız. ne büyük laf ama... harcanan ve sürekli harcanan çocukların cevabı, bir cevap niteliğinde hayata. hiç unutmuyorum bir sokakta da "trilyon olsanız bir gecede harcarım." yazıyordu. kim bilir hangi para babası yaktı canını... alçak dağlarında yalandan yaşama öyle, sokaklar yalan söylemez, aslında sokaklar artık bir şey söylemiyor. tamam, ben de bir şey söylemek istemiyorum, tamam. şekilciliğine kandığımız dünyada, dertler bir şekilde hep derya. bu ekranlara yansımayacak ama. sevdamızda gözü kalmış hayat deryası ve ah ama sevin bir gün herkesten vazgeçişimi, senin nasıl kutlayamadığımın şiirini de yazacağım. kıyıya vuran gemilerden nasıl jilet yapıldığını, ş harfine tam olarak basamayan ağzını, karanlığın dibini, ölülerin adını, türkülerin tadını, dibe bile vuramamanın ağrısını anlatacağım. konu yine senden geçmeyecek. sana neden olmaz diyemediğimi de anlatacağım. çünkü kavmime senden iyi bir felaket bulamam fakat ne hikmetse sende bir efsunluk varmış, seni efsunlu gören galiba kendi içimdi. inandığım o sevgin hiçbir şeyi iyi etmedi. son olarak, lütfen bir bekleyiş içine girme. beni itilmiş bir köpek gibi hissettiren her şey beni iyi etti. sana olan her şeyimi tükettim, biraz da senin sayende. bunun için teşekkür ederim. bu kaydı bir belge diye saklı tutuyorum. belki bir kanıt... bir yerlerde, bir gün böyle hissetmiştim derim belki. sana gelince, hâlâ bir yerde bir şeyler beklediğini biliyorum. belki de bekleme listende adım geçmez, umursamıyorum. seni şaşırtmak istemem ama büyük bir hayal kırıklığı olabilirim. bir müddet kendi yağımda kavrulmayı deneyeceğim. belki şiirleri de yanıma alırım. çok güzel dostlarım var, birkaç gün onlarda kalırım ama beklenenin ağırlığı altında ezilirim. yine sana eğmem yüreğimi. beni sana bekletmezler gerçi, doğru. dilediğin bir hayata, dilediğin arabaya, yanında olana, birlikte kafelerde dolaştığına, ve Allah'a emanet ol. ekmek bölmeyi bilmeyen ellerini, kendime dert etmekten caydığımı bir selam gibi iletirim. ben yalan aşkın renklerine kanacak adam değilim. her şeye rağmen, hoşça kal.
Tumblr media Tumblr media Tumblr media
21 notes · View notes
mavihayaller · 6 months ago
Text
yine klasik bir biçimde, korkunç bir pazar sabahına uyandık.
saat sabah on; bir bira açtım. yirmi gündür sarhoşum, yirmi gündür içtiğim biraların depozitosu ile ülkenin dış borcunu kapatırdım. günaydın on altı yaşındaki emre...
sana gelirsek, ki çok gelesim var; tanrı’nın ve evrenin beni cezalandırma yöntemiydin. sana denk geldiğim günü, zaman çizelgemde ya da kapsülümde aşırı hüzünlü bir kırılım olarak görüyorum artık. keşke o güne hiç uyanmamış olsaydım. ya da ne bileyim nezle olsaydım, evden çıkmasaydım. halim olmasaydı falan... sana denk gelmeseydim işte.
gece rüyamda seninle telefonda kavga ediyorduk. radyo frekansları, dalga frekansları, rüyalar, sanrılar ve tanrılar birbirine karıştı. neyin gerçek olduğunu artık bilmiyorum. kim olduğumdan da artık emin değilim. bu sabah feodal bir toplumda uyanmış bir fransız köylüsüyüm, sırtımda bir tuz çuvalı var. yarın da kripton’da uyanmış bir şekilde yazarım, hiç süper olmayan adam olarak.
kulağımda pinhani ve kalben çalıyor. sözlerine katılıyorum ruhen ve kalben. son yirmi günde dünya müzik piyasasını alt üst ettim. şimdiki zamanda ve geçmiş zamanda. barok dönemden de dinledim, hakan taşıyan da, sezen açtım, peşinden cohen, doğu gırtlağına tutuldum iran müziklerine sardım, bir sigara sardım, sonra da güllü açtım. dimi, kafam muhteşem karışmış.
çektiğim acının böyle tatlı, güneşli bir tarafı da var. içimde öldüğünü düşündüğün şeyler vardı, onları morgun içinden çıkardın. sana sarılıp uyuduğum o ilk gün, içimde ufak umut filizlendi. red’in dediği gibi umut kötü bir şeydir. ben suyun altına gömmüştüm kendimi, kumun üstünde yatıyordum. ben gelmedim sana, sen geldin... ıslık çaldın, duymadım. ıslık çaldın, duymazdan geldim. ıslık çaldın, seni istemedim. ıslık çaldın, suya taş attın, ben de ‘’bu kim?’’ diye sadece iki gözümü suyun üstüne çıkardım, korkak bir timsah gibi. seni gördüm... gözleri yeşil, gözleri çok güzel bir timsah avcısı. doğada benden başka av bulamadın mı?
çok uzun zamandır beslenmiyorum onu fark ettim. sadece kusmamak için arada ekmek yiyorum. balkon mermerinden beslenen serçeler gibi. amına koyayım ben bu yaşta nasıl serçe oldum?
of kara dağlar... mektuplaşıyorum kendimle. artık sana bir şey okutasım yok... yazdıklarımı görme istiyorum. yazıp yazıp, boş şarap şişelerine sokuşturacağım yazdıklarımı, haliç’e atacağım, eminönü’nden çıkar artık. balıkçıların orada ciddi bir süre beklersen belki bir şiirime denk gelirsin. kesin acıkır, kokusuna dayanamaz bir balık yersin, kılçığına dikkat et, boğazına batmasın. çünkü sen benim boğazıma takıldın, acısını biliyorum. beni delirten biraz bu; ukde denen şey.
yarın, öbür gün geleceğini biliyorum. ama içimde çok eskiden tanıdığım o adam uyandı. sanki artık çok geç... bana artık katlanman mümkün değil.
neyse, saat sabah on bir; ikinci biramı açtım.
edebi kaygı taşımadan bir içimi dökesim varmış sanki.. ha emre?
neyse, görüşürüz on altı yaşındaki emre.
2 notes · View notes
okyosunwe · 7 months ago
Text
Beni bilen bilir. Kimse için kendi kalitemden vazgeçmeyen biriyim. Kimin önünde nasılsam arkasından da öyleyimdir. Belki buna bencillik diyebilirsiniz ama zamanında insanlara gösterdiğim toleranslardan bihaber değilsinizdir.
Egolu diyebilirsiniz ama hayır ben egolu biri değilim. Ben mükemmelim. Hemde hiç olmadığım kadar. Hiçbir erkeğin eline bakmam. Babamın bile. Zamanında yoklukta gördüm, çok şükür varlığı da görmüş biriyim. Arkadaş ortamımda çok fazla zengin olan da var 1 odayı 5 kişi kullanan da var. Hiçbiri arasında ayrım yapmam. Birine yalakalık yapıp diğerini aşağılamam. Bu benim kurallarıma ters bir hareket. Arkadaşlarımı buna göre seçerim. Evet arkadaşlarımı da seçerim, ilişki kuracağım insanı da seçerim. Kaliteli değilse yol veririm. Hepsine. Aşkımdan veya dostluk inancımdan da vazgeçerim. Bu beni eksiltmez. Hiçbir şey beni eksiltemez. Boş ortamlarda bulunmam. Çünkü benim kimyama ters. 2 3 bira veya baba parasına güvenen, araba diyince akan suların durduğu, her erkeğin altında yatmak için can atan insanların hayatımda yeri olmaz. Olmamalı da. Müsaade de etmem.
Güzellk insandan insana göre değişir ama bana göre ben çok güzelim. Diğer insanların ne dediği umrumda bile değil. Bir insan dış görünüş için yanınızdaysa hemen oradan uzaklaşın. Güzel veya çirkin olun, inanın bu durum her ikisi için de geçerli. Adam olan her şekil sever. Yüzünde ki sivilceye bakmaz. Senin kalitene ve kalbine bakar. Ve emin olun güzellik bir yerden sonra beş para etmez. Nereden bildiğimi sormayın :) Afet şekilde su gibi kızlar gördüm hayatını 3 kuruşa satan...
Beni bilen bilir. Ortamlarda gereksiz, onların tabiriyle varoş kızlardan değilim ve olmadım da. Olmam da. Bana yakışan bu değil. Kendimi bulunmaz hint kumaşı sanmam ama emin olun bir pırlantadan farkım yok. Sizlerin de yok. İstediğim her şeyi ve herkesi elde edebilecek güce sahip biriyim. Çok şükür, umarım sizlerinde olur, varlıklı bir ailedeyim ve yine emin olun buna güvenmiyorum. Ailemden para istemeye utanan biriyim ben. Çünkü o para benim değil. Zamanı gelecek ben kendi varlığımı kuracağım. Çünkü ailemin parası yeri geldiğinde elde tutulamayabilir ama ben kendi paramı elde tutacağım. Erken evlenmeyeceğim çünkü kariyer insanıyım. Evlenmeye karşı değilim ama adım her yerde anılmayana kadar kendimden vazgeçmeyeceğim. Dibi çok görmüş bir insanım. İntiharın eşiğinden döndüğüm zamanlar oldu çünkü yaşayacağıma emindim. Korkusuz biriyim ama bu hayatta herkesin korktuğu bir durum vardır. Benimki ise, arkamda gelecek nesille yararlı olacak, bu vatana layık olacak, Atatürkün izinden gidecek, benim gibi dimdik ayakta duracak çocuklar yetiştirememek. Kendi çocuklarım olmasa bile binlerce kalbe dokunacak nesiller yetiştireceğim. Ailem bana nasıl gösterdiyse kendimde üstüne koyarak binlerce insana dokunacağım. Beni küçümseyedebilrisiniz ama emin olun bazen yapacaklarımdan ben bile korkuyorum. Zekâm her şeyden üstündür. Çok zeki biriyim. Kendimle ve ailemle gurur duyuyorum çünkü mükemmel, şeffaf, dediğim dedik, yanlışa yanlış, doğruya doğru ve adaletli bir insan yetiştirdik.
Anne. Baba. Sizin izinizdeyim ve şunu da bilin; zamanında benim ve kardeşlerim için çektiğiniz çoğu çileye değecek bir insan oldum, oluyorum ve olmaya da devam edeceğim...
Klasik olacak belki ama her zaman söylediğim bir söz vardır:
Kimse Sizden Değerli Değil.
Unutmayın.
Son olarak, Allahım her şey için teşekkür ederim.
01.31
4 notes · View notes
keemlenyekun · 1 year ago
Text
Değişik
Günler ve aylar kovalıyor yılları. "Farkında bile değiliz" diye klişeleri kullananlar mutludur. Basit ve sade hayat yaşayanlar mutlu olur.
Güncellenelim. Ayrıntıya sonra gireriz sayın defter.
Öncelikle vakıfbankın anlamsız şekilde beni bloke etmesi devam ediyor. Kredi ve kredi kartı gibi hiç bir hizmetinden yararlandırmıyor. Sadece eski maaş hesabım açık. O kadar. Merkezlerinden gelen cevap hep aynı: uygun değil. Hangi karara binaen uygun değilim diye sorun diyorum cevap yok. Bddkya şikayet ettik aynı sonuç. Dur bakalım bir de bankalar birliğine yazalım. Sadece sinir olduğumdan uğraşacağım. Yoksa karta ya da kredi kartına ihtiyacım yok.
Aihmden gelen parayı çatır çatır yedik. Hanıma telefon. Bana sanki 1000 müvekkilim varmışcasına hayvan oğlu hayvan bir renkli yazıcı. Bir kaç mücevherat. Arabama film çektirdim. Cikss oldu. Kartvizit bastırdım. Sonuç olarak elde var sıfır. Ahahahah.
Yine beklenilen aihm kararı çıktı. Tabi ki yalçınkaya kararı. Çok güzel karar. Kime fayda sağladığından bağımsız hukuki anlamda oldukça güzel karar. Ülkemizdeki hukuku sadece saçma bir beka algısı içine yerleştiren hukuk mesleğini icra edenlere (hukukçu demeye dilim varmadı) ders niteliğinde bir karar. En başından beri söylediğimiz durumu özetler bir karar olmuş. Kastı çok iyi incelemiş aihm. Ders verir gibi. Neden kastın olmadığı ve bir terör örgütü kararının olmadığı tarihte terör örgütü üyeliği suçunun kasıtla işlendiği kabul edildi? Bu kadar özetlik bir karar tabi ki değil. Aslında uzun uzun da yazdım. Ama taraf olduğum için hukuki olmuyor yazılar. Bir noktada hakaret etmeden duramıyorum. Ahahahah. Küfür ediyorum. Tutuklayanlara, ihraç edenlere. Süründürenlere. Öyle haram olsunlar falan basit geliyor. Kararı okumadan yorum yapan sayın bakanın cahilliğini ise kararın 177 sayfa oluşuna bağlıyorum. Bu karar çok uzun mesele.
Yüksek lisansta veremediğim 4 ders var. Belki bu derslerin birisinde bu kararı inceleyip bilimsel bir makaleye dönüştürebilirim.
Tabi ki oğlum izin verirse. Şimdi ofisimi evde kurduğum için. Bilgisayarıma her el sürdüğümde oğlum çılgına dönüyor. Baba baba baba deyip klavyeye vuracakmış. Dokunamadığı takdirde basıyor kıyameti. Bu durumda benim çalışmam imkansız durumda tabi ki.
Ve son günlerde zevkten dört köşe olduğum bir haber silsilesi var. Canım sıkıldıkça açıp açıp gülüyorum. Küfürler eşliğinde. Puahahahahahah. Bu haber tabi ki istanbul cbs hskya gönderdiği rüşvet ihbar mektubu. Lan çok komik ya. Ama asıl komik olan rüşvet alan yargıçların varlığı değil. Çünkü bu bilinen bir vakıa idi zaten. Komik olan yargıda birliğin parçalanmış olması. Birbirlerine düşmüş olmaları. Birileri birilerini yine yiyor. Asıl zevkli olan bu. İçimin yağlarının eridiği kısma geldik gibi. Öyle bir zevk. Öyle bir haz. Rüşveti bilmeyen var mıydı ya bu arada. Özellikle uyuşturucu davalarında bir kaç avukatın nasıl işler yaptığını yargı camiasının içerisinde olan herkes çok iyi bilmiyor muydu? Fetö borsası bir zamanların kahraman savcısı batoyu zengin etmiş yeni haber yapıyorlar misal. Yağlar eriyor. Bak buradan da eridi. Puahahahshshsh. Yalnız bunlar birinci elden yaşadıklarımız. İçerdeyken haber yollayanlar vardı misal. 2016nın parasıyla 500 bine mesleğe iade ediyorlar diye. Şerefimizi satmadık allaha şükür. Yargımız canımız yargımız. Asıl sıkıntının tertemiz harika yargıçların sesini korkudan çıkarmıyor oluşu. Cesur olmayan yargıç olmasın bilader. Gitsin başka bir şey olsun. Yok atanma yok bilmem ne korkan adam yargıç olmasın.
Dolmuşuz boşaldık. Bak aklıma geldi yine ya. Başsavcının mektup harika ya. Puahahahahshsh.
Bak şimdi neşemiz yerine gelmişken. Nasıl harika bir futbol ayı yaşadık ya biz. Her allahın günü galatasaray manchester özeti izliyorum ilaç niyetine. Aman allahım. Anti depresanım ya benim bu takım. Depresanım ise samsunspor. Dur onu karıştırma. Belki alman hoca bizi kümede tutar.
Evettt. Kahvaltılık sos yaptık. Köyde eğlendik. Üstüne samsun meydanda boş boş oturdum. Böyle güzel bir ayı geride bıraktık.
Vesselam.
Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media
7 notes · View notes
iinaniiel · 10 months ago
Text
//////
ne sen dolup taşarsın, ne benden nuh olur. sevgilim, hala düzeltemedim kalbimi. her şey daha da kötüye gidiyor fakat mutlu rolünü çok iyi oynuyorum. hiç itirazım kalmadı hayata, dargın bile değilim. kendime bile aldırmıyorum artık. nelerden uzaklaşıyorum, nelerden uzaklaştık, neler uzak böyle. görsen nasıl, biz bile kendimize. kalbi kesip geçenin bıraktığı kesik kabuk bağlamaz, insan bir vakit sonra katılaşır acılara da ağlamaz. anlam arama bunda, dilersen hiç bakma inan umrumda değil. aklıma dolanma, karşıma çıkma, beni arama, şarjım yüzde bir. kanımda yürüyen öfke ordusu sen çarpı ikidir. tabii ki o mükemmel şiirlerden sonra bu sikik bir şiirdir. sen de öylesindir belki, ben fazla büyütmüşümdür gözümde seni. senin de gözünde fazla büyüttüğün başkaları gibi. sanki her şey naylondan iyiydi. sana kandığım için kendime öyle öfkeliyim ki, kurşunlara dizdireyim istiyorum yüreğimi. öyle hemen yerini arama, konu sen değilsin tabii ki. konu ne zaman senden geçerse oradan koşar adım kaçacağım. çünkü yakışıklı bu benim kaçmam. çünkü ben hep bir şeylerden yoksundum, şiirlerim bile kalmamıştı, ellerim bile yokluk içindeydi param yoktu, babam yoktu tüm dünya üzerime geliyordu ama kahrolası gözlerim hala seni arıyordu. hani bilirsin, sevdiğin kişiyle asla karşı karşıya gelmek istemezsin. o değil de ona olan sevgin korkutur içini, öyle bir şey. ama tabii sen bunlardan anlamazsın. bu yazı instagramdan geçmez, senden de geçmez artık. çünkü öyle yazıyordu sokaklarda hoş günümüzü yalan sayana boş günümüzde harcarız, ne büyük laf ama! harcanan ve sürekli harcanan çocukların cevabı, bir cevap niteliğinde hayata. hiç unutmuyorum bir sokakta da "trilyon olsanız bir gecede harcarım" yazıyordu. kim bilir hangi para babası yaktı canını. alçak dağlarında yalandan yaşama öyle, sokaklar yalan söylemez. aslında sokaklar artık bir şey söylemiyor. tamam, ben de bir şey söylemek istemiyorum. tamam. şekilciliğine kandığımız dünyada, dertler bir şekilde hep derya. bu ekranlara yansımayacak ama, sandalımızda gözü kalmış hayat deryası ve ah. ama sevin, bir gün her şeyden vazgeçişimi seninle nasıl kutlayamadığımızın şiirini de yazacağım. kıyıya vuran gemilerden nasıl jilet yapıldığını, ş harfine tam olarak basamayan ağzımı, karanlığın dibini, ölülerin adını, türkülerin tadını, dibe bile vuramamanın ağrısını anlatacağım. konu yine senden geçmeyecek. sana neden olmaz diyemediğimi de anlatacağım, çünkü kavmime senden iyi bir felaket bulamam. fakat ne hikmetse sende bir efsunluk yokmuş, seni efsunlu gören, galiba kendi içimdi. inandığım sevgin, hiçbir şeyi iyi etmedi. son olarak lütfen bir bekleyiş içine girme. beni itilmiş bir köpek gibi hissettiren şey, beni iyi etti. sana olan her şeyimi tükettim, biraz da senin sayende bunun için teşekkür ederim. bu kaydı bir belge diye saklı tutuyorum, belki bir kanıt, bir yerlerde bir gün böyle hissetmiştim derim belki. sana gelince, hala bir şeyler beklediğini biliyorum. belki de bekleme listende adım geçmez bulursam iyi. seni şaşırtmak istemem ama büyük bir hayal kırıklığı olabilirim. bir müddet kendi yağımda kavrulmayı deneyeceğim. belki şiirleri de yanıma alırım, çok güzel dostlarım var birkaç gün onlarda kalırım. ama beklenilmenin ağırlığı altında ezilirim, yine sana eğmem yüreğimi. beni sana bekletmezler gerçi. doğru. dilediğin bir hayata, dilediğin arabaya, yanında olana, birlikte kafelerde dolandığına, ve Allah'a emanet ol. ekmek bölmeyi bilmeyen ellerini kendime dert etmekten caydığımı bir selam gibi iletirim. ben yanan aşkın renklerine kanacak adam değilim. her şeye rağmen hoşçakal...
//////
4 notes · View notes
likyayolda · 2 years ago
Text
Şeytan Sofrası
Tumblr media
1500’lü yıllarda Osmanlı egemenliğindeki Ayvalık (antik çağdaki adı ile Kidonia), çoğunluğu Rumların yaşadığı bir bölgeydi. Rivayete göre, burada Penelope isimli bir Rum adam yaşıyor. Penelope, kilise ile arayı açınca, papazlar “Bu adam Şeytandır.” diyerek halkı galeyana getiriyor. Penelope de, halk arasında Şeytan lakabı ile anılmaya başlıyor.
Tumblr media
Ayvalık bölgesinde yaşanan bir kuraklık döneminde, (tabii halk Tanrı’ya mı kızsın...) kilise hemen sebep üretip bu kuraklığa neden olarak Penelope’yi işaret ediyor. Halk, Şeytanı linç etsin diye Papazlar propaganda yapmaya başlıyor. Penelope, bu dönemde kendisine şeytan gözü ile bakan halktan uzak, şu an Şeytan Sofrası dediğimiz tepede yaşıyor. İnsanlar, Papazlardan ve kiliseden aldıkları gaz ile Penelope’yi öldürmek için bu tepeye yola çıkıyorlar.
Tumblr media
Bunu duyan Penelope de, yaşadığı tepede çok zengin bir sofra hazırlıyor. Öyle bir sofra ki, bir kuş sütü eksik (o kuraklıkta bir Şeytan’ın yüzü gülmüş anlaşılan 😊).
Kuraklık nedeniyle zaten aç olan insanlar sofrayı görünce Penelope, Şeytan falan unutup sofraya gömülüyor. Onlar yiyip içerken, fırsattan istifade Penelope kaçıyor tabii.
O zamandan sonra da bu tepeye Şeytan Sofrası deniyor. Sofranın hikayesi bu şekilde.
Peki nedir bu ayak izi olayı?
Tumblr media
Ayak izinin hikayesi ise Yunan Mitolojisine dayanmakta. Yunan Tanrılarının kralı Zeus (Göklerin ve şimşeklerin Tanrısı), Şeytanı cennetten kovması için Selene (Ay Tanrıçası) ile konuşur ve Selene, Zeus’un talebi üzerine Şeytanı cennetten kovar (tanrı sayısı fark etmeksizin, her dinde bu Şeytan bir tur cennetten kovulmuş fark ettiyseniz).
Cennetten kovulan Şeytan ise, kaçarken bir ayağını Şeytan Sofrası dediğimiz tepeye, diğer ayağını ise Midilli adasına basar ve koşarak cennetten kaçar. 
O sırada bıraktığına inanılan ayak izi ise, şu an demirlerle çevrili olarak korunuyor.
İlginçtir ki insanlar bu çukura bozuk para atarak dilek diliyorlar, bu dilekler Şeytan’a mı yoksa Selene’ye mi iletiliyor emin değilim. En son gidişimizde, çitlere dilek çapulları da bağlandığını gördük. Yine de çok zor durumda değilseniz, Şeytan’la iş birliğine girmeyin derim. 😊
Mükemmel bir manzara, harika gün batımı ve çok güzel fotoğraflar için mutlaka en geç gün batımına 1 saat kala gidip, güneşi batırmadan dönmemeniz gereken bir yer.
Tumblr media
Tecrübeyle Sabit:
Arabanızı sofraya kadar çıkarmayıp 200 metre önce yol kenarına park ederseniz 40 TL* cebinizde kalmış olur (*Haziran 2023 fiyatı).
İçeriye yiyecek içecek alınmıyor yazısı var ancak suyunuzu vs atmayın. O kadar da yasak değil, çünkü zaten oraya restaurant için gitmeyen bir sürü insan olacak.
Alkol ile giriş yasak, biranızı bitip girmeniz gerekecek.
Güneş, giriş kapısının sol tarafından (batıdan yani 😊) batacak. O taraflara doğru yer kapmaya bakın, yoksa kaçırırsınız.
Mümkün olduğunca önünüzde insanların dikeleceği bir boş yer kalmamasına dikkat edin, masaya oturuyorsanız mutlaka önünüze insan gelmesini engelleyin, kalabalıkta siz para verip masanıza oturmuşken, insanlar bir anda önünüze geçip manzaranızı kapatabilir.
Hatta bence masaya oturmayın, önünüzün kapanmayacağı bir yer bulup tadını çıkarın.
Restaurant self servis.
Tumblr media
9 notes · View notes
julideergin · 1 year ago
Text
Londra’da Aylaklık Etmek!
Tumblr media
Yazının başlığı üzerine çok düşündüm.
Düşündüm çünkü Londra sokaklarında zaman kısıtlaması olmadan ve herhangi bir amaç gütmeden yapılan yürüyüşler olmasaydı mahalle aralarında bulunan küçük parkları, farklı lezzetler sunan yeme-içme mekanlarını, hayranlık uyandıran ağaçları, o ağaçların tepesinde oynayan sincapları görmek ve gördüklerini bir çocuk şaşkınlığı ve mutluluğuyla karşılamak, sanırım mümkün olmazdı. Bu yürüyüşleri hangi kelime ile tanımlamak doğru olurdu? Çok düşündüm, sonra “Aylaklık” ta karar kıldım. Yine de emin olmak için muhtelif kaynaklardan kelimenin anlamını okumaya başladım.
TDK sözlüğüne göre aylak, “Yapacak bir işi olmayan, boş duran (kimse)” anlamına geliyor. İşsiz, boş duran, avare anlamına gelen bu kelimenin Fransızca karşılığı ise hem kulağa hoş geliyor hem de biraz daha olumlu bir anlam taşıyor; flanör (flâneur.). Flanör, 19. yy’de ortaya çıkmış ve “aylak aylak gezen aydın” veya “kentli aylak” anlamına geliyormuş. “Aylak Sözlüğü Üzerine” başlıklı makalesinde Sevda Kaman, kelimeyi ve kelimenin taşıdığı anlamı çok ayrıntılı bir şekilde ele almış.  Makalenin en önemli katkılarından biri seneler önce okuduğum Yusuf Atılgan’ın Aylak Adam isimli romanını hatırlatması oldu. “Avare” anlamının yanında “düşünür gezgin” anlamını da karşılayan aylaklığı dilimizde en güzel ele alan eserlerden biridir Yusuf Atılgan’ın romanı. Roman boyunca ismini bile tam bilemediğimiz huzursuz, mutsuz, aylak C’nin aylaklığının yanında aşkı arayışına da tanıklık ederiz. Kim bilir belki de zamanında aykırı C. karakterinden de etkilenmiş olmalıyım ki emekli olduğumdan bu yana, son iki yılda gerçekleştirdiğim dördüncü Londra gezisi için aylaklık tanımının doğruluğundan emin oldum. Hemen eklemeliyim ki bir düşünür değilim, hele aydın hiç değilim. Ama toplamda altıncı kez ziyaret ettiğim Londra’yı bu sefer ziyaretimde ifa edilecek bir görev veya iş olmadığı için, kelimenin tam layıkıyla aylak aylak gezdim!
Aylaklığa eşlik eden yol arkadaşım Cemil ile önceden planladığımız bir şey olmaması bizi çok rahat ettirdi. Hem şehrin hem de bizim havamıza göre ayaklarımızın bizi taşıyabildiği yerlere kaybola kaybola gittik. Yağmurlu günlerde sığındığımız kafelerde içtiğimiz sıcak kahvelerle gücümüzü topladıktan sonra bu kez farklı rotalar kullanarak döndüğümüz evde yol boyu gördüğümüz güzellikleri konuştuk. Gidenler bilir kentin hemen hemen her noktasına yürüyerek ulaşabileceğiniz bir yer Londra. Kaldırımlarda aniden karşınıza motosiklet veya Martı denen scooter kullanan biri çıkmıyor. Bebekleri, yaşlıları, engellileri düşünerek tasarlanmış yollarda yaya geçitleri güvenli; trafik ışıkları hata vermeden çalışıyor. Arabalar ters yöne girmiyor, olmadık yerlere park edip yayanın yürüme hakkını elinden almıyor.
Yürüyüşlerde yağmura yakalanmadığımızda ise mutlaka bir parkın içine dalıp ahşap banklarda soluklandık. Belli ki yerleşim yerlerinin metrekaresine göre planlanmış bu parklar hemen her yerde karşınıza çıkıyor. Hyde Park, Regent’s Park veya Hampstead Heat gibi Londra’ya mal olmuş muhteşem güzellikte, devasa yeşil alanların yanı sıra son derece sıradan bir mahalle veya sokakta, kocaman ağaçlar veya küçük çalılıklardan oluşan, irili-ufaklı mütevazi parklarla karşılaşmak, çölde bir vaha bulmuşçasına beni mutlu etti. Hiç istemediğimiz halde yaşadığınız kent ile karşılaştırma yaptık. İmar planında park ve yeşil alan olarak görülen yerlerin nasıl olup da AVM ve çok katlı devasa binalara dönüştüğüne bizzat tanıklık etmiş bireyler olarak biraz yüreğimiz burkulsa da gördüğümüz kırmızı bir çınar yaprağı veya daldan dala sıçrayan bir sincap neşemizi hemen yerine getirdi.  
Sürprizlerle dolu olan Londra’da aylaklık ederken ağaçları ayrı bir hayranlıkla gözlemledim. Sonbahardan etkilenmiş kızıl-kahverengine dönmüş yapraklıların yanında, ona direnen ve halen yemyeşil yapraklarıyla göğe yükselen ağaçlara dokunmadan duramadım. Gelmeden hemen önce okuduğum Elif Şafak’ın “Kayıp Ağaçlar Adası” isimli romanında mıdır bilmiyorum ağaçlar bir başka ilgimi çekti bu sefer Londra’da. Londra ve Kıbrıs’ta geçen; savaş, göç, yas, kimlik ve sevgi üzerine yazılmış olarak kısaca tanımlayabileceğim bu romanın teşekkür bölümünde Elif Şafak şöyle yazmış: “İstanbul'dan son kez ayrıldığımda, bir daha dönmeyeceğimi bilmiyordum. Bilseydim bavuluma ne koyardım diye merak ediyorum” yazmış ve kökleriyle bir Akdeniz ağacı getirebilseymiş yanında çok hoşuna gideceğini eklemiş.  Okuduğumdan bu yana yeni bir yere gitsem, yeni bir başlangıç için ben hangi ağacı seçerdim diye düşündüm.  Belki Defne, belki Begonvil, belki Nar, belki Limon, belki de Zeytin… Karar vermesi çok zor. İstanbul’daki evimizin küçük terasında Nar ve Limon hariç (limon olmasa da Kumkuat var) bunların hepsi var. Ama sadece ve sadece tek bir seçim hakkım olsa, oyumu Zeytin’den yana kullanacağıma karar verdim. Evet, evet… Nereye gidersem gideyim kökleriyle birlikte bir zeytin ağacını yanımda götürmek, onun büyütmek, meyve vermese de bana yoldaşlık etmesini isterdim.
İstanbul’da bıraktığım bu düşünceler haliyle Londra sokaklarında tekrar aklıma düştü.  Bodrum katını da sayarsak en fazla üç katlı evlerin sıralandığı bir yolda aylaklık ederken bir de ne görelim; bir evin bahçesinde hem zeytin hem begonvil bana el sallıyor! Bir kez daha nasıl mutlu oldum anlatamam. Böyle küçük şeylerden sık sık mutlu olan bir insan değilimdir ben. Ama ne olduysa bu gezide, gördüğüm hemen her şeye hayranlık duydum, içim şükranla doldu. Aylaklığın hediyesiydi bence bu duygu ve düşünceler.
Şimdi ise çok uzağa gitmeden, yaşadığım yerde Ataşehir’de aylaklık etmeye niyet ettim. Bakalım Ataşehir’i aylak aylak gezmek bana ne hediyeler getirecek?
Elektronik Kaynaklar:
Türk Dil Kurumu, (Güncel Türkçe Sözlük), https://sozluk.gov.tr/
Kaman, Sevda (2020), Aylak Sözcüğü Üzerine, https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/1014530
3 notes · View notes
donaiocell · 1 year ago
Text
Tumblr media
Şimdi söyleyin bana: Bu çiçek ağzımın içindeyken, sâkin, sessiz köşemde otura bilir miyim? Söylüyorum bunu karıma, soruyorum? “Nedir benden istediğin? Öpeyim mi yani seni?” “Evet öp beni” diyor. Geçen gün ne yaptı biliyor musunuz? Dudaklarını bir toplu iğne ile delik deşik etti, kanattı, sonra başımı iki eli arasına alarak beni ağzımdan öptü. Benimle beraber ölmek istiyormuş! Salak!
Luigi Pirandello, Ağzı Çiçekli Adam Tiradı
Ölüm, garip, iğrenç, korkunç bir böcek olsa ve yoldan geçen birinin yakasına konsa. Siz de onu görseniz. Yolda durup: “Affedersiniz, müsaade eder misiniz? Yolunuzu kestim ama üzerinize ölüm konmuş” demez misiniz? Şöyle iki parmağınızı uzatıp, onu fırlatıp atmaz mısınız? Ne mükemmel olurdu değil mi? Fakat ölüm bir böcek değil. Bu gelip geçenlerin arasında bir çokları onu üzerlerinde taşıyorlar, ama görünmüyor. Onun için de korkusuz, rahat rahat dolaşıp, yarınki, yarından sonraki hayatlarını kuruyorlar. Örneğin ben. Biraz gelir misiniz? Şu fenerin altına gidelim. Orası daha aydınlık. Bakın, şurada bıyığımın altına, dudağımın üstende pek hoş duran küçük çiçeği görüyor musunuz? Doktorlar buna ne diyorlar, biliyor musun? Oh! Çok hoş bir adı var. Karamela gibi tatlı bir ad: Epithelioma. Söyleyin benimle beraber, siz de tadını duyacaksınız. “EPİTHELİOMA”: Çiçeklere takılan adlara da benziyor, değil mi? Nedir bu biliyor musunuz? Ölüm. Geçerken bu çiçeği dudağıma yapıştırıverdi. “Hatıram olsun” dedi. Arkasından da şunu ekledi. “Beş altı aya kadar gelirim” Şimdi söyleyin bana: Bu çiçek ağzımın içindeyken, sâkin, sessiz köşemde otura bilir miyim? Söylüyorum bunu karıma, soruyorum? “Nedir benden istediğin? Öpeyim mi yani seni?” “Evet öp beni” diyor. Geçen gün ne yaptı biliyor musunuz? Dudaklarını bir toplu iğne ile delik deşik etti, kanattı, sonra başımı iki eli arasına alarak beni ağzımdan öptü. Benimle beraber ölmek istiyormuş! Salak! Herhalde evde oturacak değilim, vitrinleri seyretmeliyim, tezgâhtarların el çabukluğuna hayran olmalıyım… Çünkü kafam bir an boş kalırsa, çevremdeki bütün hayatı yok etmeyi düşünebilirim. Örneğin sizin gibi son treni kaçırmış, hiç tanımadığım birini tabancamı çıkarıp şuracıkta öldürebilirim Korkmayın böyle bir niyetim yok. Şaka yaptım. Kayısı zamanıdır şimdi. Nasıl yersiniz onları? Üzerindeki incecik zarıyla mı? İkiye bölersiniz, biraz sıkınca meyva, ıslak bir çift dudağa benzer. Ah! Ne güzel şey. Bana bir iyilik yapın: Yarın sabah erkenden gideceğiniz o küçük köyün istasyonunda trenden indikten sonra evinize kadar yürüyün. Yolda üzerinde pırıl pırıl kırağı parlayan bir demet yeşilliği koparın, koparın ve sayın. Kaç tane ot koparmışsanız o kadar yaşayacak günüm var demektir. Ama ne olur, demet biraz kalın olsun. İyi geceler…
3 notes · View notes
otuzsekizinciparalel · 1 year ago
Text
ben eve geldim merak etmeyin, sizinle de hiç alakadar olamıyorum bu aralar ama iyisinizdir, değilseniz de Allah iyilik versin
19 notes · View notes
gridirhayat · 2 years ago
Text
Bi müzik listesi yapıyorum, sevdiğiniz şarkıları ekleyin sizde.
Hâlâ aynı bankta - Rope
Küfür mü iltifat mı - Canozan
deniyorum, ama - Mavi
Bıçakları sırtımda hayatın - Doruk Erester
Dibe iniyorum - Rei 6
Boşver be - Skapova
Ben senden vazgeçtim - Skapova
Ben hâlâ vazgeçmedim - Skapova
Son Arzum - Skapova
Loş, karanlık, hoş bi' şarkı - Hemsaye
Kötüsünü kendime yaptım - kendimden Hallice
Yaratılışın ikinci günü - Hemsaye, çağan Şengül
Bilemedim yorulduğunu - Alp Can zeybek
Küçüğüm - çağan Şengül
Sarılınca geçmiyor - Kaldı 8
Boş çekmeceler - Ahmet Hatipoğlu
Menerit - Kanove
Mumdan kayık - Beycan dağcı
Bu yüzden - Güncel Gürsel Artıktay
Benim Olmayanım - yıldızlardan Düştük
Sakince Yoruldum - Kendimden Hallice
Kanıyorduk - Redd
Binalar Dar - Can Koç
Fafnir - Kanove
Fafnir 2 - Kanove
Kalp Atışları Ve Çelenk - Şiir
Gökyüzünü Tutamam - Can Koç
ama hâlâ - Mavi
Zift - Revios
Tırnak İzleri - Revios
Protez - Revios
Antagonist - Revios
Sarılsana Bana - Vesaire
Şehir - Vesaire
Alışırım Gözlerimi Kapamaya - Manga
1826 Gün - Rota
Vahlar Ağacı - Rekkostal
Seneca'nın Mezarına Yolculuk - Kanove
Üvey - Revios
Kaplumbağa - karambol
Sarhoş Rüyalar Ve Taksimetre - Şiir
Şair Baktığında Dolunaya - Kanove
Konsomatrisin Ninnisi - Şiir
Ay Işığı Ve Bektaşi Üzümleri - Kanove
Dijital Yalnızlık Ve Mavi Saçların - Şiir
Aşk Bir Mezar Kuşu - Kanove
Gidenler Anısına On Yıllık Saygı Duruşu - Revios
Toz - jakuzi
Gökdeniz Abi - şiir
Babam Ve Kırık Oyuncaklar - Kayra
Kendine Rağmen - Jakuzi
İpucumu Buldum - Rinxlaya
Gökyüzüne Bak - Morphia
Duyar Mısın - Morphia
Saklandım - Morphia
Sana Göre Bir Şey Yok - Jakuzi
Sen Bilirsin - Elyas & Taha
İncinmesin Kanatların - Elyas & Taha
Ölü İhtimal - Baturalp
Anla Artık Çocuk - Yıldızlardan Düştük
Sadece - kerem
Unuttum - İmpala
Hatıralar. - İnsanlar gerçek olsa
Seninle Manyak Güzel Olabilirdik - Bazen Uçmak İsterim
Bir Adam - Suzan Hacigarip
Özledim işte - karamel Makiyato
Rol - Lia Shine
Bizden Olsun İsterdim - Boramess
İz - Femrez
Yarın Bugün Gibiyse? - Boramess
Sanki Hevesim Hiç Kırılmamış Gibi - Berkay Altunyay
Dönemedim O Gün Evime - Boramess
Sarhoşum - yedinci Ev
İyi Uykular Peder - Rota
Ah Aman Aman - Kirli
Nereye Kadar - yedinci Ev
Gezegen - yedinci Ev
Zaman Yok - Son Feci Bisiklet
Eksik - Batu Akdeniz
Hiç İyi Değilim - Dolu Kadehi Ters Tut
Sanırım ölüyorum - Agoni
Rahatımı Bozamam - Ravend
Beni Hatırladın Mı - Cem Adrian
Hayatım Leş - Mavi Gri
Anlatamıyorum - mor ve ötesi
Kayıp Şehir - Soner Avcu
Yoksun - Naz ölçal
Bazen - mor ve ötesi
Ah Canım Sevgilim - Rei 6
Kediler Ve Şarkılar - yaşlı amca
Bir Bilsem - Berkay Altunyay
Sevilmemişim - nasıl derler bilirsin
Senden, Benden, Bizden - Athena
Bana Kendimi Ver - Sancak
Seninle , Mavi - Yüksek sadakat
Araf - mor ve ötesi
Aden P2 - Lia Shine
Eskimiş Senelere - Aspova
Aşk Nereden Nereye - Gripin
Kalbimden Tenime - canozan
Son Kez - Rota
Öleceksek ölürüz - Emre Fel
Zor - Erdem Öner
Bu Yağmurlar - Emre aydın
Öyle kolay aşık olmam - Canozan
Dediler Ki - üç nokta bir
İstanbul - Pamela
Nasıl Güzel - sufle
Forsa - mor ve ötesi
Kanıyorduk - redd
Sen de saçmala - redd
Kendimi Buldum - sufle
Hiç bırakma - Anıl Bektaş
Allah'ına Kurban - Pera
Küsme bana - Atakan ata
Hiç kimsenin günahı yok - sufle
Kendimden mi kaçsam - bazen uçmak isterim
Hiçbir yere gitmedim - Hemsaye
Köprüaltı - duman
Hissettin mı - sufle
Yıldızlara bak - yaşlı amca
Ankana kül oldum - Görkemiroğlu
Senden önce senden sonra - sufle
Kayboldum - sufle
Kapkaranlık her günüm - sena şener
Senin marşın - duman
Hayatı yaşa - duman
Arsız Gönül - Athena
Kafama göre - Athena
Kördüğüm - başka
Pus - sufle
Ay karanlık - cem karaca
Bir varmış bir yokmuş - Fatma Turgut
Boşver - nüans
Aşk yok olmaktır - Mabel Matiz
Hep yaşın 19 - MFÖ
Portekiz yağmuru - Boramess
Bende bir çare yok - Boramess
Yıldızların ötesinde - izah
Mayıs 6 - Rope
Beni yordular - Rope
Bunun adı yalnızlık - Rope
Kupa kızı ve sinek valesi - Teoman
Sorgu - rehber
Söndülerse - anıl Piyancı
Dönme - Batuhan kordel
Belki de - tuğkan
Sar bu şehri - canozan
Gitme - dolu Kadehi Ters Tut
Şu an - son feci bisiklet
Bana öyle bakma - Teoman
Bakma bana öyle - Nova norda
Derine indik - adamlar
Toprak yağmura - canozan
Gökyüzü - perdenin ardındakiler
Madem - dolu Kadehi Ters Tut
İstasyon - son feci bisiklet
Yorgunum ve ağrılar - Kaan Boşnak
Hallice Halim - konuya Fransız
Ressamın şarkısı - Bekir karahan
Ütopya - son Feci Bisiklet
Benimle kayboldun - Kaan Boşnak
Rüyalarda buruşmuşum - adamlar
Acının ilacı - adamlar
Seni kendime sakladım - duman
Sarılırım birine - adamlar
Bikinisinde Astronomi - son Feci Bisiklet
Ve ben - yaşlı amca
Siktiret boşver - redd
Bulunmam gerek - Can Bonomo
Derbeder - gece
Kötü şeyler - son feci bisiklet
Yaşıyorum sil baştan - ari barokas
Kırık - neyse
Melekler ölmez - mor ve ötesi
Bul beni - canozan
İtiraf - redd
Kelepçe - yirmi7
Yorma - seksendört
Siyah - neyse
22 - gece
Geçmişin yükü - Pentagram
Yeniden doğarsa - canozan
Işıkları söndürseler bile - manga
Ay düşmüş elektrik tellerine - yirmi7
Yağmur - Suzan Hacigarip
Halledebilirdik - birileri
Yarım kaldım - çağan Şengül
Anlar ona - yedinci Ev
7 notes · View notes
master1wayne · 1 year ago
Note
Günde kaç bölüm yayınlamayı düşünüyorsun?
Ben boş adam değilim yalnız :) her gün yazıp yayınlayamam...
2 notes · View notes
hazzyhazal · 2 years ago
Text
Rüyamda gördüğüm adama aşık oldum, aşık olduğum adam rüya gibiydi. Kalbime onun adını yazdım, kuş oldu uçtu gitti. Ellerim, kalbim boş kaldı. Ruhum beni terk etti ve ben kendi benliğimle baş başa kaldım. Gerçeklerle yüzleşmekten nefret ediyorum. Yalanlarla besleniyorum, yalandan zevk alıyorum. Beni buna sen mahkum ettin. Ben seni sevince, seninle birlikle yalanlarını da sevdim... Sen gittin, yada ben senden giderek aşkımızı terk ettim. Bilmiyorum öyle yada böyle içimde bir yara var. Geçmeyen, her geçen gün artan. Ne oldu şimdi? Sen gidince geriye kalan neler? Yalanların, mükemmel oluşun... Ben senin yüzünden kimseyi sevemiyorum doğru düzgün, kapalı kapılar. Çünkü kimse sen kadar mükemmel olamayacakmış gibi geliyor. Dayanamıyorum, mental olarak çöktüm.
Soran olursa iyi değilim, bir derdim var...
6 notes · View notes
kibelesarkisi · 2 years ago
Text
Sümbül aldım dün bugün öyle bir çiçek açmış ki yan yatmış koca çiçek. Güzellikten boynu bükülmüş de diyebiliriz, kaldıramayacağı kadar kendini yüklenmiş mor bir çiçek de. O incecik gövdeye bu kadar çiçek açılmaz ki bilmiyor mu diye sinirlendim. Ben bugün bir sümbüle sinirlendim. Benim bugün sinirlendiğim şeyleri duysanız herhalde kafayı yedi dersiniz ya da aptal. Ya da, neyse. Herkesin içinden konuştuğu bir mektup arkadaşı vardır. Önce her şeyi onunla konuşur, sonra gider terapiste anlatır. Her şeyi ilk duyan biri vardır içinde, yürüyüş arkadaşı, bulaşık makinesini boşaltma arkadaşı, araba sürerken radyodaki şarkıyı söylediği arkadaşı, bildiniz mi? Olmayanı görmedim. Kime anlatsam çünkü benim de bi tane var diyor. utana sıkıla. Sonra anlatıyor uzun uzun içinde büyüttüğü dostunu. Bana şöyle şeyler diyor, bir kere de şunu demişti ona tutunmuştum uzun süre diyor. Bazen bu eşlikçiler, çok büyüyor, tanrının sesine dönüşüyor. Animus diyor buna Jung. Ben olsam aşk derdim. Öyle ki, bir bulaşık makinası boşaltırken konuşulanlardan çok daha fazla şey biliyor, çok büyüyor bildikleriyle. Artık biz onun iç sesi oluyoruz, ışığı alan ve ışığa çıkan o oluyor. En son ben bunu terapiste anlatacağım artık dedikten sonra kaç seans geçti, anlatamadım. Sonra ben artık size gelmek istemiyorum dedim adama. Baktım, gelmek istemiyorum diyen ben değilim. Analize başladım sonra, kaç hafta geçti tık yok anlatamadım. İnsanlara bir şey anlatmamak için durmadan para ödüyorum dedim kendime. Kızarak. Ama gücüm de yok. El yordamıyla kendimi arıyorum ama hiç bulamıyorum. Baya işgal edilmiş gibi hissediyorum. Arayan ben bile olmayabilirim. Her şey çok karışık ve kafam kaldırmıyor kendimi. Ölsem yapmam dediğim şeylerin kıyısında bulurken kendimi ay ne var bunda diyor içeride biri. O kim? Konuşan yine ben değilim. Yoksa bir insan bir terapiste servet dökerken neden o en önemli konuyu anlatmayıp entelektüel sohbet yapar? Freud rasyonelleştirme diyor freudun da ağzına iyi ki tükürüyorlar her şeye bir şey demiş bıktım. Jung animus diyor o iç arkadaşa. Gittim animus grubuna katıldım. Katıldığım gün bir rüya gördüm 17 gün ağladım. Hocanın verdiği ödevleri görseniz yine kafayı mı yedin dersiniz. Animus için harcadığım emeği görseniz bu kadar mı işin gücün yok dersiniz. İki gün önce şişedeki cin masalını okuyun dedi hoca. Okudum. Okurken tir tir titredim kahraman şişedeki cini çıkarttığı zaman. Ben ölsem yapamam dedim. Bu aptal çocuk nasıl açtı şişenin kapağını öleceğini bile bile dedim. Aptal çocuk aptal çocuk diye sayıklayarak uyudum. Ölsem o kapağı açmam babası nasıl haklı diye uyandım. Uyandığımda elimde boş şişeyle şehrin ortasındaydım. Bir gün sonra. Çok hızlı her şey başım dönüyor. Hayattayım hala, sarhoştum hatırlamıyorum ya da ben değil kuzenim yapmış. Jung a da küfretmeme ramak kaldı, o her şeyi daha da karıştırıyor. Eskiden çok mutluydum. Sonra bir gün bir yazı okudum. Bir feysbuk yazısı. Ne mezunu olduğunu bilmediğim feysbukun tanıyor olabileceğim kişiler arasına koyduğu çok mutlu olan bir adam yazmıştı yıllar evvel. Bir hikayeydi. O gün bin katlı bir binadan attı biri beni. Hayatta kaldım mı bilmiyorum ama tuz buz oldum. Kaç yıldır toparlamaya çalışıyorum. Adamın bundan haberi olsa ben ne bok yedim derdi herhalde. Ver harcadığın paraları bana o yazıyı sileyim derdi. Parayı çok sevdiğine eminim çünkü o yazıdan sonra sadece ne kadar zengin olduğunu paylaşmıştı. Ama o profilde çok alakasız olan o yazı benim kendimde reddettiğim koskocaman bir şeyi önüme yığmıştı. Kaderimizde bir feysbuk yazısıyla yerle yeksan olmak da varmış tanrım. Yıllardır parçalarımı toparlamaya çalışırken, seanslar, krizler, kitaplar, şarkılarla tam geçti artık, bitti, bak her şeyinle yine tastamamsın dediğim anda yıllardır yapmamak için parmaklarımı kırdığım o şeyin önünde parmaklarımı kütletirken ay ne var bunda dediğimi duydum. O anda şişedeki cin çıktı, o anda düşünürken tir tir titrediğim o şey gerçek oldu. Üstümde konforsuz bir alanda yaşadığım özgürlük duygusu vardı. Feysbuktaki adam görse bunları hep kendinden bilirdi. Jung der ki animusumuz bazen koca, bazen baba, bazen karşı komşunun kocası, bazen patron olur dışarıdaki hayatta kendine bir erkekte yer bulur. Benim animusum feysbuktaki o hiç tanımadığım ama yıllarca çok iyi tanıdığımı sandığım adamdı. Animusumu tanıdığımı sandığım gibi. Böyle şeyler yaşamıyorsanız hiç tavsiye etmiyorum, ben o yolda sokakta gördüğüm kadınlardan olmak için çok çabaladım. Oldum da. Tam da onlardan oldum bir ara. Sonra o feysbuk yazısı çıktı işte. Kolay iş değil insanın kendini delik deşik ede ede anlaması. Eğer tasavvuf ehli olsaydım, eğer bir şeyhim olsaydı kesin böyle şeyler yaşamazdım. Ama değilim. O da değilim. Kendime çok şeyh aradım. Birilerine rüyamı anlattım bi gün, mürşidimiz seni çağırıyor dediler. Kalktım gittim. Kimse beni çağırmamış. Haberleri yok benden. Keşke biri beni çağırsa. Çok ihtiyacım var, burası hep çok kelimeli. Hissetmeye ihtiyacım var. Ama kendini mitokondrisine kadar duyan biri nerden nasıl tatmin olur da kendi başına hissetmediği bir şeyi hisseder bilmiyorum. Oruç tutuyorum. Geçen gün hayatımda ilk kez iftar açarken feysbuktaki adama dua ettim. Hep küfrederdim çünkü. Bir feysbuk yazısı yüzünden adam dua aldı benden. Kalpten. Amin. İçimdeki sesi çok iyi tanıyorum sanıyordum. O kadar yürümüşlüğümüz var birlikte. Bugün anladım, hep ben konuşmuşum. Onu tanıdığımı sanmışım. Ben konuştukça o anlar demişim anladığını düşündükçe daha çok anlatmışım. İçimde çok yabancı biri var. Tedirginim. Bu sümbül gibi hissediyorum. Yüküm dünyadan ağır demişti Haluk. Omuzumda hiç tanımadığım biri var boynumu yere eğen, nefessiz bırakan biri. Kendim. Siyanür içsem ölür mü? Didem hocaya anlatsam yine animus canım bu, kabullenip yer açacaksın falan der ama benim böyle şeyler duyacak takaatim kalmadı. Her şeye dümdüz bakıp siktir çekmek istiyorum. İçimde her şeyi anlattığım her sırrımı bilen ama benden olmayan biri var. Dizilerde sırları bilen adamların neden öldürüldüğünü çok iyi anladım. Öldürmeyip de ne yapsın? Beslesin mi? Ben bi kere daha yaşamıştım bunu. Öldürmek istemiştim o sesi, babamı ve feysbuktaki adamı. Animus çekil aradan. Sonra hepsi bir olup üzerime yığıldı. Bir şeyi ne kadar öldürmek istersem o kadar yaşattığımı fark etmem yirmili yaşların sonunda öğrendiğim bir şey oldu. Siyanür içmekten vazgeçtim. İçerdeki, sen benim tanıdığım kişi değilsin. Bunu fark ettirerek elimden bin yıllık mektup arkadaşımı aldın. Bir süre, uzun bir süre yasta olacağım. Önceden tutamadığım tüm yasları şimdi tutacağım. On yıl sonra bir feysbuk yazısıyla ertelenmiş bir yas yaşamamak için uzun süre yas tutacağım. Kaybettim seni, hiç kazanmadan. O zaman bu içimdeki kim yas tutarken bile içimi ısıtan.
2 notes · View notes
kadirtclk16 · 1 month ago
Text
Ömer Hayyam - Hoşgeldin
Hoşgeldin
Ömer Hayyam
Bir muhabbethanedir şol dergah hikmetini bil,
Bade ile mus eyke, dostun kıymetini bil,
Fazla işretten kaçın, ahengi bozma sakın,
Ehl-i-dil olmak gerek, cehlin zilletini bil!
Caniden farkın olmaz, bozarsan meclis-i mey!
Paran ile övünme, burda herkes paşa bey,
Meclis-i muhabbette olmıya uzak yakın
Bu kubbenin işreti ibadetle aynı şey.
Caniden farkın olmaz, bozarsan mecls-i mey!
Şarap içti mi, dilenci sultanlaşır;
Tilki çıkar deliğinden, aslanlaşır;
Yaşlı başlı adam delikanlaşır;
Delikanlı yaşça basca olgunlaşır.
Günahlarım çok olmasına çoktur benim,
Ama dinsizler gibi umutsuz değilim:
Cennet cehennem umrumda değilse de
Ötede hem şarap olacak, hem de sevgili.
Derdin avucundan şarap içmedikçe
Bir yudum su içmiş değilim gönlümce;
Kimsenin tuzuna da ekmek banmadım
Ciğerimi kebap edip yemedikçe..
Hergün şarap çümbüşüne dalanların da
Her gece mihrap önünde kalanların da
Islanmayanı yok, yağmur altında hepsi:
Bir uyanık var, ötekiler hep uykuda.
Unutma, amansız feleğin çarkındasın;
Şarap iç, çünkü ateşten bir dünyadasın;
Madem ki yerin önünde sonunda toprak
Farzet ki üstünde değilsin altındasın.
Sevgiliyle sabah içmedeyiz, saki;
Biz Nasuh tövbesi bilmeyiz, saki;
Yeter okuduğun Nuh hikayesi
Hemen dolsun huzur kasemiz,saki.
Madem aman vermiyor ecel, saki,
Kadeh boş kalmasın, aman gel, saki;
Şu üç beş günlük dünyada gam yemek
Bizim gönlümüzce iş değil, saki.
Şarap sonsuz hayat kaynağıdır, iç;
Gençlik sevincinin pınarıdır, iç;
Gamı yakar eritir ateş gibi,
Sağlık sularında şifalıdır, iç.
Açılmışken nasılsa mutluluk gülün
Niçin elinde kadeh yok böyle bir gün?
Şarap iç, can düşmanındır geçen zaman:
bir daha bu fırsatı bulman ne mümkün?
Kim yüreğini uydurduysa aklına
Bir anını yitirmedi bu dünyada;
Ya Tanrı uğruna ekmek verdi candan
Ya rahatını aradı buldu şarapta.
Günlük Bir Şiir tarafından paylaşıldı.
Hemen edinmek için: https://play.google.com/store/apps/details?id=com.bitlink.poetry
0 notes