#bitki türlerinin korunması
Explore tagged Tumblr posts
Text
Türkiye'de Nesli Tükenen Bitkiler
Türkiye'de Nesli Tükenen Bitkiler
#BitkiBiyolojisi, #BitkiÇeşitleri, #BitkiÇeşitliliği, #BitkiEkolojisi, #BitkiKaybı, #BitkiKoruma, #BitkiTürleri, #BitkiTürlerininKorunması, #Biyoçeşitlilik, #BiyoçeşitlilikKoruma, #BiyolojikÇeşitlilik, #Biyosfer, #ÇevreBilinci, #DoğaKoruma, #DoğalHabitatlar, #DoğalKaynaklar, #DoğalYaşam, #EkolojikÇeşitlilik, #EkolojikDenge, #Ekosistemler, #EndemikBitkiler, #Flora, #HabitatKaybı, #HabitatTahribatı, #HabitatYokOlması, #KorumaAltınaAlmak, #NesliTükenenBitkiler, #TehditAltında, #Türkiye https://is.gd/YXxsWb https://www.tibbivearomatikbitkiler.com/blog/turkiyede-nesli-tukenen-bitkiler/
Türkiye’de nesli tükenen bitkiler ile ilgili bir çok araştırma yapılmakta ve Türkiye, biyoçeşitlilik açısından zengin bir ülke olmasına rağmen, doğal yaşam alanlarının azalması, habitat kaybı, iklim değişikliği ve insan faaliyetleri gibi faktörler nedeniyle bazı bitki türlerinin nesli tehdit altındadır. Bu bitkiler, nadir bulunan ve koruma altına alınması gereken önemli türler arasındadır. Türkiye’de nesli tükenen bitkilerin belirlenmesi ve korunması, biyoçeşitliliğin sürdürülebilirliği açısından büyük önem taşır.
Türkiye’de nesli tükenen bitkilerin birçoğu endemik türlerdir, yani sadece Türkiye’ye özgüdürler ve dünya genelinde başka bir yerde bulunmazlar. Bu endemik bitkilerin nesli tükenme riski, habitat kaybı ve bölgesel olarak azalan popülasyonlar nedeniyle artmaktadır. Özellikle tarım, kentleşme, endüstriyel faaliyetler ve ormansızlaşma gibi insan faaliyetleri, birçok bitki türünün doğal yaşam alanlarını tehdit etmektedir.
Bazı nesli tükenen bitki türleri arasında orkide çeşitleri, anemonlar, lalalar ve nergisler gibi çiçekler bulunmaktadır. Bu bitkiler genellikle özel ekosistemlerde, dağlık bölgelerde veya sulak alanlarda yetişirler ve doğal olarak korunmaları gereken hassas habitatlarda bulunurlar. Ancak, tarım alanlarının genişlemesi, ormansızlaşma ve kentsel gelişim gibi faktörler, bu bitkilerin yaşam alanlarını daraltmakta ve nesillerinin tehlikeye girmesine neden olmaktadır.
İlginizi çekebilir: Nesli Tükenmiş Bitki Türlerini Yeniden Keşfetti!
Nesli tükenen bitkilerin korunması için çeşitli önlemler alınmaktadır. Bunlar arasında habitat restorasyonu, koruma alanlarının oluşturulması, yasadışı avlanmanın ve bitki toplamanın önlenmesi, endemik türlerin izlenmesi ve bilimsel araştırmaların desteklenmesi yer alır. Ayrıca, toplumun bu konuda bilinçlendirilmesi ve yerel halkın katılımı da koruma çabalarının başarılı olması için önemlidir.
Türkiye’de nesli tükenen bitkilerin korunması, biyoçeşitliliğin sürdürülebilirliği ve ekosistemlerin sağlığı için kritik bir öneme sahiptir. Bu bitkilerin yok olması, doğal yaşamın dengesini bozabilir ve ekosistemlerde çeşitliliği azaltabilir. Bu nedenle, yerel ve ulusal düzeyde alınacak koruma önlemleri, Türkiye’nin biyoçeşitliliğini korumak ve gelecek nesillere aktarmak için hayati öneme sahiptir.
Kardelen (Galanthus elwesii): Türkiye’nin kuzey ve batı bölgelerinde yaygın olarak bulunan kardelen, soğuk iklimlerde yetişen endemik bir bitkidir. Ancak, aşırı otlatma, habitat kaybı ve kaçak bitki toplama gibi faktörler nedeniyle nesli tehdit altındadır.
Porsuk (Rhododendron ponticum): Karadeniz bölgesinde doğal olarak yetişen porsuk, yaprak dökmeyen ve çiçekli bir çalı türüdür. Ormanlık alanlarda ve yaylalarda sıklıkla görülürken, ormansızlaşma ve tarım faaliyetleri nedeniyle habitatı daralmış ve nesli tehlikeye girmiştir.
Anadolu Yaban Gülü (Rosa canina subsp. anatolica): Anadolu’nun çeşitli bölgelerinde yaygın olan bu yaban gülü türü, kırmızı meyveleriyle bilinir. Ancak, tarım alanlarının genişlemesi ve kentsel gelişim nedeniyle doğal yaşam alanları azalmış ve nesli tehdit altına girmiştir.
Gümüş Çalı (Salix acutifolia): Akarsu kenarlarında ve nemli habitatlarda yetişen gümüş çalı, sulak alanların tahrip edilmesi ve tarım faaliyetleri nedeniyle nesli tehlike altındadır. Bu türün nadir bulunması ve özel yaşam alanlarına olan gereksinimi, korunmasını önemli kılar.
İncir (Ficus carica subsp. sylvatica): Karadeniz ve Akdeniz bölgelerinde yaygın olan bu incir türü, orman yangınları ve ormansızlaşma nedeniyle habitat kaybı yaşamaktadır. Yabani incir ağaçlarının nesli tehdit altında olup olmadığına dair detaylı araştırmalar devam etmektedir.
Daha fazla bilgi: Dünyada ve Türkiye’de Nesli Tükenen ve Tehlikede Olan Bitkiler
Bu listede yer alan bitki türleri, Türkiye’nin biyoçeşitliliği açısından önemli bir kaynak oluştururken, koruma altına alınmaları ve habitatlarının restore edilmesi büyük önem taşır. Bu türlerin yok olmasının, ekosistemlerin dengesini bozabileceği ve biyolojik çeşitliliğin azalmasına yol açabileceği unutulmamalıdır.
#Bitki Biyolojisi#bitki çeşitleri#bitki çeşitliliği#Bitki ekolojisi#bitki kaybı#Bitki koruma#bitki türleri#bitki türlerinin korunması#biyoçeşitlilik#biyoçeşitlilik koruma#Biyolojik Çeşitlilik#biyosfer#çevre bilinci#Doğa Koruma#doğal habitatlar#doğal kaynaklar#doğal yaşam#ekolojik çeşitlilik#ekolojik denge#ekosistemler#Endemik bitkiler#Flora#habitat kaybı#habitat tahribatı#habitat yok olması#koruma altına almak#nesli tükenen bitkiler#tehdit altında#türkiye
0 notes
Text
Yenişehir Kocasu’da ekosistem çöktü
https://pazaryerigundem.com/haber/187105/yenisehir-kocasuda-ekosistem-coktu/
Yenişehir Kocasu’da ekosistem çöktü
Bursa’nın Yenişehir ilçesinden geçen Kocasu Deresi’nin tamamen kurumasıyla ortaya çıkan manzarayı görenler üzüntü ve korkuyu bir arada yaşıyor.
Gürhan ADANA / BURSA (İGFA)- Uludağ’ın eteklerinden gelen sularla beslenen ve Yenişehir’in Çayırlı, Ayaz, Söylemiş, Subaşı, Akdere, Mahmudiye, Çamönü, Ebeköy ve Köprühisar köylerindeki 40 kilometrelik yolculuğunun ardından Sakarya Nehri’ne dökülen Kocasu Deresi’nde ekosistem çöktü.
Derenin içinden geçtiği Ayaz Köyü’nde kuraklığın arkasında bıraktığı manzara adeta korku filmi setini andırıyor. İlkin binlerce balığın öldüğü dere yatağında devrilen ağaçlar ve bu ağaçları kaplamış kuru yosunlar göze çarpıyor. Yer yer bataklığa dönüşmüş küçük birikintilerde yaşam mücadelesini kaybetmiş sazan, imron, yayın ve delibalıklar hareketsiz yatıyor.
Dere yatağında inceleme yapan Yenişehir Çevre Platformu Sözcüsü Erkan Erdem, “Yenişehir’de kuraklık ve yanlış su yönetimi politikaları nedeniyle dereler kurudu, ekolojik denge bozuldu. Bu durum, bölgede yaşayan birçok canlı türünün yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kalmasına neden oldu. Bölgede sadece balıkların ölmediğini ekolojik hayatın sona erdiğini gördük” dedi.
Yenişehir’de tehlike çanlarının çaldığını söyleyen Erdem,canlı türlerinin yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kaldığını vurguladı. Erdem, “Bursa’nın Yenişehir ilçesinde, son dönemde artan sıcaklıklar ve yetersiz su yönetimi, doğal yaşamı tehdit ediyor. Boğazköy Barajı’ndaki su seviyesinin kritik seviyenin altına düşmesi ve bölgede etkili olan aşırı sıcaklar, birçok derenin kurumasına yol açtı. Su kaynaklarının tükenmesi, sadece tarım sektörünü değil, aynı zamanda derelerdeki ekolojik hayatı da olumsuz etkiliyor” diye konuştu.
Derelerin kurumasının, bölgede yaşayan balıklar, su böcekleri, kurbağalar ve diğer sucul canlılar için hayati öneme sahip suyun tamamen yok olmasına neden olduğuna işaret eden Erdem sözlerini şöyle sürdürdü: “Özellikle balık popülasyonu, su seviyelerinin azalmasıyla birlikte kitlesel ölümlerle karşı karşıya kaldı. Kurbağalar ve su böcekleri gibi suya bağımlı diğer türler de yok olma tehlikesiyle karşı karşıya. Su kaynaklarının azalması, ayrıca derelere bağlı bitki örtüsünün de kurumasına yol açıyor. Bu durum, bölgedeki biyolojik çeşitliliği ve ekolojik dengeyi derinden etkileyerek bir zincirleme reaksiyona neden oluyor. Bitki örtüsünün yok olması, toprak erozyonunu artırarak bölgenin genel ekosistemini tehdit ediyor.”
YANLIŞ SU YÖNETİMİ VE KONTROLSÜZ KULLANIM
Derelerin kurumasının ana nedenlerinden biri yanlış su yönetimi ve kontrolsüz kullanım. Boğazköy Barajı’ndan elektrik üretimi için gereğinden fazla su salınmasının ve kaçak su kullanımlarının, su seviyelerinin bu denli düşmesine yol açtığı çevre köylerde yaşayanlar tarafından ifade edildiğini söyleyen Erdem, su yönetimi politikalarındaki eksikliklerin, bu süreçte doğrudan etkili olduğunu belirtti.
ACİL EYLEM PLANI GEREKLİ
Su kaynaklarının korunması ve derelerin yeniden canlandırılması için acil bir eylem planı hazırlanması gerektiğini bildiren Erdem, sözlerini şöyle tamamladı: “Ekolojik dengeyi korumak ve doğal yaşamı sürdürebilmek için etkili bir su yönetim planının yanı sıra, bilinçli tarım ve su kullanımının teşvik edilmesi gerekiyor. Bölgedeki su kaynaklarının sürdürülebilir yönetimi, sadece tarımsal faaliyetler için değil, aynı zamanda ekolojik hayatın korunması için de büyük önem taşıyor. Yenişehir’de yaşanan bu çevresel kriz, su kaynaklarının doğru yönetilmesi ve korunması gerekliliğini bir kez daha gözler önüne seriyor. Doğal yaşamın ve ekolojik dengenin korunması için tüm paydaşların sorumluluk alması gerektiği açıkça ortada.
BU Haber İGF HABER AJANSI tarafından servis edilmiştir.
0 notes
Link
(singapur sky garden) Günümüz koşullarında parkları ve bahçeleri çeşitli bitkilerle doldurmak oldukça kolay hale gelmiştir. Gelişmiş taşımacılık sistemleri ve üretim modelleri sayesinde belli bir dönem sadece sahra çölünde ve amazonda yetiştirilen çiçekler ve süs bitkileri şuan herkes için ulaşılabilir durumda olmuştur. Sadece pasifik adalarıyla sınırlı kalmış çeşitli baharatlar, tropikal iklimlerde yetiştirilebilen meyveler ve Güney Amerika’ya özgü sebzeler günümüz koşullarında dünyadaki büyük marketlerde yerlerini almış durumda. Fakat bitkiler hiçbir zaman bu kadar kolay ulaşılabilir durumda olmamıştır. Kültür çeşitlerinin ve bitki türlerinin bu kadar geniş kapsamlı bilinmesini bitki toplayıcılığının ve bahçeciliğin öncülüğünü yapmış kaşiflere borçluyuz. Kitle ulaşımının ve ticaretinin yayılmasından önce kaşifler uzak diyarlardaki türleri tanımak ve elde etmek için yaşamlarını riske atmışlardır. Toplumlar bitkisel hammaddeleri elde etmek için savaşlar yaşanmış çoğu imparatorluklar tohum üstünden gerçekleştirilen antlaşmalarla hem kendilerini güçlendirmişler hem de sınırlarını genişletmişlerdir. Mısır firavunu Hatşepsut’un MÖ 15. Yüzyılda, Punt ülkesinden Mısır’a getirdiği sığla ağaçları, bitkilerinin yolculuklarının ilk örneklerindendir. O dönemde, ağaçlardan elde edilen mür ve buhur gibi güzel kokulu reçineler hem dini ayinlerde hem de çeşitli tedavilerde kullanılmıştır. Roma ve Müslüman orduları ele geçirdikleri yerlere yararları bitkileri de beraberinde götürmüşlerdir. Örneğin, ceviz ağacı ve incir İngiltere’ye Romalıların işgalinden sonra gelmiştir. 15. ve 16. Roma ve Müslüman orduları ele geçirdikleri yerlere yararları bitkileri de beraberinde götürmüşlerdir. Örneğin, ceviz ağacı ve incir İngiltere’ye Romalıların işgalinden sonra gelmiştir. 15. ve 16. Yüzyılda denizlere yapılan keşiflerdeki en büyük etken baharatlara sahip olunmasıydı. Batılı ulusların baharat olarak kullandığı tomurcuk karanfil, küçük Hindistan cevizi ya da muskata karşı tutkuları Christopher Columbus’un Atlas okyanusunu geçmesini, Vasco da Gama’nın Hindistan’a seyahatini ve Macellan’ın dünyanın çevresinde sefere çıkmasını sağlamıştır. Zamanla botanikçilerin bitki ekimini öğrenmeleri ve değişik coğrafyalardan tohum elde etmek bunları sınırlardan kaçak olarak geçirmek ulusların kaderlerini değiştirmenin bir yolu olarak görülmüştür. Bilim adamlarının açıklamalarına göre, dünyadaki bitki türlerinden sadece dörtte üçünü sınıflandırmış durumdayız; buda demek oluyor ki botanikçilerin daha kat etmeleri gerektikleri çok yol olduğunu söyleyebiliriz. Küresel ısınma ve çevrenin tahrip edilmesiyle beraber canlıların yarısından çoğunun tehdit altında olması nedeniyle biyolojik çeşitliliğin korunması botanikçilerin en temel sorumluluklarından biri haline gelmiştir. Aksi halde gelecek nesiller için yararlı olabilecek çoğu bitkilerin soyları ve türleri biz keşfetmeden tükenebilir diyebiliriz.
0 notes
Photo
PAÜ, BİYOM arazisinde hiçbir bitkiye zarar vermeden alt yapı çalışmasını tamamladı Pamukkale Üniversitesi (PAÜ) tarafından hayata geçilen ve açıldığında 500'e yakın bitki türünün sergileneceği Bitki Genetiği ve Tarımsal Biyoteknoloji Uygulama ve Araştırma Merkezi'nde (BİYOM) alt yapı çalışmaları tamamlanırken, havadan görüntülenen alt yapı çalışmalarında ise bitkilere zarar verilmediği gözlendi. BİYOM uygulama merkezinin kullanılmayan alanlarında yapılması planlanan fakülte binalarının kanalizasyon ve alt yapı çalışmaları sona erdi. Geçtiğimiz günlerde bazı medya organlarında iş makinesi ile müdahale yapıldığı iddia edilen yerli tohum ve bitki üretim projelerin yürütüldüğü üretim tarlasının alt yapı çalışmaları da proje kapsamında bitirildi. 10 bin 600 metrekarelik alana sahip BİYOM'da çok sayıda yerli tohum projesi yürütülerek tarımsal alanda ülke ekonomisine katma değer sağlanması hedefleniyor. Seyrek ve az sayıda bulunan aranyo (çalı türü bitki sınıfı) bitkilerinin ise alt yapı çalışmaları kapsamında bulundukları yerden profesyonel bahçıvanlar tarafından sökülerek saksılara yerleştirildiği ve periyodik bakımlarına devam edildiği öğrenildi. Birçok bitki türü koruma altında BİYOM, Denizli ve Türkiye için ekonomik ve kültürel öneme sahip bitki türlerinin modern teknolojilerle toplanması, karakterize edilmesi, korunması, çoğaltılması ve ıslah edilmesine imkan sağlayacak. Merkezde klasik ve modern bitkisel yetiştiricilik, hızlı çoğaltma, genetik ve moleküler karakterizasyon, ıslah, hastalık testleri, gen kaynağı, bitki embriyolojisi, fitoremediyasyon gibi yöntemler uygulanacak. Merkezde Türkiye'de kaybolmakta olan bitkisel gen kaynaklarının in vitro ve in vivo koşullarda korunabilmesi için gerekli teknolojilerin geliştirilmesine ev sahipliği yapacak. Talep edildiği durumlarda BİYOM'da bitkisel materyallerin pilot üretimleri sera ve açık arazi koşullarında yapılacak. Çalışmalarda hiçbir bitkiye zarar verilmedi İhlas Haber Ajansı (İHA) kameramanları tarafından BİYOM arazisinde alt yapı çalışmalarının yapıldığı alan ve bitki tohumlarının dikili olduğu bölgeler havadan görüntülendi. Yerlerinden titizce sökülen aranyo bitkilerinin bulunduğu alana iş makinesi yardımıyla 80 santimetrelik kanallar kazılarak pis su giderlerinin olduğu borular döşendi. Merkeze yapılması planlanan Mimarlık Fakültesi, Çocuk Bilim Merkezi ve Anaokulunun alt yapı çalışmalarının sağlıklı olması için yapılan alt yapı çalışmasında hiçbir bitkiye zarar verilmediği belirtildi. “Soğanlara proje bitkilerine zarar verilmesin diye bu çalışmayı yaptık” PAÜ Yapı İşleri Teknik Daire Başkanı Ahmet Barbak yapılan alt yapı çalışmalar esnasında her hangi bir bitkiye zarar verilmediğinin altını çizdi. Merkezdeki alt yapı çalışmasının ana kanalizasyon hattını bağlanacak şekilde yapıldığını ve bu çalışmalar esnasında bitkilerin zarar görmediğini yenileyen Bardak, “Bu alt yapı çalışmamızı yapmamız gerekiyordu çünkü mimarlık fakültesi ihalemize çıkacağız, anaokulu binalarımızı yapacağız. Tabii ki bunların kanalizasyonlarını da bağlayacağımız bir ana hat olması gerekiyor sağlık yönünden. Biz özellikle burada çalışmalarımıza bariyerlerle güvenlik önlemlerini alarak ve küçük bir kepçe sokarak burada bir kazı çalışması yaptık. 80 santimetre derinliğinde kanallara boru döşeyerek hattımızı tamamladık. Üzerini örterek eski haline getirdik. Kazı çalışmalarına başlarken açmış olduğumuz buraya koruma altına alan yabani hayvanların girmemesi için yapılmış olan tel örgüyü tekrar 2 kat yaparak eski haline getirildi. Buradaki soğanlara proje bitkilerine zarar verilmesin diye bu çalışmayı yaptık. Kazı çalışmasına başladığımızda yerde aralıklı duran aronya bitkilerini üniversitemizin yetkili bahçıvanları tarafından alınarak saksılara oturtulmuştur ve sulamaları da düzenli bir şekilde yapılmaktadır” diye konuştu. Fadıl Pişkin - Köksal Kılınç #urfahaber #urfayazar #urfa #sanliurfa #urfagündemi #urfasondakika #haber #sondakikahaber #haberler
0 notes
Text
Bozayılar sağlıklı yaşam alanlarının göstergesi https://ift.tt/2r95rkg
Bozayılar (Ursus arctos) beslenme alışkanlıkları ve yaşam biçimleri ile içinde bulunduğu yaşam alanlarının sağlıklı olduğunun göstergesi. Bu nadir türün korunması insanın da dahil olduğu tüm canlılar için büyük değer taşıyor. Bu nedenle ayılar Türkiye’nin de taraf olduğu Avrupa Yaban Hayatı ve Doğal Yaşam Ortamlarını Koruma (Bern) Sözleşmesi’ne göre kesin koruma altında. Ayıların yaşam alanlarında zaman zaman karşılaşılan ayı insan çatışmasını ise ayıları öldürmeden ortadan kaldırmak için pek çok yenilikçi yöntem bulunuyor.
Büyük memeliler konusunda çalışan Dr. Yasin İlemin’in konu hakkında yaptığı açıklamaya göre “Bütün yırtıcı türleri gibi bozayıların bir alanda bulunması o alanın ekolojik olarak doğal yapısını koruduğunu göstermektedir. Çünkü bozayı gibi yırtıcı hayvanlar doğada avı olan diğer hayvanlar üzerinde bir kontrol mekanizmasıdır. Bozayı, kurt, vaşak ve karakulak gibi türlerin yok olması ekosistemde otçul türlerin ve yaban domuzlarının aşırı artacağı anlamına gelmektedir ve biz bugün bunu Ege ve Akdeniz bölgesinde özellikle Muğla’da acı bir şekilde görüyoruz.” Dr.Yasin İlemin’e göre bozayılarınTürkiye’deki nüfusu en çok 4000 bireyden oluşuyor.
Doğa Derneği Koruma Programı Koordinatörü Itri Levent Erkol ise konu hakkında şunları ifade etti: “Sıkçagündeme gelen bozayı insan çatışması başta insan kaynaklı sorunlar nedeniyle ortaya çıkıyor. Bozayılar bugün diğer türleride tehdit eden plansız yapılaşma, yol ve baraj inşaatları gibi sebeplerle yaşam alanları ve beslenme kaynaklarını kaybetmekte.Ayılarla insanlar arasındaki çatışma, bozayıların doğal yaşam alanlarının insan faaliyetleri sonucunda parçalanması ve bu nedenle ayıların insanların olduğu bölgelere giderek daha fazla yönelmesinin bir yansıması. Bu nedenle, bu çatışmanın çözülmesi için ayıların öldürülmesi değil, insanın ayılar ve tüm canlılarla uyum içinde yaşayabileceği çözümlerin üretilmesi gerekiyor. Doğa Derneği, önceki yıllarda WSPA (Dünya Hayvanları Koruma Derneği) ile birlikte yürüttüğü çalışmalarda ayı ve insan çatışmasını ortadan kaldırmak için örnek çalışmalar uygulamıştı.”
Bozayılar Türkiye’nin taraf olduğu iki uluslararası anlaşmaya göre de kesin olarak korunması gereken türler arasında yer alıyor. Bu anlaşmalardan biri Avrupa’nın Yaban Hayatı ve Yaşama Ortamlarını Koruma Sözleşmesi, kısa adıyla Bern Sözleşmesi. Bakanlık kararı ile vurulmak istenen boz ayılar, Bern Sözleşmesi Ek II listesi içerisinde yani “kesin koruma altında olan fauna türleri” arasında “ayıgiller” sınıfında yer alıyor. Konuyla ilgili diğer bir anlaşma ise Nesli Tehlike Altında Olan Yabani Hayvan ve Bitki Türlerinin Uluslararası Ticaretine İlişkin Sözleşme, kısaca CITES. Bu sözleşme de ayıları mutlak korunması gereken ve ticareti yapılamayacak türler arasına dahil ediyor.
Bozayı, 4915 sayılı Kara Avcılığı Kanunu’na göre “av hayvanları” arasında değil, “yaban hayvanları” arasında yer alıyor ve bu nedenle avlanması yasak. “Yaban Hayvanlarının ve Yaşam Alanlarının Korunması, Zararlılarıyla Mücadele Usul ve Esasları Hakkında Yönetmelik” ise yaban hayvanlarından zararlı olanlarla mücadele olanağı tanımakla birlikte ve bunun ancak ulusal ve uluslararası mevzuat kapsamında çıkarılacak usul ve esaslar çerçevesinde yapılabileceğini ifade ediyor.
Konu hakkında açıklama yapan Doğa Derneği Koruma Programı Koordinatörü Itri Levent Erkol sözlerine şöyle devam etti: “Türkiye’de doğanın bütünü ve özellikle de bozayı gibi büyük canlılar zaten büyük tehdit altında. Yeşil Yol, diğer yol inşaatları,HES’ler, barajlar, madenler ve sayısız başka proje ayıların ve diğer canlıların yaşam alanlarını böldü, parçaladı, daralttı. Doğa Derneği, 2006 – 2010 yılları arasında bozayılar üzerine gerçekleştirdiği çalışmalar sonucunda ayıların yaşam alanlarının kaybı nedeniyle ciddi tehditlerle karşı karşıya olduğunu ortayakoymuştu. Kısacası ayılar bize değil, biz onlara zarar veriyoruz. Yaşanan ayı insan çatışmasını çözmek ise ayıları öldürmeden de mümkün. Doğa Derneği yine önceki yıllarda bu konuda pek çok somut uygulama gerçekleştirdi ve Karadeniz Bölgesi’nde başarılı örnekler oluşturdu. Örneğin,arıcılık yapanların kovanlarını korumak için Rizeİkizdere ve ArtvinYusufeli’dearı platformlarıyapıldı. Arı kovanları,dayanıklı malzemeden yapılan ve yerden üç metre yükseklikte olan bu platformlarınüzerine yerleştirildi. Bugünayıları öldürmek yerine, tüm dünyada olduğu gibi bu örnek uygulamaların yaygınlaştırılması ve daha da geliştirilmesi gerekiyor” dedi.
youtube
from Aeroportist I Güncel Havacılık Haberleri https://ift.tt/2FGPKLa via IFTTT
0 notes
Text
Kaybolmuş Canlılar
Dünya bundan uzuuun zaman önce günümüzden çok farklı görünüyordu. Çevre, hayvanlar ve hatta atmosfer bile. Daha çok Mezozoik süresince yani Trias, Jura ve Kretase boyunca yaşayan dinozorları ve bazı sürüngenleri konuşağız. Evet Dünya oluştu, 3.8 milyar yıl önce canlı yaşam ortaya çıktı, kahraman siyanobakteriler atmosferi yeniden dizayn etti ve pompaladıkları oksijen yaşamın patlama yapmasına sebep oldu. Bu aynı zamanda çok fazla yayılan bu türlerin atmosferdeki karbondioksit miktarını düşürmesini, ilk masif yok oluşları ve buzul çağlarını da başlatan olaydır. Kambriyen Patlaması, ardından Ordovisyen, Silüryen ve bitkilerin suya bağımlı sürünücü, küçük otsu bitkiler olmaktan çıkıp odunsu gövdeleri ve 30 metreyi bulan boylarıyla ortaya çıktığı Devoniyen... Ardından kömür yataklarının oluştuğu Karbonifer geldi. Yoğun bitki örtüsünün ürettiği oksijen, nem ve diğer bazı faktörler böceklerin gelişip çeşitlenmesi için iyi bir fırsattı. Ayrıca omurgalılar bu dönemde iyiden iyiye karada çeşitlendiler. Sonrasında gelen Permiyen'in sonunda masif bir kitlesel yok oluş daha yaşandı ve deniz yaşamının neredeyse %90'ı yok oldu. Kara canlılarının da yarısından çoğu tükense de bitki grupları ve sürüngenler genellikle bu olayı atlatmayı başardılar. Deniz yaşamının neredeyse tamamen son bulmasına karşın kara yaşamının bu durumdan o kadar fazla etkilenmemesi, bu yok oluşa bir meteorun neden olduğu tezini zayıflatmaktadır. Gelelim Mezozoik zaman dilimine.. Günümüzden 251 milyon yıl önce başlayıp, 65 milyon yıl önce sona eren bu dönem, yeryüzünde yürüyen en muhteşem canlılara tanıklık etti. Trias, kıtaların ayrılmaya başladığı, ilk küçük memeli türlerinin ve dinozorların ortaya çıktığı dönemdi. Kurak iklim yaygındı. Ilıman ve sığ Tetis Denizi'nde ilk mercanlar oluşmaya başlamıştı ve deniz yaşamı oldukça hareketliydi. Günümüz denizlerinden farkı dev deniz sürüngenlerinin baskın oluşudur. Trias'ın sonlarında meydana gelen nispeten küçük bir yok oluş sebebiyle dinozorların iyice yayılıp güçlenme imkanı buldukları Jura başladı. Kıtalar birbirinden ayrılmaya devam ediyor ve ayrıldıkları levha sınırları boyunca volkanik faaliyetler görülüyordu. Sıcaklık, nem ve dolayısıyla yağış artmıştı. Yükselen deniz seviyesi pek çok karayı örtmüş, sığ denizler oluşmasına sebep olmuştu. Bitki yaşamı da nem ve yağışlar nedeniyle oldukça güçlendi. Jura sonunda dinozorların pek etkilenmediği ama deniz yaşamını çok olumsuz etkileyen bir yok oluş daha yaşanır. Daha sonra Kretase başlar. Dönemden kalan çok sayıda tebeşir yatağından dolayı Tebeşir Devri diye de anılan bu dönem dinozorların altın çağına tanıklık etmiştir. Bu dönemde dinozorlar karaların tartışmasız hakim türü oldular ve devasa boyutlara ulaştılar. Yine en parlak dönemlerinde dinozorlar, Kretase sonunda, yani 65 milyon yıl önce gerçekleşen büyük kitlesel yok oluşta yeryüzünden silindiler. Bu memelilerin şafağı oldu. Şimdi bu dönemlerde yaşamış başlıca önemli ve ilginç canlı türlerine bakalım. Trilobit (Kambriyen - Permiyen 500+ - 250 myö) = 3 lobdan meydana gelen bu canlının adı tri-lobitadan gelir. Sert kabukları nedeniyle fosilleri çok sayıda ve kolay bulunduğundan tarih öncesi devirlerin ikonik canlılarındandır. Permiyen'de meydana gelen masif yok oluşta yani 250 milyon yıl önce nesli tükenen trilobitler dünya üzerinde 270 milyon yıl kalmayı başardılar. Bu açıdan en başarılı erken dönem canlılarındandırlar. (Altta trilobit fosili. İsterseniz bolca bulunan bu fosillerden uygun fiyatlara satın alabilirsiniz.
Eurypterid (Ordovisyen - Permiyen 470-250 myö) = Yaşamış en büyük eklembacaklılardan biri olan ve basitçe dev deniz akrebi diyebileceğimiz bu tür, çağının dikkate değer avcılarındandı. İsminin kökeni bir çeşit antik Yunan gemisine dayanır. Jaekelopterus gibi bireyler 2.5 metreye kadar büyüyebiliyordu. Bu arada deniz akrebi olarak adlandırılsalar da bunlar gerçek anlamda akrep değillerdir. (Altta bazı türleri ve 180 cm uzunluğundaki bir insan ile boyut karşılaştırması.)
Dunkleosteus (Geç Devoniyen 380-360 myö) = Tam anlamıyla farklı.. Devoniyen'de yaşamış olan Dunkleosteus, zırhlı balıkların en dikkat çekicilerinden biridir. Öncelikle büyük cüssesi, ilginç görüntüsü ve korkunç ısırma kuvvetiyle dikkat çeker. Ortalama 6 metre boya ulaşan Dunkleosteus'un, ısırma testlerinde bir aracı rahatlıkla ısırarak ortadan ikiye bölebileceği tespit edilmiştir. Ağzında ilk bakışta jilet benzeri büyük dişler varmış gibi görünse de, bunlar diş değil kemik plakalarıdır. Sürekli birbirlerine sürtündüklerinden olsa gerek oldukça keskinler. Ayrıca balığın baş ve ön gövde kısmının zırh benzeri kalın kemik plakaları ile korunması onu diğer deniz canlıları için kayda değer bir rakip haline getirmişti. Vikipedi sayfasında balığın bir köpekbalığı olduğu ve megalodonların neslinin tükenmesine sebep olduğu bilgisi ise kesinlikle yanlıştır. (Altta Dunkleosteus'un bir dalgıçla birlikte resmi ve zırhlı kafasının fosili.)
Tiktaalik Roseae (Devoniyen 374 myö) = Eğer Yunan ordularının Truva'ya, müttefik ordularının Normandiya sahillerine yaptıkları çıkarmaları önemli sanıyorsanız bir de Tiktaalik'in yaptıklarına göz atın. Bu müthiş kaşif, hayvanların sudan karaya geçişini temsil eder. Ondan önceki balıklarda başın vücuda sabitlenmesini sağlayan kemik grupları bulunurken, Tiktaalik'in başı vücudundan ayrı hareket edebiliyordu. İlk boyun ve bilek yapılarını onda görüyoruz. Boyun özelliği amfibiler, sürüngenler, kuşlar ve hatta biz memeliler ile ortaktır. Karada yaşamaya, dolayısıyla yerçekimine uygun kemik yapılanması ile Tiktaalik'e içimizdeki balık desek yanlış olmaz. Ondan sonra Eryops gibi sinapsidler Karbonifer boyunca karalarda yayıldılar.
(Altta Tiktaalik Roseae)
Meganeura ( Karbonifer 300 myö) = Günümüzde helikopter böceği ya da yusufçuk diye adlandırdığımız böceğe oldukça benzeyen Meganeura'nın boyutları 70 cm'yi aşabiliyordu. Karbonifer'in böcekler için aşırı elverişli ortamı ona bu kadar büyüyebilme imkanı vermiştir. Ayrıca uçabilen bu böceği avlayabilen çok sayıda avcı da bulunmuyordu.
(Altta Meganeura )
Arthropleura (Karbonifer - Permiyen 300-295 myö) = Yeryüzünde yaşamış, bilinen en büyük omurgasızdır. Bu böceği, devasa, 2.5 metre boyunda bir çıyana benzetebiliriz. Hayal etmesi bile rahatsız edici. Bu canlı da Karboniferin bol oksijenli ve az predatorlu ortamından faydalanıp bu boyutlara ulaşmış. Eğer nesilleri tükenmemiş olsaydı, onların sadece otla beslendiklerini bilmek oldukça rahatlatıcı olurdu.
(Soyu tükenmese, bir orman yürüyüşünde bu tarz karşılaşmalar yaşanabilirdi...)
Pulmonoscorpius (Karbonifer 358-298 myö) = Şaşalı bilimsel adını bir kenara bırakıp ona akrep dememizde hiçbir yanlışlık yok. Sadece akranları gibi fazla gelişmiş. 70 cm ile 1 metre kadar büyüyebilen bu akrepler günümüz akreplerine oranla çok büyük gözlere sahipler. Bu da onların avcı özelliklerini pekiştirmekte. Akreplerin en önemli özellikleri olan zehirlerine gelecek olursak, Pulmonoscorpius'un zehrinin ne ölçüde kuvvetli olduğu bilinmemektedir. Karnivor olduğu neredeyse kesin olarak bilinmekle birlikte, diyeti hakkında da yeterli veri yok. Muhtemelen yeni gelişmeye başlayan küçük sürüngenler ve diğer böcekgillerle beslenmiş olabilir. (Altta 180 cm uzunluğundaki bir insanla kıyaslaması görülmekte. )
Dimetrodon ( Erken Permiyen 295-270 myö) = Çoğunlukla dinozorlar ile karıştırılan ve onlarla birlikte resmedilen Dimetrodon'un aslında memelilere daha yakın olduğunu bilmek insanı şaşırtıyor. Zaten ilk dinozorlar ortaya çıkmaya başlamadan 40 milyon yıl kadar önce bu nadide hayvan yeryüzünden silindi. Dimetrodon'un fiziksel özelliklerine bakacak olursak; ilk bakışta büyük yelkeni, dişlerle dolu çenesi ve büyük kafası ile dikkat çekmekte. Bu özellikleri ile döneminin apex predatoru olduğu rahatlıkla söylenebilir. Diş yapısından ve genellikle sulak bölgelerde yaşamasından ötürü çokça balıklarla beslendiği düşünülüyor. Yine de zaman zaman bazı büyük böcekleri, sinapsid ve amfibileri de mideye indirmiş olabilir. Hayvanın yelkeni ise amacı tartışmalı bir bölüm. Yaygın kanı bu yelkenin geniş bir damar ağı ile örülü olduğu ve hayvanın vücut ısısını dengelediği yönünde. Eğer damarlarla dolu bu bölümü güneşe tutarsanız sizi ısıtacaktır, tam tersi durumda ise bedenin soğumasına yardım edebilir. Aynı zamanda günümüz kuşlarını, örneğin tavus kuşlarını ele alacak olursak erkek Dimetrodonlar yelkenlerini kur yapmak veya rakiplerinden daha büyük görünmek için de kullanmış olabilir.
(Altta bir Dimetrodon fosili ve restore edilmiş bir Dimetrodon'un 180cm boyundaki bir insanla karşılaştırması görülmekte)
Moschops ( Orta Permiyen 265-260 myö) = Memeli benzeri canlılardan biri daha. Aslında oldukça biçimsiz görünen bu hayvanlar dönemlerinin en büyük kara canlılarıydılar. Boyları genellikle 2.5 ila 3 metre arasında olurdu. Otla beslenirlerdi. Küt bir kuyruk, büyük bir kafa ve küt otçul dişlere sahiplerdi. (Altta bir grup Moschop görülmekte)
Purlovia (Geç Permiyen 298-250 myö) = Türdaşlarına göre büyük bir kafası olan Purlovia'nın en ilginç özelliği köpek dişleridir. Henüz çok yeni bulunan bir tür olduğundan (2011) hakkında çok fazla şey bilmiyoruz.
(Altta Purlovia Maxima)
Diplocaulus (Permiyen 260-250 myö) = Hem suda hem de karada yaşayan amfibi bir canlı olan Diplocaulus en çok bumeranga benzeyen kafası ile dikkat çekiyor. Semenderler gibi iki ortamda da yaşamaya elverişli kaygan bir derisi bulunduğu düşünülen hayvanın neden böyle bir kafaya sahip olduğu ise soru işareti. Defansif mi? Karşı cinsi etkilemek için mi? Yoksa suda daha hızlı hareket etmesine veya toprağı eşelemesine mi yarıyor bunu bilemiyoruz. Hayvanın genel vücut şeklinden günümüz balinaları ve yunusları gibi yukarı aşağı hareketlerle yüzdüğü tahmin ediliyor. Diplocauluslar genellikle 1 metreye kadar büyüyebiliyorlardı.
(Altta nispeten iyi korunmuş bir Diplocaulus fosili ile birlikte, hayvanın restore edilmiş bir kopyası görülüyor.)
Helicoprion (Permiyen - Erken Trias 290-250 myö) = Genellikle 3-4 metre boyutlarına ulaşabilen bu köpekbalığı alt çenesinde spiral şeklinde dişlere sahiptir. Nadiren 6-7 metre boya ulaşabilmiş bireylere rastlanır. Adı da zaten Yunanca "spiral testere"dir. Oldukça farklı bir görüntüsü olan bu canlının gerçekten yaşadığını hayal etmek fosilleri olmasa neredeyse imkansız.
(Altta Helicoprion)
Fırfırlı Köpekbalığı = Nesli tükenmiş sanılmasına rağmen günümüze değin varlığını sürdürebilmiş gerçek, yaşayan bir fosil. Muhtemelen bu isimle anıldığını öğrendikten sonra insan içine çıkamaması, neslinin tükendiğini sanmamıza sebep olmuş olabilir. 120 ila 1300 metre derinlik aralığında yaşayan bu hayvanlar genelde balıklar ve kendilerinden küçük köpekbalıkları ile beslenirler. Boyları 2 metreye nadiren ulaşır. Acaba nesli tükendi sandığımız deniz canlılarından kaçı onun gibi derinliklerde varlığını sürdürmektedir?
(Altta fırfırlı köpekbalığı, muhtemelen sadece annesinin sevebileceği bir görünüme sahip)
Eoraptor (Trias 228 myö) = Bilinen en eski dinozorlardan olan Eoraptor'un ağırlığı 4-10 kg arasında değişmekteydi. Adının anlamı şafak hırsızı anlamına gelir. Bunun nedeni dinozorun, diğer dinozorların yumurtalarını çalarak beslendiğinin düşünülmesidir.
(Altta Eoraptor Lunensis)
Procompsognathus (Trias 250-200 myö) = Başlangıçta dinozorlar oldukça küçük canlılardı. Örneğin procompsognathus ortalama bir kedi kadardı.
(Altta Compy)
Plateosaurus (Geç Trias 230 myö) = İlk dinozorlar çok iri ve çeşitli olmasalar da, Trias sonlarına doğru farklılaşmaya başladılar. Bazıları ataları gibi etçil kalırken bazıları otçul hale geldi. Büyük sauropodlar ortaya çıktılar. Henüz dev boyutlara ulaşmamışlardı, boyunları ardılları kadar uzun değildi. Boyları 5 ila 10 metre arasında ve ağırlıkları 4 ton civarındaydı. Bu sebeple yer yer yüksek yapraklara ulaşabilmek için iki ayakları üzerinde yükseldikleri düşünülmektedir.
(Beslenmekte olan bir Plateosaurus)
Dilophosaurus (Erken Jura 193 myö) = Zamanının büyük etçilleri arasında yer alan Dilophosaurus 2-3 metre yüksekliğe ve 6-7 metre uzunluğa ulaşabiliyordu. Kafasının üzerinde bulunan kemik çıkıntıları karakteristik özellikleridir. Zaman zaman bunların zehir kesesi olduğuna dair görüşler ortaya atılmış olsa da, daha çok süsleme ve karşı cinse kur yapma amacıyla kullanıldıkları düşünülmekte. Jurassic Park serisinde Dilophosaurus'un bir insanın yüzüne zehir fışkırtarak onu kör edebildiği işlense de buna dair bir kanıt bulunamamıştır. Dinozorun Türkçe viki sayfasında da bu özellik yanlış olarak aktarılmıştır. Dilophosaurus'un zehir özelliği gibi kafasının etrafında bir yele olduğuna dair de kanıt yoktur. Dişleri uzun fakat dayanıksızdır. Çeneleri de zayıf olduğundan dolayı yaygın görüş otçulların tek başına bir Dilophosaurus'tan kurtulabilecekleri yönündedir. Bu nedenle grup halinde avlanmış olabilirler.
(Altta önce Dilophosaurusun Jurassic Park filminde işlendiği zehirli ve yeleli hali, sonrasında modern rekonstrüksiyonların ışığında gerçek hali görülmekte.
Stegosaurus (Jura 160-145 myö) = En garip görünümlü dinozorlardan biri olmasına rağmen oldukça nazik bir dev olduğu düşünülüyor. Otobur olan bu canlı, Kuzey Amerika'nın sık ormanlık alanlarında yaşardı. Üzerinde dikenler olan ve bir sopaya benzeyen kuyruğu başlıca savunma aracı olmalı. Sırtındaki plakalar ise üzerinde fikir birliği olmayan konulardan biri. Kuyruğunda bulunan dikenlerin aksine, bu plakaların savunma amaçlı olduğunu söylemek güç. Zira yapıları incelendiğinde oldukça gözenekli, kan damarlarıyla dolu oldukları görüldü. Yani bırakın savunmayı, tam tersine yırtıcılar için hafif çıtır, bol kanlı gofretler gibiydiler. Dolayısıyla bu kanlı plakalar ısı ayarlaması için kullanılmış ya da dişilere kur yapma amaçlı kullanılmış olabilir. Genel olarak çok zeki olmadığı düşünülen Stegosaurus'un kafası vücuduna göre oldukça küçüktü ve beyni bir cevizden çok az daha büyüktü. Bedeni 2.5-3 ton ağırlığa erişebiliyordu.
(Altta Stegosaurus, büyük dikenler taşıyan kuyruğu ve sırtında bulunan çift sıra plakalar.)
Archaeopteryx ( Jura 150-147 myö) = Çoğu zaman yanlış olarak ilk kuşlardan kabul edilse de ondan daha yaşlı kuş benzeri dinozorlar bulunmuştur. Yine de Jura dönemi açısından en bilinir ve ünlü canlılardandırlar. Bedenleri küçük, genellikle 1 kg ağırlıkta ve 30-50 cm boyunda olurdu. Belirgin tüyleri onu dinozorlar arasında ayrı bir yere koyar. Uçabilme yeteneği kuşkulu olmakla birlikte belli bir miktar süzülebildiği düşünülmektedir. Archaeopterix'in kuşlar ile tek benzerliği tüyleri değildi, aynı zamanda gagası vardı. Fakat bu ilkel gaga dişleri henüz muhafaza etmekteydi ve dolayısıyla günümüzde gördüğümüz dişsiz kuş gagasından farklıydı. Sonuçta bu canlıyı hem teropod dinozorlara hem de kuşlara oldukça fazla benzetebiliriz.
(Altta belirgin tüyleri ile Archaeopteryx fosili ve altında rekonstrüksüyonu.)
Brachiosaurus ( Jura 205-142 myö) = Yavaş yavaş Jura dönemi devlerine geliyoruz. İlki Brachiosaurus. Zürafalar gibi daha uzun olan ön ayakları ile dik duran yapısı, uzun boynu ve kafasının üzerindeki ibik benzeri bölüm ile ilk akla gelen sauropodlardan biri. Burun deliklerinin bu yapının üzerinde, gözlerinden bile daha yukarıda yer almasından dolayı suda yaşadığı düşünülse de bu pek mantıklı değil. Öncelikle bacakları nispeten ince, su için kullanışsızlar. Ayrıca o kadar yüksekte olan burun deliklerinin kullanışlı olması ancak hayvanın 15 metre boyuyla sığacak bir derinlik bulmasıyla mümkün olabilir. Bu durumda da dev ciğerleri su basıncına da maruz kalacağından doğru düzgün nefes alıp vermekte iyice zorlanacaktır. 12-15 metre yüksekliği, baştan kuyruğa 25 metre uzunluğu ve 35 ila 80 tonu bulabilen ağırlığı, onu devlerden biri haline getiriyor.
(Altta bir Brachiosaurus ve 180 cm boyunda insanla karşılaştırılması.)
Brontosaurus (Geç Jura 151-149 myö) = En bilinen dinozor türlerinden biri. Sauropod denildiğinde ilk akla gelen tür olması çok muhtemel. Uzun bir boyun, kuyruk, fıçı gibi bir gövde ve kısa ayaklar Brontosaurus'u en iyi tanımlayan fiziksel öğeler. Bu halinden ötürü karada yaşamak için pek elverişli olmadığı düşünülmüş olsa da aynı Brachiosaurus gibi yapılan test ve canlandırmalarda su için daha da elverişsiz olduğu anlaşıldı. Brontosaurus yavaş hareket eden, yırtıcılar tarafından yenmemek için ağırlığını ve büyüklüğünü kullanan sauropodlardan bir tanesi idi. (Altta Brontosaurus)
Diplodocus ( Jura 150-147 myö) = Diplodocus, benzeri sauropodlardan çok daha uzun, kırbaç benzeri bir kuyruğa sahipti. Ayrıca yapılan bilgisayar testlerinde boyunlarının zürafa ya da diğer sauropodlar gibi dik değil yatay vaziyette durduğu anlaşıldı.
(Altta kırbaç benzeri kuyruğu ile Diplodocus)
Allosaurus (Jura 157-149 myö) = Biraz da teropodlardan gidelim. Allosaurus Jura'da yaşayan büyük karnivor dinozorların başında gelmekteydi. Kendisinden küçük hayvanlarla beslendiği gibi, grup halinde büyük sauropodları avladıklarına dair veriler de bulunmuştur. Örneğin sauropod kemiklerinde bulunan Allosaurus diş izleri gibi. 7-9 metre uzunluğu ve ortalama 3 ton ağırlığı ile Allosaurus, Kretase etçillerine nazaran orta boy görünebilir. Lakin Jura'nın en büyük etçillerindendi. Kalın kuyruklarıyla denge sağlarlardı ve kısa kaslı boyunlarını avlarını parçalarken güç almak için kullanırlardı. Çenelerinin ısırmak için pek de kuvvetli olmadığı anlaşıldığından, Allosaurusların üst çenelerini balta gibi yukarıdan aşağı savurarak avlarına öldürücü darbeyi vurdukları düşünülmekte.
(Altta Allosaurus)
Leedsichthys (Jura 157-149 myö) = Orta Jura'dan Kretase sonlarına kadar okyanusların en büyük üyelerinden biri olan bu balıkların boyutlarıyla ilgili tartışmalar yıllarca sürmüştür. Bazı araştırmacılar boyutlarını 6-7 metre ile sınırlarken, bazıları 30 metreye kadar çıkmış, lakin bulunan fosiller ve modern yöntemler ile boyutların ortalama 16 ile 20 metre civarı olduğu anlaşılmıştır. Boyutlarının ve hayvan hakkındaki diğer özelliklerin belirlenmesinde bu kadar zorlanılması normaldir. Çünkü balıkların iskelet yapısı genellikle kıkırdaktan oluştuğundan dolayı tam bir iskelet bulmak neredeyse imkansızdır. Cüsselerine karşın bu dev balıklar genellikle okyanus suyunu süzerek, küçük plankton benzeri canlılar ile beslenmekteydi.
(Altta 180 cm boyunda bir insanla karşılaştırması görülmekte.)
Liopreurodon (Orta Jura 160-155 myö) = Orta Jura boyunca okyanuslardaki apex predator olan bu deniz sürüngeni, kısa boyunlu Plesiosaurlar ile akrabadır. Boyutları nadiren 6.5 metreyi aşıp 7 metreye kadar ulaşabilir. Kafası vücuduna oranla büyük sayılır. Adının anlamı pürüzsüz dişlerdir ve koni şeklinde, balıkları kavramak için mükemmel olan dişleriyle adının hakkını verir.
(Altta 180 cm boyunda bir insan ile karşılaştırması.)
Ichtyosaurus (Jura- Kretase 250-90 myö) = İlk bakışta onun bir yunus olduğunu kolaylıkla iddia edebiliriz. Neyse ki yunuslar ve diğer su memelileri gibi yanlara doğru yassı bir kuyruğa sahip değil. Onu biraz uzak mesafeden yunustan ayırabilmemizi sağlayan en belirgin özelliği budur. İkinci olarak da ön iki yüzgecine ek, arkada iki küçük yüzgeci daha vardır. Bu arka yüzgeçler de yunuslarda bulunmazlar. Ichtyosaurus ortalama 2 metre boyuta ulaşan ve ılıman denizlerde çokça bulunan su sürüngenlerindendi. Hızlı yüzebildikleri ve küçük balıkları avladıkları düşünülmekte. Birçok eksiksiz fosili bulunduğundan, en iyi bilinen su sürüngenlerinden birisidir. (Altta ılıman, sığ bir denizde dolaşan Ichtyosaurus)
Dimorphodon (Jura) = Küçük pterosaurlardan olan Dimorphodon 1-1.5 metre uzunluğa ve 3 kg ağırlığa erişebilirdi. Aslında uçuş ekipmanları bakımından ilkel sayılır. Büyük bir kafası ve esnek kısa bir boynu vardır. Piscivore yani balık temelli bir dieti olduğu düşünülmektedir. Kuş benzeri dinozorlar ile karıştırılmaması gereken bir uçan sürüngendir.
(Dimorphodon)
Fener Balığı (Erken Kretase 250 myö) = Çoğu türü günümüzde derin denizlerde halen yaşamakta olan bu balık da yaşayan fosiller ailesindendir. Çeşitlenmelerinin Kretase döneminde olduğu biliniyor. Kafalarından sarkan etli yumru birçok türünde kendi ışığını üretiyor ve derin denizlerin karanlık ortamında avları balığa doğru çekiyor. Bu organ kur yapma amacıyla da işine yarıyor. Neredeyse bir kafadan oluşmuş ilginç bir balık. (Fener balığı)
Velociraptor ( Kretase ) = Jurassic Park sayesinde en bilinen dinozorlardan biri olan Velociraptor, yine aynı filmin imajına yaptığı etkiden muzdariptir. Aslında yerden yüksekliği 1 metreyi pek geçmeyen, ortalama bir köpek kadar ağır olan velociraptorlar filmde oldukça büyük, tüysüz yırtıcılar olarak gösterilmektedir. Bu canlının en belirgin özelliği ayaklarında bulunan hançer benzeri pençesidir. Grup halinde avlandıkları ya da diğer dinozorların yumurtaları ile beslendikleri düşünülmektedir. (Altta Jurassic Park'ta resmedilen Velociraptorlar ve altında hayvanın gerçek verilere sadık kalınarak yapılmış bir rekonstrüksiyonu)
Iguanadon (Erken Kretase 125 myö) = En ikonik otçullardan olan bu dinozorun nasıl ayakta durduğu uzun yıllar tartışıldı. İlk düşünceler hayvanın iki ayağı üzerinde dik yürüyebildiği yönünde olsa da, sonraki araştırmalar ön ayaklarından destek alması gerektiğini gösterdi. Gagasız ve neredeyse dişsiz olan bu canlı keşfedilen ikinci dinozordur. Keşfi 1800'lü yıllara dayanır ve önceleri ilk bulunan dinozor olan Megalosaurus ile karıştırılmıştır.
(Altta Iguanadon)
Pachycephalosaurus (Kretase) = En ilginç kafa yapılarından birine sahip otçul dinozorlardandır. Kafasının tepesinde çok uç noktada kalın bir kemik katmanı bulunur. Bunun savunma ya da dişiler için diğer erkeklerle mücadele etme aracı olduğu düşünülmüştür. Örneğin dağ keçileri ya da yak öküzlerinin gerilip kafalarını tokuşturmaları gibi. Lakin kafatası kemiklerinde yapılan incelemeler bu ağırlıkta dinozorların kafalarını tokuşturduktan sonra kolay kolay ayağa kalkamayacaklarını göstermekte. Kemik yapısı o denli güçlü değil. Belki rakip dinozorların yumuşak dokularına vurmak için kullanılmış olabilirler. Lakin iki Pachycephalosaurus gerilip birbirlerine koşarak kafalarını tokuştursalardı, muhtemelen ikisi de bir daha ayağa kalkamazdı.
(Altta Pachy ve benzersiz kafatası)
Parasaurolophus ( Kretase 76-70 myö) = Benzersiz kafataslarından laf açılmışken orta boy otçullardan olan Parasaurolophus'tan bahsetmemek olmaz. Kafasının üzerinde bulunan boru halen tartışma konusudur. İlkin bunun su altında dışarı uzatıp nefes alabildiği şnorkel benzeri bir organ olduğu sanılmaktaydı. Fakat sonradan bu yapının nefes almaya yarayan deliklere sahip olmadığı anlaşıldı. Yine de içinde bazı hava kanalları olduğu biliniyor. Dolayısıyla bu bölüm borazan benzeri, dişileri etkilemek için yüksek sesler çıkarmak amacıyla kullanılmış olabilir. (Parasaurolophus)
Ankylosaurus ( Kretase 70-62 myö) = Bu zırhlı otobur dinozor, etçiller için her açıdan alt edilmesi zor bir avdı. Sırtı, başından kuyruğuna değin zırh benzeri sağlam kemik plakaları ile kaplıydı. Sırtüstü çevrilmedikten sonra yukarıdan yaralanması oldukça zordu. Daha da önemlisi sahip olduğu savunma silahıdır. Kuyruğunun ucunda kemikten oluşmuş koca bir yumru bulunmaktaydı. Kuyruğunu savurarak bir T-Rex'in bacağını kırabilmesi mümkündü. (Ankylosaurus)
Carnotaurus (Kretase 75-65 myö) = Kretase döneminde yaşayan orta boy etçillerden olan bu teropod, ortalama 8-9 metre uzunluğa ve 1-1.5 ton ağırlığa erişebilmekteydi. Kolları diğerlerinde olduğu gibi oldukça kısalmış hatta körelmeye başlamıştı. En karakteristik özelliği başının iki yanında bulunan boynuz benzeri kemiklerdi. Bu nedenle carno - taurus (taurus mitolojik büyük boğa) et yiyen boğa şeklinde adlandırılmıştır. Kafası diğer orta boy ve etçil dinozorlara nazaran kısaydı ve çenesi pek güçlü değildi. Tam bulunan fosilleri sayesinde iyi bilinen dinozorlardandır.
(Carnotaurus)
Gallimimus ( Kretase 71-68 myö) = Kretase'nin sonlarında yaşamış olan otçul bir dinozor türüdür. Gallimimuslar her ne kadar tavuk benzeri diye adlandırılsalar da oldukça seri ve süratli canlılardı. Deve kuşlarına benzer şekilde hareket ettikleri düşünülmektedir. Bu hareket esnasında sert kuyrukları ile denge sağlıyorlardı. Günümüz otçulları gibi sürüler halinde dolaştılar. Jurassic Park filminde izlediğimiz efsane sahneleriyle bilinirler.
(Gallimimus)
Argentinosaurus (Geç Kretase 97-94 myö) = Bulunduğu yerin adına atıfla Arjantinli Kertenkele şeklinde adlandırılan bu hayvan, bilinen en büyük dinozorlar arasında yer almaktadır. Bu dev sauropodlar 30-35 metre uzunluğa ve 100-150 ton ağırlığa kolaylıkla ulaşabilmekteydiler. Onlar için sürüler halinde dolaşan yeme makineleri diyebiliriz. O kadar büyüklerdi ki yavrularına bakmaları imkansızdı. Bırakın onlarla ilgilenmeyi üzerlerine basmamaları bile mucize olurdu. Zira bu devasa canlının yavruları yumurtadan çıktıklarında en fazla birkaç kg ağırlıktaydılar. Onlar da tüm diğer sauropodlar gibi bu açığı düzinelerce yumurta bırakarak çözdüler. O kadar fazla yavru üretiyorlardı ki bakımsızlık ve avcılar hepsini tüketemiyor ve aralarından bazıları yetişkinliğe erişebiliyordu. (Altta Argentinosaurus)
Giganotosaurus ( Kretase 100-94 myö) = Bu bir kuraldır, büyük otçulları büyük etçiller izler. Yukarıda bahsettiğimiz Argentinosaurus aynı bölgede çağdaşı olan bir diğer devle birlikte yaşamıştı. Bahsettiğimiz dinozor Giganotosaurus'tur ve ünlü T-Rex'den çok daha büyüktür. 14-15 metre uzunluğa ve 7-14 ton ağırlığa ulaşabilen bu teropodun boyutları ile yalnızca Kuzey Afrika'da yaşamış olan Spinosaurus yarışabilir. Dev kafasına rağmen Giganotosaurus'un ısırığı Rex kadar kuvvetli değildi, ayrıca kafasına ve vücuduna oranla aşırı küçük olan beyni hayvanın zekası konusunda soru işaretlerine sebep olmuştur. (Altta 2 metre boyunda bir insan ile Giganotosaurus'un karşılaştırması)
Triceratops (Kretase 65 myö) = T-Rex ile çağdaş olan bu dinozor, tıpkı birlikte yaşadığı dev yırtıcı gibi bir film yıldızıdır. Oyuncaklarda, filmlerde kısaca dinozorlar ile ilgili her yerde bu gergedan benzeri dinozoru görebilirsiniz. Ayrıca yaşamış en son dinozor türlerinden biridir ve büyük yok oluşa değin varlıklarını sürdürmüşlerdir. Fiziksel özelliklerine bakacak olursak geniş bir zırhlı yele ile çevrili başı, biri burnunun hemen üzerinde, diğerleri de alnında olmak üzre üç boynuzu ve gagası dikkat çeker. Bu gaga benzeri ağzın arka kısmında öğütme işlevi gören güçlü dişler vardır. Bir filden biraz daha iri olan Triceratops'u kısaca bir tank olarak tanımlayabiliriz. Size doğru hızını alarak koşmaya başladığında o geniş zırhlı yelesi ve boynuzları ile kaçınmanız gereken bir dinozordu. Muhtemelen çağdaşı olan T-Rex bile onları avlarken büyük zorluklar yaşamaktaydı. Birçok T-Rex fosilinin üzerinde Triceratopsların sebep olduğu boynuz yaralanmaları gözlenmiştir. (Triceratops)
Spinosaur (Kretase 112-97 myö) = Kuzey Afrika Kretase boyunca günümüzden çok daha farklı görünüyordu. Bataklık ve sulak alanlar oldukça yaygındı. Bu alanlarda bilinen en büyük etçil dinozor olan Spinosaur yaşadı. Özellikleri itibariyle timsahlar gibi hem karada hem suda yaşadıkları düşünülmektedir. Zaten dinozorun burnunda bulunan sensörler, dişleri ve kafa yapısı balıkçıl kuşların yaptığı gibi kafasını suya daldırarak balık avlamak için çok elverişlidir. Sırtında bulunan ortalama 1.5 metrelik çıkıntıların kaslı bir yumru mu yoksa bir yelken mi olduğu tartışmalı olmakla birlikte yelken olduğu görüşü ağır basmaktadır. Spinosaurlar büyük yok oluştan önce, K.Afrika'da sulak alanların kurumasına neden olan bir iklim değişikliği sebebiyle yok oldular. Ayrıca bu dinozorun T-Rex ile kıyaslanması açısından başka bir yazı
( http://keremduranoglu.blogspot.com.tr/2015/09/tyrannosaurus-rexi-cabuk-unuttunuz.html )
(Altta Spinosaur)
Baryonyx (Erken Kretase 130-125 myö) = 6.5-7 metre uzunlukta ve 1.5 ton ağırlığında olabilen bu dinozorlar, Spinosauruslar gibi sulak bölgelerde yaşardı. 30 cm boyunda tırnakları ile ön kolları oldukça dikkate değerdi. Muhtemelen ırmak veya göl kenarlarında balık avlayarak yaşıyordu. Dişleri ve çenesi bunu işaret ediyor. Yakınlıkları belirsiz olmakla birlikte bazı araştırmacılar Baryonyx'i, Spinosaur ile yakın saymaktadır.
(Altta bir Baryonyx)
Psittacosaurus ( Kretase 123-100 myö)
= Iguanadon ve Bariyonyx'in çağdaşı olan bu dinozor Asya'da yaşadı. Kalıntıları Moğolistan, Sibirya, Çin ve Tayland gibi bölgelerde bulunur. İsmini papağınınkine (psittacus) benzeyen gagasından almıştır. Boyutları oldukça mütevazıdır, uzunluğu 2 metreyi, ağırlığı 20 kg'ı geçmez. Otçul olmalarına rağmen iyi bir koku alma ve görme yetisine sahip oldukları düşünülüyor.
(Altta Psittacosaurus)
Maiasaura (Kretase 76 myö) = Ördek gagalı Maiasaura, hem fosilleri hem de yumurtaları bolca bulunduğundan, yaşayışı hakkında çok şey bilinen dinozorlardandır. Ortalama uzunlukları 9 metreyi bulur ve otçuldurlar. ABD/Montana'da bulunan yuvalardan birinde fosilleşmiş bir düzine bebek Maiasaura ve biraz daha ileride annelerinin iskeleti bulunmuştu. Bu durum dinozorun yavrularıyla ilgilendiğini ve onlara baktığını gösterdiğinden ona Maiasaura yani "iyi sürüngen anne" adı verildi. (Altta bir Maiasaura grubu)
Tyrannosaurus Rex (Kretase) = "Zorba Kertenkelelerin Kralı", bulunduğu dönemde bilinen en büyük etçil olan Rex'e bu adın verilmesi garip kaçmıyor. Devasa kafatası ve ağzı, 15-20 cm uzunluğunda dişleri ve 6 tonu aşan ısırma kuvvetiyle Rex yırtıcıların zirve noktalarından biri. Çok az canlı onun kadar güçlü ısırabiliyor. Koni şeklinde dişleri avından büyük et ve kemik yığınları söküp yemek için birebir. Boynu devasa kas gruplarıyla destekleniyor, arka bacakları büyük ve güçlü. Ön kolları ise neredeyse körelmek üzere ve bu zaman zaman hayvanın zayıflığı olarak yorumlanıyor. Ben aksini düşünenlerdenim. Böyle bir kafa ve arka bacaklara sahip olan Rex'in rakibini alt etmek için güçlü ön kollara pek de ihtiyacı olmadığını düşünüyorum. Yine bir diğer görüş, hayvanın çok güçlü koku alma yetisi olmasından dolayı leşçil olabileceği yönünde. Lakin aynı zamanda çok keskin bir görme kabiliyetine de sahip olması avlandığı tezini güçlendiriyor. Ki özellikle Triceratops gibi dönemin bıçkın otçullarından aldıkları yaralar onların sadece ölü hayvanları yemediklerini kanıtlar nitelikte. Elbette tüm yırtıcılar gibi ölü bir hayvan bulursa bu fırsatı kaçırmayıp beslenmiş olması yüksek ihtimal. Lakin bu, Rex'in döneminin apex predatorlarından biri olduğu gerçeğini değiştirmiyor. Ayrıca bu devin yavrularına iyi baktığı biliniyor. Sauropodların aksine Rex gibi dinozorlar az sayıda yavru yapar ve yavrularını koruyup gözetirlerdi. (Altta Rex'in rekontsrüksüyonu ve devasa fosil kafatası görülmekte)
Sarcosuchus ( Erken Kretase 112 myö) = Günümüzde 8 metreye kadar büyüyebilen tuzlu su timsahlarının iki katından daha uzun olan bu sürüngen, 8 tondan daha ağır olabiliyordu. Genellikle modern timsahlar gibi zamanının çoğunu bataklık arazilerde ve su altında geçirirdi. Dieti karada yaşayan büyük hayvanlardan, dolayısıyla çokça dinozorlardan oluşmaktaydı. Sarco, ebatları ve çene özellikleri bakımından günümüz timsahlarının avlarını parçalayabilmek adına gerçekleştirdiği "ölüm manevrası" hareketini uygulayamıyor olabilir. (Altta Sarcosuchus Imperator kafatası ile bir insan)
Pteranodon (Kretase) = Pteranodonlar yaygın olarak uçan dinozorlar diye bilinseler de aslında uçan sürüngenlerdir. Kanat açıklıkları en büyük bireylerde 6 metreyi aşabilir. Hayvan, uzun ön kolları ve vücudu arasındaki gergin deriyi kullanarak uçar. Bu açıdan yarasalara benzemektedirler. Yani tüylü, gerçek uçuş kanatları yoktur. Ağırlıklarının en fazla 90 kg civarı olabileceği saptanmıştır. Bu canlılar muhtemelen çokça balıkla besleniyordu. (Pteranodon)
Quetzalcoatlus ( Geç Kretase) = Bilinen en büyük uçan hayvanlardan biri olan bu sürüngen, yerde ayakta dururken bir zürafa ile hemen hemen aynı yükseklikteydi. Dişsiz pterasourlardandır. Kanat açıklıkları 12 metreyi, ağırlıkları 250 kg'ı aşabilmekteydi. Bu dev uçan sürüngen muhtemelen nehir ve göllerde küçük omurgalıları avlamıştı. Belki de yumurtadan yeni çıkmış bir Rex yavrusu, annesi uzaklarda onun için yiyecek ararken, Quetzal için hoş bir yiyecek olabilirdi. (Altta bir insan, quetzal ve zürafa görülmekte. )
Elasmosaurus ( Geç Kretase) = Denizlerde yaşamış en ilginç sürüngenlerden biridir ve yine çokça dinozorlarla karıştırılır. Hayvanın gerçek iskelet yapısı ve görünümü uzun uğraşlar sonucu belirlenebildi. Karada yaşayan sauropodlar gibi uzun bir boyna sahipti. 4 büyük yüzgece sahip olmasına rağmen yavaş yüzücüydüler. Bu nedenle uzun boyunları avlarına beklenmedik saldırılar gerçekleştirme ve avlanma açısından kritik öneme sahipti. Ness Gölü canavar hikayesine bu gibi Plesiosaurların ilham kaynağı olduğu düşünülmektedir. (Elasmosauruslar)
Mosasaurus ( Kretase 70-65 myö) = Okyanuslarda yaşamış en yırtıcı hayvanlardan biriydi. Koni biçiminde büyük dişleri avını kavramasına yarıyordu. Bu sebepten avlarını tüm yuttukları düşünülüyor. Dolayısıyla onları yüzgeçleri olan devasa su yılanlarına benzetebiliriz. 17 metreye kadar büyüyen bu canlılar genellikle sığ denizlerde avlandılar. Dev deniz kaplumbağaları, diğer su sürüngenleri ve balıklar ana diyetlerini oluşturuyordu. Kuyruğu oldukça güçlüydü ve süratli yüzebilmesi için gereken itici gücü sağlıyordu. (Mosasaur)
Tusoteuthis (Kretase ) = Modern dev kalamarlara benzemekle birlikte, araştırmalar vampir kalamarlara daha yakın olduklarını göstermektedir. 11-15 metre boya ulaşabilen bu canlılar muhtemelen günümüz kalamarları gibi dokunaçlarını ve yırtıcı kuş gagasına benzeyen ağızlarını kullanarak avlanıyorlardı. Onların da dönemin diğer apex predatorları tarafından avlandığına dair bulgular var. (Tusoteuthis)
Terror Bird - Phorusrhacidae ( Paleosen-Pleistosen) = Uçamayan etçil kuşların en büyük örneklerindendir. Dinozorların büyük yok oluşundan sonra ortaya çıktı ve 1.8 milyon yıl öncesine kadar varlığını sürdürdü. 1.5-3 metre civarı yüksekliği, kocaman gagası ve güçlü bacaklarıyla döneminin en önemli yırtıcılarından olduğu düşünülmekte. Deve kuşları gibi bacaklarıyla düşmanını tekmeleyerek ya da gagasıyla avına vurarak onu kolaylıkla öldürebilirdi. Sonuçta 70 cm boyundaki kafasının 45 cm'i sert gagasından meydana geliyordu. Bu gaganın ucunun aşağıya doğru kıvrık olması bu hayvanın karnivor olduğunu kesinleştirir. Günümüz kuşlarında da aşağı doğru kıvrık gaga ucu, eti avdan sökmek için kullanılmaktadır. (Terror Bird)
Titanoboa ( Paleosen 68-58 myö) = Paleosen'de 10 milyon yıl boyunca hayatta kalan dev bir yılan türü. Aslında yaşadığı dönemin tepe avcısı olduğu düşünülmesine rağmen onun piscivor olduğunu ve balıklarla beslendiğini işaret eden kanıtlar da vardır. 14-15 metre kadar büyüyebilen bu yılanlar ortalama 1-1.5 ton ağırlıkta olabilirlerdi. Genellikle günümüz anakondaları gibi bataklıklarda ve suda yaşamış olmalılar. Zira karada hareket edebilmek için fazla iri bir cüsseye sahipler. Ayrıca yeterince enerjik olmadıkları için suyun içinde pusuya yatarak tek ve hızlı bir hamlede avlarını yakalamak zorundalardı. Tüm bunlar hayvanın sulak arazilere bağımlı olduğunu göstermektedir. (Altta boyutlarına uygun bir Titanoboa modeli ile insanlar)
Basilosaurus ( Geç Eosen 55 myö) = Adında saurus bulunmasına, "Kral Kertenkele" diye adlandırılmasına bakmayın. Aslında Basilosaurus erken balinaların bir örneğidir. Yalnızca ilk keşfedildiği dönemde bir deniz sürüngeni sanıldı ve daha sonra balina olduğu anlaşıldı. Her ne kadar bu yanlış anlaşılmanın düzeltilmesinden sonra adının Zeuglodon olarak değiştirilmesi düşünüldüyse de kurallar gereği ilk ad geçerli kaldı. Yaşadığı dönemde en büyük hayvanlardan biriydi ve boyutları 15-18 metre civarına ulaşabiliyordu. Her ne kadar kral diye anılsa da yaşamış en büyük balina değildi. Diş yapılarından dolayı bu hayvanın balıklarla beslendiği düşünülüyor. Fotoğrafına dikkatli bakılırsa modern balinalarda bulunmayan iki arka yüzgecin Basilosaurus'da halen bulunduğu görülebiliyor. (Basilosaurus)
Phiomia ( Geç Eosen - Erken Oligosen 37-30 myö) = 2.5 metrelik bu otçul birçok açıdan modern fillere benzerdi. Güçlü dişlerini muhtemelen ağaçların kabuklarını kazımak yahut topraktan kök çıkarmak için kullanmış olabilir. Yerden yükseklikleri 2.5 metre civarındaydı. (Altta Phiomia)
Paraceratherium ( Geç Oligosen 34-23 myö) = Yaşayan en büyük kara memelisi. Boynuzsuz gergedanların soyu tükenmiş bir üyesi olan bu canlı otla beslenirdi. Hayvanın yüksekliği 5-6 metreyi, ağırlığının 15-20 tonu bulabildiği düşünülmektedir. Onu avlayabilecek çok az yırtıcı vardı ve sık ormanlardan, geniş kurak arazilere değin her yerde yaşıyordu. Bu nedenle neslinin neden tükendiği konusunda tartışmalar sürmektedir. (Altta insan, modern afrika fili ve paracer görülmekte)
Chalicotherium ( Geç Oligosen - Erken Pliyosen 28-3 myö) = Sadece kafasını ele aldığımızda atlara oldukça benzeyen bu iri hayvanlar otla beslenmekteydiler. Buna rağmen uzun ve kuvvetli ön kolları ve iri tırnakları vardı. Muhtemelen kendisini yırtıcılara karşı savunabilecek donanıma sahipti. Yine bu kolları ile yüksek ağaç dallarına ulaşıp yiyecekleri elde edebildikleri düşünülmektedir. Ön kollarının uzun arka bacaklarının kısa olması sebebiyle dik bir duruşa sahiplerdi. (Altta Chalicotherium ve insan)
Argentavis ( Geç Miyosen ) = Pelagornis Sandersi keşfedilinceye değin uçabilen en büyük kuş olduğu düşünülüyordu. Pelikanlara benzeyen, çok geniş kanatlarıyla deniz üzerinde uçup balıklarla beslenen pelagornisin aksine, argentavis etçil bir kuştu. Kanat açıklığı 7 metreyi buluyordu. Büyük ihtimalle en irileri 80 kg kadar ağır olabilirdi. Muhtemelen günümüz akbabalarına benzer bir diyeti vardı. Zaman zaman kendisi de avlanmış olabilir. (Argentavis'in 180 cm uzunluğunda bir insanla kıyaslaması)
Megalodon ( Erken Miyosen - Geç Pliyosen 23-2.5 myö) = Denizlerin tepe yırtıcılarından biri olan megalodonlar üzerinde halen ciddi tartışmalar dönmektedir. Tüm diğer köpekbalıkları gibi, iskelet yapısı kıkırdaktan meydana gelen megalodonların da tam fosillerine ulaşmak neredeyse imkansızdır. Fakat yine köpekbalıklarına has bir özellik olan diş döküp, yenileme sayesinde bu hayvanların dişlerine bolca ulaşılabildi. Dişleri ilk bakışta günümüz beyaz köpekbalıklarına oldukça benziyor. Sadece onlardan çok daha büyükler. Bu durumda beyaz köpekbalıklarının diş/vücut yerleşimleri ve oranları ile boyutları hesaplandığında megalodonların 20 metre kadar büyüyebildikleri hesaplanmıştır. Bilinen en büyük beyaz köpekbalığı ise sadece 7 metredir. Lakin burada önemli bir nokta var. Her ne kadar yakın oldukları düşünülse ve megalodonun yeniden inşasında beyaz köpekbalıklarının diş yerleşimleri temel alınsa da, bazı farklar göze çarpmıyor değil. Örneğin iki diş yapısı da üçgen şeklinde ve kenarları eti jilet gibi kesmeye yarayan tırtıklarla kaplı. Fakat beyaz köpekbalıklarının dişleri oldukça ince, lakin megalodonların dişleri fazlasıyla kalın. Dolayısıyla aynı diş dizilimine sahip olmama ihtimalleri oldukça yüksek. Megalodonların diyetleri muhtemelen günümüz büyük beyazlarıyla aynı olmakla birlikte balinaları da bolca içermekteydi. Zaten hayvanın yeryüzünden silinmesine dair teorilerin başlıcası Panama Kanalı'nın kapanması sonucu balinalara erişimi kalmayan bu hayvanların zamanla besin sıkıntısı yüzünden yok olduğudur. Yahut bu yok oluşa iklim değişikliği sonucu su sıcaklığının değişmesi ve hayvanın buna uyum sağlayamaması da sebep olmuş olabilir. (Altta maximum, orta boy megalodonlar ile onların altında modern beyaz köpekbalığı ve insan)
Kılıç Dişli Kaplan/ Smilodon ( Erken Pleistosen - Holosen 2.5 myö -10.000 yö) = Bu iri yarı hayvanın en belirgin özelliği ağzından dışarı çıkmış durumdaki iki üst köpek dişidir. Ayılar gibi daha hantal hayvanlar mı yoksa kaplanlar gibi seri ve ataklar mı? Bu çok tartışılan bir konu. Lakin yapıları ve cüsseleri gereği çok kıvrak olmadıkları neredeyse kesin gibi. Daha çok güçlü ön kollarıyla iri hayvanları kavrayıp devirdikleri düşünülüyor. Dişleri ise ürkütücü görünümlerine rağmen muhtemelen onlara büyük problemler yaratmış olmalı. Çünkü o kadar büyükler ki hayvanın, örneğin avının karnı gibi geniş alanlardan ısırması oldukça zor. Öyleyse bu dişler ne işe yarıyordu? Keşfedildiğinde bu hayvanların korkunç bir ısırma gücüne sahip oldukları varsayılıyordu. Fakat gelişen teknoloji sayesinde ölçümler yapıldığında, tam tersine günümüz aslanlarından bile daha zayıf bir ısırığa sahip oldukları anlaşıldı. Aslanın değerlerine yaklaşamadan zayıf alt çene kemikleri kırılabilirdi. Dolayısıyla hayvan güçlü vücudu ile devirdiği avının boğazına bu dev dişleri geçirdiğinde, çok kuvvetli bir ısırma gücüne ihtiyacı kalmıyordu. Dişler bir hançer gibi avın boğazına saplanarak ölmesine neden oluyordu. Yapılan araştırmalar modern aslanların da avlarının boğazını tüm güçleri ile ısırmadığını, uzun köpek dişlerinin avlarının boğazına girerek ölümüne sebep olduğunu kanıtladı. (Altta kılıç dişli kaplan)
Gigantopithecus ( Pleistosen 2myö - 100.000 yö) = Bilinen primatların en büyüğüydü. 3 metre boyunda olabilen bu hayvanın ağırlığı 550 kg'ı buluyordu. Dişleri ve çene yapısı onun tohumları ve sert lifli besinleri tükettiğini gösteriyor. Güney Doğu Asya ve Himalayalar'da yaşayan bu primat adeta Yeti efsanelerinden fırlamış gibi. Tarih öncesi insanlar uzun müddet bu "korkunç vahşi insan" ile birlikte yaşadı. (Altta bir Gigantopithecus canlandırması)
youtube
2 notes
·
View notes
Text
TÜRKİYE İÇİN ÇEVRE POLİTİKALARI
Ülkemizde uygulanacak çevre politikaları 2.bölümde özetlenen çağdaş yaklaşımlar çerçevesinde oluşturulmalıdır.Doğal olarak diğer ülkelerin çevre politikalarıyla benzerlik olsa da,uygulama planlarında özellikle zamanlamalarda farklılıklar olacaktır.
5.1.ÇEVRE BİLİNCİ KAZANDIRMA EĞİTİMİ
Çevre koruma ancak kamuoyunun bilinçlenmesiyle gerçekleşebilir.Buda yaygın ve uzun erimli eğitim programlarıyla sağlanabilir.Çevre koruma bilinci kazandırma amaçlı eğitim programları üç aşamada gerçekleştirilmelidir.
5.1.1.TEMEL EĞİTİM
Temel Eğitim (İlk Öğretim) Okulları ve öncesi Hazırlama Sınıfları’nda çevreyi korumanın bir temel insanlık değeri olduğu öğretilmelidir.Çevre tanımı,öğeleri,koruma önlemleri çocuklara ders programları içinde verilmelidir.
5.1.2.ORTA EĞİTİM
Kamu ve özel eğitim kurumlarında çevre bilimin tanımı,öğeleri,ilgili diğer bilim dalları ile ortak yönleri,yeryüzünün, ülkemizin,komşu ülkelerin çevre sorunları “Çevrebilim” adlı bir ders kapsamında öğretilmelidir.
5.1.3.HALK EĞİTİMİ
Çevre bilincini arttırmak amacıyla ; Radyo, TV,yazılı basın;ve bil boardlar aracılığıyla halk eğitilmelidir.Bu tür yayınlara, gönüllü çevre kuruluşlarının programları kaynak teşkil etmelidir.Kamu ve özel kurumlar, bu amaçlı programlara destek vermelidir.
Çevre Bakanlığı öncülüğü ve eşgüdümünde ,kamu kurumları ile gönüllü kuruluşların;eş konumdaki uluslar arası kuruluşlarla işbirliği sağlanarak,ülkemiz için genel ve özel koruma projeleri geliştirilip uygulanmalıdır.Bu çalışmaların,görsel ve yazılı basın aracılığı ile duyuruları yapılarak ,geniş kamu oyu desteği ile etkinlikleri arttırılmalıdır.
5.2. EKONOMİYLE BİRLEŞTİRİLMİŞ BİR ÇEVRE STRATEJİSİ
Çağdaş çevre stratejilerinin özü ,ekolojik kararlarla ekonomik kararların bütünleştirilmesidir.
Bir stratejinin var olabilmesi için önce hedeflerin belirlenmesi gerekir. Çevre Hangi oranda korunacaktır ? En gelişmiş teknolojilerle ileri ülkeler düzeyinde korumanın sağlanacağı iddiası sorunun yeterince kavranmadığının göstergesidir.Çünkü en yüksek oranda koruma ; ekolojik dengelere ters düşen bütün etkilerin kaldırılmasıdır ki,bunu bugün en gelişmiş ülkeler bile daha düşünememektedir. Sorun bir teknoloji seçimi değil , öncelikle bir kaynak ayırımı sorunudur.
Çevre – kalkınma ilişkisi bu gerçekçi çerçeve içinde ele alınmalıdır.Yalnızca GSMH artışı ile ölçülen iktisadi gelişme hedef olarak görülmemelidir.Daha bir temiz çevre içinde sürdürülebilir bir büyüme ve kalkınmadan yana olunmalıdır.
Bu amaçla ;
· Çevre maliyetinin topluma dağıtılmasında “Kirleten Öder” ilkesi esas
alınmalıdır.Politika araçları bu ilke ile uyumlu olarak kullanılmalıdır.
· Kirlilik kaynaklarının fiziksel ve kimyasal ölçümleri yapılmalı ,alıcı ortam bazında
kirlilik değerleri saptanmalı,10 yıllık bir dönem için projeksiyonlar çıkarılmalıdır.
· Arıtma / temizleme amaçlı yatırım ve tesislerin işletme giderleri ,çevre maliyetinin en
büyük bölümünü teşkil eder. Bu nedenle,kirletip sonra temizlemek yerine daha az
kirleten temiz teknolojilerin seçimine yönelmelidir.
Bu kapsamda yapılacak çalışmalar da aşağıda ki süreçler tamamlanmalıdır
5.2.1.PROJE ÖLÇEĞİNDE ÇEVRESEL ETKİ DEĞERLENDİRMESİ ( ÇED)
ÇED ile , özellikle büyük projeler de,yatırımın kaynak ve alıcı ortamda yaratacağı kirlilik belirlenerek,yaratacağı hasarın mali tutarı hesaplanmalıdır.
5.2.2.ÇEVRE ANA PLANLARI (ÇAP) ve ÇEVRE PROGRAMLARI (ÇP)
Herhangi bir kirlilik kaynağı yada alıcı ortamda alınacak önlemler,bir başka bölge yada alıcı ortamda kirliliklere yol açabilmekte dır. Örneğin Haliç’in temizlenmesi Marmara’da kirlilik birikimini artırabilmekte,baca gazlarından kükürdün arıtımı alçılı atık sorunu yaratabilmekte,evsel atıkların yakılması hava kirliliğini artırabilmektedir. Bu ve benzeri nedenlerle çok sayıda arıtma tesisi kurulması yerine farklı atıkları birlikte temizleyen daha az sayıda tesisin kurulması hem teknik,hem de mali açıdan daha verimli olabilmektedir.
Ekonomik ve fiziksel etkinliği sağlamaya yönelik ve çeşitli koruma oranları için seçenekler sunacak tarzda ayrıntılı “ÇAP” yapılmalıdır. “ÇAP�� hedeflerine ve seçenek olarak sunulacak koruma oranlarına göre kullanılacak politika araçları (standartlar,kirlilik vergi ve harçları,destekler,vb.) belirlenmeli ve bunların seçenekleri olan “ÇP” oluşturulmalıdır.
5.2.3.ÇEVRE PROGRAMLARI NIN KALKINMA PLANLARI İLE
BÜTÜNLEŞTİRİLMESİ
Alternatif “ÇP”nın makro ekonomik etkileri (milli gelir,üretim,yatırım,dış ticaret,fiyat ve maliyet yapısı,vb. üzerinde) değerlendirilmeli,kalkınma planları hedefleri ile uyumlu olma,esas alınmalıdır. Zira bu anlamda bütünleşme sağlanmadan,kapsamlı bir çevre stratejisine ulaşmak olanaksızdır.
· Standartlar ve özellikle mali araçların, ana çevre stratejisi çerçevesinde kullanılmasına özen gösterilmelidir. Bu araçların rast gele kullanımı,istenilen etkinliği sağlayamayacağı gibi, kaynak savurganlığına da neden olacaktır. Örneğin ana stratejiye bağlı olmaksızın”Çevre Destekleme Fonu” aracılığı ile uygulanacak destekler, çevre yatırımlarını ve koruma oranlarını ; teknoloji ve kapasite seçiminde kar güdüsü ile hareket eden arıtma tesisi üreticisi / satıcısı firmaların tekeline bırakılmasına neden olacaktır ki buna izin verilmemelidir.
· Kullanılan politika araçlarının seçiminde uluslar arası ilişkiler göz önünde bulundurulmalı özellikle AB ve Komşu ülkelerle uyumlu çevre politikaları uygulanmalıdır.
· Uluslar arasındaki adaletsiz bölüşüm ilişkileri,ağır borç yükü ve yoksulluk ; fakir ülkelerin kaynaklarını, aşırı kullanmaya zorlamasının doğal sonucu, çevre sorunlarını daha da ağırlaşacağı gerçeğin den hareketle, sanayileşmenin yarattığı refahtan pay alamayanların, kirlenmenin azaltılmasındaki bedeli, zengin ülkelerle aynı yükte paylaşmaması gerektiği, uluslar arası platformlarda ısrarla savunulmalıdır.
5.3.KURUMSAL YAPI İLE İLGİLİ DÜZENLEMELER
· Çevre korumasında, ülkemizde yaşanan sorunların en önde geleni,bu konudaki yetki karmaşası yani asıl sorumlu ve yetkilinin açıkça belirlenmemiş olmasıdır.Bu nedenle; politika oluşturup uygulayacak ve diğer kurumlarla eşgüdüm sağlayacak yetki ve sorumluluğunun tek sahibi “Çevre Bakanlığı”olmalıdır.
· Yüksek düzeyde bilgi alışverişi ve görüş oluşturma platformu olarak katkıda bulunmak üzere “Yüksek Çevre Kurulu” kurulmalıdır.
· Çevre Bakanlığı bünyesinde; hava,toprak ve su kirliliği gibi konularda çalışacak ülke genelinde etkin ve yetkili daire başkanlıkları oluşturulmalıdır.
· Çevre sorunlarıyla mücadelede taşradan başlanması gereğinden hareketle;sanayi bölgeleri ve su havzaları öncelikli olmak üzere Çevre Bakanlığı’nın taşra örgütleri kurulmalıdır.
· Bu örgütlenme modelinde diğer bakanlıkların taşra birimleri ve yerel yönetimler yetkileriyle birlikte korunmalıdır.Ancak “Çevre Müdürlükleri” adı geçen kuruluşların çalışmalarını çevre koruması yönünden denetleyip yönlendirmelidir.Bu örgüt sahip olacağı teknik kadro ve donanımlarıyla alıcı ortamları sürekli izleyerek,kirleticileri denetlemelidir. Bu örgütlenme modelinde “Yerel Çevre Kurulları”na özel bir önem vererek ,yerel halkın çevre korumasına doğrudan katkısı sağlanacaktır.
· Çevre sorununu;mühendislik,doğa bilimleri,iktisat ve diğer toplumsal bilimler açısından inceleyecek “Çevre Araştırmaları Enstitüsü” kurulmalıdır.
· DİE içinde çevre istatistiklerini toplayıp,derleyecek ve izleyecek bir birim kurulmalıdır.
· DPT İktisadi Planlama Dairesi içinde çevre programlarının kalkınma planlarıyla bütünleştirmekle görevli bir birim kurulmalıdır.
5.4.DOĞAL KAYNAKLAR
5.4.1.BİTKİ VE HAYVAN VARLIĞI
Türkiye ‘nin coğrafi konumu, iklimi ve topografik özelliği ; pek çok hayvan (120 tür memeli ve 400 tür kuş) ve bitki türünün (9000 tür bitki) yaşamasına olanak vermesi, bir çok dünya ülkesini kıskandıracak ölçüde varsıllığımızın açık bir ölçüsüdür.
Kirliliğin sınır tanımaksızın tüm dünyayı tehdit ettiği günümüzde ; bitki ve hayvan varlığımızı özenle korunmak yarınımız için çok önemlidir.
Tür ve alan koruması çalışmalarında ; gönüllü kuruluşların önderliğinde gençliğin çok etkin olabileceği gözetilerek,uygun yönlendirme , örgütlenme ve organizasyon yapılmalıdır.
5.4.1.1.Tür Koruması
Bitki ve hayvan türlerinin korunmasına yönelik bu çalışmada ; özellikle “Av Turizmi” adı altında bilinçli/bilinçsiz döviz için hayvan varlığımıza yönelik tehdit göz önünde tutulmalıdır. Kirliliğin ,yaban yaşamı yeterince baskı altına aldığı ve türlerin üremelerini sınırladığı günümüzde , avcılıkla yaban yaşamın daha da çok tehlikeye atılmasına izin verilmemelidir.
5.4.1.2.Alan Koruması
Sınırları belirlenen alanlardaki yaban yaşamı tüm doğal öğeleri ile birlikte sürekli olarak korunmalıdır.
Bu anlamda ulusal parklar ve benzeri alanların;
· İnsanların turizm çalışmalarından,
· Su kaynaklarının tüketilmesinden / tuzlanmasından,dolayısıyla erozyondan,
· Tarım ilaçlaması aracılığıyla kirlenmeden
· Avcılıktan
sürekli olarak korunması sağlanmalıdır.
5.4.2.TARIM TOPRAKLARI
Tarımsal üretimin sürdürülerek gelecek kuşakların beslenme gereksinimlerinin karşılanmasının önde gelen koşulu, tarım topraklarının korunmasıdır.Oysa bugün, ülkemizdeki tarım toprakları; başta erozyon olmak üzere tarım dışı amaçla kullanım, yanlış gübreleme yada ilaçlama gibi nedenlerle hem azalmakta hem de niteliğini yitirmektedir. Bu nedenle erozyonla mücadele başta gelen hedef olmalıdır.
Çarpık sanayileşme ve kentleşmenin tarım topraklarını hızlı yok etmesinin önüne geçebilmek için öncelikle tarım topraklarının haritası hazırlanarak,sanayi yerleşimlerinin ve kara yollarının fiziki planlaması yapılmalıdır. Sanayi kuruluşları, bu plan çerçevesinde niteliksiz topraklara yönlendirilmelidir.Bu planların uygulanmasında devlet yönlendirici ve özendirici, gerektiğinde de cezalandırıcı olmalıdır.
5.4.3.ORMANLAR
Türkiye’nin yüzölçümünün %26 sı orman olup, bunun %44 ü iyi kalitedir. Ormanlar; denetim dışı kesimler,hızlı sanayileşme ve kentleşme, asit yağmurları gibi etkilerle tehlike altın da olup, yeterince hızlı ve sağlıklı olarak kendilerini yeniden üretememektedirler. Bu nedenle ağaçlandırma, ulusal hedeflerin den biri olarak kabul edilmelidir.
Sağlıklı bir çevrede yaşayabilmek için ;
· Orman kadastro çalışmaları bitirilmelidir.
· Ormanlar; üretme, dinlenme, enerji, sanayi, erozyon önleme vb. biçimde
sınıflandırılarak kullanıma açılmalı yada kapatılmalıdır.
· Ağaçlandırma, eğitim ve askerlik hizmetlerinin ayrılmaz bir parçası olarak kabul
edilerek ; orman, koru, ve park alanlarının artırılması, sürekli ulusal bir eylem haline
getirilmelidir.
5.4.4.SU KAYNAKLARI
Ülkemizde su kullanımı hızla artmaktadır. Artan içme ve sanayi suyu tüketiminin, daha sonra yüzeysel kaynaklara kirli su olarak dönmesi özellikle dikkat çekicidir.
· Hızlı kentleşme,kentlere su sağlanmasını zorlaştırmakta ve yüzeysel kaynakların
daha çok kullanılmasını zorlamaktadır.
Suyun stratejik değeri giderek artmaktadır.
· Su kaynaklarının kirliliği giderek artmaktadır. Su kirliliği açısından kısa dönemde yapılması gerekenleri aşağıdaki şekilde özetleyebiliriz.
a) Her türlü planlama ve denetim güvenirliği açısından sağlıklı / sürekli veriler gereklidir. Bu nedenle DSİ veya TÜBİTAK bünyesinde bir veri bankası kurulmalıdır.
b) Özellikle sanayi tesislerinin yer seçiminde ; su sağlanması kadar, oluşacak atık sanayi sularının etkisinin de ne olacağını kestirmek de çok önemlidir.Her türlü su kaynağının planlamasında sanayi nin bu etkisi çok dikkatle gözetilmelidir.
c) Türkiye sularının kalite haritası hazırlanmalı ve sürekli güncelleştirilmelidir.
d) Sanayi tesislerinin atık sularını arıtmadan alıcı ortamlara geri verilmesi önlenmelidir.
Bu nedenle sanayi kuruluşları ;
· Kendi atık sularını tekrar kullanmaya
· İkinci kalite suları süreçlerinde kullanmaya
· Daha az su tüketen teknolojik süreçlere
Yönlendirilmelidir
e) Başta İstanbul,İzmir,Kocaeli ve Adana olmak üzere sanayi ve evsel atık suların su kaynaklarına karıştığı yerlerde ; atık sular ön ve biyolojik arıtmaya tabi tutulmalıdır. Arıtılmış suların , sulamada / sanayide kullanımı, farklı fiyat uygulamaları ile önceleri özendirilmeli daha sonra da zorunlu hale getirilmelidir.
5.4.5.MADENLER
Pek çok mineral bir kez işlendikten sonra geri dönülmez bir biçimde doğal yaşam dan silinmektedirler. Böylece rezervler azalmaktadır. Sınırlı rezervlerimizi sürekli işe yarar biçimde tutmanın en iyi yolu başta metaller olmak üzere onları geri kazanarak yeniden işlemektir.
Doğal düzenin daha az bozulması için madenlerin kullanımında aşağıda belirtilen önlemler alınmalıdır.
5.4.5.1.Üretim Aşamasında
· Açık ocak madenciliğinde,dekupaj malzemesi uygun biçimde depolanıp / yüzeye serilip doğal yapıya uyum sağlanmalıdır. Bu sahalar olabildiğince ağaçlandırılmalıdır.
· Yüzdürme, özütleme gibi zenginleştirme işlemlerinden çıkan asitli suların arıtılarak
kullanılması sağlanmalı, çevreye verilmeleri kesinlikle önlenmelidir.
5.4.5.2.Kullanım Aşamasında
· Tüm metal ürünlerinin , faydalı ömürleri sonrasında toplanıp yeniden işlenmeleri
sağlanmalıdır.
· Metal ürünleri yerine çevreyi kirletmeyen yapay maddelerin kullanımı yaygınlaştırılmalıdır.
5.5.ENERJİ
Az gelişmişlikten kurtulma yolunda enerji stratejisinin temel hedefi;gereken enerjiyi,gerektiği zamanda ve yeterli miktarda bulabilmek olmalıdır.
Türkiye’nin toplam ve fert başına enerji tüketiminin,kalkınma ve refah artışına paralel olarak artacak olmasına bağlı olarak,gerekli önlemlerin alınmaması durumunda ciddi çevre sorunları yaşanacaktır.
Çevre kirlenmesine karşı,sektör faaliyetlerinin (aramadan üretime kadar) tüm aşamalarında , çevre faktörü dikkate alınarak, enerji- ekonomi- çevre üçlüsünün optimizasyonu sağlanmalıdır.
Enerji tüketiminde, israfın ve kayıpların önlenmesinin yanı sıra , birim ekonomik hasıla başına tüketilen enerjinin azaltılmasına yönelik teknolojik yeniliklerin tamamından yararlanılmalıdır.
Bir yandan fosil yakıt tüketiminin artması ,diğer yandan dış alımın artmış olması, kısa ve uzun vade de aşağıda belirtilen önlemlerin alınmasını zorunlu kılmaktadır.
Kısa Dönemde Alınacak Önlemler
· Enerji dış alımında kaynak ve ülke çeşitlendirilmesine özen gösterilerek ; öncelik doğalgaza verilmeli,petrol ikinci sırada olmalıdır.
· Linyit kömürü kullanan tüm termik santraller rehabilite edilerek verimlilik arttırılmalıdır,
· Tüm termik santrallerin elektro filtreleri en az % 99,5 verimle sürekli çalışabilir hale getirilmelidir. Kül depolama alanlarının üzerleri sürekli toprakla örtülerek, olanaklar ölçüsünde tarıma kazandırılmalıdır.
· Termik santrallerin tümüme ,baca gazlarından kükürdü arıtma üniteleri eklenmelidir.
· Özellikle özel şirketlerin,kooperatif ve kamu kuruluşlarının, 30 MW ‘e kadarki enerji ihtiyaçlarını karşılamak üzere Hidro elektrik santrallerini uygun yerlerde kurup işletmeleri teşvik edilmelidir.
· Büyük şehirlerimizin kent içi ulaşımlarında toplu taşıma özellikle raylı sitemler yaygınlaştırılmalıdır. Kentin coğrafi özelliğine bağlı olarak deniz ulaşımından azami ölçüde yararlanılmalıdır. Böylelikle hem enerji tasarrufu sağlanmış hem de çevre daha temiz kalacaktır.
· Enerji tasarrufu sağlamak amacıyla, sanayi kuruluşlarının özgül enerji tüketimini düşürmeleri; daha düşük tarife ,vergi iadesi, vb. yöntemlerle önceleri teşvik edilmeli daha sonrada zorlanmalıdır.
· Yerel yönetimler,enerji tasarrufu sağlamak amacıyla; kentin coğrafi ve iklimsel özelliklerine uygun ;mimari,yalıtım,merkezi / bölgesel ve uygun yakıtla ısıtma gibi ölçütleri yeni teknolojilerle sürekli güncelleştirilmiş tarzda uygulamalıdır.
· Sanayi kuruluşlarının ürettikleri;Otomotiv,beyaz eşya,aydınlatma armatürleri gibi enerji tüketicisi ürünlerinin verimliklerinin arttırılması önceleri özendirmeli sonrada zorlanmalıdır.
Uzun Dönemde Alınacak Önlemler
Çevreye daha az zarar veren uzun dönem stratejileri özetle ;
· Enerji yatırım projelerinin seçiminde, ekonomi ve çevreye maliyeti minimize eden,faydayı maksimize eden çözümler gözetilmelidir.
· Termik santrallerin tamamı
· Yüksek verimli akışkan yataklı kazanlarla
· Yüksek verimli elektro filtrelerle
· Baca gazlarından kükürdü arıtan ünitelerle
· Daha verimli jeneratörlerle
donatılmalıdır.
· İletim kayıplarını azaltmak için elektrik enerjisi 700-1200 kw düzeylerinde iletilmelidir.
· Yolcu ve yük taşımacılığında, Demir yolu ve deniz yolu özendirilmelidir .
· Tüm ulusal yatırım projelerinde daha az enerji tüketen teknolojiler seçilmelidir.
5.6.ÇEVRE YASALARI / YÖNETMELİKLERİ VE UYGULAMALARI
5.6.1.YASALAR / YÖNETMELİKLER
Yüzlerce değişik yasanın çevre korumayla ilgili hüküm içermesinin yarattığı yetki karmaşası giderilmelidir. Hepsi doğanın ve çevresine yönelik ” Milli Park ”, ”Özel Çevre Koruma Bölgesi“ gibi kavramların ortaya çıkardığı çelişkiler giderilmelidir.
Özetle 1930 yılından bu güne değin çıkarılan çevre korumayla ilgili mevzuat gözden geçirilerek , bu konudaki karmaşık durum giderilmelidir.
Bu anlamda ;
· 1983 tarihli Çevre Yasası ‘nın emredici hükmü ve niteliğindeki tüm yönetmelikler derhal çıkarılmalıdır.
· Çıkarılacak yönetmeliklerde ,özellikle denetleyici kurumların görev ve yetkileri açıkça belirtilmelidir.
· Sanayi kuruluşlarının izin alma ve denetleme yöntemleri basit ve kolay hale getirilmelidir.
· Gelişen çevre koşulları ve teknolojiye göre standartlar güncelleştirilmelidir.
· Çevre yasası gereği ,yayınlanmış yönetmeliklerde ; atık standartlarına göre yapılmış düzenlemeler,dünyadaki uygulamalara koşut olarak alıcı ortamlara göre hazırlanmalıdır.
5.6.2.UYGULAMA
Üniversitelerin katkısıyla sürekli eğitim programlar aracılığıyla , denetimin en önemli öğesi nitelikli personel yetiştirilmelidir.
· Sanayi projelerinin uygulanması için sunulan ÇED raporlarını tarafsızca inceleyecek ulusal ve bölgesel bilirkişi ekipleri kurulmalıdır.
· Yerel koşullara ve zamanlamaya bağlı olarak DSİ ,MTA,Üniversite ,Belediye. Sağlık
Bakanlığı vd. kurumların sorumluluğunda sabit ve hareketli laboratuarlar kurulmalıdır.
· Gerekli durumlarda ;hakemlik ve ileri analiz görevlerini yapmak üzere Çevre Genel
Müdürlüğü’ne bağlı “Referans Labratuvar”ları kurulmalıdır.
· Merkezi ve Yerel Yönetimlerin ,ulusal ve yerel bazda çevresel etki yaratacak projeleri; demekrotik katılımcı anlayış ile toplumsal dinamiklerin katılımı sağlanmadan uygulanmamalıdır.
5.7.ULUSLAR ARASI İLİŞKİLER
Türkiye’nin taraf olduğu BM , Avrupa Konseyi , AB , OECD , NATO düzeyinde yapılmış uluslar arası çevre işbirliği çerçevesinde yürütülen çalışmalarda ;Çevre Kirlenmesine karşı alınacak önlemlerin zamanlamaları ve maliyetlerinin karşılanmasında ;kuzey-güney ülkeleri arasındaki önemli görüş farklılıkları vardır.
Türkiye böylesine önemli konularda ;sürekli varsıl kuzey ülkeleri yanında tavır koymaktan kaçınmalıdır. Bu konuda bağımsızlığımızı,ülke çıkarlarını ve dış politikamızın diğer öğelerini riske sokabilecek oluşumlara dikkat edilmelidir.
Türkiye çağdaş bir çevre politikası belirleyerek ;çevre sorunlarıyla mücadele de öncülük yapabileceğini inandırmalıdır.
Bu amaçla merkezi Türkiye de olan “Gelişmekte Olan Ülkeler Çevre Birliği” kurulmalıdır.
Türkiye , çevre korumayla ilgili uluslar arası sözleşmelere gecikmeden imza koymalıdır.
Karadeniz’in Çevre sorunlarının çözümünde, kıyı ülkeleri ve tuna ülkeleri ile birlikte hareket edilmelidir.
0 notes
Text
CUMHURİYET TARİHİNİN EN KAPSAMLI YERLİ TOHUM SEFERBERLİĞİ BAŞLADI
Tarım ve Orman Bakanı Dr. Bekir Pakdemirli, gelecek nesillerin sürdürülebilir ve sağlıklı gıdaya erişimi için Cumhuriyet tarihinin en kapsamlı yerli tohum seferberliğini başlattı. “Atadan Toruna Tohum Seferberliği” adı verilen seferberlik ile Atalık ve yerli tohumdan fidana ve meyveye giden süreçte yerli tohum kullanımı yükselecek ve gıda zincirinde yerlilik oranı artırılacak. 4 ayaklı uygulanacak seferberlik çerçevesinde 2 yılda 15 bin tohum üreticisi eğitilecek. Ayrıca Morfolojik ve Moleküler Test Laboratuvarı, Tohum Teşhis ve Analiz Görüntüleme Sistemi ve Fidan İhtisas Merkezi ile ‘Ata Meyveleri Gen Bahçesi’ kurulacak. Tarım ve Orman Bakanlığı, gelecek nesillerin daha sağlıklı, daha sürdürülebilir bir gıda ekosisteminde yaşayabilmesi için Cumhuriyet tarihinin en kapsamlı yerli tohum seferberliğini başlattı. Anadolu’nun verimli topraklarının tohumlarının yanında yerelleşmiş tohumlar, teknoloji ve bilim ile yeniden gıda zincirine girecek ve sofralara ulaşacak. Tarım ve Orman Bakanı Bekir Pakdemirli, İstanbul’da yaptığı basın toplantısı ile, gelecek nesillerin sağlıklı gıdaya erişimi için başlatılan “Atadan Toruna Tohum Seferberliği”ni duyurdu. Bakan Pakdemirli, son 17 yılda tohumculuk sektörüne yaklaşık 2,5 milyar TL destek verildiğini, bugün 86 ülkeye yaklaşık 255 milyon dolarlık tohumluk ihracat yapıldığını kaydetti. Pakdemirli, “Bugün artık Türkiye tohumluk üreten ve ihraç eden bir ülkedir. 2023 hedefimiz ise 2 milyon ton üretim ve 500 milyon dolarlık ihracattır” diye konuştu. Bakan Pakdemirli, Türkiye’de bitki ıslahçıları tarafından kendi genetik kaynaklarımız ile geliştirilen çeşitler ile tohumculuk sektörünün büyüdüğünü belirterek şunları söyledi: “Ülkemiz tohumculuğunda eğitim, yeni çeşit, tescil, sertifikasyon ile fide ve fidan alanlarında ‘İhtisas Merkezleri’ kurarak ‘Atadan Toruna Tohum Seferberliğini’ buradan ilan ediyorum. Seferberlik kapsamında ‘Eğitim, Test ve Sertifikasyon, Analiz ve Fidan İhtisas Eğitimi’ olmak üzere 4 ayaklı bir strateji izlenecek. Tescil ve Sertifikasyon Merkezlerimizde; Morfolojik, Moleküler Test Laboratuvarı, Tohum Teşhis, Analiz ve Görüntüleme Sistemleri, Karacabey Fidan ve Fide Merkezimizde Meyvecilik Üst Merkezi ile ‘Ata Meyveleri Gen Bahçesi’ kurularak ülkemiz tohumculuğuna yeni bir ivme kazandırıyoruz. Tarım ve Orman Bakanlığı Bitkisel Üretim Genel Müdürlüğü, Tarım Araştırmalar ve Politikalar Genel Müdürlüğü, Eğitim ve Yayınlar Daire Başkanlığı, Tohum Yetiştiricileri Alt Birliği (TYAB) ve Türk Tarım Alet ve Makinaları İmalatçıları Birliği (TARMAKBİR) ile tohumculuk sektörümüzü yeni teknolojiler ile buluşturacağız.” 2 YILDA 15 BİN ÇİFTÇİYE EĞİTİM Tarım ve Orman Bakanı Bekir Pakdemirli, seferberlik kapsamında en önemli olanın çiftçi eğitimi olduğunu söyledi. Pakdemirli şöyle konuştu: “Uygulamalı çiftçi eğitimi ile 2 yılda 15 bin sözleşmeli, sertifikalı tohum üreticisi eğitim görecek. Eğitimler Ankara, Adana, Aydın, İzmir, Şanlıurfa ve Manisa olmak üzere 6 ilde gerçekleştirilecek. Eğitim merkezlerinde 1’er hafta olarak sertifikalı tohum üreten çiftçilerimize uygulamalı eğitimler verilecek. Bu kapsamda ülkemiz ihtiyacına uygun olarak, üst kademe (Elit, Orijinal) sertifikalı tohumluk üretim planlaması sağlanacak, ithalatına ihtiyaç duyulan durum buğdayı, ayçiçeği ve mısır gibi türlerde tohumluk üretimlerinin artırılarak ithalat oranları düşürülecek.” TOHUM VERİ TABANI OLUŞTURULACAK Bakan Pakdemirli, Tarım ve Orman Bakanlığı Tohumluk Tescil ve Sertifikasyon Merkezi Müdürlüğü bünyesinde bitki çeşitlerinin kayıt altına alınması ve ıslahçı haklarının tescilini sağlayacak, dünya standartlarında analiz kabiliyeti ve teknolojisi olan bir morfolojik ve moleküler test laboratuvarı kurulacağını belirterek, “Böylece tohum üreticilerinin yetiştireceği, geliştireceği yerli tohum türlerinin tescili de uluslararası akreditasyona sahip olacak bu laboratuvarda gerçekleştirilecek. Uluslararası standartlarda teknolojileri kullanacak olan laboratuvar sayesinde Türkiye’nin dijital tohum arşivi ve kataloğu ile tüm resmi ve özel yetkili laboratuvarların, üniversitelerin, tohum analistlerinin yararlanabileceği bir veri tabanı da oluşturulacak” dedi. Bakan Pakdemirli, dünyada bitki çeşitlerinin kayıt altına alınması ve ıslahçı hakları için yapılan tescil işlemleri piyasasının yaklaşık 32 Milyon Euro olduğunu, test laboratuvarlarının hayata geçirilmesiyle dışa bağımlılığın azaltılarak yıllık 6 Milyon TL ilave kazanç sağlanacağını belirtti. TOHUM ANALİZ VE GÖRÜNTÜLEME Seferberlik kapsamında hayata geçirilecek bir diğer projenin ise, tohumların özel teknoloji ve mikroskobik cihazlarla teşhis ve analizini sağlayacağını ifade eden Bakan Pakdemirli, yapılan çalışmalar neticesinde ürün kayıplarına yol açan hastalık etmenlerine dirençli tohumluklar geliştirileceğini vurguladı. Pakdemirli, bu projede kullanılacak özel ve ileri görüntüleme sistemleri sayesinde tohumların ve tohumlara zararlı organizmaların ayrıştırmasının sağlanacağını kaydetti. FİDAN İHTİSAS MERKEZİ Seferberlik kapsamında hayata geçirilecek projelerden biri de Bursa Karacabey’de 150 dekarlık alanda kurulacak Fidan İhtisas Merkezi olacak. ‘Standart Fidan Damızlık Parseli’ olarak adlandırılan bu proje fidancılık ve meyvecilik sektörünün mesleki ve hayat boyu eğitim merkezi olarak çalışacak. Bakan Pakdemirli, Fidan İhtisas Merkezi’nin uluslararası standartlarda ve modern tekniklerle fidan üretimi, zirai mücadele, sulama ve besleme gibi alanlarda eğitimler verileceğini söyledi. TOHUMCULUK SEKTÖRÜ Tarım ve Orman Bakanı Bekir Pakdemirli, tohumculuk sektörüne ilişkin bilgiler de verdi. Türkiye’nin bitkisel biyolojik çeşitliliğinin sadece Türkiye’de bulunan türlerin yanı sıra yerel çeşitler açısından da çok zengin olduğunu ifade ederek şunları söyledi: “Özellikle, tarımı yapılan türlere ait bitki genetik kaynaklarındaki genetik çeşitliliğin korunması, bitkisel üretimin sürdürülebilirliği bakımından son derece önemlidir.Tohumculukta nohut, mercimek ve kuru fasulyede yüzde 100, arpada yüzde 99,5, makarnalık buğdayda yüzde 81, ekmeklik buğdayda yüzde 69, çeltikte yüzde 68, yem bitkilerinde yüzde 85, sebzede yüzde 77 oranlarında yerlilik sağlandı. Son 16 yılda sertifikalı tohum üretimimizi 7 kat artırarak 1.059 bin tona çıkardık. 17 milyon dolar olan tohum ihracatımızı 9 kat artış ile 152 Milyon dolara, İhracatın ithalatı karşılama oranı yüzde 31 iken yüzde 85 seviyesine yükselttik. 120 Milyon dolar olan ülkemiz tohum sektörümüzün pazar büyüklüğü 8 kat artarak 1,3 milyar dolara çıkardık.” Read the full article
0 notes
Text
Gana'nın ilk yardımda kullanılan şifalı bitkileri tehdit altında
Gana'nın ilk yardımda kullanılan şifalı bitkileri tehdit altında
#AmamaShelterbeltOrmanRezervi, #AşırıHasat, #AsukeseOrmanRezervi, #BitkiÇeşitleri, #BitkiTıbbıAraştırmaMerkezi, #BitkiTıbbıBilimselAraştırmaMerkezi, #BitkiselAcıÜretimi, #BitkiselIlaçlar, #BiyoçeşitlilikKaybı, #EtnobotanikBilgi, #FarmakolojikEtki, #GanaGelenekselTıp, #GanaOrmanları, #GanaOrmansızlaşmaOranları, #GanaŞifalıBitkiler, #GanaDaBitkiselIlaçKullanımı, #GanaDaŞifalıBitkiler, #GanaDakiYerelTopluluklar, #GanaNınEtnobotanikGelenekleri, #GelenekselBitkiBilgisi, #GelenekselTıp, #KorumaProgramları, #ModifiyeTaungyaSistemi, #OrmanRestorasyonu, #OrmanYangınları, #Ormansızlaşma, #OrmansızlaşmaEtkileri, #TarımsalGenişleme, #YerelBilgi, #YerelTopluluklar https://is.gd/lX8YHo https://www.tibbivearomatikbitkiler.com/haberler/gananin-ilk-yardimda-kullanilan-sifali-bitkileri-tehdit-altinda/
Gana’nın ilk yardımda kullanılan şifalı bitkileri tehdit altında, yakın zamanda yapılan bir araştırmaya göre, güneybatı Gana’daki orman toplulukları, 83’e kadar rahatsızlığı tedavi etmek için 70 şifalı ağaç türü kullanıyor. Bu bitkiler, farmakolojik faydaları olan yüksek düzeyde biyoaktif bileşikler içerir, ancak birçoğu aynı zamanda aşırı hasat ve büyük ölçekli ormansızlaşmaya neden olan bölgedeki tarımsal genişleme gibi faktörler tarafından da tehdit altındadır. Batı tıbbına ve kültürel algılara erişim eksikliği nedeniyle geleneksel tıp, orman kenarındaki birçok topluluk için birincil tedavi kaynağıdır. Yazarlar, hükümet öncülüğündeki koruma programlarının ve geleneksel bilginin korunmasının, bu şifalı ağaç türlerinin korunması açısından önemli olduğunu söylüyor.
Yeni bir araştırmaya göre, Gana’nın güneybatısındaki geleneksel tıbba erişimi olmayan kırsal topluluklar, 83’e kadar rahatsızlığı tedavi etmek için düzinelerce şifalı ağaç türü kullanıyor . Ancak çalışmanın yazarları, bu ağaç türlerinin çoğunun aynı zamanda aşırı hasat ve tarımsal genişleme gibi faktörler nedeniyle de bölgede ormansızlaşmaya yol açtığını söylüyor.
Heliyon dergisinde yayınlanan çalışma, Asukese Orman Rezervi ve Amama Shelterbelt Orman Rezervi’nin kenarlarındaki toplulukların 33 taksonomik aileden 70 tür şifalı ağaç kullandığını ortaya çıkardı. Bu ağaçlara atfedilen ilk beş farmakolojik etki, anti-inflamatuar, anti-sıtma, anti-mikrobiyal, anti-bakteriyel ve üremeyi artırıcı özelliklerdir.
Gana Enerji ve Doğal Kaynaklar Üniversitesi Orman Bilimleri Bölümü’nde öğretim görevlisi olan ortak yazar Michael Asigbaase, “Bitkisel ilaç, kırsal toplulukların ‘ilk yardımı’ gibidir ve bazı uzak bölgelerdeki tek yardımdır” dedi. “Bütün topluluklarda şifalı bitkiler var. Hatta bazı durumlarda klinik ve hastanelerden yardım bulamayan insanlara da yardım edebildiler.”
Araştırma yazarları, bölgedeki şifalı ağaçların kullanımını anlamak için Yerli Akan-Bono halkı ve Kusaasi ve Waala gibi kuzey kabileleri de dahil olmak üzere dört topluluktan 88 katılımcıyla röportaj yaptı. Bulgular, toplumun bitki özellikleri, iyileştirici etkileri, çeşitleri ve yan etkileri hakkındaki bilgisini değerlendiren bir Yerli bilgi endeksi de dahil olmak üzere beş parametre kullanılarak değerlendirildi. Parametrelerin geri kalanı, bilimsel literatürde tıbbi özelliklerin ne sıklıkta belirtildiğine, türlerin ve bitkilerin parça değerlerine ve bunların aile içindeki kullanımına baktı.
Gana’daki uzak yerel topluluklar için şifalı ağaçlar, ormanların kenarlarında yaşayan toplulukların kolayca erişebildiği göz önüne alındığında birincil tedavi kaynağıdır. Batı geleneksel tıbbındaki son gelişmelere rağmen, Afrika’daki birçok ülkede geleneksel tıbba bağımlılık, geleneksel tıbbın nispeten yüksek maliyeti, sınırlı sağlık hizmeti kapsamı ve sağlık personeli sayısı ve geleneksel tıbbın kültürel olarak normalleşmesi nedeniyledir.
Asigbaase, Mongabay’a şöyle konuştu: “Gana’daki pek çok topluluk bitkisel ilaçları geleneksel [Batı] tıbbından daha etkili olarak algılıyor çünkü bunlar mevcut, uygun fiyatlı ve bunların nasıl hazırlanacağı ve uygulanacağı konusunda ortak bilgi var.” Gana’daki geleneksel şifacılar, çeşitli tıbbi türleri kullanarak sağlık hizmetlerinin tahminen %70’ini sağlıyor . Sonuç olarak Ganalı kabileler, temel sağlık ihtiyaçları için toplam 1.360 şifalı bitki türüne ilişkin geleneksel tıp bilgilerini topladı.
Araştırmaya göre dul katılımcıların evli veya bekar katılımcılara göre şifalı bitkiler hakkında daha fazla bilgi sahibi olduğu ortaya çıktı. Yazarlar, bunun, çok sayıda bakmakla yükümlü oldukları kişilerin olması veya eşlerini kaybetmiş olmaları nedeniyle sınırlı gelir veya Batı tıbbı kaynaklarına erişimle ilişkili olduğunu söylüyor.
Yaygın olarak neem ağacı olarak bilinen Azadirachta indica, en sık alıntı yapılan şifalı ağaç türüydü.
Asigbaase, “Fabaceae, Apocynaceae, Arecaceae [aileleri] ve bunların yakından ilişkili familyalarının bitki türlerinin genellikle farmakolojik değeri olan yüksek düzeyde biyoaktif bileşikler içerdiği rapor edilmiştir” dedi.
“Bulgularımızla tutarlı olarak, bazı çalışmalarda çeşitli ağaçların insan, bitki ve hayvan hastalıklarının tedavisinde kullanımına ilişkin etnobotanik bilgiler rapor edilmiştir.”
Riskli bir tedavi
Yaygın olarak kabul edilen tıbbi değerlerine rağmen, bu ağaçlar topluluk üyeleri tarafından başka amaçlar için de kullanılmaktadır. Bunlar arasında yakıt olarak odun kömürü yapımı ve inşaat ve marangozlukta kereste olarak kullanılması da yer alıyor; bu kullanımlar ağaç türlerinin korunmasına tehdit oluşturuyor. Çalışmada, tarımsal genişleme, ağaç kesimi, madencilik, kentleşme ve iklim değişikliği gibi daha geniş tehditlerin de ormansızlaşma nedeniyle şifalı ağaç türlerinin kaybına katkıda bulunduğu belirtildi.
Birleşmiş Milletler Kalkınma Programına göre, Gana’daki mevcut ormansızlaşma ve orman bozulma oranı her yıl 135.000 hektardır (333.600 dönüm). Heliyon makalesinde yer alan Asigbaase ve birkaç meslektaşının Asukese ve Amama orman rezervlerinin yakınında gerçekleştirdiği bir başka çalışma , adı geçen şifalı bitki türlerinden yedisinin neslinin tükenme tehlikesiyle karşı karşıya olduğunu gösteriyor.
Temel olarak doğadan elde edilen bu bitkilerin aşırı hasadı, çalışma alanındaki şifalı bitki kaybının en önemli nedenleri arasında yer alıyor. Bu çalışma için görüşülen sakinlerin algısına göre, şifalı bitkiler on yıl içinde yerel olarak yok olacak.
Gana’nın etnobotanik gelenekleri üzerine yapılan başka bir çalışmanın araştırmacıları, bu türlerin kaybının geleneksel bilgilerinin, maneviyatlarının ve tarihlerinin silinmesi anlamına geldiğini söylüyor . Enerji ve Doğal Kaynaklar Üniversitesi’nde ekoloji dersi veren Bismark Ofosu-Bamfo’ya göre, Gana’daki çoğu kabilede ağaçlar ve kültür arasında güçlü bağlar var.
“Odumase gibi bazı kasaba isimleri kelimenin tam anlamıyla ‘Odum ağacının altında’ [ Milicia excelsa ] anlamına gelebilir. Perşembe günü doğan bir erkeğe verilen ad ve aynı zamanda bir isim olan Onyina gibi bir isim [Yaw Onyina], Ceiba pentandra’nın yerel ismiyle aynı “ dedi.
Ofosu-Bamfo, Afrika maunu olarak da bilinen Khaya türünün kabuğu gibi ağaçlara olan talebin çoğunlukla bitkisel acı üreticilerden yüksek olması nedeniyle bitkisel ilaçların sürdürülebilir hasadının önemli bir zorluk olduğunu söyledi. Mide ülserlerinin tedavisi için araştırılan Khaya grandifoliola gibi bitkilere olan talep bazen ağaçların tamamen kesilmesine ve kabuklarının soyulması ile sonuçlanmaktadır .
Ofosu-Bamfo, “Bitkisel ilaç kullanıcılarının yerelden endüstriyel ölçeğe kadar koruma taahhüdüne ihtiyaç var” dedi. “Ağaçlara alternatifler, bazıları aynı tıbbi koşullar için kullanılan ağaçlarla aynı ailede olan, yakın akraba odunsu tırmanıcılarda (lianas gibi) mevcut olabilir.”
1975 yılında hükümet Bitki Tıbbı Bilimsel Araştırma Merkezi’ni (CSRPM) kurdu ve daha sonra Bitki Tıbbı Araştırma Merkezi (CPMR) olarak yeniden adlandırıldı. Asigbaase ve meslektaşlarına göre hükümet, Gana toplumunda geleneksel tıbbın öneminin farkında.
Araştırmada “CPMR’nin faaliyetleri ve bu tür bitkisel ilaçların etkinliğini doğrulayan diğer bilimsel çalışmalar, Gana’da bitkisel ilaçların kullanımını daha da teşvik etti ve artırdı” diyor.
Çalışma alanındaki toplulukların şifalı ağaçları korumaya çalışmasının yollarından biri, bölgede sık sık yaşanan orman yangınlarını hedef alan, hükümetin öncülüğünde orman restorasyonu ve koruma programlarıdır. Bu programların etkileri henüz değerlendirilmemiştir.
Asigbaase, “Yerel topluluklar ilk yangınla mücadelede kritik bir rol oynuyor ve erken tespite, yangını kontrol altına almak için sınırların temizlenmesine ve ağaç dikilmesine yardımcı oluyor” dedi.
“Topluluklar aynı zamanda yenilikçi bir orman restorasyon aracı olan Modifiye Taungya Sistemine [MTS] de katılıyor. Katılımcılara, ağaçların gölgesi kapanana kadar mahsul yetiştirmeleri için bozulmuş orman arazilerinin bir kısmının verildiği bir tarımsal ormancılık sistemidir.”
Geleneksel bitki bilgisinin nesiller boyunca azaldığını gösteren benzer çalışmaların bulgularının aksine, yazarlar farklı yaş, cinsiyet, din ve eğitim düzeyleri arasında benzer düzeyde etnobotanik bilgi buldular. Bu, türlerin korunmasında rol oynayabilecek yerel topluluklardaki bireyler arasında etkili bir bilgi aktarımı olduğunu göstermektedir.
Asigbaase, “Bu etnobotanik bilgi aktarımı, ebeveynlerin eğitimi ve kulaktan kulağa tavsiyeler aracılığıyla topluluk bilgisinin paylaşılması yoluyla mümkün oldu” dedi.
“Yerel topluluklarda ‘Hastaysan susmamalısın’ şeklinde tercüme edilebilecek bir söz vardır” diye ekledi. “Böylece topluluk [üyeler], birikmiş etnobotanik bilgilerini paylaşarak sağlık sorunlarına çözümler keşfediyorlar.”
#Amama Shelterbelt Orman Rezervi#aşırı hasat#Asukese Orman Rezervi#bitki çeşitleri#Bitki Tıbbı Araştırma Merkezi#Bitki Tıbbı Bilimsel Araştırma Merkezi#bitkisel acı üretimi#bitkisel ilaçlar#Biyoçeşitlilik kaybı#etnobotanik bilgi#farmakolojik etki#Gana geleneksel tıp#Gana ormanları#Gana ormansızlaşma oranları#Gana şifalı bitkiler#Gana'da bitkisel ilaç kullanımı#Gana'da şifalı bitkiler#Gana'daki yerel topluluklar#Gana'nın etnobotanik gelenekleri#geleneksel bitki bilgisi#Geleneksel tıp#koruma programları#Modifiye Taungya Sistemi#orman restorasyonu#orman yangınları#ormansızlaşma#ormansızlaşma etkileri#tarımsal genişleme#yerel bilgi#yerel topluluklar
0 notes
Text
Kırıkkale'de önce mezuniyet, sonra doğaya salım
https://pazaryerigundem.com/haber/183129/kirikkalede-once-mezuniyet-sonra-dogaya-salim/
Kırıkkale'de önce mezuniyet, sonra doğaya salım
Tarım ve Orman Bakanı İbrahim Yumaklı, Kırıkkale Üniversitesi (KKÜ) Yüzüncü Yıl Kongre Merkezi’nde düzenlenen 2023-2024 Akademik Yılı Mezuniyet Töreni’ne katıldı.
KIRIKKALE (İGFA) – Kırıkkale Üniversitesi’nde mezuniyet törenine katılan Tarım ve Orman Bakanı İbrahim Yumaklı, bakanlık olarak içinde girişimcilik ruhu taşıyanlara, özellikle gençlere ve kadın girişimcilere ekstra destek verdiklerine dikkati çekti.
Türkiye’nin güçlü olmak zorunda olduğunu dile getiren Bakan Yumaklı, “Hakikaten geçmişte örneklerini bütün dünyanın gördüğü, tarihin yazdığı bu milleti, olması gereken yere getireceğiz inşallah. 1960 yılında dünya 3 milyardı. Bugün 8 milyar, 2050’de 10 milyar olacak. Müthiş de bir rekabet var. Dolayısıyla nüfusumuz artacak. Türkiye’nin 2050 nüfusunun 105 milyon civarında olması öngörülüyor.” dedi.
“Kendi işinin patronu olmak isteyen, ‘ben bir şeyler üretmek istiyorum’ diyenler varsa ve bu da bakanlığımızın uhdesinde olan konular ise bakanlık olarak hazırız” diyen Bakan Yumaklı, “En büyük yanlış da maalesef herkesin bir memuriyet beklentisi oluyor. Elbette onlar da olacak ama lütfen içinizdeki o potansiyeli keşfedip üretimde olun.” çağrısında bulundu.
Konuşması sonrasında Bakan Yumaklı ve protokol üyeleri, bölümlerini dereceyle bitiren öğrencilere mezuniyet belgelerini ve çeşitli hediyeler verdi.
200 KINALI KEKLİK DOĞAYA SALINDI
Bakan Yumaklı ve beraberindekiler, daha sonra yerleşke içerisinde 200 kınalı kekliği doğaya bıraktı. Burada gazetecilere açıklamaya yapan Yumaklı, Türkiye’nin biyoçeşitlilik konusunda dünyanın önde gelen ülkelerinden olduğunu söyledi.
Halen hem bazı bitki hem de hayvan türlerinin Türkiye’de yeni yeni keşfedilmeye devam ettiğini anlatan Bakan Yumaklı, “Türkiye’mizin dört bir tarafı bu anlamda cennet gibi. Elbette ki bazen bunlarla alakalı Türkiye’mize has bazı türlerin yurt dışına kaçırılma girişimi oluyor. Doğa Koruma ve Milli Parklar Genel Müdürlüğümüz bunlarla ilgili çok yoğun bir çaba sarf ediyor ki ülke dışına çıkmasın diye. Bunun dışında bazı türlerin doğaya bırakılması var. Bu, kimi zaman bir keklik türü, kimi zaman da balık türleri oluyor. Netice itibarıyla biyoçeşitliliğin korunması adına bakanlık olarak çok yoğun bir çaba içerisindeyiz.” diye konuştu.
BU Haber İGF HABER AJANSI tarafından servis edilmiştir.
0 notes
Text
İşkur Sosyal Çalışma Programı Başvurusu Nasıl Yapılır | İşKur İş İlanları
İŞKUR sosyal çalışma programı ne zaman başlıyor- işkur sosyal çalışma programı başvuruları-İşkur Sosyal Çalışma nedir?İşkur Sosyal Çalışma nerede uygulanır?İşkur Sosyal Çalışma Programına kimler katılamaz?Sosyal Çalışma Programına başvurmak için hangi evraklar istenir?
İŞKUR yaz işi başvuru tarihleri ve işkur sosyal çalışma programı başvuruları.Hepsi işkurişlanlari.net’de
1. İşkur Sosyal Çalışma nedir?
Sosyal Çalışma Programları, üniversite öğrencilerinin bir yandan kamu kurumlarında toplumsal faydası olan işlerde çalışabilecekleri, diğer yandan mesleki niteliklerini geliştirebilecekleri programlardır. Program düzenlenebilecek alanlar şöyledir: • Doğanın korunması. • Kültürel mirasın restorasyonu, korunması ve tanıtılması. • Kütüphanelerin bakımı ve düzeni. • Kamu kurumlarının kültürel ve sosyal hizmetlerinin desteklenmesi.
2. İşkur Sosyal Çalışma nerede uygulanır?
Sosyal Çalışma Programları, İŞKUR işbirliği ile kamu kurumlarında uygulanır.
3. Sosyal Çalışma Programı kapsamında yapılacak işler nereden incelenecektir?
Program kapsamında yapılacak işler, programlar yayınlandığında program sorgulama sayfasında her bir program numarasının üzerine tıklanarak incelenebilecektir. Yapılacak işlerin incelenerek en doğru programa/programlara başvurulması önem arz etmektedir. Örneğin;
“İlköğretim öğrencilerine İngilizce eğitimi verilmesi” gibi bir işin bulunduğu programa belli bir seviyede İngilizce bilenlerin başvuru yapması beklenmektedir.
“Tehlike altındaki endemik bitki türlerinin araştırılması” gibi bir işin bulunduğu programa doğa şartlarında güneş, toz veya polen gibi etmenlere alerjisi olan kişilerin başvurmaması beklenmektedir.
Program sorgulama sayfası linki yakın tarihte bu sayfaya eklenecek olup belli aralıklarda takip edilmesinde fayda bulunmaktadır.
4. İşkur Sosyal Çalışma Programına kimler katılabilir?
Açıköğretim, yüksek lisans ve doktora öğrencileri hariç olmak üzere bütün yükseköğretim öğrencileri katılabilir. Ancak katılamayacağı belirtilen eğitim düzeylerinin yanısıra kişinin aktif bir lisans veya önlisans kaydının olması durumunda programlara katılım mümkündür.
5. Vakıf üniversitelerinde okuyan öğrenciler İşkur Sosyal Çalışma Programına başvurabilir mi?
Evet, vakıf veya devlet fark etmeksizin bütün üniversite öğrencileri başvurabilir.
6. Önlisans/lisans son sınıf öğrencileri İşkur Sosyal Çalışma Programına katılabilir mi?
YÖK’te öğrencilik kaydı aktif statüde olan son sınıf önlisans/lisans öğrencileri Sosyal Çalışma Programına başvurabilir/katılabilir. Ancak program devam ederken öğrenciliği sona eren katılımcılar programdan çıkarılır.
7. Öğrencilik statüsünün aktif olması nasıl kontrol edilir? Öğrencinin bahar döneminde ders kaydını yapmış olduğu ve gerekliyse öğrenim ücretini yatırdığı bilgisi YÖKSİS üzerinden kontrol edilir ve aktif statüde olduğu sistem tarafından anlaşılır. E-devlet üzerinden öğrenci belgesi indirilerek kaydın statüsü incelenebilmektedir.
8. Okulunu uzatan öğrenciler İşkur Sosyal Çalışma Programına katılabilir mi?
Sosyal Çalışma Programına başvurabilmek ve katılabilmek için öğrencilik kaydının aktif statüde olması yeterlidir. Okulunu uzatan bir öğrencinin öğrencilik kaydı aktif statüde ise Sosyal Çalışma Programına başvurulabilir.
9. Uzaktan eğitim alanlar Sosyal Çalışma Programına katılabilir mi? Evet, uzaktan eğitim alan üniversite öğrencileri katılabilir.
10. İşkur Sosyal Çalışma Programına kimler katılamaz?
Açıköğretim, yüksek lisans ve doktora öğrencileri katılamaz. (Fakat bunların yanısıra aktif bir lisans veya önlisans öğrenim kaydı olan kişiler katılabilir.)
18 yaşını doldurmamış üniversite öğrencileri katılamaz.
Başvuru tarihinde ve programın düzenlediği tarih aralığında başka bir işte çalışan, staj yapan ve herhangi bir işyerinden kısa vadeli sigortalılık kollarından sigortalılığı bildirilen öğrenciler katılamaz.
Başvuru tarihinde ve programın düzenlediği tarih aralığında öğrencilik kaydı aktif olmayan öğrenciler katılamaz.
Bahar dönemi dersleri bitmeyen öğrenciler katılamaz. (Dersleri bitmiş ancak finalleri veya bütünleme sınavları bitmemiş öğrenciler katılabilir.)
Yaz döneminde ders alan öğrenciler katılamaz.
2018-2019 eğitim öğretim yılının birinci dönemi sonu itibarıyla genel akademik not ortalaması, not döküm cetvelinde (transkript) 4’lük sistemde 2’nin, YÖK’ün “4’lük Sistemdeki Notların 100’lük Sistemdeki Karşılıkları” tablosunda 53.33’ün veya varsa üniversitelerce ayrıca belirlenen başarı puanının altında olan öğrenciler programa katılamaz. Bazı üniversitelerin hazırlık sınıflarında olduğu gibi not ortalaması hesaplanamayan öğrenciler için ilgili dönem itibarıyla başarısız olanlar da programa katılamaz.
04/11/1981 tarihli ve 2547 sayılı Yükseköğretim Kanununa bağlı olmayan üniversitelerin öğrencileri (K.K.T.C. ve yurtdışındaki üniversiteler)
11. Sosyal Çalışma Programına başvuranlar için bölüm ayrımı var mıdır? Hayır, bölüm ayrımı bulunmaksızın bütün öğrenciler başvurabilir. Ayrıca programlar yayınlandığında program kapsamında yapılması planlanan işler başvuru sayfasından incelenebilecek olup öğrenci kendisine en uygun olan programa katılabilecektir.
12. Sosyal Çalışma Programı hangi aylarda düzenlenir?
2019 yılında birçok üniversitenin akademik takviminin Haziran’ın son haftasını bulması ve resmi tatil dolayısıyla programlar Temmuz, Ağustos ve Eylül ayında düzenlenecektir. Ancak Aktif İşgücü Hizmetleri Yönetmeliğine göre önümüzdeki yıllarda Haziran ayında da düzenlenmesinin önünde bir engel bulunmamaktadır. 13. Sosyal Çalışma Programına başvurular nereden ve ne zaman yapılır? Başvurusu devam eden programlar www.iskur.gov.tr adresi üzerinden yayımlanacak olup online kullanıcı girişi yapılarak programlar incelenebilecek ve başvuru yapılabilecektir.
14. Sosyal Çalışma Programına başvuru süresi ne kadardır? Sosyal Çalışma Programına İŞKUR internet sitesinde ilan edildiği tarihten başlamak üzere 4 gün süreyle başvuru yapılabilir.
15. Sosyal Çalışma Programına başvurabilmek için İŞKUR’a kayıt olmak zorunlu mudur?
Sosyal Çalışma Programına başvurabilmek için İŞKUR’a kayıt olmak ve kaydın aktif statüde olması gerekmektedir. İŞKUR kaydının aktif olması için ise iş arayan profilinde yer alan meslek ve öğrenim bilgilerinin doldurulması zorunludur. Meslek bilgisi varsa bir meslekle doldurulabileceği gibi “Öğrenci (Lisans)” ya da “Öğrenci (Ön lisans)” şeklinde giriş yapılarak da doldurulabilecektir. Öğrenim bilgisi alanına ilköğretim, ortaöğretim, halen eğitim görülen lisans veya önlisans bilgisi girilebilecektir. Okul seçiminden sonra bölüm bilgisinin parametrik olarak gelmemesi durumunda “Diğer” seçeneğiyle manuel ekleme yapılabilecektir
16. Sosyal Çalışma Programına başvurmak için hangi evraklar istenir? Sosyal Çalışma Programına başvurular internet üzerinden gerçekleştirileceğinden öğrencilerden herhangi bir evrak istenmez. Ancak başvuru aşamasında sorunla karşılaşan öğrencilerden durumlarını ispatlayıcı belge istenir. Örneğin başvurduğu tarihte aktif lisans öğrencisi kaydı olan kişinin, sistemden öğrenci olunmadığına dair bir hata alarak başvurusunun yapılamaması durumunda başvuru süresi içinde İl Müdürlüğüne/Hizmet Merkezine aktif öğrencilik kaydını ispatlayıcı belge getirmesi gerekmektedir. Kişinin başvurduğu tarihte herhangi bir sigortalılık kaydı olmamasına rağmen sistemden “Çalışıyor”uyarısı sebebiyle başvurusunun alınamaması durumunda ise herhangi bir belge getirmeden doğrudan İl Müdürlüğüne/Hizmet Merkezine müracaat etmesi yeterlidir. Ayrıca alınan hatanın ekran görüntüsünün ilgili personele cep telefonu ekranından gösterilmesi veya mail yoluyla iletilmesi hatanın çözümünü hızlandıracaktır.
17. Sosyal Çalışma Programına Çalışma ve İş Kurumu İl Müdürlüklerine/Hizmet Merkezlerine giderek de başvuru yapabilir mi? Sosyal Çalışma Programına sadece internet üzerinden başvuru yapılır. Ancak sistemsel bir sorunla karşılaşan (örneğin öğrencilik bilgisi yanlış geldiği için başvurusu alınamayan vb.) öğrenciler İl Müdürlüklerine/ Hizmet Merkezlerine hatanın ekran görüntüsüyle birlikte müracaat edebilir. Ekran görüntüsünün çıktı olarak getirilmesine gerek bulunmamaktadır.
18. Sadece ikamet edilen yahut öğrenim görülen şehirdeki Sosyal Çalışma Programlarına mı başvuru yapılabilir? Öğrenciler, diledikleri ildeki Sosyal Çalışma Programına başvurabilirler. İkamet edilen veya öğrenim görülen il olması şartı aranmaz.
19. Tüm Sosyal Çalışma Programlarına başvurmak mümkün müdür? Her bir öğrencinin bir yaz döneminde en fazla 3 programa başvuru hakkı bulunduğundan, tüm programlara başvuru yapılamaz.
20. Katılımcı seçimlerinde tercih sırası dikkate alınacak mıdır? Hayır, katılımcılar başvuru tercih sıralarına bakılmaksızın belirlenecektir. Bu sebeple katılım sağlanamayacak programlara gereksiz başvurulardan kaçınmak gerekmektedir. Başvuru yapılan programlar arasında kontenjanına göre başvuru sayısı az olan programa öncelikli yerleştirme yapılacaktır. Bu şekilde kontenjan doluluk oranını en uygun düzeye çıkarılması hedeflenmektedir.
21. Sosyal Çalışma Programına başvuran herkes katılımcı olur mu? Her bir Sosyal Çalışma Programı belirli sayıdaki kontenjanla açılır. Bu kontenjanın üzerinde gerçekleşen başvurularda katılımcılar merkezi kura/liste/noter kurası yöntemlerinden biri ile belirlenir. Seçim yöntemi sonucu kontenjan sayısı kadar asil katılımcı kontenjan sayısı kadar yedek katılımcı belirlenir. Dolayısıyla her başvuran katılımcı olma hakkı kazanamayabilir.
22. Yedekler arasında sıralama olacak mı? Evet, programlar kapsamında yedekler de sıralanacaktır. Yedekler sistem üzerinden sıranın kaçıncı yedekte olduğunu takip edebilecekler ve sıra kendilerine geldiğinde 1 iş günü içerisinde programa katılmaları beklenecektir. Gelmemeleri halinde sıra bir sonraki yedeğe geçecektir.
23. Sosyal Çalışma Programının süresi ne kadar? Bir yaz döneminde Sosyal Çalışma Programının azami süresi 3 aydır. Bir katılımcı haftada 3 gün bu programa katılım sağlayabileceğinden bir yaz döneminde katılım sağlanabilecek toplam süre 42 gündür. 2019 yılı yaz dönemi için bu süre 39 gündür.
24. Günlük ve haftalık Sosyal Çalışma süresi ne kadardır? Günlük sosyal çalışma süresi 8 saattir. Bu sürenin 7,5 saati çalışma yarım saati dinlenme süresidir. Haftalık çalışma süresi 3 gündür.
25. Sosyal Çalışma Programına katılanlara bir ödeme yapılır mı? Hangi mali imkânlar sunulur? Öğrenciler, programa katılım sağladıkları her gün için yaklaşık 71 TL ödeme almaya hak kazanır. Ayrıca yine bu günler için emekliliğe etki eden sigortaları dâhil tüm sigorta primleri yatırılır. Örneğin; 8 Temmuz tarihinde başlayan programa Pazartesi, Salı ve Çarşamba günlerinde kesintisiz katılım sağlayan kişi 12 gün için yaklaşık 860 TL net ödeme alır.
26. Katılımcılara ödemeler ne zaman yapılır?
Yüklenici kurum, hak edişlere ilişkin belgeleri (devam takip çizelgeleri, SGK giriş bildirimleri vs) ve maaş bordrosunu katılım sağlanan ayı izleyen ayın yedinci gününe kadar Çalışma ve İş Kurumu İl Müdürlüğüne teslim eder. Çalışma ve İş Kurumu İl Müdürlüğü belgelerin tesliminden itibaren yedi gün içerisinde incelemeleri tamamlayarak oluşan giderleri yüklenicinin hesabına aktarır. Bu işlemin akabinde yüklenici kurum katılımcılara ödemeyi gerçekleştirir.
27. Sosyal Çalışma Programına katılanların KYK bursları/öğrenim kredileri kesilir mi?
Program dolayısıyla katılımcıların KYK bursları/öğrenim kredileri kesilmez. Ancak diğer kurumlardan alınan burslarla ilgili olarak ilgili kurumla görüşülmesi gerekmektedir.
28. Sosyal Çalışma Programına katılanların izin hakkı var mıdır?
Katılımcıların programa devam zorunlulukları vardır. Ancak yüklenicinin onayı olması kaydıyla 5 güne kadar mazeret göstererek programa katılmama hakları bulunmaktadır. Katılımcılara bu günler için herhangi bir ödeme yapılmaz. Sağlık raporları da bu süreye dâhildir.
29. Sosyal Çalışma Programı istenilen zamanda ayrılmak mümkün müdür? Katılımcılara bir yaptırım uygulanır mı?
Sosyal Çalışma Programına katılan bir öğrencinin programdan geçerli bir sebep göstererek ayrılması mümkündür. Geçerli sebep olarak kabul edilen gerekçeler şu şekildedir:
SGK kayıtlarından teyit edilen bir işe girilmesi veya staja başlanılması gibi haller,
Sağlık raporu ile belgelenen ve beş günü aşan hastalık hali ile birinci derece yakınlarına refakat,
Yetkili makamlarca verilen belgelerle ispat edilen ve beş günü aşan tutukluluk / hükümlülük,
Yetkili makamlarca verilen belgelerle ispat edilen ve beş günü aşan şekilde katılımcının programa katılımını engelleyen deprem, sel baskını, yangın vb. durumlar,
Katılımcı olarak belirlendiği bir programda, kişinin Katılımcı Taahhütnamesini imzalamaması,
Yüklenicinin ve Kurumun bilgisi dâhilinde yapılan devamsızlıkların beş günü aşması,
Yetkili makamlarca verilen belgelerle ispat edilen iller arası ikametgâh değişikliği yapılması,
1111 sayılı Askerlik Kanunu kapsamında programdan zorunlu askerlik hizmetini gerçekleştirmek için sevk tarihi itibarıyla ayrılması,
Öğrenim gördüğü bölümde derslerin başlaması,
SÇP devam ederken katılımcının öğrencilik statüsünün sona ermesi.
Geçerli bir nedeni olmaksızın Sosyal Çalışma Programına devam etmeyen öğrencilere Sosyal Çalışma Programı dâhil İŞKUR tarafından düzenlenen kurs ve programlara 24 ay süreyle katılamama yaptırımı uygulanır.
30. Sosyal Çal��şma Programı her yıl olacak mı? Öğrencilik hayatı boyunca bir kişinin Sosyal Çalışmadan yararlanma hakkı ne kadardır? Sosyal Çalışma Programı 2019 yaz döneminde başlayacak şekilde bundan sonraki her yaz tatilinde uygulanacaktır. Öğrencilik dönemi boyunca Sosyal Çalışma Programından toplam 3 ay (90 gün) yararlanma hakkı bulunmaktadır.
Bu program Aktif İşgücü Hizmetleri Yönetmeliği ve Sosyal Çalışma Programı Genelgesi kapsamında düzenlenmekte olup söz konusu mevzuat http://km.corpus.com.tr/ adresi üzerinden incelenebilir.
https://iskurisilanlari.net/iskur-sosyal-calisma-programi-basvurusu-nasil-yapilir/
0 notes
Link
Günümüz koşullarında parkları ve bahçeleri çeşitli bitkilerle doldurmak oldukça kolay hale gelmiştir. Gelişmiş taşımacılık sistemleri ve üretim modelleri sayesinde belli bir dönem sadece sahra çölünde ve amazonda yetiştirilen çiçekler ve süs bitkileri şuan herkes için ulaşılabilir durumda olmuştur. Sadece pasifik adalarıyla sınırlı kalmış çeşitli baharatlar, tropikal iklimlerde yetiştirilebilen meyveler ve Güney Amerika’ya özgü sebzeler günümüz koşullarında dünyadaki büyük marketlerde yerlerini almış durumda. Fakat bitkiler hiçbir zaman bu kadar kolay ulaşılabilir durumda olmamıştır. Kültür çeşitlerinin ve bitki türlerinin bu kadar geniş kapsamlı bilinmesini bitki toplayıcılığının ve bahçeciliğin öncülüğünü yapmış kaşiflere borçluyuz. Kitle ulaşımının ve ticaretinin yayılmasından önce kaşifler uzak diyarlardaki türleri tanımak ve elde etmek için yaşamlarını riske atmışlardır. Toplumlar bitkisel hammaddeleri elde etmek için savaşlar yaşanmış çoğu imparatorluklar tohum üstünden gerçekleştirilen antlaşmalarla hem kendilerini güçlendirmişler hem de sınırlarını genişletmişlerdir. Mısır firavunu Hatşepsut’un MÖ 15. Yüzyılda, Punt ülkesinden Mısır’a getirdiği sığla ağaçları, bitkilerinin yolculuklarının ilk örneklerindendir. O dönemde, ağaçlardan elde edilen mür ve buhur gibi güzel kokulu reçineler hem dini ayinlerde hem de çeşitli tedavilerde kullanılmıştır. Roma ve Müslüman orduları ele geçirdikleri yerlere yararları bitkileri de beraberinde götürmüşlerdir. Örneğin, ceviz ağacı ve incir İngiltere’ye Romalıların işgalinden sonra gelmiştir. 15. ve 16. Roma ve Müslüman orduları ele geçirdikleri yerlere yararları bitkileri de beraberinde götürmüşlerdir. Örneğin, ceviz ağacı ve incir İngiltere’ye Romalıların işgalinden sonra gelmiştir. 15. ve 16. Yüzyılda denizlere yapılan keşiflerdeki en büyük etken baharatlara sahip olunmasıydı. Batılı ulusların baharat olarak kullandığı tomurcuk karanfil, küçük Hindistan cevizi ya da muskata karşı tutkuları Christopher Columbus’un Atlas okyanusunu geçmesini, Vasco da Gama’nın Hindistan’a seyahatini ve Macellan’ın dünyanın çevresinde sefere çıkmasını sağlamıştır. Zamanla botanikçilerin bitki ekimini öğrenmeleri ve değişik coğrafyalardan tohum elde etmek bunları sınırlardan kaçak olarak geçirmek ulusların kaderlerini değiştirmenin bir yolu olarak görülmüştür. Bilim adamlarının açıklamalarına göre, dünyadaki bitki türlerinden sadece dörtte üçünü sınıflandırmış durumdayız; buda demek oluyor ki botanikçilerin daha kat etmeleri gerektikleri çok yol olduğunu söyleyebiliriz. Küresel ısınma ve çevrenin tahrip edilmesiyle beraber canlıların yarısından çoğunun tehdit altında olması nedeniyle biyolojik çeşitliliğin korunması botanikçilerin en temel sorumluluklarından biri haline gelmiştir. Aksi halde gelecek nesiller için yararlı olabilecek çoğu bitkilerin soyları ve türleri biz keşfetmeden tükenebilir diyebiliriz.
0 notes
Text
Yeni tohum yasası taslağı
https://wp.me/pXsHy-KiY Murat Kanatlı, sosyal medya hesabından Meclis Komitesinden oybirliği ile geçen yeni tohum ve üretim materyalları ile ilgili bilgi verdi. Sosyal medya paylaşımı şöyle: Tohum ve Üretim Materyalleri Yasası cumhurbaşkanından meclise dönünce, bizlerin de davetli olduğu meclis komite...Posted by Murat Kanatlı on Friday, 16 November 2018 Tohum ve Üretim Materyalleri Yasası cumhurbaşkanından meclise dönünce, bizlerin de davetli olduğu meclis komite toplantılarında yasa tadil edildi... Bizler açısından iki çok önemli konu vardı, biri GDO tohum ve diğeri yerel tohumların korunması... bu iki başlıkta da iyi iyileştirmeler yapıldı, Komiteden de oybirliği ile geçti... Konunun detayları şöyle: GDO: Madde 13(3) şu cümle ile biter: "Genetiği değiştirilmiş organizmalı (GDO) tohumların Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinde üretimi yasaktır." Madde 19(9): Genetiği değiştirilmiş organizmalı (GDO) tohumlar ile üretim materyallerinin Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetine ithalatı yasaktır. Madde 25: Bilimsel araştırma, ıslah veya seleksiyon çalışmaları amacıyla az miktarlardaki tohumların genetiği değiştirilmiş organizmalı (GDO) tohum dışında az miktardaki tohum ve üretim materyalinin Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetine getirilmesi ve bu çalışmalar sonucu elde edilen yeni ırkların tescili ve ıslahçı hakları, kurallara bağlı olarak düzenlenir. Madde 32(4): (A) Bu Yasanın 13’üncü maddesinin (3)’üncü fıkrasında düzenlenen genetiği değiştirilmiş organizma (GDO)’lu tohumların üretim izni kuralına aykırı hareket eden gerçek veya tüzel kişiler, bir suç işlemiş olurlar ve haklarında aylık asgari ücretin beş katı tutarında idari para cezası uygulanır. (B) Yukarıdaki (A) bendinde belirtilen suçun mahkemeye intikali ve mahkumiyeti halinde gerçek veya tüzel kişiler, aylık asgari ücretin on katına kadar para cezasına veya iki yıla kadar hapis cezasına veya her iki cezaya birden çarptırılabilirler. Bu yeni düzenlemelerle beraber hem Kıbrıs'ın kuzeyine gelişi, hem de burada GDO tohum üretimi yasaklanıyor ve ceza maddelerinin içinde de artık hapislik ve ciddi para cezası mevcut.... YEREL TOHUM Madde 2'ye yerel çeşit tanımı eklendi: “Yerel Çeşit”, genetik erozyon tehdidi altında bulunan; belirli bir coğrafi bölgede geleneksel olarak yetişen çeşitler ile yetiştiği bölgenin coğrafi şartlarına adaptasyon sağlamış bitki türlerinin klon ve popülasyon gruplarını anlatır. Madde 3 amaçtı, "Bu Yasanın amacı" diye başlardı, "ve yerel çeşitlerin korunmasını sağlamaktır" cümlesi eklendi. Madde 4 kapsamdı, "Bu Yasa" diye başlardı, "ve ayrıca yerel çeşitlerin özel olarak korunması kurallarını kapsar" cümlesi eklendi. Madde 7 Tohumculuk Kurulunun Görev ve Yetkileri idi, 2. fıkra "Tohum ve üretim materyalleri ile ilgili konularda ve tohumculuk sektörünü iyileştirmek ve yerel çeşitlerin korunması için gerekli yasal veya düzenleyici değişiklikler hakkında Bakanlığa öneri sunan danışma kurulu olarak görev yapar." oldu, "yerel çeşitlerin korunması" buraya da eklendi. Madde 14 sertifikasyon idi, 1. fıkra sonuna "Ancak kayıt altına alınan yerel çeşitlerin üretiminde ve iç piyasaya pazarlanmasında sertifikasyon şartı aranmaz" cümlesi eklendi. Madde 28 Tarım Dairesinin konuya dair Görev, Yetki ve Sorumlulukları idi 20. fıkraya "Ayrıca yerel çeşit listesi oluşturarak diğer çeşitlerden farklı olarak bunları yayımlar" cümlesi eklendi Madde 33 Tüzük Yapma Yetkisidir, 22. fıkra "Yerel çeşitlerin kayıt altına alınması ve pazarlanması ile ilgili usul ve esaslar;" diye eklendi... Bunlar dışında önemli eklemelerden biri katılımcılık konusunda oldu, Tohumculuk Kurulunun oluşumunda düzenlemelere gidildi ve Madde 5(2) f fıkrasına "Tohum merkezi bulunduran Yerel Yönetimlerden bir temsilci" eklendi. Ayrıca 3. fıkra "gerekli gördüğü durumlarda" idi o, "gündemdeki konularla ilgili olarak" değişti ve sonu "başvurabilir" diye biterdi "başvurur" diye değişti. Böylece gündemdeki konularla ilgili Tohumculuk Kurulu "İlgili kurum ve kuruluşların temsilcileri, İlgili sivil toplum örgütleri temsilcileri" görüşlerine başvurur diye yasa maddesi düzenlenmiş oldu. Bunun yanında madde 6 Kurul üyeliğinin son bulmasını düzenlemekteydi, 6. fıkra eklendi: "Üyenin kendisi ve/veya birinci derece yakınlarının tohum ve üretim materyalleri ile ilgili ticari işletme veya faaliyette bulunması halinde" Bunun dışında birçok maddede tanımların daha iyi anlaşılabilmesi için düzeltmelere de gidildi ama kamuoyunda çok tartışılan bu 2 başlıkta ve katılımla ilgili bölümde son durum bu oldu... ffffffff
0 notes
Text
Bu çiçeği koparmanın cezası 48 bin 600 lira...
Bu çiçeği koparmanın cezası 48 bin 600 lira... - Haberci90
https://www.haberci90.com/bu-cicegi-koparmanin-cezasi-48-bin-600-lira-15784h.html
Halk arasında “Ayı Gülü” ya da “Kızıl Lale” olarak bilinen, düğün çiçeğigiller familyasına ait şakayıklar, Türkiye’de koruma altında tutuluyor.
Kızılören ilçesine bağlı Gülyazı köyü sınırları içerisindeki Kirsa Vadisi’nde iki bölüm halindeki yaklaşık 10 bin metrekare alanda açan ve lokal kümeleşen kırmızı şakayıklar, her yıl mayıs ayından hazirana kadar bölgede görsel şölen oluşturuyor.
Doğa Koruma ve Milli Parklar 5. Bölge Müdürü Nevzat Alğan, bölgedeki biyoçeşitliliğin takibine ve izlenmesine büyük önem verdiklerini belirtti.
Biyoçeşitlilik konusunda Afyon Kocatepe Üniversitesi (AKÜ) ile ortak çalışmalar yürüttüklerini anlatan Alğan, “Bu çalışmalar neticesinde de endemik olan türlerin korunması için bölgeye has özel koruma statüsü uygulanmaktadır. Bölgedeki bitki türlerinin çoğalmasını sağlamak için kameralarla ve foto kapanlarla takibini yapıyoruz.” diye konuştu.
“Doğa fotoğrafçıları için gerçekten mükemmel bir alan”
Alğan, Kirsa Vadisi’ndeki şakayıkların 10 bin metrekarelik alanda iki parça halinde kümeleştiğini vurguladı.
Doğa Koruma ve Milli Parklar ekiplerinin bölgedeki kırmızı şakayıkları koruma altında tuttuğuna işaret eden Alğan, şunları söyledi:
“Bu endemik türün bir tanesinin koparılması dahi büyük rakamlarda cezalara sebep olmaktadır. Şu andaki ceza tutarı 48 bin 600 lira. Burası sadece gezilmesi ve gözlenmesi açısından güzel bir ortamdır. O kırmızı renkli şakayıkların görsel şöleni doğa fotoğrafçıları için gerçekten mükemmel bir alan. Şakayıkların koparılması ve götürülmesi yasaktır. Bizim ekiplerimiz de görmek isteyen herkese yardımcı olabilir.”
“Kızıl Lale Vadisi” projesi hazırlandı
Kızılören Kaymakamı Adem Can da vadinin “Kızıl Lale” nin nadir görüldüğünü belirterek, “Kızıl lalelerin bu aylarda çiçek açması gerçekten görsel şölen oluşturuyor. Bölgemiz Doğa Koruma ve Milli Parklar ekiplerince korunuyor. Koparılması ve bölgeden götürülmesi yasak. Biz de ilerleyen zamanlarda buradaki kızıl lale alanını doğa turizmine kazandırmak için projeler hazırlıyoruz. ‘Kızıl Lale Vadisi’ ismiyle önümüzdeki yıllarda burada doğa fotoğrafçılığı başta olmak üzere, faklı çalışmalarımız olacak.” diye konuştu.
0 notes
Text
Bitki Çoğaltma Yöntemleri Nelerdir
Bitki Çoğaltma Yöntemleri Nelerdir
#AşıylaÇoğaltma, #BitkiÇoğaltmaTeknikleri, #BitkiÇoğaltmaYöntemleri, #BitkiÇoğaltmaYöntemleriNelerdir, #BitkiÜretimi, #ÇelikleÇoğaltma, #DokuKültürü, #GövdeÇelikleme, #GözlemeÇoğaltma, #KöklendirmeYöntemleri, #RizomlaÇoğaltma, #SaplaÇoğaltma, #SürünmeIleÇoğaltma, #TohumlaÇoğaltma, #YaprakÇelikleme https://is.gd/wEP8tc https://www.tibbivearomatikbitkiler.com/blog/bitki-cogaltma-yontemleri-nelerdir/
Bitki çoğaltma, bitkilerin yeni bitkiler oluşturmak için kullanılan yöntemleri ifade eder. Bitkilerin çoğaltılması, doğal üreme yöntemleri veya insan müdahalesiyle gerçekleştirilebilir. İşte yaygın olarak kullanılan bazı bitki çoğaltma yöntemleri:
Tohum ile Çoğaltma: Bitkilerin doğal üreme yöntemidir. Bitkilerin tohumları toplanır, temizlenir ve uygun koşullarda ekilerek yeni bitkiler elde edilir.
Aşı ile Çoğaltma: Bir bitkinin gövde veya kök kısmı ile başka bir bitkinin kök veya gövde kısmının birleştirilmesiyle gerçekleştirilir. Bu yöntem genellikle meyve ağaçları ve süs bitkileri çoğaltmasında kullanılır.
Çelikle Çoğaltma: Bitkinin bir dalının kesilerek uygun ortamda köklenmesiyle yeni bitkiler elde edilir. Yumuşak çelik ve sert çelik olarak iki farklı yöntem vardır.
Yaprakla Çoğaltma: Bitkinin yaprağının kesilerek uygun ortamda köklenmesiyle yeni bitkiler elde edilir. Bazı bitkiler, yaprak uçlarından veya yaprak damarlarının birleştiği noktalardan köklenme yeteneğine sahiptir.
Soğan, yumru veya rizomla Çoğaltma: Bazı bitkiler, soğan, yumru veya rizom gibi özel yapıları sayesinde kendilerini çoğaltırlar. Bu yapılar toprağa gömülerek yeni bitkiler oluşturur.
Gövde Bölme ile Çoğaltma: Bazı bitkilerin gövdeleri bölünerek yeni bitkiler elde edilir. Gövde üzerinde bulunan tomurcuklar veya sürgünler kullanılarak çoğaltma yapılır.
Dokunma Yoluyla Çoğaltma: Bazı bitkiler, dokunulduklarında veya bir yerlerinden koparıldıklarında kendiliğinden çoğalma yeteneğine sahiptir. Bu yöntemde bitkilerin yaprakları veya sürgünleri dokunarak veya koparılarak çoğaltılır.
Doku kültürü ile çoğaltma; bitkilerin hücre, doku veya organlarının kontrollü laboratuvar ortamında, besin içeren bir ortamda çoğaltılması işlemidir. Bu yöntem, bitkilerin hızlı çoğaltılması, genetik modifikasyon, hastalıklardan arındırma ve nadir bitki türlerinin korunması gibi amaçlarla kullanılır.
Bu yöntemler bitki çoğaltma sürecinde yaygın olarak kullanılan yöntemlerdir. Her bitki türü farklı çoğaltma yöntemleri gerektirebilir ve bazı bitkiler belirli yöntemlerle daha iyi çoğaltılabilirken, diğerleri için farklı yöntemler tercih edilebilir.
#aşıyla çoğaltma#bitki çoğaltma teknikleri#bitki çoğaltma yöntemleri#bitki çoğaltma yöntemleri nelerdir#bitki üretimi#çelikle çoğaltma#doku kültürü#gövde çelikleme#gözleme çoğaltma#köklendirme yöntemleri#rizomla çoğaltma#sapla çoğaltma#sürünme ile çoğaltma#tohumla çoğaltma#yaprak çelikleme
0 notes
Text
Dünyada ve Türkiye'de Nesli Tükenen ve Tehlikede Olan Bitkiler
Dünyada ve Türkiye'de Nesli Tükenen ve Tehlikede Olan Bitkiler
#BitkiTürleriVeTehditleri, #BiyoçeşitlilikKaybı, #DoğalYaşamAlanlarındakiBitkiTehditleri, #DoğalYaşamAlanlarındakiBitkiTehlikeleri, #KorumaAltındakiBitkiTürleri, #KorunmasıGerekenBitkiler, #KüreselBitkiKorumaÇabaları, #NesliTehlikeAltındaOlanBitkiler, #NesliTehlikeAltındakiTürkBitkileri, #NesliTükenenBitkiler, #SoyTükenenBitkiTürleri, #TürkBitkilerininKorunması, #TürkiyeDeBitkiKorumaProjeleri, #TürkiyeDeNesliTükenenBitkiler, #TürkiyeDekiBitkiTürleriVeTehditleri, #TürkiyeDekiKorumaAltındakiBitkiler, #TürkiyeNinBiyoçeşitlilikZenginliği, #TürkiyeNinEndemikBitkiTürleri https://is.gd/3hOnk9 https://www.tibbivearomatikbitkiler.com/blog/dunyada-ve-turkiyede-nesli-tukenen-ve-tehlikede-olan-bitkiler/
Dünyada ve Türkiye’de nesli tükenen ve tehlikede olan bitkiler, biyolojik çeşitliliğin korunması ve doğal ekosistemlerin sürdürülebilirliği açısından büyük öneme sahiptir. Bu bitkiler, çeşitli nedenlerden dolayı popülasyonlarının azalması veya tükenme riski altında olmaları sebebiyle dikkate değerdir. Nesli tükenen ve tehlikede olan bitkilerin korunması, doğal yaşam alanlarının ve ekosistemlerin sürdürülmesi için kritik bir adımdır.
Dünyamız, sayısız bitki türünün ev sahipliği yaptığı bir yerdir. Ancak, doğal yaşam alanlarının tahribatı, iklim değişiklikleri ve insan faaliyetleri gibi etkenler, bazı bitki türlerinin neslinin tükenmesine yol açmıştır. Nesli tükenen bitkiler, biyoçeşitlilik ve ekosistemlerin korunması açısından büyük bir kayıp olarak değerlendirilmektedir.Dünya genelinde birçok nesli tükenen bitki türü bulunmaktadır. Bu bitkiler, endemik bölgelerde, yüksek rakımlı dağlarda, sulak alanlarda veya tropikal ormanlarda yaşayan türler olabilir. Her biri benzersiz özelliklere ve değere sahip olan bu bitkilerin korunması büyük önem taşımaktadır.
Nesli tükenen bitkiler, ekosistemlerin denge ve işleyişinde kritik bir rol oynar. Bunlar, habitatlar için barınak sağlar, toprak erozyonunu önler, karbondioksit emisyonlarını düzenler ve diğer canlılar için besin ve yaşam kaynakları sunar. Dolayısıyla, bu bitkilerin korunması, doğal ekosistemlerin sürdürülebilirliği ve gelecek nesillerin refahı açısından büyük önem taşır.Bilimsel araştırmalar, koruma programları ve farkındalık çalışmaları yürütülmektedir. Bunun yanı sıra, tohum bankaları ve botanik bahçeleri gibi kuruluşlar, nadir bitki türlerinin korunması ve yeniden üretilmesi için önemli çalışmalar yapmaktadır.
Nesli tükenen bitkilerle ilgili olarak yapabileceğimiz en önemli şeylerden biri, doğal yaşam alanlarını korumak ve sürdürülebilir tarım ve ormancılık uygulamalarını teşvik etmektir. Ayrıca, bu bitkilerin ekosistemlerdeki önemini vurgulamak, farkındalığı artırmak ve koruma çabalarına destek olmak da büyük bir etkiye sahiptir.
Dünyada ve Türkiye’de Nesli Tükenen ve Tehlikede Olan Bitkiler
Bitki Türü Bilimsel Adı Tehdit Seviyesi Yaşam Alanı Atlıhan Seseli atlanticum Nesli tükenmiş Akdeniz çevresi Tecle Astragalus nitidiflorus Nesli tükenmiş Türkiye Çayır hanımeli Heliotropium supinum Nesli tükenmiş Avrupa, Kuzey Afrika Madeira begonyası Begonia masoniana Nesli tükenmiş Madeira Adası Azor sıvacısı Melanitta fusca Nesli tükenmiş Azor Adaları Acıbadem Prunus dulcis Tehlikedeki (EN) Orta Doğu, Kuzey Afrika, Akdeniz Ejderha Ağacı Dracaena draco Tehdit Altında (VU) Kanarya Adaları, Madeira, Kap Verde Seylan Tarçını Cinnamomum verum Kritik Tehlike (CR) Sri Lanka, Güney Hindistan Seylan Mavi Orkide Vanda tessellata Tehlike Altında (NT) Sri Lanka, Hindistan Seylan Elması Dillenia indica Tehlike Altında (NT) Seylan, Hindistan, Güneydoğu Asya Son Kahve Ağacı Coffea benghalensis Tehlike Altında (NT) Hindistan, Bang
Türkiye’de nesli tehlikede olan bitkilerin bazıları ise;
Bitki Türü Bilimsel Adı Tehlike Durumu Ada çayı Sideritis trojana Tehlike Altında (NT) Anadolu zambak Lilium candidum Tehlike Altında (NT) Anzer sarısı Crocus ancyrensis Tehlike Altında (NT) Asma çiçeği Jasminum grandiflorum Tehlike Altında (NT) Belgrad orkidesi Dactylorhiza serbica Tehlike Altında (NT) Dağ nergisi Galanthus woronowii Tehdit Altında (VU) Kartanesi Leucojum aestivum Tehdit Altında (VU) Karagöl meyvesi Eriobotrya deflexa Tehdit Altında (VU) Kavaklı börülce Vicia pontica Tehdit Altında (VU) Üçgül Helleborus orientalis Tehdit Altında (VU)
#Bitki türleri ve tehditleri#Biyoçeşitlilik kaybı#Doğal yaşam alanlarındaki bitki tehditleri#Doğal yaşam alanlarındaki bitki tehlikeleri#Koruma altındaki bitki türleri#Korunması gereken bitkiler#Küresel bitki koruma çabaları#Nesli tehlike altında olan bitkiler#Nesli tehlike altındaki Türk bitkileri#nesli tükenen bitkiler#Soy tükenen bitki türleri#Türk bitkilerinin korunması#Türkiye'de bitki koruma projeleri#Türkiye'de nesli tükenen bitkiler#Türkiye'deki bitki türleri ve tehditleri#Türkiye'deki koruma altındaki bitkiler#Türkiye'nin biyoçeşitlilik zenginliği#Türkiye'nin endemik bitki türleri
0 notes