Tumgik
#bebek disiplin
cagatayakgun · 3 months
Text
NEVROZUN SON SIĞINAĞI; GURUR
     Her çocuk, farklı düzeylerde zeka yeteneğine doğuştan sahip olarak yaşama gözlerini açar. Sahip olduğu zeka nedeniyle zihni dış uyaranlara son derece açıktır. Ancak 0-3 yaş aralığındaki süreçte henüz akıl yürütme becerisi gelişmemiş olduğu için bu uyaranları olumlu ya da olumsuz olarak ayırt edemez. Yetişkin bireyin aksine, görerek ve işiterek öğrendiklerini akıl süzgecinden geçiremeden içselleştirir. Rus Psikolog Lev Vytgosky; ‘’ Birey çevresini etkiler ancak toplum da bireyi etkiler.’’ tespitini yapar. Bu nedenle kişiliğin gelişiminde genetik özellikleri yanında çevresel etkileşimler de önemli rol üstlenir. Çocuğun sağlıklı veya nevrotik bir kişilik geliştirmesini genetik yatkınlığı yanında aile ve sosyal çevre belirler.
Henüz sözcük birikimi olmayan, ebeveynlere bağımlı durumdaki her çocuk rahatsızlığını ağlayarak ifade eder. Alt bezini kirleten bebek ağlar. Bir süre sonra acıkır ve yine ağlar. Daha sonra gaz sancısı olur yeniden ağlar. Yaşam koşulları anne- babaya her an anlayışlı ve hoşgörülü yaklaşım olanağı vermeyebilir. Kimi zaman da bebeğin temel ihtiyacı anında karşılanamaz. Anne ve bebek arasındaki sağlıksız iletişim çocuğun temel ihtiyaçlarının doyumunu engeller. Engellenen çocuk öfkelenerek daha çok ağlar. Böyle anlarda sabrı tükenen anne-babaların çocuklarına sinirli ve öfkeli tepkiler göstermesi kaçınılmaz olabilir. İlerleyen gelişim süreçlerinde ebeveynlerin yinelenen suçlayıcı tembihleri, katı disiplin anlayışı veya aşırı şımartmaları, ödül ve ceza yaklaşımındaki tutarsızlıklar çocukta zihinsel karmaşa yaratır. Bu zihinsel karmaşa BELİRSİZLİK ve GÜVENSİZLİK duygusu yaratarak KAYGI NEVROZUNA yol açar. Bu da ilerleyen gelişim süreçlerinde Nevrotik kişilik bozukluğuna zemin hazırlar.
     Nevroz, bir mental bozukluk yani akıl hastalığı değildir. Bu daha çok, sağlıklı ve normal sınırlardaki bireyin zihinsel potansiyellerini verimli kullanmasını engelleyen bir bozukluk türüdür. Karen Horney Nevrozu; ‘’Yetişkin bireyin sorunlar karşısında çocuksu tepkiler göstermesidir.’’ sözleriyle açıklar. Bu tür zihinsel ve duygusal bozukluklar bireyin amaçlarına ve hedeflerine ulaşma konusunda yetersizlik ve çaresizlik duygusu yaratır. Bunun giderek derinleşmesi bireyin öz güvenini zayıflatarak öz saygısını zedeler. Ancak kişi üretkenlik için öz güvene ve manevi doyum açısından da öz saygıya ihtiyaç duyar. Zihinsel potansiyellerini sağlıklı bir şekilde kullanamayan birey Nevrotik çözümlere yönelir. Öz güven yerine, ‘’Kendine aşırı güven’’ duygusu geliştirerek nevrotik gurur duygusunun tutsağı olur. Nevrotik gurur, insanın kendi benliğine aşırı değer vermesine yol açarak başkalarının duygu ve düşüncelerini hissetme becerisini engeller. Bunun sonucunda ortaya çıkan aşağılık kompleksi başkalarını övmesine izin vermez. Kişi her an kendisiyle övünür ve övülmeyi bekler. Gururlanarak övünme ihtiyacı ile çatışan çaresizlik duygusu nevrozu daha da derinleştiren bir süreci başlatır. Aşırı gururlu birey artık kendisinden ve her kesten nefret eden öfkeli, saldırgan ve yapayalnız biri olup çıkar. Karen Horney; ‘’Nevrotik Gurur, bireyin kendisinde olduğunu ‘’varsaydığı’’ özelliklerden kaynaklanan abartılı ve akıldışı bir duygudur. Bu duygu giderek nevrotik hak iddiasına yol açar. Bunun sonucunda Nevrotik birey Tanrının, doğanın, hayatın ve çevresindeki insanların onun arzu ve ihtiyaçlarını yerine getirmesini bekler. Bu beklentisi, buna hakkı olduğu yönündeki güçlü ama temelsiz inancından kaynaklanır.’’ görüşünü savunur. Alçakgönüllülükten soyutlanmış Nevrotik gurur duygusu arka planında kendini beğenmişlik, büyüklenme ve kibir gibi olumsuz nitelikleri barındırır. Bu nedenle bir insanın sahip olmadığı halde kendisinde olduğunu varsaydığı niteliklerle gurur duyması Nevrotik bir tepki olduğu için sağlıksızdır. Bu türden gururlanmanın ‘’normal’’ olduğu yönündeki algılama hatası ise nevrozun giderek yaygınlaşmasına uygun bir ortam hazırlar. Herhangi bir konuda üstün başarı sergileyen insanlardan gurur duyması beklenir. Ancak, gerçek anlamda başarılı insanlar kendilerini övmekten kaçındıkları gibi övülmekten de mahcubiyet duyarlar. Bunun nedeni, böyle insanların gurur duygusu yerine  onur duygusu geliştirmiş olmalarıdır. Çünkü onur duygusu; erdemli olmayı, alçakgönüllülüğü, öz saygıyı, dürüstlüğü ve özveriyi içerisinde barındıran bir kavramdır.
0 notes
malatyaozelhaber-blog · 5 months
Text
Turgut Özal Üniversitesinde Ebeler Haftası Etkinliği Düzenlendi
Tumblr media
Battalgazi Konferans Salonu’nda düzenlenen “Ebeler: Yaşamsal Bir İklimin Çözümü” adlı konferansta Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Fatma Deniz Sayıner konuşmacı olarak yer aldı. Konferansa Malatya Turgut Özal Üniversitesi Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Orhan Gündüz, üniversite genel sekreteri Doç. Dr. Ahmet Selim Özkan, Sağlık Bilimleri Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Şahin Direkel, Dr. Öğr. Üyesi Çiğdem Karakayalı Ay, akademik, idari personel ile öğrenciler katıldı. Programda konuşma yapan Malatya Turgut Özal Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Dr. Öğr. Üyesi Çiğdem Karakayalı Ay konuşmasında Ebelik bölümünün üniversitemizin misyonuna uygun olarak, dünyadaki gelişmeleri iyi tanıyan, bilim ve sanatı birleştiren, bilimsel ve etik değerler üzerine temellenmiş profesyonel bir disiplin olarak, 2023-2024 Güz Döneminde eğitim hayatına başlayarak fakültemiz sağlık meslekleri içerisinde yerini aldığını belirtti. Karakayalı sözlerine şöyle devam etti: “Ebeliğin bilgi, beceri ve uygulama yönüyle, kadim bir meslek olduğu, kendine has bilgi, beceri birikiminin olduğu, ebe liderlerle bu bilgi, beceri ve uygulamanın gelecek nesillere aktarılması ve ebenin anne, kadın, yenidoğan ve toplum sağlığını iyileştirmedeki gücünün etkisi önemli olmuştur. UNESCO tarafından Ebelik mesleği kanıta dayalı ve kültürel boyutları olup, yaşayan, korunan ve geleceğe aktarılan kültürel miras değerler olarak görülmüştür. Mesleğimizle ilgili bir değer gelişme ise 2023 yılında ÖSYM tarafından düzenlenen YKS ve AYT sınavının ardından başlayan tercih sürecinde istatistiklere göre 4 yıllık eğitim veren ve binin üzerinde kontenjanı bulunan bölümler arasında, adaylar tarafından en çok tercih edilen ve en gözde bölümün ebelik olduğu görülmüştür. Ebelik bölümlerine her bir kontenjan için tam 36 aday başvurmuştur. Bu popülerliğin dünyada en eski ve ilk kadın mesleği olma özelliği ve istihdam olanaklarının gelişmiş olmasından kaynaklandığını ifade etmek isterim. Ayrıca Dünya Sağlık Örgütü, uluslararası alanda ebelik hizmetlerinin 2030 yılına kadar tüm kesimlere ulaştırılmasına yönelik politikalar geliştirilmesinin altını çizmektedir. Birleşmiş Milletler 2024 yılında 8 Mart Dünya kadınlar günü temasını “Kadınlara yatırım yapın: İlerlemeyi hızlandırın” olarak belirlemiştir. Ebelerin kadınla birlikte olma özelliğinden yola çıkarsak, Ebelere yapılan yatırım doğrudan kadına ve topluma yapılan bir hizmettir. Çünkü kadınları eğitmek, yatırım yapmak toplumun temelini eğitmek anlamına gelmektedir.” Etkinlik kapsamında konuşma yapan Sağlık Bilimleri Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Şahin Direkel şunları ifade etti: “Tarihinin en eski mesleklerinden biri olan ebelik sağlıklı birey, sağlıklı aile ve toplum oluşmasında çok önemli bir yere sahiptir. Bir bebeğin dünyaya gelmesine yardımcı olmaları, doğumda bir annenin acısını dindirmeleri ve aileye istek ve özlemle beklenen bir bireyin katılımını sağlamaları ebelerin toplum içinde saygın bir yer edinmesine neden olurken bu kutsal görevleri onların insanlarla derin bağlar kurmasına vesile olmaktadır. Dünya Sağlık Örgütü, ebeyi; gebelik sırasında doğumda ve doğumdan sonra gerekli bakım ve danışmanlığı sağlamak, normal doğumları kendi sorumluluğunda yaptırmak, yeni doğanın bakımını, aile planlaması danışmanlığı yapmak üzere eğitilmiş kişi olarak tanımlar. Ebelik doğum öncesi ve sonrası annelere büyük destek veren ve onları huzura kavuşturan, rahatlatan; daha bilinçli doğuma vesile olan ve bu süreci her yönüyle titizlikle takip eden, bilgi birikim ve becerileri de anne ve bebeğe uygulayan bir meslek dalıdır. Türkiye'de ebelik eğitiminde dünya standartların yakalamış, hatta bazı alanlarda geçmiş durumdadır. Son yıllarda anne ve bebek ölüm oranlarının büyük bir hızla düşmesinde ebelerimizin rolü oldukça büyüktür. Normal doğumun bebek sağlığı açısından sezeryan doğuma göre ciddi katkıları olduğunun bilimsel yöntemlerle kanıtlanmıştır Bu duygu ve düşüncelerle mesleklerinin kutsallığına inanarak büyük bir sevgiyle insanımıza hizmet eden, gece gündüz demeden özveriyle görev yapan tüm ebelerimizin ve Ebelik bölümünde eğitimlerini sürdüren öğrencilerimizin Ebeler Haftasını bir kez daha kutluyor, sağlıklı anne ve çocuklar yetiştirmeleri içinde eğitim hayatları boyunca ve sonrasında da kendilerine kolaylık ve başarılar diliyor, saygılar sunuyorum.” Programda konuşma yapan Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Orhan Gündüz şunları ifade etti: ��Eskişehir Osmangazi Üniversitesinden gelerek aramıza katılan ve bugünün anlam ve önemine binaen çok güzel bir söyleşi gerçekleştireceğine inandığımız kıymetli hocamız, İnönü Üniversitesi ve Malatya Turgut Özal Üniversitesinin ilgili ana bilim dallarının, ilgili bölümlerinin çok kıymetli öğretim elamanları, çok kıymetli gençlerimiz, öğrencilerimiz hepinizin 21-28 Nisan Ebeler Haftası ve aynı zamanda 5 Mayıs Dünya Ebeler gününü kutluyorum. Bu programa katılımlarınız için hepinize ayrı ayrı teşekkür ediyorum. Ebelik konusuyla ilgili olarak benden önceki konuşmacılar zaten ebeliğin insan hayatındaki anne çocuk sağlığındaki önemini detaylıca izah ettiler, bizler de bunun çok detayına girmeyelim ama Malatya Turgut Özal Üniversitesi olarak da nitelikli eğitim öğretim faaliyetinde bulunarak siz çok değerli öğrencilerimizin meslek hayatınıza daha nitelikli birer birey olarak adım atmanız için elimizden geleni yapmaya çalışıyoruz. Bu yıl daha ilk öğrencilerimizi almış olduk önümüzde yaklaşık üç yıllık bir süreç var, bu süre içerisinde gerekli nitelikli eğitimi alacağınıza inanıyoruz. Biz her türlü desteği tabi kamu kaynaklarını kullanarak yapıyoruz. Bu konuda eksiklerimiz olabilir çünkü yeni bir üniversiteyiz hem fiziki hem de diğer açılardan bazı eksiklerimiz olabilir ama samimiyet ve gayretle bu işin içerisinde olduğumuzu ifade etmek isterim.” Anadolu Ebeler Derneği Başkan Yardımcısı Prof. Dr. Fatma Deniz Sayıner Uluslararası Ebeler Konfederasyonu (ICM) tarafından 2024 teması olarak belirlenen "Ebeler: Önemli Bir İklim Çözümüdür" adlı sunumunu gerçekleştirdi. Bu kapsamda Sayıner şunları ifade etti: “ Dünyada iklim krizinin yakıcı etkileri artık iyice hissedilirken, bu krizden en çok etkilenenlerin başında kadınlar geliyor. Kadınla erkek arasındaki eşitsizliklerin sonucu olan kadınların eğitim düzeyinin düşüklüğü, kadınların üzerindeki bakım yükü vb. birçok sebep ekolojik felaketlerden erkeklere göre daha fazla etkilenmesine yol açmaktadır. Araştırmalar, iklim krizine bağlı doğal afetlerde, kadınların ve çocukların ölüm riskinin erkeklere göre 14 kat daha fazla olduğunu göstermektedir. Yine iklimle ilgili afetler nedeniyle yerinden edilenlerin yüzde 80'inin kadın ve kız çocukları olduğu ve daha fazla şiddete maruz kaldıkları bilinmektedir. Susuz alanlarda yaşayan topluluklarda uzak diyarlardaki su kaynaklarından su taşıma ve eve bakma da kadınların ve kız çocuklarının görevi olarak değerlendirilmektedir.” İklim değişikliğinin üreme sağlığı üzerine etkisine değinen ve ebelerin kadın sağlığını sürdürmedeki önemine dikkat çeken Sayıner şunları aktardı: “Kadınlar, menstruasyon, gebelik ve doğum sonrası dönemde artan beslenme ihtiyaçları nedeniyle iklim değişikliği kaynaklı gıda yetersizliğine/güvensizliğine karşı hassastır. İklim değişikliği aynı zamanda göçler nedeni ile erken yaşta yapılan evliliklere ve kadınlar arasında cinsiyete dayalı şiddet sorununa yol açmaktadır. Ayrıca ilerleyen yıllarda iklim değişikliği menopoz üzerinde de etkili olmaktadır. Buna bağlı olarak kardiyovasküler hastalık insidansında artış, kemik kütlesi kaybı ve bilişsel bozulma meydana gelebilir. Tüm bu olumsuzlukların verdiği hasarın ortadan kaldırılması veya en aza indirilmesi için iklim krizleri sırasında ebeler, kadınlara güvenli, saygılı ve kaliteli bakım sağlamak için uyum sağlayabilir. Ebe bakımının sürekliliği anne sağlığı sonuçlarını iyileştirir ve daha fazla bebeğin canlı ve zamanında doğmasını sağlar.”   Read the full article
0 notes
baliportalnews · 1 year
Text
Luar Biasa! Berkat Kedisiplinan, Sanggar Seni Pentas Marak Lestari Ukir Prestasi Internasional
Tumblr media
BALIPORTALNEWS.COM, BULELENG - Selain dikenal sebagai Kota Pendidikan, Kabupaten Buleleng juga dikenal memiliki banyak maestro seni yang menjadi daya tarik tersendiri. Ekosistem seni di Buleleng sangat didukung dengan banyaknya sanggar seni dan pagelaran seni yang difasilitasi oleh pemerintah maupun pihak swasta bahkan perorangan. Salah satunya adalah Sanggar Seni Pentas Marak Lestari dari Desa Bubunan, Kecamatan Seririt, Buleleng yang mendapat kesempatan ditunjuk oleh Provinsi Bali untuk mengisi tarian dan tetabuhan pada ajang Pesta Kesenian Bali (PKB) 2023 di Denpasar. Sanggar seni yang diketuai oleh Bagus Suteja Yasa itu berdiri dari tahun 2010 dan sudah memiliki 500 anggota dari kalangan anak-anak kelas 2 SD sampai mahasiswa. Bahkan diluar ekspetasi, sanggar seni yang baru seumur jagung ini sudah pernah ikut berpartisipasi pada ajang PKB sebanyak empat kali selama penyelenggaraannya. "Kami sudah pentas di PKB sebanyak empat kali. Astungkara Sanggar Seni Pentas Marak Lestari pada tahun ini ditunjuk lagi oleh Provinsi Bali untuk membawakan tarian dan tetabuhan khas Buleleng," ungkap Suteja Yasa saat ditemui disela pementasan beberapa hari lalu di Gedung Ksirarnawa Denpasar. Bagus Suteja yang akrab disapa Ajik ini menuturkan bahwa pada PKB tahun ini pihaknya menampilkan 7 tarian dan 2 tetabuhan khas Buleleng diantaranya Tabuh Lelongoran, Tabuh Kreasi Dor, Tari Kembang Deeng, Tari Palawakya Dauh Njung, Tari Bebek Putih Jambul, Tari Peteng Bulan, Tari Truna Jaya, Tari Magrumbungan dan Tari Sura Wisesa. Sederet prestasi pun telah diukir oleh sanggar tersebut, baik tingkat kabupaten, provinsi, nasional bahkan internasional. Bahkan Tarian Sura Wisesa ciptaannya dapat juara di ITB Bandung dan sering menjadi pementasan pada saat ada tamu yang hadir di Istana Negara. Tak hanya itu, sederet prestasi dari luar negeri juga pernah diraihnya, diantaranya juara 1 pada Festival International of Art di Spanyol dan Italia. Bahkan dipenutupan PKB pekan depan, pihaknya akan mewakili Kabupaten Buleleng menerima penghargaan Adi Sewaka Nugraha dari Gubernur Bali. Dijelaskan, bahwa prestasi yang selama ini diraihnya tidak semata-mata didapatkan dengan mudah. Perlu kerja keras dan disiplin yang melatar belakangi sanggar ini hingga sampai saat ini. Pihaknya mengajarkan bahwa kedisiplinan tingkat tinggi kepada anak asuhnya mulai dari berpakaian hingga ketepatan waktu saat berlatih adalah salah satu dasar dibalik suksesnya sanggar tersebut. "Kalau ada anggota kami yang pakaiannya tidak sesuai atau terlambat datang, maka saya akan suruh pulang. Ini adalah sebagai konsekuensi dalam mengejar kesuksesan nanti," tegasnya. Namun, yang unik dari sanggar ini yaitu mempunyai komitmen untuk para anak-anak yang mau mendaftar. Di sini Tidak ditekankan memiliki kepintaran, yang terpenting mau belajar dan disiplin sudah cukup. Bahkan melalui sanggar ini banyak generasi muda yang beralih ke kegiatan yang lebih positif, dari semulanya minum-minum, balap liar dan sekarang ini sudah fokus pada kesenian. Bagus Suteja Yasa berharap melalui sanggar ini generasi muda bisa lebih melestarikan seni dan budaya Bali. Selain itu juga memupuk rasa spriritual dengan bisa ngayah saat ada upacara piodalan di pura masing-masing lingkungannya melalui lantunan tetabuhan maupun tarian yang sudah dipelajari di sanggar sebelumnya.(adv/bpn) Read the full article
0 notes
Text
İnsan'a, Allahü teâlâ'nın kazâ ve kaderine rızâ göstermek kadar zor gelen bir şey yoktur
İnsan’a, Allahü teâlâ’nın kazâ ve kaderine rızâ göstermek kadar zor gelen bir şey yoktur
Tumblr media
Çünkü kadere râzı olmak, Allahü teâlâ’nın hükmüne boyun eğmek, nefsin(insanın) isteklerine zıttır. Hoşuna gitmez çünkü onu mutsuz eder.
Şefkatli ve merhametli bir Anne düşünelim, çocuğunun eline biraz para geçtiğinde onu istediği gibi harcamak ister, bazı anneler de çocuğu için saklamayı ve biriktirmeyi ister çünkü çocuk için bu daha hayırlıdır, çocuk sorumluluğu ilk olarak anneden öğrenir.…
View On WordPress
0 notes
fzdigitalmarketing · 3 years
Link
Bursa Kumaş | Hemen Fiyat Alın | 0539 948 39 18
Bursa Kumaş Pazarı Olarak Türkiyenin En Kaliteli Kumaşlarını Satıyoruz. Hemen Fiyat Alın.
Bursa Kumaş Pazarı tekstil sektöründe öncü firmalardandır. Pazar tezgahlarından mağazalara ve şubelere ulaşan firmamız, sektöründe her zaman öncü ve kaliteyi önemseyen bir disipline sahip olmuştur. Özellikle bizler yeni nesiller olarak babalarımızdan kalan bu sektörü; aynı pazardan mağazalara ulaşmak motivasyonuyla, mağazalardan e-ticaret sektörüne adım atmış bulunmaktayız. Üstelik uzun yıllardan beri süre gelen kumaş ve mağazacılık sektörünü tecrübelerimiz ile birlikte yeni jenerasyona entegre ederek e-ticaret üzerinden güvenilir ve girişimci bir ruhla, siz değerli müşterilerimize ulaşmayı hedeflemekteyiz. Kumaş denilince kıyafetlerden dekorasyon çalışmalarına, iş yerlerinden eğitim kurumlarına kadar pekçok kullanım alanı akla gelmektedir. Bununla birlikte Kumaşlar günlük hayatta kullanılan eşyaların korunması, insan vücudunun konforu ve dış faktörlerden etkilenmemesi için kullanılır. Ayrıca giyim sektörünün gelişmesiyle kumaşların kullanım alanı ve çeşitleri oldukça artmıştır.   Özellikle kumaş modelleri talep edilen yere ve amaca göre değişiklik gösterir. Genellikle kumaşlar doğal kumaşlar ve sentetik kumaşlar olmak üzere iki ana gruba ayrılır. Doğal kumaş türlerine pamuk, keten, pazen gibi kumaşlar örnek verilebilir. Sentetik kumaşlara ise naylon, polyester ve sentetik kumaşlar örnek gösterilebilir. Bununla birlikte kumaşlar kullanım alanlarına göre farklılık gösterir. Üstelik her kumaşın kullanıldığı yere göre kendine özgü avantajları vardır. Giyim sektöründe ve bebek ürünlerinde özellikle doğal kumaşlar tercih edilmelidir. Üstelik takım elbise ve gömlek gibi tekstil ürünlerinde pamuklu kumaşların tercih edilmesi cildinizin hava almasını sağlar. Ancak uzun süreli kullanım ve dayanıklılık gerektirecek durumlarda sentetik kumaşlar uygun olacaktır. Örneğin yoğun güneş ışınlarından etkilenmemesi için perdeler, mobilya döşemeleri ve koltuk örtüleri solmaya dirençli sentetik kumaşlardan üretilmelidir.
1 note · View note
zorbaulas-blog · 5 years
Text
HİÇ BİLMEDİĞİ BİR ALANI ELEŞTİRMENİN AĞIRLIĞI - 1
https://twitter.com/umutayildiz/status/1228047506107322369 Burada öncelikle ilk 4 maddeyi eleştireceğim. Kayıt altına aldığım diğer tüm mesajları ortaya koyduğu çarpık, manipülatif, yüzeysel ve yanıltıcı bakış açısı ile temel örnek oluşturması açısından analiz edilecektir. Tırnak içerisinde belirttiğim mesajlar kendisine aittir.  Bu şahsı eleştirmeden önce birkaç noktayı dikkatle vurgulamalıyım. Fikirleri, yani bakış açısı hiçbir şekilde kendine has değildir, farklı veya bilinmeyen, defalarca düzeltilmesi yapılmamış hiçbir yeni eleştiri getirmemiştir. Yani birazdan çok kritik noktalara gelebilmiş bu tür kimselerin gösterebileceği, şaşırtıcı olmayan cehaleti sadece bu kişiye mal etmek bizler için etik olmaz. Kendi yazısında yaptığı genellemeleri koca disipline yıkan salt duygusal, mantık ve felsefeden uzak, bilimsellikten uzak yaklaşımı maalesef genel materyalistik eğilimin beklenen sonucudur. Bu tür çıkışları incelemenin zorlu tarafı şudur, eleştirirken sivri örneklerle yıkıcı bir üslup kullanılır ve daha kısa ifadelerle insanlar ikna edilir. Oysa yanlışı düzeltmek hep daha fazla çözümlemeyi gerektirir. Binayı yıkmak çok kolaydır, yapmak ise zaman alır. Zaten astrolojiye çamur at izi kalsın çabasının da temel dayanağını bu popülist, cevapları görmeyi daima stratejik şekilde reddeden çok uluslu şirketler tarafından fonlanan, geçimini küresel kar/faiz ve sömürüden sağlayan maaşlı "tekelistan"dır, yani bilimsel olmayan, toplumsal algının kontrolünü amaçlayan (medyası, yayınları, ilaç sektörü, stoğu arka planda bekleyen teknolojisi, hükümetlerle açık veya kapalı anlaşmalar vb gibi) bilimdir.
 “1/ Bugün Merkür retrosu ile ilgili tweetler ve yorumlar ne yazık ki akışa düştü. “Astroloji, ırkçılığın başka bir çeşitidir”. Irkçılık suç ise, astrolojik yorumlar yaparak insanları ayırmak ve kategorize ederek stereotype oluşturmak da suç olmalıdır.” Öncelikle yazdığınız yer twitter, bir holding sitesi değil. Şahsi veya kurumsal herhangi bir sayfada her tür haber ve beğeni akışa düşecektir. İstediğiniz kadar reddedin, burada esas kaygınız sadece sizin görmeniz değil, insanların görmesi ve daha da ötesi astrolojinin varlığı. Bunu zaten 8 madde ve yorumlarınızda verdiğiniz imajla, üslupla çok açık gösteriyorsunuz. Demek ki şunu söyleyemezsiniz; "yooo hayır, ben gördüğüm için rahatsızdım". Siz belli bir alandan size göre bilimsel olsun veya olmasın, hiçbir şekilde fark etmez, insanların denk gelebilmesinden bile rahatsızsınız. Yani bu maddede henüz ırkçılık ile ilgili iddianıza kadar olan kısım bile faşizm kokmaktadır. Dikte eden, dayatan bir yaklaşımdır. Birazdan detaylıca yorumlayacağım ilk maddelerin hiçbiri fark etmeksizin, sorunun esas kaynağı sizin insanlar üstündeki kontrol arzunuzdur. Bütün yorumlar bunun üstüne şekillenmiştir. Bunun yansımalarını diğer maddelerde görmeye devam edelim. "ırkçılık suç ise", bu konu daima çetrefilli bir konudur. Irkçılık bir yaklaşımdır, ırkçılık adı altında yapılan şeylerin kendisi yasaların ve yargının bir konusudur. Bir insanı özel ayrımlara dikkat ederek düşüncelerin varacağı noktaları gözeterek ırkçılığa göre yargılayabilirsiniz. Mesela bir örnek verirsek, "Yahudi olmamın bana zekamda Tanrı vergisi bir hediye olduğuna inanıyorum" derseniz bu da bir ırkçılıktır ama buna doğrudan "suç" demek, "suç ise" demek açık bir zorlamadır. İnsanları ilk anda cehaletin getirdiği bir sürü psikolojisinden avlamaksa niyetiniz, bugünlerde ortalarda dönen popüler tepkilerin rüzgarından faydalanmak adına güzel bir giriş olur. Ama bunun bir uydurma ve dahası -sorumsuz- bir çıkış olduğu gerçeğini değiştirmez. Kurduğunuz temel “suç” mantığı çarpık, zorlama bir mantık. Nesnel olmadığınızı en başta gözler önüne seren bir mantık. "...astrolojik yorumlar yaparak insanları ayırmak ve kategorize ederek stereotype oluşturmak da suç olmalıdır." İnsanları ayıran onlarca disiplin, onlarca bilim, sayısız yaklaşım vardır. Kategorize etmekse yine aynı durum geçerli, stereotype için de geçerli. Öncelikle bu tür süper cahil yaklaşımları söze dökecek biri belirli bir alanı da temsil eden biriyse bana göre etik olarak >şu anda ben sokaktan geçen vatandaş, dünya insanı kimliğimle konuşuyorum<  diye belirtmelidir çünkü siz bu cahil yorumla sadece astrolojiyi eleştirenleri komik duruma düşürmüyorsunuz, aynı zamanda bilim dünyasına da zarar veriyorsunuz. Yaptığınız şey bilim değil, tavrınız bilimsel hiç değil, mantık desen o da yok. İnsanı incelerken tabii ki de çeşitli kalıplar, önbilgiler, önyargılar oluşturulabilir. "Discrimination" sosyolojinin de bir konusu olarak burada bahsettiğiniz şey değildir. Astroloji discrimination sergilemez, kaldı ki discrimination etiğin, en başta ahlak felsefesinin, sosyal felsefenin bir konusudur. Hukuk bunu teorik olarak işler, hemen hemen her fikir suçun bir unsuru, dayanağı olabileceğinden analitik yaklaşımların, çözümlemelerin suç sayılmasını istemez. Yine aynı şeyi yazıyorum, faşizmdir bu, tavrınız yine faşistçedir, dayatmacıdır, baskılayıcı ve hatta bizzat sizin kışkırtıcı üslubunuzla tehlikelidir, sorumsuzcadır. Bu kadar suç ve suçlu arama kaygınız bence çeşitli psikoterapi seanslarında işlenebilir, üzerinde çalışılabilir, bunu da konu dışı olarak not düşeyim, bir ara kendi alarm veren ruh sağlığınız açısından samimi tavsiyemi dikkate almanızı öneririm. Mevsimlerin, iklimlerin insan üzerindeki etkisini, insanların temel eğilimleri üzerindeki etkisini araştıran bilim insanlarının yargılanmasını arzulamak Stalin dönemindeki Sovyetler Birliği'ne yakışırdı, merak ettim, böyle bir geçmişiniz mi var? 2020 yılındaki bu tanıdık bağnazca çağrınız Soğuk Savaş dönemindeki bir faşistliğe mi dayanıyor? Bilim insanlarının, araştırmacıların gökyüzünün insanlar üstündeki derin ve köklü etkisini araştırmayı engellemeye çalışırken ezip geçtiğiniz etik de bilimsellik anlayışınızın önemli bir parçası mı? Mesela 1800'lerde yaşasaydınız Darwin'e Galapagos Adaları'na gittiğinde o an sebebini henüz mevcut bilimle açıklayamadığı farklı kaplumbağalar görme durumu karşısında "türcü, ayrımcı", "seni suçlu", "bu adam yargılanmalı, yeni bir şeylerin peşinde, varlığın canlılar üzerindeki etkilerinden ayrımlara, yasalara varmaya çalışıyor ve hiçbir bilimsel dayanağı yok, çalışmaları ve düşünceleri yok edilmeli" diyecek miydiniz? Bu cümleleri niye böyle yazıyorum çünkü herkesin anlamasını istediğim bir şey var. Bunun adı dogmatizmdir. Bu tür yaklaşımlar, ayrımcıymış, kategorize ediyormuş demek dar fikirliliktir. Skolastik felsefeyi aratmayan yaklaşımlarınıza beğeni olarak atlayan kimseleri kötü bir tuzağa düşürüyorsunuz. Meraksızlık, araştırmacı ruhun öldürülmesi. “2/ Bir insan doğduğu yeri, doğduğu aileyi, geldiği ırkı seçemiyorsa, doğum tarihini de seçemez. Seçemediği özelliklerden dolayı ayrımcılığa uğraması nasıl ırkçılık ise, seçemediği doğum tarihi üzerinden belli bir kalıba sokulmak ve değerlendirilmek de aynı bakış açısıdır.” "Bir insan doğduğu yeri, doğduğu aileyi, geldiği ırkı seçemiyorsa, doğum tarihini de seçemez." Bilimsel bir tavırla ruh konusunda insanlık ve bilim dünyası ileri gidene dek bu yazdığınız hiçbir şüphe bırakmaksızın bir teoridir. Bu sizin fikrinizdir, sizin fikriniz bilimsel bir sav değildir, sadece bir tahmindir. Modern bilim kabaca 140-150 yaşındadır. Uygarlık tarihi ise minimum 12 bin yaşındadır. 150 yılda gelişme ve bilgiye erişme, bilgiye ulaşma ve bilgi üretme hızında birkaç yüzyıllık bir ivme bile yakalanmış olsa bilim dünyası hala daha emekleyen bir bebek durumundadır. Bakın bu siz ve benzerleriniz olan karbon kopyalarınızın hazmetmesi gereken en önemli noktadır. 150 yılda birkaç yüz yıllık gelişim hızı ivmesi yakalanmasının sebebini yine bilim dünyasının içsel olandan çok dışsala odaklanması, insanbilim açısından insanın programlanabilir, kontrol edilebilir, yönetilebilir tarafına duyduğu yüksek arzuya göre çalışmalarını şekillendirmesidir. İşte bu nedenle metafizik konusu bir tehdit, istenmeyen bir çocuk muamelesi görmektedir. Yani sizin materyalistik temelli bilim anlayışınız (buna bilimsel denemez) dünya, toplumlar ve uzay açısından farklı vizyonlara, farklı arzulara sahip olduğu için astrolojinin genel kabul görmesi istenmez. Kaynakları işlemek, dönüştürmek, tüketimi devam ettirmek (bilim-teknoloji-şirketler arasındaki apaçık organik ve reddedilemez ilişki), insanlığı elitist bir yarışa sokmak, toplumları özellikle sosyoloji, psikoloji, siyaset gibi bilimlerin de yoğun desteği sayesinde teknolojik yarışın sorgulamaz bir parçası haline getirmek bilim anlayışınızı fonlayanların, karar vericilerinizin, yani patronlarınızın en büyük tatmin kaynağıdır. Bu tatmin kaynağı bugün Afrika'daki, Endonezya'daki, Asya'daki, Güney ve Orta Amerika'daki insanlara tıpkı geçtiğimiz 400 yıldaki gibi (okuyanların affına sığınarak) barbar, cahil, ilkel, gelişmemiş, evrimi yarım kalmış muamelesi çeken çok uluslu şirketlerin sömürü hayallerini beslemektedir. Bu ilişkiyi ülke çapında, uluslararası arenada, BM düzeyinde özgürce ve şeffaf şekilde araştırıp ortaya koyabilecek hiçbir güç yoktur. Bu konuda susturulan bilim insanlarını insanlık namına öğrenme ve kamuoyunda geniş şekilde paylaşabilme şansımız yoktur.
Alıntıladığım ilk cümlenizde bir başka mantıksal ön iddia daha yanıltıcı görevini görüyor. Bir insan, farz edelim ki kendisiyle ilgili temel konuları seçemiyor olsun. Ama mesela ailesi onun gelmesini seçebiliyor. Ailesi çocuk dünyaya getirmeyi seçebiliyor. Aileler dünyaya çocuk getirdi diye bir seçim yapamamış olan çocuk sanki bu duruma üzülmeliymiş gibi bir yargı çıkıyor ortaya. Bakın dikkatli okuyun, "... seçim yapamadı", "seçim yapamaz" diyorsunuz. Seçimler, bu tür oluşlar neden bir yapabilmenin, karar verebilmenin konusu olmalıymış gibi yazıyorsunuz? İnsanların "seçemediği özellikler"den yakınıyorsunuz farkında olmadan, ne yani özelliği seçince, seçebilince yargılanmamız, suçlanmamız meşru mu olmalı? 1. maddede yazdığım şeyi tekrarlıyorum, sorunlu bir bilinç altı yapısına sahipsiniz. Çok açık yazayım, aslında siz varoluşla psikolojik bir kavgayı bilimselleştirme kaygısındasınız ve işin ilginç yanı bu size özgü değil, bu Avrupa-merkezci bir yaşam biçiminin getirdiği çok sık rastlanan bir tavır. Hayatla olan kavganızdan bilim zarar görüyor. Bu paragraf da benim şahsi görüşüm. "...seçemediği doğum tarihi üzerinden belli bir kalıba sokulmak ve değerlendirilmek de aynı bakış açısıdır." seçemediği üzerinden değerlendirilmek..... Size nasıl bir doğum tarihi, nasıl bir dış beden ve yakışıklılık, karizma, cinsiyet, burç verilmesini isterdiniz? Sizi teoride nasıl memnun edebiliriz Umut Bey? Teoride diyorum, darılmayın. Tabii ki de bu seçimi yapsanız da yapamasanız da daima kategorize edileceksiniz, daima sınıflara ayrılacaksınız, kokunuz, dış görünüşünüz, ses tonunuz, ayda harcayabildiğiniz para miktarı, boyunuz ve daha binlercesi sizi kalıplara sokacak, sizi tanımlamalarını, sizinle ilgili önyargılar, ön kalıplar oluşturmalarını sağlayacak ve siz bundan asla kurtulamayacaksınız. Burada astrolojiyi seçip konuşmanızın sebebi bu konuda en iddialı ve en tutarlı yorumları astrolojinin göstermesidir. Dahası atladığınız en önemli nokta hiçbir ciddi, deneyimli, bilgili, uzmanlaşmış astrolog gökyüzünün verdiği bu etkilerin değiştirilemez, biçimlendirilemez, aşılamaz olduğunu söylemez, iddia etmez. Tersine iradeye, seçim gücü ve bilince önemli bir rol verir. Bunu hiçbir zaman bilemediniz, hiçbir zaman düşünemediniz çünkü tembellikten ve alana uzak olmaktan yüzeysel yorum yapma cesareti işinize geldi. Bir sinir harbiyle fikir yığmak sizin için kolay olanıydı çünkü insan popülizmi seviyor, statülü sıfatları seviyor. Buna güvendiniz, kalabalığın verdiği cesaret diyelim sizinkine. (3 ve 4ü birlikte inceleyelim) “3/ Astroloji yorumcusunun salladığı yüzlerce ortak insan davranışı ve olaydan birçoğu kişide tutabilir veya tutmayabilir (fifty-fifty). Tutanlarda yorumcu ödüllendiriliyor ama tutmayanlarda nedense hiçbir sorumluluk duygusu olmuyor. 4/ Astrolojik yoruma göre, ameliyat olmak için ay sonunu bekleyin dense ve sen de beklesen, sonra sakat kalsan... Astrologa “senin söylediğini yaptım ama sakat kaldım, hesap ver” dese ne olur? Sorumlu doktor mu, astrolog mu? Astrolog sorumluluk kabul eder mi? “ Durmaksızın değişen bilimsel gerçekler söz konusu. 50 yıl öncesinde "var" dediğiniz şey her ne tür yöntemle değişirse değişsin günümüzde farklı ise, sıklıkla "yok" ise burada yaptığınız şey hükümetlerin, toplumların, sizi fonlayan şirketlerin hoşgörü ortamı altında "yüksek ihtimallere dayalı tahminlerdir". Kendinizi maddelerin sonunda yazmış olduğunuz gibi bence asıl siz -dünyanın merkezinde- görmeyin. Bakış açınızı geniş tutun Umut Bey. Bu yüksek ihtimalli kuramlaşmış olsa bile değişebilecek bilimsel gerçeklerin hangilerinin kaç insanın sağlığına mal olduğunu bilmiyoruz. Kimse sayı tutmaz. Tekelleşmemiş bilim toplumlar ve insanlık için bir şanstır, bilimsel çalışmalar hayatlarımızı değiştirebilmemiz, kaliteli kılmamız, gerçeğe ulaşabilmemiz, hiç değilse yaklaşabilmemiz için bir şanstır fakat kendi dayanaklı tahminleriniz gerçeği ortadayken hiçbir bilginiz olmayan öngörü konusu için bu denli yüzeysel ve zan altında bırakan yorumlarda bence bulunmayın çünkü bu da etik değil. Ayrıca astrologlar da bilim dünyasına çok ilgilidir, bilimsel olandan, bilimi korumaktan yanadır. Bilim dünyasının öneminin farkındadır ve astroloji eş zamanlı şekilde astronomiden beslenirken diğer birçok başka disiplinle teması önemser. Uyduruk şekilde çalışana göre eleştiri yapmak sizin kalitesiz bakış açınız, vizyonunuz olur. Astroloji demek öngörme sanatı, disiplini demek değildir. Bu tür bir algı oluşturmuş oluyorsunuz. Bütün maddeler astrolojiye dair hiçbir ciddi, objektif araştırmanız olmadığını gözler önüne seriyor. Astroloji tutan yoruma alkış bekleme, onay görme kaygısı değildir ve dahası tabii ki en mantıklı önerme ve tahminlerde dahi bir beklentinin gerçekleşmeme ihtimali de söz konusu olabilir. Bunun sizin bilginizi aşan teknik açıklamalarına kolay kolay denk gelemezsiniz, araştırmalar yapmanız gerekir. “Astrolojik yoruma göre, ameliyat olmak için ay sonunu bekleyin dense ve sen de beklesen,”
Bakın mesela burada cümlenin sonunun nasıl devam ettiği asla önemli olmaksızın astrolog gördüğü komplike durumlar, milyon deneyimin toplu sistematik bilgi durumu ile tabii ki talep doğrultusunda bir arz sunacaktır. “sonra sakat kalsan” Bu teoride sakat bırakan bilim insanı, yeminli doktor veya yardımcıları her gün gösterilmesi gereken beceriyi göstermediyse, prosedürlerde hata varsa, ihmalkarlık varsa öncelikle burada sorumluluk işlemi gerçekleştirenlerdedir. Bunu niye konuşmak işinize gelmedi? Yukarıda birkaç kez boşuna yazmadım, sizin astrolojiye ve astrologlara yaklaşımlarınız son derece duygusal ve mantıksız, hırsla yorum yapmayın, önce kendinize dürüst olun ve ciddi eleştiri görüp de bunun ne anlama geldiğini fark ettiğinizde ne cevap vereceğinizi düşünmeyin, “ben cidden neden böyleyim, galiba çok düşünmeden yazıp konuşuyorum” diye bir samimi kabullenme gösterin, doğru olan bu. Zaten mantıken düşündüğümüzde eğer sakat kalınabilen operasyonlar varsa o kişinin astrologtan danışmanlık almasından daha mantıklı ne var? Bakın siz kendiniz söylüyorsunuz, sakat bırakabilen bilim ve bilim insanı var. Astroloji siz istediğiniz kadar kabul etmeyin, sizin göremediğiniz gerçekler karşısında insanların tahminler doğru çıksa da çıkmasa da güvendiği bir alan olacak çünkü bizler durugörü, telepati gibi psişik süreçlere girmiyoruz, geçmişin deneyimlerinden faydalanıyoruz ve bir sistematik arıyoruz. Siz astrolojiyi besliyorsunuz ve biz de sizin sakat bırakan eksiklerinizi kapatıyoruz Umut Bey, bunu bir hazmedin bence.
““senin söylediğini yaptım ama sakat kaldım, hesap ver” diyen kişinin ruh halinin o an sağlıksız olması, sizin yorum yaparken gösterdiğiniz türden duygusallığı göstermesi astrolojiyi ve astrologları göstermeye çalıştığınız gibi sorumsuz veya kötü hale getirmez. Tersine astrolog veya astroloji danışmanı kendisine böyle bir kimse geldiğinde şartlar dahilinde elinden geldiğince çok veriye dayanarak bir tahminde ve öneride bulunur. Sakat kalınabilecek kadar riskli bir operasyonda astrologa gitmesi kişinin süreci psikolojik olarak aşmasına da ayrıca katkıda bulunur. Astrolog görevini yaparken ve hatta tavrı –bilimsel- iken aynı bilimselliği gösteremeyen doktoru konuşturmamak da sizin yüce işiniz olurdu. Dahası, sakat kalınabilecek türde sivri, riskli durumları astroloji öyle ya da böyle gösteriyor olmasaydı, riskleri biliyor olmasaydı zaten astrolojiye olan güven katlanarak artmazdı. Doktor’un “bir şey olmaaaaaz, merak etmeyin” dediği durumda dahi astroloji “aman dikkat” diyecek kapasiteye sahip.
“Sorumlu doktor mu, astrolog mu?” sorusu ile hayal dünyasında yüzdüğünü, saçmaladığınızı görmüyorlarsa sizi okuyan insanları da ayrı bir yoruma tabi tutmak zorunda kalacağım.
1 note · View note
msaleo · 5 years
Text
Sen KENDİNİ BİLdiğin Kadarsın-Bölüm 1-
Kendini Tanımak
Hayattaki her şeyin bir gayesi olduğunu düşünüyorum. Bu kitabı yazmamın amacı ise –kendini tanımak-‘tır. Kendimi tanımak adına çıktığım yolda hepimize ışık tutacağını düşündüğüm bilgileri paylaşmak istiyorum.
Bu yol, ciddi bir niyet, azim, sabır viya e disiplin gerektirir.
“İnsan, kalbi ve aklıyla bir yola baş koyduysa, bu dünyada hiçbirşey imkansız değildir.” Spartaküs
Dünya üzerindeki bütün olaylar insanı etkilemektedir. Rüzgar, soğuk gibi fiziksel etmenlerden tutun da sevmek, sevilmek gibi duygulara, bebek ağlamasından tutun da güçlü istek yaratan tutkulara, alışkanlıklarından tutun da davranışlarına varana kadar binlerce faktör insanı etkilemektedir. Adeta insana her saniye format atılmaktadır diyebiliriz. İnsan istemezse de sürekli değişmektedir.
Bu değişimler yaprağın rüzgarda savrulması gibi gelişi güzel de olabilir, belirli bir rotaya da uydurulabilir. Aynen bir ata binerken olduğu gibi yularından tutup yön verme şansına sahibiz.
Peki bu kadar etmeni nasıl yönetmeliyiz? (Kitabı kapatıp 1-2 dakika düşünmenizi öneriyorum.)
Önce niyet lazım dedik ya… Sağlam bir niyet olmazsa bu uzun maratonda motivasyonumuz düşebilir. Niyetimizi sağlamlaştırmak için bu konunun bizim için önemini kavramamız daha da önemlisi bizim için gerekli olup olmadığına karar vermemiz gereklidir. İnsan kendi için gerekli olmadığını düşündüğü şeye karşı ilgisizdir. Eğer bu kadar etmeni yönetmek, rüzgarda savrulan yaprak gibi rotasız devam etmek size daha mantıklı geliyorsa niyetinizi gözden geçirin derim.
Eğer sorunsuz bir yaşamınız, sizi seven aileniz, güven duyduğunuz bir kaç arkadaşınız veya dostunuz, başınızı sokacak çatınız, severek yaptığınız bir işiniz, kimseye muhtaç olmadan kendi ayaklarınız üzerinde duruyor olmanız ki bu sizin modern köle olmamanız anlamına gelmektedir, ikili ilişkilerinizde harika iletişiminiz, moral ve motivasyonunuz istediğiniz gibiyse zaten kendinizi tanıyor ve bunca etmeni yönetiyorsunuz demektir. Aksi bir durum söz konusuysa sorun kesinlikle siz de… Lütfen başka bir suçlu aramayın… Yaşadığınız tatsız olaylar için şikayet etmeyin. Sizin önünüzde sizden başka problem yok çünkü…
Buradan niyeti net olmayan okurlara sesleniyorum. Şu an birinci basamaktasın. Niyet olayını çözüpte kendini ikna edemezsen bu kitap sana roman gibi gelecek. Kısa vade de belki hayatında bir-iki ufak değişiklik yapacak ama uzun vade de sana bir yardımı dokunmayacak. Zaten burada yazanlar senin fıtratında olan yani özünde bildiğin şeylerden başka bir şey değil. Bu kitap sana hatırlatma yapıyor. Seni uykudan uyandırmaya çalışıyor. Koca bir ömrü uykuda geçirme. Uykuda olmadığını düşünüp hayatını böyle geçiren insanlardan olma.
Bir engeli basamak olarak görürseniz basar yükselirlisiniz, zorluk olarak görürseniz yerinizde sayarsınız. Değişmeden durmanız imkansız çünkü yukarıda bahsettiğimiz gibi her saniye format yiyoruz. Ancak yükselmek ya da yükselmemek elimizde…
İnsanı etkileyen binlerce faktör özünde birbiri ile o kadar alakalı ve iç içe geçmiş durumdadır ki sanki hepsi bir. Mesala zincir, aslında birbiriyle iç içe geçmiş binlerce halkadan uluşur. Ancak o, sonuçta tek parça bir zincirdir. Biz bu zincirin baş kısmındaki ilk 5-10 halkadan tuttuğumuzda o zinciri tutmuş oluyoruz aslında. Zinciri tutmak demek, tüm zinciri oluşturan halkaları elinizde tutmanız anlamına gelmemektedir. Başlangıçta bahsettiğimiz niyet, sabır gibi bazı temel unsurları doğru şekilde tuttuktan sonra tüm zinciri tutmuş olmaktayız. Artık zincirin tamanına yön verme ve yönetme gücüne hakimiz demektir.
Zaten tüm etmenlerle aynı anda uğraşmak zorunda kalmayacağız. Hepsi ile teker çifter ilgileneceğiz. Ve bunlarla bir çocuğun oyuncağıyla oynadığı gibi oynamayı başardığımız anda çok büyük bir haz duyacağız. Zaman içinde yaşarken nasıl ki bulunduğumuz anı yaşamak mantıklı olanıysa, kendimizi tanıma aşamasında da çok iyi bir gözlemci olabilirsek asıl müdahale edeceğimiz noktayı görebiliriz.
Bazen yanlış bir cümlemiz, bazen yanlış bir hareketimiz, bazen uzunca bekleyişimiz, bazen uzun konuşmamız, bazen susmamız, bazen düşünmeden hareket etmemiz, bazen konforumuzu bir iki günlüğüne bozmamamız, bazen dinlemememiz bizi uçuruma sürükler.
Müdahale etmemiz gereken noktayı kestirebilirsek işimiz kolay ve göreceksiniz çok kolay. Kendi çözümünüz kendiniz olduğunuz anda hayatınızın su gibi aktığını hissedeceksiniz
2 notes · View notes
katherinestvincent · 3 years
Photo
Tumblr media
. Good evening from Jakarta 🌅🌅🌅 . Tak terasa sudah kita sudah di paro tahun 2021 ya, tinggal setengah tahun lagi akan berakhirlah tahun 2021. Bulan Juni ini saya fokus baca @gramediadigital saja dan total saya baca 35 buku (Nol bebek utk buku fisik alias gak ada yg dikelarin satupun 🙈🙈🙈). . #CutMyBooks2021 saya tinggal 𝐖𝐀𝐂𝐀𝐍𝐀 𝐅𝐎𝐑𝐄𝐕𝐄𝐑 😁😁 krn malas disiplin diri dan lebih suka ikutan challenge buku BIPOC yg diadakan @yyuuniiaa Enak loh ikut challenge baca-baca berbagai genre buku, jadi wawasan kita gak terpatok dgn genre yg itu-itu aja. Ikutan challenge bukan bermaksud utk mengalahkan yg lain tapi justru sbg ajang share dan saling rekomendasi buku sih menurut aku. . Jadi saya dapat istilah 𝐄𝐂𝐋𝐄𝐓𝐈𝐂 𝐑𝐄𝐀𝐃𝐄𝐑 alias pembaca berbagai genre buku (ya begitulah aku), krn saya paling gak tahan dan gak bisa baca buku dgn satu macam genre aja. Cuma bulan ini selain BIPOC, saya banyak baca genre Mystery Suspense Thriller (dan kebanyakan gak mengecewakan sih), bbrp genre Science Fiction Horror (masih kurang demen dgn genre ini), bbrp Fantasy & HR juga saya baca. . Bulan ini resultnya biasa-biasa saja. Lumayan dapat banyak 4 🌟  tapi masih banyak juga 2 🌟 (tapi gak sebanyak bulan lalu sih). Gak ada yg the best maupun yg the worst. Saya juga sudah kelar 202 buku selama paro tahun 2021 ini. . Planning bulan July 2021 bagaimana? Que sera sera aja dah. Udah males bikin challenge pribadi, mending ikutan challenge orang lain saja (asal gak kebanyakan ikutan challenge, yg ada bakal mabok sendiri). . Total pages: 13,872 . . #june2021wrapup #junewrapup #KatBooksCollection #stayhome #bookstagrammerindonesia #bookstagram #bookstagrammer #bookstagramfeature #booksofinstragram #readingchallenge #goodreads #readingbooks #booklover #bookish #bookaddict #bookaholic #bookworm #ilovebooks #ilovereading #ilovetoread #bacaituseru #pecandubuku #ayomembaca https://www.instagram.com/p/CQvXy6LDLxC/?utm_medium=tumblr
0 notes
cagatayakgun · 3 months
Text
SEVGİYLE BAĞLANMAK veya BAĞIMLI OLMAK
     Sigmund FREUD, normal insanı tanımlarken; ’Sevebilen ve üreten insan sağlıklıdır.’ tespitini yapar.
     H.S. SULLİVAN ise ‘‘Sevgi duygusu iki insan arasında kişisel değerlerin karşılıklı olarak tümüyle olumlanıp onaylanmasıdır.’’ görüşünü savunur.
     Bu anlamda yaşanan gerçek sevgi duygusu insanı özgürleştirir. Sevgiyle özgürleşen insan her hangi bir zorlamaya veya kısıtlamaya bağlı olmaksızın düşünme ve davranma becerisine sahip olur. Bu yaklaşımdan hareketle, sevme becerisinden yoksun ama sadece sevilmeyi arzu eden bir insanın gerçek anlamda özgür olması beklenemez. Böyle biri için, ikili ilişkilerde bağımlılık neredeyse kaçınılmaz olacaktır. Basit bir tanımla bağımlılık; bir insanın başka bir kişinin veya gurubun etkisi ve yönetimi altında bulunmasıdır. 
     0-3 yaş aralığındaki her bebek doğal olarak ebeveynine bağımlıdır. Üç yaşın bitimiyle birlikte başlayan, ebeveynden görece bağımsızlaşarak sosyalleşme çabalarının bağımlılığı sona erdirmesi beklenir. Ancak bu her zaman gerçekleşmez. Çocuk okul öncesi ve sonrasındaki süreçte de bağımlı olma ihtiyacını bilinç dışı süreçlerle devam ettirir. İlerleyen gelişim sürecinde, anne- babaya olan bu bağımlılık ihtiyacı arkadaşa ve eşe yansıtılarak varlığını sürdürür. Bunun temelinde, yetişkin bir insanın kendini çocukluğunda olduğu gibi ÇARESİZ hissetmesi gibi olumsuz bir duygu yer alır.
     Martin SELİGMAN, Öğrenilmiş Çaresizlik Kuramını; ‘’Birey, bir sorunu çözme konusunda çaba göstermesine karşın sonuç elde edememişse bunu genelleyerek daha sonraki sorunları da çözemeyeceği yönünde katı bir inanç geliştirir. Böylece, tüm yaşamı boyunca kendini pasif ve çaresiz konuma indirger.’’ sözleriyle açıklar.
     Onu, yaşamını başkalarına bağımlı olarak sürdürmeye iten başlıca etken kendisini çaresiz biri olarak görmesiydi. Bu yıpratıcı duygu ise gelişme sürecinde yaşadığı olumsuzluklardan kaynaklanıyordu. Çocukluk döneminde elde ettiği başarıları küçümsenerek yetersiz görülürdü. Diğer yandan, önemsiz sayılabilecek hataları ise aile büyüklerince asla hoş karşılanmazdı. Aksine, katı bir disiplin anlayışıyla suçlanarak cezalandırılırdı. Öğrencilik yıllarında ve daha sonraki iş yaşamında da bu tür yaklaşımlarla karşılaşmıştı. Hak etmediği suçlanmalar karşısında hiçbir zaman kendisini savunamıyordu.  Çünkü her savunma girişimi otorite figürleri tarafından kendilerine yapılan saygısızlık olarak niteleniyor ve buna asla izin verilmiyordu. Ona başka bir seçenek bırakılmadığı için de yapabildiği tek şey kendisine yöneltilen suçlama ve küçümsemeleri çaresizce kabullenmek oluyordu. Bunun sonucunda her geçen gün bir az daha özgüveni zayıf ve özsaygısı düşük biri haline gelmişti. Özsaygısının düşük olması, kendisini değersiz ve önemsiz biri olarak görmesine yol açıyordu. Ona saygı duyabilen, onu eşiti gibi gören birileriyle tanıştığında, bunu hak etmediğini düşünerek onlardan hızla uzaklaşıyordu. Aksine buyurgan, onu küçümseyen kimselerin çekimine kolaylıkla kapılıyordu. Bu tür yaklaşımlar ona, kendisiyle ilgilendikleri için, onu sevdikleri için ve onun mükemmel biri olmasını istedikleri için eleştirdiklerini öne süren ebeveynlerinin yapay ilgisini anımsatıyordu. Bu nedenle her küçümseyici yaklaşımı, her suçlayıcı tutumu, incinse bile kendisine gösterilen yakın ilgi ve sevgi olarak değerlendirme hatasına düşüyordu.  Sevmekten çok, sevilmeye gereksinim duyduğu için de biraz yakınlık gördüğü birine neredeyse ‘’yapışıyor’’ ve bunu ‘’sevgi’’ sanıyordu. Bu tutumuyla özgüveninin, öz saygısının yükseldiğine inanıyordu. Doğal olarak, ona bu duyguyu yaşatanlara derin bir minnettarlık da duyuyordu. Yaşamının merkezine kendisini değil; hep minnet duyduklarını konumlandırıyordu. Sonuçta ‘’seçen’’ değil hep ‘’seçilen’’ oluyordu.
      Yetişkin bir yaşa geldiğinde ise bu durumunda dikkate değer bir değişme, olumlu bir gelişme göze çarpmıyordu. Çünkü çocukluğundan bu yana yaşamış olduğu ve hiç hak etmediği suçlanmaların acı verici anılarından kurtulamıyordu. Artık çoktan geçmişte kalan olumsuz yaşam deneyimleri zaman geçtikçe etkisizleşeceğine daha derinleşiyordu. Sürekli olarak kendini sorguluyor ve yargılıyordu. Her defasında da kendini suçlayarak sorunların daha büyüyerek derinlere kök salmasına zemin hazırlıyordu. Bunun sonucunda uykularını kaçıracak denli derin bir SUÇLULUK DUYGUSU tüm benliğini ele geçirmişti. 
     Oysa suçluluk duygusu; yasaların, dini kuralların veya toplumsal değer yargılarının çiğnendiği yönündeki bir ‘düşünceden’ kaynaklanan olumsuz bir duygudur. Bu duygu aynı zamanda bireyin kendisine verdiği bilinç dışı bir ceza işlevini yerine getirme görevi de üstlenir. Ne var ki o, böylesine yıpratıcı bir duyguyu yaşamasına neden olacak bir kişiliğe sahip değildi. Aksine, elinden geldiği kadar yasalara, inanç sistemi kurallarına ve toplumsal değer yargılarına saygı gösterirdi. Ama çevresindekilerin kendisine yönelik haksız suçlamaları adeta zorla giydirilen bir ‘’deli gömleği’’ gibi, giderek kişiliğinin ayrılmaz bir parçası halini almıştı. Bu nedenle kendini suçlamaktan bir an bile geri durmuyordu. Yapabileceği tek şey, katlanamadığı suçluluk duygusunu hiç olmazsa en aza indirebilmek amacıyla ‘’koşulsuz sevgiyle’’ çevresindekilere ‘’bağımlı’’ olmanın koruyucu kalkanı arkasına saklanmaktı. Ama bilinç dışı süreçlerle gelişen bu çözümün kendisi sorun haline geliyordu. Çünkü bu durum zihinsel ve duygusal karmaşa yaşamasına neden oluyordu. Kısa zaman dilimlerinde ne kadar güçsüz ve yetersiz olduğunu fark ediyor ama bunu görmezden geliyordu. Böylece, hiç de farkında olamadan Nevrotik bir insan olup çıkmıştı!
     Karen HORNEY; ‘’Nevrotik birey aslında zeki olmasına karşın kendisini saf, başarısız ve güçsüz görür. Bu zayıflığından nefret ettiği için başarıya ve güce aşırı ölçüde ihtiyaç duyar.’’ görüşünü öne sürer.
     Öte yandan Alfred ADLER, bu görüşü destekler yönde şu tespiti yapar; ’Tüm insanlar zayıf, küçük, hassas ve yetersiz bir bedenle dünyaya gelir. Bu da kişide aşağılık kompleksine yol açar. Birey tüm yaşamı boyunca oldukça yıpratıcı olan bu aşağılık duygusunun üstesinden gelmeye çalışır. Bu çabanın arkasındaki iki itici güç yer alır. İlki ’Kişisel kazanç’ arzusuyla ’üstünlük’ elde etme çabasıdır. Diğeri ise ‘Kişisel başarı’’ için hırsa dayalı yıkıcı rekabettir. Ancak bu tür başarılar kalıcı olmadığı gibi sürekli de değildir. Kişisel kazanımlarını toplumsal yarara dönüştüremeyen insan psikolojik açıdan hastadır.’
     Ne var ki o, ne kişisel kazanç sonucu üstünlük elde edebilmiş ne de bireysel başarıya ulaşabilmişti. Bunun sonucunda, arzuları ile kaderi arasında sıkışıp kalmanın kaçınılmaz sonucu olan çaresiz yalnızlığın cenderesine sıkışıp kalmıştı. Bundan çıkış yolu olarak da başarılı ve güçlü gördüğü kimselerin yönetimine gönüllü olarak giriyordu. Sonuçta çaresiz yalnızlığından kurtulmaya çalışırken bağımlı biri olup çıkıyordu. Öte yandan, bu seçimiyle kötü niyetli kimseler için kolay bir ‘’av’’ haline geliyordu. Ayak işlerinde kullanılıyor, duyguları, emeği ve parası sömürülüyordu. O ise güçsüzlüğünü dengelemeye çare olarak bulduğu bu çözüm yolunun bir tür bağımlılık olduğunu asla fark edemiyordu. Çünkü öz yeterliliği oldukça zayıf olduğu için sürekli olarak birilerinin desteğine ihtiyaç duyuyordu. Emin olduğu konularda bile hep onayına muhtaç durumdaydı. Gerçekten de o, hiçbir zaman kendine yetebilen, özgür ve özerk bir ‘’birey’’ olamamıştı.  Çünkü bir insanın ‘’birey’’ olabilmesi, başkalarından farklılaşarak bireysel gelişimini gerçekleştirmesi için aile üyelerine bağımlılıktan, gurup bağlılığından ve toplumsal baskılardan uzaklaşarak özgürleşmesi gerekir. Ama o bunun tam aksi yönde davranıyordu. Aile bireylerine, kabul gördüğü arkadaş gurubundakilere körü körüne bağımlı olmayı seçiyordu. Daha üzücü olanı ise onun, bu bağımlılığı sevgi sanmasıydı.  Bu durumunun normal olmayabileceğini görür gibi olduğu anlar oluyordu. Ama bu fikri zihninden hızla uzaklaştırıyordu. Çünkü geliştireceği farkındalık sonucu ne denli aciz, çaresiz ve yetersiz  olduğu gerçeği ile yüzleşmek zorlunda kalacaktı. Sonrasında ne yapması gerektiğini de bilemediği için daha büyük sorunlarla karşı karşıya kalacağını hissedebiliyordu. Bu da kendi  gerçekliği ile yüzleşmekten tüm gücüyle kaçınmasına yol açıyordu. Zaten ne zaman öz eleştiri yapmayı denese savunma düzenekleri hızla harekete geçiyor ve kendisini kolaylıkla kandırmasını sağlıyordu. Kendisini aciz, çaresiz ve yetersiz biri olarak değil; aksine son derece sadık ve vefalı bir dost olarak görmeğe başlıyor ve kendisiyle gurur duyuyordu. Bu dünyada asla kendisi gibi sevebilen, kendisi kadar sadık bir insan olmadığını düşünerek duygulanıp ağladığı bile oluyordu!
0 notes
fzdigitalmarketing · 3 years
Link
Bursa Kumaş tekstil sektöründe vizyon sahibi firmalardandır. Pazar tezgahlarından mağazalara ve şubelere ulaşan firmamız, sektöründe her zaman öncü ve kaliteyi önemseyen bir disipline sahip olmuştur. Üstelik uzun yıllardan beri süre gelen kumaş ve mağazacılık sektörünü birikimlerimiz ile birlikte yeni nesile entegre ederek e-ticaret üzerinden güvenilir ve girişimci bir ruhla, siz değerli müşterilerimize ulaşmayı hedeflemekteyiz. Kumaş denilince kıyafetlerden dekorasyon çalışmalarına, otomobil döşemelerinden sinema salonlarına kadar pekçok kullanım alanı öne çıkmaktadır. Bununla birlikte Kumaşlar günlük hayatta kullanılan eşyaların korunması, insan bedeninin konforu ve dış faktörlerden zarar görmemesi için kullanılır. Ayrıca giyim sektörünün gelişmesiyle kumaşların kalitesi, kullanım alanı ve çeşitleri oldukça artmıştır. Özellikle kumaş modelleri talep edilen yere ve amaca göre değişiklik gösterir. Genellikle kumaşlar doğal kumaşlar ve sentetik kumaşlar olmak üzere iki ana gruba ayrılır. Doğal kumaş türlerine pamuk, keten, pazen gibi kumaşlar örnek verilebilir. Sentetik kumaşlara ise naylon, polyester ve sentetik kumaşlar örnek gösterilebilir. Bununla birlikte kumaşlar kullanım alanlarına göre farklılık gösterir. Üstelik her kumaşın kullanıldığı yere göre kendine özgü avantajları vardır. Örneğin yoğun güneş ışınlarından etkilenmemesi için perdeler, mobilya ve oto döşemeleri solmaya dirençli kumaşlardan imal edilmelidir. Giyim sektöründe ve anne/bebek ürünlerinde özellikle % 100 doğal kumaşlar tercih edilmelidir. Üstelik takım elbise ve gömlek gibi tekstil ürünlerinde pamuklu kumaşların tercih edilmesi cildinizin hava almasını sağlar. Ancak uzun süreli kullanım ve dayanıklılık gerektirecek durumlarda sentetik kumaşlar uygun olacaktır.
0 notes
imam-assobar · 4 years
Text
Makna Kata ‘Ulama', Islam dan Muslim.
Kata atau istilah dalam keagamaan yang seringkali dimanfaatin 0leh para SETAN-SETAN untuk menggelincirkan umat yang awam dalam memahami ajaran agama adalah kata atau istilah seperti: ‘Ulama', Islam, Muslim, dan Kafir. Kata atau Istilah-istilah itu sangat ampuh untuk mengelabui umat yang tidak paham tentang ajaran agamanya. Kata atau istilah-istilah tersebut sangat rentan sekali dimanfaatkan dan disalahgunakan oleh para SETAN-SETAN untuk mengelabui, menggelincirkan umat dan alat untuk memfitnah, mengadu-domba, dan menggiring menjerumuskan umat ke dalam kesesatan dan kebinasaan.
Mestinya tugas para Kyai yang seharusnya menjelaskan kata atau istilah-istilah ini sedari dulu kepada para gembalaannya (jama’ahnya/umatnya), dan umat/jama’ah mesti paham betul tentang istilah-istilah ini, karena ia adalah sebuah istilah yang merupakan kata kunci, keyword yang sudah tertanam kuat di dalam memori otak setiap umat Islam, Dan untuk itu, para kyaí musti menyadari dan memandang bahayanya kata atau istilah-istilah tersebut jika disalah-artikan oleh orang-orang yang pemahamannya tentang ajaran Islam dangkal, lalu kata atau istilah-istilah tersebut dimanfaatkan oleh orang-orang jahat, para setan-setan untuk mengadu-domba antar umat dengan maksud merusak tatanan ajaran agama dan umat
Peran seorang kyai adalah seperti seorang gembala, yang memiliki gembalaan (umat/jama’ah) yang itu musti dilindungi, dijaga dan dirawat, dan keadaan umat/jama’ah yang belum benar-benar paham tentang inti ajaran agama, keadaan mereka masih seperti biantang ternak, yang berkuasa atas dirinya adalah siapa yang memegang microphone dan berbicara lantang selayaknya pemimpinnya, yang mampu memberikan komando, dan ketika para SETAN-SETAN memegang komando atas mereka, maka mereka akan mengikutinya sebagaimana bebek, mentok, kerbau atau kambing. Mereka sangat rentan sekali digiring dan diracuni, virus-virus yang dihembuskan oleh para SETAN-SETAN akan dapat memporak-porandakan keyakinannya tentang ajran agama yang benar. Mereka (umat/jama’ah) yang minim pemahamannya tentang INTI AJARAN AGAMA akan sangat mudah diperdaya, dicuri oleh SETAN-SETAN yang ingin merebut gembalaan pak kyai, sehingga tanpa disadari oleh pak kyai binatang ternak gembalaannya tiba-tiba telah berpindah tangan ke orang-orang jahat yang siap mengebiri dan menjadikannya para budak-budak SETAN. 
________
Kata Ulama' adalah kata dalam bentuk jama' dari 'Alim, bentuk mufrotnya (tunggalnya) adalah Alimun, artinya orang yang mengetahui (berilmu pengetahuan). Kata 'Ulama adalah bentuk jamak tidak beraturan maknanya adalah orang-orang yang berilmu pengetahuan. jadi seseorang yang sekolah/belajar mendalami sebuah disiplin ilmu tertentu, dan kemudian ia memiliki kecakapan dalam bidangnya dan teruji keilmuwannya, maka sejatinya ia dapat dikatakan adalah orang-orang yang berilmu pengetahuan (ulama'). Jadi, kalau begitu semua orang-orang yang cerdik pandai dan memiliki ilmu pengetahuan dan menguasai bidang ilmu pengetahuan tertentu, ia dapat dikatakan adalah orang-orang yang berilmu, dalam bahasa arabnya disebut ’Ulama’. 
Jadi yang disebut ‘Ulama’ sebenarnya tidak terbatas hanya dalam bidang agama saja sebenarnya jika dilihat dari sisi kebahasaan, dan juga tidak terbatas hanya orang-orang pandai berbicara, pidato atau berkhotbah saja, melainkan orang-orang yang memiliki ilmu pengetahuan yang mendalam dan teruji keilmuwannya, maka ia dapat disebut adalah seorang ‘Ulama’, apapun bidang ilmu yang dikuasainya. Disinilah kata atau istilah ‘Ulama’ seperti mengalami kedangkalan atau pengerdilan makna, dan para tokoh-tokoh agama seperti membiarkan dan tidak ada yang meluruskannya, sehingga makna kata tersebut menancap kuat dalam pikiran bawah sadar banyak orang (masyarakat) dan seolah seperti menjadi stempel bahwa kata ‘Ulama’ adalah kata atau istilah yang digunakan untuk para orang-orang yang beilmu agama saja, atau hanya untuk para tokoh-tokoh agama saja. Dan orang-orang yang berilmu pengetahuan selain bidang yang berurusan dengan bidang ilmu keagamaan, masyarakat umumnya tidak menyebutnya sebagai seorang yang berilmu (Alim). Hal itulah yang akhirnya dimanfaatkan oleh SETAN-SETAN sebagai senjata untuk merancukan umat. Bahkan seringkali kata atau istilah-istilah tersebut "dimanfaatkan" oleh para kaki tangan setan untuk tujuan-tujuan tertentu yang tidak ada kaitannya dengan tujuan agama, seperti POLITIK dan tujuan-tujuan yang orientasinya adalah DUNIAWI semata. Tujuan keberagamaan adalah mengabdi sepenuhnya kepada Tuhan (Allah Swt.) bukan kepada yang lain. Jika ada yang mencampurkan agama dengan yang tujuan yang lain, maka itu adalah setan yang sengaja menghasut dan ingin menjerumuskan umat beragama. Politik lebih bertujuan untuk memburu kekuasaan, harta, tahta, jabatan, materi dan sebagainya yang kesemuanya lebih bersifat duniawi semata, kalaulah ada yang berdalih mencari dunia sebanyak-banyaknya untuk tujuan akhirat dengan memanfaatkan nama Tuhan dan ajaran agama, maka itulah PARA SETAN-SETAN yang menyesatkan, hal itulah menjadikan nama agama, nama Tuhan dan ajaran agama menjadi rancu, kacau balau, porak-poranda, rendah nilainya, dan tidak ada harganya sama sekali. 
Kini pemandangan seperti para pengamen, para pengemis dan para preman-preman jalanan sudah tidak segan-segan menggunakan nama Tuhan, nama agama untuk memperdaya orang untuk mencari makan, siapa yang mengajari mereka-mereka itu?, tentu mereka belajar dari para tokoh-tokoh agama yang telah terpedaya oleh SETAN, atau tokoh-tokoh yang telah menjadi bagian dari kaki tangan setan, atau mereka yang telah menjadi setan. Wujudnya manusia, namun hakekatnya ia sesungguhnya adalah SETAN.
________
Islam, adalah kata yang jika ditinjau dari sisi kebahasaan ia dapat terbentuk dari kata kerja salama, salima atau aslama. Berikut penjelasan yang dari kata Aslama.
اَسْلَمَ -  يُسْلِمُ -  اِسْلَامً -  مُسْلِمٌ -  مُسْلَمٌ -  اَسْلِمْ -  لَا تُسْلِمْ 
Kata Aslama (اسلم), memiliki makna: Menyerahkan diri atau Berserah diri. yang berarti tunduk, patuh, mengakui akan keberadaan (eksistensi) Tuhan dan kekuasaan Tuhan di dalam dirinya dan di berbagai kehidupan di alam semesta. Maksudnya ia menyerahkan diri dengan tulus penuh kesadaran untuk mengakui adanya (eksistensi) Tuhan di dalam berbagai aspek di dalam kehidupan, yaitu Tuhan Allah swt; Yang berarti ia telah mengimani adanya Tuhan pencipta, pemelihara, pembimbing dan penguasa di alam semesta ini, Tuhan pemilik langit dan bumi dan beserta isinya.  
Berikut ini adalah ayat-ayat di dalam Al-Qur’an yang menggunakan kata Aslama:
وَمَنْ اَحْسَنُ دِيْنًا مِّمَّنْ اَسْلَمَ وَجْهَهٗ لِلّٰهِ وَهُوَ مُحْسِنٌ وَّاتَّبَعَ مِلَّةَ اِبْرٰهِيْمَ حَنِيْفًا   ۗوَاتَّخَذَ اللّٰهُ اِبْرٰهِيْمَ خَلِيْلًا
“Dan siapakah yang lebih baik agamanya daripada orang yang ikhlas menyerahkan dirinya kepada Allah, sedang diapun mengerjakan kebaikan, dan ia mengikuti agama Ibrahim yang lurus? Dan Allah mengambil Ibrahim (sebagai) kesayangan-Nya.” (QS. An-Nisa : 125).
اَفَغَيْرَ دِيْنِ اللّٰهِ يَبْغُوْنَ وَلَهٗ ٓ اَسْلَمَ مَنْ فِى السَّمٰوٰتِ وَالْاَرْضِ طَوْعًا وَّكَرْهًا وَّاِلَيْهِ يُرْجَعُوْنَ ٨٣
“Maka apakah mereka mencari agama yang lain dari agama Allah, padahal kepada-Nya-lah berserah diri segala apa yang di langit dan di bumi, baik dengan suka maupun terpaksa dan hanya kepada Allahlah mereka dikembalikan.” (QS. Ali Imran : 83)
قُلْ اَغَيْرَ اللّٰهِ اَتَّخِذُ وَلِيًّا فَاطِرِ السَّمٰوٰتِ وَالْاَرْضِ وَهُوَ يُطْعِمُ وَلَا يُطْعَمُ ۗ قُلْ اِنِّيْٓ اُمِرْتُ اَنْ اَكُوْنَ اَوَّلَ مَنْ اَسْلَمَ وَلَا تَكُوْنَنَّ مِنَ الْمُشْرِكِيْنَ ١٤
Katakanlah (Muhammad), “Apakah aku akan menjadikan pelindung selain Allah yang menjadikan langit dan bumi, padahal Dia memberi makan dan tidak diberi makan?” Katakanlah, “Sesungguhnya aku diperintahkan agar aku menjadi orang yang pertama berserah diri (beriman kepada Allah), dan jangan sekali-kali kamu masuk golongan orang-orang yang musyrik (menyekutukan Allah dengan sesuatu yang lain).” (QS. Al-Anám [6]:14).
Kemudian, dari kata Aslama tersebut, terbentuk kata Islam, bentuk kedudukan katanya adalah sebagai masdar (مصدر), yakni kata benda, atau kata dasar. Dan maknanya menjadi: Keberserahan Diri atau Penyerahan Diri.
Sebagaimana kesan makna pada ayat-ayat di dalam Al-Qur’an sbb:
فَمَنْ يُّرِدِ اللّٰهُ اَنْ يَّهْدِيَهٗ يَشْرَحْ صَدْرَهٗ لِلْاِسْلَامِۚ وَمَنْ يُّرِدْ اَنْ يُّضِلَّهٗ يَجْعَلْ صَدْرَهٗ ضَيِّقًا حَرَجًا كَاَنَّمَا يَصَّعَّدُ فِى السَّمَاۤءِۗ كَذٰلِكَ يَجْعَلُ اللّٰهُ الرِّجْسَ عَلَى الَّذِيْنَ لَا يُؤْمِنُوْنَ ١٢٥ ( الانعام/6: 125)
“Barangsiapa dikehendaki Allah akan mendapat hidayah (petunjuk), Dia akan membukakan dadanya untuk (menerima) Islam. Dan barangsiapa dikehendaki-Nya menjadi sesat, Dia jadikan dadanya sempit dan sesak, seakan-akan dia (sedang) mendaki ke langit. Demikianlah Allah menimpakan siksa kepada orang-orang yang tidak beriman.” (Al-An'am/6:125)
اَفَمَنْ شَرَحَ اللّٰهُ صَدْرَهٗ لِلْاِسْلَامِ فَهُوَ عَلٰى نُوْرٍ مِّنْ رَّبِّهٖ ۗفَوَيْلٌ لِّلْقٰسِيَةِ قُلُوْبُهُمْ مِّنْ ذِكْرِ اللّٰهِ ۗ اُولٰۤىِٕكَ فِيْ ضَلٰلٍ مُّبِيْنٍ ٢٢ ( الزمر/39: 22)
“Maka apakah orang-orang yang dilapangkan hatinya oleh Allah untuk (menerima) Islam lalu dia mendapat cahaya dari Tuhannya (sama dengan orang yang hatinya membatu)? Maka celakalah mereka yang hatinya telah membatu untuk mengingat Allah. Mereka itu dalam kesesatan yang nyata.” (Az-Zumar/39:22).
itulah sebagian dari ayat-ayat di dalam Al-Qur’an yang terdapat kata Islam di dalamnya, dimana semua kata Islam yang terdapat pada ayat-ayat tersebut seperti memiliki kesan makna dan pengertian bahwa:
Islam adalah sebuah nama ajaran, keyakinan atau agama yang menjadi wadah bagi orang-orang yang menyerahkan diri sepenuhnya kepada Allah swt. Tunduk, patuh, taat, dan mengabdi sepenuhnya kepada kepada Tuhan (Allah Swt.). Untuk itu, yang menjadi landasan utama di dalam ajaran Islam adalah keberserahan diri, hal itu seperti merupakan landasan pokok atau fundamental dalam ajaran agama Islam. Yakni penyerahan diri atas mengakuan manusia tentang adanya (eksistensi) Tuhan, kekuasaan Tuhan atas segala sesuatu dan pengakuan atas ke-Maha Esaan Tuhan (Tauhid). 
Dengan demikian, maka makna pengertian kata Islam itu sendiri dapat kita sederhanakan adalah sebuah ajaran/agama yang berlandaskan atas keberserahan diri sepenuhnya kepada Allah swt.
Dan orang-orang yang telah sampai padanya sebuah keyakinan bahwa segala sesuatu yang tersebar di alam semesta ada penciptanya, pemeliharanya, pengaturnya, pengendalinya, penguasanya, dan kekuasaannya tersebut mutlak, dan kemudian ia menyerahkan diri sepenuhnya dan mengakui adanya Tuhan Allah swt; dan kemudian ia tunduk, patuh, taat dan menerima ketatapan Allah yang berlaku di alam raya dan yang berlaku atas dirinya, maka ia (orang tersebut) dapat dikatakan adalah seorang Muslim, yang artinya adalah ia termasuk orang yang telah berserah diri sepenuhnya kepada Tuhan (Allah Swt.).
Sebagaimana kesan makna ayat-ayat Al-Qur’an yang menyangkut kata muslim berikut ini :
هُوَ اجْتَبٰىكُمْ وَمَا جَعَلَ عَلَيْكُمْ فِى الدِّيْنِ مِنْ حَرَجٍۗ مِلَّةَ اَبِيْكُمْ اِبْرٰهِيْمَۗ هُوَ سَمّٰىكُمُ الْمُسْلِمِيْنَ ەۙ مِنْ قَبْلُ وَفِيْ هٰذَا لِيَكُوْنَ الرَّسُوْلُ شَهِيْدًا عَلَيْكُمْ وَتَكُوْنُوْا شُهَدَاۤءَ عَلَى النَّاسِۖ  (الحج/22: 78-78)
“Dia (Allah) sekali-kali tidak menjadikan untuk kamu dalam agama suatu kesempitan. Ikutilah agama orang tuamu Ibrahim. Dia (Allah) telah menamai kamu sekalian orang-orang yang berserah diri (kaum muslimin) dari dahulu, dan (begitu pula) dalam al-Quran ini, supaya Rasul itu menjadi saksi atas dirimu dan supaya kamu semua menjadi saksi atas segenap manusia.” (QS. al-Hajj: 78).
قُلْ نَزَّلَهٗ رُوْحُ الْقُدُسِ مِنْ رَّبِّكَ بِالْحَقِّ لِيُثَبِّتَ الَّذِيْنَ اٰمَنُوْا وَهُدًى وَّبُشْرٰى لِلْمُسْلِمِيْنَ ١٠٢
“Katakanlah, “Rohul kudus menurunkan Al-Qur'an itu dari Tuhanmu dengan kebenaran, untuk meneguhkan (hati) orang yang telah beriman, dan menjadi petunjuk serta kabar gembira bagi orang-orang yang berserah diri (beriman kepada Allah).” (An-Nahl/16:102)
وَوَصّٰى بِهَآ اِبْرٰهٖمُ بَنِيْهِ وَيَعْقُوْبُۗ يٰبَنِيَّ اِنَّ اللّٰهَ اصْطَفٰى لَكُمُ الدِّيْنَ فَلَا تَمُوْتُنَّ اِلَّا وَاَنْتُمْ مُّسْلِمُوْنَ ۗ ١٣٢
“Dan Ibrahim mewasiatkan (ucapan) itu kepada anak-anaknya, demikian pula Yakub. “Wahai anak-anakku! Sesungguhnya Allah telah memilih agama ini untukmu, maka janganlah kamu mati kecuali dalam keadaan Muslim (Berserah diri kepada Allah).” (Al-Baqarah/2:132).
Demikian makna kata Islam dan Muslim. Ditinjau dari kata Aslama.
__________
Kata Islam jika ditinjau dari kata Salama ( سلم ) dan Salima ( سلم ).
سَلَمَ -  يَسْلَمُ -  سَلْمً -  سَالِمٌ -  مَسْلُومٌ -  اِسْلَمْ -  لَا تَسْلَمْ
Kata Salama dan Salima. Dapat berarti: selamat, damai, atau sejahtera. Dan Berikut ini ayat-ayat di dalam Al-Qur’an yang menggunakan turunan kata yang berasal dari bentuk kata salama atau salima :
قُلْنَا يٰنَارُ كُوْنِيْ بَرْدًا وَّسَلٰمًا عَلٰٓى اِبْرٰهِيْمَ ۙ
“Kami (Allah) berfirman, “Wahai api! Jadilah kamu dingin, dan keselamatan-lah atas Ibrahim!” (Al-Anbiya'/21:69)
دَعْوٰىهُمْ فِيْهَا سُبْحٰنَكَ اللّٰهُمَّ وَتَحِيَّتُهُمْ فِيْهَا سَلٰمٌۚ وَاٰخِرُ دَعْوٰىهُمْ اَنِ الْحَمْدُ لِلّٰهِ رَبِّ الْعٰلَمِيْنَ ࣖ ١٠
“Doa mereka di dalamnya ialah, “Subhanakallahumma” (Mahasuci Engkau, ya Tuhan kami), dan salam penghormatan mereka ialah, “Salam” (salam sejahtera). Dan penutup doa mereka ialah, “Al-hamdu lillahi Rabbil ‘alamin” (segala puji bagi Allah Tuhan seluruh alam). [QS.Yunus [10]:10].
وَاِذَا جَاۤءَكَ الَّذِيْنَ يُؤْمِنُوْنَ بِاٰيٰتِنَا فَقُلْ سَلٰمٌ عَلَيْكُمْ كَتَبَ رَبُّكُمْ عَلٰى نَفْسِهِ الرَّحْمَةَۙ اَنَّهٗ مَنْ عَمِلَ مِنْكُمْ سُوْۤءًاۢ بِجَهَالَةٍ ثُمَّ تَابَ مِنْۢ بَعْدِهٖ وَاَصْلَحَ فَاَنَّهٗ غَفُوْرٌ رَّحِيْمٌ ٥٤
“Dan apabila orang-orang yang beriman kepada ayat-ayat Kami datang kepadamu, maka katakanlah, “Salamun ‘alaikum  (selamat-sejahtera bagi-mu/kalian).” Tuhanmu telah menetapkan sifat kasih sayang pada diri-Nya, (yaitu) barang-siapa berbuat kejahatan di antara kamu karena kebodohan, kemudian dia bertobat setelah itu dan memperbaiki diri, maka Dia Maha Pengampun, Maha Penyayang. (Al-An'am/6:54)
اُدْخُلُوْهَا بِسَلٰمٍ اٰمِنِيْنَ ٤٦
(Allah berfirman), “Masuklah ke dalamnya (Surga) dengan sejahtera (aman dan tenteram).” (Al-Hijr/15:46)
Makna kata salaaman atau salaamun pada ayat di atas dapat bermakna: keselamatan, keamanan, kesejahteraan, atau kehormatan. Makna ayat tersebut memberi kesan bahwa, ajaran Islam sesungguhnya adalah ajaran yang mengajarkan pemeluknya untuk memberikan keselamatan, rasa aman, kesejahteraan, dan kehormatan bagi seluruh makhluk dan hamba Tuhan lainnya di alam semesta, terutama sesama manusia.
Contoh lainnya di dalam Al-Qur’an yang seakar dengan kata Salama terdapat kata Salm tau as-Salm yang memiliki kesan makna damai atau kedamaian. Sebagaimana firman Allah sbb:
وَاِنْ جَنَحُوْا لِلسَّلْمِ فَاجْنَحْ لَهَا وَتَوَكَّلْ عَلَى اللّٰهِ ۗاِنَّهٗ هُوَ السَّمِيْعُ الْعَلِيْمُ ٦١
“Dan jika mereka condong kepada kedamaian, maka condonglah kepadanya dan bertawakkallah kepada Allah. Sesungguhnya Dialah Yang Maha Mendengar lagi Maha Mengetahui.” (QS. Al-Anfal : 61.)
ٰٓاَيُّهَا الَّذِيْنَ اٰمَنُوا ادْخُلُوْا فِى السِّلْمِ كَاۤفَّةً ۖوَّلَا تَتَّبِعُوْا خُطُوٰتِ الشَّيْطٰنِۗ اِنَّهٗ لَكُمْ عَدُوٌّ مُّبِيْنٌ
“Wahai orang-orang yang beriman! Masuklah ke dalam kedamaian secara keseluruhan, dan janganlah kamu ikuti langkah-langkah setan. Sungguh, ia musuh yang nyata bagimu!.” [QS.Al-Baqarah [2]:208].
ادْخُلُوْهَا بِسَلٰمٍ ۗذٰلِكَ يَوْمُ الْخُلُوْدِ ٣٤
“masuklah ke (dalam surga) dengan aman dan damai. Itulah hari yang abadi.”  (Qaf/50:34)
Kata as-Salm pada ayat di atas dapat bermakna: damai atau kedamaian. Makna ini seolah memberi kesan bahwa; salah satu ciri utama dan tujuan dari ajaran Islam itu sesungguhnya adalah: kedamaian. Kedamaian pikiran, jiwa dan raga. Dengan kedamaian pikiran, jiwa dan raga itu, maka kehidupan umat manusia akan senantiasa berada dalam ketenangan dan ketenteraman, yang itu akan membuatnya bahagia dalam menjalani kehidupannya di alam dunia. Sehingga dengan kebahagiaan, ia (manusia itu) akan sampai pada kesadaran, dan kesadaran itulah sesungguhnya sesuatu yang berharga dari diri seorang manusia, karena ketika ia berada dalam kesadarannya, maka ia senantiasa berada dalam petunjuk serta bimbingan Tuhan. Untuk itulah SETAN dan IBLIS akan senantiasa mengintai setiap manusia untuk menyusup masuk mempengaruhi pikiran dan hati setiap manusia untuk melumpuhkan kesadarannya di setiap detik dari setiap hirupan nafasnya. Agar dengan itu manusia akan senantiasa berada dalam ketidaksadarannya ketika dalam melakukan segala aktivitasnya, sehingga putuslah frekwensi yang menghubungkan antara frekwensi ketuhanan dengan frekwensi hati dan pikiran manusia. Dengan putusnya frekwensi yang menghubungkan manusia dengan Tuhan, maka setiap manusia akan sangat kesulitan mendapatkan petunjuk, hidayah, ide, inspirasi, maupun petunjuk wahyu yang dapat membimbingnya menemukan jalan yang benar, dan tanpa adanya petunjuk Tuhan, maka manusia akan mudah mengikuti HAWA NAFSU dan hasutan SETAN, yang itu mengakibatkan manusia suka lalai dari tujuan hidupnya di alam dunia.
Tanpa kesadaran dan tanpa adanya frekwensi yang menghubungkan manusia dengan frekwensi Tuhan, manusia hanya akan seperti semut yang pengembara di belantara luasnya alam semesta yang tidak berujung, ia akan sangat kebingungan dan hanya bisa menerka-nerka segala sesuatu yang ia ketahui, tanpa mengetahui hakekat, maksud dan tujuan dari adanya segala sesuatu. hal itu merupakan dampak dari hilangnya kesadaran akan adanya Tuhan dalam diri manusia. Dan hilangnya kesdaran manusia lebih disebabkan oleh tidak sampainya jiwa serta pikiran manusia pada KEDAMAIAN.
Atau dapat juga kata as-Salm pada ayat tersebut di atas, memberi kesan makna bahwa Islam sejatinya merupakan agama yang mengajarkan umatnya untuk senang dengan kedamaian dan senantiasa untuk memperjuangkan perdamaian, bukan malah memelihara konflik atau peperangan dan kekacauan. Agar dengan menebar kedamaian, maka seluruh makhluk yang hidup di bumi senantiasa berada dalam kedamaian, ketenangan, ketenteraman dan sama-sama dapat merasakan kenikmatan dan kebahagiaan dalam menjalani kehidupannya di alam dunia.
Contoh lainnya di dalam Al-Qur’an yang seakar dengan kata Salama terdapat kata as-Salam yang memiliki kesan makna perdamaian, penyerahan, ketertundukan atau kepatuhan. Sebagaimana firman Allah sbb:
وَاَلْقَوْا اِلَى اللّٰهِ يَوْمَىِٕذِ ِۨالسَّلَمَ وَضَلَّ عَنْهُمْ مَّا كَانُوْا يَفْتَرُوْنَ
“Dan mereka menyatakan kepada Allah pada hari perdamaian, dan lenyaplah segala yang mereka ada-adakan.” (An-Nahl/16:87)
الَّذِيْنَ تَتَوَفّٰىهُمُ الْمَلٰۤىِٕكَةُ ظَالِمِيْٓ اَنْفُسِهِمْ ۖفَاَلْقَوُا السَّلَمَ مَا كُنَّا نَعْمَلُ مِنْ سُوْۤءٍ ۗبَلٰىٓ اِنَّ اللّٰهَ عَلِيْمٌۢ بِمَا كُنْتُمْ تَعْمَلُوْنَ
“(yaitu) orang yang dicabut nyawanya oleh para malaikat dalam keadaan (berbuat) zalim kepada diri sendiri, lalu mereka menyerah (sambil berkata), “Kami tidak pernah mengerjakan sesuatu kejahatanpun.” (Malaikat menjawab), “Pernah! Sesungguhnya Allah Maha Mengetahui apa yang telah kamu kerjakan.” (An-Nahl/16:28)
فَلَا تَهِنُوْا وَتَدْعُوْٓا اِلَى السَّلْمِۖ وَاَنْتُمُ الْاَعْلَوْنَۗ وَاللّٰهُ مَعَكُمْ وَلَنْ يَّتِرَكُمْ اَعْمَالَكُمْ
"Maka janganlah kamu lemah dan mengajak damai karena kamulah yang lebih unggul dan Allah (pun) beserta kamu dan Dia tidak akan mengurangi segala amalmu.” (Muhammad/47:35)
Kata salam atau as-Salam pada ayat tersebut di atas, memberi kesan makna yakni, perdamaian, penyerahan, ketertundukan, dan kepatuhan. Pengertian tersebut seolah memberikan kesan makna bahwa, ketertundukan, kepatuhan, ketaatan, perdamai dan penyerahkan diri sepenuhnya terhadap segala hukum ketetapan Allah yang berlaku adalah merupakan karakter atau sifat dari ajaran Islam. Orang-orang yang suka melanggar, tidak mengindahkan aturan-aturan yang berlaku dan suka mengabaikan perjanjian atau kesepakatan bukanlah karakter atau sifat dari ajaran Islam, orang-orang yang arogan, angkuh dan tidak tunduk dan taat atas hukum-hukum yang berlaku bukanlah karakter atau sifat dari ajaran Islam. Orang-orang yang tidak dapat menciptakan sebuah perdamaian, dan lebih suka dengan pembangkangan, pemberontakan dan pengkhianatan bukanlah karakter atau sifat dari ajaran Islam. Demikian itulah kesan makna dari kata salam atau as-Salam.
Contoh lainnya di dalam Al-Qur’an yang seakar dengan kata Salama terdapat kata Dar as-Salam atau Darussalam yang memiliki kesan makna Surga atau Tempat yang penuh dengan kedamaian, kesejahteraan, keberkahan dan Kemakmuran. Sebagaimana firman Allah sbb:
 وَاللّٰهُ يَدْعُوْٓ اِلٰى دَارِ السَّلٰمِ ۚوَيَهْدِيْ مَنْ يَّشَاۤءُ اِلٰى صِرَاطٍ مُّسْتَقِيْمٍ ٢٥ ( يونس/10: 25)
“Dan Allah menyeru (manusia) ke Darus-salam (surga), dan memberikan petunjuk kepada orang yang Dia kehendaki ke jalan yang lurus (Islam).” (Yunus/10:25).
 ۞ لَهُمْ دَارُ السَّلٰمِ عِنْدَ رَبِّهِمْ وَهُوَ وَلِيُّهُمْ بِمَا كَانُوْا يَعْمَلُوْنَ ١٢٧ ( الانعام/6: 127)
“Bagi mereka (disediakan) tempat yang damai (surga) di sisi Tuhannya. Dan Dialah pelindung mereka karena amal kebajikan yang mereka kerjakan.” (Al-An'am/6:127).
Ayat tersebut di atas memiliki kesan makna bahwa, orang-orang yang telah sampai padanya sebuah kedamaian (as-Salm), jiwa dan pikirannya akan senantiasa lapang, ia akan dapat menikmati aneka anugerah Tuhan yang terhampar di alam semesta. Baginya, kesempitan, kemalangan, kekurangan, kesengsaraan tidak menjadikan jiwa dan pikirannya sempit, denyut nadi dan hatinya senantiasa senada dengan frekwensi Tuhan. Oleh karena itu, pikiran dan jiwanya senantisa berada dalam ketenteraman dan kedamaian. Dan hal itulah yang mengantarkannya ke kebahagiaan hidup yang ia rasakan di kehidupan dunia maupun di kehidupan setelahnya. Dan di kehidupan akhirat ia akan menempati sebuah tempat yang penuh dengan kedamaian, ketenteraman, kesejahteraan, keberkahan dan kebahagiaan yang sempurna. Dan tempat itulah yang disebut di dalam ayat tersebut dengan Darussalam, yakni Surga.
Dan ayat tersebut di atas seperti memberi kesan makna bahwa, tujuan dari ajaran Islam sebenarnya adalah mengantarkan umat manusia sampai ke dalam tempat yang penuh dengan kedamaian dan kesejahteraan yang sempurna (Surga).
Surga dapat kita ibaratkan adalah sebuah tempat yang penuh dengan kedamaian, ketenteraman, kesejahteraan, keberkahan dan kebahagiaan yang sempurna. Dan itulah sejatinya tujuan dari seluruh rangkaian petualangan hidup yang ditempuh oleh seluruh umat manusia di dunia.
Wallahu a’lam. 
0 notes
oddats · 5 years
Photo
Tumblr media
İSTANBUL 2019
Artunlimited 54, YAZI: DENİZ GÜL
Türkiye’de inşaat iskeleleri galvanizlerin yankıyla pat yerdeki diğer galvanizlere çarptığı, contasından kopmuş delikli dörtgen ızgaralar yahut içi boş tınlayan et kalınlığı görece ince borularla katlardan yere fırlatılan, bir nevi teneke şekillerle sökülür. 
Azımsanmayacak bir çoğunluk için ortak değer, hatta kişinin iştahla kendini bu coğrafyaya ait hissedebildiği belki de tek paydaş olan kentsel dönüşüm sayesinde, kimlik, sınıf, hal, vakit, ırk, milliyet, tarih çalkantılı vatanda insan en iyi ihtimalle her an hali hazırda uyku odasının komşusu olan cepheye kurulu bir tadilat iskelesinin sökümü ile birlikte yaşar. 
Yankılanan tın ve yankılanan pat olmak üzere bu, sesli bir karşılaşmadır. Öyledir ki, uykudan uyanmaya çabalamak sesi ve galvanizi adeta fetişleştirmeyle mümkün olur. İnsanın sinir uçlarını velveleye veren bu tahammül edilemez sesin etkisi vücuda saplanan bıçaklar, karına atılan tekmeler, linçe yönelen darbelerle ölçülür. Çok sesli darp, çok sesli laf; çok kuru bir vahşilik, çok sıradan bir şiddet… Ses çağırdığı her şeyle vücudu işaret eder. Böyle bir Türkiye, bağlamımız bu.
Vücutla değil, üçgenle başlayacağım. İz’in kırmızı üçgen iskelesine tutunmuş fetiş nesneleriyle. Üçgen; torso, çakra, portal, veya piramit, çadır, dağ, çatı, muğlak, mutlak, otorite, hiyerarşi, tepe, belki havza, belki ters dönmüş dondurma, belki bir deniz yıldızının kopmuş bacağı, bir uçurtma. Mısır’da kadın, Yunan’da delta. İz’in kendi izleğinde dairesel ve devirle tekrarladığı kırmızı üçgenin ve parşömenin önerdiği kıvrımlara inmek istiyorum.
Hayatlarımızı kuşatmış dörtgen iskeleyi, bilinçdışının o iç içe ve aşağı yukarı geçişken ikliminde, kırmızı portallı, çakralı, kadınsı bir artçı uzamlar silsilesine dönüştüren İz, adını Haz/Cızz koyduğu nesnelerle, boyunduruk, araba lastiği, kanca, endüstriyel sünger, plastik boru, iğne, süpürge otu, tüysü bitki, parşömen, masaj aleti, pompa, yün, siyah tüylerle: Gelin fetişleşelim, diyor. Fetişleşelim çünkü başka türlü tahammül edemeyeceğimiz siyah elektrik bantlarının işlevsizce kapattığı her daim beyaza boyanan badanalı duvarlar olmaktan kurtulamayacağız. Galvaniz de var. İşte içi sökülmüş bir güvenlik barikatı olarak bir çeper belirliyor. İçinden geçip Şadi Çalık’ın 50. Yıl Anıtı’nı andıran boruların gölgesinde bir iple bağlanma ve asılma seasındayız. İz, kendini bağlatıyor; neredeyse unutulmuş bir vücudu sahneye çağıran, vakur nesneleştiren, ağırlığınca bir et yığınına döndüren, kendi derisiyle temsilinin arasına mesafelenmek için parşömen giyinen, sert bir düğümleme, çekme, kapatmayla yükselen arzu salınımının bir diğer kadın özneye tesliminde dişil bir erotizm ve şefkatle bertaraf edildiği bir seans. (Tarihin derisi olsaydı parşömen olurdu.) Bu kapatılma, özne olarak tabi tutulduğumuz iktidar ilişkileri ağında içinde bulunduğumuz disiplin toplumunun son kerterizi: Kişinin kendini askıya alması; bkz. hukukun kendini askıya alması.
Dışarısı toz, duman. İnşaat devam ediyor, dev vinçlerin ışıklarının boğazın sularında ay ışığını mimik ettiği sanal menevişler var geceleri. Gündüzler daha az alacalı-bulacalı değil. Tarihin come-back yaptığı ve yapacağı Resim Heykel Müzesi’nin içinde (cephesini kaplayan grid seramikleri ve soğuk, sessiz, beton dikdörtgenle buluşmak, köklenmek için yaşadığımız ağzı su sızdırmayan bebek bezleriyle bağlanmış zemin idrak etme arzumuzun vücudumuzu sarsan çığlığı: İstanbul’un yapı tarihinin modern evresine ait bir hacme -antrepo no:5- girince yaşadığımız bu hissin 1950’lerde yaşayacağımız kurulukta olması, bu zamansal kayma güzel bir tokat bana kalırsa.) sergileyen İstanbul Bienali sanatçılarından Dora Budor’un tam da konuya vakıf “Köken” adlı serisi: Çevreden derlenmiş inşaat tozu apokaliptik bir akvaryumu andıran denetimli ortam içerisinde etrafta yenilenen antrepo binalarından gelen ses frekanslarıyla havalanıyor. İşi izlerken akvaryumun içinde bulunduğumuz ancak çeperinden dışarı taştığımız/fırlatıldığımız bir gezegeni uzaktan gözlemliyor gibiyiz. 2019 yılındayız. İnsandan insan sonrasına geçen bir dönemin çeperinin en hassas yerinde, en şeffaf yerinde bu dünyaya yeniden doğmayı öğreniyoruz. Bir aciliyet içindeyiz. Her yerdeyiz. Hiç olmadığımız kadar birbirimizdeyiz. İnsan olmayı öğreniyoruz. Hızlandık. Zamanın küllerine bulandık. Farklı çeperlerden eksik, kesik, yamuk kırılan ışıklar, renklerin alacalığında bulanık olmayan ekstatik, bir o kadar yüzeyde ve süprem pusların içindeyiz. Dağılmış vücutlarca plastik temsilleriz. Hatta Kerem’in önerdiği biçimde, izi sürülemeyen ve sürülmek istenen (farklı giydirilmiş çeperlerde salınan orijinleri takiben) üç boyutlu tercümeleriz. Bakan gözün fotoğraf sandığı ve yanıldığı, imgenin kendi dilini ve dinamiklerini giyindiği, imgenin vücutlardan daha acil post apokaliptik bir sancıyı -sanrıyı- kutladığı, yalnız kendi için varlığa geldiği arttırılmış gerçeklikteyiz. Bir tarihe öncelenmek istemenin yersiz hatta geçersiz olduğu, plastik bir flamingo simidinin ya da badminton topunun nostaljisini bilgisayarca üretilmiş bir sanallığı kutlayarak yaşadığımız ve yaş aldığımız bir iklimin çocuklarıyız. Çocuk da değiliz artık. Çocuk olduğumuz yıllarda üç jenerasyon sanatçıyı -galeriler, kurumlar, müzeler, pop-up etkinlikler vs. dahil- birlikte, bir arada, ardı ardına, iç içe, çeper çepere görme, okuma, yaşama gibi bir bağlamımız yoktu. Artık var. Bu bir iklim. Gündoğumu esnasında -yani gezegenimiz dönerken- havanın nemiyle hemhal olup gökyüzüne salınan ışığın aldığı renk gibi, zamanın üretimleri başka zamanların yahut bir zamanların üretimleriyle birlikte eş zamanlılık içinde okunabilir olduğunda gölgeler, renkler, hacimler başka hissedilir. Olan bu.
Bence çeper patladı. Bu çeper bir formsa, rengi şeffaflıktan opaklaşan bir bej olurdu. İnşaat tozunun kalkere ya da bazalta karıştığı, her pigmentin kendi dağılım hızına göre ayrıştığı kağıt üzerindeki bir izlekte yıllar içinde katmanlaşıp ele gelseydi, yani vücut isteseydi şayet, birbirine sürtüne sürtüne aşınan taşların ortaya çıkardığı gülle toplar olurdu. Bu sefer “gerçek” bir fotoğraftan söz ediyorum: Sinem’in yıllarını geçirdiği Göbeklitepe’ye ve Urfa’ya dair sunduğu uzun bakışından… Göbeklitepe’nin höyüklerinde yetişen dut ağacından yapılan kağıtlar üzerine taşları ezip toz haline getiren zamandan, güneşte pozlanmasından, doğanın biçim alma arzusundan… Kerem’in bilgisayar ortamında yuvarlak hacimli yüzeylere giydirdiği dokularla oluşturduğu topların “olmayan” izleklerine ne derece dokunuyorsak -en azından gözlerimizle-, bu coğrafyada oluşmaya devam eden volkanik lavların yahut Akdeniz’de ölen canların kalsiyumunun vurduğu kalkerin tabakalaşmış toplara yontulduğu güllelere de o derece dokunuyoruz bu fotoğraflarda. Zamanın kaydını nasıl tutuyoruz? Zamanı nasıl kurguluyoruz?
Bu bağlama iki çok önemli sanatçıyı daha yerleştireceğim. İlki, Dilek. Bu yazıya vesile olan da kendisidir, vücut bulan işi karşısında yaşadığım ürperiştir. Depo’da kurduğu sergi mekanında öyle bir kayıp, öyle bir izlek -son derece fiziksel, yani nesnenin tüm halleriyle halleşen kullanılmışlığıyla, yerleşmesiyle, yer değiştirmesiyle, savrulmasıyla, mezartaşlarını andıran yuvalaşması, kümeleşmesi, abideleşmesi, kaideleşmesiyle- öyle bir geçicilik doğuruyor, hatta doğruyor ki Dilek… Zamansallık, kamusallık, kişisellik, görünürlük, nesnelik üzerine -ve cisimleşmiş haliyle kaidelere akıtılan yıllar; sanat yapmak, sanatın faili olmak, mekanı tutmak, geçindirmek, sürdürmek, emeklemek, ısrar etmek, ultra/dev/mega emek, kan, ter, gözyaşı- ve aşağı yukarı son on beş yılda palazlanan benim de çağdaşlarımla bir parçası olduğum “contemporary” sanat ekosisteminin sanatçısıyla, küratörüyle, galericisiyle, koleksiyoncusuyla var oluş çabasına, kapatılan galerilere, yer değiştiren/başkalaşan/dönüşen sanat alanlarına, yıldız gibi kayan döneminin sanatçılarına, uzun soluklu olamayan sanat sevicilerine, hobicilerine, osuna, busuna bir duruş. Bir duruş sergiliyor Dilek. Nesne sergilerken nesne sergilemiyor, kalıntı sergilerken kalıntı sergilemiyor. Belki bir fetişe, belki kutsala, belki gelecek olana, olmayana ya da olamayana dair birçok şeyi bir arada söylüyor ve bunu Türkiye’nin son on yılda kendini bir koleksiyon yahut belirli bir zümre etrafında örgütlenmeden, mümkün olduğu kadar bu coğrafyaya her türlü rengiyle, sesiyle, çabasıyla bakan bir kurum olarak kendini konumlayan Depo’da yapıyor. Yaptığı şey şu: Aralarında müzeler, sergi ve araştırma merkezleri, galeriler, sanatçı inisiyatifleri, sabit mekânı olmayan sanat girişimleri, öğrenci sergileri düzenleyen oluşumların da bulunduğu bir ağdan derlenen -İstanbul, Ankara, Diyarbakır ve İzmir- seksen bir kaideyi göstermek. Bu mekânlar Dilek’in 2002’den beri ilişki kurduğu izleğin tamamı: Bu bir kanvas. Sadece Dilek’in belleği çerçevesinde ilişkilinen bir hacim değil, o kaidelerden geçen, kendine sanatı iş edinen çeperin tamamı. Bir soyutlamayla, Türkiye’nin son on yedi yılı.
Son olarak, Banu… Biz Türkiye’nin, İstanbul’un, sanat ekosisteminin, keza politikanın, gündeliğin, sosyolojinin, psikolojinin bu parantez içinde nereden nereye, nasıl ve nereye, nasıl ama nasıl, ne, ne, ne oluşumunu, tozunu, katmanını, izleğini, tüm bastırılmışların geri dönüşünü düşüneduralım, Banu ölçeği ve telaşı, onu ve bunu, şunu ve şunu, tozu ve dumanı, lafı ve lafı, varı ve yoku, spekülasyonu ve gözden kaçanı yan yana ve bir arada taradığı bir günü derliyor. Bir gün: 14 Mayıs 2019. Sıradan bir gün. Sıradan bir yörünge. Sıradanlığından dolayı olağan. Dağa dağ, taşa taş, şehre şehir, taşraya taşra, habere haber bakan, neye ne deneceğini araştırırken bir kaymayla, bir geç kalışla, bir söze düşüşle, bir aykırı olanla açılan yarık içinde: Bir dakika ya, o da neydi öyle? Aynı sözcüğün kim bilir kaç dizilimde yeniden kurgulandığı bir günün yazımı… Hepsi “gerçek”, hepsi zamanına ve mekanına referans veren bir belge, dahası bilgi niteliğinde. Yine de bir sayfadan bir sayfaya dönen kıvrımlarda kavramların yer değiştirmesi, bağlam değiştirmesi, bakış değiştirmesi, hele ki bahsi geçen Türkiye olunca…
İstanbul’dayız. Dar bir boğazın iki yakasında, sanki dünyanın göbeğindeki bir yırtıktayız. Hiç yazılmayan bir tarihin ve bağlamın bir süredir inşası içerisinde olan kurumların, küratörlerin, sanatçıların, yazarların üretimlerinin daha görünür olduğu günlerde yüzyıl ve Türkiye dönüşürken, kabuk kırılınca ve ölenlerle, tutulanlarla, gidenlerle, gitmek zorunda kalanlarla hayalet uzuvlar geliştirdiğimiz, yaşamak için bize şifa veren sanatla iştigaliz. Bir zamanın genç sanatçılarının artık pek de genç olmadığı ve yepyeni bir jenerasyonun işleriyle buluştuğumuz bu günlerde beraber bu ekosistemi az buçuk soluklu ve cesaretle uzun soluklu kılmanın derdi ve önceliğinde bir arada duruyoruz. 2019 Eylül’ü sanki yıllarca yerleşmekte olanın görünür olmak istediği bir ay. Yüzlerce sergi, sanatçı, iş ve kitaptan sadece bazılarına değinebildiğim bu yazıyı zaman zaman soluksuz kalsa da sanata tutunan gönüllere teşekkürlerle kapatma arzusundayım. Tüm programları oluşturan, yapan, düşünen, yayınlayan ekiplere ve izleyen dahil olan katılımcı olan kamuya da sanatçılara olduğu kadar, sonsuz teşekkürler. 
0 notes
merhabakadin1 · 5 years
Text
Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite Bozukluğu Nedir? Tedavisi Var mı?
.
.
.
#dikkateksikligi #hiperaktivite #anne #çocuk #disiplin #psikolog #özeleğitim #bebek #istanbul #aşk #özgürlük #disleksi #baba #koşulsuzsevgi #psikoloji #otizm #izmir #kids #ilahibilinç #dehb #ankara #değer #dikkatdağınıklığı #dikkateksikliği #türkiye #mutluluk
0 notes
themoiira · 5 years
Text
Bebek Uyku Sorunları ve Çözümleri I Moiira
Kadın ve Yaşama Dair Her Şey https://moiira.com/bebek-uyku-sorunlari-ve-cozumleri/
Bebek Uyku Sorunları ve Çözümleri
Tumblr media
Bebeği gece boyunca erken yaşta uyuyan şanslı birkaçından biri değilseniz, Bebek Uyku Sorunları ve Çözümleri. neler yapabileceğinizi merak ediyor olabilirsiniz. Uyku eğitiminin ne anlama geldiğini öğrenin, bebek uykusu hakkındaki efsaneleri öğrenin ve zorlu kurulumlarla nasıl başa çıkacağınızı okuyun.
Çaresizce yorgun olan ebeveynler, bebeklerinin uyumasına nasıl yardımcı olacakları konusunda bol miktarda öneride bulunur – ve bazıları yanlış anlaşılır. Zamandan kazanma ruhu ve belki de akıl sağlığınızla, gerçeği kurgudan ayırdık. İşte bebeğinizin (ve sizin) daha kolay dinlenmenize yardımcı olacağını umuyoruz.
Bebek Uyku Sorunları ve Çözümleri Efsane # 1: Yeni doğan bebeklerin yatmadan önce rutine ihtiyacı yoktur.
Oh, ama yapıyorlar. Bir uyku danışmanı ve The Sleep Lady’s Good Night, Sleep Tight’ınyazarı olan Kim West, “ Çok küçük bebekler bile gece planlaması ve tutarlılığındanyararlanıyor ” diyor . “Büyüdükten sonra gece boyunca nasıl uyuyacaklarını öğrenmek için temel atıyor.”
Bebek Uyku Sorunları ve Çözümleri Efsane # 2: Bebekler gece boyunca uyuyabilir.
Bebekler, geceleri 4-5 kez uyanırlar – tıpkı yetişkinler gibi. İşin aslı, yetişkinlerin kendilerini nasıl uyuyabileceklerini bildikleri ve çok küçük bebeklerin bilmediği. Simply Parenting: Yenidoğan ve Bebeğinizi Anlamak’ın yazarı olan Mary Ann LoFrumento, çoğu bebeğin 6 aylık veya daha büyük yaşlara kadar sürekli olarak uyuyamayacaklarınısöylüyor .
Bebek Uyku Sorunları ve Çözümleri Efsane # 3: Bir bebeğin gece boyunca onu erken yaşlarda başlayarak uykuya sokmasını sağlayabilirsiniz.
Birçok anne-baba , sütün içine mısır gevreği eklemenin , bebeklerinin daha uzun süre uyumasına yardımcı olacağını, çünkü tam bir göbeğine sahip olacağını düşünüyor. Bir bebeğin 6 aylık olmadan önce sütü içine tahıl eklenmesi kötü bir fikirdir, diyor Zero’dan Three’ye ebeveynlik danışmanı Claire Lerner, bebeklerin ve küçük çocukların sağlığını destekleyen kar amacı gütmeyen bir şirket. Küçük bir bebeğin sindirim sistemi, mısır gevreğini kaldıracak kadar olgun değildir, ayrıca kalınlaşmış karışımı ciğerlerine tıkayabilir veya soluyabilir. 
Bebek Uyku Sorunları ve Çözümleri Efsane # 4: Bebeğinizin hareketli bir koltukta ya da salıncakta uyumasına izin verilmez.
Hareketli bir salıncak veya kabarık koltukta birkaç dakika, telaşlı bir bebeği yatıştırır, ancak koltuk değneği olmasına izin vermeyin. Bir bebek sadece uykuya dalma hareketine bağlı olarak büyümekle kalmaz, aynı zamanda hareketli bir koltukta uyumak bebeğinizi hafif bir uykuda tutar. Bu, ihtiyacı olan derin, huzurlu uykuyu alamayacağı anlamına geliyor, diyor Lerner, derin uyku ise beynin büyüme ve gelişimsel hormonlar göndermesidir.
Bebek Uyku Sorunları ve Çözümleri Efsane # 5: Bebeğiniz gün içinde kestirmezse geceleri daha uzun süre uyur.
Gündüz uykularını atlamak , bebeğinizi aşırı yorgun bırakarak uykuya sabote edebilir. Aşırı yorgun bir bebek geceleri yerleşmekte zorlanabilir. Aşırı yorgun bebekler genellikle daha sağlıklı uyur ve ertesi sabah erken saatlerde uyanırlar. West, “Gündüzleri iyi uyuması için çocuğunuzun uyku tankını gündüz doldurmanız gerekiyor” diyor.
Tabii ki, çocuklar büyüdükçe doğal olarak daha az kestirmeye ihtiyaç duyarlar. İki şekerlemeden tek öğleden sonra şekerlemesine geçiş genellikle 15 ila 18 ay arasında gerçekleşir. 5 yaşına kadar kestirmenin geçmişte kalması beklenir.
Bebek Uyku Sorunları ve Çözümleri Efsane # 6: Bazı çocuklar sadece kötü uyurlar.
LoFrumento, tüm çocuklara iyi uyuyanlar olarak öğretilebileceğini söylüyor. “Bir çocuk daha büyükse, daha uzun sürebilir ve daha fazla çaba harcayabilir, ancak her çocuk kendi başına iyi uyuya kalmayı öğrenebilir.”
Bebeğiniz için doğru uyku eğitimi yöntemini bulma
Bebek uyku eğitimi yöntemini arayan hemen hemen her anne-baba oldukça yorgun. Uzman tavsiyesi dağının, bebeğinizle ertelemekten kendi başına ağlamasına izin vermesine kadar uzandığını keşfettiğinizde kendinizi daha da yorgun hissedebilirsiniz.
Bebek Uyku Sorunları ve Çözümleri Bir uyku egzersizi yöntemi diğerinden daha iyi midir?
Bu bağlıdır. Araştırmacılar, en yaygın kullanılan uyku eğitimi stratejilerini gözden geçirdi ve ebeveynlerin tutarlı olduğu sürece hepsinin eşit şekilde çalıştığını buldular. Ancak, bebeğinizin mizacına – ve ebeveynlik tarzınıza – uygunsa, belirli bir teknikle başarı kazanmanız daha olasıdır.
Amerikan Pediatri Akademisi için yazılmış olan “ Yenidoğan Yanınızdayken Eve Kadar Gelecek” adlı çocuk doktoru Jennifer Shu, “Doğru ya da yanlış bir yol yok” diyor . “Bebeğinizin paterni size uymadığında, bir çeşit çatışma elde edersiniz. Uyum sağlamak zorundasınız.”
Doğru programda yer almak için, Shu, diğer uyku uzmanlarıyla birlikte, kendinize aşağıdaki soruları sormaya yardımcı olduğunu söylüyor:
Bebeğimin nasıl bir kişiliği var?
Bebeğinizin yeni veya stresli durumlara nasıl tepki verdiğini gözlemleyin. Zımbalarla yuvarlanıyor mu veya çok fazla rahatlamaya ihtiyacı var mı? Esnek ve kolay davranıyor mu yoksa kendi yolunu bulmaya kararlı mı?
Chicago’daki çocuk doktoru Marc Weissbluth, “ Sağlıklı Uyku Alışkanlıkları, Mutlu Çocuk” diyor . “Çocuğunuzu disipline etmek gibi – kolay, uyarlanabilir çocukların düzeltilmesi kolay. Öte yandan, istekli ve kararlı bir çocuğun daha sert bir yaklaşıma ihtiyacı olabilir.”
Çok hassas çocukları olan bazı ebeveynler birlikte uyumayı düşünür, çünkü bu bebekler çok fazla fiziksel temas ve rahatlıkla en iyisini yaparlar. Kolay ya da uyarlanabilir çocuklar genellikle yumuşak ağlama , solma veya “kamp yapma” ya da modifiye ağlama yöntemleriyle iyi çalışırlar .
Philadelphia’daki Çocuk Hastanesi Uyku Merkezi’nin direktörü Jodi Mindell, “Hassas bir çocuğun daha yavaş bir yaklaşıma ihtiyacı var” diyor. Bununla birlikte, daha güçlü bir istekli çocuk, bebeklerin kendi başlarına uykuya dalmalarını teşvik eden tam anlamıyla bir çığlık atma yöntemiyle en iyisini yapabilir , çünkü ebeveyn konsolidasyonu süreci uzatabilir veya hatta yoğunlaştırabilir. “Daha sert mizaçlara sahip çocuklar” diyor Mindell, “genellikle ağlamaya iyi yanıt veriyor”.
Hangi uyku antremanı yöntemi ile kalmam daha olası?
Bir uyku programına katılma yeteneğiniz açıkça başarısının anahtarıdır, bu nedenle kendi ihtiyaçlarınızı göz önünde bulundurun. Bebeğinizin ağlarının sesi sizi gözyaşlarına boğmak istemezse, en az ağlamayı içeren daha yavaş bir yaklaşım düşünün. Weissbluth, “Ebeveynlerin güçlü yönlerini ve sınırlamalarını değerlendirmeleri gerekiyor” diyor. “Genellikle uyku eğitimi programları başarısız oluyor, çünkü ebeveynler kendilerini çok mahrum ediyorlar ve onlardan geçemiyorlar – ağlayan bir bebeğe ne zaman bakacaklarını izlemiyorlar ya da artık ağlamayı alamıyorlar” diyor. .
Uyku eğitimi ailedeki diğer herkesi nasıl etkiler?
Ailede var diğer çocukların mı uyandı olabilir kendi ağlama ve geliştirmek uyku sorunları? Eğer öyleyse, az ağlama veya hiç ağlama (veya herkesin yatak odasında beyaz bir gürültü makinesi) içeren kademeli bir stratejiye ihtiyacınız olabilir. Ebeveynler veya diğer bakıcılar programı yürütme yükünü paylaşabilir mi? Değilse, tüm uyku eğitimini yapan kişiye en az stres uygulayacak bir yöntem düşünün.
Bir uyku antrenmanı yöntemi seçtikten sonra, çalışması ne kadar sürecek?
Seçtiğiniz herhangi bir program zaman alır – ve bazı çocukların diğerlerinden daha fazla zamana ihtiyacı vardır. Eğitime başladığınızda, az miktarda (veya çok fazla) ağlayarak bir uyum süresi bekleyin ve bebeğinizin gereksinimlerine göre herhangi bir programı değiştirebileceğinizi unutmayın. Mindell “Değişiklik yapmadan veya pes etmeden önce yedi ila 10 gün verin” diyor. “İyileşmeden önce her şey daha da kötüleşiyor.” İnancınız olsun – bebeğiniz ses uyuyan olma yolunda.
  Kaynak: Moiira % Etiketler%
0 notes
mykutsalkadincom · 5 years
Link
Çocuklar neden spor yapmak ister? Hareket etmek, yeteneklerinin geliştiğini görmek, kendilerini diğer çocuklar ile karşılaştırmak, heyecan yaratan başarıyı tatmak ve başkalarıyla paylaşma duygusu çocukların spor yapmayı istemesindeki ana nedenler olarak sıralanabilir. İster hobi olsun, isterse Yarışmalı bir faaliyet spor her zaman zevk alarak ve özgür irade ile yapılması gereken bir şeydir. Hem vücut sağlığı, hem ruh sağlığının  iyileşmesi, kendine güven kazanmak, vücudun daha güçlü olmasının verdiği keyif ve diğerlerine saygılı olmayı  öğrenmek sporun çocuklara kattığı olumlu özelliklerdendir. Disiplin ve yarışma hepsi keyifle kabullenilir, çünkü Oyun aynı zamanda kuraldır ve tüm çocukları harekete geçiren lokomotif budur. Çocuklar hangi spor dalını seçmelidir? Bu seçimi belirleyen ana faktör aslında çocuğun yapısı ve zevkleridir. Mesela çekingen bir çocuk kendini korumayı öğrenmek için Aikido veya karate gibi savunma sporlarını tercih ederken, doğayı seven bir çocuk ata binme, bisiklet, tırmanma, kayak, yüzme veya kano gibi sporları tercih edebilir. Buna karşın zayıf veya tam tersine biraz hafif etli bir çocuk da hafif  ve  canlı olamyı  gerektiren bir maraton koşucusu olmayı hayal edebilir. Ya da aşırı güç harcamak isteyen, kendini aşmak isteyen bir kız veya erkek atletizm sporunu tercih edebilir. Birçok çocuğun futbol, basketbol,hendbol ve voleybol gibi takım sporlarını tercih etmesindeki ana sebep ise, ortam, dayanışma ve kazanma arzusu gibi çok motive edici faktörlerdir. Bir çocuk ne zaman spora başlamalı? Herhangi bir spor faaliyeti mümkün olduğunca erken başlayabilir,mesela bebek yüzücüler bunun en iyi örneğidir.Hatta bazen 1 yaşında küçük bir çocuğun ata gayet güzel oturduğunu görebilirsiniz,  aman korkmayın,  bunları  gerçekten şimdi yapmayacak, Bu tabiiki gerçek anlamda spor değildir, bu durumlarda gerçek olarak fizik bir aktivite gösterilmez, ancak bunlar sadece erken alıştırmalar olarak görülebilir.Normal şartlarda aktif olarak bir çocuğun 5 yaştan önce spor yapması pek mümkün değildir. 6-7 yaştan itibaren fiziksel kapasite artık çocuğun spor yapmasına imkan tanır. 7-13 yaşındaki öğrenme kapasitesi gerçekten mükemmeldir, hafızası çok iyidir, esnektir, denge algısı  iyidir ve hepsi gelişmeye açıktır.  Dayanıklılıkları da neredeyse erişkin düzeyindedir. Yapılan araştırmalara göre 7-11 yaşlarda çocuklarda büyük bir motor koordinasyon bulunur. 9-10 yaşa doğru fiziksel aktivite için en iyi sonuçlar elde edilebilir ve çocuk sporla bunun ne kadar mükemmelleşebileceğini farkeder. 11 yaştan önce sporla ilgili bir gelecek planlanmamalıdır. Hatta ergenliğin bitiminde,  adolesan  dönemde kişiliğinin de gelişmesi ile daha sağlıklı karar verebilecek  olgunluğa  erişir. Ancak istisnalar  kaideyi  bozmaz. Kızlar erkeklere göre daha hızlı geliştiği için Nadya Comaneci,Martina Hingis gibi 15-16 yaşındaki Dünya şampiyonlarına da şaşmamak gerekir. Çocuk sporu nerede yapmalıdır? Evinize en yakın park, boşalanlar, okul ve aynı zamanda özel kulüpler ve de spor dernekleri spor yapılabilecek yerler arasındadır. Özel spor kulüpleri ve dernekler tabii ki eğitmenlerin gözetiminde destek ve danışmanlık sağladığından daha profesyonel olarak düşünülebilir. Çocuk Hastalıkları Uzmanı Anıl Yeşildal
0 notes
bebekocomtr · 5 years
Photo
Tumblr media
Çocuklarda Duygusal Farkındalık . https://www.bebeko.com.tr/blog/cocuklarda-duygusal-farkindalik-1548 . 👉Aklına gelen her şeyi yapmak isteyen bir çocuğum var, ne yapmalıyım?” Bu aralar sık sık duyduğum bir soru. Çocuklar özgür olmak, içlerinden geldiği gibi davranmak isterler. Toplum kuralları zaman zaman buna müsade etmez, bu durumlarda çocuğu sınırlandırmak, bazı davranışlarını azaltmak ya da ortadan kaldırmak gerekebilir. Bu durumda yapılması gereken çocuğun kendini kontrol edebilmesini sağlamaktır. . 👉Peki bunu nasıl yapacağız? İki farklı uç; fazla hoşgörü ve baskıcı disiplin. . 👉Baskıcı disiplin ve katı kurallar, çocuğa ses yükseltme gibi durumlar çocuğun kendini sürekli gergin, endişeli hissetmesine neden olur. Bunun sonucunda altını ıslatma, tırnak yeme, kaygı ve karşı gelme bozuklukları gibi sorunlarla karşı karşıya kalınabilinir. . #aile #çocuklariçin #bebekleriçin #çocukhastalıkları #anne #anneçocuk #anneçocukbağlanması #annebebekbağlanması #bebek #hamile #hamilelik #gebe #gebelik #kadındoğum #tüpbebek #kadınsağlığı #bebekbakımı #bebeksağlığı #çocuk #çocuksağlığı #çocukgelişimi #çocukpsikolojisi #ekgıda #anneolmak #bebekbeslenmesi #bebekocomtr #bebeko #bebekocom https://www.instagram.com/p/BzhnnHJDASI/?igshid=90ty84ag3lf
0 notes