#baskı rejimi
Explore tagged Tumblr posts
Text
gerçekten de insan, konuşmasının yasak olduğu yerde çığlık atmanın bir yolunu mutlaka buluyordu. buna defalarca şahit olmuştum. kitlesel olarak akşamın belli saatlerinde evinin ışıklarını kapatıp açanları da görmüştüm, bireysel olarak bir meydanın ortasında hareketsizce duranları da... bu yüzden dünya üzerindeki hiçbir baskı rejimi protestoyu sonlandıramazdı. ancak elbette protestocunun gözlerini oyabilir, hatta onu öldürebilirdi. çünkü gün gelir, belli aralıklarla göz kırpmak ya da sadece ağzından nefes almak bile bir protesto eylemine dönüşebilirdi.
60 notes
·
View notes
Text

Mehmet Âkif hakkında dönemin rejimi [Mustafa Kamal o zaman hayatta idi] tarafından hazırlanmış gizli belgelerden oluşan çok önemli bir çalışma. Mehmet Âkif hakkında bilinmeyen yada saklı kalmış bir çok bilgiyi bu eserde bulabilirsiniz. Bu bilgilerden birisi şu. 👇
Merhûm rejimin onca baskı ve işkencesine rağmen oğlunu askere gönderiyor. Oğlu askerde, askerlere Kur'an öğrenirken tevkif ediliyor. Artık kendisine ne yapılıyorsa, kalan ömrünü akıl hastası olarak geçirmek zorunda kalıyor.
Muharrem Coşkun
Kod adı irtica 906
[Kitaba bu ismin verilmesinin sebebi, rejim tarafından Mehmet Akif'e verilen ismin 'İrtica 906' olmasıdır.]
19 notes
·
View notes
Text

🌟Ayetullah Hamaney'in ABD üniversitelerinde Filistin halkına destek veren öğrencilere yazdığı mektubun metni şu şekilde yayımlandı:
🔸 Artık tarihin doğru tarafında duruyorsunuz! 🔸
Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla
✨Bu mektubu, uyanan vicdanları kendilerini Gazze'nin mazlum çocuklarını ve kadınlarını savunmaya motive eden gençlere yazıyorum.
✨ Amerika Birleşik Devletleri'ndeki sevgili genç öğrenciler!
Bu size olan sempati ve dayanışma mesajımızdır. Artık arkasını dönen tarihin sağ tarafında duruyorsunuz.
✨Artık direniş cephesinin bir parçasını oluşturdunuz ve gaspçı ve acımasız Siyonist rejimi açıkça savunan hükümetinizin acımasız baskısı altında onurlu bir mücadele başlattınız.
✨Uzak bir coğrafyadaki büyük direniş cephesi, yıllardır sizin mevcut algı ve duygularınızla mücadele ediyor. Bu mücadelenin amacı, "Siyonistler" olarak adlandırılan terörist ve acımasız bir şebekenin, yıllar önce Filistin milletine uyguladığı ve onları ülkelerini işgal ettikten sonra en ağır baskı ve işkencelere maruz bıraktığı bariz zulmün durdurulmasıdır. Siyonist apartheid rejiminin bugünkü soykırımı, geçtiğimiz onyıllardaki son derece zalim davranışların devamıdır.
✨Filistin, Müslüman, Hıristiyan ve Yahudilerden oluşan bir millete sahip, köklü bir tarihe sahip bağımsız bir topraktır. Dünya Savaşı'ndan sonra Siyonist şebekenin kapitalistleri, İngiliz hükümetinin yardımıyla yavaş yavaş birkaç bin teröristi bu topraklara getirdi; Şehirlerini, köylerini işgal ettiler; On binlerce insan öldürüldü ya da komşu ülkelere sürüldü; Evleri, pazarları, çiftlikleri ellerinden aldılar, gasp edilen Filistin topraklarında İsrail adında bir hükümet kurdular.
✨ Bu gaspçı rejimin ilk İngiliz yardımından sonra en büyük destekçisi, o rejime siyasi, ekonomik ve silah desteğini sürdüren, hatta nükleer silahlar üretmesinin önünü açan Amerika Birleşik Devletleri hükümetidir. affedilemez bir dikkatsizlik ve ona bu şekilde yardımcı oldu.
✨Siyonist rejim, ilk günden itibaren savunmasız Filistin halkına karşı "demir yumruk" politikasını uygulayarak, tüm vicdani, insani ve dini değerleri hiçe sayarak vahşeti, terörü ve baskıyı her geçen gün artırdı.
✨Amerikan hükümeti ve ortakları bu devlet terörüne ve sürekli zulme karşı kaşlarını dahi çatmadı. Bugün bile ABD hükümetinin Gazze'deki korkunç suça ilişkin bazı açıklamaları gerçek olmaktan çok ikiyüzlüdür.
✨ "Direniş Cephesi" bu karanlık ve çaresiz atmosferin kalbinden yükseldi ve İran'da "İslam Cumhuriyeti" hükümetinin oluşumu onu genişletip güçlendirdi.
✨Uluslararası Siyonizmin liderleri, Amerika ve Avrupa'daki medya şirketlerinin çoğu kendilerine ait veya onların paralarının, rüşvetlerinin etkisi altındalar, bu insani ve cesur direnişi terör olarak tanıttılar! Kendi topraklarında Siyonist işgalcilerin suçlarına karşı kendini savunan bir millet terörist midir? Peki bu millete insani yardım yapmak, onun silahlarını güçlendirmek teröre yardım sayılır mı?
✨Küresel hakimiyetin hakimleri insan kavramlarına bile merhamet etmiyor. Zalim ve terörist İsrail rejimi kendini savunuyormuş gibi davranıyor, özgürlüğünü, güvenliğini, kendi kaderini tayin hakkını savunan Filistin direnişine "terörist" diyorlar!
✨ Sizi temin ederim ki bugün durum değişiyor. Batı Asya'nın hassas bölgesini başka bir kader bekliyor. Küresel ölçekte pek çok vicdan uyandı ve gerçekler ortaya çıkıyor. Direniş cephesi giderek güçlenecek. Tarih de değişiyor.
✨ Sizlerin dışında Amerika Birleşik Devletleri'ndeki onlarca üniversitenin öğrencileri, diğer ülkelerdeki üniversiteler ve insanlar da ayağa kalktı. Üniversite hocalarının siz öğrencilere eşlik etmesi ve destek vermesi önemli ve etkili bir etkinliktir. Hükümetin polis müdahalesinin ciddiyeti ve size uyguladığı baskı karşısında bu biraz rahatlatıcı olabilir. Ben de siz gençleri anlıyorum ve duruşunuza saygı duyuyorum.
✨ Kur'an'ın biz Müslümanlara ve tüm dünya insanlarına dersi, hak yolda durmaktır: fastaqem kama umrat; Ve Kur'an'ın insan ilişkileriyle ilgili dersi şudur: Zulmetmeyin ve zulme maruz kalmayın: La tezlemun ve la tezlamun. Direniş cephesi bu ve benzeri yüzlerce emri öğrenerek ve uygulayarak ilerleyecek ve zafere ulaşacaktır. Kısmetse
✨Kuran'ı tanımanızı tavsiye ederim.
Seyyid Ali Hamaney🌹
6 notes
·
View notes
Text
🇹🇷 #BİR #YIKIMIN #ANATOMİSİ 🇹🇷
.
▪︎İşe Erbakan hocalarını satmakla başladılar.
Milli gömleği çıkarıp FETÖ gömleği giydiler. Amerika, İngiltere ve Vatikan'la anlaştılar. Hoca efendileri sayesinde iktidarı kaptılar.
▪︎İlk icraat olarak tehdit kabul ettikleri kurumlara el attılar. Orduyu ele geçirip komuta kademesini dağıttılar.
▪︎Açılım adı altında PKK ile müzakere edip teröre taviz verdiler. Teröristleri sınırda devlet töreniyle karşılayıp şehir meydanında hep birlikte ağıt yaktılar. Terör meydanı boş bulup şehirlere sızdı patlayan bombalarla yüzlerce yavruyu babasız bıraktılar. Kürt kökenli vatandaşları ötekileştirip hedef haline getirdiler. Bin yıllık kardeşliği ve vatandaşlık ilkesini ortadan kaldırdılar.
▪︎Hep birlikte bunları yaparken FETÖ tezgahında çırak, kalfa, usta olup işi kaptılar 10 yıl sonra çıkarlar ters düştü kendi tezgahlarını kurdular.
▪︎Kandırıldık, pişmanız, Allah’tan af, milletten özür dileriz deyip hocalarıyla yolları ayırdılar ve mağduru oynadılar. Öfke içinde karşılıklı sırlar ifşa edildi hep birlikte dünyaya rezil oldular. Çıkar dalaşının adını darbe koydular ve binlerce mağdur yarattılar. Bunu da bir güzel kullandılar.
▪︎Siyasi ayak söyleminden de bu nedenle hep rahatsız oldular. Zira ucu kendilerine uzanır diye korktular. Bu yüzden de FETÖ ile mücadeleyi terör ağacından meyve koparma hikayesine çevirip gövdeyi hep korudular.
▪︎FETÖ’den kalan mal varlıklarının akibetini hiçbir zaman açıklamadılar. O tarihte basın tarafından, FETÖ’nün kasası denilen Akın İpek’in otelinin dehlizinde bulunduğu ve el konduğu iddia edilen 18 ton altın, 500 milyon Euro ve 250 milyon dolar konusuna ise nedense hiçbir zaman için açıklık getirmediler. Terör başı Gülen’in iadesi için beklenen çabayı da hiçbir zaman için sarf etmediler.
▪︎Başta yere göğe konduramadıkları savcı Zekeriye Öz olmak üzere, FETÖ’cü kaçakların peşini ise nedense bıraktılar. Bunları hiçbir zaman için dillendirmediler , gündem konusu dahi yapmadılar. FETÖ’cülüğü yargı ve muhalefet üzerinde hep bir sopa gibi kullandılar. Bu sayede üstü kapalı bir korku rejimi yarattılar.
▪︎Sürekli din istismarı yaptılar ve Arap hurafelerini din diye dayattılar. Başörtüsüne bürünüp #ahlak #örtüsünü çıkardılar. Müslüman taklidi yaptılar.
▪︎Ayasofya camiini bile istismar amaçlı açtılar. Diyanet İşleri Bakanlığı’nı ve camileri siyasi birer karargaha çevirdiler. Hutbeleri istedikleri gibi okuttular.
▪︎Her türlü #cemaat #yapılanmasını baş tacı edip dini rayından çıkardılar. Kur’an da yeri olmayan bir ruhban sınıfı yarattılar ve şeyh/mürit ilişkisi içinde beyin yıkayıp toplumun büyük bir kesimini kontrol altına aldılar.
▪︎Yargıyı payanda edip hak, hukuk, adalet kavramları üzerinde siyasi baskı kurdular. Kutsal olan Savcılık ve Hakimlik mesleğini zora soktular.
▪︎2017 yılında bir halk oylaması icat ettiler ve sandık oyunuyla yapılan anayasa değişikliği sayesinde demokrasiyi devre dışı bırakarak, ‘"hangi asseti (varlığı) satacağımı size mi soracağım’" diyebilen bir tek adam düzeni kurdular. Anayasal devlet yapısını by-pass edip anayasalı partizan bir devlet anlayışı yarattılar.
▪︎Fabrika ve barajlar kurmak, üretim ve istihdam yaratmak yerine lüks saraylar inşa ettiler. Avenelerine her biri milyonlarca liralık yüzlerce makam aracı tahsis ettiler. Üretim ekonomisini tahrip edip tüketim, israf ve rant ekonomisi icat ettiler.
▪︎Özelleştirme adı altında Cumhuriyetin tüm kazanımını babalar gibi sattılar ve binlerce istihdamı ortadan kaldırarak devasa bir işsizler ordusu yarattılar. Rüşvetle yatıp rüşvetle kalktılar ve bağış adı altında aldıkları milyarlarca doları kurdukları vakıflara aktardılar.
▪︎Geçmişte Anayasal Kurumlarıyla anılan devleti ENSAR, TÜRGEV, TÜGVA ve TÜRKEN gibi vakıflarla anılır hale getirdiler. Harcamaları kontrol edip hesap soran IMF’yi devre dışı bırak��p hesap sormayan yabancı tefeci kuruluşlardan yüksek faizle borç alıp rant kanalına akıttılar. Ülkeyi, tefecinin eline düşmüş müflis esnaf misali ödenmesi mümkün olmayan milyarlarca dolarlık borç batağına soktular, hazineyi tarihte ilk kez eksi bakiyeye düşürdüler ve henüz doğmamış borçlu bir nesil yarattılar.
▪︎Bağımsız olması gereken Merkez Bankasını siyasi operasyonlarına payanda ettiler. Sürekli #ranta #dayalı yatırımlar yapıp millete hizmet diye dayattılar.
▪︎Paylaşımı ayakkabı kutularıyla yaptılar. Ekonomiyi çökertip milletin anasını ağlattılar. Ölümü unutup dünya malına taptılar. Yabancı bankalara altın ve dolar stokladılar. Vakıflar üzerinden İngiltere ve Amerika’da devasa mülkler aldılar. Bu yüzden WikiLeaks belgelerinde bile anıldılar. Bunlara el konulmasından ise hep korktular.
▪︎Sarraf davası ve evlatları üzerinden yürütülen soruşturmalar şantaja dönüştü zor durumda kaldılar. Bu yüzden de her türlü efelenmelere rağmen ABD ve AB yaptırımlarına boyun eğdiler. Rahip Bronson’la başlayan bir seri yaptırım şimdilik Finlandiya ve İsveç’in NATO’ya alınmasına destek olunmasıyla son buldu. İçeride aslan kesilirken dışarıda hep kedi oldular.
▪︎Seçmenlerini konsolide etmek için sürekli müjdelerle oyaladılar ve 2023 yalanını pazarladılar. Müjdelerin arkası gelmediği ortaya çıktı ve şimdide 2053 yalanına başvurmaktalar.
▪︎Dünyanın hiçbir yerinde olmayan bir ‘"Kur korumalı mevduat"’ hesabı icat edip birilerini ihya ederken hazineyi milyarlarca dolar zarara uğrattılar. Zengini daha zengin, fakiri daha fakir yaparak aradaki makası açtılar ve ülkenin teminatı olan orta direği yok ettiler.
▪︎Seçim öncesi din istismarı yapıp NAS pazarladılar ve faizi enflasyona sebep gösterip milletin gazını aldılar. Seçim sonrası gerçek ortaya çıktı döviz, enflasyon ve zamlar tarihi bir rekor kırdı. Ânında NAS’tan vaz geçerek dini, imanı unutup faize sarıldılar.
▪︎Memur ve işçi maaşına zam yapar gibi yapıp ağızlara bir parmak bal çaldılar; emekliyi, dulu, yetimi bütçe müsait değil diyerek açlığa mahkum ettiler. Buna rağmen sınırları kevgire çevirerek ülkeye soktuları, adeta bir kavimler göçüne dönüştürerek demografik yapıyı tahrip ettikleri ve içinde kimlerin olduğu meçhul 10 milyonun üzerinde mülteciye milletin alın teri olan 50 milyar doları harcarken bütçe hesabı yapmadılar. Böylece %98’i yoksulluk ve açlık sınırının altında yaşam mücadelesi veren, geçimden başka bir şey düşünmesini istemedikleri, hayattan koparılarak günlük yaşatılan, sürekli yardım edilmiş bir toplum yarattılar. Sosyal hayatı yok edip ruh sağlığı alarm veren vatandaşı çaresizlik içinde evlerinde oturmak zorunda bıraktılar.
▪︎Ekonomiyi iflasın eşiğine getirdiler ve sonunda mecbur kalıp bir zamanlar düşman ilan ettikleri körfez ülkelerine giderek varlıklarımız üzerinden örtülü pazarlıklar yaptılar ve onursuzca para dilendiler. İşsizliğin, açlığın, sefaletin, derinleşen ekonomik kriz ve körfez zihniyeti detaylarının üstünü örtmek için de başta CHP tartışmaları olmak üzere toplumu oyalayacak birbiri ardına sıralanmış yapay gündemler yarattılar.
▪︎İktidarı normal bir siyasi aktör olarak görmeyin. Çünkü onlar Türk milletine, Türk devletine ve kurucu değerlere daha başından itibaren düşmandılar. Bu yüzdendir ki 22 yıldır başta büyük önder Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere kahraman ecdada ve milli değerlerimize hakaret eden kim varsa sürekli baştacı ettiler.
▪︎Andımızı yasaklatıp T.C. ibarelerini, Atatürk resimlerini, büstlerini ve heykellerini baş aşağı ettiler. İstiklal Marşı’nda oturanların, keşke Yunan kazansaydı diyen hainlerin önünde hep reverans yaptılar.
▪︎T.C. Devleti ve Cumhuriyet’in garantisi olan Lozan Antlaşması, Montrö Boğazlar Sözleşmesi ve Anayasa’nın ilk dört maddesini sürekli sorun ettiler. Amerika’nın Yunanistan Dedeağaç limanına yaptığı devasa askeri yığınağa ve işgal edilerek birer askeri üs haline getirilen Ege adalarına yıllarca göz yumdular.
▪︎Ülkeyi yönetiyormuş gibi yapıp talimat üzere içeriden dönüştürdüler ve #darülharp mantığı içinde koskoca bir harabe yarattılar. Dışarıdan kuşatılmasını ise sineye çekip hep seyirci kaldılar.
▪︎Taraftarı ikna etmek ve safları sık tutmak için de Osmanlı sosuna batırılmış, din ceketi giydirilmiş ; Ecdat ve İslam’la alakası olmayan çakma bir düzeni sürekli olarak mehter, ezan, sela ve tarihi diziler eşliğinde dayattılar.
▪︎Nihayet kapatılacak bir parantez olarak gördükleri Cumhuriyet’i , 100. yılında hedefe koyup , arzu ettikleri çarpık düzeni meşru hale getirecek yeni bir ANAYASA telaffuz ettiler. Sıra geldi bu telaffuzu kuvveden fiile geçirecek olan altın vuruşu yapmaya.!!!
▪︎Ve ardından yedi düvelin yapamadığını tek başlarına yaparak bu topraklarda kendi vatanlarını kurmaya ve Yugoslavya’da olduğu gibi özerk yapıların ve dışa bağlı devletçik teşebbüslerinin önünü açmaya.
▪︎Eğer Anayasa genel seçimlerden önce değiştirilirse , yapılmış olan yerel seçimin ve bundan böyle yapılacak hiçbir seçimin yasal hükmü kalmaz.
▪︎Şimdi anladınız mı bir vasiyet niteliği taşıyan #Gençliğe #Hitabenin neden kaleme alındığını ve büyük önderin #ne #kadar #ileri #görüşlü #olduğunu. Ne demişti son bölümünde ;
“…..iktidara sahip olanlar, gaflet (aymazlık) ve dalalet (sapkınlık) ve hatta hıyanet (hainlik) içinde bulunabilirler. Hatta bu iktidar sahipleri, şahsi menfaatlerini müstevlilerin (işgal güçlerinin) siyasi emelleriyle tevhit edebilirler (birleştirebilirler). Millet, fakruzaruret (ileri derecede yoksulluk) içinde harap (yıkılmış) ve bitap (yorgun) düşmüş olabilir. Ey Türk istikbalinin evladı ;
İşte, bu ahval (durum) ve şerait (koşullar) içinde dahi vazifen, Türk istiklal ve cumhuriyetini kurtarmaktır. Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur.”
▪︎Yerel seçim galibiyetinin ve zafer sarhoşluğunun rehavetine kapılarak bundan sonra hiçbir şey olmaz demek yanlış olur. Büyük önderin sözlerini her an kulağımıza küpe etmekte yarar vardır.
▪︎Şunu asla unutmamak gerekir ki , su uyur düşman uyumaz. Yarından tezi yok her türlü şahsi ve siyasi meseleleri, ideolojik görüş ayrılıklarını, şişmiş olan egoları bir kenara bırakarak ; Birlik, beraberlik ve Müdafaa-i Hukuk anlayışı içinde geniş tabanlı bir #milli #mutabakat #ittifakı kurmak artık vatani bir mecburiyet haline gelmiştir. Mazereti ne olursa olsun aksini yapan bir siyasi anlayış ; Ucu dışarıda olan gizli işbirlikçidir, iktidarın bir başka versiyonudur, mevcut projenin nöbetçi taşeronudur.!!!
▪︎Herkes aklını başına almalıdır zira emperyalizm, yıllarca onca emek harcadığı böylesi zorlu bir yıkım projesini tek bir parti ya da tek bir adama #endekslemez , alternatifi #mutlaka #vardır. Önümüzdeki süreçteki gelişmeler , kimin kim olduğunu ve bağlantılarını gösterecektir ; Tabii ki milli hassasiyete sahip olan vatan evlatlarını da...
4 notes
·
View notes
Text
✅Suriye Ulusal Diyalog Forumu Sonuç Bildirgesi
➡️Rojava Araştırmalar Merkezi tarafından Perşembe günü Rakka’da düzenlenen ve “Özgür, Çoğulcu ve Demokratik Bir Suriye’ye Doğru” sloganını taşıyan Suriye Ulusal Diyalog Forumu sona erdi.
➡️Forumun sonunda bir dizi tavsiye ve sonuçlar içeren bir bildiri yayımlandı. Bildiride şu ifadelere yer verildi:
➡️Suriye coğrafyasının tamamında topluluklar, karmaşık ekonomik, siyasi ve güvenlik sorunlarıyla karşı karşıya. Altmış yılı aşkın süredir iktidarda olan baskıcı yönetim, ülkeyi tarihi mirasına ve doğal kaynak zenginliğine rağmen başarısız bir devlete dönüştürdü. Anayasasında vatandaşlık esasına dayalı bir devlet kurmayı taahhüt etmesine rağmen, bu sistem, temel özgürlükleri baskı altına alan, hakları ihlal eden ve ülkenin mali kaynaklarını oligarşik bir düzenle yağmalayan paralel bir devlet inşa etti. Ancak sonunda, Suriye’deki baskı rejimi, farklı bölgelerdeki tüm bileşenlerden gelen yüzlerce ulusal gücün fedakarlıkları ve çabaları sayesinde çöktü.
➡️Bildiride şu ifadelere de yer verildi: Günümüzde Suriye’de yeni bir siyasi ve idari sistemin oluşum sancıları yaşanıyor. Farklı ulusal güçler, ülkenin içinden geçtiği geçiş süreciyle ilgili görüş ve öneriler ortaya koyuyor. Şam’daki yeni yönetim iç diyaloga açılım konusunda bazı sinyaller verse de, bu aşamaya yönelik güvensizlik, Suriye toplumlarının çoğunda hâlâ hakim durumda. Çoğu güç, aralarındaki güveni inşa edememekte ve dışlayıcı zihniyetin birçok siyasi söyleme hâlâ egemen olduğu gözlemlenmektedir.
➡️Bildiride ayrıca şu vurgular yapıldı: Suriyeli siyasi elitler arasındaki görüş farklılıklarını gidermek ve geçiş sürecinin dışlayıcı bir zihniyetle yönetilmesini engellemek amacıyla, ulusal diyaloğun devam etmesi ve tüm Suriyelilerin haklarını adalet ilkeleri ve ulusal kimlik esaslarına göre güvence altına alan yeni bir siyasi sistemin inşası gerektiğine inanıyoruz. Bu bağlamda, Suriye’nin tüm bileşenlerinden aydınlar, akademisyenler, din adamları, kadınlar, gençler, sanatçılar ve farklı toplumsal kesimlerin katılımıyla “Özgür, Çoğulcu ve Demokratik Bir Suriye’ye Doğru” başlıklı Suriye Ulusal Diyalog Forumu’na katıldık. Gelecekte nasıl bir Suriye hayal ettiğimizi tartışmak, Suriyeli halkın ulusal uzlaşının temellerini belirleme konusundaki iradesini ortaya koymak, Suriye’de yaşanan siyasi gelişmelere dair fikir alışverişinde bulunmak ve ulusal diyalog sürecinin karşı karşıya olduğu en büyük zorlukları ele alarak olası ��özümleri önermek amacıyla bir araya geldik.
➡️Bu forumun sonunda, kamuoyuna ve Şam’daki karar alıcılara ve özerk yönetim bölgelerine sunulmak üzere aşağıdaki fikir ve öneriler üzerinde uzlaşıya vardık:
1.Demokratik ilkeler ve tüm Suriyelilerin üzerinde uzlaştığı ulusal esaslar dikkate alınmadan yürütülecek bir ulusal diyalog süreci başarısız olmaya mahkûmdur ve ülkenin krizlerini derinleştirecektir.
2.Ulusal diyalog sürecine yönelik dış dayatmaları reddediyoruz. Bu tür müdahaleler, herhangi bir bileşeni dışlamayı ve Suriyeliler arasında nefret söylemini pekiştirmeyi hedeflemektedir.
3.Suriye’nin gücü, bileşenlerinin çeşitliliğinden gelmektedir. Bu çeşitliliğe uygun bir yönetim modeli olarak adem-i merkeziyetçilik benimsenmelidir. İç barışın sağlanması, ülkeye uygulanan yaptırımların kaldırılması ve ekonomik iyileşme ancak bu şekilde mümkün olacaktır.
4.Kapsayıcı ulusal kimlik, yerel ve etnik kimliklerle çelişmemelidir. Her bileşenin modern Suriye siyasi tarihinde önemli bir rolü bulunmaktadır. Bu gerçek resmen kabul edilmeli ve tüm bileşenler yeni yönetim sisteminin inşasına ve anayasa hazırlık sürecine etkin şekilde katılmalıdır.
5.Geçmişte Suriye halkına yapılan adaletsizliklerin giderilmesi için geçiş dönemi adaleti uygulanmalı ve hak sahiplerine tüm yollarla hakları iade edilmelidir.
6.Tüm mültecilerin ve yerinden edilmiş kişilerin güvenli ve gönüllü bir şekilde kendi bölgelerine dönmeleri sağlanmalı ve insani güvenliklerini temin etmek için gerekli destek verilmelidir.
7.Suriye’de yaşanan büyük adaletsizlikler ve ülkenin kültürel ve etnik çeşitliliği, yeni anayasanın tüm siyasi ve toplumsal bileşenlerin katılımıyla hazırlanması gereken yeni bir toplumsal sözleşmeye dayanmasını zorunlu kılmaktadır. Bu toplumsal sözleşme, anayasa için tek referans kaynağı olmalıdır.
8.Suriye devriminde kadınlar önemli bir rol üstlenmiş ve yerel toplumların korunmasında etkin olmuşlardır. Kadınların haklarının kısıtlanmasını, kamusal ve idari kurumlarda herhangi bir üst makamdan dışlanmalarını reddediyoruz.
9.Kuzey ve Doğu Suriye Bölgesi’nin tarihi, siyasi, sosyal ve kültürel bir özgünlüğü vardır. Bu bölgenin yönetim kurumlarının yeni Suriye’nin siyasi, idari, ekonomik ve kültürel inşasında dışlanmasını kabul etmiyoruz.
10.Suriye’nin ulusal kaynakları tüm Suriyelilere aittir. Kaynakların yönetimi adalet ilkeleri çerçevesinde, kalkınma süreçlerini destekleyerek ve tüm Suriyelilerin refahını gözeterek ortak bir şekilde yürütülmelidir.
11.Suriye topraklarındaki işgalci güçlerin ülkeyi terk etmesi gerektiğini vurguluyoruz.
12.Tüm Suriyelileri kapsayan, demokratik ve ulusal bir cephe kurulmasını öneriyoruz.
13.Suriye’nin farklı bölgelerinde halkın geleceğini tartışmak üzere forumlar ve diyalog toplantıları düzenleme kararı aldık.
14.Sivil toplum örgütlerinin, gençlik ve kadın hareketlerinin rolünün önemini vurguluyoruz.

0 notes
Text
Genel Başkan Prof. Dr. Ümit Özdağ, Silivri Cezaevi’nden Basın Açıklaması Yaptı

Zafer Partisi Genel Başkanı Prof. Dr. Ümit Özdağ, rehin tutulduğu Silivri Cezaevi'nden yazılı bir basın açıklaması yaparak, ülkede artan baskı ortamına ve muhalefete yönelik sindirme politikalarına dikkat çekti. “Toplumsal Patlama Arzulanıyor” Prof. Dr. Ümit Özdağ açıklamasında, Boğaziçi Üniversitesi Rektörlüğünün öğrenci kulüp yönetimlerini görevden aldığını ve eylemleri yasakladığını belirterek, "Ülkede nefes almayacak şekilde bir baskı uygulanıyor. Adeta düdüklü tencerenin düdük kısmı bile lehimlenerek kapatılıyor. Bu baskılar, bir toplumsal patlamanın bazıları tarafından arzulanıyor olabileceğini gösteriyor" ifadelerini kullandı. “Baskılar Artıyorsa, Rejim Zayıflıyor” Muhalefete yönelik tehdit ve sindirme politikalarına dikkat çeken Özdağ, "Birileri ‘muhalefetin kalıcı olarak tasfiye edilmesini’ öneriyor. Birileri ‘Her gün birinizi, bir gün hepinizi alacağız’ çığlıkları atıyor. Bu tahriklere karşı muhalefet sağduyulu ve soğukkanlı davranmalı, sokağa çekilerek kriminalize edilme girişimlerine direnmeli. Çözüm, demokratik direniş ve hukuk içinde muhalefettir. Bir baskı rejiminin en gücülü olduğu an, baskılarını artırdığı dönem değildir. Baskılar artıyorsa, rejim zayıflıyor demektir" dedi. “AKP ve MHP Seçmenleri Benim Kardeşlerim” Prof. Dr. Ümit Özdağ, AKP ve MHP seçmenlerine de seslenerek, "Cumhur İttifakı rejimi bize, muhalefete, ikinci sınıf insan muamelesi yapmaya çalışıyor. Ancak ben, AKP’ye ve MHP’ye oy veren seçmenleri kardeşim olarak görüyorum. Onlara zaman zaman kırılıyorum. Bize yapılan muamelelere neden daha gücülü tepki vermediklerini düşünüyorum. Ama biliyorum ki onlar da bu durumdan memnun değil ve böyle olmaması gerektiğini düşünüyorlar" şeklinde konuştu. “Boğaziçi Öğrencilerine Mesaj: Yüzünüzdeki Gülümsemeyle Protesto Edin” Prof. Dr. Ümit Özdağ, Boğaziçi Üniversitesi öğrencilerine de seslenerek, "Her gün üniversitenize girerken, rektörünüzden daha zeki olduğunuzu düşünerek girin. Onu sadece yüzünüzdeki gülümseme ile protesto edin. Bilin ki, o tarihin mağlup olanlarının tarafında" ifadelerini kullandı. Prof. Dr. Ümit Özdağ’ın bu açıklamaları, muhalefetin barışçıl ve demokratik mücadeleye devam edeceği mesajını verirken, ülkedeki baskı ortamına da dikkat çekti. Read the full article
0 notes
Text
İYİ Partili Milletvekili Akalın'dan hükümete sert tepki
https://pazaryerigundem.com/haber/207586/iyi-partili-milletvekili-akalindan-hukumete-sert-tepki/ -
İYİ Partili Milletvekili Akalın'dan hükümete sert tepki

İYİ Parti Edirne Milletvekili Prof. Dr. Mehmet Akalın, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde yaptığı konuşmada, İstanbul’daki bazı belediye yöneticilerine yönelik gerçekleştirilen operasyonları sert bir dille eleştirdi.
Erdoğan DEMİR / EDİRNE (İGFA) – İYİ Parti Edirne Milletvekili Prof. Dr. Mehmet Akalın, hükümete sert tepki göstererek, “Halk iradesi yargı kararıyla bastırılamaz!” dedi.
Milletvekili Akalın, seçimden önce hiçbir suçlama yöneltilmeyen belediye başkan yardımcıları ve meclis üyelerinin birdenbire “terörist” ilan edilmesinin hukukun siyasallaştırıldığının açık bir göstergesi olduğunu belirterek, bir adayın seçim öncesinde terörle iltisakının olmadığı söyleniyorsa, bu tür iddiaların seçim sonrası birdenbire gündeme gelmesi kamuoyunda ciddi bir güven sorunu oluşturacağını söyledi. Akalın, seçim sürecinde bu tür iddiaların en başından yargıya taşınması gerektiğini ifade ederek, son dönemde muhalefete yönelik baskıların arttığını vurguladı. Kayyım uygulamalarına da değinen Milletvekili Akalın, “Yıllardır sürdürülen kayyım rejimi, bugün İstanbul ve Ankara gibi büyükşehirlerde de muhalefet üzerinde bir baskı unsuru haline gelmiştir. Seçimle gelenin seçimle gitmesi ilkesine aykırı bu uygulama, halkın sandıkta verdiği yetkinin gasp edilmesidir.” dedi.
İktidarın yargıyı kullanarak siyasi rakiplerini baskı altına almaya çalıştığını belirten İYİ Partili Akalın, “Türkiye, hukuksuz operasyonlarla, yargının sopa olarak kullanılmasıyla yönetilecek bir ülke değildir! Halk iradesi yargı kararıyla bastırılamaz!” diyerek tepki gösterdi.

0 notes
Text

Yeni Yılı olarak da bilinir
Kuzey Irak , Kuzeydoğu Suriye , Güneydoğu Türkiye ve Kuzeybatı İran'ın yerli Asurluları arasında Nisan ayının birinci gününde kutlanan bahar festivalidir.
Festivalin kökleri , MS 1. ve 4. yüzyıllar arasında Süryani Hristiyanlığı karşısında inancın kademeli olarak ortadan kalkmasına kadar Asurlular tarafından uygulanan eski Mezopotamya dinine ve Akitu festivaline dayanmaktadır. Günümüzde Asurlular çoğunlukla Hristiyandır ve çoğu Asur Doğu Kilisesi , Keldani Katolik Kilisesi , Süryani Ortodoks Kilisesi , Süryani Katolik Kilisesi , Antik Doğu Kilisesi , Asur Pentekostal Kilisesi ve Asur Evanjelik Kilisesi'nin taraftarlarıdır .
Kutlamalar geçit törenleri ve partileri içerir . Bazı Asurlular geleneksel kostümler giyer ve saatlerce dans eder. Kutlamalar Asur'un her yerinde ve Orta Doğu'nun diğer bölgelerinde , ayrıca Amerika Birleşik Devletleri , Avrupa , Avustralya , Kanada ve Kafkasya'da Asur diasporası toplulukları arasında gerçekleşir. Genellikle yemek , müzik ve dans içeren partiler düzenlenir.
Nisan ayı , 21 Mart civarında olan ilkbahar ekinoksu zamanına denk geliyordu . ( İbrani takviminde Nisan, ekinokstan birkaç hafta önce başlayabilir.) Günümüzde Nisan için "Nisan" ismi kullanılıyor, bu yüzden Nisan ayının ilki 1 Nisan'dır. İlkbahar ekinoksu , 21 Mart'ta Büyük İran'ın her yerinde Noruz (anlamı "Yeni Gün") olarak kutlanır . Ancak, eski Asur , Akad ve Babil geleneklerinde, bahar festivali " Nisan " olarak bilinen ayın ilk günlerinde kutlanırdı [ 8 ] ve eski Asurlular tarafından benimsenen takvimin başında "Nisan" ayı vardı, bu da "Kha b-Nisan" veya "Nisan'ın ilk günü" terimine ödünç verdi.
Akitu'nun modern kutlanması 1960'larda Asur entelektüel rönesansı sırasında başladı. Ancak siyasi baskı nedeniyle kutlamalar 1990'lara kadar büyük ölçüde özeldi.
Etkinlik büyük ölçüde Suriye'de yaşayan Süryaniler tarafından kutlanmaktadır. Suriye hükümeti festivali tanımasa da Süryaniler kutlamaya devam etmektedir. 2002'de Suriye'deki Süryaniler, 16 çiftin katıldığı ve 25.000'den fazla katılımcının katıldığı toplu bir düğünle etkinliği kutladılar. Türkiye'nin kurulmasından sonra , Nevruz ile birlikte Kha b-Nisan'ın kamusal kutlamalardan men edilmesi kararlaştırıldı. Türkiye'deki Süryaniler, Türkiye'nin AB üyelik teklifini desteklemek için kabul edilen demokratik reformlar ışığında, organizatörlerin etkinliği düzenlemek için hükümetten izin almasının ardından, ilk kez 2005'te Kha b-Nisan'ı kamusal alanda kutlamalarına izin verildi. "Avrupa, Suriye ve Irak'tan gelen büyük etnik Süryani grupları da dahil olmak üzere" yaklaşık 5.000 kişi Kha b-Nisan kutlamalarına katıldı.
En büyük Asur Yeni Yılı kutlamalarından biri 2008'de Irak'ta gerçekleşti . Irak savaşının başlamasından önce Saddam Hüseyin rejimi tarafından kamusal kutlamalara izin verilmiyordu . Etkinlik Asur Demokratik Hareketi (Zowaa) tarafından düzenlendi ve geçit törenine 45.000 ila 65.000 kişi katıldı.
0 notes
Text

Yaşarken ve Ölürken
✍🏻 Ahmet Özbek
Selim İleri’den kutsal bir manifesto:
YAŞARKEN VE ÖLÜRKEN
Bir taşra kasabası.
Kapalı kadın yüzleri, ikiyüzlü ahlâk, okulda bakım değil şiddet gören, sınıflarda titreşen çocuklar… Baskı rejimi gibi bir kasaba yönetimi. Vicdanın hiç uğramadığı yer.
Ben o kabus gibi yere güzeller güzeli İzmirli sevgilimi bıraktığım bir taşra metropolünden gelmiştim. Şaşkındım. Hocaların “büyük ressam adayı” Ahmet Özbek o kasabada çile dolduracaktı. Orada dört yıl kaldım orada “Hep ağlayan Sevgili Türkiye’yi gördüm”* Sanat hülyalarımı bir yana bıraktım, devrimci ülkülerimi, idealist öğretmenliğimi o her tür duygusal işkenceye duyarsız bir kasabaya gömecektim belki de… Gençtim, ama dört yıllık kabus her şeyi alıp götürüyordu sanki hayatımdan.
______
Son gece gizli gizli ağladım ve şu notu bıraktım öğrencilerim için: “Burada gerçekleştiremediklerim için çok üzgünüm Hoşça kalın alınyazınız değişsin dilerim.”
_______
Ancak orada mücadele ettim, direndim, epey şeyi de değiştirebildim. O acıyla resim yaptım; hatta İzmir’de bir resim sergisi bile açtım…
….
Ancak öncesi var:
İzmir’den aldığım “Yaşarken ve Ölürken” kitabı tüm dünyamı darmadağın etti. Kitapta bir anlatıcı, Akademi mezunu, Ressam Turan’ın tam benim yaşadığım kasaba örneği bir lisede Resim öğretmeni olduğunu yazıyordu. Tam bendim onu yaşayan; Turan bir gece yarısı anılarını yazara bırakarak “Şimdi gideceğim taşrada yaşam bana hep sonsuz asık yüzüyle gözyaşı döktürecek” diyerek ayrılacaktı. Bana gelirsek orada o kasabanın, o geri kalmışlığın, onca acı çeken çocuğun kaderi için otuz yılı aşkın bir süredir gözyaşı döküyorum. Yıllarca bu kitabın ve benzerliğin etkisi altında kaldım. “Yurt coğrafyası ve estetik çelişkisi…” Bir de sonsuz sevgisizlik; dün akşama kadar o etki içinde kapanmış yaralarımla yaşıyordum. Şimdi baktım ki o yara yeniden kanamaya başladı. Ne söylemek istediğimi anladınız. Ruhumun acılarını toplumsal bilinçle anlayan, sık sık beni sayıklamalara yönelten bir insan çekilmişti, hayattan, dünyadan, yanımızdan.
Bana sadece Halit Ziya’dan şu sözler kaldı:
“Hiç ayrılmayalım, hep beraber olalım: Yaşarken ve Ölürken..”
Sahi beni anlıyor musunuz, bir duyarlı yazardan çok fazla şeyi, yani anılarımın resmini, şiirini, müziğini kaybettim ben. Matemim uzun sürecek, çünkü kendi yaşamımın matemi de bir hikâyeye karıştı..
Bir yazardan çok fazlasını kaybettim ben: Duygularımı, ülkülerimi bilmeden hisseden bir insanı…
Yaşamın şiirini arıyordun Selim İleri: Toprağın şiirle donatılsın dilerim.
AHMET ÖZBEK
Dipnot:
*Selim İleri / “Bir Akşam Alacası’nda Gördüklerim”
0 notes
Text
Eski Türkiye Nostaljisi
Şimdiki kuşağın anlamadığı nokta şu: Vesayet rejimi vs deniyor ya, birincisi bir Çin'e gidin de vesayet görün, ikincisi, öyle ya da böyle insan yerine konma yolunda bir mesafe katetmiştik ülkece. Bazı iş yapma şekillerinde standartlar oluşuyordu ve gözetilen altın çıta insanlık adına iyi bir şey çıkarmaktı. Belki çok iyimsersin diyeceksiniz, evet ama iyimser olmak için sebep vardı, şu anda çok uzun zamandır karanlık bir tünelde yaşıyor olduğumuz için bunun nasıl ilginç ve nefes alması daha kolay bir ortam olduğunu anlayamamayı görebiliyorum ama o tarihlerde batının yaşam standartlarındaki bazı mantıklı koşulları kendimize mal etmemiz gerçekten bir başka Türkiye nin mümkün olduğunu hatırlattı. Şu anda ise o kazanımların tümü çöpte ve bir daha geri çıktığını benim görmem mümkün olmayacak korkarım. İdeolojilerinizle, namazınızla, ezanınız, batı karşıtı yasaklarınız ve yüksek vergilerinizle önümüzdeki 50 seneyi cehennemde geçireceğimiz belli artık, hayırlı olsun herkese... Ve de yolda yürürken, berbat kaldırımlarda sekerek arabalara çarpmadan kendinizi sağ salim yaya yoluna attıktan sonra kafanıza düşen saksı sizi öldürürse, sizi sevenler bunun üzüntüsüyle mahkeme vs koşturup, arkada bu hatayı işleyenler iki yüz bin tl yi tokaladığı için öldüğünüzle kalındığı zaman umarım bunları kastettiğimi bildiğinizi söyleyerek geleceği kucaklarsınız. Çünkü malesef batı hayat tarzı diye o kadar lafı edilen modern şehir hayatında vatandaşın böylesi dangalaklıklar karşısında haklarının olması da paketin içinde yer alıyor, artık o paket de hacamat oldu. Kısa dönemde kar eden olduysa afiyet olsun, ama pamuk ipliğine bağlı yaşam ancak çok geç olduğunda lanet kaldırıyor. Dişlerinizi sıkıp insan değil, böcek gibi öylesine güçlünün her daim çiğneyebileceği sıradan bir piyon olmayı sindirmeyi öğrenmek gerekecek. Reddit gibi platformlardaysa gençlerin aksine fazla vatandaş olmayı istediğini görüyorum. İsyanları daha yeni başladı...
Herşeyde kısa dönem karı ve hiç durmadan düdüklenme tehlikesiyle uğraşıp hayatımızı harcamaya devam o halde... Her köşe başında ya bizi dürtmek için esnaf, ya kendi iş kolumuz dahilindeki türlü simsarın ya da yakın arkadaşlarımızın bize geçirmesini seyretmek istemeyeceğiz haliyle ama artık işimizi gücümüz bunları def etmek olacak.
Şahsen en yakın arkadaşlarımdan dev kazık yemem acaip yakın zamanda oldu, hem de "40 ımı geçtim daha dost kazığı yemedim" diye gerine gerine gezdiğim yılın sonu küt diye 3-4 dev kazıkla kendime geldim.
İşimiz kültür-sanat yazı çizi diye sanırsın daha şerefli insanlar, emeğe saygı gosterip işleri bir şekilde düzgün yürütmeye gayret ederler sanırsın değil mi? Aksine, en pis kazık aklı çalışan tiplerin attığı kazıktır. Bir kaç dev kazık içerisinden beni en çok yaralayanı yazayım:
Bir yayınevi var, sahibi sözde-arkadaşımdı, batıyordu yayınevi, beraber çevirisini benim yapacağım bir kitabı basacak parası çıkışmıyordu, telif haklarını ben aldım, sonra hesaplaşırız dedik. Çeviriyi yaptım, gayet de iyi oldu, hatta yayınevi sahibi piyasada o kitap sayesinde yayınevinin batmaktan kurtulduğunu söylüyordu her yerde. Peki bana ne verdi? Çeviride anlaştığımız parayı veremeyeceğini söyledi, en sonunda elim mahkum, belli bir meblağ da karar kıldık, son birkaç yüz lirasını kitabın kopyalarıyla ödedi. Kitap aslında bayağı popüler oldu ancak kaç baskı olduğunu dahi bilemiyoruz, zira yayınevi sahibi, kültür bakanlığına her baskıda ekstra vergi vermemek için ilk baskı 2000 ise 8000 adet bandrol satın alıyor (nasıl yapıyorsa artık) ve müteakip baskıları birinci baskıymış gibi bandrolleyip piyasaya sürüyor. Yani belki 5, belki 6 baskı yaptı, hadi parasını geçtim, itibarını bile çok görmüş oldu bana... Kitap bir üçlemenin birincisiydi, ikinciyi o yaptı, şükür ben düzelttim, üçüncüyü bana sormadan haber vermeden harçlık ödemesi dahi yapmadığı bir üniversite öğrencisine yaptırmış, anca çıkarken haberim oldu, sorduğumda, "ticari bir öngörüde bulundum" gibisinden birşey geveledi... Kitap hala benim çevirimle -ve şükür ki hala ismimle- çıkıyor, umarım öyle kalır.
Bitmedi.... Bu yayınevinin bir çizgiroman serisi var, ingilizceye çevrilecek, hay hay dedim, parayı da yabancılar veriyor belli miktar, bir şey diyemedi verdi hepsini, ama aylar sonra beni arayıp "şu şu sayının düzeltmeleri geldi bir bakar mısın" dedi, hay hay dedim, açtım baktım, bu benim çevirim olamaz, korkunç bir ingilizce, ben yapmamışım ki bunu dedim, künyeye göz attım bir de ne göreyim? Benim ismimi kullanmış iyi mi? Aynı insanlara bir ton çevirim var, hiçbiri düzelti isteyerek geri dönmedi, buysa benim ismimde ama bilmediğim bir metin... Aradım sordum, pek utanmadı, aynen benim ismimi kullanmış, ya kabul ederler kolay olur diye öyle yaptım dedi... E kolay olmamış, geri gelmiş, dedim, evet işte bir baksana dedi... Daha fazla yazarsam tansiyonum yükseliyor, anlamışsınızdır skandalın boyutlarını umarım... Kendi dilini benimki gibi yutturmaya çalışmasının ne gibi bir faciaya dönüştüğünü görmüş olsa ve biraz özür dilemeye çalışsaydı... ama nerdeee...
Bakın bu adam benim hem emeğim hem itibarımdan ekmek yemeye devam ediyor, ve pek bir yaptırımım yok, bu hem düzenin eksikliği hem de kendisinin pişkinliği... En baştan arkadaşım olarak gördüğüm bu adam gece yarıları bilmediği konularda çeviriler alıp bana sorardı ve bırakın konuya bilmemeyi, dili bilmeyen bir insan ama sürümden tonlarca sayfa çeviri yapıyor hala, her kitabı hatalarla dolu, ama köşeleri kapmış, ne anlamı var itirazım ben de bilmiyorum.
Bunu yapmaya tenezzül edeceğini düşünmezdim hele hele yayınevi sahibi olan birisiyse bu... Ama işte Eski Türkiye filan diyoruz ya, bu adam iyileşebilecek bir potansiyeldi artık sadece bu şekil yürütüyor muhtemelen işi, ona da bu cesareti veren işte bu ülkedeki konjonktür... Ben bunu neden burada yazıyorum? Çünkü yavşak herif bir özür dilemeyi dahi çok gördü, dediğim gibi, birkaç baskı sonra benim ismimi de silecektir kitaptan... Ben de en fazla bulduğum yerde yapıştırırım bir tane, ki zaten bu pezevenk de ilk olmayacak bu tehdidi ettiğim...
Elbirliğiyle artık sadece güçlünün zalimin sesinin çıktğı bir düzendeyiz, hepimize afiyet olsun...
0 notes
Text
Suriye’nin işgalinin asıl kazananı kim ya da kimler? – I – Yeni Yaşam Gazetesi | Yeni Yaşam
Mustafa Durmuş
Suriye’nin işgalinin asıl kazananı kim ya da kimler? – I
Tunus-Mısır-Libya’da halk ayaklanmaları
14 yıl geriye gidelim.
2010 yılının 17 Aralığında Tunus’ta, 26 yaşındaki elektronik mühendisi bir işsiz, sokaklarda sebze satarak hayatını kazanan M. Bouazizi adlı Tunuslu bir genç kendini yakmış; ardından on binlerce Tunuslu sokaklara çıkarak hükümeti ve işsizliği protesto etmiş ve isyan diktatör Ben Ali Tunus’u terk edene kadar sürmüştü.
Bundan yaklaşın 45 gün sonra 31 Ocak 2011’de bu kez Mısır’da Tahrir (Kurtuluş) Meydanı’nda yüz binlerce Mısırlı: “İş, Ekmek, Özgürlük ve Sosyal Adalet” sloganlarıyla isyan etti. On binlerce genç-yaşlı, Müslüman-Hıristiyan, örtülü- modern kadın-erkek meydanı tuttu. Onlarcası öldürüldü ama Mısır Devlet Başkanı Mübarek ülkeyi terk edene kadar da kitleler meydandan ayrılmadı. Sonrasında Libya Batılı emperyalist güçler tarafından işgal edildi ve Devlet Başkanı Kaddafi öldürüldü.
Kuzey Afrika’nın bu üç ülkesinin ikisinde (Tunus ve Mısır) ortak sorunlar vardı. Buğday ve diğer temel gıda maddeleri ve enerji fiyatlarının çok hızlı artması, derin yoksulluk, açlık, işsizlik, dışa bağımlılık, neo liberal politikalar ve 30 yıldır süren baskı-zulümle özdeşleşmiş kanlı diktatörlükler halkları isyana sürüklemişti.
Libya’da ise durum daha farklıydı. Kaddafi de bir diktatördü ama ülke ekonomisi kötü durumda değildi. Günde 1,8 milyon varillik mükemmel kalitede petrol üretimi yapılıyordu. Ülke, doğalgaz kaynakları açısından da çok zengindi ve bu doğal zenginlikler Libya’da ortalama yaşam süresinin 75’e çıkmasını ve Afrika’nın kişi başına yıllık geliri en yüksek ülkesi olmasını sağlamıştı. Ülkenin sert çölün altında muazzam bir fosil sıvı denizi vardı. Tüm bunlar emperyalist güçlerin iştahını kabartıyordu. Nitekim ABD bu ülkeyi işgal etmek üzere NATO’yu devreye sokmakta tereddüt etmedi.
Devasa ekonomik sorunlar ve devrimci durum
Kısaca, devasa ekonomik sorunlar, gıda fiyatlarındaki artışlar ve iktidarların halkın sorunlarına ilgisizliği ayaklanmaların önünü açtı. Halk mevcut rejimleri bu sorunlarla özdeş tuttuğundan rejimin değişmesini istiyor, rejimle uzlaşmaya yanaşmıyordu. “Ekmek, özgürlük ve adalet” sloganlarıyla yürüyen kitleler olağanüstü hâl uygulamalarının kaldırılmasını, parlamentonun feshini ve yeni bir anayasanın yapılmasını talep ediyorlardı.
Bir başka boyutuyla ise bölgede devrimci bir durum yaşanıyordu ve bu devrimin dürtüsü sadece diktatörlük karşıtı olmak değil, aynı zamanda anti-emperyalist, IMF karşıtı ve İsrail karşıtı olmaktı.
Çalınan devrim!
Bu nedenle de ABD ve müttefikleri bu devrimi durdurmak, bunu yapamazlarsa da onu bölgedeki Amerikan egemenliğini sürdürülebilmesi için yeniden bir biçime sokma niyetindeydiler. Nitekim bunu da sağladılar. Diktatörler devrildi ve halkların gazı alındı ama gerçek bir devrim fırsatı da böylece halkların elinden alınmış oldu. Sonrasında bu ülkeler yeniden bir kaosun içine sürüklendiler ve iç savaşlar ortaya çıktı. Mısır’da yeniden askeri diktatörlük tesis edildi.
Suriye’ye emperyalist müdahale ve iç savaş
Bu gelişmeler 2011 yılının sonlarına doğru Orta Doğu’ya da sıçradı ama bu kez hedefteki Suriye beklenmedik bir direniş göstererek o tarihten bu yılın aralık ayına kadar direndi. Bu süreçte “Büyük Orta Doğu Projesi” kapsamında başta IŞİD olmak üzere, selefi cihatçı gruplar Esad’a karşı ayaklandırıldı, 13 yıl sürecek olan bir iç savaş başlatıldı.
Ancak bu terör örgütleri hem Suriye ordusunun hem de Bölgedeki Kürtlerin direnciyle karşılaştılar. Yine de El Kaide ve El Nusra yenilmiş olsa da bölgeye hâkim devletlerin desteğiyle İdlib gibi belli bölgeleri tutmayı başardılar. Bu süreçte Esad ülkede demokratikleşmek yerine Baasçı eski rejimi sürdürmeye kalkışınca iyice gözden düştü ve yenildi. Ülkesinden kaçarak Rusya’ya sığınmak zorunda kaldı. Ülke Heyet Tahrir el-Şam (HTŞ) ve arkasındaki devletler ve İsrail tarafından işgal edildi.
Nesnel değerlendirmeler gerekiyor!
Suriye’nin işgali konusunda çok farklı değerlendirmeler yapılabilir. Nitekim Suriye’yi işgali alkışlayanlar (bizdeki iktidar medyası gibi) gibi, bunu emperyalist bir müdahale olanlar da mevcut.
Ancak, ülkeyi işgal eden güçler “ülkede diktatörlüğü ortadan kaldırmak, demokrasiyi inşa etmek, kendi sınırlarını güvence altına almak” gibi mazeretler ileri sürebilirse de, bunun doğru olmadığı ve bu eylemin açıktan bir işgal olduğu inkar edilemez bir gerçek. Nitekim daha önceki Irak’ın işgali de bu gerekçelerle yapılmış ama bölgeye demokrasi de gelmemişti.
Esad’ın serveti ile birlikte ülkeden kaçması diktatörlerin genelde yaptıkları bir şey. Ülkesini düşünüyor olsaydı zamanında ülkesindeki Araplar, Kürtler, Ermeniler, Süryaniler, Ezidiler, Dürziler gibi tüm halklarla birlikte tek bir ulusa dayalı olmayan demokratik bir Suriye’yi inşa edebilir ve emperyalist ve alt emperyalist güçlere geçit vermeyebilirdi. Oysa, beklendiği gibi, bunu yapmadı ve kendi ülkesinin emperyalist, Siyonist ve selefi-cihatçı bir yağmaya terk etti.
Rusya ve İran kaybetti
Suriye’deki bu gelişmelerden isyancı grupların ardındaki hangi devletlerin nasıl kazançlı ya da zararlı çıkabileceğini konusunda değerlendirme yapmak gerekirse sırasıyla:
Rusya, Beşar Esad rejiminin önemli bir destekçisiydi. Heyet Tahrir el-Şam (HTŞ) öncülüğündeki isyancı grupların iktidarı ele geçirmesi bu devlet açısından çok büyük bir kayıp olabilir. Zira Moskova 2015 yılında binlerce Rus askeri göndererek ve Suriyeli isyancı gruplara ve sivil altyapıya hava saldırıları düzenleyerek Esad’ı desteklemişti. Ancak Rusya, Ukrayna’daki savaş nedeniyle Esad’ın ihtiyaç duyduğu destek düzeyini sürdüremedi. Sonuç olarak Rusya’nın Orta Doğu’daki projesi büyük bir başarısızlıkla sonuçlandı. Bu durum Rusya’nın Suriye’nin Akdeniz kıyısındaki üslerini kaybetmesiyle sonuçlanabilir.
Esad rejiminin yıkılması, rejimi destekleyen ve Lübnan’daki Hizbullah’a silah göndermek için Suriye’ye bel bağlayan İran için de bir darbe anlamına geliyor. Yani İran devleti için de Esad’ın devrilmesi büyük bir kayıp. Doğu Akdeniz’e uzanan bir kara köprüsünü, Hizbullah gibi İran’ın vekilleri konumundaki örgütler için önemli bir üssü ve silahların Lübnan’a ulaşabileceği bir yolu kaybetmiş oldu. İran’ın Suriye’deki stratejik derinliğini kaybetmesi, İsrail ile çatışması nedeniyle ciddi şekilde zayıfladığı bir dönemde Hizbullah’ı destekleme kabiliyetini de zayıflatacaktır. (1)
Diğer taraftan, bu gelişmeler Hizbullah için varoluşsal bir tehdit oluşturuyor. Hizbullah İran’dan Suriye üzerinden Lübnan’a uzanan son derece önemli karasal yaşam hattını kaybetti. HTŞ muhtemelen İran’dan gelen silah ve diğer malzemelerin akışını durduracak ve İran’ın İslamcı Devrim Muhafızları ve Kudüs Gücü danışmanlarının Hizbullah’ı desteklemeye devam etmesini engelleyecektir. (2)
Savaşın asıl kazananı İsrail!
Rejimin düşmesinden sadece birkaç saat sonra İsrail ordusu Hermon Dağı’nın Suriye tarafını ele geçirdi. Ordu, 1974 ateşkes hattına yakın beş köyün sakinlerine evlerinde kalmalarını ya da olası çatışmalar nedeniyle köyleri boşaltmalarını söyledi. Başbakan Benjamin Netanyahu bölgeyi ziyaret etti ve İsrail’i bölgeden askerlerini çekmeye zorlayan 1974 anlaşmasının artık geçerli olmadığını açıkladı. İsrail hava kuvvetleri, stratejik askeri varlıklar içerdiği iddiasıyla Büyük Şam’daki bazı askeri bölgelere baskın düzenledi. Kuzeyde ise çatışmaların yeniden alevlendiği haberleri üzerine Türk hava kuvvetleri Kürt mevzilerini bombaladı. (3)
ABD, HTŞ’yi de “terör örgütü” olarak tanımlasa da uzun süredir Esad rejimine karşı çıkıyor ve onu devirmek için uğraşıyordu. Bu yüzden de istediği oldu. Bölgedeki en temel müttefiki olan İsrail ise bu savaşın asıl kazananı konumunda. Zira Golan tepelerini işgal edip Şam’a doğru ilerleyerek “Büyük İsrail Projesi” için önemli bir adım daha atarken, İran’ın bölgedeki konumunu da zayıflattı. Suriye’nin en stratejik yeri olan Cebel Şeyh’i işgal etmesi ise bölgede kendine çok önemli bir stratejik mevzi kazandırdı. (4) İsrail bu hafta Suriye’de en az 350 hava saldırısı gerçekleştirdi.
Türkiye kazandı mı?
Türkiye’nin HTŞ gibi selefi cihatçı silahlı gruplara verdiği destek son saldırılar açısından kritik önem taşıyordu. Ayrıca 2017 yılında bir dizi silahlı grubu bir araya getiren ve kuzeybatı Suriye’nin bazı bölgelerini kontrol altına alan önemli bir aktör olan “Suriye Ulusal Ordusu” da Türkiye tarafından destekleniyor.
Son haftalarda Türkiye, Esad rejiminin Ankara ile ilişkileri normalleştirme çabalarını reddetmesinin ardından isyancı örgütlere yeşil ışık yaktı. Elde edilen sonuç dikkate alındığında, bundan böyle Türkiye muhtemelen ülkedeki en etkili dış aktör olarak ortaya çıkacaktır.
Kısaca, Türkiye’deki iktidar bloku Esad’ın şiddet yoluyla devrilmesini zımnen destekledi ve Şam’daki yeni rejimi şekillendirme fırsatına sahip oldu.
Nitekim birçok uluslararası yorumcu bu görüşü destekliyor. Örnek olarak bir yoruma göre: “Esad’ın düşüşünden potansiyel olarak asıl kazançlı çıkacak olan devlet Türkiye’dir. Cumhurbaşkanı Erdoğan Suriye’de uzun bir yol kat etti; bir zamanlar Esad’ın hamisiyken onun devrilmesini talep etti ve ardından Esad rejimiyle normalleşme arayışına girdi. Geçtiğimiz haftalarda Erdoğan Esad’ın şiddet yoluyla devrilmesini zımnen destekledi. Ankara şimdi Şam’daki yeni rejimi şekillendirmek için bir fırsata sahip oldu”. (5)
ABD, İsrail, Türkiye aynı çizgide mi?
Keza Orta Doğu uzmanı gazeteci Conor Gallagher, “ABD’nin vekilleri (Ukraynalı neo-Naziler, İslami köktendinciler ve Siyonist soykırımcılar) aracılığıyla Suriye Devlet Başkanı Esad’ı devirmek ya da en azından olası bir çözüm öncesinde daha fazla toprak koparmak ve Tahran’ın ülkedeki etkisini zayıflatmak için Suriye’de yeniden bir araya geldiğini; Türkiye’ninse, eski adıyla Nusra Cephesi olarak bilinen İslamcı paramiliter örgüt HTŞ’nin en büyük destekçisi olarak merkezi bir rol oynadığını” ileri sürüyor.
Neo Osmanlıcı girişimler
Türkiye’nin ABD ve İsrail ile iş birliği yaptığını ileri süren yazara göre: “Erdoğan’ın çıkarları ABD-Ukrayna-İsrail grubun çıkarlarıyla örtüşüyor. Türkiye’nin eski imparatorluğun büyük bir kısmı üzerindeki etkisini güçlendirdiğini görmek isteyen Erdoğan ve kliğinin katı neo-Osmanlı hırsları, ABD-Ukrayna-İsrail’in bölgedeki Rus ve İran etkisini azaltma arzusuyla örtüşüyor. En azından Türkiye, mültecilerin geri dönüşü için herhangi bir kalıcı çözümden (potansiyel olarak Trump II döneminde) önce Suriye’de kendisinin ve vekillerinin kontrolü altında daha fazla toprak elde etmek istiyor ve bu da Ankara’nın tehdit olarak gördüğü Kürt güçlerini etkisiz hale getirmek için daha iyi konumlanmasını sağlayacak. Türkiye üç milyondan fazla Suriyeliye ev sahipliği yapıyor ve Erdoğan bu konuda bir şeyler yapması için ülke içinde baskı altında ve binlerce kişiyi “gönüllü geri dönüş” beyanlarını imzalamaya zorlamakla suçlanıyor. Suriye’de güvenlik ortamı “güçlendikçe” Erdoğan daha fazla Suriyelinin Türkiye’den sınır dışı edileceğini söylüyor”. (6)
Devam edecek…
Dip notlar:
https://theconversation.com/what-syrias-rebel-takeover-means-for-the-regions-major-players-turkey-iran-and-russia (9 December 2024).
https://www.cfr.org/expert-brief/syria-after-assad-what-know-about-hts-hezbollah-and-iran (9 December 2024).
https://geopoliticalfutures.com/after-the-fall-of-assad-the-middle-east-braces-for-unrest (10 December 2024).
https://www.cfr.org/expert-brief/after-fall-assad-dynasty-syrias-risky-new-moment (8 December 2024).
https://www.nakedcapitalism.com/2024/12/erdogan-backstabs-his-way-into-center-of-middle-east-conflict.html (2 December 2024).
0 notes
Text
Siyaset Bilimine Giriş 2024-2025 Vize Soruları
Siyaset Bilimine Giriş 2024-2025 Vize Soruları Siyaset Bilimine Giriş 2024-2025 Vize Soruları 1. Aşağıdakilerden hangisi siyaset biliminin doğrudan inceleme kapsamına girmez? A) Devletin meşruiyeti B) Baskı grupları C) Dış ticaret rejimi D) Meclis E) Anayasalar Cevap: C) Dış ticaret rejimi Açıklama: Siyaset bilimi doğrudan dış ticaret rejimi ile değil, daha çok devlet, anayasa ve siyasi yapı…
#auzef#kamu yönetimi#MALİYE#Siyaset Bilimi Ve Kamu Yönetimi#siyaset bilimi ve uluslararası ilişkiler#Siyaset Bilimine Giriş
0 notes
Text
Bangladeş'teki Kendiliğinden Teknotik Kitle Hareketinin ve İsyanının Toplumsal Denetimizm Mücadelesi ile Olan Yakın Bağları Üzerine Değinmeler

Tüm dünyada "egemenlik hakkının" sözde "seçim" ve "sandık" yoluyla "seçilmişlere" ve "atanmışlara" devredildiği temsiliyetist sistemler çöküyor! Krizden krize sürükleniyor!
Bagladeş devrimi de bu çöküşün halk kitleleri nezlinde ortaya çıkan bir yansımasından başka da bir şey değil. Temsiliyetist üç bacaklı devlet modelleri çöktükçe farklı çoğrafyalarda "ikili iktidar" durumu daha da gözle görülür bir hale geliyor.
Dünyanın neresinde olursa olsun egemenlik hakkı ister seçilmiş olsun ister atanmış olsun bir avuç memur kastına devredildiği müddetçe, orada adına ister "demokrasi" denilsin, ister "insan hakları" denilsin, bir avuç devletlü zümre tarafından oluşturulmuş olan bütün bu rejimler, birer diktatörlük olmanın da ötesine geçemezler.
Hangi ülke olursa olsun "milleti" oluşturan emekçi sınıflar temsiliyetizm yoluyla asla kendi temel haklarını devletlü memur kastları karşısında güvence ve teminat altına alamazlar! Dolayısıyla, temsiliyetist sistemler içerisinde emekçi sınıflar kapitalizme ve emperyalizme karşıda bir güvence ve teminat sahibi de olamazlar, olmarı da mümkün değildir.
Yet'ki kimde ise kıllık ondadır! Ben devletim, ben memurum, yetki bende, istediğimi yaparım diyen temsiliyetist zihniyet ile devletin ve memurun bağımsız kurumlarca denetlenmesi gerektiğini söyleyen toplumsal denetimist zihniyet asla uzlaşamaz! Bangladeş devrimi de bu uzlaşamama halinin halkın kendiliğinden gelişen teknotik kitle hareketinin denetimist taleplerinin somut dışavurumu ve isyanıdır.
Temsiliyetizm sorunu asla temsiliyetizmin sınırları içinde kalınarak çözülemez. Bangladeş'te olduğu gibi, temsiliyetizm sorunu "demokrasiye dönülmesi" söylemi ile, daha net konuşursak üç bacaklı temsiliyetist-kapitalist devlet modelinin "istikrarlı hale getirilmesi" yalanı ile çözülemez.
Bagladeş'te ki "geçici" askeri diktatörlük rejimi ağzıyla kuş tutsa da, yasama, yargı ve yürütme kurumlarının "iç denge ve denetimine" dayalı sözde en modern burjuva devlet tipini seçim ve sandık yoluyla inşa edeceğini iddia etse de, bu sistematik için gereksinim duyulan göstermelik sol-temsiliyetist, sağ-temsiliyetist, islamcı-temsiliyetist, laik-temsiliyetist siyasal parti aparatlarını fonlasa da (ki bu projeye glokal-sermaye de sermaye katsa da), bütün bu yasamacılık (gerçekte yürütmecilik!) oyunları ile göz boyanmaya çalışılsa da, çok açık bir gerçektir ki; dünya üzerinde üç bacaklı temsiliyetist-kapitalist devlet modeli tüketim sürecine girmiş bulunmaktadır. Zor, baskı, manipülasyon yoluyla ayakta tutulmaya çalışılan bu temsiliyetist kurumlara karşı dünya genelinde büyük bir öfke duyulmaktadır.
Bu olgusal gerçekleri sadece denetimistler de değil, aklı başında tüm burjuva idelogları açıkca itiraf etmektedir. Dünya geneline yayılmış bölgesel savaşlar, çatışmalar, isyanlar, ayaklanmalar vs. durduk yere de yaşanmamaktadır. Temsiliyetist-kapitalist güçler bile gelinen noktada dünya üzerinde hakimiyet sağlayamamaktan, onca dezenformasyona, onca deformasyona ve onca algı yönetimine rağmen istedikleri ve arzu ettikleri oranda toplumları yönlendirememekten de şikayet eder bir duruma gelmişlerdir. Her yerde çeşitli biçimler altında insanların içinde yaşadıkları sistemi denetleme ve sistem üzerinde daha da çok söz sahibi olma talepleri hem bireysel düzeyde hem de kolektif düzeyde kendisini göstermektedir. Bu da yeni iletişim tarzlarını, yeni kavramları, yeni ifade ve muhalefet ediş biçimlerini de doğal olarak beraberinde getirmektedir.
İçerisinde yaşadığımız dünyada insanların robotlardan bir farkının kalmadığı, artık insanların geri dönüşü olmayacak bir biçimde pasif tüketici kitlelere dönüştürüldüğü gibi, son derece idealist ve gerçekten uzak yaklaşımların aksine Bangladeş devrimi gibi pek çok örnekte de görüldüğü gibi, kitlelerin temsiliyetizme, devletlü memur kastlarına, yolsuzluğa ve çürümeye dayalı kapitalizme ve emperyalist politikalara karşı öfkesi ne kadar kendiliğinden teknotik kitle hareketleri ve isyanları biçiminde gelişiyor olsa da, bu öfke tarihin en yüksek seviyelerindedir.
Yaşanan onca çalkantı, onca tepki, onca kızgınlık, onca sorgulama, onca yeni düşünce vs. hepsi insanlığın temsiliyetizme karşı yükselen toplumsal denetimist savaşımının ve taleplerinin bir ifadesidir.
Okyanusları geçmiş bu akıntı nasıl ki derede boğulacak değilse, kendiliğindenmiş gibi gözüken bu uyanışın kendi için savaşıma ve mücadeleye dönüşmesi de zaruri bir gerçek ve hakikat olarak karşımızda durmaktadır.
Sadece Bangladeş'te değil, tüm dünyada "ikili iktidarlar" ve "ön-devrimci" türbilanslarda bir artış olacağına, çok daha fazla sayıda emekçinin, gencin, kadının, ezilen sınıf ve katmanların ileri doğru atılacağına, karamsarlıktan ve yılgınlıktan beslenen ruh halinin paramparça olacağına, "bunlardan bir halt olmaz" denilen kitlelerin nasıl radikaleşeceğine, tüketim sürecine giren temsiliyetizm karşısında yükselişe geçen toplumsal denetimizm mücadeleleri ile birlikte tanıklık edeceğiz!
Bunlar daha hiçbir şey, devir alan ve daha da hızlanan bu toplumsal makinanın duracağını, önündeki setleri bir bir yıkarak yeni bir gelişme döneminin kapılarını açmayacağını sananlar yanıldıklarını çok net bir şekilde görecekler!
7.08.2024
Serhat Nigiz
Dipnot:
Bangladeş'teki gelişmeler ile ilgili Türkiye'de yaşayan liberal bir akademisyenin kaleme aldığı yazıya göz atmak isterseniz yazının bağlantı linki aşağıda:
"Hasina'nın rejimini anlamak, bu isyanın neden sıradan insanlar tarafından tamamen desteklendiğini anlamak için çok önemlidir. Protesto başlangıçta ayrımcılığa karşı bir öğrenci hareketi olarak başlasa da 1 hafta içinde daha geniş bir halk hareketine dönüştü. Dönüm noktası 14 Temmuz'da bir basın toplantısı sırasında Hasina'ya 1 haftadan uzun süredir devam eden iş kotalarına karşı öğrenci protestoları sorulduğunda yaşandı. Hasina cevaben şunları söyledi: "Özgürlük savaşçılarının torunları kota avantajlarından yararlanamayacaksa kim yararlanacak? Razakarların torunları mı?"
Hasina'nın bu sözleri protestoların büyümesine neden oldu. Öğrenciler Hasina'nın sözlerini, 1971 Kurtuluş Savaşı'nda yer alan özgürlük savaşçılarının torunlarına devlet memuru kontenjanının yaklaşık yüzde 30'unu tahsis eden "adaletsiz" kota sistemini protesto etme çabalarına küçümseyici bir yanıt olarak algıladı. Birkaç saat içinde öğrenciler protesto gösterilerine başladılar, Dakka Üniversitesi kampüsünde yürüyüşe geçtiler ve şu sloganları attılar, "Sen kimsin? Ben Razakar'ım."
#emek#emekoloji#marksizm#teori#kuram#bilim#felsefe#temsiliyetizm#devrim#demokrasi#diktatörlük#kapitalizm#emperyalizm#devlet#memur#memuriyetizm#denetim#denetimizm#denetimist#yasama#yargı#yürütme#burjuvazi#ideoloji#isyan#ayaklanma#idealizm#millet#sınıf#toplum
0 notes
Text

Hamas'ın İşgal Rejimiyle anlaşması üzerine...
1-"Filistin, uğrunda ölenlerindir." tezinden yola çıkarsak eğer Filistin 46 bin sivil Gazzeli'nindir önce.
2-7Ekim Günü Hamas'ın kendi insiyatifiyle, hiçbir Direniş bileşenine danışmadan ve hatta hareketin dış siyasi biriminden bile sakınarak büyük gizlilikle aldığı savaş kararına hemen 8 Ekim Günü dahil olan Lübnan Direnişi'nindir Filistin...
Filistin Seyyid'indir. Şükr'ün, Akil'in, Kereki'nindir. Onlar kanlarını sundular.
3-Filistin, Yemen'indir sonra. O yalın ayaklıların. O cüssesi küçük, yüreği büyükler 465 gün süren savaşın her cuma günü milyonluk halk kitleleriyle Gazze'ye psikolojik destek verirken Siyonist rejimin ekonomik boğazını da kestiler. Körfez'i kapattılar ona. Gemi gemi mazleme gönderenlere rağmen onlar gemi batırdılar. Ateş yağdı başlarına bir milim oynamadılar.
4-Filistin, Dünyanın yaklaşık 15 bin noktasında cesurca, namusluca, samimiyetle dayanışma gösterileri yapıp kendi hükumetlerine baskı uygulayıp Siyonist rejimi yalnızlaştıran halklarındır.
5-Fiistin, Güney Afrika'nın o muhteşem diplomatik hamlesinde ter akıtan delegasyonundur. Siyonist Rejimi soykırımcı ilan etmek bu düzende az bir şey değil. Uluslararası mahkemenin sanık sandelyesine oturtmak kolay mı onu? Onca ikiyüzlü müslüman siyasetçilerin içinde hem de. Çoğu ekran önünde atıp tutan, arkadan binbir iş çeviren...
6-Filistin, Haluk Levent gibi yürekli sanatçılarındır sonra. Yürekleri, cesaret ve vefalarıyla terketmediler çünkü...
7-Filistin, taa 1965'li yıllarda daha Hamas yokken dahi. Daha Filistin sol gurupların himayesindeyken bile "Mali yükümlülüklerinizden Filistin'e göndermeniz gerekir" diyen, o zaman dahi Filistin'i yalnız bırakmayan İmam Humeyni'nindir. O vicadanın, o bilincin, o sorumluluğun yani...
8-Yani gözüm, Filistin vefa'nındır. Ona can, kan, emek verenlerin unutulmamasındadır Filistin...
Filistin, kendisine ihanet edenler, istismar edenler, iç kamuoyu malzemesine evirenler, emperyalizme bu konuda koltuk değneği olanlar ile uğrunda mücadele edenler arasında furkan olmalıdır. Furkan, yani ayıraç...
Filistin için Seyyid'ini vermiş, aynı anda dört bin insanı uzuvlarından olmuş bir halka rafizi deyip, Filistin için evleri başına yıkılmışları yok sayıp, sonra da Filistin Müdafiî oluşu lay lay lom bir zemine indirgenmişliği sırf mezhep taassubuyla arkalarsan eğer o kanların hakkı bırakmaz zafer gelsin, bunu unutma!
Vefa, kadirşinaslık, bir yitik olmasın amandır ha!
1 note
·
View note
Text
V for Vendetta Filminde Evey Hammond Kimdir?
V for Vendetta Filminde Evey Hammond Kimdir?
Evey Hammond, “V for Vendetta” filminde Natalie Portman tarafından canlandırılan ana karakterlerden biridir. Evey’nin karakteri, filmin merkezi hikayesinin gelişiminde önemli bir rol oynar ve film boyunca dikkate değer bir dönüşüm geçirir. İşte Evey Hammond’un kim olduğunu ve özelliklerini ayrıntılı olarak inceleyelim: Evey Hammond Kimdir? Evey Hammond, Norsefire rejimi altında baskı ve korku…

View On WordPress
1 note
·
View note
Text
V for Vendetta Filminde Evey Hammond Kimdir?
V for Vendetta Filminde Evey Hammond Kimdir?
Evey Hammond, “V for Vendetta” filminde Natalie Portman tarafından canlandırılan ana karakterlerden biridir. Evey’nin karakteri, filmin merkezi hikayesinin gelişiminde önemli bir rol oynar ve film boyunca dikkate değer bir dönüşüm geçirir. İşte Evey Hammond’un kim olduğunu ve özelliklerini ayrıntılı olarak inceleyelim: Evey Hammond Kimdir? Evey Hammond, Norsefire rejimi altında baskı ve korku…

View On WordPress
0 notes