#baskı rejimi
Explore tagged Tumblr posts
dehrizen · 1 year ago
Text
gerçekten de insan, konuşmasının yasak olduğu yerde çığlık atmanın bir yolunu mutlaka buluyordu. buna defalarca şahit olmuştum. kitlesel olarak akşamın belli saatlerinde evinin ışıklarını kapatıp açanları da görmüştüm, bireysel olarak bir meydanın ortasında hareketsizce duranları da... bu yüzden dünya üzerindeki hiçbir baskı rejimi protestoyu sonlandıramazdı. ancak elbette protestocunun gözlerini oyabilir, hatta onu öldürebilirdi. çünkü gün gelir, belli aralıklarla göz kırpmak ya da sadece ağzından nefes almak bile bir protesto eylemine dönüşebilirdi.
60 notes · View notes
delitay · 11 months ago
Text
Tumblr media
Mehmet Âkif hakkında dönemin rejimi [Mustafa Kamal o zaman hayatta idi] tarafından hazırlanmış gizli belgelerden oluşan çok önemli bir çalışma. Mehmet Âkif hakkında bilinmeyen yada saklı kalmış bir çok bilgiyi bu eserde bulabilirsiniz. Bu bilgilerden birisi şu. 👇
Merhûm rejimin onca baskı ve işkencesine rağmen oğlunu askere gönderiyor. Oğlu askerde, askerlere Kur'an öğrenirken tevkif ediliyor. Artık kendisine ne yapılıyorsa, kalan ömrünü akıl hastası olarak geçirmek zorunda kalıyor.
Muharrem Coşkun
Kod adı irtica 906
[Kitaba bu ismin verilmesinin sebebi, rejim tarafından Mehmet Akif'e verilen ismin 'İrtica 906' olmasıdır.]
19 notes · View notes
etaali · 6 months ago
Text
Tumblr media
🌟Ayetullah Hamaney'in ABD üniversitelerinde Filistin halkına destek veren öğrencilere yazdığı mektubun metni şu şekilde yayımlandı:
🔸 Artık tarihin doğru tarafında duruyorsunuz! 🔸
Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla
✨Bu mektubu, uyanan vicdanları kendilerini Gazze'nin mazlum çocuklarını ve kadınlarını savunmaya motive eden gençlere yazıyorum.
✨ Amerika Birleşik Devletleri'ndeki sevgili genç öğrenciler!
Bu size olan sempati ve dayanışma mesajımızdır. Artık arkasını dönen tarihin sağ tarafında duruyorsunuz.
✨Artık direniş cephesinin bir parçasını oluşturdunuz ve gaspçı ve acımasız Siyonist rejimi açıkça savunan hükümetinizin acımasız baskısı altında onurlu bir mücadele başlattınız.
✨Uzak bir coğrafyadaki büyük direniş cephesi, yıllardır sizin mevcut algı ve duygularınızla mücadele ediyor. Bu mücadelenin amacı, "Siyonistler" olarak adlandırılan terörist ve acımasız bir şebekenin, yıllar önce Filistin milletine uyguladığı ve onları ülkelerini işgal ettikten sonra en ağır baskı ve işkencelere maruz bıraktığı bariz zulmün durdurulmasıdır. Siyonist apartheid rejiminin bugünkü soykırımı, geçtiğimiz onyıllardaki son derece zalim davranışların devamıdır.
✨Filistin, Müslüman, Hıristiyan ve Yahudilerden oluşan bir millete sahip, köklü bir tarihe sahip bağımsız bir topraktır. Dünya Savaşı'ndan sonra Siyonist şebekenin kapitalistleri, İngiliz hükümetinin yardımıyla yavaş yavaş birkaç bin teröristi bu topraklara getirdi; Şehirlerini, köylerini işgal ettiler; On binlerce insan öldürüldü ya da komşu ülkelere sürüldü; Evleri, pazarları, çiftlikleri ellerinden aldılar, gasp edilen Filistin topraklarında İsrail adında bir hükümet kurdular.
✨ Bu gaspçı rejimin ilk İngiliz yardımından sonra en büyük destekçisi, o rejime siyasi, ekonomik ve silah desteğini sürdüren, hatta nükleer silahlar üretmesinin önünü açan Amerika Birleşik Devletleri hükümetidir. affedilemez bir dikkatsizlik ve ona bu şekilde yardımcı oldu.
✨Siyonist rejim, ilk günden itibaren savunmasız Filistin halkına karşı "demir yumruk" politikasını uygulayarak, tüm vicdani, insani ve dini değerleri hiçe sayarak vahşeti, terörü ve baskıyı her geçen gün artırdı.
✨Amerikan hükümeti ve ortakları bu devlet terörüne ve sürekli zulme karşı kaşlarını dahi çatmadı. Bugün bile ABD hükümetinin Gazze'deki korkunç suça ilişkin bazı açıklamaları gerçek olmaktan çok ikiyüzlüdür.
✨ "Direniş Cephesi" bu karanlık ve çaresiz atmosferin kalbinden yükseldi ve İran'da "İslam Cumhuriyeti" hükümetinin oluşumu onu genişletip güçlendirdi.
✨Uluslararası Siyonizmin liderleri, Amerika ve Avrupa'daki medya şirketlerinin çoğu kendilerine ait veya onların paralarının, rüşvetlerinin etkisi altındalar, bu insani ve cesur direnişi terör olarak tanıttılar! Kendi topraklarında Siyonist işgalcilerin suçlarına karşı kendini savunan bir millet terörist midir? Peki bu millete insani yardım yapmak, onun silahlarını güçlendirmek teröre yardım sayılır mı?
✨Küresel hakimiyetin hakimleri insan kavramlarına bile merhamet etmiyor. Zalim ve terörist İsrail rejimi kendini savunuyormuş gibi davranıyor, özgürlüğünü, güvenliğini, kendi kaderini tayin hakkını savunan Filistin direnişine "terörist" diyorlar!
✨ Sizi temin ederim ki bugün durum değişiyor. Batı Asya'nın hassas bölgesini başka bir kader bekliyor. Küresel ölçekte pek çok vicdan uyandı ve gerçekler ortaya çıkıyor. Direniş cephesi giderek güçlenecek. Tarih de değişiyor.
✨ Sizlerin dışında Amerika Birleşik Devletleri'ndeki onlarca üniversitenin öğrencileri, diğer ülkelerdeki üniversiteler ve insanlar da ayağa kalktı. Üniversite hocalarının siz öğrencilere eşlik etmesi ve destek vermesi önemli ve etkili bir etkinliktir. Hükümetin polis müdahalesinin ciddiyeti ve size uyguladığı baskı karşısında bu biraz rahatlatıcı olabilir. Ben de siz gençleri anlıyorum ve duruşunuza saygı duyuyorum.
✨ Kur'an'ın biz Müslümanlara ve tüm dünya insanlarına dersi, hak yolda durmaktır: fastaqem kama umrat; Ve Kur'an'ın insan ilişkileriyle ilgili dersi şudur: Zulmetmeyin ve zulme maruz kalmayın: La tezlemun ve la tezlamun. Direniş cephesi bu ve benzeri yüzlerce emri öğrenerek ve uygulayarak ilerleyecek ve zafere ulaşacaktır. Kısmetse
✨Kuran'ı tanımanızı tavsiye ederim.
Seyyid Ali Hamaney🌹
6 notes · View notes
yazan-kalem-siyah06 · 7 months ago
Text
🇹🇷 #BİR #YIKIMIN #ANATOMİSİ 🇹🇷
.
▪︎İşe Erbakan hocalarını satmakla başladılar.
Milli gömleği çıkarıp FETÖ gömleği giydiler. Amerika, İngiltere ve Vatikan'la anlaştılar. Hoca efendileri sayesinde iktidarı kaptılar.
▪︎İlk icraat olarak tehdit kabul ettikleri kurumlara el attılar. Orduyu ele geçirip komuta kademesini dağıttılar.
▪︎Açılım adı altında PKK ile müzakere edip teröre taviz verdiler. Teröristleri sınırda devlet töreniyle karşılayıp şehir meydanında hep birlikte ağıt yaktılar. Terör meydanı boş bulup şehirlere sızdı patlayan bombalarla yüzlerce yavruyu babasız bıraktılar. Kürt kökenli vatandaşları ötekileştirip hedef haline getirdiler. Bin yıllık kardeşliği ve vatandaşlık ilkesini ortadan kaldırdılar.
▪︎Hep birlikte bunları yaparken FETÖ tezgahında çırak, kalfa, usta olup işi kaptılar 10 yıl sonra çıkarlar ters düştü kendi tezgahlarını kurdular.
▪︎Kandırıldık, pişmanız, Allah’tan af, milletten özür dileriz deyip hocalarıyla yolları ayırdılar ve mağduru oynadılar. Öfke içinde karşılıklı sırlar ifşa edildi hep birlikte dünyaya rezil oldular. Çıkar dalaşının adını darbe koydular ve binlerce mağdur yarattılar. Bunu da bir güzel kullandılar.
▪︎Siyasi ayak söyleminden de bu nedenle hep rahatsız oldular. Zira ucu kendilerine uzanır diye korktular. Bu yüzden de FETÖ ile mücadeleyi terör ağacından meyve koparma hikayesine çevirip gövdeyi hep korudular.
▪︎FETÖ’den kalan mal varlıklarının akibetini hiçbir zaman açıklamadılar. O tarihte basın tarafından, FETÖ’nün kasası denilen Akın İpek’in otelinin dehlizinde bulunduğu ve el konduğu iddia edilen 18 ton altın, 500 milyon Euro ve 250 milyon dolar konusuna ise nedense hiçbir zaman için açıklık getirmediler. Terör başı Gülen’in iadesi için beklenen çabayı da hiçbir zaman için sarf etmediler.
▪︎Başta yere göğe konduramadıkları savcı Zekeriye Öz olmak üzere, FETÖ’cü kaçakların peşini ise nedense bıraktılar. Bunları hiçbir zaman için dillendirmediler , gündem konusu dahi yapmadılar. FETÖ’cülüğü yargı ve muhalefet üzerinde hep bir sopa gibi kullandılar. Bu sayede üstü kapalı bir korku rejimi yarattılar.
▪︎Sürekli din istismarı yaptılar ve Arap hurafelerini din diye dayattılar. Başörtüsüne bürünüp #ahlak #örtüsünü çıkardılar. Müslüman taklidi yaptılar.
▪︎Ayasofya camiini bile istismar amaçlı açtılar. Diyanet İşleri Bakanlığı’nı ve camileri siyasi birer karargaha çevirdiler. Hutbeleri istedikleri gibi okuttular.
▪︎Her türlü #cemaat #yapılanmasını baş tacı edip dini rayından çıkardılar. Kur’an da yeri olmayan bir ruhban sınıfı yarattılar ve şeyh/mürit ilişkisi içinde beyin yıkayıp toplumun büyük bir kesimini kontrol altına aldılar.
▪︎Yargıyı payanda edip hak, hukuk, adalet kavramları üzerinde siyasi baskı kurdular. Kutsal olan Savcılık ve Hakimlik mesleğini zora soktular.
▪︎2017 yılında bir halk oylaması icat ettiler ve sandık oyunuyla yapılan anayasa değişikliği sayesinde demokrasiyi devre dışı bırakarak, ‘"hangi asseti (varlığı) satacağımı size mi soracağım’" diyebilen bir tek adam düzeni kurdular. Anayasal devlet yapısını by-pass edip anayasalı partizan bir devlet anlayışı yarattılar.
▪︎Fabrika ve barajlar kurmak, üretim ve istihdam yaratmak yerine lüks saraylar inşa ettiler. Avenelerine her biri milyonlarca liralık yüzlerce makam aracı tahsis ettiler. Üretim ekonomisini tahrip edip tüketim, israf ve rant ekonomisi icat ettiler.
▪︎Özelleştirme adı altında Cumhuriyetin tüm kazanımını babalar gibi sattılar ve binlerce istihdamı ortadan kaldırarak devasa bir işsizler ordusu yarattılar. Rüşvetle yatıp rüşvetle kalktılar ve bağış adı altında aldıkları milyarlarca doları kurdukları vakıflara aktardılar.
▪︎Geçmişte Anayasal Kurumlarıyla anılan devleti ENSAR, TÜRGEV, TÜGVA ve TÜRKEN gibi vakıflarla anılır hale getirdiler. Harcamaları kontrol edip hesap soran IMF’yi devre dışı bırakıp hesap sormayan yabancı tefeci kuruluşlardan yüksek faizle borç alıp rant kanalına akıttılar. Ülkeyi, tefecinin eline düşmüş müflis esnaf misali ödenmesi mümkün olmayan milyarlarca dolarlık borç batağına soktular, hazineyi tarihte ilk kez eksi bakiyeye düşürdüler ve henüz doğmamış borçlu bir nesil yarattılar.
▪︎Bağımsız olması gereken Merkez Bankasını siyasi operasyonlarına payanda ettiler. Sürekli #ranta #dayalı yatırımlar yapıp millete hizmet diye dayattılar.
▪︎Paylaşımı ayakkabı kutularıyla yaptılar. Ekonomiyi çökertip milletin anasını ağlattılar. Ölümü unutup dünya malına taptılar. Yabancı bankalara altın ve dolar stokladılar. Vakıflar üzerinden İngiltere ve Amerika’da devasa mülkler aldılar. Bu yüzden WikiLeaks belgelerinde bile anıldılar. Bunlara el konulmasından ise hep korktular.
▪︎Sarraf davası ve evlatları üzerinden yürütülen soruşturmalar şantaja dönüştü zor durumda kaldılar. Bu yüzden de her türlü efelenmelere rağmen ABD ve AB yaptırımlarına boyun eğdiler. Rahip Bronson’la başlayan bir seri yaptırım şimdilik Finlandiya ve İsveç’in NATO’ya alınmasına destek olunmasıyla son buldu. İçeride aslan kesilirken dışarıda hep kedi oldular.
▪︎Seçmenlerini konsolide etmek için sürekli müjdelerle oyaladılar ve 2023 yalanını pazarladılar. Müjdelerin arkası gelmediği ortaya çıktı ve şimdide 2053 yalanına başvurmaktalar.
▪︎Dünyanın hiçbir yerinde olmayan bir ‘"Kur korumalı mevduat"’ hesabı icat edip birilerini ihya ederken hazineyi milyarlarca dolar zarara uğrattılar. Zengini daha zengin, fakiri daha fakir yaparak aradaki makası açtılar ve ülkenin teminatı olan orta direği yok ettiler.
▪︎Seçim öncesi din istismarı yapıp NAS pazarladılar ve faizi enflasyona sebep gösterip milletin gazını aldılar. Seçim sonrası gerçek ortaya çıktı döviz, enflasyon ve zamlar tarihi bir rekor kırdı. Ânında NAS’tan vaz geçerek dini, imanı unutup faize sarıldılar.
▪︎Memur ve işçi maaşına zam yapar gibi yapıp ağızlara bir parmak bal çaldılar; emekliyi, dulu, yetimi bütçe müsait değil diyerek açlığa mahkum ettiler. Buna rağmen sınırları kevgire çevirerek ülkeye soktuları, adeta bir kavimler göçüne dönüştürerek demografik yapıyı tahrip ettikleri ve içinde kimlerin olduğu meçhul 10 milyonun üzerinde mülteciye milletin alın teri olan 50 milyar doları harcarken bütçe hesabı yapmadılar. Böylece %98’i yoksulluk ve açlık sınırının altında yaşam mücadelesi veren, geçimden başka bir şey düşünmesini istemedikleri, hayattan koparılarak günlük yaşatılan, sürekli yardım edilmiş bir toplum yarattılar. Sosyal hayatı yok edip ruh sağlığı alarm veren vatandaşı çaresizlik içinde evlerinde oturmak zorunda bıraktılar.
▪︎Ekonomiyi iflasın eşiğine getirdiler ve sonunda mecbur kalıp bir zamanlar düşman ilan ettikleri körfez ülkelerine giderek varlıklarımız üzerinden örtülü pazarlıklar yaptılar ve onursuzca para dilendiler. İşsizliğin, açlığın, sefaletin, derinleşen ekonomik kriz ve körfez zihniyeti detaylarının üstünü örtmek için de başta CHP tartışmaları olmak üzere toplumu oyalayacak birbiri ardına sıralanmış yapay gündemler yarattılar.
▪︎İktidarı normal bir siyasi aktör olarak görmeyin. Çünkü onlar Türk milletine, Türk devletine ve kurucu değerlere daha başından itibaren düşmandılar. Bu yüzdendir ki 22 yıldır başta büyük önder Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere kahraman ecdada ve milli değerlerimize hakaret eden kim varsa sürekli baştacı ettiler.
▪︎Andımızı yasaklatıp T.C. ibarelerini, Atatürk resimlerini, büstlerini ve heykellerini baş aşağı ettiler. İstiklal Marşı’nda oturanların, keşke Yunan kazansaydı diyen hainlerin önünde hep reverans yaptılar.
▪︎T.C. Devleti ve Cumhuriyet’in garantisi olan Lozan Antlaşması, Montrö Boğazlar Sözleşmesi ve Anayasa’nın ilk dört maddesini sürekli sorun ettiler. Amerika’nın Yunanistan Dedeağaç limanına yaptığı devasa askeri yığınağa ve işgal edilerek birer askeri üs haline getirilen Ege adalarına yıllarca göz yumdular.
▪︎Ülkeyi yönetiyormuş gibi yapıp talimat üzere içeriden dönüştürdüler ve #darülharp mantığı içinde koskoca bir harabe yarattılar. Dışarıdan kuşatılmasını ise sineye çekip hep seyirci kaldılar.
▪︎Taraftarı ikna etmek ve safları sık tutmak için de Osmanlı sosuna batırılmış, din ceketi giydirilmiş ; Ecdat ve İslam’la alakası olmayan çakma bir düzeni sürekli olarak mehter, ezan, sela ve tarihi diziler eşliğinde dayattılar.
▪︎Nihayet kapatılacak bir parantez olarak gördükleri Cumhuriyet’i , 100. yılında hedefe koyup , arzu ettikleri çarpık düzeni meşru hale getirecek yeni bir ANAYASA telaffuz ettiler. Sıra geldi bu telaffuzu kuvveden fiile geçirecek olan altın vuruşu yapmaya.!!!
▪︎Ve ardından yedi düvelin yapamadığını tek başlarına yaparak bu topraklarda kendi vatanlarını kurmaya ve Yugoslavya’da olduğu gibi özerk yapıların ve dışa bağlı devletçik teşebbüslerinin önünü açmaya.
▪︎Eğer Anayasa genel seçimlerden önce değiştirilirse , yapılmış olan yerel seçimin ve bundan böyle yapılacak hiçbir seçimin yasal hükmü kalmaz.
▪︎Şimdi anladınız mı bir vasiyet niteliği taşıyan #Gençliğe #Hitabenin neden kaleme alındığını ve büyük önderin #ne #kadar #ileri #görüşlü #olduğunu. Ne demişti son bölümünde ;
“…..iktidara sahip olanlar, gaflet (aymazlık) ve dalalet (sapkınlık) ve hatta hıyanet (hainlik) içinde bulunabilirler. Hatta bu iktidar sahipleri, şahsi menfaatlerini müstevlilerin (işgal güçlerinin) siyasi emelleriyle tevhit edebilirler (birleştirebilirler). Millet, fakruzaruret (ileri derecede yoksulluk) içinde harap (yıkılmış) ve bitap (yorgun) düşmüş olabilir. Ey Türk istikbalinin evladı ;
İşte, bu ahval (durum) ve şerait (koşullar) içinde dahi vazifen, Türk istiklal ve cumhuriyetini kurtarmaktır. Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur.”
▪︎Yerel seçim galibiyetinin ve zafer sarhoşluğunun rehavetine kapılarak bundan sonra hiçbir şey olmaz demek yanlış olur. Büyük önderin sözlerini her an kulağımıza küpe etmekte yarar vardır.
▪︎Şunu asla unutmamak gerekir ki , su uyur düşman uyumaz. Yarından tezi yok her türlü şahsi ve siyasi meseleleri, ideolojik görüş ayrılıklarını, şişmiş olan egoları bir kenara bırakarak ; Birlik, beraberlik ve Müdafaa-i Hukuk anlayışı içinde geniş tabanlı bir #milli #mutabakat #ittifakı kurmak artık vatani bir mecburiyet haline gelmiştir. Mazereti ne olursa olsun aksini yapan bir siyasi anlayış ; Ucu dışarıda olan gizli işbirlikçidir, iktidarın bir başka versiyonudur, mevcut projenin nöbetçi taşeronudur.!!!
▪︎Herkes aklını başına almalıdır zira emperyalizm, yıllarca onca emek harcadığı böylesi zorlu bir yıkım projesini tek bir parti ya da tek bir adama #endekslemez , alternatifi #mutlaka #vardır. Önümüzdeki süreçteki gelişmeler , kimin kim olduğunu ve bağlantılarını gösterecektir ; Tabii ki milli hassasiyete sahip olan vatan evlatlarını da...
4 notes · View notes
lolonolo-com · 16 days ago
Text
Siyaset Bilimine Giriş 2024-2025 Vize Soruları
Siyaset Bilimine Giriş 2024-2025 Vize Soruları Siyaset Bilimine Giriş 2024-2025 Vize Soruları 1. Aşağıdakilerden hangisi siyaset biliminin doğrudan inceleme kapsamına girmez? A) Devletin meşruiyeti B) Baskı grupları C) Dış ticaret rejimi D) Meclis E) Anayasalar Cevap: C) Dış ticaret rejimi Açıklama: Siyaset bilimi doğrudan dış ticaret rejimi ile değil, daha çok devlet, anayasa ve siyasi yapı…
0 notes
hetesiya · 28 days ago
Text
Sait Çetinoğlu Rejimin meşrulaştırılmasında azınlıkların araçsallaştırılması
Sait Çetinoğlu
Rejimin meşrulaştırılmasında azınlıkların araçsallaştırılması
Rejimin her sıkışmasında, kendini yeniden üretmede ve meşrulaştırmada, araçsallaştırarak en kolay kullanabileceği toplumsal grup azınlıklardır. Kısaca muktedir olmayanları araçsallaştırır. Geçtiğimiz günlerde İzmir Diriliş Kilisesi Rahibi Andrew Craig Brunson’un aylarca süren Türkiye’deki tutukluluğu dolayısıyla ABD ile yaşanan gerilim nedeniyle, ABD Başkan Yardımcısı Mike Pence, Dini Özgürlükler Panelinde bu tutukluluğa değinerek, Rahip Brunson’a verilen cezanın dinî olduğunu vurgulaması karşısında, Türkiye’deki azınlık cemaatleri vakıf ve dini temsilcileri “özgürüz” bildirisi yayınlamışlardır. Açıklamada, “İnancımızı özgürce yaşamakta ve geleneklerimize göre ibadetlerimizi özgürce yerine getirmekteyiz. Baskı olduğunu iddia eden ve/veya ima eden beyanlar tamamen asılsızdır ve maksadını aşmaktadır” denilmişti.
Bir yıl tutuklu kaldıktan sonra hiçbir açıklama yapılmadan serbest bırakılan Alman Die Welt gazetesi Türkiye muhabiri Deniz Yücel’in rehin olarak algılandığı gibi, Rahip Brunson da rehin olarak algılanmış T. C., hem ABD kamuoyunda hem de Batı dünyasında büyük bir prestij kaybına uğramıştır. Erdoğan’ın Polis Akademisi mezuniyet törenindeki; “Ver papazı, al papazı“ söylemi durumu daha vahim bir boyuta taşımıştır. Baskın Oran bu durumu şu sözlerle özetler: “Bizden papaz istiyorlar, sizde de bir papaz var, verin yargılayalım diyorum” zihniyeti ve politikası, Türkiye’yi “Komşularla Sıfır Sorun” politikasından artık sistematik “Herkesle Sorun” ve hatta esir takası evresine getirdi.
Krizden Şark kurnazlığı kurtulmak ve yapılan haksızlığı meşrulaştırarak bu durumdan çıkabilmek için, Batı ile bağlarının bulunduğu ve etkisinin olabileceğini düşündüğü irili ufaklı tüm azınlıkların vakıf ve dini temsilcilerini bir araya getirerek yaptırdığı açıklama ile krizin kalıcılığını ve meşruluğunu sağlamak istemiştir.
Açıklamanın bir gün sonrasında Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın, azınlık cemaatleri temsilcileri ile Cumhurbaşkanlığı Dolmabahçe Ofisi’nde yaklaşık 4 saat süren yemekli “görüşme” yapmıştır. Yemeğin ardından, cemaatler adına Türkiye Hahambaşısı İsak Haleva’ya yeni bir açıklama yaptırılmıştır. Haleva, “Bu bildirinin Türkiye’mizin üç tarafındaki denizlerinin ılık dalgaları tüm dünyaya yayılsın. Dünyanın böyle bir manzaraya ihtiyacı vardır. Türkiye örnek devlet olabilir” sözleriyle bildiriye vurgu yaparak. Açıklama ihtiyacının “çatlak sesler”e yönelik olduğunu ekler.
Sözcü İbrahim Kalın, inisiyatifin azınlık temsilcilerinden gelmesinin memnuniyet verici olduğunu vurgulayarak, yurt dışında ülkemiz aleyhinde kullanılan bazı kampanyalarla dini azınlıkların dinini yaşayamadığı gibi iddialarına en güzel cevabı cemaat vakıfları kendileri kendi şahitlikleri ile ortak bildiri ile vermiş olduklarının altını çizer. Ancak bu kullanım yada araçsallaştırma, rejimi meşrulaştırmaya bir etkisinin olmamasının ve rejimi daha fazla teşhir etmesinin yanında, rejime destek niteliğindeki açıklamalar açıklamayı yapan grupları da küçük düşürmektedir.
Tarih bu konuda birbirleriyle yarışacak örneklerle doludur. Biz bunlardan Hamid rejiminin 1894-96 Ermeni Katliamları sırasında yayınlatılan bildiriyle meramımızı anlatmayı sürdüreceğiz; Dönemin Süryani cemaat temsilcilerince Hamidi istibdat rejimine destek mahiyetinde ve katliamları meşrulaştırıcı ortak bir teşekkürname imzalanmıştır. Sultan Abdülhamid’e Kızıl Sultan ünvanını kazandıracak olan ve döneminin en büyük kıyımlarından biri olan, 1894 yılındaki Sason Katliamları’ndan başlayarak 1895-96 yıllarında devam eden Katliamlar, Ermeni vilayetlerindeki 300 bin Ermeni’nin yok edilmesi, kadın ve çocukların Müslümanlaştırılarak Ermeni mallarına el konulması, kiliselerin camiye çevrilmesi, açlıktan ölümler, İhtiyatlı gözlemciler için dahi 1896 yazında, kitle katliamları sonrasından kalan on iki yaş altında en az elli bin yetim… gibi korkunç bir tablo ile sonuçlanmıştır.
Utancın ölümden beter olduğu bir süreç olarak tanımlanan Hamidi dönemin katliamları sürecinde aşağıdaki teşekkürname yayınlananmıştır:
[Süryani Ortodoks Patrikliği, rahipler ve eşraftan 1895 Katliamları –Seyfo – sonrasında Sultan II. Abdülhamid’e hitaben gönderilen] Teşekkür notu
“Bu duacı hizmetkarlar, islam hükümetinin ünlü fatihi Halife Ömer döneminden beri ve huzur içinde yaşamamız için gerekli himayeyi sağlayan ebedî Osmanlı [devletinin] kanatları altında geçen beş yüz yıl için şükran doludur.
Dinimiz, mezhebimiz, dilimiz, mal/mülkümüz ve emniyet ve onurumuz yüce hükümetin himayesi altında ve yurttaşlarımız ve sevgili komşularımız olarak bizi her türlü saldırı ve husumetten koruyan Bu vesileyle, devlet idaresi ve hükümdarlığına şükran duyduğumuz hilafetin [halifenin] şanlı sığınağının ihtişamı ve hayatın devamlılığı için imparatorluk hazretlerine duacıyız.
Son zamanlarda Diyarbakır’da ve civarımızda, Osmanlı devletinin bu sadık ve eski tebaaları olan biz hizmetkarlara karşı Ermeni huzur bozucuların yarattıkları her şeyin tamamen farkındayız.
Onlara katılmaya zorlandık ve tehdit edildik ve her ne kadar bizi, her zaman minnettar olduğumuz babalarımızdan ve dedelerimizden bize kalan en değerli mirasımız olan hizmet yolundan ayırmaya çalışsalar da bizler hizmet ve bağlılığımızı sürdürdük.
Cehaletten muzdarip olanlarımızı sadakat ihsanını takdir ettiğimiz Sultan Hazretlerinin bize bahşettiği sevginin farkındalığıyla velinimetimize karşı yanlıştan uzak tuttuk, engelledik ve uyardık.
Emniyeti tercih ederek her türlü tatsızlıktan kaçınıyor; fesatçıların niyetlerini reddediyor ve eski bağlılığımızın gereklerine itaat ve sadakatle bağlı olduğumuzu onaylıyor ve böyle de devam ettiğimizi size bildirmek istiyoruz.
[bizler] krallar kralı ekselanslarının rızkını ve isteğini bahtiyarlıkla kabul etmek suretiyla kulluğumuza devamı tercih ettiğimizi bildirmek istiyoruz.
Tahkikat komitesine sunulan bu teşekkür notuyla da sadakatimizi beyan ediyoruz.
19 Aralık 1895
Birinci sırada, sağdan sola imzacıların Osmanlıca harflerle adları:
1- Šammas [Diyakoz] H̱annuš; 2- Yaˁqub; 3- Quryaqos; 4- Quryaqos; 5- Tomas Ibn H̱anna; 6-Qas [Papaz] H̱anna ˁAbde; 7- Xuri [Başpapaz] Yusuf; 8- Ya raẖman, twaffëq umur ˁAbdulmasiẖ, baţëryark as-suryan [velinimetimiz efendimizin, süryanilerin patriki ˁAbdulmesiẖ’in çabalarını takdir etmesini dileriz].
Orta sırada, sağdan sola, Arapça ve klasik Süryanice:
1- Maqdisi Jirjis ˁAbde; 2- Yaˁqub Borakji (klasik süryanice yazım); 3- Yusuf (klasik süryanice yazım); 4- Fatẖalla; 5- Yaˁqub; 6- Naˁum; 7- H̱annuš; 8- Şaliba
Arapça ve klasik Süryanice mühürler:
1- Kadim Süryani [Ortodoks] Daniyal Manşuriye cemaati Ramzi Yusuf ; 2- Tuma (klasik süryani yazıyla); 3- H̱annuš; 4- Asya walad-i ˁAmaniyel; 5- Naˁum; 6- Ablaẖat; 7- Naˁum”
Alttaki satır, saǧdan sola doǧru, mühürlü imzacıların adları, Arapça ve Klasik Süryanice harflerle kazılı.1- Süryan kadim Daniyal Mansuriye cemaati
Ramzi Yusuf ; 2- Tuma (Klasik Süryanice harfle); 3- H̱annuš; 4- Asya walad-i ˁAmaniyel; 5- Naˁum; 6- Ablaẖat; 7- Naˁum
Meramımızı anlattığımızı düşündüğümüzden Teşekkürnameye dair herhangi bir yoruma gerek duymadan, Katliamları raporlayan Alman din adamı Johannes Lepsius’un sözleriyle bitiriyoruz: “Üzüntü ve korkudan çılgına dönmüş erkek, kadın ve çocuklar sürü sürü sığınak olarak kiliselere doluşurken orada kurban edilmeyeceklerini sanıyorlar. Başka da yapacak ne var ki zaten? Fakat yüzlerce kilise ve manastırın küle dönüştürülmesi ve bu Hristiyan gâvurluğunun kökü kazınmak isteniyorsa geriye kalanlar teferruattan ibarettir…”
0 notes
serhatnigiz · 4 months ago
Text
Bangladeş'teki Kendiliğinden Teknotik Kitle Hareketinin ve İsyanının Toplumsal Denetimizm Mücadelesi ile Olan Yakın Bağları Üzerine Değinmeler
Tumblr media
Tüm dünyada "egemenlik hakkının" sözde "seçim" ve "sandık" yoluyla "seçilmişlere" ve "atanmışlara" devredildiği temsiliyetist sistemler çöküyor! Krizden krize sürükleniyor!
Bagladeş devrimi de bu çöküşün halk kitleleri nezlinde ortaya çıkan bir yansımasından başka da bir şey değil. Temsiliyetist üç bacaklı devlet modelleri çöktükçe farklı çoğrafyalarda "ikili iktidar" durumu daha da gözle görülür bir hale geliyor.
Dünyanın neresinde olursa olsun egemenlik hakkı ister seçilmiş olsun ister atanmış olsun bir avuç memur kastına devredildiği müddetçe, orada adına ister "demokrasi" denilsin, ister "insan hakları" denilsin, bir avuç devletlü zümre tarafından oluşturulmuş olan bütün bu rejimler, birer diktatörlük olmanın da ötesine geçemezler.
Hangi ülke olursa olsun "milleti" oluşturan emekçi sınıflar temsiliyetizm yoluyla asla kendi temel haklarını devletlü memur kastları karşısında güvence ve teminat altına alamazlar! Dolayısıyla, temsiliyetist sistemler içerisinde emekçi sınıflar kapitalizme ve emperyalizme karşıda bir güvence ve teminat sahibi de olamazlar, olmarı da mümkün değildir.
Yet'ki kimde ise kıllık ondadır! Ben devletim, ben memurum, yetki bende, istediğimi yaparım diyen temsiliyetist zihniyet ile devletin ve memurun bağımsız kurumlarca denetlenmesi gerektiğini söyleyen toplumsal denetimist zihniyet asla uzlaşamaz! Bangladeş devrimi de bu uzlaşamama halinin halkın kendiliğinden gelişen teknotik kitle hareketinin denetimist taleplerinin somut dışavurumu ve isyanıdır.
Temsiliyetizm sorunu asla temsiliyetizmin sınırları içinde kalınarak çözülemez. Bangladeş'te olduğu gibi, temsiliyetizm sorunu "demokrasiye dönülmesi" söylemi ile, daha net konuşursak üç bacaklı temsiliyetist-kapitalist devlet modelinin "istikrarlı hale getirilmesi" yalanı ile çözülemez.
Bagladeş'te ki "geçici" askeri diktatörlük rejimi ağzıyla kuş tutsa da, yasama, yargı ve yürütme kurumlarının "iç denge ve denetimine" dayalı sözde en modern burjuva devlet tipini seçim ve sandık yoluyla inşa edeceğini iddia etse de, bu sistematik için gereksinim duyulan göstermelik sol-temsiliyetist, sağ-temsiliyetist, islamcı-temsiliyetist, laik-temsiliyetist siyasal parti aparatlarını fonlasa da (ki bu projeye glokal-sermaye de sermaye katsa da), bütün bu yasamacılık (gerçekte yürütmecilik!) oyunları ile göz boyanmaya çalışılsa da, çok açık bir gerçektir ki; dünya üzerinde üç bacaklı temsiliyetist-kapitalist devlet modeli tüketim sürecine girmiş bulunmaktadır. Zor, baskı, manipülasyon yoluyla ayakta tutulmaya çalışılan bu temsiliyetist kurumlara karşı dünya genelinde büyük bir öfke duyulmaktadır.
Bu olgusal gerçekleri sadece denetimistler de değil, aklı başında tüm burjuva idelogları açıkca itiraf etmektedir. Dünya geneline yayılmış bölgesel savaşlar, çatışmalar, isyanlar, ayaklanmalar vs. durduk yere de yaşanmamaktadır. Temsiliyetist-kapitalist güçler bile gelinen noktada dünya üzerinde hakimiyet sağlayamamaktan, onca dezenformasyona, onca deformasyona ve onca algı yönetimine rağmen istedikleri ve arzu ettikleri oranda toplumları yönlendirememekten de şikayet eder bir duruma gelmişlerdir. Her yerde çeşitli biçimler altında insanların içinde yaşadıkları sistemi denetleme ve sistem üzerinde daha da çok söz sahibi olma talepleri hem bireysel düzeyde hem de kolektif düzeyde kendisini göstermektedir. Bu da yeni iletişim tarzlarını, yeni kavramları, yeni ifade ve muhalefet ediş biçimlerini de doğal olarak beraberinde getirmektedir.
İçerisinde yaşadığımız dünyada insanların robotlardan bir farkının kalmadığı, artık insanların geri dönüşü olmayacak bir biçimde pasif tüketici kitlelere dönüştürüldüğü gibi, son derece idealist ve gerçekten uzak yaklaşımların aksine Bangladeş devrimi gibi pek çok örnekte de görüldüğü gibi, kitlelerin temsiliyetizme, devletlü memur kastlarına, yolsuzluğa ve çürümeye dayalı kapitalizme ve emperyalist politikalara karşı öfkesi ne kadar kendiliğinden teknotik kitle hareketleri ve isyanları biçiminde gelişiyor olsa da, bu öfke tarihin en yüksek seviyelerindedir.
Yaşanan onca çalkantı, onca tepki, onca kızgınlık, onca sorgulama, onca yeni düşünce vs. hepsi insanlığın temsiliyetizme karşı yükselen toplumsal denetimist savaşımının ve taleplerinin bir ifadesidir.
Okyanusları geçmiş bu akıntı nasıl ki derede boğulacak değilse, kendiliğindenmiş gibi gözüken bu uyanışın kendi için savaşıma ve mücadeleye dönüşmesi de zaruri bir gerçek ve hakikat olarak karşımızda durmaktadır.
Sadece Bangladeş'te değil, tüm dünyada "ikili iktidarlar" ve "ön-devrimci" türbilanslarda bir artış olacağına, çok daha fazla sayıda emekçinin, gencin, kadının, ezilen sınıf ve katmanların ileri doğru atılacağına, karamsarlıktan ve yılgınlıktan beslenen ruh halinin paramparça olacağına, "bunlardan bir halt olmaz" denilen kitlelerin nasıl radikaleşeceğine, tüketim sürecine giren temsiliyetizm karşısında yükselişe geçen toplumsal denetimizm mücadeleleri ile birlikte tanıklık edeceğiz!
Bunlar daha hiçbir şey, devir alan ve daha da hızlanan bu toplumsal makinanın duracağını, önündeki setleri bir bir yıkarak yeni bir gelişme döneminin kapılarını açmayacağını sananlar yanıldıklarını çok net bir şekilde görecekler!
7.08.2024
Serhat Nigiz
Dipnot:
Bangladeş'teki gelişmeler ile ilgili Türkiye'de yaşayan liberal bir akademisyenin kaleme aldığı yazıya göz atmak isterseniz yazının bağlantı linki aşağıda:
"Hasina'nın rejimini anlamak, bu isyanın neden sıradan insanlar tarafından tamamen desteklendiğini anlamak için çok önemlidir. Protesto başlangıçta ayrımcılığa karşı bir öğrenci hareketi olarak başlasa da 1 hafta içinde daha geniş bir halk hareketine dönüştü. Dönüm noktası 14 Temmuz'da bir basın toplantısı sırasında Hasina'ya 1 haftadan uzun süredir devam eden iş kotalarına karşı öğrenci protestoları sorulduğunda yaşandı. Hasina cevaben şunları söyledi: "Özgürlük savaşçılarının torunları kota avantajlarından yararlanamayacaksa kim yararlanacak? Razakarların torunları mı?"
Hasina'nın bu sözleri protestoların büyümesine neden oldu. Öğrenciler Hasina'nın sözlerini, 1971 Kurtuluş Savaşı'nda yer alan özgürlük savaşçılarının torunlarına devlet memuru kontenjanının yaklaşık yüzde 30'unu tahsis eden "adaletsiz" kota sistemini protesto etme çabalarına küçümseyici bir yanıt olarak algıladı. Birkaç saat içinde öğrenciler protesto gösterilerine başladılar, Dakka Üniversitesi kampüsünde yürüyüşe geçtiler ve şu sloganları attılar, "Sen kimsin? Ben Razakar'ım."
0 notes
dizi-tahmincisi · 6 months ago
Text
V for Vendetta Filminde Evey Hammond Kimdir?
V for Vendetta Filminde Evey Hammond Kimdir?
Evey Hammond, “V for Vendetta” filminde Natalie Portman tarafından canlandırılan ana karakterlerden biridir. Evey’nin karakteri, filmin merkezi hikayesinin gelişiminde önemli bir rol oynar ve film boyunca dikkate değer bir dönüşüm geçirir. İşte Evey Hammond’un kim olduğunu ve özelliklerini ayrıntılı olarak inceleyelim: Evey Hammond Kimdir? Evey Hammond, Norsefire rejimi altında baskı ve korku…
Tumblr media
View On WordPress
0 notes
sinema-karakterleri · 6 months ago
Text
V for Vendetta Filminde Evey Hammond Kimdir?
V for Vendetta Filminde Evey Hammond Kimdir?
Evey Hammond, “V for Vendetta” filminde Natalie Portman tarafından canlandırılan ana karakterlerden biridir. Evey’nin karakteri, filmin merkezi hikayesinin gelişiminde önemli bir rol oynar ve film boyunca dikkate değer bir dönüşüm geçirir. İşte Evey Hammond’un kim olduğunu ve özelliklerini ayrıntılı olarak inceleyelim: Evey Hammond Kimdir? Evey Hammond, Norsefire rejimi altında baskı ve korku…
Tumblr media
View On WordPress
0 notes
dilperisanimmmm · 9 months ago
Text
Tumblr media Tumblr media Tumblr media
Kürt bahçesinin özgürlük bülbülü: Mihemed Şêxo
Kürtlere her zaman "bahar"ı müjdeleyen ve eserlerinde Kürt halk gerçekliği, Kürdistan’ın parçalanmışlığının acısı ve Kürt uluslaşması işleyen Mihemed Şêxo, 41 yıllık ömrüne toplam 14 albüm ve 4 sürgün sığdırdıktan sonra 9 Mart 1989'da aramızdan ayrıldı.
Onun toplam ömür bakiyesi, 41 yılda ürettikleri hala dilimizde, kulağımızda... Rojava Kürdistanı'nın güçlü sesi ve Kürt sanatının mihenk taşlarından Mihemed Şêxo'dan söz ediyoruz.
“Ey yaşayanlar, ben ölünce / Gömmeyin herkes gibi / Mezarımı dağların dibine kazın / İki saç örgüsü olsun mezar taşlarım / Her Mart’ta uyandırın beni / Ki neşelendireyim hepimizi” sözlerinin sahibi, büyük sanatçı Mihemed Şêxo'dan söz ediyoruz.
"Sanat politika ve ideoloji üstüdür" ve "sanat, sanat içindir" gibi devşirme kimi düşüncelerin hakim kılınmaya çalışıldığı Kürt müziği, son yıllarda en çorak dönemini yaşasa da zaman mefhumu, "sahih olan" ile "sahte olanı" birbirinden ayırmaya muktedir.
Mihemed Şêxo'yu "herkes gibi gömmeyen" ve "her Mart'ta onu uyandıran" şey de Kürt halk gerçekliğini, Kürdistan’ın parçalanmışlığını yüreğinin derinliklerinde hissetmesi ve hiçbir zaman bir zümrenin, bir beyin ya da bir tabakanın sanatçısı olmamasında gizli olsa gerek.
Kürdistan'ın dört parçası ve sürgünlerle geçen 41 yıllık ömründe ürettikleriyle zaman mefhumuna karşı imtihanı başarıyla veren Mihemed Şêxo, Kürtlerin gönlünde taht kurar.
Asıl adı "Mihemed Salih Şêxmûs" olan Mihemed Şêxo, 1948 yılında Qamişlo’nun Girbawî köyünde 11 çocuklu yoksul bir ailenin birinci çocuğu olarak dünyaya gelir.
11 yaşında okula gidebilen Mihemed Şêxo, maddi imkansızlıklardan dolayı 3. sınıfta okulu bırakmak zorunda kalır. Küçük yaşta bağlama çalmayı öğrenen Mihemed Şêxo, Qamişlo’da birçok müzisyenle tanıştı, ancak onu en çok etkileyen Aramê Tîgran’dır.
1969 yılında sanatsal çalışmalarını geliştirmek için Lübnan’a giden Mihemed Şêxo, iki yıl müzik eğitimi aldıktan sonra orada "Serkeftin" adında bir müzik grubu kurar.
Ramazan Omerî, Mehmud Ezîz, Peruîn ve diğer birkaç Kürt genç sanatçısından oluşan grup, kısa zamanda Lübnan halkı ve sanatçılarının beğenisini kazanır. Mihemed Şêxo, ondan sonra Bağdat’a geçerek Bağdat Radyosu’nun Kürtçe bölümünde şarkılarını ‘Bisk’ı ile sunar.
youtube
Ardından Rojava'ya dönen Mihemed Şêxo, burada "Ay Gewrê" isimli ilk albümünü çıkarır. Mihemed Şêxo'nun eserleriyle halkın gönlünde taht kurmasıyla Suriye devletinin baskıları da iyiden iyiye ağırlık kazanır.
Mihemed Şêxo'nun eserlerinden rahatsız olan Suriye rejimi, onu "parmaklarını keseriz” diye tehdit eder, o da "dilimle söylerim" yanıtını verir, "dilini de keseriz" tehdidi üzerine de "o zaman gözlerimle söylerim, halkım beni anlar" yanıtı onun tavizsiz kişiliğini gösteriyordu.
Baskı, gözaltı ve tutuklamaların ardı arkası kesilmeyince Mihemed Şêxo, Güney Kürdistan'a geçmek zorunda kalır. Orada pêşmerge'ye katılır ve aynı zamanda da sanatını icra eder.
Mücadele ve sanatı bir arada yürüten Mihemed Şêxo, peşmergenin yenilgisi ve Rojhilat'a çekilmesinden sonra, o da onlarla birlikte Rojhilat'a gider. Orada da sanatını sürdüren ve aynı zamanda öğretmenlik yapan Şêxo, İran rejimi tarafından da fark edilir.
Bir parçasında "Ey felek/ ji bo çi bextê me hoye/ Em bê dost û bê kesin (Ey felek/ niye talihimiz böyle/ biz dostsuz ve kimsesiziz)" ifadesini kullandığı için soruşturma açılır.
"Bavê felekê (feleğin babası)" olarak da bilinen Mihemed Şêxo'ya Tahran radyosunda eserlerinde, ‘Kürdistan’ geçen yerlerin ‘Gülistan’ olarak değiştirilmesi şartıyla yayınlanması teklif edilir fakat, O bunu kabul etmeyinde yargı yolu açılır.
11 yıllık sürgünün ardından tekrar doğduğu topraklar olan Qamişlo'ya dönen Mihemed Şêxo, hiçbir zaman bir kesimin, zümrenin ya da kişinin sanatçısı olmadı.
Tüm eserlerinde Kürt halk gerçekliği, Kürdistan’ın parçalanmışlığının acısı ve Kürt uluslaşması işleyen Mihemed Şêxo, aşk ve sevdayı işlediği parçalarında bile ülkesiz bir sevdanın gerçek sevda olmayacağını her zaman hatırlarda tutmayı ihmal etmedi.
Örneğin bir sevda parçası olan Gulîzar'da "ezê rûniştîme bin dara gulê, gula Kurdistanê (gül ağacının aldında oturmuşum, Kürdistan'ın gül ağacı) bile aşkın mekansal tahayyülü ülkesidir.
Bütün parçalarındaki ‘gül’ imgesinde Kürdistan’ı nakşetmiştir. ‘Bülbül’ olarak da kendisini ve belki de yurtsever Kürt halkını resmetmiştir. Cegerxwîn’in "Ay lê gulê" şiirini de bu duygularla besteler.
Ve "Ez gulê nadim malê dinê/ Li ser gulê têm kuştinê (Onun için ölürüm ama gülü dünya malına değişmem" derken gerçek sanatçı tavrını ortaya koymuştur. Kürdistan’ın o günkü durumu onun yüreğinde hep kapanmaz bir yara olarak kaldı.
"Welat welat" parçasında "Welat, welat pir şirîn welat / Taca cîhanê, xemla rojhilat / Gelê dor wan tazî û pêxas / Tew hov û nezan bûn / Nêrgiz ketin bin destê neyar / Îro bûne rênçber, birçî û hejar / Gel tev serbest bûn em kurd man bê war / Em bê bihar man, dema me nehat" sözleriyle tarihsel-toplumsal realiteye dikkat çeker.
"Yadê" parçasında "Yadê rebenê min go roka me hilatî ji aliyê çiya..." sözleriyle şafağın dağlardan doğru sökmeye başladığını ve "xortê Kurda rabin roja we hatiye" sözleriyle de gençlere "beklenen günün" geldiğini söylemesi de umudun mücadelede olduğunu ifade eder.
Sanatını icra ederken özgürlüğü esas aldığı kadar özgünlüğü de esas alan Mihemed Şêxo, Arap, Türk ve Fars kültürü ve müziği arasında sıkıştırılmak istenen Kürt kültürü ve müziğinde; binbir gayret ve inatla orijinalliğini, özgünlüğünü korudu.
Günü kurtarma, popüler olanın peşine takılma gibi yaklaşımları reddeden Mihemed Şêxo, müziğinde Kürdistani tınıyı her zaman koruduğu gibi ucube ve köksüz müziğe taviz vermedi.
Ay lê Gulê, Heps û Zindan, Ey Felek, Nesrîn, Gulîzar ve Dêrsim û Agirî gibi parçaların sahibi Mihemed Şêxo, 41 yıllık kısa ömrüne toplam 14 albüm ve 4 sürgün sığdırdıktan sonra 9 Mart 1989 tarihinde Qamişlo’da hayata veda etti.
Eserlerinde Kürtlerin yaşadıkları "heps û zîndan"ın nedeni olarak uykuda olmayı gören ve "Rabe ji xewê" ile Kürtlerin uyanmasını isteyen Mihemen Şêxo, "Azade şirîn" ile Kürtlere özgürlüğün tadını duyumsatmaya çalıştı.
Kendisi görmese bile "Bihuşta rengîn" dediği ülkenin bugün Rojava'da yaşam buluyor olmasında, onun yarattığı duygu ve düşünsel mirasın katkısı çok büyük...
9 Mart 1989 💐
0 notes
elazigsurmanset · 1 year ago
Text
Pakistan’dan Türkiye’ye 2 milyon mülteci..
Tumblr media
İslamabad yönetimi, aralarında 1,7 milyon Afganistan vatandaşının da bulunduğu tüm belgesiz göçmenlere ülkeyi terk etmelerini, aksi takdirde 1 Kasım’dan itibaren zorla sınır dışı edileceklerini duyurdu.
Pakistan hükümeti, sayıları 1,7 milyonu bulan tüm izinsiz Afgan sığınmacıların Kasım ayına kadar ülkeyi terk etmelerini istedi. Bu yıl sınırda saldırıların artması iki ülke arasında gerilimi tırmandırdı. Pakistan, sınır geçişiyle yapılan saldırılardan Afganistan’da üslenmiş militanları sorumlu tutuyor Taliban rejimi ise bu suçlamaları reddediyor. Geçen hafta Afganistan sınırı yakınlarındaki Mastung kentinde Mevlit kandili sırasında bir camide meydana gelen patlamada en az 50 kişi hayatını kaybetti. Pakistan İçişleri Bakanı Sarfraz Bugti, Salı günü “yasadışı” Afganlara yönelik baskı kararını açıklarken bu saldırıya ve Belucistan eyaletindeki bir başka saldırıya doğrudan atıfta bulunmadı. Yabancı bir ülkeye sığınma hakkını uluslararası hukuk güvence altına alıyor. Pakistan, özellikle Taliban’ın 2021’de Afganistan’da yeniden iktidara gelmesinden bu yana yüz binlerce Afgan mülteciyi kabul etti. Birleşmiş Milletler’e (BM) göre yaklaşık 1,3 milyon Afgan mülteci olarak kayıt altına alınırken, 880 bin kişi de yasal statü kazanmış durumda. Ancak önceki gün Bakan Bugti, henüz mülteci statüsü kazanmamış olanlara atıfta, 1,7 milyon kişinin daha ülkede “yasadışı” olarak bulunduğunu iddia etti. Bugti, bu insanların ay sonuna kadar ülkeyi terk etmeleri gerektiğini, uymayanların zorla çıkarılacağını söyledi. Devlet medyasında çıkan haberlere göre Bugti “Eğer gitmezlerse... o zaman eyaletlerdeki veya federal hükümetteki tüm kolluk kuvvetleri onları sınır dışı etmek için harekete geçecek” dedi. Böyle bir operasyonun nasıl yapılacağı konusunda daha fazla ayrıntı vermedi. Bakan ayrıca, ülkedeki “yasadışı” Afganların özel işletmelerini ve mal varlıklarını tespit etmeyi ve bunlara el koymayı amaçlayan bir ekip kurulduğunu duyurdu. Pakistan’daki Afgan yetkililer de yerel makamların hem yasal statüsü olan hem de olmayan Afganları toplamaya başladığını söyledi. Kaynak: H.K Read the full article
0 notes
dipnotski · 1 year ago
Text
Berk Esen, Şebnem Gümüşçü, Hakan Yavuzyılmaz – Türkiye’nin Yeni Rejimi (2023)
Berk Esen, Şebnem Gümüşçü ve Hakan Yavuzyılmaz, bütün dünyadaki demokrasiden uzaklaşma eğiliminin bir parçası olan Türkiye’nin otoriterleşme deneyimini rekabetçi otoriterlik kavramıyla analiz ediyorlar. Yargının ve yasamanın yürütmenin yörüngesine girdiği, düşünce ve ifade özgürlüğünün kısıtlandığı, muhalefetin baskı altına alındığı, medyanın muhalefetten olabildiğince “temizlenip” iktidar…
Tumblr media
View On WordPress
0 notes
yenicagkibris · 1 year ago
Text
Merdan Yanardağ veya tabuya dokunmak! - Fikret Başkaya
T.C. varlığını Kürt varlığının inkarına borçludur. Yüz yıldır Kürtleri katlediyor, işkence ediyor, hapsediyor, dilini, kültürünü, tarihini yasaklıyor… Ve Kürtler, her türlü, şiddet, baskı, yasak ve devlet terörüne kahramanca direniyor… Yüzyıllık bir sorun olur mu? Laik, demokratik, sosyal-hukuk devleti denilende pekâlâ olabiliyor… Türkiye’nin halk düşmanı rejimi, modernlik, ‘ilericilik’,…
Tumblr media
View On WordPress
0 notes
isvicreninsesi · 2 years ago
Text
Canlarımızın oyu Yeşil Sol’a
Tumblr media
ZÜRİH- AABK Eşit Başkanı Hüseyin Mat, “Yeşil Sol Parti’yi kurumsal olarak aktif bir biçimde destekleyeceğiz. 7 Haziran’dan bu yana yapılan bütün seçimlerde bizim tutumumuz demokrasiden ve eşitlikten yana olmuştur” dedi. Avrupa’da bulunan 1,5 milyon Alevinin 700 bine yakını Almanya’da yaşıyor. Bünyesinde 300’e yakın cemevi bulunan Avrupa Alevi Birlikleri Konfederasyonu’nun (AABK) Eşit Başkanı Hüseyin Mat, “Nasıl ki Kürtler doğru tercih yapıyorsa, Alevi toplumu da doğru tercih yapacaktır” diyerek: “Bir oy Kılıçdaroğlu’na bir oy Yeşil Sol Parti’ye.” Yurt dışında 3,5 milyonu aşkın seçmen bulunuyor ve bu seçmenler içinde Alevi inancına sahip toplum önemli bir seçmen kitlesini oluşturuyor. AABK ise Avrupa’daki Aleviler içinde önemli bir nüfusu temsil ediyor. 14 Mayıs seçimlerinin herkes kadar Aleviler için de tarihi olduğunu söyleyen Mat, “Halk, barış, kardeşlik ve özgürlük ile karanlık ve tek adam diktatörlüğü arasında bir seçim yapacak. Türkiye, yüzünü Ortadoğu‘ya dönen bir diktatörlük rejimi ile mi yönetilecek ya da demokrasiyi içselleştiren, herkesin kendi inancını, kimliğini özgürce ifade edebildiği, konuşabildiği, yaşayabildiği bir ülke mi olacak? Çoğulcu bir demokrasi ve demokratik bir cumhuriyet mi olacak? Bu ikisi arasında bir seçim yapılacak” dedi. Cumhuriyetin 100. yılı olduğunu hatırlatarak, “100 yıldır biz Aleviler haksızlığa uğruyoruz” diyen Mat şöyle konuştu: “Koçgiri, Dersim, Sivas, Çorum ve Gazi gibi katliamlar yaşandı. Alevilere uygulanan politik baskı, Alevi köylerine yapılan camiler, Alevilerin cemevlerinin ibadet yeri olarak kabul edilmemesi gibi bir çok haksızlık yaşandı. Cumhuriyetin ikinci yüzyılına girdiğimiz şu günlerde, bu yüzyıl boyunca yaşadıklarımızı bir daha yaşamak istemiyoruz.” EŞİK YURTTAŞLIK HAKKIMIZI İSTİYORUZ “Başta Anayasa’da yazılı olan eşit yurttaşlık hakkımızı istiyoruz” diyen Mat, “Bu bir lütuf değil anayasal bir taleptir. Biz eşit yurttaşlık talebini sadece Aleviler için istemiyoruz.Türkiye’de mazlum olan herkesin Ermenilerin, Arapların, Süryanilerin, Êzîdîlerin, Hıristiyanların, inanan ve inanmayan her kesimin bir arada, çoğulcu, demokratik, laik bir ülkede yaşamasını istiyoruz. Bu seçimde verilecek her oy ile nasıl bir Türkiye olacağına karar vermiş olacağız. Birinci yüzyıldaki haksızlıklar devam edecek mi yoksa her kesimi anayasal bir güvenceye kavuşturan çoğulcu bir cumhuriyet mi olacak?” dedi. DEMOKRATİK BİR CUMHURİYETTEN YANAYIZ Avrupadaki Alevi örgütlenmesi içinde çok farklı düşünceden insanların olduğuna, çoğulcu bir anlayışa sahip olduklarına işaret eden Mat, “Biz bir Alevi kurumuyuz, bağımsızız. Ancak bağımsız olmamız, tarafsız olacağımız anlamına gelmiyor. Neye tarafız? Demokrasiden, çoğulculuktan, bir arada yaşamaktan, herkesin hak ve hukukunu korunduğu, laik, demokratik bir cumhuriyet ve onurlu bir barıştan yanayız” diye konuştu. BİR OY YEŞİL SOL'A, BİR OY KILIÇDAROĞLU'NA Türkiyede kangrenleşen sorunların başında Kürt ve Alevi sorunları geldiğinin altını çizen Mat, “Onurlu bir barış istiyoruz. Herkesin birbiriyle barışmasını istiyoruz. Kürt sorunu, Alevi sorunu ve kangrene çevrilmiş bütün sorunların çözülebileceğine inanıyorum. Bizim tarafımız, demokrasinin tarafıdır. Bundan dolayı da vicdan sahibi bir cumhurbaşkanı istiyoruz. Sol, sosyalist ve Kürt halkının da iradesini temsil eden partiler bir araya gelip ittifak yaptı. Cumhurbaşkanı seçiminde Kemal Kılıçdaroğlu’na, milletvekili seçiminde ise güçlü bir şekilde meclise girmesi için Emek ve Özgürlük İttifakı’na destek vereceğiz” dedi. YEŞİL SOL PARTİYİ KURUMSAL OLARAK DESTEKLİYORUZ Emek ve Özgürlük İttifakı’nın başta Kürtler ve Aleviler olmak üzere bütün ezilenlerin iradesini temsil ettiğine inandıklarını kaydeden Mat, “Yeşil Sol Parti’yi kurumsal olarak aktif bir biçimde destekleyeceğiz. Bu kararı ilk defa almıyoruz. 2018 seçimlerinde de bu tarzda bir karar almıştık. 7 Haziran’dan bu yana yapılan bütün seçimlerde bizim tutumumuz demokrasiden ve eşitlikten yana olmuştur. Dünden bugüne kararımız aynı yöndedir” diye konuştu. “Kürt sorununun çözülmesi için Yeşil Sol Parti’nin güçlü bir şekilde meclise girmesine destek vermiyorsanız, siz barıştan yana olamazsınız. Siz o zaman savaşı tercih edersiniz” ifadelerini kullanan Mat ekledi: “Onurlu bir barış olsun istiyoruz. Onurlu bir barış için masanın diğer tarafında muhatapların olması gerekir. Bunun için Yeşil Sol Parti’nin, Emek ve Özgürlük İttifakı’nın güçlü bir şekilde mecliste olması için her çabayı göstereceğiz.” ALEVİLER DE DOĞRU TERCİH YAPACAK Örgütlü oldukları bütün alanlarda seçim çalışmalarına dahil olduklarını belirten Mat, “Avrupa Alevi Birlikleri olarak bütün canlarımız nasıl tavır takınacağını biliyor. Bu konuda oldukça da örgütlüyüz. Nasıl ki Kürtler doğru tercih yapıyorsa, Alevi toplumu da doğru tercih yapacaktır. Toplumumuzun eşitlik, özgürlük, barış ve demokrasiden yana tutum alacağından eminiz” diye ekledi. ALMANYA'DA 600-700 BİR ALEVİ VAR Mat, Avrupa’da 1,5 milyona yakın Alevi yaşadığını, büyük bir bölümünün ise  Almanya’da bulunduğunu dile getirdi: “Ciddi bir Alevi nüfusu yurt dışında yaşıyor. Bunların büyük bir bölümü ise Almanya’da. Elimizde somut bir veri yok. Ancak Avrupa’nın 14 farklı ülkesinde birliğimize bağlı 300’e yakın cemevi var. Bunların üyelerinin toplamına bakınca sadece Almanya’da 600-700 bin civarında bir Alevi nüfusu olduğunu söyleyebiliriz” dedi. Konfederasyona Almanya, Fransa, İngiltere, İsviçre, Norveç, İtalya, Romanya gibi 14 Avrupa ülkesinin yanı sıra Türkiye’den de Alevi dernekleri de bağlı. CEMEVLERİ AKTİf ÇALIŞIYOR Cemevlerinin bir seçim bürosu gibi çalıştığını kaydeden Mat, “Konfederasyon olarak bir karar aldık ve bütün cemevlerimizin bir genelge gönderdik. Seçim sürecinde yapılan panellerde, seçmenlerin sandığa götürülüp oy kullanması organizasyonlarında, cemevlerimizin bulunduğu şehirlerde diğer kurumlarla da birlikte ortak örgütlenme yapmasını istedik. Sahada bu ortaklaşmayı görmek bizi sevindiriyor” dedi. ALEVİLER SANDIĞA GİTMELİ, OY KULLANMALI Avrupa’da seçime katılımın geçmiş seçimlerde düşük olduğunun da altını çizen Mat, bu sistemden rahatsız olan herkesin mutlaka gidip oyunu kullanması gerektiğini belirtti. Mat, “Tekçi, ırkçı faşist yönetimde rahatsız olan herkes sandığa gitmelidir. Sadece televizyon karşısında Erdoğan’a kızmak yetmiyor. Gerçek anlamda bir değişim istiyorsak, AKP-MHP yönetimini tarihin çöplüğüne atmak istiyorsak gidip oyumuzu kullanmamız gerekiyor” dedi. Kendisi gibi Alman vatandaşı olduğu için oy kullanamayan geniş bir Alevi kesim olduğuna da işaret eden Mat, “Oy verme hakkına sahip her canımız mutlaka sandığa gitmeli, oyunu kullanmalıdır. Hep birlikte kazanmak istiyorsak bunu yapmamız gerekir” mesajı verdi. Kaynak: Yeni Özgür Politika /Erdoğan Zamur Read the full article
0 notes
morkedisblog · 2 years ago
Text
2014 İspanyol yapımı Bataklık:Usa polisiyelerine benziyor ama baskı cunta görmüş ülkelerin hikayeleri esinlenme olsa da farklı oluyor temiz yüzlü,insanın güvenebileceği hayatı biraz makaraya alan hatta Türk mahalle ağır abilerini andıran dedektifimizin dikta rejimi zamanında işkenceci polislerden olduğunu öğrenmek seyirciye ters köşe yaptırıyor ve hangi ülke olursa olsun politikacı/muktedir/zengin ve polislerin pek farklı olmadıkları gerçeğini anlıyorsun 2.ci seyredişim beğendim bu arada İspanyollar bize tip olarak çok benziyorlar Akdeniz havasından olsa gerek😉
0 notes
hetesiya · 1 year ago
Text
Padaigmanın İflası – Özgür Üniversite
Padaigmanın İflası
Şahih Doğan
Paradigmanın İflası. Yazar Fikret Başkaya. 366 sayfa. Yeni bitti. Yıllar önce göz
atmıştım. 1991’de yayınlanmış. Sayısız baskı yapmış. Cesur bir kitap, ezber bozan bir
kitap. Yayınlanır yayınlanmaz yirmi yıl hapis cezası almış. Resmi ideolojinin ilmi ve
entelektüel bir eleştirisi. Dili akademik soğukluktan ve sevimsizlikten uzak oldukça
anlaşılır, açık ve akıcı. Kitapta çok çarpıcı tespitler var. Bilhassa dördüncü bölümde “Milli
Mücadele’nin ‘Ulusallığı’ Sorunu” isimli başlıkta söylenenler. İnanmak istemiyor insan.
İlginç olan bu eleştirilerin sosyalist dünya görüşüne sahip olan bir ilim adamından
gelmesi. Cemil Meriç, Hikmet Kıvılcımlı, İdris Küçükömer, Niyazi Berkes, Şerif Mardin,
Kasımlo kitabı süsleyen yıldız isimlerden sadece birkaçı. Milli Mücadele, başından
sonuna kadar emperyalizmle uzlaşma yanlısı bir hareket. Tanzimat, Islahat, Meşrutiyet,
Cumhuriyet hepsi güdümlü ve kontrollü bir sürecin devamı. Cumhuriyet döneminde kişi
kültü etrafında oluşturulan hurafe zinciri tarihin hiçbir devrinde yok. İslam’ın içindeki
hurafeleri her fırsatta dile getiren ve bunun üzerinden şöhret devşiren malum bazı
zevatın bu hurafelerden hiç bahsetmemesi, bilakis bunlara sığınması, bunları müdafaa
eder bir konuma gelmesi dikkat çekicidir. “Gerçekten Mustafa Kemal ve onun
inkılaplarıyla ilgili yaratılan efsane, yedi yüz yıllık hilafet ve saltanat devrinde
yaratılmamıştır. İlginç olan bir şey de, bu efsane üreticilerinin, sözde efsaneleri yıkmak,
hurafeleri yok etmek amacıyla yola çıkmış olmalarıdır! Topluma, rasyonel düşünceyi
egemen kılmak amacıyla yola çıkanlar, hiçbir dönemde görülmemiş düzeyde hurafe
ürettiler, putları yıkmak için yola çıkanlar, hiçbir dönemde görülmemiş düzeyde put
ürettiler. Cumhuriyet aydını, put üreticiliği ve bekçiliğine koşulmuştu…” (s.54)
“Tanzimatla başlayan dışarıdan düşünce ve kurum ithal etme süreci, 1920 ve 2930’lu
yıllarda fanatik bir inkarcılıkla sürdürüldü. Merkezi otoritenin güçlendirilmesinin sağladığı
olanakların da yardımıyla Kemalist iktidar, tarihte eşine az rastlanır bir inkarcılığı dayattı.
Bu, kendi geçmişimizi toptan inkar etmek biçiminde tezahür etti. Bu yüzden Takrir-i
Sükun terör rejimi altında insanlara şapka giydirildi. Arapça-Farsça melezleşmesidir diye
Osmanlıca bir çırpıda yok sayıldı. Arap alfabesi Latin alfabesiyle değiştirildi. Bütün bunlar
‘inkılap’ sayıldı. Terör rejimi koşullarında gerçekleştirilen bu inkılapların bekçiliğini
yapmak da, Cumhuriyet aydınlarına düşecekti…”(38-39) Kitabı bitirdikten sonra mevcut
iktidarın bütün eksikliğine ve çürümüşlüğüne rağmen neden hala iktidarda olduğunu
gayet iyi anlıyor insan. Yazarın 2018 tarihli önsöz yazısında mevcut iktidara getirdiği
eleştiriler çok daha haşin ve acımasızdır: “Eğer bugün yazsaydım kitabın ismi
Paradigmanın İflası değil, herhalde “Çöküş” olurdu. (s.12) Metalaşma, paralılaşma,
soysuzlaşma görülmemiş boyutları ulaştı. Emek sömürüsü skandal düzeylere ulaştı, iş
kazaları tam bir katliama dönüştü, ülkenin varı yoğu yerli-yabancı bir avuç soyguncu
çetesi tarafından yağmalandı, talan edildi. O kadar ki geride kalan yaklaşık 100 yılda, son
15-16 yıldaki gibi bir sömürü, yağma ve talan görülmedi. Bu bir rekordu…” (s.16) Ve
anlıyoruz ki inandığımız birçok şeyin aslı astarı yokmuş, koca bir yalandan,
aldatmacadan ve kurgudan ibaretmiş hepsi. Boşuna demiyor Emerson: “tarih herkesin
üzerinde ittifak ettiği bir yalanlar bütününden ibarettir.” Ve yine anlıyoruz ki bu ülkede yüz
yıldır değişen bir yok, bu gidişle olmayacak gibi. Çok yazık! Gerçi yazar sadece
eleştirmiyor kendince bazı çareler de teklif ediyor: “Toplumu sosyal eşitlik, demokrasi ve
sosyalizm zemini üzerine çekmeden, ekolojik kaygıyı önceliklerden biri yapmadan,
ortaklaşmayı, bölüşmeyi, paylaşmayı, dayanışmayı, karşılıklılığı ve demokrasiyi esas
alan, kavramın jenerik anlamında komünist bir toplum perspektifi ortaya koymadan,
sorunları çözmek, yeni ve farklı bir şey yapmak artık mümkün değil. O halde işe düşünce
ve yaşam tarzımızı değiştirerek başlamak gerekecek. Ya daha geç olmadan bu sefil
durumdan, bu yıkım tablosundan çıkılacak ve yeni bir rotaya girilecek ya da insanlığın ve
uygarlığın bir geleceği olmayacak. Vahşet ve barbarlık ortamına sürüklenmek kaçılmaz
olacak. Ve bu ikisi arasında üçüncü bir seçenek, bir orta yol yok.” (s.20) Yazık ki yazarın
teklif ettiği bu çarelerin mevcut şartlar altında hayata geçirilmesi imkansız. Paradigma
gerçekten iflas etti mi? Pek sanmıyorum. Çünkü bütün işlevselliği ile alttan alta devam
ediyor hala. İflas etse bile yerine gelecek olan paradigmanın öncekinden bir farkı
olmayacak. Bu, bu toprakların kaderi belki de. İslam tutunmak için kendisine bir cahiliye
inşa etti, aydınlanma tutunmak için kendisine bir cahiliye inşa etti, Kemalizm tutunmak
için kendisine bir cahiliye inşa etti, siyasal İslam tutunmak için kendisine bir cahiliye inşa
etti… Kısaca her çağ ve her düşünce her şeyden önce kendi cahiliyesini inşa eder. Şahin
DOĞAN
0 notes