#baskı rejimi
Explore tagged Tumblr posts
dehrizen · 1 year ago
Text
gerçekten de insan, konuşmasının yasak olduğu yerde çığlık atmanın bir yolunu mutlaka buluyordu. buna defalarca şahit olmuştum. kitlesel olarak akşamın belli saatlerinde evinin ışıklarını kapatıp açanları da görmüştüm, bireysel olarak bir meydanın ortasında hareketsizce duranları da... bu yüzden dünya üzerindeki hiçbir baskı rejimi protestoyu sonlandıramazdı. ancak elbette protestocunun gözlerini oyabilir, hatta onu öldürebilirdi. çünkü gün gelir, belli aralıklarla göz kırpmak ya da sadece ağzından nefes almak bile bir protesto eylemine dönüşebilirdi.
60 notes · View notes
delitay · 1 year ago
Text
Tumblr media
Mehmet Âkif hakkında dönemin rejimi [Mustafa Kamal o zaman hayatta idi] tarafından hazırlanmış gizli belgelerden oluşan çok önemli bir çalışma. Mehmet Âkif hakkında bilinmeyen yada saklı kalmış bir çok bilgiyi bu eserde bulabilirsiniz. Bu bilgilerden birisi şu. 👇
Merhûm rejimin onca baskı ve işkencesine rağmen oğlunu askere gönderiyor. Oğlu askerde, askerlere Kur'an öğrenirken tevkif ediliyor. Artık kendisine ne yapılıyorsa, kalan ömrünü akıl hastası olarak geçirmek zorunda kalıyor.
Muharrem Coşkun
Kod adı irtica 906
[Kitaba bu ismin verilmesinin sebebi, rejim tarafından Mehmet Akif'e verilen ismin 'İrtica 906' olmasıdır.]
19 notes · View notes
etaali · 8 months ago
Text
Tumblr media
🌟Ayetullah Hamaney'in ABD üniversitelerinde Filistin halkına destek veren öğrencilere yazdığı mektubun metni şu şekilde yayımlandı:
🔸 Artık tarihin doğru tarafında duruyorsunuz! 🔸
Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla
✨Bu mektubu, uyanan vicdanları kendilerini Gazze'nin mazlum çocuklarını ve kadınlarını savunmaya motive eden gençlere yazıyorum.
✨ Amerika Birleşik Devletleri'ndeki sevgili genç öğrenciler!
Bu size olan sempati ve dayanışma mesajımızdır. Artık arkasını dönen tarihin sağ tarafında duruyorsunuz.
✨Artık direniş cephesinin bir parçasını oluşturdunuz ve gaspçı ve acımasız Siyonist rejimi açıkça savunan hükümetinizin acımasız baskısı altında onurlu bir mücadele başlattınız.
✨Uzak bir coğrafyadaki büyük direniş cephesi, yıllardır sizin mevcut algı ve duygularınızla mücadele ediyor. Bu mücadelenin amacı, "Siyonistler" olarak adlandırılan terörist ve acımasız bir şebekenin, yıllar önce Filistin milletine uyguladığı ve onları ülkelerini işgal ettikten sonra en ağır baskı ve işkencelere maruz bıraktığı bariz zulmün durdurulmasıdır. Siyonist apartheid rejiminin bugünkü soykırımı, geçtiğimiz onyıllardaki son derece zalim davranışların devamıdır.
✨Filistin, Müslüman, Hıristiyan ve Yahudilerden oluşan bir millete sahip, köklü bir tarihe sahip bağımsız bir topraktır. Dünya Savaşı'ndan sonra Siyonist şebekenin kapitalistleri, İngiliz hükümetinin yardımıyla yavaş yavaş birkaç bin teröristi bu topraklara getirdi; Şehirlerini, köylerini işgal ettiler; On binlerce insan öldürüldü ya da komşu ülkelere sürüldü; Evleri, pazarları, çiftlikleri ellerinden aldılar, gasp edilen Filistin topraklarında İsrail adında bir hükümet kurdular.
✨ Bu gaspçı rejimin ilk İngiliz yardımından sonra en büyük destekçisi, o rejime siyasi, ekonomik ve silah desteğini sürdüren, hatta nükleer silahlar üretmesinin önünü açan Amerika Birleşik Devletleri hükümetidir. affedilemez bir dikkatsizlik ve ona bu şekilde yardımcı oldu.
✨Siyonist rejim, ilk günden itibaren savunmasız Filistin halkına karşı "demir yumruk" politikasını uygulayarak, tüm vicdani, insani ve dini değerleri hiçe sayarak vahşeti, terörü ve baskıyı her geçen gün artırdı.
✨Amerikan hükümeti ve ortakları bu devlet terörüne ve sürekli zulme karşı kaşlarını dahi çatmadı. Bugün bile ABD hükümetinin Gazze'deki korkunç suça ilişkin bazı açıklamaları gerçek olmaktan çok ikiyüzlüdür.
✨ "Direniş Cephesi" bu karanlık ve çaresiz atmosferin kalbinden yükseldi ve İran'da "İslam Cumhuriyeti" hükümetinin oluşumu onu genişletip güçlendirdi.
✨Uluslararası Siyonizmin liderleri, Amerika ve Avrupa'daki medya şirketlerinin çoğu kendilerine ait veya onların paralarının, rüşvetlerinin etkisi altındalar, bu insani ve cesur direnişi terör olarak tanıttılar! Kendi topraklarında Siyonist işgalcilerin suçlarına karşı kendini savunan bir millet terörist midir? Peki bu millete insani yardım yapmak, onun silahlarını güçlendirmek teröre yardım sayılır mı?
✨Küresel hakimiyetin hakimleri insan kavramlarına bile merhamet etmiyor. Zalim ve terörist İsrail rejimi kendini savunuyormuş gibi davranıyor, özgürlüğünü, güvenliğini, kendi kaderini tayin hakkını savunan Filistin direnişine "terörist" diyorlar!
✨ Sizi temin ederim ki bugün durum değişiyor. Batı Asya'nın hassas bölgesini başka bir kader bekliyor. Küresel ölçekte pek çok vicdan uyandı ve gerçekler ortaya çıkıyor. Direniş cephesi giderek güçlenecek. Tarih de değişiyor.
✨ Sizlerin dışında Amerika Birleşik Devletleri'ndeki onlarca üniversitenin öğrencileri, diğer ülkelerdeki üniversiteler ve insanlar da ayağa kalktı. Üniversite hocalarının siz öğrencilere eşlik etmesi ve destek vermesi önemli ve etkili bir etkinliktir. Hükümetin polis müdahalesinin ciddiyeti ve size uyguladığı baskı karşısında bu biraz rahatlatıcı olabilir. Ben de siz gençleri anlıyorum ve duruşunuza saygı duyuyorum.
✨ Kur'an'ın biz Müslümanlara ve tüm dünya insanlarına dersi, hak yolda durmaktır: fastaqem kama umrat; Ve Kur'an'ın insan ilişkileriyle ilgili dersi şudur: Zulmetmeyin ve zulme maruz kalmayın: La tezlemun ve la tezlamun. Direniş cephesi bu ve benzeri yüzlerce emri öğrenerek ve uygulayarak ilerleyecek ve zafere ulaşacaktır. Kısmetse
✨Kuran'ı tanımanızı tavsiye ederim.
Seyyid Ali Hamaney🌹
6 notes · View notes
yazan-kalem-siyah06 · 9 months ago
Text
🇹🇷 #BİR #YIKIMIN #ANATOMİSİ 🇹🇷
.
▪︎İşe Erbakan hocalarını satmakla başladılar.
Milli gömleği çıkarıp FETÖ gömleği giydiler. Amerika, İngiltere ve Vatikan'la anlaştılar. Hoca efendileri sayesinde iktidarı kaptılar.
▪︎İlk icraat olarak tehdit kabul ettikleri kurumlara el attılar. Orduyu ele geçirip komuta kademesini dağıttılar.
▪︎Açılım adı altında PKK ile müzakere edip teröre taviz verdiler. Teröristleri sınırda devlet töreniyle karşılayıp şehir meydanında hep birlikte ağıt yaktılar. Terör meydanı boş bulup şehirlere sızdı patlayan bombalarla yüzlerce yavruyu babasız bıraktılar. Kürt kökenli vatandaşları ötekileştirip hedef haline getirdiler. Bin yıllık kardeşliği ve vatandaşlık ilkesini ortadan kaldırdılar.
▪︎Hep birlikte bunları yaparken FETÖ tezgahında çırak, kalfa, usta olup işi kaptılar 10 yıl sonra çıkarlar ters düştü kendi tezgahlarını kurdular.
▪︎Kandırıldık, pişmanız, Allah’tan af, milletten özür dileriz deyip hocalarıyla yolları ayırdılar ve mağduru oynadılar. Öfke içinde karşıl��klı sırlar ifşa edildi hep birlikte dünyaya rezil oldular. Çıkar dalaşının adını darbe koydular ve binlerce mağdur yarattılar. Bunu da bir güzel kullandılar.
▪︎Siyasi ayak söyleminden de bu nedenle hep rahatsız oldular. Zira ucu kendilerine uzanır diye korktular. Bu yüzden de FETÖ ile mücadeleyi terör ağacından meyve koparma hikayesine çevirip gövdeyi hep korudular.
▪︎FETÖ’den kalan mal varlıklarının akibetini hiçbir zaman açıklamadılar. O tarihte basın tarafından, FETÖ’nün kasası denilen Akın İpek’in otelinin dehlizinde bulunduğu ve el konduğu iddia edilen 18 ton altın, 500 milyon Euro ve 250 milyon dolar konusuna ise nedense hiçbir zaman için açıklık getirmediler. Terör başı Gülen’in iadesi için beklenen çabayı da hiçbir zaman için sarf etmediler.
▪︎Başta yere göğe konduramadıkları savcı Zekeriye Öz olmak üzere, FETÖ’cü kaçakların peşini ise nedense bıraktılar. Bunları hiçbir zaman için dillendirmediler , gündem konusu dahi yapmadılar. FETÖ’cülüğü yargı ve muhalefet üzerinde hep bir sopa gibi kullandılar. Bu sayede üstü kapalı bir korku rejimi yarattılar.
▪︎Sürekli din istismarı yaptılar ve Arap hurafelerini din diye dayattılar. Başörtüsüne bürünüp #ahlak #örtüsünü çıkardılar. Müslüman taklidi yaptılar.
▪︎Ayasofya camiini bile istismar amaçlı açtılar. Diyanet İşleri Bakanlığı’nı ve camileri siyasi birer karargaha çevirdiler. Hutbeleri istedikleri gibi okuttular.
▪︎Her türlü #cemaat #yapılanmasını baş tacı edip dini rayından çıkardılar. Kur’an da yeri olmayan bir ruhban sınıfı yarattılar ve şeyh/mürit ilişkisi içinde beyin yıkayıp toplumun büyük bir kesimini kontrol altına aldılar.
▪︎Yargıyı payanda edip hak, hukuk, adalet kavramları üzerinde siyasi baskı kurdular. Kutsal olan Savcılık ve Hakimlik mesleğini zora soktular.
▪︎2017 yılında bir halk oylaması icat ettiler ve sandık oyunuyla yapılan anayasa değişikliği sayesinde demokrasiyi devre dışı bırakarak, ‘"hangi asseti (varlığı) satacağımı size mi soracağım’" diyebilen bir tek adam düzeni kurdular. Anayasal devlet yapısını by-pass edip anayasalı partizan bir devlet anlayışı yarattılar.
▪︎Fabrika ve barajlar kurmak, üretim ve istihdam yaratmak yerine lüks saraylar inşa ettiler. Avenelerine her biri milyonlarca liralık yüzlerce makam aracı tahsis ettiler. Üretim ekonomisini tahrip edip tüketim, israf ve rant ekonomisi icat ettiler.
▪︎Özelleştirme adı altında Cumhuriyetin tüm kazanımını babalar gibi sattılar ve binlerce istihdamı ortadan kaldırarak devasa bir işsizler ordusu yarattılar. Rüşvetle yatıp rüşvetle kalktılar ve bağış adı altında aldıkları milyarlarca doları kurdukları vakıflara aktardılar.
▪︎Geçmişte Anayasal Kurumlarıyla anılan devleti ENSAR, TÜRGEV, TÜGVA ve TÜRKEN gibi vakıflarla anılır hale getirdiler. Harcamaları kontrol edip hesap soran IMF’yi devre dışı bırakıp hesap sormayan yabancı tefeci kuruluşlardan yüksek faizle borç alıp rant kanalına akıttılar. Ülkeyi, tefecinin eline düşmüş müflis esnaf misali ödenmesi mümkün olmayan milyarlarca dolarlık borç batağına soktular, hazineyi tarihte ilk kez eksi bakiyeye düşürdüler ve henüz doğmamış borçlu bir nesil yarattılar.
▪︎Bağımsız olması gereken Merkez Bankasını siyasi operasyonlarına payanda ettiler. Sürekli #ranta #dayalı yatırımlar yapıp millete hizmet diye dayattılar.
▪︎Paylaşımı ayakkabı kutularıyla yaptılar. Ekonomiyi çökertip milletin anasını ağlattılar. Ölümü unutup dünya malına taptılar. Yabancı bankalara altın ve dolar stokladılar. Vakıflar üzerinden İngiltere ve Amerika’da devasa mülkler aldılar. Bu yüzden WikiLeaks belgelerinde bile anıldılar. Bunlara el konulmasından ise hep korktular.
▪︎Sarraf davası ve evlatları üzerinden yürütülen soruşturmalar şantaja dönüştü zor durumda kaldılar. Bu yüzden de her türlü efelenmelere rağmen ABD ve AB yaptırımlarına boyun eğdiler. Rahip Bronson’la başlayan bir seri yaptırım şimdilik Finlandiya ve İsveç’in NATO’ya alınmasına destek olunmasıyla son buldu. İçeride aslan kesilirken dışarıda hep kedi oldular.
▪︎Seçmenlerini konsolide etmek için sürekli müjdelerle oyaladılar ve 2023 yalanını pazarladılar. Müjdelerin arkası gelmediği ortaya çıktı ve şimdide 2053 yalanına başvurmaktalar.
▪︎Dünyanın hiçbir yerinde olmayan bir ‘"Kur korumalı mevduat"’ hesabı icat edip birilerini ihya ederken hazineyi milyarlarca dolar zarara uğrattılar. Zengini daha zengin, fakiri daha fakir yaparak aradaki makası açtılar ve ülkenin teminatı olan orta direği yok ettiler.
▪︎Seçim öncesi din istismarı yapıp NAS pazarladılar ve faizi enflasyona sebep gösterip milletin gazını aldılar. Seçim sonrası gerçek ortaya çıktı döviz, enflasyon ve zamlar tarihi bir rekor kırdı. Ânında NAS’tan vaz geçerek dini, imanı unutup faize sarıldılar.
▪︎Memur ve işçi maaşına zam yapar gibi yapıp ağızlara bir parmak bal çaldılar; emekliyi, dulu, yetimi bütçe müsait değil diyerek açlığa mahkum ettiler. Buna rağmen sınırları kevgire çevirerek ülkeye soktuları, adeta bir kavimler göçüne dönüştürerek demografik yapıyı tahrip ettikleri ve içinde kimlerin olduğu meçhul 10 milyonun üzerinde mülteciye milletin alın teri olan 50 milyar doları harcarken bütçe hesabı yapmadılar. Böylece %98’i yoksulluk ve açlık sınırının altında yaşam mücadelesi veren, geçimden başka bir şey düşünmesini istemedikleri, hayattan koparılarak günlük yaşatılan, sürekli yardım edilmiş bir toplum yarattılar. Sosyal hayatı yok edip ruh sağlığı alarm veren vatandaşı çaresizlik içinde evlerinde oturmak zorunda bıraktılar.
▪︎Ekonomiyi iflasın eşiğine getirdiler ve sonunda mecbur kalıp bir zamanlar düşman ilan ettikleri körfez ülkelerine giderek varlıklarımız üzerinden örtülü pazarlıklar yaptılar ve onursuzca para dilendiler. İşsizliğin, açlığın, sefaletin, derinleşen ekonomik kriz ve körfez zihniyeti detaylarının üstünü örtmek için de başta CHP tartışmaları olmak üzere toplumu oyalayacak birbiri ardına sıralanmış yapay gündemler yarattılar.
▪︎İktidarı normal bir siyasi aktör olarak görmeyin. Çünkü onlar Türk milletine, Türk devletine ve kurucu değerlere daha başından itibaren düşmandılar. Bu yüzdendir ki 22 yıldır başta büyük önder Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere kahraman ecdada ve milli değerlerimize hakaret eden kim varsa sürekli baştacı ettiler.
▪︎Andımızı yasaklatıp T.C. ibarelerini, Atatürk resimlerini, büstlerini ve heykellerini baş aşağı ettiler. İstiklal Marşı’nda oturanların, keşke Yunan kazansaydı diyen hainlerin önünde hep reverans yaptılar.
▪︎T.C. Devleti ve Cumhuriyet’in garantisi olan Lozan Antlaşması, Montrö Boğazlar Sözleşmesi ve Anayasa’nın ilk dört maddesini sürekli sorun ettiler. Amerika’nın Yunanistan Dedeağaç limanına yaptığı devasa askeri yığınağa ve işgal edilerek birer askeri üs haline getirilen Ege adalarına yıllarca göz yumdular.
▪︎Ülkeyi yönetiyormuş gibi yapıp talimat üzere içeriden dönüştürdüler ve #darülharp mantığı içinde koskoca bir harabe yarattılar. Dışarıdan kuşatılmasını ise sineye çekip hep seyirci kaldılar.
▪︎Taraftarı ikna etmek ve safları sık tutmak için de Osmanlı sosuna batırılmış, din ceketi giydirilmiş ; Ecdat ve İslam’la alakası olmayan çakma bir düzeni sürekli olarak mehter, ezan, sela ve tarihi diziler eşliğinde dayattılar.
▪︎Nihayet kapatılacak bir parantez olarak gördükleri Cumhuriyet’i , 100. yılında hedefe koyup , arzu ettikleri çarpık düzeni meşru hale getirecek yeni bir ANAYASA telaffuz ettiler. Sıra geldi bu telaffuzu kuvveden fiile geçirecek olan altın vuruşu yapmaya.!!!
▪︎Ve ardından yedi düvelin yapamadığını tek başlarına yaparak bu topraklarda kendi vatanlarını kurmaya ve Yugoslavya’da olduğu gibi özerk yapıların ve dışa bağlı devletçik teşebbüslerinin önünü açmaya.
▪︎Eğer Anayasa genel seçimlerden önce değiştirilirse , yapılmış olan yerel seçimin ve bundan böyle yapılacak hiçbir seçimin yasal hükmü kalmaz.
▪︎Şimdi anladınız mı bir vasiyet niteliği taşıyan #Gençliğe #Hitabenin neden kaleme alındığını ve büyük önderin #ne #kadar #ileri #görüşlü #olduğunu. Ne demişti son bölümünde ;
“…..iktidara sahip olanlar, gaflet (aymazlık) ve dalalet (sapkınlık) ve hatta hıyanet (hainlik) içinde bulunabilirler. Hatta bu iktidar sahipleri, şahsi menfaatlerini müstevlilerin (işgal güçlerinin) siyasi emelleriyle tevhit edebilirler (birleştirebilirler). Millet, fakruzaruret (ileri derecede yoksulluk) içinde harap (yıkılmış) ve bitap (yorgun) düşmüş olabilir. Ey Türk istikbalinin evladı ;
İşte, bu ahval (durum) ve şerait (koşullar) içinde dahi vazifen, Türk istiklal ve cumhuriyetini kurtarmaktır. Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur.”
▪︎Yerel seçim galibiyetinin ve zafer sarhoşluğunun rehavetine kapılarak bundan sonra hiçbir şey olmaz demek yanlış olur. Büyük önderin sözlerini her an kulağımıza küpe etmekte yarar vardır.
▪︎Şunu asla unutmamak gerekir ki , su uyur düşman uyumaz. Yarından tezi yok her türlü şahsi ve siyasi meseleleri, ideolojik görüş ayrılıklarını, şişmiş olan egoları bir kenara bırakarak ; Birlik, beraberlik ve Müdafaa-i Hukuk anlayışı içinde geniş tabanlı bir #milli #mutabakat #ittifakı kurmak artık vatani bir mecburiyet haline gelmiştir. Mazereti ne olursa olsun aksini yapan bir siyasi anlayış ; Ucu dışarıda olan gizli işbirlikçidir, iktidarın bir başka versiyonudur, mevcut projenin nöbetçi taşeronudur.!!!
▪︎Herkes aklını başına almalıdır zira emperyalizm, yıllarca onca emek harcadığı böylesi zorlu bir yıkım projesini tek bir parti ya da tek bir adama #endekslemez , alternatifi #mutlaka #vardır. Önümüzdeki süreçteki gelişmeler , kimin kim olduğunu ve bağlantılarını gösterecektir ; Tabii ki milli hassasiyete sahip olan vatan evlatlarını da...
4 notes · View notes
elazigsurmanset · 22 days ago
Text
Genç Parti Liderinden Kritik ‘Suriye’ Sorusu: Madem Türkiye bu kadar güçlü, neden harekete geçmiyor?
Tumblr media
Genç Parti Genel Başkanı Burçin Şahindur, Suriye’de yaşanan son gelişmelerle ilgili yaptığı açıklamada hükümeti eleştirerek dikkat çeken sorular sordu. Şahindur, Türkiye'nin Suriye’deki rolüne dair dile getirilen güçlü konum söylemlerine rağmen, somut adımların eksikliğini eleştirdi. Genç Parti Genel Başkanı Burçin Şahindur'un üzerinde durduğu konu başlıkları; Türkiye’nin Gücü ve Sorumluluğu Şahindur, “Madem Türkiye Suriye’de belirleyici aktör olarak görülüyor, neden bu gücü somut bir şekilde kullanarak sınırımızda bir Suriye Cumhuriyeti kurmuyoruz?” sorusunu yöneltti. Türkiye’nin, bölgede istikrarı sağlama kapasitesine rağmen neden harekete geçmediğini sorguladı. İkinci Afganistan Uyarısı Suriye’nin içinde bulunduğu durumun Afganistan’daki kaos ortamını andırdığına işaret eden Şahindur, sınırda Taliban benzeri bir yapının ortaya çıkmasına izin verilmemesi gerektiğini vurguladı. Özellikle Heyet Tahrir Şam (HTŞ) gibi grupların güç kazanmasının bölge için büyük riskler taşıdığına dikkat çekti. Seçim Odaklı Politikalar Eleştirisi Şahindur, Türkiye’nin Suriye politikalarının iç siyasette seçim dönemlerine endekslenerek kahramanlık söylemleriyle şekillendiğini öne sürdü. “Seçimlere endekslenen kahramanlıklar yerine bölgesel istikrarı esas alan gerçekçi politikalar izlenmelidir” dedi. Sosyal Medya ve Gerçeklik Sosyal medyada dolaşan "kahramanlık destanlarının" gerçeklikle uyuşmadığını belirten Şahindur, Türkiye’nin bölgedeki etkinliğiyle ilgili söylemlerin sahadaki durumla örtüşmediğini ifade etti. Bu durumun halk arasında yanlış bir algı yarattığını söyledi. Uluslararası Baskı ve Yeni Rejim Çağrısı Şahindur, Türkiye’nin sınırında bir cumhuriyet rejimi oluşturulmasının hem Suriye halkı hem de Türkiye’nin güvenliği için önemli olduğunu belirtti. Ancak bunun için uluslararası iş birliği ve baskının artırılması gerektiğini savundu. Burçin Şahindur, Türkiye’nin Suriye politikasını daha aktif ve uzun vadeli bir yaklaşıma dönüştürmesi gerektiğini dile getirdi. Ayrıca, bölgedeki istikrarsızlığın yalnızca Türkiye’yi değil, tüm bölgeyi etkilediğine dikkat çekerek, seçim odaklı kısa vadeli stratejiler yerine bölgeye barış ve istikrar getirecek somut adımlar atılmasının önemini vurguladı. Read the full article
0 notes
cemjuju · 25 days ago
Text
Eski Türkiye Nostaljisi
Şimdiki kuşağın anlamadığı nokta şu: Vesayet rejimi vs deniyor ya, birincisi bir Çin'e gidin de vesayet görün, ikincisi, öyle ya da böyle insan yerine konma yolunda bir mesafe katetmiştik ülkece. Bazı iş yapma şekillerinde standartlar oluşuyordu ve gözetilen altın çıta insanlık adına iyi bir şey çıkarmaktı. Belki çok iyimsersin diyeceksiniz, evet ama iyimser olmak için sebep vardı, şu anda çok uzun zamandır karanlık bir tünelde yaşıyor olduğumuz için bunun nasıl ilginç ve nefes alması daha kolay bir ortam olduğunu anlayamamayı görebiliyorum ama o tarihlerde batının yaşam standartlarındaki bazı mantıklı koşulları kendimize mal etmemiz gerçekten bir başka Türkiye nin mümkün olduğunu hatırlattı. Şu anda ise o kazanımların tümü çöpte ve bir daha geri çıktığını benim görmem mümkün olmayacak korkarım. İdeolojilerinizle, namazınızla, ezanınız, batı karşıtı yasaklarınız ve yüksek vergilerinizle önümüzdeki 50 seneyi cehennemde geçireceğimiz belli artık, hayırlı olsun herkese... Ve de yolda yürürken, berbat kaldırımlarda sekerek arabalara çarpmadan kendinizi sağ salim yaya yoluna attıktan sonra kafanıza düşen saksı sizi öldürürse, sizi sevenler bunun üzüntüsüyle mahkeme vs koşturup, arkada bu hatayı işleyenler iki yüz bin tl yi tokaladığı için öldüğünüzle kalındığı zaman umarım bunları kastettiğimi bildiğinizi söyleyerek geleceği kucaklarsınız. Çünkü malesef batı hayat tarzı diye o kadar lafı edilen modern şehir hayatında vatandaşın böylesi dangalaklıklar karşısında haklarının olması da paketin içinde yer alıyor, artık o paket de hacamat oldu. Kısa dönemde kar eden olduysa afiyet olsun, ama pamuk ipliğine bağlı yaşam ancak çok geç olduğunda lanet kaldırıyor. Dişlerinizi sıkıp insan değil, böcek gibi öylesine güçlünün her daim çiğneyebileceği sıradan bir piyon olmayı sindirmeyi öğrenmek gerekecek. Reddit gibi platformlardaysa gençlerin aksine fazla vatandaş olmayı istediğini görüyorum. İsyanları daha yeni başladı...
Herşeyde kısa dönem karı ve hiç durmadan düdüklenme tehlikesiyle uğraşıp hayatımızı harcamaya devam o halde... Her köşe başında ya bizi dürtmek için esnaf, ya kendi iş kolumuz dahilindeki türlü simsarın ya da yakın arkadaşlarımızın bize geçirmesini seyretmek istemeyeceğiz haliyle ama artık işimizi gücümüz bunları def etmek olacak.
Şahsen en yakın arkadaşlarımdan dev kazık yemem acaip yakın zamanda oldu, hem de "40 ımı geçtim daha dost kazığı yemedim" diye gerine gerine gezdiğim yılın sonu küt diye 3-4 dev kazıkla kendime geldim.
İşimiz kültür-sanat yazı çizi diye sanırsın daha şerefli insanlar, emeğe saygı gosterip işleri bir şekilde düzgün yürütmeye gayret ederler sanırsın değil mi? Aksine, en pis kazık aklı çalışan tiplerin attığı kazıktır. Bir kaç dev kazık içerisinden beni en çok yaralayanı yazayım:
Bir yayınevi var, sahibi sözde-arkadaşımdı, batıyordu yayınevi, beraber çevirisini benim yapacağım bir kitabı basacak parası çıkışmıyordu, telif haklarını ben aldım, sonra hesaplaşırız dedik. Çeviriyi yaptım, gayet de iyi oldu, hatta yayınevi sahibi piyasada o kitap sayesinde yayınevinin batmaktan kurtulduğunu söylüyordu her yerde. Peki bana ne verdi? Çeviride anlaştığımız parayı veremeyeceğini söyledi, en sonunda elim mahkum, belli bir meblağ da karar kıldık, son birkaç yüz lirasını kitabın kopyalarıyla ödedi. Kitap aslında bayağı popüler oldu ancak kaç baskı olduğunu dahi bilemiyoruz, zira yayınevi sahibi, kültür bakanlığına her baskıda ekstra vergi vermemek için ilk baskı 2000 ise 8000 adet bandrol satın alıyor (nasıl yapıyorsa artık) ve müteakip baskıları birinci baskıymış gibi bandrolleyip piyasaya sürüyor. Yani belki 5, belki 6 baskı yaptı, hadi parasını geçtim, itibarını bile çok görmüş oldu bana... Kitap bir üçlemenin birincisiydi, ikinciyi o yaptı, şükür ben düzelttim, üçüncüyü bana sormadan haber vermeden harçlık ödemesi dahi yapmadığı bir üniversite öğrencisine yaptırmış, anca çıkarken haberim oldu, sorduğumda, "ticari bir öngörüde bulundum" gibisinden birşey geveledi... Kitap hala benim çevirimle -ve şükür ki hala ismimle- çıkıyor, umarım öyle kalır.
Bitmedi.... Bu yayınevinin bir çizgiroman serisi var, ingilizceye çevrilecek, hay hay dedim, parayı da yabancılar veriyor belli miktar, bir şey diyemedi verdi hepsini, ama aylar sonra beni arayıp "şu şu sayının düzeltmeleri geldi bir bakar mısın" dedi, hay hay dedim, açtım baktım, bu benim çevirim olamaz, korkunç bir ingilizce, ben yapmamışım ki bunu dedim, künyeye göz attım bir de ne göreyim? Benim ismimi kullanmış iyi mi? Aynı insanlara bir ton çevirim var, hiçbiri düzelti isteyerek geri dönmedi, buysa benim ismimde ama bilmediğim bir metin... Aradım sordum, pek utanmadı, aynen benim ismimi kullanmış, ya kabul ederler kolay olur diye öyle yaptım dedi... E kolay olmamış, geri gelmiş, dedim, evet işte bir baksana dedi... Daha fazla yazarsam tansiyonum yükseliyor, anlamışsınızdır skandalın boyutlarını umarım... Kendi dilini benimki gibi yutturmaya çalışmasının ne gibi bir faciaya dönüştüğünü görmüş olsa ve biraz özür dilemeye çalışsaydı... ama nerdeee...
Bakın bu adam benim hem emeğim hem itibarımdan ekmek yemeye devam ediyor, ve pek bir yaptırımım yok, bu hem düzenin eksikliği hem de kendisinin pişkinliği... En baştan arkadaşım olarak gördüğüm bu adam gece yarıları bilmediği konularda çeviriler alıp bana sorardı ve bırakın konuya bilmemeyi, dili bilmeyen bir insan ama sürümden tonlarca sayfa çeviri yapıyor hala, her kitabı hatalarla dolu, ama köşeleri kapmış, ne anlamı var itirazım ben de bilmiyorum.
Bunu yapmaya tenezzül edeceğini düşünmezdim hele hele yayınevi sahibi olan birisiyse bu... Ama işte Eski Türkiye filan diyoruz ya, bu adam iyileşebilecek bir potansiyeldi artık sadece bu şekil yürütüyor muhtemelen işi, ona da bu cesareti veren işte bu ülkedeki konjonktür... Ben bunu neden burada yazıyorum? Çünkü yavşak herif bir özür dilemeyi dahi çok gördü, dediğim gibi, birkaç baskı sonra benim ismimi de silecektir kitaptan... Ben de en fazla bulduğum yerde yapıştırırım bir tane, ki zaten bu pezevenk de ilk olmayacak bu tehdidi ettiğim...
Elbirliğiyle artık sadece güçlünün zalimin sesinin çıktğı bir düzendeyiz, hepimize afiyet olsun...
0 notes
hetesiya · 28 days ago
Text
Suriye’nin işgalinin asıl kazananı kim ya da kimler? – I – Yeni Yaşam Gazetesi | Yeni Yaşam
Mustafa Durmuş
Suriye’nin işgalinin asıl kazananı kim ya da kimler? – I
Tunus-Mısır-Libya’da halk ayaklanmaları
14 yıl geriye gidelim.
2010 yılının 17 Aralığında Tunus’ta, 26 yaşındaki elektronik mühendisi bir işsiz, sokaklarda sebze satarak hayatını kazanan M. Bouazizi adlı Tunuslu bir genç kendini yakmış; ardından on binlerce Tunuslu sokaklara çıkarak hükümeti ve işsizliği protesto etmiş ve isyan diktatör Ben Ali Tunus’u terk edene kadar sürmüştü.
Bundan yaklaşın 45 gün sonra 31 Ocak 2011’de bu kez Mısır’da Tahrir (Kurtuluş) Meydanı’nda yüz binlerce Mısırlı: “İş, Ekmek, Özgürlük ve Sosyal Adalet” sloganlarıyla isyan etti. On binlerce genç-yaşlı, Müslüman-Hıristiyan, örtülü- modern kadın-erkek meydanı tuttu. Onlarcası öldürüldü ama Mısır Devlet Başkanı Mübarek ülkeyi terk edene kadar da kitleler meydandan ayrılmadı. Sonrasında Libya Batılı emperyalist güçler tarafından işgal edildi ve Devlet Başkanı Kaddafi öldürüldü.
Kuzey Afrika’nın bu üç ülkesinin ikisinde (Tunus ve Mısır) ortak sorunlar vardı. Buğday ve diğer temel gıda maddeleri ve enerji fiyatlarının çok hızlı artması, derin yoksulluk, açlık, işsizlik, dışa bağımlılık, neo liberal politikalar ve 30 yıldır süren baskı-zulümle özdeşleşmiş kanlı diktatörlükler halkları isyana sürüklemişti.
Libya’da ise durum daha farklıydı. Kaddafi de bir diktatördü ama ülke ekonomisi kötü durumda değildi. Günde 1,8 milyon varillik mükemmel kalitede petrol üretimi yapılıyordu. Ülke, doğalgaz kaynakları açısından da çok zengindi ve bu doğal zenginlikler Libya’da ortalama yaşam süresinin 75’e çıkmasını ve Afrika’nın kişi başına yıllık geliri en yüksek ülkesi olmasını sağlamıştı. Ülkenin sert çölün altında muazzam bir fosil sıvı denizi vardı. Tüm bunlar emperyalist güçlerin iştahını kabartıyordu. Nitekim ABD bu ülkeyi işgal etmek üzere NATO’yu devreye sokmakta tereddüt etmedi.
Devasa ekonomik sorunlar ve devrimci durum
Kısaca, devasa ekonomik sorunlar, gıda fiyatlarındaki artışlar ve iktidarların halkın sorunlarına ilgisizliği ayaklanmaların önünü açtı. Halk mevcut rejimleri bu sorunlarla özdeş tuttuğundan rejimin değişmesini istiyor, rejimle uzlaşmaya yanaşmıyordu.  “Ekmek, özgürlük ve adalet” sloganlarıyla yürüyen kitleler olağanüstü hâl uygulamalarının kaldırılmasını, parlamentonun feshini ve yeni bir anayasanın yapılmasını talep ediyorlardı.
Bir başka boyutuyla ise bölgede devrimci bir durum yaşanıyordu ve bu devrimin dürtüsü sadece diktatörlük karşıtı olmak değil, aynı zamanda anti-emperyalist, IMF karşıtı ve İsrail karşıtı olmaktı.
Çalınan devrim!
Bu nedenle de ABD ve müttefikleri bu devrimi durdurmak, bunu yapamazlarsa da onu bölgedeki Amerikan egemenliğini sürdürülebilmesi için yeniden bir biçime sokma niyetindeydiler. Nitekim bunu da sağladılar. Diktatörler devrildi ve halkların gazı alındı ama gerçek bir devrim fırsatı da böylece halkların elinden alınmış oldu. Sonrasında bu ülkeler yeniden bir kaosun içine sürüklendiler ve iç savaşlar ortaya çıktı. Mısır’da yeniden askeri diktatörlük tesis edildi.
Suriye’ye emperyalist müdahale ve iç savaş
Bu gelişmeler 2011 yılının sonlarına doğru Orta Doğu’ya da sıçradı ama bu kez hedefteki Suriye beklenmedik bir direniş göstererek o tarihten bu yılın aralık ayına kadar direndi. Bu süreçte “Büyük Orta Doğu Projesi” kapsamında başta IŞİD olmak üzere, selefi cihatçı gruplar Esad’a karşı ayaklandırıldı, 13 yıl sürecek olan bir iç savaş başlatıldı.
Ancak bu terör örgütleri hem Suriye ordusunun hem de Bölgedeki Kürtlerin direnciyle karşılaştılar. Yine de El Kaide ve El Nusra yenilmiş olsa da bölgeye hâkim devletlerin desteğiyle İdlib gibi belli bölgeleri tutmayı başardılar. Bu süreçte Esad ülkede demokratikleşmek yerine Baasçı eski rejimi sürdürmeye kalkışınca iyice gözden düştü ve yenildi. Ülkesinden kaçarak Rusya’ya sığınmak zorunda kaldı. Ülke Heyet Tahrir el-Şam (HTŞ) ve arkasındaki devletler ve İsrail tarafından işgal edildi.
Nesnel değerlendirmeler gerekiyor!
Suriye’nin işgali konusunda çok farklı değerlendirmeler yapılabilir. Nitekim Suriye’yi işgali alkışlayanlar (bizdeki iktidar medyası gibi) gibi, bunu emperyalist bir müdahale olanlar da mevcut.
Ancak, ülkeyi işgal eden güçler “ülkede diktatörlüğü ortadan kaldırmak, demokrasiyi inşa etmek, kendi sınırlarını güvence altına almak” gibi mazeretler ileri sürebilirse de, bunun doğru olmadığı ve bu eylemin açıktan bir işgal olduğu inkar edilemez bir gerçek. Nitekim daha önceki Irak’ın işgali de bu gerekçelerle yapılmış ama bölgeye demokrasi de gelmemişti.
Esad’ın serveti ile birlikte ülkeden kaçması diktatörlerin genelde yaptıkları bir şey. Ülkesini düşünüyor olsaydı zamanında ülkesindeki Araplar, Kürtler, Ermeniler, Süryaniler, Ezidiler, Dürziler gibi tüm halklarla birlikte tek bir ulusa dayalı olmayan demokratik bir Suriye’yi inşa edebilir ve emperyalist ve alt emperyalist güçlere geçit vermeyebilirdi. Oysa, beklendiği gibi, bunu yapmadı ve kendi ülkesinin emperyalist, Siyonist ve selefi-cihatçı bir yağmaya terk etti.
Rusya ve İran kaybetti
Suriye’deki bu gelişmelerden isyancı grupların ardındaki hangi devletlerin nasıl kazançlı ya da zararlı çıkabileceğini konusunda değerlendirme yapmak gerekirse sırasıyla:
Rusya, Beşar Esad rejiminin önemli bir destekçisiydi. Heyet Tahrir el-Şam (HTŞ) öncülüğündeki isyancı grupların iktidarı ele geçirmesi bu devlet açısından çok büyük bir kayıp olabilir. Zira Moskova 2015 yılında binlerce Rus askeri göndererek ve Suriyeli isyancı gruplara ve sivil altyapıya hava saldırıları düzenleyerek Esad’ı desteklemişti. Ancak Rusya, Ukrayna’daki savaş nedeniyle Esad’ın ihtiyaç duyduğu destek düzeyini sürdüremedi. Sonuç olarak Rusya’nın Orta Doğu’daki projesi büyük bir başarısızlıkla sonuçlandı. Bu durum Rusya’nın Suriye’nin Akdeniz kıyısındaki üslerini kaybetmesiyle sonuçlanabilir.
Esad rejiminin yıkılması, rejimi destekleyen ve Lübnan’daki Hizbullah’a silah göndermek için Suriye’ye bel bağlayan İran için de bir darbe anlamına geliyor. Yani İran devleti için de Esad’ın devrilmesi büyük bir kayıp. Doğu Akdeniz’e uzanan bir kara köprüsünü, Hizbullah gibi İran’ın vekilleri konumundaki örgütler için önemli bir üssü ve silahların Lübnan’a ulaşabileceği bir yolu kaybetmiş oldu. İran’ın Suriye’deki stratejik derinliğini kaybetmesi, İsrail ile çatışması nedeniyle ciddi şekilde zayıfladığı bir dönemde Hizbullah’ı destekleme kabiliyetini de zayıflatacaktır. (1)
Diğer taraftan, bu gelişmeler Hizbullah için varoluşsal bir tehdit oluşturuyor. Hizbullah İran’dan Suriye üzerinden Lübnan’a uzanan son derece önemli karasal yaşam hattını kaybetti. HTŞ muhtemelen İran’dan gelen silah ve diğer malzemelerin akışını durduracak ve İran’ın İslamcı Devrim Muhafızları ve Kudüs Gücü danışmanlarının Hizbullah’ı desteklemeye devam etmesini engelleyecektir. (2)
Savaşın asıl kazananı İsrail!
Rejimin düşmesinden sadece birkaç saat sonra İsrail ordusu Hermon Dağı’nın Suriye tarafını ele geçirdi. Ordu, 1974 ateşkes hattına yakın beş köyün sakinlerine evlerinde kalmalarını ya da olası çatışmalar nedeniyle köyleri boşaltmalarını söyledi. Başbakan Benjamin Netanyahu bölgeyi ziyaret etti ve İsrail’i bölgeden askerlerini çekmeye zorlayan 1974 anlaşmasının artık geçerli olmadığını açıkladı. İsrail hava kuvvetleri, stratejik askeri varlıklar içerdiği iddiasıyla Büyük Şam’daki bazı askeri bölgelere baskın düzenledi. Kuzeyde ise çatışmaların yeniden alevlendiği haberleri üzerine Türk hava kuvvetleri Kürt mevzilerini bombaladı. (3)
ABD, HTŞ’yi de “terör örgütü” olarak tanımlasa da uzun süredir Esad rejimine karşı çıkıyor ve onu devirmek için uğraşıyordu. Bu yüzden de istediği oldu.  Bölgedeki en temel müttefiki olan İsrail ise bu savaşın asıl kazananı konumunda. Zira Golan tepelerini işgal edip Şam’a doğru ilerleyerek “Büyük İsrail Projesi” için önemli bir adım daha atarken, İran’ın bölgedeki konumunu da zayıflattı. Suriye’nin en stratejik yeri olan Cebel Şeyh’i işgal etmesi ise bölgede kendine çok önemli bir stratejik mevzi kazandırdı. (4) İsrail bu hafta Suriye’de en az 350 hava saldırısı gerçekleştirdi.
Türkiye kazandı mı?
Türkiye’nin HTŞ gibi selefi cihatçı silahlı gruplara verdiği destek son saldırılar açısından kritik önem taşıyordu. Ayrıca 2017 yılında bir dizi silahlı grubu bir araya getiren ve kuzeybatı Suriye’nin bazı bölgelerini kontrol altına alan önemli bir aktör olan “Suriye Ulusal Ordusu” da Türkiye tarafından destekleniyor.
Son haftalarda Türkiye, Esad rejiminin Ankara ile ilişkileri normalleştirme çabalarını reddetmesinin ardından isyancı örgütlere yeşil ışık yaktı. Elde edilen sonuç dikkate alındığında, bundan böyle Türkiye muhtemelen ülkedeki en etkili dış aktör olarak ortaya çıkacaktır.
Kısaca, Türkiye’deki iktidar bloku Esad’ın şiddet yoluyla devrilmesini zımnen destekledi ve Şam’daki yeni rejimi şekillendirme fırsatına sahip oldu.
Nitekim birçok uluslararası yorumcu bu görüşü destekliyor. Örnek olarak bir yoruma göre: “Esad’ın düşüşünden potansiyel olarak asıl kazançlı çıkacak olan devlet Türkiye’dir. Cumhurbaşkanı Erdoğan Suriye’de uzun bir yol kat etti; bir zamanlar Esad’ın hamisiyken onun devrilmesini talep etti ve ardından Esad rejimiyle normalleşme arayışına girdi. Geçtiğimiz haftalarda Erdoğan Esad’ın şiddet yoluyla devrilmesini zımnen destekledi. Ankara şimdi Şam’daki yeni rejimi şekillendirmek için bir fırsata sahip oldu”. (5)
ABD, İsrail, Türkiye aynı çizgide mi?
Keza Orta Doğu uzmanı gazeteci Conor Gallagher, “ABD’nin vekilleri (Ukraynalı neo-Naziler, İslami köktendinciler ve Siyonist soykırımcılar) aracılığıyla  Suriye Devlet Başkanı Esad’ı devirmek ya da en azından olası bir çözüm öncesinde daha fazla toprak koparmak ve Tahran’ın ülkedeki etkisini zayıflatmak için Suriye’de yeniden bir araya geldiğini; Türkiye’ninse, eski adıyla Nusra Cephesi olarak bilinen İslamcı paramiliter örgüt HTŞ’nin en büyük destekçisi olarak merkezi bir rol oynadığını” ileri sürüyor.
Neo Osmanlıcı girişimler
Türkiye’nin ABD ve İsrail ile iş birliği yaptığını ileri süren yazara göre: “Erdoğan’ın çıkarları ABD-Ukrayna-İsrail grubun çıkarlarıyla örtüşüyor. Türkiye’nin eski imparatorluğun büyük bir kısmı üzerindeki etkisini güçlendirdiğini görmek isteyen Erdoğan ve kliğinin katı neo-Osmanlı hırsları, ABD-Ukrayna-İsrail’in bölgedeki Rus ve İran etkisini azaltma arzusuyla örtüşüyor. En azından Türkiye, mültecilerin geri dönüşü için herhangi bir kalıcı çözümden (potansiyel olarak Trump II döneminde) önce Suriye’de kendisinin ve vekillerinin kontrolü altında daha fazla toprak elde etmek istiyor ve bu da Ankara’nın tehdit olarak gördüğü Kürt güçlerini etkisiz hale getirmek için daha iyi konumlanmasını sağlayacak. Türkiye üç milyondan fazla Suriyeliye ev sahipliği yapıyor ve Erdoğan bu konuda bir şeyler yapması için ülke içinde baskı altında ve binlerce kişiyi “gönüllü geri dönüş” beyanlarını imzalamaya zorlamakla suçlanıyor. Suriye’de güvenlik ortamı “güçlendikçe” Erdoğan daha fazla Suriyelinin Türkiye’den sınır dışı edileceğini söylüyor”. (6)
Devam edecek…
Dip notlar:
https://theconversation.com/what-syrias-rebel-takeover-means-for-the-regions-major-players-turkey-iran-and-russia (9 December 2024).
https://www.cfr.org/expert-brief/syria-after-assad-what-know-about-hts-hezbollah-and-iran (9 December 2024).
https://geopoliticalfutures.com/after-the-fall-of-assad-the-middle-east-braces-for-unrest (10 December 2024).
https://www.cfr.org/expert-brief/after-fall-assad-dynasty-syrias-risky-new-moment (8 December 2024).
https://www.nakedcapitalism.com/2024/12/erdogan-backstabs-his-way-into-center-of-middle-east-conflict.html (2 December 2024).
0 notes
lolonolo-com · 2 months ago
Text
Siyaset Bilimine Giriş 2024-2025 Vize Soruları
Siyaset Bilimine Giriş 2024-2025 Vize Soruları Siyaset Bilimine Giriş 2024-2025 Vize Soruları 1. Aşağıdakilerden hangisi siyaset biliminin doğrudan inceleme kapsamına girmez? A) Devletin meşruiyeti B) Baskı grupları C) Dış ticaret rejimi D) Meclis E) Anayasalar Cevap: C) Dış ticaret rejimi Açıklama: Siyaset bilimi doğrudan dış ticaret rejimi ile değil, daha çok devlet, anayasa ve siyasi yapı…
0 notes
serhatnigiz · 5 months ago
Text
Bangladeş'teki Kendiliğinden Teknotik Kitle Hareketinin ve İsyanının Toplumsal Denetimizm Mücadelesi ile Olan Yakın Bağları Üzerine Değinmeler
Tumblr media
Tüm dünyada "egemenlik hakkının" sözde "seçim" ve "sandık" yoluyla "seçilmişlere" ve "atanmışlara" devredildiği temsiliyetist sistemler çöküyor! Krizden krize sürükleniyor!
Bagladeş devrimi de bu çöküşün halk kitleleri nezlinde ortaya çıkan bir yansımasından başka da bir şey değil. Temsiliyetist üç bacaklı devlet modelleri çöktükçe farklı çoğrafyalarda "ikili iktidar" durumu daha da gözle görülür bir hale geliyor.
Dünyanın neresinde olursa olsun egemenlik hakkı ister seçilmiş olsun ister atanmış olsun bir avuç memur kastına devredildiği müddetçe, orada adına ister "demokrasi" denilsin, ister "insan hakları" denilsin, bir avuç devletlü zümre tarafından oluşturulmuş olan bütün bu rejimler, birer diktatörlük olmanın da ötesine geçemezler.
Hangi ülke olursa olsun "milleti" oluşturan emekçi sınıflar temsiliyetizm yoluyla asla kendi temel haklarını devletlü memur kastları karşısında güvence ve teminat altına alamazlar! Dolayısıyla, temsiliyetist sistemler içerisinde emekçi sınıflar kapitalizme ve emperyalizme karşıda bir güvence ve teminat sahibi de olamazlar, olmarı da m��mkün değildir.
Yet'ki kimde ise kıllık ondadır! Ben devletim, ben memurum, yetki bende, istediğimi yaparım diyen temsiliyetist zihniyet ile devletin ve memurun bağımsız kurumlarca denetlenmesi gerektiğini söyleyen toplumsal denetimist zihniyet asla uzlaşamaz! Bangladeş devrimi de bu uzlaşamama halinin halkın kendiliğinden gelişen teknotik kitle hareketinin denetimist taleplerinin somut dışavurumu ve isyanıdır.
Temsiliyetizm sorunu asla temsiliyetizmin sınırları içinde kalınarak çözülemez. Bangladeş'te olduğu gibi, temsiliyetizm sorunu "demokrasiye dönülmesi" söylemi ile, daha net konuşursak üç bacaklı temsiliyetist-kapitalist devlet modelinin "istikrarlı hale getirilmesi" yalanı ile çözülemez.
Bagladeş'te ki "geçici" askeri diktatörlük rejimi ağzıyla kuş tutsa da, yasama, yargı ve yürütme kurumlarının "iç denge ve denetimine" dayalı sözde en modern burjuva devlet tipini seçim ve sandık yoluyla inşa edeceğini iddia etse de, bu sistematik için gereksinim duyulan göstermelik sol-temsiliyetist, sağ-temsiliyetist, islamcı-temsiliyetist, laik-temsiliyetist siyasal parti aparatlarını fonlasa da (ki bu projeye glokal-sermaye de sermaye katsa da), bütün bu yasamacılık (gerçekte yürütmecilik!) oyunları ile göz boyanmaya çalışılsa da, çok açık bir gerçektir ki; dünya üzerinde üç bacaklı temsiliyetist-kapitalist devlet modeli tüketim sürecine girmiş bulunmaktadır. Zor, baskı, manipülasyon yoluyla ayakta tutulmaya çalışılan bu temsiliyetist kurumlara karşı dünya genelinde büyük bir öfke duyulmaktadır.
Bu olgusal gerçekleri sadece denetimistler de değil, aklı başında tüm burjuva idelogları açıkca itiraf etmektedir. Dünya geneline yayılmış bölgesel savaşlar, çatışmalar, isyanlar, ayaklanmalar vs. durduk yere de yaşanmamaktadır. Temsiliyetist-kapitalist güçler bile gelinen noktada dünya üzerinde hakimiyet sağlayamamaktan, onca dezenformasyona, onca deformasyona ve onca algı yönetimine rağmen istedikleri ve arzu ettikleri oranda toplumları yönlendirememekten de şikayet eder bir duruma gelmişlerdir. Her yerde çeşitli biçimler altında insanların içinde yaşadıkları sistemi denetleme ve sistem üzerinde daha da çok söz sahibi olma talepleri hem bireysel düzeyde hem de kolektif düzeyde kendisini göstermektedir. Bu da yeni iletişim tarzlarını, yeni kavramları, yeni ifade ve muhalefet ediş biçimlerini de doğal olarak beraberinde getirmektedir.
İçerisinde yaşadığımız dünyada insanların robotlardan bir farkının kalmadığı, artık insanların geri dönüşü olmayacak bir biçimde pasif tüketici kitlelere dönüştürüldüğü gibi, son derece idealist ve gerçekten uzak yaklaşımların aksine Bangladeş devrimi gibi pek çok örnekte de görüldüğü gibi, kitlelerin temsiliyetizme, devletlü memur kastlarına, yolsuzluğa ve çürümeye dayalı kapitalizme ve emperyalist politikalara karşı öfkesi ne kadar kendiliğinden teknotik kitle hareketleri ve isyanları biçiminde gelişiyor olsa da, bu öfke tarihin en yüksek seviyelerindedir.
Yaşanan onca çalkantı, onca tepki, onca kızgınlık, onca sorgulama, onca yeni düşünce vs. hepsi insanlığın temsiliyetizme karşı yükselen toplumsal denetimist savaşımının ve taleplerinin bir ifadesidir.
Okyanusları geçmiş bu akıntı nasıl ki derede boğulacak değilse, kendiliğindenmiş gibi gözüken bu uyanışın kendi için savaşıma ve mücadeleye dönüşmesi de zaruri bir gerçek ve hakikat olarak karşımızda durmaktadır.
Sadece Bangladeş'te değil, tüm dünyada "ikili iktidarlar" ve "ön-devrimci" türbilanslarda bir artış olacağına, çok daha fazla sayıda emekçinin, gencin, kadının, ezilen sınıf ve katmanların ileri doğru atılacağına, karamsarlıktan ve yılgınlıktan beslenen ruh halinin paramparça olacağına, "bunlardan bir halt olmaz" denilen kitlelerin nasıl radikaleşeceğine, tüketim sürecine giren temsiliyetizm karşısında yükselişe geçen toplumsal denetimizm mücadeleleri ile birlikte tanıklık edeceğiz!
Bunlar daha hiçbir şey, devir alan ve daha da hızlanan bu toplumsal makinanın duracağını, önündeki setleri bir bir yıkarak yeni bir gelişme döneminin kapılarını açmayacağını sananlar yanıldıklarını çok net bir şekilde görecekler!
7.08.2024
Serhat Nigiz
Dipnot:
Bangladeş'teki gelişmeler ile ilgili Türkiye'de yaşayan liberal bir akademisyenin kaleme aldığı yazıya göz atmak isterseniz yazının bağlantı linki aşağıda:
"Hasina'nın rejimini anlamak, bu isyanın neden sıradan insanlar tarafından tamamen desteklendiğini anlamak için çok önemlidir. Protesto başlangıçta ayrımcılığa karşı bir öğrenci hareketi olarak başlasa da 1 hafta içinde daha geniş bir halk hareketine dönüştü. Dönüm noktası 14 Temmuz'da bir basın toplantısı sırasında Hasina'ya 1 haftadan uzun süredir devam eden iş kotalarına karşı öğrenci protestoları sorulduğunda yaşandı. Hasina cevaben şunları söyledi: "Özgürlük savaşçılarının torunları kota avantajlarından yararlanamayacaksa kim yararlanacak? Razakarların torunları mı?"
Hasina'nın bu sözleri protestoların büyümesine neden oldu. Öğrenciler Hasina'nın sözlerini, 1971 Kurtuluş Savaşı'nda yer alan özgürlük savaşçılarının torunlarına devlet memuru kontenjanının yaklaşık yüzde 30'unu tahsis eden "adaletsiz" kota sistemini protesto etme çabalarına küçümseyici bir yanıt olarak algıladı. Birkaç saat içinde öğrenciler protesto gösterilerine başladılar, Dakka Üniversitesi kampüsünde yürüyüşe geçtiler ve şu sloganları attılar, "Sen kimsin? Ben Razakar'ım."
0 notes
dizi-tahmincisi · 7 months ago
Text
V for Vendetta Filminde Evey Hammond Kimdir?
V for Vendetta Filminde Evey Hammond Kimdir?
Evey Hammond, “V for Vendetta” filminde Natalie Portman tarafından canlandırılan ana karakterlerden biridir. Evey’nin karakteri, filmin merkezi hikayesinin gelişiminde önemli bir rol oynar ve film boyunca dikkate değer bir dönüşüm geçirir. İşte Evey Hammond’un kim olduğunu ve özelliklerini ayrıntılı olarak inceleyelim: Evey Hammond Kimdir? Evey Hammond, Norsefire rejimi altında baskı ve korku…
Tumblr media
View On WordPress
0 notes
movie-characters · 7 months ago
Text
V for Vendetta Filminde Evey Hammond Kimdir?
V for Vendetta Filminde Evey Hammond Kimdir?
Evey Hammond, “V for Vendetta” filminde Natalie Portman tarafından canlandırılan ana karakterlerden biridir. Evey’nin karakteri, filmin merkezi hikayesinin gelişiminde önemli bir rol oynar ve film boyunca dikkate değer bir dönüşüm geçirir. İşte Evey Hammond’un kim olduğunu ve özelliklerini ayrıntılı olarak inceleyelim: Evey Hammond Kimdir? Evey Hammond, Norsefire rejimi altında baskı ve korku…
Tumblr media
View On WordPress
0 notes
dilperisanimmmm · 10 months ago
Text
Tumblr media Tumblr media Tumblr media
Kürt bahçesinin özgürlük bülbülü: Mihemed Şêxo
Kürtlere her zaman "bahar"ı müjdeleyen ve eserlerinde Kürt halk gerçekliği, Kürdistan’ın parçalanmışlığının acısı ve Kürt uluslaşması işleyen Mihemed Şêxo, 41 yıllık ömrüne toplam 14 albüm ve 4 sürgün sığdırdıktan sonra 9 Mart 1989'da aramızdan ayrıldı.
Onun toplam ömür bakiyesi, 41 yılda ürettikleri hala dilimizde, kulağımızda... Rojava Kürdistanı'nın güçlü sesi ve Kürt sanatının mihenk taşlarından Mihemed Şêxo'dan söz ediyoruz.
“Ey yaşayanlar, ben ölünce / Gömmeyin herkes gibi / Mezarımı dağların dibine kazın / İki saç örgüsü olsun mezar taşlarım / Her Mart’ta uyandırın beni / Ki neşelendireyim hepimizi” sözlerinin sahibi, büyük sanatçı Mihemed Şêxo'dan söz ediyoruz.
"Sanat politika ve ideoloji üstüdür" ve "sanat, sanat içindir" gibi devşirme kimi düşüncelerin hakim kılınmaya çalışıldığı Kürt müziği, son yıllarda en çorak dönemini yaşasa da zaman mefhumu, "sahih olan" ile "sahte olanı" birbirinden ayırmaya muktedir.
Mihemed Şêxo'yu "herkes gibi gömmeyen" ve "her Mart'ta onu uyandıran" şey de Kürt halk gerçekliğini, Kürdistan’ın parçalanmışlığını yüreğinin derinliklerinde hissetmesi ve hiçbir zaman bir zümrenin, bir beyin ya da bir tabakanın sanatçısı olmamasında gizli olsa gerek.
Kürdistan'ın dört parçası ve sürgünlerle geçen 41 yıllık ömründe ürettikleriyle zaman mefhumuna karşı imtihanı başarıyla veren Mihemed Şêxo, Kürtlerin gönlünde taht kurar.
Asıl adı "Mihemed Salih Şêxmûs" olan Mihemed Şêxo, 1948 yılında Qamişlo’nun Girbawî köyünde 11 çocuklu yoksul bir ailenin birinci çocuğu olarak dünyaya gelir.
11 yaşında okula gidebilen Mihemed Şêxo, maddi imkansızlıklardan dolayı 3. sınıfta okulu bırakmak zorunda kalır. Küçük yaşta bağlama çalmayı öğrenen Mihemed Şêxo, Qamişlo’da birçok müzisyenle tanıştı, ancak onu en çok etkileyen Aramê Tîgran’dır.
1969 yılında sanatsal çalışmalarını geliştirmek için Lübnan’a giden Mihemed Şêxo, iki yıl müzik eğitimi aldıktan sonra orada "Serkeftin" adında bir müzik grubu kurar.
Ramazan Omerî, Mehmud Ezîz, Peruîn ve diğer birkaç Kürt genç sanatçısından oluşan grup, kısa zamanda Lübnan halkı ve sanatçılarının beğenisini kazanır. Mihemed Şêxo, ondan sonra Bağdat’a geçerek Bağdat Radyosu’nun Kürtçe bölümünde şarkılarını ‘Bisk’ı ile sunar.
youtube
Ardından Rojava'ya dönen Mihemed Şêxo, burada "Ay Gewrê" isimli ilk albümünü çıkarır. Mihemed Şêxo'nun eserleriyle halkın gönlünde taht kurmasıyla Suriye devletinin baskıları da iyiden iyiye ağırlık kazanır.
Mihemed Şêxo'nun eserlerinden rahatsız olan Suriye rejimi, onu "parmaklarını keseriz” diye tehdit eder, o da "dilimle söylerim" yanıtını verir, "dilini de keseriz" tehdidi üzerine de "o zaman gözlerimle söylerim, halkım beni anlar" yanıtı onun tavizsiz kişiliğini gösteriyordu.
Baskı, gözaltı ve tutuklamaların ardı arkası kesilmeyince Mihemed Şêxo, Güney Kürdistan'a geçmek zorunda kalır. Orada pêşmerge'ye katılır ve aynı zamanda da sanatını icra eder.
Mücadele ve sanatı bir arada yürüten Mihemed Şêxo, peşmergenin yenilgisi ve Rojhilat'a çekilmesinden sonra, o da onlarla birlikte Rojhilat'a gider. Orada da sanatını sürdüren ve aynı zamanda öğretmenlik yapan Şêxo, İran rejimi tarafından da fark edilir.
Bir parçasında "Ey felek/ ji bo çi bextê me hoye/ Em bê dost û bê kesin (Ey felek/ niye talihimiz böyle/ biz dostsuz ve kimsesiziz)" ifadesini kullandığı için soruşturma açılır.
"Bavê felekê (feleğin babası)" olarak da bilinen Mihemed Şêxo'ya Tahran radyosunda eserlerinde, ‘Kürdistan’ geçen yerlerin ‘Gülistan’ olarak değiştirilmesi şartıyla yayınlanması teklif edilir fakat, O bunu kabul etmeyinde yargı yolu açılır.
11 yıllık sürgünün ardından tekrar doğduğu topraklar olan Qamişlo'ya dönen Mihemed Şêxo, hiçbir zaman bir kesimin, zümrenin ya da kişinin sanatçısı olmadı.
Tüm eserlerinde Kürt halk gerçekliği, Kürdistan’ın parçalanmışlığının acısı ve Kürt uluslaşması işleyen Mihemed Şêxo, aşk ve sevdayı işlediği parçalarında bile ülkesiz bir sevdanın gerçek sevda olmayacağını her zaman hatırlarda tutmayı ihmal etmedi.
Örneğin bir sevda parçası olan Gulîzar'da "ezê rûniştîme bin dara gulê, gula Kurdistanê (gül ağacının aldında oturmuşum, Kürdistan'ın gül ağacı) bile aşkın mekansal tahayyülü ülkesidir.
Bütün parçalarındaki ‘gül’ imgesinde Kürdistan’ı nakşetmiştir. ‘Bülbül’ olarak da kendisini ve belki de yurtsever Kürt halkını resmetmiştir. Cegerxwîn’in "Ay lê gulê" şiirini de bu duygularla besteler.
Ve "Ez gulê nadim malê dinê/ Li ser gulê têm kuştinê (Onun için ölürüm ama gülü dünya malına değişmem" derken gerçek sanatçı tavrını ortaya koymuştur. Kürdistan’ın o günkü durumu onun yüreğinde hep kapanmaz bir yara olarak kaldı.
"Welat welat" parçasında "Welat, welat pir şirîn welat / Taca cîhanê, xemla rojhilat / Gelê dor wan tazî û pêxas / Tew hov û nezan bûn / Nêrgiz ketin bin destê neyar / Îro bûne rênçber, birçî û hejar / Gel tev serbest bûn em kurd man bê war / Em bê bihar man, dema me nehat" sözleriyle tarihsel-toplumsal realiteye dikkat çeker.
"Yadê" parçasında "Yadê rebenê min go roka me hilatî ji aliyê çiya..." sözleriyle şafağın dağlardan doğru sökmeye başladığını ve "xortê Kurda rabin roja we hatiye" sözleriyle de gençlere "beklenen günün" geldiğini söylemesi de umudun mücadelede olduğunu ifade eder.
Sanatını icra ederken özgürlüğü esas aldığı kadar özgünlüğü de esas alan Mihemed Şêxo, Arap, Türk ve Fars kültürü ve müziği arasında sıkıştırılmak istenen Kürt kültürü ve müziğinde; binbir gayret ve inatla orijinalliğini, özgünlüğünü korudu.
Günü kurtarma, popüler olanın peşine takılma gibi yaklaşımları reddeden Mihemed Şêxo, müziğinde Kürdistani tınıyı her zaman koruduğu gibi ucube ve köksüz müziğe taviz vermedi.
Ay lê Gulê, Heps û Zindan, Ey Felek, Nesrîn, Gulîzar ve Dêrsim û Agirî gibi parçaların sahibi Mihemed Şêxo, 41 yıllık kısa ömrüne toplam 14 albüm ve 4 sürgün sığdırdıktan sonra 9 Mart 1989 tarihinde Qamişlo’da hayata veda etti.
Eserlerinde Kürtlerin yaşadıkları "heps û zîndan"ın nedeni olarak uykuda olmayı gören ve "Rabe ji xewê" ile Kürtlerin uyanmasını isteyen Mihemen Şêxo, "Azade şirîn" ile Kürtlere özgürlüğün tadını duyumsatmaya çalıştı.
Kendisi görmese bile "Bihuşta rengîn" dediği ülkenin bugün Rojava'da yaşam buluyor olmasında, onun yarattığı duygu ve düşünsel mirasın katkısı çok büyük...
9 Mart 1989 ��
0 notes
dipnotski · 1 year ago
Text
Berk Esen, Şebnem Gümüşçü, Hakan Yavuzyılmaz – Türkiye’nin Yeni Rejimi (2023)
Berk Esen, Şebnem Gümüşçü ve Hakan Yavuzyılmaz, bütün dünyadaki demokrasiden uzaklaşma eğiliminin bir parçası olan Türkiye’nin otoriterleşme deneyimini rekabetçi otoriterlik kavramıyla analiz ediyorlar. Yargının ve yasamanın yürütmenin yörüngesine girdiği, düşünce ve ifade özgürlüğünün kısıtlandığı, muhalefetin baskı altına alındığı, medyanın muhalefetten olabildiğince “temizlenip” iktidar…
Tumblr media
View On WordPress
0 notes
yenicagkibris · 2 years ago
Text
Merdan Yanardağ veya tabuya dokunmak! - Fikret Başkaya
T.C. varlığını Kürt varlığının inkarına borçludur. Yüz yıldır Kürtleri katlediyor, işkence ediyor, hapsediyor, dilini, kültürünü, tarihini yasaklıyor… Ve Kürtler, her türlü, şiddet, baskı, yasak ve devlet terörüne kahramanca direniyor… Yüzyıllık bir sorun olur mu? Laik, demokratik, sosyal-hukuk devleti denilende pekâlâ olabiliyor… Türkiye’nin halk düşmanı rejimi, modernlik, ‘ilericilik’,…
Tumblr media
View On WordPress
0 notes
isvicreninsesi · 2 years ago
Text
Canlarımızın oyu Yeşil Sol’a
Tumblr media
ZÜRİH- AABK Eşit Başkanı Hüseyin Mat, “Yeşil Sol Parti’yi kurumsal olarak aktif bir biçimde destekleyeceğiz. 7 Haziran’dan bu yana yapılan bütün seçimlerde bizim tutumumuz demokrasiden ve eşitlikten yana olmuştur” dedi. Avrupa’da bulunan 1,5 milyon Alevinin 700 bine yakını Almanya’da yaşıyor. Bünyesinde 300’e yakın cemevi bulunan Avrupa Alevi Birlikleri Konfederasyonu’nun (AABK) Eşit Başkanı Hüseyin Mat, “Nasıl ki Kürtler doğru tercih yapıyorsa, Alevi toplumu da doğru tercih yapacaktır” diyerek: “Bir oy Kılıçdaroğlu’na bir oy Yeşil Sol Parti’ye.” Yurt dışında 3,5 milyonu aşkın seçmen bulunuyor ve bu seçmenler içinde Alevi inancına sahip toplum önemli bir seçmen kitlesini oluşturuyor. AABK ise Avrupa’daki Aleviler içinde önemli bir nüfusu temsil ediyor. 14 Mayıs seçimlerinin herkes kadar Aleviler için de tarihi olduğunu söyleyen Mat, “Halk, barış, kardeşlik ve özgürlük ile karanlık ve tek adam diktatörlüğü arasında bir seçim yapacak. Türkiye, yüzünü Ortadoğu‘ya dönen bir diktatörlük rejimi ile mi yönetilecek ya da demokrasiyi içselleştiren, herkesin kendi inancını, kimliğini özgürce ifade edebildiği, konuşabildiği, yaşayabildiği bir ülke mi olacak? Çoğulcu bir demokrasi ve demokratik bir cumhuriyet mi olacak? Bu ikisi arasında bir seçim yapılacak” dedi. Cumhuriyetin 100. yılı olduğunu hatırlatarak, “100 yıldır biz Aleviler haksızlığa uğruyoruz” diyen Mat şöyle konuştu: “Koçgiri, Dersim, Sivas, Çorum ve Gazi gibi katliamlar yaşandı. Alevilere uygulanan politik baskı, Alevi köylerine yapılan camiler, Alevilerin cemevlerinin ibadet yeri olarak kabul edilmemesi gibi bir çok haksızlık yaşandı. Cumhuriyetin ikinci yüzyılına girdiğimiz şu günlerde, bu yüzyıl boyunca yaşadıklarımızı bir daha yaşamak istemiyoruz.” EŞİK YURTTAŞLIK HAKKIMIZI İSTİYORUZ “Başta Anayasa’da yazılı olan eşit yurttaşlık hakkımızı istiyoruz” diyen Mat, “Bu bir lütuf değil anayasal bir taleptir. Biz eşit yurttaşlık talebini sadece Aleviler için istemiyoruz.Türkiye’de mazlum olan herkesin Ermenilerin, Arapların, Süryanilerin, Êzîdîlerin, Hıristiyanların, inanan ve inanmayan her kesimin bir arada, çoğulcu, demokratik, laik bir ülkede yaşamasını istiyoruz. Bu seçimde verilecek her oy ile nasıl bir Türkiye olacağına karar vermiş olacağız. Birinci yüzyıldaki haksızlıklar devam edecek mi yoksa her kesimi anayasal bir güvenceye kavuşturan çoğulcu bir cumhuriyet mi olacak?” dedi. DEMOKRATİK BİR CUMHURİYETTEN YANAYIZ Avrupadaki Alevi örgütlenmesi içinde çok farklı düşünceden insanların olduğuna, çoğulcu bir anlayışa sahip olduklarına işaret eden Mat, “Biz bir Alevi kurumuyuz, bağımsızız. Ancak bağımsız olmamız, tarafsız olacağımız anlamına gelmiyor. Neye tarafız? Demokrasiden, çoğulculuktan, bir arada yaşamaktan, herkesin hak ve hukukunu korunduğu, laik, demokratik bir cumhuriyet ve onurlu bir barıştan yanayız” diye konuştu. BİR OY YEŞİL SOL'A, BİR OY KILIÇDAROĞLU'NA Türkiyede kangrenleşen sorunların başında Kürt ve Alevi sorunları geldiğinin altını çizen Mat, “Onurlu bir barış istiyoruz. Herkesin birbiriyle barışmasını istiyoruz. Kürt sorunu, Alevi sorunu ve kangrene çevrilmiş bütün sorunların çözülebileceğine inanıyorum. Bizim tarafımız, demokrasinin tarafıdır. Bundan dolayı da vicdan sahibi bir cumhurbaşkanı istiyoruz. Sol, sosyalist ve Kürt halkının da iradesini temsil eden partiler bir araya gelip ittifak yaptı. Cumhurbaşkanı seçiminde Kemal Kılıçdaroğlu’na, milletvekili seçiminde ise güçlü bir şekilde meclise girmesi için Emek ve Özgürlük İttifakı’na destek vereceğiz” dedi. YEŞİL SOL PARTİYİ KURUMSAL OLARAK DESTEKLİYORUZ Emek ve Özgürlük İttifakı’nın başta Kürtler ve Aleviler olmak üzere bütün ezilenlerin iradesini temsil ettiğine inandıklarını kaydeden Mat, “Yeşil Sol Parti’yi kurumsal olarak aktif bir biçimde destekleyeceğiz. Bu kararı ilk defa almıyoruz. 2018 seçimlerinde de bu tarzda bir karar almıştık. 7 Haziran’dan bu yana yapılan bütün seçimlerde bizim tutumumuz demokrasiden ve eşitlikten yana olmuştur. Dünden bugüne kararımız aynı yöndedir” diye konuştu. “Kürt sorununun çözülmesi için Yeşil Sol Parti’nin güçlü bir şekilde meclise girmesine destek vermiyorsanız, siz barıştan yana olamazsınız. Siz o zaman savaşı tercih edersiniz” ifadelerini kullanan Mat ekledi: “Onurlu bir barış olsun istiyoruz. Onurlu bir barış için masanın diğer tarafında muhatapların olması gerekir. Bunun için Yeşil Sol Parti’nin, Emek ve Özgürlük İttifakı’nın güçlü bir şekilde mecliste olması için her çabayı göstereceğiz.” ALEVİLER DE DOĞRU TERCİH YAPACAK Örgütlü oldukları bütün alanlarda seçim çalışmalarına dahil olduklarını belirten Mat, “Avrupa Alevi Birlikleri olarak bütün canlarımız nasıl tavır takınacağını biliyor. Bu konuda oldukça da örgütlüyüz. Nasıl ki Kürtler doğru tercih yapıyorsa, Alevi toplumu da doğru tercih yapacaktır. Toplumumuzun eşitlik, özgürlük, barış ve demokrasiden yana tutum alacağından eminiz” diye ekledi. ALMANYA'DA 600-700 BİR ALEVİ VAR Mat, Avrupa’da 1,5 milyona yakın Alevi yaşadığını, büyük bir bölümünün ise  Almanya’da bulunduğunu dile getirdi: “Ciddi bir Alevi nüfusu yurt dışında yaşıyor. Bunların büyük bir bölümü ise Almanya’da. Elimizde somut bir veri yok. Ancak Avrupa’nın 14 farklı ülkesinde birliğimize bağlı 300’e yakın cemevi var. Bunların üyelerinin toplamına bakınca sadece Almanya’da 600-700 bin civarında bir Alevi nüfusu olduğunu söyleyebiliriz” dedi. Konfederasyona Almanya, Fransa, İngiltere, İsviçre, Norveç, İtalya, Romanya gibi 14 Avrupa ülkesinin yanı sıra Türkiye’den de Alevi dernekleri de bağlı. CEMEVLERİ AKTİf ÇALIŞIYOR Cemevlerinin bir seçim bürosu gibi çalıştığını kaydeden Mat, “Konfederasyon olarak bir karar aldık ve bütün cemevlerimizin bir genelge gönderdik. Seçim sürecinde yapılan panellerde, seçmenlerin sandığa götürülüp oy kullanması organizasyonlarında, cemevlerimizin bulunduğu şehirlerde diğer kurumlarla da birlikte ortak örgütlenme yapmasını istedik. Sahada bu ortaklaşmayı görmek bizi sevindiriyor” dedi. ALEVİLER SANDIĞA GİTMELİ, OY KULLANMALI Avrupa’da seçime katılımın geçmiş seçimlerde düşük olduğunun da altını çizen Mat, bu sistemden rahatsız olan herkesin mutlaka gidip oyunu kullanması gerektiğini belirtti. Mat, “Tekçi, ırkçı faşist yönetimde rahatsız olan herkes sandığa gitmelidir. Sadece televizyon karşısında Erdoğan’a kızmak yetmiyor. Gerçek anlamda bir değişim istiyorsak, AKP-MHP yönetimini tarihin çöplüğüne atmak istiyorsak gidip oyumuzu kullanmamız gerekiyor” dedi. Kendisi gibi Alman vatandaşı olduğu için oy kullanamayan geniş bir Alevi kesim olduğuna da işaret eden Mat, “Oy verme hakkına sahip her canımız mutlaka sandığa gitmeli, oyunu kullanmalıdır. Hep birlikte kazanmak istiyorsak bunu yapmamız gerekir” mesajı verdi. Kaynak: Yeni Özgür Politika /Erdoğan Zamur Read the full article
0 notes
elazigsurmanset · 1 year ago
Text
Pakistan’dan Türkiye’ye 2 milyon mülteci..
Tumblr media
İslamabad yönetimi, aralarında 1,7 milyon Afganistan vatandaşının da bulunduğu tüm belgesiz göçmenlere ülkeyi terk etmelerini, aksi takdirde 1 Kasım’dan itibaren zorla sınır dışı edileceklerini duyurdu.
Pakistan hükümeti, sayıları 1,7 milyonu bulan tüm izinsiz Afgan sığınmacıların Kasım ayına kadar ülkeyi terk etmelerini istedi. Bu yıl sınırda saldırıların artması iki ülke arasında gerilimi tırmandırdı. Pakistan, sınır geçişiyle yapılan saldırılardan Afganistan’da üslenmiş militanları sorumlu tutuyor Taliban rejimi ise bu suçlamaları reddediyor. Geçen hafta Afganistan sınırı yakınlarındaki Mastung kentinde Mevlit kandili sırasında bir camide meydana gelen patlamada en az 50 kişi hayatını kaybetti. Pakistan İçişleri Bakanı Sarfraz Bugti, Salı günü “yasadışı” Afganlara yönelik baskı kararını açıklarken bu saldırıya ve Belucistan eyaletindeki bir başka saldırıya doğrudan atıfta bulunmadı. Yabancı bir ülkeye sığınma hakkını uluslararası hukuk güvence altına alıyor. Pakistan, özellikle Taliban’ın 2021’de Afganistan’da yeniden iktidara gelmesinden bu yana yüz binlerce Afgan mülteciyi kabul etti. Birleşmiş Milletler’e (BM) göre yaklaşık 1,3 milyon Afgan mülteci olarak kayıt altına alınırken, 880 bin kişi de yasal statü kazanmış durumda. Ancak önceki gün Bakan Bugti, henüz mülteci statüsü kazanmamış olanlara atıfta, 1,7 milyon kişinin daha ülkede “yasadışı” olarak bulunduğunu iddia etti. Bugti, bu insanların ay sonuna kadar ülkeyi terk etmeleri gerektiğini, uymayanların zorla çıkarılacağını söyledi. Devlet medyasında çıkan haberlere göre Bugti “Eğer gitmezlerse... o zaman eyaletlerdeki veya federal hükümetteki tüm kolluk kuvvetleri onları sınır dışı etmek için harekete geçecek” dedi. Böyle bir operasyonun nasıl yapılacağı konusunda daha fazla ayrıntı vermedi. Bakan ayrıca, ülkedeki “yasadışı” Afganların özel işletmelerini ve mal varlıklarını tespit etmeyi ve bunlara el koymayı amaçlayan bir ekip kurulduğunu duyurdu. Pakistan’daki Afgan yetkililer de yerel makamların hem yasal statüsü olan hem de olmayan Afganları toplamaya başladığını söyledi. Kaynak: H.K Read the full article
0 notes