#aydınlanma nedir
Explore tagged Tumblr posts
ruhsalseyler · 2 months ago
Text
https://www.ruhsalseyler.com/ruhsaluyanis/ruhsal-aydinlanma-nedir.html
0 notes
doriangray1789 · 3 months ago
Text
İçindeki ‘’akıl’’ kelimesinin bir tür yanılsama olduğu ön kabulüyle birlikte akıllı evler, akıllı kapılar, akıllı bahçeler, akıllı mutfak aletleri, akıllı telefon ve saatler, akıllı arabalar, akıllı plazalar ve akıllı daha pek çok şey üretiyoruz. Hepsi gittikçe aptallaşan insanlar için! Telefon ile saati birbirine entegre ettiğinde, bu ilişkiden teknolojiye dokunabildiği hissini duyabilenler daha az aptal belki ama bunca patırtının bizi neye dönüştürdüğünü biraz incelemek gerek. Çevrenizde kaç kişi bilgi istiyor? Sizi duyabiliyorum. Kimse! Siz de dâhil, kimse bilgi istemiyor. Bilginin ne işe yaradığı, ne kadar yer kapladığı, neye mâl olarak elde edildiğiyle ilgili var olan fikrimiz, gün geçtikçe aşınıyor. Bunu tercihlerimizden, beklentilerimizden, söylemlerimizden, yönelimlerimizden, reflekslerimizden anlamak zor değil. Biz bilgi istemiyoruz. Çözüm istiyoruz! Bu durum, yanlış bir demokrasi anlayış ve beklentisinin sonucudur. Seçmek ve seçilmek, inanmak ve inanılmakla girilmiş yoldan çok uzakta kalmalıydı. Seçmek ve seçilmek, ortaya akıl koymakla mümkün olabilmeliydi. Lakin biz seçerek, aklı delege ettik. ‘’Seni seçtimse, düşünmeme gerek kalmadı. Bana bilgi değil, çözüm getir!’’ Bu kısaca şu demektir; ‘’ Beni manipüle et.’’ Kendi isteğiyle, çıkarcı bir yönlendirme stratejisinin kuklası olma hali! Peki bu izah, yeterli mi? Değil! İnsanımız, dünyada da artan ekolün de etkisiyle, farkında olarak ya da olmayarak aydınlanma karşıtı bir pozisyonun savunucusu haline gelmiştir! Geçmişi idealize ediyor ve özlüyoruz. İdealize ettiğimiz, aslında hiç var olmamış ve koşullarından bağımsız değerlendirdiğimiz geçmişi, günümüze çekmeye çalışıyoruz. Eğitim sistemi, sürekli gedikler açılan bir sistemdi. Her sene kurcalanır, müfredat değiştirilir, sınav sistemiyle oynanır, gençler manyak edilirdi. Şimdi sistem çöktü ve biz ‘’eğitimi’’ kavram olarak itibarsızlaştırıyoruz! Bu bir toplumun intiharıdır. Bilim ne işe yarar? Felsefe nedir? Bilgi gerekli midir? Bu sorular içinde istihdam sağlayan cevaplar barındırdığı müddetçe anlamlı bulunmaya başlandı. Korkunç bir ekonomik bağlayıcılık, ilgili ilgisiz tüm alanları bu konu hakkında söz söylemeye ve çözüm bulmaya çağırıyor. Neden otoriter despotizm aşığı olduk? Çünkü inandık! Düşünmedik! Bu durumu çok iyi formülize eden bir sloganla insanımızın karşısına çıkıldı. Gerçekten basit, etkili, inandırıcı, akılda kalıcı ve ikna ediciydi. ‘’ Verin yetkiyi, görün etkiyi.’’ Aydınlanma karşıtlığının, bize getirdiği kutunun süslü bir paketi bile yok. İçinde şiddeti meydana davet eden bir dürtü var. Kültürel bağlamda ofansif bir dilin kullanılmasını salık veren bir tavsiye var. Popülizm Tanrısı var! Öyle bir Tanrı ki sizi cehenneme atmak için bir şeytana bile ihtiyacı yok! Bu yolun sonunda bizi bekleyen bir Kant yok! İçimizdeki son Kant'ı asana kadar mücadele etmeyi, kızıl elma varsaymışlar var. Kanmayın! İnanmayın! Düşünün! Okuyun! Sorgulayın!
12 notes · View notes
sebperest · 5 months ago
Text
Avrupa'nın öküzleri barışmaz
"Bu bir sırr-ı azîmdir. Ona remz ve işaret: Fahr-i Rusul demiştir: İsâ, şer'im ile amel edip ümmetimden olacak."
Lemeat'ta bir 'ikiz iki deha' analizi var:
"Şimdi buna dikkat et: Eski Roma, Yunanın iki dehâsı vardı; bir asıldan tev'emdi. Biri hayal-âlûddu, biri maddeperestti. Su içinde yağ gibi imtizaç olamadı. Mürur-u zaman istedi, medeniyet çabaladı, Hıristiyanlık da çalıştı. Temzicine muvaffak hiçbiri de olmadı. Herbiri istiklâlini filcümle hıfzeyledi. Hattâ el'an âdetâ o iki ruh, şimdi de cesetleri değişmiş. Alman, Fransız oldu..." ila ahir.
Devamını sonraya bırakmakla birlikte şöyle bir soruyla yüzleşelim hemen: 'İkiz iki deha' nedir? İdeoloji midir? Sistem midir? Kavim midir? Felsefe midir? Eğilim midir? Nasıl-nice birşeydir ki, evvela Roma-Yunan ile görünmüş, ancak Bediüzzaman'ın yaşadığı çağa da Alman-Fransız olarak gelebilmiştir?
Proudhon'nun 'Sanatın Prensibi'ni okurken yeni bir bakış açısı kazandığımı söyleyebilirim mevzua dair. Özeti şöyle: Proudhon, reform hareketi ile Roma, rönesans hareketiyle de Yunan arasında bağlar kuruyor. Ona göre ne 'reform' ne de 'rönesans' Batı için yeni şeyler değil. Ya? Özündeki 'yol açıcı' değerlere geri dönmüş oluyor onlarla Avrupa. Tabii biraz daha açılması gerek buranın. 'Yol açıcı' ne demek? Putperest Roma'nın İsevîlikle yaşadığı kavgayı nasıl aştığını anımsayalım şimdi: Kanlı bastırma çabalarının ardından pes etmişti imparatorluk. Hristiyanlığı da putperestlikle barıştırarak sinesine basmıştı. Hatta imparatorluğun resmi dini olarak kabul etmişti. Böylece düzenin devamı güvenceye alınmıştı. Eğer Roma hristiyanlığı kabullenmeseydi parçalanması işten bile değildi. Parçalanmak yerine hasmıyla uzlaşmayı seçti. Tıpkı bugün liberalizmin gittiği her ülkenin 'satılabileceklerine' yaptığı gibi...
Binlerce yıl önce yaşanan bu hâdise Roma için bir 'reform' anlamına geliyordu. Evet. Dinlerini değiştirmişlerdi. Tabii putperest köklerinden tamamen kopmamışlardı. (Köklerden kopmak kolay mı?) Heykellerini muhafaza ediyorlardı. Ama 'güncelleme' yapmışlardı. Tanrı sayısını azaltmışlardı. Kimbilir kaçtan üçe kadar düşürmüşlerdi. Eh, az değişiklik sayılmazdı bu da. Ne şiş yansın ne kebap misali düzenlerinin önünü açmışlardı böylece. Elbette her devletin bir sonu vardı. Onlarınki de yaklaşıyordu. Lakin bu hamleyle ömürlerini uzattıklarını kabul etmek yerinde olur. Güncelleme epey idare etti onları.
Nihayetinde parçalanmaktan kurtulamadılar. Uzun bir süre de karanlık çağları içinde boğuldu durdular. Gerçi manevi karanlıkları asla bitmemiştir. Fakat maddi anlamda eski savletli zamanlarına dönebilmek için bir güncellemeye daha ihtiyaç duydular. İşte aydınlanma çağının meşhur 'reform'u böyle birşeydir. Putperestlik hristiyanlığa dönüşerek nasıl güncellemiştir kendisini, aynen öyle de, hristiyanlık da protestanlığa dönüşerek tekrar bir güncelleme yapmıştır-yaşamıştır. Başlangıç noktası Almanya'dır. Ancak Almanya'da kalmamıştır. Batı dünyacılığının dehşetlenmesi reform hareketiyle başat gider. Artık uhreviliğin pek belirleyiciliği yoktur. Çalışmak ibadettir ama ibadet çalışmak değildir.
Peki o zaman 'reform' aslında nedir? Halisane din kaygısı mıdır? Sahiden İncil'i daha iyi anlamak için mi yapılmıştır? Onunla yaşanan sekülerleşmeye baktığınızda böyle olmadığını görürsünüz. Yani, protestanlık, Batılıları daha dindar yapmamıştır. Aksine maneviyattan uzaklaştırmıştır. (Mesela: Ateist-deist miktarı tavan yapmıştır.) Fakat, Batı, yine reformla dinini 'yol açıcı' bir şekle büründürmüştür. Asıl hedefi dünyayı elde etmektir. Putperestlik gün gelip 'engeller gibi durduğunda' nasıl rafa kaldırıldıysa, hristiyanlık da 'engeller gibi göründüğü' anda rafa kaldırılmıştır. Max Weber haklıdır yani:
"Protestanlaşmadan kapitalistleşemezsiniz." Dünyevileşmek için inanışın de uhreviyetten uzaklaşması şarttır. Reformla Batı'da olan aslında budur. Yani reform Batı faydacılığının dine kadar sirayet etmesidir. İtikadın dahi dünyaya göre belirlenmesidir. Şekillenmesidir. Mühendisliktir. Yahut da tam söylenişiyle: Reform, Roma faydacılığının, Alman sûretinde yeniden Avrupa'ya dönüşüdür. (Türkiye'de dini güncelleme çabalarının nasıl bir maksada yönelik olduğunu buradan çıkarabilirsiniz.)
Peki 'Yunan' ile 'rönesans' nasıl bağdaştırılacak? Burada Bediüzzaman'ın "Biri hayal-âlûddu, biri maddeperestti..." demesini hatırlamak gerekiyor. 'Maddeperest' reformun çizgisine denk geliyorsa 'hayal-âlûd' da rönesansın arkasındaki sırra denk geliyor. İşte şimdi Proudhon'dan alıntı yapabiliriz:
"Yunan sanatı açısından değer taşıyan korkunç eğilim, 'Graecia Mendax: Yalancı Yunanistan' sözünde ifadesini bulan 'yalancı' sıfatıydı. Bu sıfat Yunan sanatını şöhretin en üst basamaklarına kadar yükselttikten sonra onu tüm çürümüşlüklerin dipsiz uçurumuna alaşağı etti. Ancak gerçekçi ya da idealist düşüncenin tüm itirazları güzellik karşısında etkisizdi ve daha önemlisi, akla dayanan pekçok eleştiri sonuçsuz kaldı. (...) Nitekim akıl ve ahlak bize bir miktar ihtiyatlılığı dayatsa da, güzellik daima bizi kendine çeker ve eninde sonunda bizi ele geçirir. (...) Raffaello, resmin görevinin ve kuralının doğayı yeniden icra etmek değil, nesneleri temsil etmek olduğunu ileri sürdü. Resim 'Şeyleri doğanın yaptığı gibi değil, yapması gerektiği gibi: di fare le cose non como le fa la natura, ma como ella le dovrebbe fare...' temsil etmeliydi."
Efendim, soğuğa sormuşlar 'Nerelisin?' diye, demiş ki: 'Aslen Sivaslıyım ama Kars'ta yaşıyorum.' Aynen o hesap, rönesans daha çok İtalyan sanatçılar elinden tezah��r etmişse de, kelimenin kökeni Fransızcadır. 'Yeniden doğuş' anlamı içerir. Felsefî altyapısı da yine Fransızlara aittir. Ve rönesansla başlayan sanat bir ölçüde 'manipülasyon' barındırır bünyesinde. Gerçeği bükebilme yeteneği/cerbezesi kazandırır sahibine. 'Şeyleri, doğanın yaptığı gibi değil, yapması gerektiği gibi' yansıtma bugün de Batı (me)deniyetinin üzerinde durduğu sistemin önemli bir ayağını oluşturur. (Sineması, tiyatrosu, medyası, sosyalmedyası vs. yine rönesansın bu manipülatif dehası peşinde yürümektedir. Olanı değil kendince 'olması gerekeni' sunmaktadır. İnsanlığa yapılan algı operasyonlarının bini bir paradır.) Biraz evvel birincisine 'Roma faydacılığı' demiştik. İkincisine de şu ismi verebiliriz: 'Yunan manipülasyonculuğu.'
Septisizme (Sofestailik/Sûfestaîyye) dair okumalar yaptığınızda, Yunan felsefesinin, 'herşeyi istediği şekle sokabilme' konusunda zirve yaptığını görürsünüz. Hatta, Aristo'ya mantığı geliştirme fikrini veren, bu tarz cerbezelere karşı koyma isteğidir. Yine TDV İslam Ansiklopedisi'nin 'Sûfestaiyye' maddesinde aktarıldığına göre Arapçaya geçen safsata kelimesi de aynı köktendir:
"Antik Yunan düşüncesinin ilk dönemlerinde belli bir alanda uzmanlığı olan bilge kişiye sofist denilirken sonraları zayıf delilleri güçlü gibi göstermeye çalışan ve belâgatla insanları ikna edip amacına ulaşmak isteyen hatipler için kullanılmaya başlanmıştır. Sofistlerin ortaya çıkmasında eski Yunan’daki çeşitli ekollerin varlık ve bilgi konusunda farklı, bazan da birbirine zıt düşünceler ileri sürmesinin etkisi olmuştur. Bu tür görüşler zihinleri karıştırmış ve katı şüpheciliğin artmasına yol açmıştır. Sokrat’a yönelik safsataları sebebiyle Eflâtun ve diğer filozoflar tarafından şiddetle eleştirilen sofistlerin en meşhuru Protagoras’tır. Felsefe tarihinde sofistlere karşı gösterilen tavır Aristo ile devam etmiş, bunlar, Roma döneminde bütünüyle popüler kültür ve bilimsel olmayan şüphecilikle özdeşleştirilmiştir."
Batı bugün de bu iki ayağın üstünde durur işte: 1) Seküler fayda sağlayabileceği herşeyi realist bir şekilde sinesine basar, kullanır, kendisine katar. 2) Yine seküler bir fayda sözkonusuysa her gerçeğin yerine bir hayal koyabilir. Nasıl arzuluyorsa öyle gösterir. Nasıl gerektiğini düşünüyorsa öyle resmeder. İşte, Roma-Yunan iki dehasının, Bediüzzaman için Alman-Fransız olarak tenasuh etmesi arkasındaki hikmet bu olabilir. Allahu a'lem. Hristiyanlık ne kadar uğraşırsa uğraşsın dünyacılığın bu iki şeklini ıslah edip barıştıramamıştır. Bu iki deha türü, elbette ismetsiz dehalardır bunlar, tekrar sahaya dönmeyi başarmışlardır. Peki neden birbirleriyle imtizaç edemezler? Çünkü birisi 'gerçeği bir ölçüde kabullenmeyle' ilerlerken diğeri 'gerçekliği ortadan kaldırma yeteneğiyle' çalışır. Kabullenme-reddetme arzuları birbirinin zıttı olduklarından mürşidim öyle der:
"Su içinde yağ gibi imtizaç olamadı. Mürur-u zaman istedi, medeniyet çabaladı, Hıristiyanlık da çalıştı. Temzicine muvaffak hiçbiri de olmadı. Herbiri istiklâlini filcümle hıfzeyledi."
Fakat metnin devamında bir müjde de var:
"Güya bir nevi tenasuh başlarından geçmişti. Ey birader-i misâlî! Zaman böyle gösterdi. O ikiz iki dehâ öküz gibi reddetti Temzicin esbabını. Şimdi de barışmadı. Madem onlar tev'emdi, kardeş ve arkadaştı, terakkide yoldaştı. Birbiriyle döğüştü; hiç de barışmadılar. Nasıl olur ki aslı, hem madeni, matlaı başka çeşit olmuştu. Kur'ân'da olan nuru, şeriat hidayeti, şu medeniyetin ruhu olan Roma dehâsı birbiriyle barışır, hem mezcu ittihadı..." 
Eh, evet, hadi bakalım. Üzerine düşünmeye başlayalım. Buradan, Yunan'ın yalancı dehasıyla değil fakat, Roma'nın faydacı dehasıyla İslam'ın barışmasının mümkün olduğu fikrine mi varmalıyız? Yahut da Batı'nın realist tarafının bir şekilde onu İslam'a yaklaştırdığını-yaklaştıracağını mı düşünmeliyiz? Veyahut da maslahatçılığın en nihayet Batı'yı İslam'a getireceğine mi uyanmalıyız? Ne demeliyiz? Ne söylesek bir ucu gayba bakıyor. 'En doğrusunu Allah bilir...' deyip yazıyı burada sonlandıralım en iyisi...
5 notes · View notes
sabahci-baykus · 2 months ago
Text
Sorun bende biliyorum ! Düzelmek için çok çaba harcadım ama hiçbir şey rayında gitmedi evrenden olumlu bir yanıt gelmedi evren kolumda bir yara keşke bu dünyada beni güldüren insanlar her zaman bana destek olsalardı köstek değil her gün aynı geçiyor gibi ruhumun derinlerindeki yarayı anlatmam imkansız şimdi düşünüyorken seni senin ruhunda açtığım yarayı da kapatmak isterdim. Bazı şeylerin telafisi olmaz. Senin yaralarını sarmak için çaba gösteririm ama bir yere kadar sonrası ikimize de zulüm ayrılmamız gerekti ayrıldık biliyorum öfke barındıyorsun tüm insanlığa ama öfkeni kusma çünkü sana zararı var ben ölmüşüm çok değil pişman olma hayatında ne yaşadıysan intihar çözüm değil. İnancın ne olursa olsun kendini sevmeye çalış ben beceremiyorum sen becer. Geliştir kendini her konuda bilgin ol sonra kazanacağını gör. İnanıyorum sana ! Affetmezsin ama hedeflerime engel olmayı bırak sen bir annesin bense bir öksüz düşünsene zaman zaman bende düşlerdim bir çocuğum olsun şimdi ise tek düşlediğim hayatta. Huzurlu bir ölüm. Ama bunu intihar ederek değil yavaş yavaş sindererek yapmak istiyorum. Çünkü sana saygı duyuyorum her gün bana işkence yapsan da ayrım yapmıyorum. Çünkü olgun bir insan gibi davranmaya başladım.Yaşlanıyorum nefes almak zor geliyor burun deliklerim tıkanıyor. Boğuluyorum sonra yıkılıyorum kimse ye zarar vermek istemiyorum ama onlar bana hergün zarar verirken içten içe ağlıyorum sonra diyorlar ki neden durgunsun ne düşünüyorsun neden gidip geliyorsun sürekli uzaktan olan bir hayalete yenilmek nedir görmüyorsun. Aşk mı ? 3 kadında tanıdım sevmenin ne demek olduğunu üçü de ölü annem sibel ve cansu şimdi hayata neden tutunayım. Harabeye dönmüşüm oysa ki yemyeşil bir ormanda herkesten uzakta yaşadığım hayatı özlemek çok battı düşmanlara.Kalemimi kırsalardı daha rahat olurdu yok olmak belki de var olmanın en kolay yolu ama yavaş yavaş ! Vücdumuzda benlerin bir sebebi varmış onlar önce ki hayatımız da ölme sebebimizi gösteriyormuş o zaman ben burunumdan kulağımdan filan yara almış olabilirim. Belki de beni seven insanlarla sağırlığım bu yüzdendir. Değersiz bir hayatım var paçavra gibi beni uzaktan yakından yaraladılar.Sahiden gülmek isterdim. Mutlu olmak. Aile kurmaya önem biri değildim zaten öyle olsa ailemi kuracak biri nasip olurdu belki.Bir takım sorunlar var bu sorunlar aşılmaz sorunlar.Ruhumun derinliklerinde aşağılanma duygusu eziklik var. Çok büyük bir adam olsa da değişmeyecek sorunlar. Kaybetmek için gelmişim dünyaya ben daha bir şey söylemeden hakkımda çıkan dedikodulardan da bıktım usandım kendimi dış dünyaya kapadım. Çare olmadı. Yine buldular yine uğraştılar hep peşimdeler. Beni bilirler ve beni sürekli eleştirirler eziklerler yapılan yanlışlar vardır elbet kimse kusursuz değildir.Ama bir çocuk doğduğunda ağlamaya başlarmış.Şimdi ben ağlaya mıyorum ? Bende hayata dair sadece korku ve kaygı var. Her gün yeni korkular ekliyorum korkularıma ama biliyorum ki bunlar birgün düzelecek çünkü kimse 32 yaşın üstüne 150 yıl yaşamamış günümüzde. Sonuç öyle yada böyle öleceğiz neden gelecekteki hedeflere ulaşmak varken geçmişin esiriyiz ? Esaret bizlere göre değildir. İnsan kendini doğaya bırakmalı doğada aydınlanma yaşamalı. Sonra bu sahte şehirlerde hayat bulmalı. Bu da sadece ilişki değildir. Kendi ihtiyaçlarını karşılamak yeterlidir bence. Zamanı tutamıyoruz garantimiz yok ne diye bu kavga neden böyle ölmekten beter oluyoruz. Masum insanlar tanısaydım o da yok herkeste bir kusur var ! Ama devam ediyoruz. Hayat bu ya gün geçtikçe daha da azılıyoruz azalmaya da devam ediyoruz. Ama yalnız kaldıkça mutluluğu kendimizde buluyoruz. Gerisinin önemi kalmıyor ne yapıyoruz kendimizi seviyoruz az da olsa !
2 notes · View notes
emreerolblog · 19 days ago
Text
"What Is Enlightenment?" (Aydınlanma Nedir?) - Immanuel Kant
Enlightenment is man's emergence from his self-imposed nonage. Nonage is the inability to use one's own understanding without another's guidance. This nonage is self-imposed if its cause lies not in lack of understanding but in indecision and lack of courage to use one's own mind without another's guidance. Dare to know! (Sapere aude.) "Have the courage to use your own understanding," is therefore the motto of the enlightenment.
Laziness and cowardice are the reasons why such a large part of mankind gladly remain minors all their lives, long after nature has freed them from external guidance. They are the reasons why it is so easy for others to set themselves up as guardians. It is so comfortable to be a minor. If I have a book that thinks for me, a pastor who acts as my conscience, a physician who prescribes my diet, and so on--then I have no need to exert myself. I have no need to think, if only I can pay; others will take care of that disagreeable business for me. Those guardians who have kindly taken supervision upon themselves see to it that the overwhelming majority of mankind--among them the entire fair sex--should consider the step to maturity, not only as hard, but as extremely dangerous. First, these guardians make their domestic cattle stupid and carefully prevent the docile creatures from taking a single step without the leading-strings to which they have fastened them. Then they show them the danger that would threaten them if they should try to walk by themselves. Now this danger is really not very great; after stumbling a few times they would, at last, learn to walk. However, examples of such failures intimidate and generally discourage all further attempts.
Thus it is very difficult for the individual to work himself out of the nonage which has become almost second nature to him. He has even grown to like it, and is at first really incapable of using his own understanding because he has never been permitted to try it. Dogmas and formulas, these mechanical tools designed for reasonable use--or rather abuse--of his natural gifts, are the fetters of an everlasting nonage. The man who casts them off would make an uncertain leap over the narrowest ditch, because he is not used to such free movement. That is why there are only a few men who walk firmly, and who have emerged from nonage by cultivating their own minds.
It is more nearly possible, however, for the public to enlighten itself; indeed, if it is only given freedom, enlightenment is almost inevitable. There will always be a few independent thinkers, even among the self-appointed guardians of the multitude. Once such men have thrown off the yoke of nonage, they will spread about them the spirit of a reasonable appreciation of man's value and of his duty to think for himself. It is especially to be noted that the public which was earlier brought under the yoke by these men afterwards forces these very guardians to remain in submission, if it is so incited by some of its guardians who are themselves incapable of any enlightenment. That shows how pernicious it is to implant prejudices: they will eventually revenge themselves upon their authors or their authors' descendants. Therefore, a public can achieve enlightenment only slowly. A revolution may bring about the end of a personal despotism or of avaricious tyrannical oppression, but never a true reform of modes of thought. New prejudices will serve, in place of the old, as guide lines for the unthinking multitude.
Tumblr media
Aydınlanma, insanın kendi suçu ile düşmüş olduğu bir ergin olmama durumundan kurtulmasıdır. Bu ergin olmayış durumu ise, insanın kendi aklını bir başkasının kılavuzluğuna başvurmaksızın kullanamayışıdır. İşte bu ergin olmayışa insan kendi suçu ile düşmüştür; bunun nedenini de aklın kendisinde değil, fakat aklını başkasının kılavuzluğu ve yardımı olmaksızın kullanmak kararlılığını ve yürekliliğini gösteremeyen insanda aramalıdır. Sapare Aude! Aklını kendin kullanmak cesaretini göster! sözü şimdi Aydınlanmanın parolası olmaktadır.
Doğa, insanları yabancı bir yönlendirilmeye bağlı kalmaktan çoktan kurtarmış olmasına karşın (naturaliter maiorennes), tembellik ve korkaklık nedeniyledir ki, insanların çoğu bütün yaşamları boyunca kendi rızalarıyla erginleşmemiş olarak kalırlar ve aynı nedenlerledir ki bu insanların başına gözetici ya da yönetici olarak gelmek başkaları için de çok kolay olmaktadır. Ergin olmama durumu çok rahattır çünkü. Benim yerime düşünen bir kitabım, vicdanımın yerini tutan bir din adamım, perhizim ile ilgilenerek sağlığım için karar veren bir doktorum oldu mu, zahmete katlanmama hiç gerek kalmaz artık. Para harcayabildiğim sürece düşünüp düşünmemem de pek o kadar önemli değildir; bu sıkıcı ve yorucu işten başkaları beni kurtaracaktır çünkü. Başkalarının denetim ve yönetim işlerini lütfen üzerlerine almış bulunan gözeticiler [vasiler, ç.] insanların çoğunun, bu arada bütün latif cinsin ergin olmaya doğru bir adım atmayı sıkıntılı ve hatta tehlikeli bulmaları için gerekeni yapmaktan geri kalmazlar. Önlerine kattıkları hayvanlarını önce sersemleştirip aptallaştırdıktan sonra, bu sessiz yaratıkların kapatıldıkları yerden dışarıya çıkmalarını kesinlikle yasaklarlar; sonra da onlara, kendi kendilerine yürümeye kalkışırlarsa başlarına ne gibi tehlikelerin geleceğini bir bir gösterirler. Oysa onların kendi başlarına hareket etmelerinden doğabilecek böyle bir tehlike gerçekten büyük sayılmaz çünkü bir kaç düşüşten sonra bunu göze alanlar sonunda yürümeyi öğreneceklerdir, ne var ki bu türden bir örnek insanı ürkütüverir ve bundan böyle de yeni denemelere kalkışmaktan alıkoyar.
Demek oluyor ki her birey için nerdeyse ikinci bir doğa yerine geçen ve temel bir yapı oluşturan bu ergin olmayıştan kurtulmak çok güçtür. Hatta insan bu duruma seve seve katlanmış ve onu sevmiştir bile; işte bu yüzden o, kendi aklını kullanma bakımından gerçekten de yetersizdir; çünkü onun böyle bir deneyi gerçekleştirmesine asla izin verilmemiştir, o aklını kullanmayı denemeye hiç bir zaman bırakılmamıştır. Dogmalar ve kurallar, insanın doğal yetilerinin akla uygun kullanılışının ya da daha doğru bir deyişle kötüye kullanılmasının bu mekanik araçları, erginleşme ve olgunlaşma için sürekli bir ayakbağı olurlar. Biri çıkıp yürümeyi köstekleyen bu zincirleri atsa da, en dar hendekten bile hemen öyle pek kolayca atlayamaz; çünkü o henüz kendisine güven duyarak bacaklarını özgürce hareket ettirmeye daha alışamamıştır. İşte bundan dolayı da ruhlarını, zihinsel yanlarını kendi başlarına işleyip kullanarak ergin olmayıştan kurtulan ve güvenle yürüyebilen pek az kişi vardır.
Oysa buna karşılık, kitlenin kendi kendisini aydınlatması daha çok olanak taşır; hatta ona özgürlük, yani özgür olma hakkı tanınırsa bu durumun önüne geçilemez de. Çünkü yığının içinde, kamuda -vasiler arasında bile- bağımsız düşünebilen bir kaç kişi her zaman bulunacaktır; bunlar önce kendi boyunduruklarını atacaklar, sonra da insanın kendindekini akıllıca değerlendirmesi yanında bağımsız düşünmenin kişi için bir ödev olduğu anlayışını çevrelerine yayacaklardır. Ama eskiden kitleyi boyunduruk altına sokan ve kendileri de aydınlanmaya öyle pek layık olmayan ve hak kazanmayan gözeticilerden birkaçı şimdi çıkıp da kitleyi boyunduruktan kurtulmaları için kışkırtırlarsa, öteki gözeticiler bunları boyunduruk altında kalmaya zorlarlar; önyargıları yerleştirmenin işte böyle zararları vardır ve bu önyargılar kendilerini yayanlardan sonunda öçlerini alırlar. Bundan dolayı: kamu ancak yavaş yavaş aydınlanmaya varabilir. Gerçi devrimler ile bir baskı rejimi, kişisel bir despotizm, bir zorbalık yönetimi yıkılabilir; ancak yalnız bunlarla, düşüncelerde gerçek bir düzelme, düşünüş biçimlerinde ciddi bir iyileşme elde edilemez; tersine, bu kez yeni önyargılar, tıpkı eskileri gibi, topluma yeni birer gem, yeni birer yular olurlar:
Oysa aydınlanma için özgürlükten başka bir şey gerekmez ve bunun için gerekli olan özgürlük de özgürlüklerin en zararsız olanıdır:
Aklı her yönüyle ve her bakımdan çekinmeden apaçık olarak kullanmak özgürlüğü.
0 notes
nigdadiken · 2 months ago
Text
Yoga: Kadim Bilgeliğin Modern Yaşamla Buluşması
Tumblr media
Yoga, sadece bir egzersiz değil, binlerce yıllık bir öğreti, bir yaşam felsefesidir. Sanskritçe’de “birlik” veya “bütünleşme” anlamına gelen yoga, fiziksel, zihinsel ve ruhsal sağlığı bir araya getirir. Yoga, kişinin kendisiyle, çevresiyle ve evrenle olan bağını kuvvetlendiren, içsel bir yolculuktur. Bu yazıda, yoganın ne olduğunu, nereden geldiğini, insan hayatındaki olumlu etkilerini ve yogaya başlamak isteyenlerin bilmesi gerekenleri keşfedeceğiz.
1. Kadim Bir Öğreti: Yoga Nedir ve Nerede Doğmuştur?
Yoga, Hindistan’da doğmuş ve M.Ö. 5000’li yıllara dayanan köklü bir pratiktir. Yoga, ilk olarak Hindistan’ın kutsal metinlerinde, özellikle Veda’larda ve Upanişad’larda yer almıştır. Modern yoga felsefesinin temelleri ise, Patanjali’nin yazdığı “Yoga Sutraları” adlı eserde açıklanmıştır. Patanjali, yogayı Ashtanga Yoga olarak bilinen sekiz basamaklı bir yol olarak tanımlar: ahlaki ilkeler, kişisel disiplin, fiziksel duruşlar (asana), nefes kontrolü (pranayama), duyuların kontrolü, konsantrasyon, meditasyon ve aydınlanma.
Yoga, sadece bir fiziksel egzersiz olmanın ötesinde, zihinsel dinginliği ve ruhsal aydınlanmayı hedefler. Bu kadim disiplin, binlerce yıldır ruhani bir uygulama olarak insanlara rehberlik etmektedir. Ancak günümüzde, yoga hem fiziksel hem de zihinsel sağlığı iyileştiren bir yaşam biçimi olarak benimsenmiştir.
2. Beden, Zihin ve Ruhun Birleşmesi: Yoga Neyi Temsil Eder?
Yoga, beden, zihin ve ruh arasında denge kurmayı temsil eder. Bu dengeyi sağlayarak kişinin hem fiziksel hem de ruhsal sağlığını iyileştirir. Yogayı tanımlayan bazı temel ilkeler şunlardır:
• Birlik ve Bütünlük: Yoga, kişinin bedenini, zihnini ve ruhunu bir bütün olarak ele alır. Fiziksel pozisyonlar (asanalar), nefes çalışmaları (pranayama) ve meditasyon, bu bütünlüğü sağlar. Bu birliktelik, kişiyi hem içsel hem de dışsal dünyasında huzura ve dengeye ulaştırır.
• Kendini Bilme ve Farkındalık: Yoga, kişinin bedenini, zihnini ve sınırlarını keşfetmesine olanak tanır. Yoga pratiği sayesinde kişi, kendi sınırlarını tanır ve bu sınırları saygıyla karşılar. Bu farkındalık, kişinin yaşamda daha dengeli ve bilinçli kararlar almasına yardımcı olur.
• Sakinlik ve Stres Yönetimi: Yoga, zihinsel ve fiziksel rahatlama sağlayarak stresi azaltır. Meditasyon, nefes teknikleri ve fiziksel hareketler, zihni sakinleştirir ve kişinin stresle daha kolay başa çıkmasını sağlar.
3. Sakinliğin ve Gücün Dansı: Yogayla Stres Yönetimi ve Fiziksel Dönüşüm
Yoga, modern yaşamın getirdiği stres ve kaygılarla başa çıkmada güçlü bir araçtır. Yoga pratiği, zihni sakinleştirerek stresi azaltır ve kişinin daha huzurlu bir ruh hali içerisinde olmasını sağlar. Özellikle meditasyon ve nefes teknikleri, zihinsel dengeyi koruyarak stresi azaltmada etkili olur. Bunun yanı sıra, yoga, bedeni esneterek ve güçlendirerek fiziksel dönüşümü de destekler. Kasları güçlendiren ve dengeyi artıran yoga pozisyonları, bedenin daha esnek, güçlü ve dengeli hale gelmesini sağlar. Esnek bir beden, hareket kabiliyetini artırırken, aynı zamanda duruş bozukluklarını düzelterek omurga sağlığını destekler.
4. Yoganın İnsan Hayatındaki Olumlu Etkileri
Yoga, düzenli olarak uygulandığında, insan hayatına hem fiziksel hem de zihinsel anlamda birçok olumlu katkı sağlar. İşte yoga pratiğinin sunduğu bazı başlıca faydalar:
• Zihinsel Sakinlik ve Konsantrasyon: Yoga, zihni rahatlatır ve dikkatin dağılmasını engeller. Meditasyon ve nefes teknikleri, yoğun düşüncelerden arınmaya ve mevcut ana odaklanmaya yardımcı olur. Bu sayede kişi, günlük hayatta daha sakin ve dengeli bir zihinle hareket eder.
• Uyku Kalitesinin İyileşmesi: Yoga, sinir sistemini rahatlatır ve stres seviyelerini azaltarak uykuya geçişi kolaylaştırır. Düzenli yoga pratiği, uyku kalitesini artırarak kişinin daha dinlenmiş ve enerjik hissetmesini sağlar.
• Nefes Kontrolü ve Enerji Seviyeleri: Pranayama adı verilen nefes teknikleri, yoga pratiğinin vazgeçilmez bir parçasıdır. Bu teknikler, akciğer kapasitesini artırır, bedeni daha fazla oksijenle besler ve enerji seviyelerini yükseltir.
• Duruş ve Postür Düzeltme: Yoga pozisyonları, omurgayı destekleyerek kişinin daha dik ve sağlıklı bir duruşa sahip olmasını sağlar. Özellikle uzun süre oturarak çalışanlar için, yoga postür bozukluklarını düzeltmede etkili bir yöntemdir.
• Daha İyi Duygusal Denge: Yoga, ruhsal dinginlik sağlar. Zihinsel berraklık ve ruhsal huzur, yoga pratiği ile artar. Düzenli olarak yoga yapmak, kişinin duygusal olarak daha dengeli olmasına ve içsel huzurunu bulmasına yardımcı olur.
5. Her Yaş ve Bedene Uygun Bir Pratik: Yogaya Başlarken Nelere Dikkat Edilmeli?
Yoga, herkesin yapabileceği bir pratiktir. Yaş, kilo ya da fiziksel durum fark etmeksizin herkes yogaya başlayabilir. Önemli olan, kişinin kendi bedenini tanıması ve sınırlarına saygı göstermesidir. Peki, yogaya başlarken nelere dikkat edilmeli?
• Yaş Faktörü: Yoga, her yaş grubuna uygun bir disiplindir. Gençlerden yaşlılara kadar herkes yoga yapabilir. Çocuklar için daha dinamik yoga türleri önerilirken, yaşlılar için hafif ve destekleyici yoga türleri (yin yoga, restoratif yoga) uygundur.
• Kilo Faktörü: Kilonuz ne olursa olsun yoga yapabilirsiniz. Kilolu bireyler, başlangıçta daha yumuşak ve destekleyici yoga türlerini deneyebilir. Zamanla esneklik ve kas gücü arttıkça daha zorlayıcı pozisyonlara geçiş yapılabilir.
• Doğru Eğitmen Seçimi: Özellikle yeni başlayanlar için, deneyimli bir yoga eğitmeni rehberliğinde çalışmak önemlidir. Eğitmen, pozisyonları doğru yapmanıza ve bedeninizi zorlamadan yogaya adapte olmanıza yardımcı olur.
• Düzenli Pratik: Yoga, bir süreçtir ve etkilerini zamanla gösterir. Haftada birkaç kez yoga yapmak, hem fiziksel hem de zihinsel faydalar sağlar. Sabırlı olup düzenli bir şekilde pratiği sürdürmek, yoganın derin etkilerini ortaya çıkarır.
• Vücudu Dinlemek: Yoga, bedenle yarışmayı değil, bedenle barışmayı öğretir. Pozisyonlar sırasında vücudu zorlamamak ve acı hissettiğinizde durmak önemlidir. Vücudu dinleyerek yoga yapmak, sakatlanma riskini en aza indirir.
6. Sonuç: Yogaya Başlamak İçin En Doğru Zaman Şimdi!
Yoga, sadece fiziksel bir egzersiz değil, aynı zamanda zihinsel ve ruhsal bir yolculuktur. Bedenin esnekliğini artırırken zihni sakinleştiren, stresi azaltırken içsel huzura ulaştıran yoga, her yaştan ve bedenden insanın uygulayabileceği bir pratiktir. Düzenli yapıldığında, yoga, hayatınıza denge, huzur ve sağlık katabilir.
Yogaya başlamak için yaşınızın ya da kilonuzun bir önemi yok. Kendinizi tanıyın, sınırlarınızı keşfedin ve bu kadim pratiği hayatınıza dahil edin. Unutmayın, yogaya başlamak için en uygun zaman şu andır!
1 note · View note
mriya2014 · 4 months ago
Text
İlluminati nedir: Tarihin en gizemli cemiyetlerinden biri 
İlluminati (Latince: Illuminati, Türkçe: Aydınlatılmışlar) ya da tarihteki adıyla Bavyeralı İlluminati, batıl inanca, önyargıya, dinin toplumsal yaşam üzerindeki etkisine, iktidarın kötüye kullanımına karşı Aydınlanma Çağı’nda 1 Mayıs 1776’da kurulmuş ve 1785’te dağılmış gizli bir aydın toplululuğudur. İlluminati nedir: Tarihin en gizemli cemiyetlerinden biri hakkında neler biliniyor? Emma…
0 notes
aykutiltertr · 5 months ago
Video
youtube
TEST 3 3.Hafta İBRAHİM MÜTEFERRİKA VE MATBAANIN OSMANLIYA GELİŞİ (TEMEL...  Sorularla Öğrenelim Türk Grafik Tasarım Tarihi 3. İBRAHİM MÜTEFERRİKA VE MATBAANIN OSMANLI DEVLETİ’NE GELİŞİ Soru 1: İbrahim Müteferrika’nın kökeni hangi ülkedir? (Çoktan Seçmeli) ✔ Macaristan Lehistan Rusya İngiltere Fransa Cevap : Macaristan Soru 2: Matbaanın kurulması ile beraber kağıt ihtiyacı nereden karşılanmıştır ? (Çoktan Seçmeli) Osmanlı Sarayından ✔ Yalova Kağıt Fabrikasından Avrupa’dan Hattatlar odasından Fransız tacirlerden Cevap : Yalova Kağıt Fabrikasından Soru 3: İbrahim Müteferrika matbaada kitap basmadan önce ne baskısı yapmıştır? (Çoktan Seçmeli) Bröşür Gazete Afiş ✔ Harita Bilet Cevap : Harita Soru 4: Osmanlı matbaasında basılan ilk kitabın adı nedir ? (Çoktan Seçmeli) Tarih-i Hind-i Garbi Hadis-i Şerif Cihannüma Marmara Haritası ✔ Vankulu Lügatı Cevap : Vankulu Lügatı Soru 5: Aşağıdakilerden hangisi İbrahim Müteferrikanın bastığı haritalardan değildir? (Çoktan Seçmeli) Marmara Denizi Haritası İran Haritası ✔ Avrupa Haritası Mısır Haritası Karadeniz Haritası Cevap : Avrupa Haritası Soru 6: Aşağıdakilerden hangisi İbrahim Müteferrikanın bastığı eserlerden olamaz? (Çoktan Seçmeli) ✔ Dini kitaplar Bilimsel kitaplar Sözlükler Haritalar Tarih kitapları Cevap : Dini kitaplar Soru 7: İlk Osmanlı matbaasında Latin harfleri ilk kez hangi kitabın basımında kullanılmıştır? (Çoktan Seçmeli) Tarih-i Timur ✔ Grammaire Turque Cihannüma Vankulu Sözlüğü Tarih-i Mısır Cevap : Grammaire Turque Soru 8: Aşağıdaki eserlerin hangisinde yazı yanında resimlemelerde yer almıştır? (Çoktan Seçmeli) Tarih-i Mısır Tarih-i Timur Vankulu Sözlüğü Grammaire Turque ✔ Tarih-i Hind-i Garbi Cevap : Tarih-i Hind-i Garbi Soru 9: Yalova’da kurulan ilk kağıt fabrikasının adı aşağıdakilerden hangisidir? (Çoktan Seçmeli) Kağıthane-i Yalova Kağıthane-i İstanbul ✔ Kağıthane-i Yalakabad Kağıthane-i Şişli Kağıthane-i Garbi Cevap : Kağıthane-i Yalakabad Soru 10: 1732 yılında basılan ve İbrahim müteferrikanın kendi eseri olan kitap aşağıdakilerden hangisidir? (Çoktan Seçmeli) Vankulu Sözlüğü Tarih-i Hind-i Garbi Grammaire Turque ✔ Füyuzat-ı Mıknatıssiye Tarih-i Timur Cevap : Füyuzat-ı Mıknatıssiye İbrahim Müteferrika ve İlk Osmanlı Matbaasının Kuruluşu Matbaanın temeli olan ahşap baskının mucidi olan Çinlilerin değişik zeminler üzerine baskılar yapmış oldukları bilinse de, baskı yazı olarak bilinen matbaanın mekanik ve hızlı bir şekilde kullanılması Alman Gutenberg’in sayesinde olmuştur. Gutenberg’in sistemi yeniden kullanılabilen tek tek metal alaşımdan harflerin kullanılmasına dayanmaktadır. Bu metal harflere doğru miktarda yapışan keten tohumu yağı ve kandil yağı ile hazırlanmış özel bir mürekkep de geliştiren kişi olarak Gutenberg, matbaanın mucidi olarak anılmıştır. Gutenberg’in buluşu hızla yayılmış ve 15.yy’ın sonunda Avrupa’da 1000’den fazla baskı makinası olmasına zemin hazırlamıştır. Bu basım yöntemiyle pek çok kitabın basılması, kitap fiyatlarının düşmesini sağlarken, daha çok kitap okunmaya başlanması, özgür düşüncelerin doğmasına, bilimsel çalışmaların gelişmesine ve bilginin geniş kitlelere ulaşmasını sağlamıştır. Hatta Avrupa’da bu aydınlanma çağı beraberinde Rönesans çağının başlangıcına zemin hazırlarken, 1450’li yıllardan 1727 yılına kadar geçen yaklaşık 300 yıl boyunca Osmanlı Devleti bu gelişmeleri uzaktan izlemekle yetinmiştir. Matbaanın Osmanlı’ya geç gelişi ve zor başlangıcı herhalde kısmen de olsa hattatlara bağlı idi. Matbaanın birçok muasırları bu konuda onları sorumlu tutar. Ancak Osmanlı devlet adamlarının uyguladığı diplomatik yaklaşımı sayesinde iki muhalif görünen tarafın çıkarları korunmuş ve bir yandan matbaa faaliyete girer, öte yandan hattatlar da el yazmaları istinsah ederek geçimini ta 19. yüzyılın sonuna kadar korumuştur Rönesans’ın Avrupa’nın kültür yaşantısına kazandırdığı değerler, 18. yüzyıl başlarından itibaren Osmanlı toplumunu da etkilemeye başlamıştı. Bazı Osmanlı aydınları Batı’daki bu uyanışın farkındaydı. Bunlara göre, Avrupa’daki toplumsal ve düşünsel yenilikler Osmanlı toplumuna da aktarılmalıydı. Bu yeniliklerin ilki, savaş ve savunma bilimi konularında uygulanmaya başlamış, ordu yeni baştan örgütlenmiştir. Osmanlı toplumu, Batı’da iki yüz yıl önce başlayan aydınlanma sürecine yeni yeni giriyordu. Dönemin simgesi olan lale, bu devrin “Lale Devri” (1718-1730) olarak anılmasına yol açmıştır. Bu yenilikçi ortam içinde ilk Türk basımevi de 1727 yılında Sait Çelebi ve İbrahim Müteferrika tarafından kurulmuştur
0 notes
mukavvahareketi · 7 months ago
Text
Çağdaş Okul her zaman ve her yerde! 2019'da kurulmuş bu okulu keşfetmek için tıklayınız.
Tumblr media
0 notes
gundemarsivi · 8 months ago
Text
Tumblr media
Cotigo Ergo Sum
✍🏻 Anıl Güven
https://www.gundemarsivi.com/cotigo-ergo-sum/
“Akıllı olmak da mühim değil. Önemli olan o aklı yerinde kullanmaktır.”
Rene Descartes
Lunaparkta eğlenen çocuklar gibi çarpıyor kalbim. Sanki ışıltılı töz uçuyor önümde. Hani dalgalı bir denizin kıyısında yürürken tuzlu su yapışır ya hani yanağına, saçlarına; bazen de sırılsıklam olursun… Burgaca düşersin su alır götürür ya seni; içinde biriktirmiş olduğun ya da bedeninden sızan kirleri yunar ya gizli, yürekli bir el… Böylesi bir duygu sarmalındayım masada, önümde kitap yığını, PDF çıktılar…
Aklım faşist kahverenginin içinden çekip çıkardı beni. Maviliğe yürü, dedi!… “Her şey sudan geldi.” diyen Thales usumun içine konuk gelmiş, zihnimi onarıyor.
Anlama, düşünme, yorumlama; insan eyleminin, yaşamanın akılla örtüşmesi. Yıllardan bugüne bu konuları okurum, irdelerim ama aklımı doğru biçimde kullanma yetisini geliştiremedim.
Bilginin kaynağı akıldır! Şimdi burada Descartes’a söyleyecek sözüm olamaz. Asla! Ama içimi daraltan bir odağa evriliyor ve diyor ki; bilgi doğuştan gelir! Buyur, buradan yak! Çok ayıp! Bende doğum özrü var bu açıklamaya göre.
Bu durumda ben de insan beyninin “Boş bir levha – tabula rasa“ olduğunu söyleyen İskoçyalının yanında yer alır, Descartes’a karşı dururum. 🤔 Önsel bilgiler (A priori) kafa karıştırıcı!
Descartes sırtını Tanrıya yaslasın! Spinose, Hegel onun ardından giderken… Hooop makas değiştirdiler. Akla yetkinlik idesini Tanrı vermiştir! İnsan duyu deneyleri aracılığıyla açık ve seçik bilgiye ulaşamaz’mış! Onun zihnine bunu yetkin olan biri verir. O da Tanrıdır!
Keşke Elena okulu öğrencisi olsaydım. Parmanides’ten akılcılığı öğrenip hayata öyle atılsaydım, demeyi düşünürken, okuduğum kitap sayfalarından belleğime yapışan öğrenci Zenon: Hoop! diyor. Bana yer açın.
Duyuların güvenirliği-güvenilmezliği tartışmasından çıkan sonuç: ”Duyular güvenilmez!” Tümdengelimli yöntemin babası Platon şuracıkta başını eğmiş düşlere dalmışken… Aristoteles konuya balıklama giriş yapıyor; akılcılığın yedek Tanrısı benim, demez mi?!.
Cotigo ergo sum – Düşünüyorum o halde varım! Söylemiyle sahneye giriş yapan Rene Descartes 17. yüzyıla damgasını basar. Tanrının varlığına sırtını yaslar, derin bir soluk alır ve bombayı ortaya bırakır: Zihin-Beden (Ontolojik Dualizm) ikiliği üzerine metafizik (Doğa ötesi) felsefesini yapılandırır. Onun ardından, izcisi Spinoza yürüyüşe geçer… Düş-imge arasında: Tanrının yaratılmış dünyadan ayrı olduğu düşüncesine karşı çıkar! Oturur ETHİCA adlı yapıtını yazar. Tanrı, insan, zihin, beden, duygular, özgürlük gibi derin felsefi konulara mantık çerçevesinde yanıt arar… Doğa ötesi ile ilgili düşüncelerini detaylandırır.
Soluklanalım isterken modern felsefenin önemli adı olan Gottfried Wilhelm Leibniz savını gönderir: ”Tanrının yarattığı dünya bilinçli ve ayrı küçük varlıklardan oluşur.” Durun, bakın kim geliyor şimdi?
“Kritik der reinen Vernuft-Arı usun eleştirisi” yapıtıyla Emmanuel Kant Ruh, Evren ve Tanrı üçlemesiyle herkesi kenara iter!..
Aydınlanma nedir? sorusuna: ”İnsanın kendi aklını kullanması…”
Felsefe dünyasını baba bir bakışla alt üst olur. Böylece yeni bir gelenek başlar!
Ara vermeksizin ilerleyelim; karşılaşmalar Parmanides’ten Hegel’e uzatılınca penaltı düdükleri çalmaya başlar. Nasıl mı? Metafizikten kopup diyalektiği (eytişim yasası) sahaya süren Georg Wilhelm Friedrich Hegel: ”Gerçek olan her şey ussal, ussal olan her şey gerçektir.” Nasıl bir gol bu böyle?!.
Bu mevzular tükenmeksizin tartışma, atışma ile uzayıp giderken İskoç Aydınlanmasının empirizm(deneycilik)in öncüleri kıta Avrupa’sından kopar. Davit Hume, Adam Smith, Adam Ferguson Rasyonalizme karşı koyarlar. Akılcılığa karşılık Deneyciliği imlerler.
Tabula Rasta (insan zihni boş bir levha gibidir).
Ama ben son sözümü yine Kant üzerinden söylüyorum: ”Beden bir tapınaktır.”
Anıl Güven
Atina-Mart
#Felsefe #Rasyonalizm #Akılcılık #Kant #Aydınlanma #Tanri #FelsefiSözler #Deneycilik
0 notes
kozba · 8 months ago
Text
Black Ram Viski Fiyatları içeriğimizde Bulgar Viskisi olan ve Koç Viskisi olarak da geçen Black Ram Viskinin 2023 - 2024 yılı itibariyle fiyatlarını açıklayacağız. Bulgar Viskisi olarak da geçen Black Ram Bulgaristan'ın en önemli alkollü içecek üreticilerinden Vinprom Peshtera tarafından üretilmektedir. Uzun süre beklemesi gereken bir viski türü olduğu içinde Black Ram'in tadı diğer viskilere oranla çok daha iyidir. Black Ram Viski Fiyatları - 2024 Black Ram 100 cl Fiyatı1000 TLBlack Ram 20 cl Fiyatı350 TLBlack Ram 70 cl Fiyatı:780 TL Bulgaristan Black Ram Viski Fiyatları - 2023 Bulgaristan 1 Lt Black Ram fiyatı20 LevaBulgaristan 700 ml fiyatı15 LevaBulgaristan 500 ml Black Ram10 LevaBulgaristan 200 ml Black Ram fiyatı5 Leva Black Ram Viski Nedir? Blackram viski, Bulgaristan'da üretilen bir viski markasıdır. Bu viski, yüksek kaliteli arpa maltından üretilir ve uzun yıllar fıçılarda olgunlaştırılarak benzersiz bir lezzet profili elde eder. Blackram viski, uzun süreli olgunlaşma süreci sayesinde zengin bir aroma ve kompleks bir tat profiline sahiptir. İskoç viski geleneğinin bir parçası olan Blackram, viski tutkunları arasında oldukça popülerdir. İlginizi çekebilir: Viski Fiyatları Black Ram Viski Nasıl Üretilir? Blackram viski, özenle seçilen arpa maltının fermantasyonu ve distilasyonuyla üretilir. Ardından, elde edilen viski, özel olarak seçilmiş meşe fıçılarda uzun yıllar boyunca olgunlaştırılır. Bu süreçte viski, fıçıdan aldığı lezzetleri ve karakteristik özellikleri kazanır. Son olarak, olgunlaşma sürecinin ardından viski şişelenir ve tüketime sunulur. Black RAM viski orjinal olduğu nasıl anlaşılır?Şişenin yassı olup olmadığına dikkat edin. Orijinal şişesi dikdörtgen formunda ve uzunlamasınadır. Orijinal olduğunu anlamak için Viskinin üzerinde TAPDK kontrolünün olup olmadığını kontrol etmelisiniz. Ülkemizde yasal olarak satışı yapılan ve TAPDK bandrollü viskiler orijinaldir. Black RAM viski bozulur mu?Black Ramin alkol oranı oldukça fazladır. Bozulma oranı da düşük viskiler arasındadır. İlginizi çekebilir: Baileys Fiyat Black Ram Viski Yorumları Black Ram viski yorumlarını ise aşağıda bulabilirsiniz; üç, bilemedin dört bira parasına bunun litrelik olanını aldığında böyle bi aydınlanma yaşıyosun, "lan nası" falan... canım benim o. etiketindeki "karakoç"un bakışlarına kurban... uriah hippi net olarak fiyat performans ürünüdür. türkiye'de satılan viskileri alamayanlar için iki duble çak yatağı bulama salonda uyu viskisidir cayyokki Black Ram Viski Fiyatları ile ilgili Sıkça Sorulan Sorular Black RAM 1 lt ne kadar?1 LT Black Ram fiyatı ortalama 1000 TL civarındadır. Bulgar fiyatı ise yaklaşık olarak 20 levadır.
0 notes
ruhsalseyler · 9 months ago
Text
3. Göz Nedir?
0 notes
bernamegeh · 11 months ago
Text
Aydınlanma Çağı Nedir, Nasıl Başladı ve Temel Özellikleri
Aydınlanma Çağı (17. ve 18. yüzyıl) Avrupa tarihinde, bilimsel, entelektüel ve kültürel gelişmelerin yoğun olarak yaşandığı bir dönemdir. Bu dönem, Orta Çağ’ın karanlık ve dogmatik ortamından çıkışı simgeler ve rasyonel düşünce, bilimsel yöntem, özgürlük ve insan hakları gibi değerlere vurgu yapar. İşte Aydınlanma Çağı hakkında bazı temel bilgiler: 1. **Zaman Çerçevesi:** Aydınlanma Çağı…
Tumblr media
View On WordPress
0 notes
bilimuzay · 11 months ago
Link
0 notes
ruyatabiricomtr · 1 year ago
Link
Rüyada Galibiyet Görmek - https://ruyatabiri.com.tr/ruyada-galibiyet-gormek/?feed_id=8197&_unique_id=6567124ba374f
0 notes
jotem · 1 year ago
Text
Tumblr media
Sükût nedir?
İnsan, konuşma yeteneği ile diğer canlılardan ayrılır ve bu özelliği onu sosyal bir varlık yapar. İnsanın dili sussa bile, beyni durmadan konuşur. Beynimizden geçen hayaller, kaygılar, olumlu ya da olumsuz düşünceler aslında bir tür iç konuşmadır.
Düşünme, sözcüklerle olanaklıdır. Sözcüklerle düşünür, sözcüklerle kıyaslar, sözcüklerle yeniden hayatı kurarız. Söz, kelâm ya da logos, bilinci oluşturur. Bilinç, bilginin deposuyla bunun praksise geçişi ile oluşur.
Sükût, sözün bittiği, düşünme ile varılan sonucun praksis ile denenerek bilincin ulaştığı yerdir. Sözcükler bir damla ise, artık damlanın deryaya kavuştuğu, yani praksis ile hayata geçirilip hal haline geldiği yerdir.
Sükûnet, sekine’den gelir, yani sakin olmak, huzurdur. Kısacası, gönül rahatlığı demektir. Niyazi Mısri, “Göz, kulak, dil kapıların, kapatalım bir zaman” demiştir. Mevlâna ise, “Sus söyleme, söz bakışı bulandırır. Varını yoğunu sükût diyarına çek” demiştir.
İnsan, Hakk’ın emriyle susmayı gönlünde ve dilinde bulduğunda, sükunet ile huzur ve sakinliğe erer. Beyin susar, kalp evi açılır. Artık oradan konuşan, Hakk’ın bizatihi kendisidir. Hak der ki; bir kulumuzu seversek, onun konuşan dili, duyan kulağı, gören gözü oluruz.
Sus… Hamuş… Yalnız dilini değil, düşüncelerini de… O halde hep birlikte susalım. Bu düşünceler, insanın iç dünyasının derinliklerine bir yolculuk sunar. İnsanın konuşma yeteneği, düşünme kapasitesi ve iç huzuru arasındaki ilişkiyi vurgular. Bu, insanın hem bireysel hem de toplumsal yaşamında önemli bir rol oynar. İnsanın iç sesini dinlemesi ve kendi iç huzurunu bulması, onun dış dünyayla daha sağlıklı bir şekilde etkileşim kurmasına yardımcı olur. Bu nedenle, hepimizin zaman zaman susup iç sesimizi dinlemeye ihtiyacı vardır. Bu, bizi daha bilinçli, daha anlayışlı ve daha huzurlu bir varlık yapar. Bu, insanın varoluşsal yolculuğunun önemli bir parçasıdır.
Mehmet Özgür Ersan Dede (Yesari Abdal Çelebi)
POSTED ON 05 MART 2019 BY MOZGUR
Metin Bobaroğlu Anadolu Aydınlanma Vakfı sohbetleri notlarından esinlenme… Şeb-i Nem
1 note · View note