#ateş düşürmek
Explore tagged Tumblr posts
amezhu · 2 months ago
Text
Heaven Official's Blessing▪︎
234. BÖLÜM - Yüz Metre Yüksekliğinde Uçurumlar; Lav Şelaleleri Üzerinde Bin Dönüş - 2
Xie Lian'ın sessiz kaldığı süre biraz uzun olmuştu. O uzun kılıcın kabzası kıpkırmızıydı ve yanıyordu, Mu Qing bir elini tutmak için kullanırken diğerini indiriyor, bu şekilde tutunarak yüksek sesle bağırıyordu. Çok uzun süre kendini bu şekilde desteklemeye cesaret edemedi ve hemen tekrardan tutundu. Ancak her iki avcunun içinden de beyaz buhar iplikler gibi yükseliyordu, öyle ki aralarında uzun bir mesafe olmasına rağmen diğer taraftakiler bile yanık et kokusunu alabilirlerdi.
Hua Cheng rastgele bir gümüş kelebeği salıverdi. Gümüş kelebek kanatlarını çırptı ve birkaç yüz metre uçtu ama Mu Qing'e giden yolun üçte birine bile ulaşmadan önce gümüş bir dumana dönüşerek havada yok oldu.
Xie Lian, Hua Cheng’in hayalet kelebeklerin yardım edemeyeceğini gösterdiğini biliyordu. Yolun sonuydu, ölmeye değmez.
Mu‌ Qing‌ de ifadesi yavaş yavaş umutsuzluğa dönüşürken o gümüş kelebeğin yok olma sürecine tanık oldu.
Anladı. Şu an, bir; ona yardım edebilecek kimse yoktu, iki; kimse ona inanmadı, onun Xie Lian’ın duygularını tetiklemesi nedeniyle gelip onu kurtarmaya çalışırken hayatını riske atması için sebep yoktu.
Ancak umutsuzluğa kapılsa da yine de boyun eğmeyi reddetti ve vazgeçmeye istekli değildi. Mu Qing dişlerini gıcırdattı ve bağırdı, “BANA İNANMASANIZ DA SORUN DEĞİL, AMA O KADAR DÜŞMEYECEĞİM!”
Daha sonra kabzayı daha sıkı kavradı, kabzanın üzerinde durmak için havada dönmeye çalışıyor gibi görünüyordu. Ancak beklenmedik şekilde tıpkı vücudu birkaç santim kadar kaldırıldığı gibi, o da şiddetli bir şekilde battı!
Mu Qing aşağıya baktı, gözlerine eriyerek kan kırmızısına dönen sayısız kederli ruhlar yansıdı, yüzleri ve uzuvları onu düşürmek için kendilerini onun ayağına bastırırken döndü ve yamuldular.
Bu kederli ruhlar aslında lavda eridi ama birden dışarı çıkmış birbirleri ardına onun alt bedeninden asılıyorlardı, ateşe yağ eklemek gibi kavurucu ve kaynayan bir sıcaklık vardı, Mu Qing deliriyordu, “KAYBOLUN!”
Geçmişte yüzyıllar boyunca sanki hiç ölümün eşiğiyle karşılaşmamıştı ama bunların hepsi onun ağır yaralandığı durumlardı. Lava gömülerek ölmek yaralar yüzünden ölmekten bin kat daha korkunçtu, kendisini arkada bir iz bırakmadan hayalet kelebek gibi bir tutam dumana dönüştüğünü hayal edince buna daha fazla katlanamadı.
Sonunda Mu Qing'in elleri sınırına ulaştı, on parmağı hafifçe gevşedi, artık kavrayamayacak durumdaydı.
Kılıcın altındaki boşluk boşaldı –düştü!
Bir figürün silueti aşağıya, yanan ateşlere ve aşağıdaki lav havuzuna doğru dalıyordu, “AAAAAAHHHHHHHH!”
Ancak çığlıkları hararetli ve acı verici olsa da vücudu belli bir mesafeye düştükten sonra düşüş şiddetli bir durma noktasına geldi ve o havada asılı kaldı!
Mu Qing henüz kendisine gelmemişti, aklı bulanıktı, ama içgüdüsel tepkisi hâlâ sağlam olduğundan vücudunu hızla hissetti. Görünüşe göre beline sarılan beyaz ipek bir kumaştı.
Doğal olarak o RuoYe’ydi. Xie ‌Lian'ın durduğu saray Mu Qing’in düştüğü uçurumun yakınında değildi ve eğer RuoYe daha erken ulaşamasaydı bir süreliğine düştükten sonra onu nasıl yakalayabilirdi?
Mu Qing yukarıya baktı ve şok içinde Xie Lian’in sarayın çatısının tepesinde olmadığını fark etti –yanı başındaydı.
Daha önce, Mu Qing uzun kılıcı kayalara çivilemiş ve bir süre dayanabilmek için o kılıcın kabzasına tutunmuştu. Tam şu anda ise Xie Lian o kabzanın üzerine yarı çömelmişti!
Xie Lian aşağıya bakarken RuoYe’yi hızla geri çekiyordu ve sadece Mu Qing'in iyi olduğunu gördüğünde rahat bir nefes verdi, “Tanrıya şükür, tanrıya şükür, zamanında gelebildim.”
Mu Qing fısıldadı, “… E... ekselansları?”
O an o kadar uyarıcıydı ki hala zihni bulanık, aklı karışıktı. Bu kadar uzak bir mesafede, geliş yolunda yuvarlanan lavlarla birlikte, başka herhangi bir iniş noktası olmadan Xie ‌Lian‌ en fazla sadece yarı yola kadar atlayabilirdi, peki nasıl gelebildi?
Uzaktan Feng Xin’in sesi duyuldu, “Ekselansları, İKİNİZ DE İYİ MİSİNİZ?”
Mu Qing sese baktı, sarayın çatısında duranlar şu anda sadece Hua Cheng ve Feng Xin idi. Hua Cheng ellerini çaprazlamış, Xie Lian’ın güvenliğini sağlamak dışında hiçbir şeyi umursamıyor gibi görünüyordu. O sarayın iki noktasının ortasında ve düştüğü uçurumun kenarında durmaksızın akan kızıl sıcak lavın ortasında soğuk bir şekilde sıkışmış ve ayakta duran siyah mürekkep renkli bir kılıç vardı.
Fang Xin!
Demek öyleydi! Mu Qing sonunda Xie Lian'ın nasıl geldiğini anladı.
Xie Lian’in zıplama yeteneği sayesinde sahiden azami yarı yola kadar zıplayabilirdi, asla düştüğü sarayın çatısından tüm yolu güvenli bir şekilde atlayamazdı. Böylece Xie Lian ilk olarak Fang Xin'i dışarı fırlatmış ve onu bir iniş noktası yaratmak için lav akıntısına aşılamıştı ardından Fang Xin'i başka bir başlangıç noktası olarak kullanarak kılıcının üzerine sıçradı ve son anda RuoYe’yi salarak zar zor onu yakaladı.
“Daha önce bir yol düşünmeye çalışıyordum, burada gerçekten kullanılabilecek hiçbir şey yoktu bu yüzden biraz zaman aldı.” Dedi Xie Lian, “Ayrıca çok fazla panik yapıyordun, kendinden geçme aksi halde daha hızlı düşersin.”
Mu Qing Xie Lian’in sessizliğinin onu kurtarsa mı kurtarmasa mı tereddüt ettiğinden olduğunu sanmıştı ama görünüşe göre Xie Lian bunun yerine onu nasıl kurtaracağını düşünmeye çalışıyordu. Tanrıya şükürler olsun ki Xie Lian, daha önce de böylesine zor bir durumdayken, bu kadar net bir kafayla hâlâ düşünebiliyordu. ‌
Alnındaki ter damlacıkları daha da kalınlaşmıştı.
Yukarı baktığı an, Xie Lian gülümseyerek ona elini uzatmıştı, “Her halükarda, her ne kadar biraz geç olsa da, ama, yardım çok geç gelmedi, değil mi?”
“…”
Belki de bunun nedeni daha önce kabzayı çok uzun süre kavramasıydı ama Mu Qing aniden kollarının kıyaslanamayacak kadar ağır olduğunu ve kaldıramadığını hissetti. ‌Xie‌ ‌Lian‌ elini aşağı doğru uzattı, “Gel.”
Mu Qing nihayet elini tuttu.
Kolunun tamamı hafifçe titriyordu ama Xie Lian güçlü bir şekilde onu tuttu ve yukarı çekti. ikisi Mu Qing'in uzun kılıcının kabzasında birlikte durdu. Xie Lian arkasını döndü ve çatıya doğru el salladı, “SAN LANG! BAŞARDIM!”
“Çok iyi, Gege.” Hua Cheng cevapladı, “Şimdi geri gelin, hemen şimdi!”
Xie Lian cevapladı, “Pekala, hemen geliyorum!” ardından Mu Qing’e döndü, “Hala zıplayabilir misin? Yapamazsan seni sırtıma alayım?”
Mu Qing’in dudakları hareket etti, “Ben…”
Xie‌ Lian onun mizacını gözlemledi ve kararlı bir şekilde şunları söyledi, “Seni alayım.” Ardından sırtını tuttu. Geçmişte olsaydı muhtemelen Mu Qing gözlerini devirir ve başkalarına karşı saygısız davrandığından tutuşunu protesto ederdi ama şimdi Mu Qing tek kelime etmedi.
Xie Lian tam da yukarıya sıçramak üzereyken beklenmedik bir anda ikisi de aniden aynı anda ayaklarının yere bastığını hissetti.
Sanki olaylar yeterince talihsiz değilmiş gibi kayalara çivilenmiş uzun kılıç bu sefer gevşeyip kopmak zorundaydı!
Hua Cheng'in yüzünün renkleri anında değişti, “GEGE!”
Bu sefer kızıl kırmızısı lava doğru beraber düşüverenler iki figürdü. Böyle ateşin kıçını yaktığı anlarda, Xie Lian hala hızlı bir şekilde düşünebiliyordu ve bağırdı, “SORUN YOK!” Daha sonra havada bulunan uzun bir kılıcı yakalayarak birkaç kez döndü ve kabzasını iki eliyle kavrayarak kılıcı bir kez daha kayalara çiviledi! ‌
DIRANK! Birkaç parlak ve göz kamaştırıcı kıvılcım topları. Xie Lian'ın koruyucu ruhsal ışığının yüzeyinde bu ateş parçacıkları parçalanmış altın taneleri gibiydi ama bu koruyucu ruhsal ışığı gitmiş olsaydı küçük bir zerresi bir insanda büyük bir delik açarak yanabilirdi!
RuoYe, Mu Qing'i yukarı kaldırdı ve Xie Lian ona ciddiyetle şöyle dedi, “Bu kılıç iki yetişkin erkeğin ağırlığını uzun süre kaldıramayacak. Böyle devam edemeyiz. İkimiz arasında yalnızca bir kişi burada kalabilir.”
Mu Qing yavaş yavaş kendine geldi, “Diyorsun ki…”
“Sen gidebilirsin.” Dedi Xie Lian.
“…???”
Mu Qing'in gözbebekleri yavaş yavaş küçüldü ama daha o konuşamadan Xie Lian onu yakaladı ve bağırarak onu zorla yukarıya fırlattı, “HAZIR OLUN!”
Mu Qing uçurumun üzerinden atıldı ve Fang Xin'in bulunduğu yere doğru uçtuğunu fark etti. Havada takla atarak kendini sabitledi ve Fang Xin'in kabzasının üzerine indi.
Buraya indikten sonra neden Xie Lian’ın ilk önce onu fırlatmak zorunda olduğunu anladı.
Öyleydi çünkü bu mesafeyle belki Xie Lian, onlarca metre aşağıya göç etmiş olan kabzadan atlayabilirdi ama o bunu yapamazdı.
Bu mesafe onun için çok fazlaydı. O ancak Xie Lian'ın fırlatma kuvvetini ödünç alarak bunu başarabilirdi!
Feng Xin soğuk terlerini sildi, “Tanrıya şükür ekselansları hızlı tepki veriyor.”
Ancak Hua Cheng çok ciddi görünüyordu ve aşağıya seslendi, “Gege! Eğer yakında geri gelmezsen, Aşağı gelip seni almam gerekecek!”
Sesi uyarı tonunu taşıyordu ve ‌Xie‌ ‌Lian‌ hızla cevap verdi, “Şimdi geliyorum! İşler yolunda, halledilemeyecek kadar zor değil, kendim zıplayabilirim aşağıya gelme.”
Ancak o zaman Hua Cheng'in tavrı biraz rahatladı ama o hâlâ gözlerini kırpmadan izliyordu. Feng Xin ona baktı konuşmaktan kendini alamadı, “… Biraz şaşırdım.”
Hua Cheng başını çevirmedi ve hiçbir merak belirtisi olmadan şöyle dedi, “Ne?”
Feng Xin kafasını kaşıdı, “Mu Qing'e karşı bu kadar önyargılı olduğunuz için onun kurtarılmaya değer olmadığını düşündüğünüzü ve ekselanslarının onu kurtarmasına karşı olup gitmesini engelleyeceğinizi düşündüm.”
Ancak o zaman Hua Cheng ona bir bakış attı, “Yarısı doğru yarısı yanlış.”
“Ha?”
Hua Cheng, “İlk kısım yanlış değildi, onun kurtarılmaya değer olduğunu kesinlikle düşünmüyorum. Onun nasıl olduğu beni ilgilendirmez” dedi.
Onun kayıtsız ifadesini görünce, ‌Feng‌ ‌Xin’in alnından‌ ‌ter düştü, “Biraz fazla açık sözlü değil misiniz?!”
Ve bu adamın ona karşı nasıl da kesinlikle aynı tutumu sergilediğini düşündüğünde daha fazla ter döktü.
Hua Cheng pfft’ladı ve homurdandı, biraz duraklamadan sonra ekledi, “Yalnızca ekselansları ne karar vereceğine karar verebilir. Onun kararlarına asla karşı çıkmayacağım.”
“…”
Feng Xin daha önce hiç kimsenin böyle bir şey söylediğini duymamıştı. Ne erkeklerden kadınlara ve ne de kesinlikle bir adamdan diğer adama, o sadece eğer Xie Lian bunu duyarsa bu başka bir büyük olay olacağını düşünebilirdi. Nasıl bir yüz ifadesi yapacağını bilmeden Feng Xin yalnızca cevaplayabildi, “…Ah. Anlıyorum.”
Hua Cheng lava dikkatle bakan, düşünen ve planlar yapan Xie Lian’a bakarak kafasını çevirdi ve gülümsedi, “Ayrıca, zaten bunu yapacağını biliyordum.”
Diğer taraftan Xie Lian seslendi, “Mu Qing, acele et ve koşmayı kesmeden çatıya git. Eğer cidden bir şey varsa sonrasında konuşabiliriz.”
Ancak o zaman Mu Qing hala Fang Xin’in üzerinde olduğunu ve Xie Lian’in bir sonraki adımı için gidecek yeri olmadığını fark etti. Kendini sakince düşünmeye zorlayan Mu Qing, çatıya dönmek üzereydi ki beklenmedik şekilde tam yukarı sıçrarken Xie Lian aniden bağırdı, “KİM VAR ORADA!”
Xie Lian sessizce enerji depolayarak kılıcın üzerinde duruyordu ki aniden arkasındaki lav şelaleleri ayrıldı ve şelalelerden bir çift el uzanarak birdenbire onu yakaladı.
Bu yaratık kesinlikle lavların içinden gelmişti ama buna rağmen elleri korkutucu derecede soğuktu. Xie Lian ürpermişti ve Hua Cheng yukarıdan haykırdı, “Ekselansları??”
Bu eller Xie Lian’i sımsıkı kucakladı ve onu da beraberlerinde alarak kılıçtan düştüler. Xie Lian tamamen sersemlemişti ve yukarıdakiler onu arkadan yakalayan şeyin ne olduğunu açıkça gördüler.
O adam beyaz cübbeler giymişti, sanki zevk alıyor gibi yarısı gülen, sanki yas tutuyormuş gibi yarısı ağlayan maske takıyordu.
Yüzü olmayan beyaz!
RuoYe tehlikeyi sezdi ve kendi başına birdenbire dışarı çıkarak kendini yukarı doğru fırlattı ve Mu Qing'in önüne attı. Mu Qing bilinçsizce yakaladı ama beyaz ipek kumaşın diğer ucundan gelen güç çok büyüktü ve onu zapt etmeyi başaramadığı gibi aynı zamanda onu da aşağı çekti.
Xie‌ Lian‌ ateşli kıvılcımların ortasında hızla‌ aşağıya düşüyordu ve yaratığın kahkahaları kulaklarına doluyordu, “Hahahahahha… toy! Çok toysun XianLe! Mükemmel, mutlu bir sona ulaşmanın bu kadar kolay olduğunu mu düşündün?”
Aşağıda kavurucu buhar dalgaları olsa da zihin ürpertici bir soğukla doluydu. Çatışan buz ve ateşin içinde Xie ‌Lian‌ yukarıya baktı ve yukarıda, ateş ve ışıkla sarılmış havada, hızla yaklaşan kırmızı bir siluet vardı.
Hua Cheng de atlamıştı!
Ama aşağısı lav havuzuydu!
17 notes · View notes
otadam · 5 months ago
Text
Sistem.
Yaşam.
İnsanlar.
Her gün biraz daha bulanıklaşan bir gerçeklik içinde sürükleniyoruz. Yalanlarla örülmüş bir ağ, bizi tuzağa düşürmek için bekliyor. Sahte gülümsemeler, boş vaatler, yalan dolan dolu sözler... Hepsi bir oyun, bir yanılsama.Öfke. Bu dünyanın seni soktuğu köşeye sıkışmış hissediyorsun. Gözlerinde yanan bir ateş var, kimse görmüyor. Her adımında, her nefesinde, daha da derine işleyen bir nefret. Kendi derini kazıyorsun, zehrinle besleniyorsun.Kaos. Düzen denilen bu saçmalığın ardında saklanan tek gerçek. Tüm yapay sınırlar, kurallar, normlar… Hepsi birer illüzyon. Gerçek olan tek şey, içindeki bu düzensizlik, bu kargaşa. Onunla savaşma, onu kucakla. Çünkü o senin en saf halin.Geçmiş. Sırtında taşıdığın o ağır yük. Yüzleştiğin tüm hayal kırıklıkları, acılar, kayıplar… Geçmiş seni şekillendirdi, seni bu hale getirdi. Her bir yara izi, her bir kırık parça, senin hikayeni anlatıyor. Ama unutma, o yük seni ezip geçmeyecek. Sen onu ezip geçeceksin.Tiksinti. İnsanlara duyduğun o derin, içsel tiksinti. Sahte yüzler, ikiyüzlü davranışlar, bitmeyen ihanetler. Onlardan kaçamayacaksın, ama onlara karşı savunmasız da değilsin. Onları olduğu gibi kabul et ve kendi gerçekliğini yarat. Kendi zehrinle, kendi öfkenle, kendi kaosunla.Şimdi, derin bir nefes al ve bırak zehrin akıp gitsin. Bırak tüm öfken, tüm nefretin, tüm tiksintin bu satırlarda kendine yer bulsun. Çünkü bu senin gerçeğin ve senin hikayen. Bunu senden kimse alamaz.
9 notes · View notes
baybaykus · 2 years ago
Text
Farklı yorum !!
AHMET TATAR
Bu Pazar Türkiye’nin kader seçimi sürecinde son kavşakta geçildi.
Milletvekilliği aday listeleri belirlenerek artık son bir aylık propaganda sürecine girildi.
Listeler her seçim döneminde olduğu gibi açıklandığı andan itibaren tartışılmaya, eleştirilmeye başlandı ki, bu son derece normal ve alışıldık bir durum aslında.
Alışılmadık olan, listeler üzerinden CHP ve Millet İttifakı partilerine yönelik bir dezeformasyon kampanyasının başlatılmasıdır.
Listelere baktığımda eleştirilere de konu edilen, hiç görmek istemediğim adları görüyorum.
Olması gereken adları görememenin üzüntüsünü, hatta kızgınlığını da yaşıyorum.
Öte yandan bütün partilerin neredeyse ortaklaştığı aday belirleme yöntemi midemi bulandırıyor.
Geçmiş yıllarda masa başında yapılan aday belirleme yönteminin dışında kalmaya çalışan, mümkün olduğunca ön seçim yapan sol partilerin de sağ partilerle aynı kulvara girmelerinden üzüntü duyuyorum.
Bunların sağduyulu bir çok insanın ortak kanaati olduğunu da yazılanlardan, konuşulanlardan anlıyorum.
Fakat 12 Eylül darbesinden sonra ve son yirmi yılda ülke siyasetinin düştüğü durumu da yakından takip ediyorum.
Türkiye’de neredeyse kırk yıldır normal bir seçim süreci yaşamadık. Sürekli iktidarda kalmaya yönelik seçim kanunu değişiklikleri, muhalefeti en güçsüz anında yakalayıp açığa düşürmek için baskın seçim kararlarını yaşadık. Aklı ve kanunları hiçe sayan YSK kararları ile seçim sonuçları belirlendi. Bunlara son yıllarda “terörü araç olarak kullanma” da eklendi. Yakın zamandaki “Haziran Kasım” arasında tüm ülkede yaratılan terör ve şiddet ortamını ve sonuçlarını hepimiz hatırlıyoruz.
Bu kez de önceki seçim süreçlerinden farklı olmayan yöntemler kullanılıyor. Anayasa ve yasa maddeleri siyasi iktidarın keyfiyeti doğrultusunda yorumlanarak daha baştan seçim süreci sakatlandı. YSK nin durumu ortada ve itiraz edecek makam yok.
Ama bahane arayacak halimiz de yok.
Ortada tek bir sorumluluk var. O da, şartlar ne olursa olsun, sandıkta hem AKP ve ortaklarını hemde YSK’yı yenerek ülkeyi 20 yıldır yaşadığı kaostan çıkarmak.
Bu sorumluluk hiç bir bahaneyi kaldıramayacak kadar ağır ve acil bir sorumluluktur.
Bu ülkeyi, Cumhuriyeti seven ve kendini gelecek kuşaklara karşı sorumlu hisseden herkesin önümüzdeki temel sorunu ve çözümü anlamasına ihtiyaç var.
Bu ülkede birbirinden çok farklı siyasi düşüncede olan muhalif gruplar 20 yılda aynı duvarın önüne yığıldık. Kimse gerçek anlamda düşüncelerini özgürce açıklayamaz, temel haklarını kullanamaz duruma getirildi.
Siyasi iktidarın çizdiği çerçevenin dışında muhalif olmak, şiddete uğramaktan hapsedilmeye; hatta Sinan Ateş olayındaki gibi karanlık bir cinayete kadar çeşitli akibetleri kabullenmeyi gerektiriyor.
21. Yüzyılda bu ülkenin demokrasi serüveninin geldiği nokta maalesef bu.
Türkiye Cumhuriyeti, üstüne biçilen bu çirkin örtüyü parçalayıp atmak ve hukukun üstünlüğünü yeniden hakim kılmak için en kritik eşikte duruyor.
Bu eşiği geçmek için, vatanını seven herkesin bağrına taş basarak gereken fedakarlığı göstermesi, AKP ve ortaklarını bu seçimle yolcu etmesi, ülkemizi esenliğe kavuşturmak için gereğini yapması gerekiyor.
Kimsenin yaşanabilecek bir olumsuzluğun sorumluluğundan, vebalinden kaçabilmesi mümkün değil.
Sorumluluğunu yerine getirmeyen kim olursa olsun nesiller boyu lanetle anılacağını asla unutmasın.
Büyük resimden gözlerimizi ayırmadan ve öncelikli hedefi unutmadan, çevremizde konuşanların, yazıp çizenlerin niyetini anlamaya çalışalım.
Lütfen şu soruları kendimize soralım.
Daha dün neyi savunan, kimleri destekleyenler şimdi muhalefete muhalefet etmeye, kafamızı karıştırmaya, tereddüt yaratmaya çabalıyor?
Kim gerçekten iyi niyetli ve basit çözüme hizmet ediyor?
Kim sureti Hak’tan gözüküp, AKP ve ortaklarının ocağına odun taşıyor?
1 note · View note
adl1bbed · 9 days ago
Text
Bölüm 266: Sadece iki üzgün insan
Elbette, buz gibi soğuk bir taş plaketin Nangong Jingnu'ya talimat verecek hali yoktu. Bunu o da biliyordu. Ama yine de çıkıp buraya gelmişti, çünkü bazı şeyler kalbinin üzerinde büyük bir baskı oluşturmaktaydı. Bir şekilde içini dökmeye ihtiyacı vardı.
O krallığın hükümdarı, milyonların tepesindeki kadın imparatordu. Elinden gelmeyecek iş mi vardı?
"Qi Yan'ı serbest bırak" diyen bir ses her gün kim bilir kaç defa Nangong Jingnu'nun beyninde yankılanıyordu...
Ne var ki onu aşağı çeken görünmez prangaların nedeni tam da krallığın hükümdarı olmasıydı. Bu, kanunlardan bile daha korkutucu bir şeydi. Yapacağı en ufak bir hatayı kim bilir ne türden ağır neticeler izlerdi...
Kaldı ki... Aralarındaki asıl ciddi problem hâlâ olduğu gibi duruyordu: babasının cinayete kurban gidişi!
Qi Yan'ı serbest bırakırsa İmparator babasına nasıl bir muamelede bulunmuş olacaktı?!
Bir şekilde... Qi Yan'ı serbest bıraksa bile, dört bir yandaki halktan insanlar bu kadın imparator hakkında ne derdi?
Bir kadının tahta geçmesi zaten zorlu bir şeydi. Eğer babasının öldürülüşüne de kulak asmaz, hayatını babasının katiliyle birlikte geçirirse... Bu dünyaya gerçekten barış hakim olabilir miydi?
İmparatorun verdiği her kararın ciddi bir ağırlığı olurdu. Kitlesel bir ayaklanma çıkarırsa kim bilir daha ne kadar kan dökülür, halktan kaç kişi daha acıya mahkum olurdu. Sırf kendi isteklerini yerine getirmek için oturduğu yerden halkın kanının oluk oluk akışını seyredecek kadar bencil biri olabilir miydi sahiden?
Antik çağlardan beri krallık yerine güzel kadınlara öncelik vermiş ahmak ve rahatına düşkün hükümdarların sayısı hiç de az değildi. Ama o asla öyle biri olmamalıydı.
Öncesinde İmparator babasına Wei Krallığı'nın nehirlerinin ve dağlarının ikinci nesilde son bulmayacağına dair söz vermişti.
Nangong Jingnu uzunca bir süre ağladı. Ağlaması yavaşlayıp durduğunda üstüne çeki düzen verdi, ardından imparatorluk atalar tapınağından çıktı.
Ama... Görünüşe göre çok önemli bir şeyi unutmuştu.
Onunla Qi Yan'ın arasındaki kan borcu karşılıklıydı. Nangong Jingnu bizzat dahil olmamış olsa da, kanında günah taşıyordu.
Denk bir problem üzerinden düşününce, Qi Yan'ın seçimi Nangong Jingnu'nunkinden tamamıyla farklı gibiydi.
Ve tam da tereddüt ettiği bu anlar ve o prangalar yüzünden Nangong Jingnu yıllar sonra pişmanlık duyacaktı...
... ...
Bu sırada Qi Yan'ın yüksek ateşi hâlâ düşmemişti. Gu Rolan bildiği her yönteme başvurmuş, ama Qi Yan'ın durumu neredeyse hiç kontrol altına alınamamıştı. Ayrıyeten Gu Rolan fark etmişti ki Qi Yan'ın kötü hali yüzünden su rahatsızlığı tekrar kendini göstermenin sinyallerini veriyordu.
Gu Rolan iki gün iki gecedir uyumuyordu. Qi Yan'a akupunktur uyguladıktan sonra ateşini düşürmek için kollarını ve bacaklarını alkolle ovdu. O kadar yorgundu ki Qi Yan'ın yatağının kenarına güçsüzce çöktü, ama tıbbi çantasını yanına çekip eliyle karıştırarak en dipteki tıp kitabını bulup çıkarmayı ihmal etmedi.
İçinde ağır hastalıklar için alternatif reçeteleri ve efsanelerdeki tıbbi reçeteleri barındırdığı için büyükbabası bunu Gu Rolan'a bırakmıştı. Günlük tıbbi alıştırmalarında uygulayabileceği bir şey olmadığı için Gu Rolan bunu okumayı henüz bitirmemişti.
Şu anda Qi Yan'ı kurtarma dürtüsü inanılmaz baskın konumdaydı ve Gu Rolan'ın kullandığı yöntemlerin azıcık bir etkisi oluyordu. Böylelikle, son çare bu tıp kitabına umut bağlamıştı.
Sıkı çalışma muhakkak meyvesini verirdi. Gu Rolan çaresizliğin kollarına düşmek üzereyken tıp kitabının sonundaki "Mucize bölümü"nde nihayet "su rahatsızlığı"nı kontrol altına almanın bir yolunu buldu.
Ama tıbbi bir reçete yazmıyordu. Sadece bir efsane not edilmişti: göz alabildiğine kızıl topraklarla kaplı yanıp kavrulan bir yerde, alevlerden korkmayan kırmızı renk bir tür kara kurbağası yaşar. Adına ateş kurbağası derler. Bu kurbağa çok zehirlidir. Sağlıklı bir insan onu mideye indirecek olursa ateş zehrine tutulur ve çıbanlar yüzünden can verir.
Ama su rahatsızlığından muzdarip biri yiyecek olursa o kişinin vücudundaki hastalığı komple iyileştiriyordu.
Gu Rolan heyecanla ayağa fırladı, ama son satırla birlikte başından aşağı bir kova su dökülmüş gibi oldu.
Ateş kurbağasının adı sadece efsanelerde geçer, yanıp kavrulan topraklar sıradan bir insanın geçebileceği yerler değildir. Hekimlik yaptığım onca yılda bir kez bile görmemiş olduğumu söylemekten esef duyarım.
Gu Rolan başını çevirip yatakta bilinçsizce yatan Qi Yan'a baktı. Hekimlik yeteneklerine dayanarak bir sonuca vardı: Qi Yan'ın ateşi muhtemelen su rahatsızlığından dolayı düşmüyordu.
Kenara çömelip bir kez daha Qi Yan'ın alnına dokundu. Hâlâ biraz sıcaktı...
Bugünkü şafak vaktinden itibaren Qi Yan sayıklamayı bile bırakmıştı. En baştaki "Majesteleri" diye seslenişinden "anne" deyişine dönmüş, en sonunda da Gu Rolan'ın anlayamadığı kelimeler halini almıştı. Ve şimdi, derin bir uykudaydı. Gu Rolan bunun iyiye işaret olmadığını biliyordu.
Tıp kitabında yazanları bir kez daha okudu, ardından kalbindeki korkuya hakim olarak kitabı da yanına alıp Soğuk Saray'ın kapılarına doğru koşmaya başladı...
Qi Yan burada kalmaya başladığından beri Soğuk Saray'ın kapılarında yeni muhafızlar görevlendirilmişti. Sıradan bir insan olan Gu Rolan bu kişilerden çok korkuyordu.
Gu Rolan koşarak kapılara vardı, ama muhafızlar onu durdurdu, "Hekim Gu, bir şey lazımsa bize talimat verin yeter. Soğuk Saray'daki hiç kimse Majestelerinin emri olmadan dışarı çıkamaz."
Gu Rolan, muhafızın uzattığı kolunu yakaladı, "Qi Yuanjun hasta, hem de çok ağır hasta, Majesteleriyle görüşmem lazım!"
Muhafız: "Bu..."
Gu Rolan: "Bildiğim kadarıyla Majesteleri onun hapsedilmesini emretti sadece, ölmesini değil, haksız mıyım? Şu an çok kötü bir halde. Biraz daha gecikirsek iş işten geçebilir!"
... ...
Nangong Jingnu imparatorluk çalışma odasından otuz adım ötede diz çöken ve aşina olmadığı muhafızı gördüğünde imparatorluk atalar tapınağından daha yeni dönmüştü. Onu sorgulaması için bir hadım yolladı ve hadım çok geçmeden Nangong Jingnu'nun yanına döndü. Diz çöküp rapor verdi, "Majestelerine cevap veriyorum, Soğuk Saray'daki hekimin dediğine göre... Qi Yuanjun'un durumu kritikmiş. O hekim sizinle görüşme talep ediyormuş."
Nangong Jingnu'nun zihni bir an bomboş kaldı, "Durumu... neymiş dedin?"
Hadım: "Muhafız da açık açık söylemedi. Bu hizmetkarın anladığı kadarıyla... Muhtemelen hastalıktır."
Nangong Jingnu: "Soğuk Saray'a doğru yola çıkıyoruz."
Hadımın yüzündeki kaslar seğirdi, fakat onu vazgeçirme görevini aksatmadı, "Majesteleri, birkaç gün önce zaten gitmiştiniz... Soğuk Saray..."
Nangong Jingnu: "Yola çıkıyoruz!"
Hadım: "...Anlaşıldı."
On altı kişi aceleyle tahtırevanı Chengchao Sarayı'na taşıdı. Yolda giderlerken Nangong Jingnu o hadımı imparatorluk hastanesinden imparatorluk doktorlarını çağırmaya yolladı.
Bu sefer Soğuk Saray'a bir grup insan dalmış oldu. Nangong Jingnu tahtırevanın doğruca Qi Yan'ın yatak odasına taşınmasını emretti. Daha hadım onun teşrif ettiğini duyuramadan Nangong Jingnu kendini kapıdan içeri atıvermişti.
Nangong Jingnu: "O nasıl?"
Gu Rolan: "İki gün iki gecedir ateşi yüksek seyrediyor. Elimden gelen her şeyi yaptım ama neredeyse hiç kontrol altına alınamadı. Onu uyandıramıyorum."
Nangong Jingnu'nun gözlerinden öfkeli bir ifade geçti. Şimdi daha da hoşnutsuz olmuştu: yoksa bu kadın doktor, yetenek avcısının bildirdiği kadar kabiliyetli değil miydi?
Nangong Jingnu: "Geçen geldiğimde gayet iyi durumda değil miydi? Neler oldu böyle?"
Gu Rolan başını iki yana salladı, "Bilmiyorum."
Nangong Jingnu yatağın kenarına geldi. Yataktaki Qi Yan'a bakarken boğazında bir yumru hissetti.
Sessiz sedasız öylece yatıyordu. Yüzü kireç gibiydi ve kılını bile kıpırdatmıyordu. Bedenini ölüm sessizliği çevrelemişti. Yalnızca göğsü hafifçe yükselip alçalıyordu.
Nangong Jingnu dalıp gitmiş halde Qi Yan'ı seyretti. Onu daha önce hiç böyle görmemişti...
Yüzü acılı bir ifadeden ya da hasta birinde olması gereken o çırpınmadan yoksundu, uyurken daha çok ölüm sessizliğine bürünmüş gibiydi. Nangong Jingnu kendine geldiğinde içi panik duygusuyla doldu. Geçen gün Qi Yan'ı gördüğünden beri içinde, onda bir şeylerin eksik olduğuna dair bir his vardı.
Ama, Qi Yan'la ilgili meseleler Nangong Jingnu'nun kalbindeki saklı bir yara haline gelmişti. Acıdan kaçınmak herkeste olan bir içgüdüydü. O yüzden konu Qi Yan'la ilgili bir şey olunca... Nangong Jingnu derin derin düşünmek istemez oluyordu.
Bugün imparatorluk atalar tapınağında iki gözü iki çeşme ağladıktan sonra Nangong Jingnu rahatsız edici duygularından az çok kurtulmuştu. Tekrar Qi Yan'a bakınca birdenbire... çizgiyi aşmış olabileceğini fark etti. Sanki Qi Yan'ın bedeninden çok önemli bir şeyi zorla koparmış gibiydi, bu şeyin ne olduğunu ise... henüz düşünecek vakti yoktu.
Nangong Jingnu yatağın kenarında yere oturdu. Havluyu kafasından kaldırdı ve Qi Yan'ın alnına değdi, hâlâ normal olmayan bir sıcaklıktaydı.
Nangong Jingnu: "Ne kadar süredir ateşli?"
Gu Rolan: "İki gün iki gecedir..."
Nangong Jingnu'nun kalbi bir kez daha sancıdı. Tam da onun gidişinden sonraya tekabül etmiyor muydu?
Nangong Jingnu: "Birileri gelsin."
Hadım: "Majestelerine selamlar."
Nangong Jingnu: "İmparatorluk doktorları nerede?"
Hadım: "Yoldalar, çok geçmeden varacaklardır."
Nangong Jingnu: "Acele ettirin."
Gu Rolan kaşlarını çattı. Bundan biraz rahatsız olmuştu, bu yüzden cesaretini toplayıp, "Kabiliyet açısından saraydaki o imparatorluk doktorlarından aşağı kalır bir yanım yok," dedi, "Hastalığına bir su rahatsızlığı sebep oldu, bu rahatsızlığı tamamıyla kontrol altına almak için ne olursa olsun ateş kurbağasına ihtiyaç var!"
Nangong Jingnu gözlerini Qi Yan'a sabitledi, "O ne?"
Gu Rolan: "Büyükbabamın günlüğünde geçen efsanevi bir canlı. Yanıp kavrulan topraklarda yaşayan bir kara kurbağasıdır, tüm bedeni parlak kırmızı renktir ve su rahatsızlığını kökünden çözebilir."
Nangong Jingnu'nun kendisine göz ucuyla bile bakmadığını gören Gu Rolan biraz gerilmeye başladı. Ne de olsa bu canlı sadece efsanelerde geçiyordu...
Güçlü bir şekilde tartışma yürütmenin yollarını aradığı sırada Nangong Jingnu'nun sessizce, "Neye benzediğine dair bir görsel var mı?" diye sorduğunu duydu.
Gu Rolan bir an yanlış duyduğunu sandı. Donup kaldı...
Nangong Jingnu hâlâ tüm dikkatini Qi Yan'ın üzerinde tutmaya devam ediyordu. Qi Yan'ın yatağın kenarında duran eline uzandı ve tuttu...
Gu Rolan: "Majesteleri benimle mi... Bu avam kişiyle mi konuşuyor?"
Nangong Jingnu Qi Yan'ın elini kendi yanağının üzerine koydu. Yanağını Qi Yan'ın avucuna sürttü, ardından dönüp Gu Rolan'a baktı, "Sana soruyorum, ateş kurbağasına ait bir görsel var mı?"
Nangong Jingnu başını çevirdiği anda Gu Rolan gözlerinin kızarıklığını ve göz altlarındaki siyah halkaları görmüş oldu.
Nangong Jingnu'nun yüzünde oldukça sakin bir ifade vardı. Sesinden ne hüzün ne de sevinç okunuyordu. Ama bir sebepten... Gu Rolan kadın imparatorun gözlerinde keder görmüştü. Gözyaşı dökmüyordu ve gözleri sadece hafifçe kızarmıştı. İyice dikkat kesilmedikçe anlaşılmazdı bile...
Ama Gu Rolan bir şey sezdi: gözlerinin önündeki bu imparator ölçülemeyecek kadar büyük bir keder içerisindeydi, gözyaşlarının ötesinde bir keder.
Gu Rolan birkaç nefes süresince öylece baktıktan sonra başını iki yana salladı. Kısık sesle yanıtladı, "Büyükbabamın günlüğünde geçen bir efsane sadece."
Nangong Jingnu: "Lusheng."
Dış odadan çabucak bir hadım çıkıp geldi ve Nangong Jingnu'nun ayaklarının dibine diz çöktü, "Majesteleri."
Nangong Jingnu: "Birilerini yolla, 'Dokuz vilayeti çevreleyen evren'i getirsin."
Hadım: "Anlaşıldı."
İmparatorluk doktorları bir saat sonra geldi. Toplamda dört doktor gelmişti. İmparatorluk doktorları odaya girmeden önce Nangong Jingnu ayağa kalktı ve yatağın kenarında dikildi.
İmparatorluk Doktoru Wang: "Majestelerine selamlar."
Nangong Jingnu: "Ateşi var ve düşmüyor. Rahatsızlığına dair ayrıntıları bu kadın doktora sor, onun yaşamasını istiyorum."
İmparatorluk Doktoru Wang: "Anlaşıldı."
Nangong Jingnu yatak odasından çıktı ve dış odaya gitti. Gu Rolan Nangong Jingnu'nun arkasından bir bakış attı, sonra Qi Yan'ın durumunu imparatorluk doktorlarına açıklamaya koyuldu.
Bir saatin ardından durumu genel olarak özetlemişti. Dört imparatorluk doktoru Gu Rolan'dan işi devraldı, bir hadım ise Gu Rolan'ın yanına yürüdü. Sessizce, "Bayan, Majesteleri size dış odaya gelmenizi emretti," dedi.
Gu Rolan hadımı takip ederek dış odaya gitti ve devasa bir haritanın önünde dikilen Nangong Jingnu ile karşılaştı.
Gu Rolan: "Majesteleri."
Nangong Jingnu: "Bu yeryüzündeki en eksiksiz haritadır, dikkatlice bak bir. Büyükbaban daha önce sana ateş kurbağasıyla ilgili bir şey dedi mi, hatırlamaya çalış. Kenarda kağıt ve fırça var. Ateş kurbağasının olabileceğini düşündüğün her yeri not al ve bana teslim et."
Gu Rolan öncesinde Nangong Jingnu'nun kendi tıbbi yeteneklerini küçümsediğini düşünmüştü ama şimdi bu fikri aklından tamamen çıkardı.
Biraz tedirgin bir şekilde tekrar açıkladı, "Majesteleri... Bu sadece bir efsane. Bu avam kişi ateş kurbağasının gerçekten var olup olmadığını bilmiyor."
Nangong Jingnu: "Biliyorum. Tarım Bakanı sana yardımcı olmaları için çeşitli bölgelerin iklimine hakim olan birkaç yetkili yollayacak."
Nangong Jingnu bunu dedikten sonra odayı terk etti. Bir saniye sonra tahtırevanın taşınma sesi geldi.
İmparatorluk Doktoru Wang'ın kaşları iyice çatıldı. Daha önce Qi Yan'a kendisi de tanı koymuştu ve Gu Rolan'ınkiyle birebir aynı sonuca varmıştı. İmparatorluk Doktoru Wang Gu Rolan'ın böylesine genç bir yaşta bu kadar üstün bir tıbbi kabiliyete erişmesinden etkilenmişti, ama aynı zamanda içinde sıkıntı da duymuştu...
Daha ne kadar olmuştu? Qi Yan'ın sağlık durumu resmen bu seviyeye gerilemişti.
Ama İmparatorluk Doktoru Wang'ın fikrince durum umutsuz değildi. Sebebi Gu Rolan'ın yeterince kabiliyetli olmaması değildi; sebebi halk tabakasından geliyor olmasıydı. Reçetelerinde çoğunlukla orada yaygın olan tıbbi malzemeleri kullanıyordu, bu yüzden belli bir seviyede sınırlı kalıyordu.
İmparatorluk Doktoru Wang'ın arkasında koca şifalı bitki bahçesi ve hazine odasındaki paha biçilemez şeyler vardı. Elindeki seçenekler boldu, bu yüzden malzeme kullanımında elini korkak alıştırmıyordu.
İmparatorluk Doktoru Wang reçete yazmak için hazır olduğundan dolayı masaya doğru yürüdü. Gu Rolan da meraktan onu takip etti...
İmparatorluk Doktoru Wang kabiliyete değer verirdi, o yüzden Gu Rolan'ın bakmasına ses etmedi. Reçete için otuz iki tıbbi malzeme içeren uzun bir liste oluşturdu. Birkaç malzemenin adını Gu Rolan hayatında hiç duymamıştı ve yarısı daha önce duyduğu ama hiç kendi gözleriyle görmediği malzemelerdi.
Böyle olmakla beraber, yine de hekimlere has gözleri vardı. Gu Rolan listeyi baştan sona okuyunca kendi kendine hayret etti ve, "Bunlara ne kadar gümüş gider ki?" diye mırıldandı.
Zaten kulağa lüks gelen ginseng ve ganoderma gibi tıbbi malzemeleri geç, şu "geyik boynuzu kanı" bile halktan insanlar için paha biçilemez bir şeydi. Görünen o ki belirli bir ayda geyiklerin kendi boynuzlarını sökerken döktüğü kanı kastediyordu...
Kanı elde etme işlemi bile başlı başına fazlasıyla karmaşıktı ve kan pıhtılaşmadan önce ilaç haline getirilmesi gerekiyordu. Yoksa kan etkisini yitiriyordu.
İmparatorluk Doktoru Wang gülümseyerek açıkladı, "Bu... Lord, zaten sıklıkla ilaç alan birisi. Daha önce ona yazılan reçeteler bundan çok daha pahalıydı. Şu anda sağlık durumu kötü, ağır ilaçlar alacak halde değil... Bu yüzden malzeme seçiminde kısıtlamaya gidilmesi gerekti."
Gu Rolan iki eliyle İmparatorluk Doktoru Wang'dan tıbbi reçeteyi aldı. Sanki bir kağıt parçası değil de birkaç şehrin mali değerindeki bir hazineymiş gibi dikkatlice tutuyordu.
Gu Rolan: "Buna... Ne kadar gümüş gider?"
İmparatorluk Doktoru Wang, "Gümüş mü?" dedi ve "atlas çiçeği yaprakları" adlı malzemeyi göstererek soruya soruyla karşılık verdi, "Sence bu gümüşle satın alınabilir mi?"
Gu Rolan sesli bir şekilde yutkundu ve başını iki yana salladı.
Atlas çiçeği on yılda sadece bir kez ve kısa bir anlığına açardı... Bu herhangi bir para birimiyle ölçülebilir miydi?
İmparatorluk Doktoru Wang açıklamaya devam etti, "Ama onun ilaçları için kullanılan tüm tıbbi malzemeler Majestelerinin kişisel kasasından çıkma. Krallık deposundan hiçbir şey alınmıyor. Etrafta düşüncesizce şeyler söyleme."
Gu Rolan: "Anladım."
... ...
Qi Yan'a ilaç verildikten dört saat sonra ateşi bir nebze de olsa düştü. Nangong Jingnu o gece tekrar geldi.
Gu Rolan Majestelerinin hemen tekrar geleceğini beklemiyordu. Nangong Jingnu içeri girdiğinde İmparatorluk Doktoru Wang'a Qi Yan'ın durumunu sordu, ardından gidip bir süreliğine yatak odasında oturdu. Akabinde dış odaya gitti ve Gu Rolan'a, "Ateş kurbağasının bulunma ihtimali olan her yeri işaretledin mi?" diye sordu.
Gu Rolan başını aşağı yukarı salladı, ardından Nangong Jingnu'ya bir kağıt parçası uzattı, "Olasılıkları bir düzine bölgeye indirgedik. Başkente en yakın olan bile yüzlerce mil ötede."
Nangong Jingnu o kağıt parçasını teslim aldı ve arkasını dönüp gitti.
... ...
Qi Yan'ın durumu biraz stabil bir hal aldığında İmparatorluk Doktoru Wang birkaç reçete ve bir tane çocuk asistan bırakarak imparatorluk doktorlarıyla birlikte oradan ayrıldı.
Sonraki üç gün boyunca Nangong Jingnu her gün öğleden sonra aynı saatte Qi Yan'ın başucuna geldi. İki saat orada kaldıktan sonra gidiyordu.
Bazen geceleyin geldiği de oluyordu ama uzun süre kalmıyordu. Gu Rolan'a basit birkaç soru sorduktan sonra gidiyordu. İstese bunu bir hadıma da yaptırabilirdi, ama Nangong Jingnu bu işi başka kimseye devretmiyordu.
Üçüncü gecede Gu Rolan mutluluk içinde Nangong Jingnu'ya, "Majesteleri, bu avam kişi onun yarın uyanacağını düşünüyor," dedi, "Ama... Tam anlamıyla iyileşmesi için bedenindeki su rahatsızlığının temelli giderilmesi gerek yine de."
Nangong Jingnu'nun vücudu kasıldı, ardından sakince karşılık verdi, "Anladım, sen çıkabilirsin. Biraz yalnız kalmak istiyorum."
Gu Rolan gerisin geri çıktı. Artık Qi Yan'ın yatak odasında sadece iki kişi kalmıştı.
Nangong Jingnu Qi Yan'ın elini ovdu. İncecik kalmış, damarları seçilen elini...
Nangong Jingnu Qi Yan'ın elini ters çevirip onun avucunu kendi yüzüne koydu, Qi Yan onun yanağını okşuyormuş gibi bir pozisyona getirdi.
Gözlerinin kenarından berrak bir yaş süzüldü. İncelmiş yüzünden kaydı ve Qi Yan'ın parmak uçları arasında kayboldu.
Nangong Jingnu kayıp düşmesin diye Qi Yan'ın elinin üstüne bastırıyordu, diğer elini ise aynı şekilde Qi Yan'ın yanağına koymuştu. Başparmağını yavaşça onun yanağının üzerinden geçirdi.
Nangong Jingnu neredeyse duyulmayacak bir tonda, "Ben Wei Krallığı'nın prensesi, sen de Jing Krallığı'nın prensi olmasaydın daha farklı mı olurduk?" dedi.
Nangong Jingnu: "Ama öyle olsaydı... Yollarımız yine de kesişir miydi?"
Dişleri alt dudağının üzerinden geçerek iki beyaz iz bıraktı, "Krallıklarımız ve ailelerimiz arasındaki kinden dolayı girdin hayatıma, ve neredeyse on sene geçip gitti. Sen on yıl boyunca içindeki kini serbest bıraktın, peki ya ben? Neden... Bana bu kadar zalim davranmak zorundasın? Öyle ki bana azıcık zaman bile tanımıyorsun? Sırf senin gitmene izin vermek için sadakatsiz ve vefasız denmeyi göze almışken... Neden geri döndün?"
... ...
Nangong Jingnu: "Qi Yan... Agula, bir şey diyeyim mi? Senin ölmeni istemiyorum. Yaşamanı istiyorum... Babamın katili olsan da, öldükten sonra imparatorluk mozolesine alınmamaya hazırladım kendimi. O askerlere seni uzağa yollama emri vererek atalarımın yüzüne bakamamayı göze almıştım... Neden, neden illa da beni zorlamayı sürdürdün?"
Nangong Jingnu: "Ne yapacağım ben? Bana bu kadar zalimce davranmasan olmaz mı? Beraber geçirdiğimiz geçmiş zamanların hatırına benim ellerimde ölmesen olmaz mı? Nangong Zhenzhen başkalarına yalvaramaz, ama Nangong Jingnu sana yalvarıyor, ölme..."
Nangong Jingnu Qi Yan'ın yatağının kenarına eğildi ve ağlamaya başladı. Uzunca bir süre ağladıktan sonra elini kaldırdı, ardından boğuk bir sesle dedi ki, "Seninle neredeyse on yıldır evliyim, ama en başından beri hiçbir zaman senin hasmın olmadım. İnanılmaz zeki birisin, akla uygun her olasılığı hesaba katarsın. Bir ahmak gibi körlemesine senin peşinden gittim, seninle omuz omuza durabilme umuduyla çaresizce gece gündüz çalıştım. Ama sen hep benden bir adım ilerideydin. Şimdi bile. Buraya ölmek için geldiğini biliyorum; intikamını aldın, Xiao-Die'yi bir yere yerleştirdin ve artık kalbinde hiç endişe kalmadı. Bana borçlu kalmak istemiyorsun, o yüzden bana bunu hayatınla geri ödüyorsun. Öyle değil mi?"
Nangong Jingnu yumruğunu yumuşak bir şekilde Qi Yan'a indirdi, "Ama peki ya ben? Her olasılığı hesaba katıyorsun, ama neden beni görmezlikten geliyorsun? Benim ellerimde ölürsen hayatımın geri kalanını nasıl geçireceğim?"
Nangong Jingnu: "Kalbin o kadar acımasız mı? Hayatta da ölümde de bir daha hiç birbirimizi görmemeyi yeğlerim. Orada bir yerlerde huzur içinde yaşamaya devam ettiğini bildiğim sürece yoluma devam edecek gücü verir bana. Anlıyor musun?"
... ...
Gece vakit iyice ilerlemişti. Kapıdan bir hadımın sesi geldi, "Majesteleri, sarayın sokağa çıkma yasağı saati geldi. Geri dönme vakti."
Nangong Jingnu burnunu çekti, ardından kendini soğukkanlılığını takınmaya zorladı, "Tamam."
Nangong Jingnu ayağa kalktı. Battaniyeyi Qi Yan'ın üzerine çekti, sonra Qi Yan'ın alnına düşen saçları düzeltti. Parmak uçlarıyla Qi Yan'ın kaşlarının üzerinden geçmekten kendini alamadı, "Yarından itibaren buraya gelmeyi bırakacağım."
Nangong Jingnu dış odaya geldiğinde uyuklamakta olan Gu Rolan'ı gördü. Pek yüreği götürmese de onu seslenerek uyandırdı. Gu Rolan mahmur gözlerini ovuşturdu, "Mmn, ne oldu?"
Karşısındaki kişinin Nangong Jingnu olduğunu görünce Gu Rolan tamamen uyandı. Hemen ayağa kalktı, "Majesteleri!"
Nangong Jingnu içinde olduğu berbat hali belli etmek istemediği için gözlerini kaçırdı, "Buraya geldiğimi ona söyleme."
Nangong Jingnu Gu Rolan'ın idrak etmesini beklemeden kapılara yöneldi.
Gu Rolan kapılara doğru onun peşinden gitti ve kafa karışıklığı içinde, "Neden?" diye sordu.
Nangong Jingnu bir an durakladıktan sonra sakince, "Bu bir imparatorluk emridir," dedi.
... ...
Ertesi sabah Soğuk Saray'ın üzerine ilk güneş ışığının düşmesiyle Qi Yan gözlerini yavaşça açtı.
Yatağının kenarında nöbet tutmakta olan Gu Rolan hemen hareketlendi. Mutlu bir şaşkınlıkla, "Uyandın mı?!" dedi.
Qi Yan bir anlığına uyku sersemliğini üzerinden atamadı ve gözlerini Gu Rolan'dan ayırıp odada gezdirdi...
Son birkaç gündür onca şey yaşadıktan sonra Gu Rolan'ın düşünme şekli epey değişmişti. Nangong Jingnu'nun Qi Yan'a ne kadar değer verdiğini görmüştü. Ve önündeki bu kişi hiçbir zaman bir şey dememiş olsa da her şeyi kalbine gömüyordu. Bazı inatçı hareketlerinden veya bakışlarından ara sıra belli oluyordu.
Örneğin, Qi Yan'ın şu anki bakışları bariz bir şekilde birini arıyordu. Ve önceden her gün öğleden sonra aynı saatte pencerenin önüne dikilip ısrarla dışarı bakıyordu, Majesteleri Kadın İmparator da son birkaç gündür tam o vakitte Soğuk Saray'a gelmişti.
Qi Yan'ın beklediği, yolunu gözlediği, görmeyi umduğu kişi apaçık Majesteleri Kadın İmparator'du...
Ama...
Söylemiyor ve kendine saklıyordu.
Önündeki bu kişi açık bir biçimde kadındı. Cinsiyetsiz görünümlü bir yüzü olsa da, gerçek bir kadındı.
İki kadın...
Qi Yan rüyalarında gördüğü o figürü bulamayınca uğradığı hayal kırıklığı yüzüne ayan beyan yansıdı. Bu gerçeği kabullenmek istemiyordu da. Ya da belki, inanmaya cesaret edemiyordu. Nangong Jingnu'nun sahiden de geçen seferden beri tekrar gelmediğine inanmazdı...
Qi Yan: "Ne kadar zamandır uyuyorum?"
Qi Yan onunla mı konuşuyordu? Gu Rolan tekrar mutlu bir şaşkınlığa kapıldı, dürüstçe yanıtladı, "Hastalandın ve su rahatsızlığın nüksetti, bu yüzden ateşin düşmek bilmedi. Beş gün beş gecedir uyuyorsun."
Qi Yan: "...Buraya gelen biri oldu mu?"
Öğrenmek istediği bariz bir şekilde Majesteleri Kadın İmparator'un gelip gelmediğiydi, ama hâlâ açık açık sormayı reddediyordu... Bu inatçılık ve tevazu Gu Rolan'ı karmakarışık hisler içerisine soktu.
Gu Rolan: "Kapılara gidip muhafızlara imparatorluk doktorlarını çağırmasını söyledim."
Qi Yan bir an sessiz kaldı, ardından tereddüt ederek, "Başka gelen?" diye sordu.
Gu Rolan: "...Olmadı."
Gu Rolan ağzından bu sözler çıktığı gibi o kehribar rengi gözlerde bir hayret duygusu okudu. Bunu ise, daha önce de gördüğünü düşündüğü bir üzgünlük izledi...
O duygu, çok tanıdıktı...
Doğru ya! Daha kısa süre önce Majesteleri Kadın İmparator'un gözlerinde aynı içe işleyen duyguyu görmüştü. Qi Yan'ın gözlerinde sakladığı ile birebir aynıydı.
Qi Yan gözlerini kapatarak içindeki kırılganlığı gizledi, ardından dudaklarının kenarlarını kaldırdı. Gülümsemesi hemen sonra silindi.
Gu Rolan bu sefer tekrar Qi Yan'ı rahatsız etmedi, fakat gerçekten anlayamıyordu: eğer Majesteleri Kadın İmparator ve Qi Yuanjun aynı sebeplerden üzülüyorlarsa, neden duygularını birbirlerine açmıyorlardı ki?
... ...
Qi Yan kapının kapatılma sesini duyunca gözlerini yeniden açtı. Onca zamandır kıpırdamadan yattığı için her yeri ağrıyordu, fakat bu acı kalbindeki acının yanından bile geçemezdi.
Qi Yan elini kalbinin üzerine koydu. Kumaşı şiddetle sıkıca kavradı, ama hiçbir faydası dokunmadı.
Qi Yan'ın anılarında: Nangong Jingnu ile olduğu onca yılda başkentin dışında ya da koşup gelemeyeceği bir yerde olmadığı sürece... Ne zaman hastalansa veya yaralansa, ister önceden tasarlanmış olsun ister gerçek, gözlerini açtığında ilk gördüğü kişi o olurdu.
Ama bu sefer... farklıydı. Gelmemişti...
Belki de, bir daha asla gelmeyecekti.
Belki de bu Soğuk Saray onu ömrünün kalanı boyunca hapis tutan, ölmedikçe çıkamayacağı bir kafes olacaktı.
... ...
Başkente ilk varan, Zhuohua Prensesi Nangong Shunu ile Xiao-Die oldu.
Gizemli bir şekilde, başkente varmalarına birkaç gün kala Xiao-Die tamamen iyileşmişti. Artık ateşi yükselmiyor ve sayıklamıyordu. Nangong Shunu rahat bir nefes vermişti, fakat aynı zamanda, Xiao-Die'nin hastalığının biraz alışılmadık olduğunu hissediyordu. Ne de olsa hekim Xiao-Die'nin hastalığına neyin sebep olduğunu bulamamıştı. Sadece dışsal bir kışkırtıdan kaynaklıysa böylesine ciddi bir hastalığa yol açmaya yetecek gibi durmuyordu. Ve bir sürü ilaç aldığı halde hiç etki etmemişti. Tam herkes ne yapacağını şaşırmışken Xiao-Die gizemli bir şekilde iyileşmişti.
Zhuohua Prenses malikanesine vardıklarında Nangong Shunu her yolu deneyerek Xiao-Die'yi malikanede beklemeye ikna etmiş, sonra da bir saray elbisesi giyerek saraya giriş yapmıştı.
Nangong Shunu başkente gelmeden önce haber yollamamıştı. Yönetmeliklere göre tımar arazisi bahşedilmiş Derebeyleri izinsiz başkente dönemezdi. Ne var ki Nangong Jingnu tahta çıktıktan hemen sonra bir imparatorluk fermanı çıkararak iki ablasını bu kuraldan muaf tutmuştu, yani Nangong Shunu kuralları çiğnemiş olmuyordu.
Nangong Jingnu biraz şaşırdı, ama er-jie'sinin neden geldiğini anında çözdü. Kalbinde sessiz bir iç çekti.
Aslında ablasının bu gerçeği öğrenmesini istemiyordu. Ne de olsa Xiao-Die Qi Yan'ın kardeşiydi. Eğer er-jie Qi Yan'ın, babalarının katili olduğunu öğrenirse iyi giden ilişkisi bundan zarar görebilirdi.
Er-jie dünyevi nefretlerin acısının tadına yeterince bakmıştı. Bazı şeyleri tek başına omuzlamak en iyisiydi.
Nangong Jingnu: "Hepiniz çekilebilirsiniz, er-jie ile baş başa konuşacağım."
Nangong Shunu Nangong Jingnu'nun yanına geldi, ardından telaşsızca eğildi, "Bildiride bulunmadan ya da izin olmadan başkente girdiğim için Majesteleri bağışlasın."
Nangong Jingnu: "Er-jie, otur lütfen. Neden biz bizeyken böyle resmi konuşuyorsun?"
Nangong Shunu yer gösterdiği için teşekkür etti, sonra bir anlığına Nangong Jingnu'yu süzdü. Güçsüzce iç çekti, "Majesteleri zayıflamış."
Nangong Jingnu hafifçe gülümsedi, "Er-jie bunca zamandır iyi mi?"
Nangong Shunu: "İyiyim, asıl sen nasılsın?"
Nangong Jingnu uzunca bir süre sessiz kaldı, ardından kısık sesle, "Er-jie, bazı şeylerin... bahsini açmasak daha iyi olur," dedi.
Nangong Shunu: "Sanıyorum neden aceleyle başkente geldiğimi Majesteleri de biliyordur. Neden kendine acı çektiriyorsun?"
Nangong Jingnu başını iki yana salladı. Konuşmaya devam etmeyi reddediyordu.
Nangong Shunu tekrar iç geçirdi, "Artık büyüdün ve aramızda hükümdar ile kulu arasındaki statü farkı var. Ama yine de bir jiejie olarak sana sormak zorundayım. Bunu geçici bir önlem olarak mı yaptın, yoksa...?"
Nangong Jingnu: "Er-jie, daha fazla soru sorma."
Nangong Shunu: "Sen, ciddi olamazsın?"
... ...
Nangong Jingnu derin bir nefes aldı ve titreyen bir sesle yanıtladı, "Evet, ciddiyim."
— —
Yazarın notu:
İşte bugünün bölümü. Aslında 12000 kelime yazmıştım ama sonuç beni bir türlü tatmin etmedi, o yüzden büyük bir kısmını sildim. Editledim de editledim, ama vaktin dolduğunu fark ettiğim için paylaştım artık. Nangong Jingnu'nun ve Qi Yan'ın kısımlarına uzun uzun kafa yordum.
0 notes
hasanakbal19 · 3 months ago
Text
Çocuklarda Ateş Nasıl Düşürülür?
Çocuklarda ateş, genellikle vücudun enfeksiyonla savaştığının bir işaretidir. Ancak yüksek ateş, özellikle bebeklerde ve küçük çocuklarda endişe yaratabilir. Ateşi düşürmek için evde uygulayabileceğiniz bazı yöntemler ve dikkat edilmesi gerekenler: Evde Uygulayabileceğiniz Yöntemler: İnce Giydirme: Çocuğunuzu çok sıkı giydirmeyin. Pamuklu, hafif ve nefes alabilen kıyafetler tercih edin. Sıvı…
0 notes
kunyekultursanat · 3 months ago
Text
Çocuklarda Ateş Nasıl Düşürülür?
Çocuklarda ateş, genellikle vücudun enfeksiyonla savaştığının bir işaretidir. Ancak yüksek ateş, özellikle bebeklerde ve küçük çocuklarda endişe yaratabilir. Ateşi düşürmek için evde uygulayabileceğiniz bazı yöntemler ve dikkat edilmesi gerekenler: Evde Uygulayabileceğiniz Yöntemler: İnce Giydirme: Çocuğunuzu çok sıkı giydirmeyin. Pamuklu, hafif ve nefes alabilen kıyafetler tercih edin. Sıvı…
0 notes
xnedir · 9 months ago
Text
Parasetamol Nedir
Parasetamol nedir, yaygın olarak kullanılan bir ağrı kesici ve ateş düşürücü ilaçtır. Aynı zamanda “asetaminofen” olarak da bilinir. Parasetamol, baş ağrısı, diş ağrısı, kas ağrısı, adet ağrısı ve soğuk algınlığı gibi hafif ila orta şiddetteki ağrıları hafifletmek için kullanılır. Ayrıca ateşi düşürmek için de etkilidir. Parasetamol Nedir Parasetamol, gripin, aspirin gibi ağrı kesici ve ateş…
Tumblr media
View On WordPress
0 notes
gundemarsivi · 1 year ago
Text
Tumblr media
Savaş
✍🏻 Hayrettin Geçkin
https://www.gundemarsivi.com/savas-3/
İsrail-Hamas arasındaki çatışmayı dinler çatışması olarak göstermekten daha büyük bir yalan yoktur. Bu, düpedüz sömürüyü ve dünyanın zalimlerinin zulmünü gizlemeye yönelik bir çabadır. Dünyayı ateşe verenlere açıktan ya da gizliden destektir de aynı zamanda.
“Tüm dünya Hamas’ı bir terör örgütü olarak görüyor. Ey İsrail sen bir örgüt olabilirsin, Batı’nın sana borcu çok ama Türkiye’nin sana borcu yok. Hamas bir terör örgütü değil, topraklarını ve vatanını koruma mücadelesi veren bir kurtuluş ve mücahitler grubudur.” Böyle diyor Cumhurbaşkanı Erdoğan.
Hamas’ın bir eğlence merkezini basarak çoluk çocuk demeden adice ve canice İsrailli çok sayıda sivilin öldürmesi ve böylelikle savaşı başlatması nasıl görmezden gelinebilir, anlayamıyorum açıkça söylemek gerekirse. Nesi ya da neresi masum gösterilmeye çalışılır Hamas’ın akıl erdirmek zor? ABD’li Nazi Lider Biden ve onun Ortadoğu’daki uzantısı İsrailli Nazi Netanyahu’nun kontrolündeki Hamas ve benzeri dinci-gerici yapıların nesine sahip çıkılabilir? Böyle bir bakış açısıyla Filistin halkından yana olmak mümkün mü gerçekten? Bölge barışına katkı yapılabilir mi böyle bir bakışla? Bunu herkesin uzun uzun düşünmesi lazım aslında.
Bilirsiniz şiir okuması da meşhurdur Erdoğan’ın. Bir de şiir okuyor bu açıklamayı yaparken. “Şairin biri bir şiirinde şöyle diyor” diye başlıyor. “Nazım Hikmet” diyemiyor.
Hakkını yememek lazım yine de. Yerinde bir şiir:
“Koşuyor altı yaşında bir oğlan,
uçurtması geçiyor ağaçlardan,
siz de böyle koşmuştunuz bir zaman.
Çocuklara kıymayın efendiler.
Bulutlar adam öldürmesin.”
Filistin Sorunu’na Cumhurbaşkanı böyle yaklaşadursun, MHP Genel Başkanı Bahçeli’nin Türkiye’yi savaşa sokmak ve Ortadoğu bataklığına düşürmek istercesine yaptığı açıklamalar dolduruyor ortalığı. Tüyleri ürperiyor insanın; ne diyeceğini, nasıl düşüneceğini şaşırıyor.
Gezi Davası’nda siyasi talimatla ve hukuk katledilerek ağır hapse çarptırılanlardan Çiğdem Mater’in cezaevinden bir yakınına yazdığı mektuptaki sözleri geliyor aklıma: “Türkiye koca bir şaka ama buna ne kadar gülebiliriz?”
İnsanların düşüncesini açıklamayı geçtim, düş kurmasına bile izin verilmeyen bir ülkede yaşadığımızı unutmak istiyorum bir an. Daha yakınlardaki Gar Katliamı’nı, Suruç’u… Onca doğa katliamını. Bir utanç fotoğrafı gibi ülkenin alnına yapışan çocuk tecavüzlerini, kadın cinayetlerini… Ve dünyaya dönmek istiyorum yüzümü. Ama dünya da bir şaka gibi. Aldırmıyor ateşe verilmesine. Yaşından başından hiç utanmıyor. Çocuklara kıyılıyor diyorum. İnsanlara, kurda kuşa, çiçeğe böceğe, dağa taşa, sulara… Duymuyor.
Türkiye’nin Suriye’ye müdahalesini ve Rusya Ukrayna Savaşı’nı kimse konuşmuyor bu arada.
Yaşlanmış ve yorgun hissediyorum kendimi. Ruşen Hakkı’nın şu dizeleriyle susuyorum:
“Söyle bana dede
Küçükken barışı savunanlar
Neden savaş yanlısı oluyorlar büyüdüklerinde”
Hayrettin Geçkin
0 notes
saglikvehastalik · 1 year ago
Text
Kuş Gribi Nedir? Belirtileri Nelerdir?
Kuş gribi, kanatlı hayvanlarda görülen ve bazen insanlara da bulaşabilen viral bir enfeksiyondur. Kuş gribi, özellikle H5N1 virüsü nedeniyle ciddi ve ölümcül olabilir. Bu yazıda, kuş gribi nedir, belirtileri nelerdir, nasıl bulaşır ve tedavisi nasıl yapılır gibi sorulara cevap vereceğiz. Kuş Gribi Nedir? Kuş gribi, influenza A virüsünün bir alt tipi olan H5N1 virüsünün neden olduğu bir hastalıktır. H5N1 virüsü, genellikle kuşlarda enfeksiyona yol açar ve bu nedenle avian influenza (kuş influenza) olarak da adlandırılır. H5N1 virüsü, bazı durumlarda kuşlardan insanlara veya diğer hayvanlara bulaşabilir. Bu durumda, insanlarda veya hayvanlarda ciddi solunum yolu hastalığına neden olabilir. Kuş gribi, ilk olarak 1997 yılında Hong Kong’ta ortaya çıkmıştır. O zamandan beri, Asya, Afrika ve Avrupa’da pek çok ülkede kuş gribi vakaları görülmüştür. Dünya Sağlık Örgütü’ne göre, 2003 yılından bu yana 861 insan kuş gribine yakalanmış ve bunların 455’i hayatını kaybetmiştir. Kuş Gribi Kuş Gribinin Belirtileri Nelerdir? Kuş gribinin belirtileri, normal grip ile benzerlik gösterir. Ancak, kuş gribi daha şiddetli ve hızlı ilerleyen bir hastalıktır. Kuş gribinin belirtileri şunlardır: - Yüksek ateş (38 derece ve üzeri) - Öksürük - Boğaz ağrısı - Burun akıntısı veya tıkanıklığı - Kas ve eklem ağrısı - Şiddetli yorgunluk - Solunum güçlüğü - Göğüs ağrısı - İshal - Karın ağrısı - Bulantı ve kusma Kuş gribinin belirtileri, enfeksiyonun başlamasından sonra 2-4 gün içinde ortaya çıkar. Bazı durumlarda, belirtiler daha hafif olabilir veya hiç görülmeyebilir. Ancak, bu durum hastalığın bulaşıcılığını veya ciddiyetini azaltmaz. Kuş Gribi Nasıl Bulaşır? Kuş gribi, enfekte kuşların salgıları (balgam, tükürük, dışkı) ile temas yoluyla bulaşır. Bu temas şu şekillerde olabilir: - Etini veya yumurtasını pişirmeden veya çiğ olarak yemek - Tüylerine, kanına veya organlarına dokunmak - Yaşadığı veya öldüğü yerlere girmek - Salgılarının bulunduğu suyu içmek veya yüzerek temas etmek - Kuşların, algılarının havaya karıştığı ortamlarda bulunmak Kuş gribinin insandan insana bulaşması ise çok nadirdir. Ancak, bu olasılık tamamen yok değildir. Eğer bir kişi kuş gribine yakalanmışsa, yakın temas halinde olan aile üyeleri, sağlık çalışanları veya bakıcılar risk altındadır. Bu nedenle, kuş gribinden şüphelenilen kişilerin izole edilmesi ve koruyucu önlemler alınması gerekmektedir. Kuş Gribinin Tedavisi Nasıl Yapılır? Kuş gribinin tedavisinde antiviral ilaçlar kullanılır. Antiviral ilaçlar, virüsün çoğalmasını engelleyerek hastalığın şiddetini ve süresini azaltabilir. Ancak, antiviral ilaçların etkili olması için enfeksiyonun başlangıcından sonra en kısa sürede başlanması gerekir. Bu nedenle, kuş gribi belirtileri olan kişilerin hemen bir sağlık kuruluşuna başvurması önemlidir. Kuş gribinin tedavisinde ayrıca semptomatik tedavi de uygulanır. Semptomatik tedavi, hastanın ateşini düşürmek, ağrılarını gidermek, sıvı kaybını önlemek ve solunum desteği sağlamak gibi amaçlarla yapılır. Kuş gribinin tedavisinde antibiyotikler kullanılmaz. Antibiyotikler, bakteriyel enfeksiyonlara karşı etkilidir, ancak viral enfeksiyonlara karşı etkisizdir. Ancak, kuş gribi olan kişilerde ikincil bakteriyel enfeksiyonlar gelişebilir. Bu durumda, antibiyotik tedavisi gerekebilir. Kuş gribi aşısı var mı? Amerika Birleşik Devletleri’nde Gıda ve İlaç İdaresi (FDA), bir H5N1 kuş gribi virüsü suşu ile enfeksiyonu önlemek için bir aşıyı onaylamıştır. Ancak, bu aşı halka açık değildir, ancak ABD hükümeti onu stokluyor ve bir salgın durumunda dağıtacak. Bu aşı, diğer H5N1 virüsü suşlarına veya diğer kuş gribi virüslerine karşı koruma sağlamayabilir. Hollanda’da Wageningen Üniversitesi Veterinerlik Fakültesi tarafından yapılan çalışmalar sonucu iki aşının tavukları kuş gribine karşı korumada başarılı olduğu kanıtlanmıştır. Aşıların sadece hastalık belirtilerine karşı değil, aynı zamanda virüsün yayılmasına karşı da etkili olduğu belirtilmiştir. Bu aşılar henüz Avrupa Birliği mevzuatı kapsamında değildir, ancak gerekli düzenlemelerin ardından bu yılın sonuna doğru aşılama çalışmalarına başlanması planlanmaktadır. Kuş gribi, kanatlı hayvanlarda görülen ve bazen insanlara da bulaşabilen ciddi bir viral enfeksiyondur. Kuş gribi, yüksek ateş, öksürük, solunum güçlüğü gibi grip benzeri belirtilerle ortaya çıkar. Kuş gribi, enfekte kuşların salgıları ile temas yoluyla bulaşır. Kuş gribinin tedavisinde antiviral ilaçlar ve semptomatik tedavi uygulanır. Kuş gribinden korunmak için enfekte kuşlarla temas etmekten kaçınmak, kuş eti ve yumurtasını iyice pişirmek, el hijyenine dikkat etmek ve aşı olmak gerekir. Read the full article
0 notes
elazigsurmanset · 1 year ago
Text
ELAZIĞ İL SAĞLIK MÜDÜRÜ POLAT, VATANDAŞLARI AŞIRI SICAK HAVA VE GÜNEŞ ÇARPMASINA KARŞI UYARDI
Tumblr media
Elazığ İl Sağlık Müdürü Prof. Dr. Cahit POLAT,  vatandaşları aşırı sıcak havalara karşı uyararak, başta çocuklar, yaşlılar, aşırı kilolu ve kronik hastalığı bulunanlar olmak üzere zorunlu olmadıkça 10.00-16.00 saatleri arasında dışarı çıkılmaması gerektiğini söyledi. Aşırı sıcaklıkların çeşitli sağlık problemlerini de beraberinde getirdiğine dikkat çeken İl Sağlık Müdürü Prof. Dr. Cahit POLAT ” Yaz aylarına girdiğimiz bu günlerde hava sıcaklıkları ve nemde olabilecek artışlar nedeniyle insan sağlığı olumsuz yönde etkilenebilmektedir. Özellikle dört yaşından küçük çocuklar ve 65 yaş ve üzeri yaşlılar olmak üzere, yalnız yaşayanlar, engelliler, bakıma ihtiyacı olanlar, gebeler, aşırı kilolular, açık alanda çalışanlar, şeker hastalığı, kalp-damar hastalıkları, beyin-damar hastalıkları, psikolojik hastalıkları, solunum sistemi hastalıkları, karaciğer hastalıkları, böbrek hastalıkları gibi kronik hastalığı olanlar, tansiyon düşürücü, idrar söktürücü, depresyon ve uyku ilaçlarını sürekli kullanmak zorunda bulunan hastalar ile madde bağımlıları bu durumdan daha fazla etkilenebilecektir” dedi. Normalde vücut ısısının terleme ile dengede tutulduğunu belirten Prof. Dr. POLAT “ Sıcaklık ve nem artışına bağlı, artan vücut ısısını düşürmek için yeni duruma uyum sağlamaya çalışan metabolizma yetersiz kalarak sadece terleyerek vücut ısısını dengede tutmada yetersiz kalır. Bu nedenle özellikle yaşlılar, bebekler ve kronik hastalığı olanların terleme mekanizması ile vücut ısısının dengede tutulması zorlaşır. Ayrıca; obezite, herhangi bir hastalığa bağlı yüksek ateş, dehidratasyon dediğimiz aşırı sıvı kaybı, kalp hastalığı, tedavi amaçlı bazı ilaçların (bazı tansiyon düşüklüğüne karşı ilaçlar) kullanımı da etkili olan diğer faktörlerdir. Yükselen vücut ısısının beyin ve diğer hayati organlarda hasara yol açabilir. Bu nedenle bir yetişkin her gün en az 2/2,5 litre sıvı tüketmelidir. Su dışı sıvı alımında kahve çay ve gazlı içeceklerden uzak durulmalı, eğer doktor tarafından sıvı alımı kısıtlanmış veya tansiyon düşürücü ilaç kullanılması söz konusu ise ilgili doktora başvurmak gerekir. Kızartma ve kavurma yerine haşlama, ızgara, kendi suyunda veya az suda pişirme gibi yöntemler kullanılmalı ve bol miktarda sebze ve meyve tüketilmelidir.  Bebek, çocuk, engelli ve hayvanlar kapalı ve park edilmiş araçlarda kesinlikle bırakılmamalıdır” şeklinde ifade etti. Güneş Çarpmasına karşı da vatandaşları uyaran İl Sağlık Müdürü Prof. Dr. Cahit POLAT“                     Güneş ışınlarının dik vurduğu açılarda ultraviyoleye yüksek dozda maruz kalındığını bilmekteyiz. Güneş çarpmasının başlıca belirtileri halsizlik, bitkinlik, yoğun çarpıntı, baş ağrısı olarak ortaya çıkmaktadır. Güneş çarpması beyin ödemine kadar ilerleyebildiği gibi güneş ışınlarına maruz kalmanın uzun vadeli etkiler arasında ciddi cilt yanakları haricinde cilt kanseri riski de bulunmaktadır. Bu gibi durumlarla karşılaştığımızda yapmamız gereken şey, en yakın sağlık kuruluşuna ve acil servise başvurmaktır. Burada artık oran olarak ağızdan alacağımız sıvı miktarı vücudumuzda yeterli sıvı dengesi oluşturmayacağı için belki damar yolundan bir sıvı takviyesi tercih edilebilecektir. Bununla birlikte ortaya çıkacak bulantı, kusma, yarım saat dinlenmekle geçmeyen çarpıntı, yoğun baş ağrısı, şiddetli halsizlik hali özellikle görülürse bu kişileri bebek, çocuk ve yaşlı bireyler ise mutlaka acil servise başvurmalarını öneriyoruz” şeklinde konuştu. Read the full article
0 notes
songsforsinglepillows · 2 years ago
Text
Yüksek Ateşi Düşürmek İçin Evde Neler Yapılabilir? Hastalandığımızda ve ateşimiz yükseldiğinde, Yüksek ateşi düşürmek için evde neler yapılabilir diye hepimiz merak etmişizdir. Çünkü ateş oldukça tehlikeli bir probleme dönüşebilir. İnsan yaşantısının sağlıklı bir şekilde devam edebilmesi için vücudunun belli bir sıcaklıkta olması gerekmektedir. Vücut ısımızın yükselmesi durumunda bazı sağlık sorunları ile karşılaşabiliriz. Ateş küçük çocuklard... https://www.begonya.com/yuksek-atesi-dusurmek-icin-evde-neler-yapilabilir/?feed_id=131378&_unique_id=6438ae0a592fe
0 notes
mansetmalatya · 2 years ago
Text
Çocuğunuzun Ateşi Varsa Bu 7 Hataya Sakın Düşmeyin!
Tumblr media
Kış aylarında çocuklarda soğuk algınlığı ve grip gibi üst solunum yolları enfeksiyonları oldukça sık görülüyor. Bu hastalıklarda ebeveynlerin en büyük endişelerinden biri ‘yüksek ateş’ oluyor. Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı Dr. Öğretim Üyesi Tarkan İkizoğlu, özellikle enfeksiyon hastalıklarında sık görülen bir belirti olan yüksek ateşin aslında çocuklar için zararlı değil, tam aksine yararlı olduğuna dikkat çekerek, “Zira ateş, vücudun enfeksiyon etkeni ile savaşmasını kolaylaştıran bir savunma mekanizmasıdır. Bu nedenle çocuklarda ateşi hemen düşürmeye çalışmak gereksizdir. Ancak çocuk ateşli dönemde kendini kötü hissediyorsa ve halsiz ise doktorunuzun önereceği ateş düşürücü ilaçlar ile daha iyi hissetmesini sağlayabilirsiniz” diyor. Çocukların ateşi yükseldiğinde ebeveynlerin doğru müdahalede bulunmaları da büyük önem taşıyor, aksi halde hipotermiden ilaç zehirlenmesine kadar pek çok sorun gelişebiliyor. Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı Dr. Öğretim Üyesi Tarkan İkizoğlu, yüksek ateşte kaçınmanız gereken hatalı alışkanlıkları anlattı; önemli öneriler ve uyarılarda bulundu.
Tumblr media
Hemen ilaç vermek. YANLIŞ!   DOĞRUSU: Ateş çocuğunuz tarafından iyi tolere ediliyorsa hemen ilaç vermeniz gerekmiyor. Eğer bir enfeksiyon söz konusu ise ateşi düşürmek sorunu daha çabuk çözmüyor, nedeni ortadan kaldırmıyor. Ateşi çok yüksek değilse ve çocuğunuz kendini kötü hissetmiyorsa, üzerini soyup, ılık bir duş aldırabilirsiniz. Eğer kendini iyi hissetmiyorsa, dozlarına ve dozlar arasındaki sürelere dikkat ederek ateş düşürücü ilaç vermeniz ise önem taşıyor. Dr. Öğretim Üyesi Tarkan İkizoğlu, “İlaç kullanımına rağmen ateş 72 saat boyunca düşmemiş ise mutlaka doktorunuza danışmanız gerekiyor” uyarısında bulunuyor. Yeterince su vermemek. YANLIŞ!  DOĞRUSU: Dr. Öğretim Üyesi Tarkan İkizoğlu, yüksek ateşte çocuğunuza düzenli olarak sıvı vermenizin çok önemli olduğunu hatırlatarak, sözlerine şöyle devam ediyor: “Susuz kalmayı engellemek hayati bir öneme sahip. Zira hem ateşe karşı direnç hem de bağışıklık sisteminin etkin çalışmasında sıvı dengesi kilit rol üstleniyor. Bu nedenle çocuğunuz istemese bile ona bol bol sıvı vermeyi ihmal etmeyin” ‘Üşüyor’ diye odanın ısısını yükseltmek. YANLIŞ!  DOĞRUSU: Ortam ısısı yüksek olduğunda çocuğun ateşi daha hızlı yükseliyor. Dolayısıyla ortam sıcaklığının sabit ve 18-20°C aralığında kalması gerekiyor. Ayrıca ateşli çocuğun hava ihtiyacı artıyor, bu nedenle konforlu bir solunum için havanın çok nemli veya çok kuru olmaması gerekiyor. Odasını düzenli olarak havalandırmanız da, mikropların ortamdan uzaklaşmalarını sağlıyor. Çocuğun üzerini örtmek. YANLIŞ!  DOĞRUSU: Ateşi yükseldiğinde çocuğunuzun üzerini örtmeyin. Üşüme hissini azaltmak için vücut ısısını yükseltmeyecek incelikte ve pamuklu giysi veya örtü tercih edin. Zira küçük bebekler, özellikle yeni doğanlar sıcak ortamlarda fazla kalın giydirildiklerinde, vücut ısılarını dengeleyemedikleri için ateşleri çıkabiliyor. Bu yüzden ateşlendiklerinde fazla kalın giydirmemek ve üzerlerini örtmemek gerekiyor. Ancak vücut ısısının fazla düşmesine ve üşümesine yol açacağı için ateşi takip etmeli ve düştüğünde uygun giysiler giydirmelisiniz. Soğuk suda yıkamak. YANLIŞ! DOĞRUSU: Ateşin yükselme evresinde üşüyen çocuğu soğuk suda yıkamak kendisini daha kötü hissetmesine neden olacağı için önerilmiyor. Ateş düşürücü ilaca rağmen vücut ısısı düşmüyorsa ılık suyla duş aldırmanız ilacın etki hızını artıracaktır. Kolonya ve sirkeli su ile ovmak. YANLIŞ!  DOĞRUSU: Sirke gibi asidik içerikli sıvıların veya alkolün uçucu özelliği nedeniyle buharlaşmayı artırarak ateşi düşüreceği düşünülüyor. Ancak yapılan çalışmalarda bu tür sıvıların hiçbir olumlu etkisi gösterilmemiş. Aksine deriden emildikleri takdirde çocuklarda zehirlenme bulgularına yol açabiliyor. Buz ve buz torbaları uygulamak. YANLIŞ!  DOĞRUSU: Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı Dr. Öğretim Üyesi Tarkan İkizoğlu, enfeksiyona bağlı gelişen yüksek ateşte ‘buz veya buz torbaları’ uygulamasının kesinlikle önerilmediği uyarısında bulunarak, “Bu tür işlemler çocuğun üşüme duygusunu artırmasının yanı sıra vücudun ısıtma mekanizmalarını daha güçlü çalıştırarak ateşin daha da yükselmesine neden olabiliyor” diyor. Read the full article
0 notes
suyun-rengi · 4 years ago
Photo
Tumblr media
Antibiyotik yerine soğan suyu
Çocuğunuz sık hastalanıyorsa, sürekli antibiyotik ve ateş düşürücü kullanıyorsanız, kansızlığı giderecek ilaçlardan fayda göremiyorsanız ya da çocuğunuzu tabii yöntemlerle büyütmek istiyorsanız okumalısınız.
Her cumartesi olduğu gibi o hafta da yeni derginin içeriğini konuşuyor, gelecek aylara dair yayın planı yapıyorduk. Konu dönüp dolaşıp çocuklarımız ve mutat hastalıklarına geldi. Bu esnada 3 yıl önce ilk çocuğunu dünyaya getirmiş muhabir arkadaşımız hepimizi şaşırtacak şeyler söylüyordu: “Kızım bu zamana kadar hiç antibiyotik kullanmadı”, “İshal ilaçlarla kesilmemeli”, “39.5' u görmeden ateş düşürücü vermek yanlış”, “Çocuklara bebek bisküvisi yedirilmemeli” gibi bilgileri sebepleriyle anlatıyordu. Bunları duymaya çok alışık değildik. Ama bilgilerin kaynağı bir çocuk doktoruydu ve arkadaşımızın kızı da oldukça sağlıklıydı. Dolayısıyla biz de kendi muayenehanesinde çocuk ve ailelere hizmet veren Dr. Hafize Erkal'ın kapısını çaldık. Antibiyotik kısır döngüsünden nasıl kurtulacağımızı, ateş düşürücüleri çocuklarımıza ne zaman, nasıl vermemiz gerektiğini, alerjilerin hangi hastalıkları tetiklediğini ve doğal yollarla bağışıklık güçlendirmenin püf noktalarını sorduk.
Antibiyotik yerine soğan suyu
Antibiyotikler belki de Türkiye'nin en önemli sağlık problemleri arasında. Çünkü aile hekimliği uygulamasıyla vatandaşın doktor yüzü görme ihtimali hayli arttı. Her hekim de ilaç verme konusunda yeterince cimri davranmadığı için öksürük, nezle ve gripte bile hastalar antibiyotik kullanır duruma geldi. Tabii kafasına göre eczaneden ilaç alıp tüketenleri de unutmamak lazım. Tablonun vahameti her geçen gün artmakla birlikte dünya ciddi alarmda. İngiliz Tıp Dairesi Başkanı Dr. Dame Sally Davies, eğer kullanım alışkanlığımızı değiştirmezsek 20 yıl sonra insanların basit enfeksiyonlar sebebiyle hayatını kaybedeceğini, mikropların geliştirdiği antibiyotik direncinin kendilerini oldukça endişelendirdiğini açıklamıştı geçen günlerde. Dr. Hafize Erkal, Türkiye'deki hekimlerin büyük kısmının bu konuda hassas davrandığını düşünüyor. Ama genele yayılmış bir bilinç henüz yok. Bundan dolayı da bağışıklık sistemi tam gelişmemiş 3-12 aylık bebekler ile çocuklar bir kere hastalanıp antibiyotik tedavisi almayagörsün; hassasiyetleri artıyor ve çok daha sık hastalanıyorlar. Sebebi basit; antibiyotikler zararlı bakteriler kadar, vitaminleri sentezleyen, hastalıklara karşı mikropların geçişini engelleyen yararlı bakterileri de yok ediyor. Bağırsaklarımızdaki doğal flora yaralandığı için savunma sistemimiz çöküyor, 4-6 hafta hastalıklara açık duruma geliyoruz. İyi bakteriler öldüğü için dışarıdan gelen kötü bakterilerle hakkıyla savaşamıyoruz. Onlar da bağırsaklarımıza yapışıyor, kana karışıp hasta ediyor bizi. Kandidalar da (bir tür zararlı mantar) antibiyotik kullanımına binaen artıyor, bebeklerde ishal ve derin pişikleri tetikliyor.
Dr. Hafize Erkal, üst solunum yolu enfeksiyonlarının çoğunda antibiyotik tedavisinin gerekmediğini söylüyor. Hastalarına da bundan dolayı soğan suyunu öneriyor. Soğanın rendelenip suyunun çıkarılmasıyla elde edilen sıvı, enfeksiyonlarla başa çıkmada başarılı, ciddi durumlarda bile oldukça etkili. Yalnız dikkat edilmesi gereken en önemli unsur, sıkılır sıkılmaz içilmesi. Kullanım için alt sınır 6 ay. Bebeklere genelde günde 1 kez, 1 çay kaşığı veriliyor. Yalnız direkt içirmek zor olacağı için meyve püresi, mama ya da anne sütünün içine 2-3 damla karıştırıla karıştırıla veriliyor. 3 yaş ve üstü çocuklara da tokken 1 yemek kaşığı, günde 2-3 kez hastalığın şiddetine göre içirilebiliyor. Hem soğan suyunun etkisi hem de vücudun kendi savunma mekanizmasını devreye sokmasıyla enfeksiyonlar 2-4 gün arasında geçiyor. Yalnız soğan suyu çocukta kusmaya, öksürüğe, huzursuzluğa sebep oluyorsa devam etmemek gerekiyor. Bu tedavi midesine soğan dokunanlar ile soğana alerjisi bulunanlara uygulanmıyor. 
Antibiyotik kısır döngüsünden çocuk ve yetişkinlerin bu yolla kurtulabileceğini belirten Erkal, soğan suyunun koruyucu özelliğinden de bahsediyor: “Kış aylarında, okula giden çocuklar, bebekler, çok sık hastalananlar haftada 1-2 kez soğan suyu içebilir. Böylece hastalanma ihtimali çok azalıyor.”
39'u görmeden ateş düşürücü yok
Birçok anne-babanın korkulu rüyalarının başında geliyor ateş. Hatta bu endişe paranoya düzeyine ulaştığında ebeveynler çocuk aksırıp tıksırmaya başladığında, ufak bir boğaz enfeksiyonunda dahi ‘yükselebilir' ihtimaline binaen ateş düşürücü veriyor. Hâlbuki ateş yüksekliği vücudun önemli savunma mekanizmalarından biri, üstelik virüs ya da bakterinin bedene girip yerleştiğinin de ilk işareti. Peki, ateşimiz neden yükseliyor? Çünkü vücut ısısının artmasıyla birlikte bedene giren, hızla çoğalan mikrop ve bakteriler o esnada öldürülüyor, doğal şekilde hastanın direnci artırılıyor. Ateş düşürücü ilaçlar ise bu doğal savunma mekanizmasının sağlıklı çalışmasını engelliyor. Dr. Hafize Erkal, 39 dereceden sonra ilaç verilmesinden yana. Tabii onun için de belli şartlar lazım: “Ebeveynler 37 dereceyi gördüklerinde ilaç veriyor. Bu çok yanlış. Genelde normal bir vücutta 40'ın üzerine çıkmaz ateş. Nadiren 41 olur. Vücut terleyerek otomatik şekilde ısısını düşürür. Bu ayarlanmış bir sistemdir. Dolayısıyla ateş vücuda zarar vermeye başladığında ancak müdahale edilmeli. Şöyle ki: Sıcaklık 39'un üzerinde, çocuğun eli ayağı soğuk, titreme var. Bu sıcaklık daha da yükselecek demektir. O zaman gerekir ilaç. Çoğu zaman hastalarıma ‘4 saat kadar kullanmayın, takip edin.' diyorum. Stabil ateş, yani çocuğun elleri-ayakları sıcak, ateş 38,5-39'larda ama keyfi yerinde. O zaman ateş düşürücü için acele edilmemeli.”
Günümüz çocuklarına 20-30 yıl öncesine kıyasla vitamin, beslenme, soğuktan-sıcaktan korunma konusunda daha çok ihtimam gösterilse de çabuk hastalanıp zor iyileşiyorlar. Dolayısıyla ebeveynler de bağışıklık güçlendirici ilaç, besin takviyesi vererek bu gidişatı normalleştirmeye çalışıyor. Fakat ailelerin bütün çabaları bazen yetersiz kalıyor, bebek-çocuk sürekli hastalanıyor, kilo alamıyor, kan değerleri normalleşmiyor. Böyle durumlarda Dr. Hafize Erkal süt ve buğday başta olmak üzere besin alerjilerini işaret ediyor. Çünkü alerjiye sebep olan gıdaları bilmeden tüketmeye devam ettiğimizde bağışıklık sisteminin en önemli elamanlarından biri olan bağırsak mukozamız-floramız bozuluyor, zararlı bakterilerin vücudumuza yerleşmesi ve orada üremesi kolaylaşıyor. Böylece her türlü hastalığa kocaman bir kapı aralanıyor. Sürekli anatomik bozukluğun eşlik etmediği idrar yolu enfeksiyonu, alt ve üst solunum yolu hastalıkları, sinüzit, astım ve ortak kulak iltihabına yakalanan çocuklar için hekimler ‘Bağışıklık sistemi güçsüz' deyip besin takviyeleri öneriyor. Yalnız bağırsaklardan alerji sebebiyle yeterince emilemediği için verilen tedaviler de olumlu sonuçlanmıyor. Çocuk diyetine dikkat ettiğinde ise bağırsak mukozası düzeliyor, mikroplar artık eskisi kadar vücuda kolay giremiyor, doğal yollarla bağışıklık güçleniyor. Besin takviyeleri ise her zamankinden çok daha fazla işe yarıyor. Üstelik çocukların sürekli tekrarlanan hastalıkları da neredeyse tamamen ortadan kalkıyor. Bağışıklık sistemini güçlendiren doğal takviyeler olarak çinko, propolis, C vitamini, ekmek mayasından elde edilen beta-glukan, ekinezya, pelargonium extresi vs gibi bitkisel ürünleri sayıyor Dr. Erkal. Yalnız tüm bunların doktor reçetesi ile alınması gerektiğini, yüksek dozun karaciğere zarar verdiğini de son sözlerine ekliyor...
Geçmeyen demir eksikliğinin arkasında besin alerjileri var
“Birçok çocukta demir eksikliği var. Bu durum süt ve buğday (çölyak) alerjisiyle bağlantılı aslında. Çölyak hastalarının ortak özelliği uzun süre değişmeyen demir eksikliğidir. Takviyelere rağmen iyileştirilemeyen hastalarda çölyakı araştırmak lazım. İnce bağırsaklardaki villus adı verilen yapılar, besinlerin emilimle kana geçmesini sağlıyor. Bu kılcıklar sayesinde, öğütülmüş olarak gelen besinlerin faydalı kısımları emilerek kana karışıyor. Buğday ve süt alerjisi çocukta var ve çocuk bu gıdaları tüketmeye devam ediyorsa o zaman villuslar düzleşiyor, emici yüzeyi azalıyor, miktarı 4'te 1'e düşüyor. Düzelmeyen kansızlık tablolarında alerjiye bakmak gerekiyor. Yalnız şöyle bir sıkıntı var. Kan tahlillerinde belli antikor oranına ulaşmadıysa sonuç negatif çıkabiliyor. Bu alerjinin yokluğu anlamına gelmiyor. Sadece tespit edilebilir düzeyde değil. En iyi sonuç biyopsi ile alınır. Bu da kolay değil, çocuk için çok yıpratıcı. Bundan dolayı şüphelendiklerimi 2-4 haftalık diyete alıyorum. Annelerin canı sıkılıyor, ‘Şimdi ben ne yedireceğim? Süt ve süt ürünleri, buğday yok, zayıflar çocuk' diyorlar. 1 ay sonra geliyorlar tekrar. Tartıya çıkarıyoruz. Çocuk kilo almış. Bunun sebebi şu; yediği gıdadan çocuk artık faydalanmaya başlıyor. Önceden villusların emici yüzeyi zarar gördüğü için yediklerinin yüzde 25'i emilirken şimdi yüzde 75'e çıkıyor rakam. Eskisine nazaran daha az yediği hâlde kilo alıyor, kan değerleri yükselmeye başlıyor.”
Küçücük bebeğe günde 1 litre süt veriyorlar!
“Annelerin kalsiyum takıntısı var. O kadar çok süt ve süt ürünü yediriyoruz ki çocuklara. Bakıyorsunuz anne 1 bardak sütün içine yoğun süt tozlu bebe bisküvisi koyuyor. İçine peynir ekliyor, öğlen yoğurt, akşam muhallebi yediriyor, gece de biberonla süt içiriyor. Çocuğun gün içinde aldığı süt neredeyse 1 litreyi buluyor. Yetişkinler için bile bu miktar çok yüksek. Ondan sonra yakınıyor anneler ‘Çocuk bir şey yemiyor' diye. Bebek zaten gün içinde harcayacağı kaloriyi fazlasıyla alıyor. Sonra da yemek yemek istemiyor tabii. Bu kadar beslememize rağmen çocuk obez değilse bunun sebebi alerji yüzünden yediklerinin büyük kısmının emilememesi. Vücut fazlalığı atarak aslında kendini korumaya çalışıyor.”
İshal durdurulmamalı
“İshal, bağırsaklara yapışan mikropları atmak için ortaya çıkar. Buna kusma da eşlik ediyorsa midedekiler de atılır. 3 kusma iyidir. Daha fazlası ise ağız yoluyla sıvı alınamayacak anlamına gelir. Sıvı ihtiyacı serumla giderilir ama yine ishali durduracak herhangi bir müdahale yapılmaz. İlk 4 günün sonunda hâlâ karın ağrıları varsa, ishal devam ediyorsa, çocuk çok bitkinse o zaman yine durdurmaya yönelik değil, daha çok tedavi amaçlı takviyeler veriyoruz. Ama en güzeli kaybedilen sıvıyı geri vermektir. İlaçla ishali baskılarsanız bir süre sonra bakteriler tekrar aktifleşebilir. Hazmı kolay, alerji yapmayacak sıvı gıdalar tüketilmesi lazım. İshal dönemlerinde hem gluten hem de sütlü yiyecekleri kesinlikle vermemek gerekiyor. Bağırsak hücreleri harap olduğu için gıdalar bütünüyle emiliyor ve ona karşı antikor üretmeye başlıyor, alerjik reaksiyonlar ortaya çıkıyor. Onun için ishal dönemlerinde, alerji yapacak gıdalardan kesinlikle uzak durulmalı.”
D vitamini eksikliği çok
“Türkiye'de kadın ve çocuklarda yüksek oranlarda D Vitamini eksikliği var. D vitamini yetersizliğini önlemenin en doğal yolu anne ve bebeklerin günde 20-25 dakika güneş görmesi. Eksiklik kişinin yaşadığı bölgenin iklimiyle de doğru orantılı. Ne kadar sıcaksa eksiklik azalıyor. İstanbul gibi metropol şehirlerde ise bu zaman dilimi de yeterli değil. Çünkü hava kirliliği D vitamini sentezini sağlayacak UV B ışınlarının etkisini azaltıyor. Güneş kremleri de güneş ışınlarının emilmesinin önündeki en büyük engel. Bazen insanlar yaz aylarında bile bu yüzden güneşten vitamin alamıyor. Doğumdan itibaren bebeklere veriyoruz D vitamini takviyesi. Annelerin büyük kısmı sadece 2 yaşına kadar kullanıyor. Halbuki kış aylarında büyük şehirlerde yaşayan çocuklara 6 yaşına kadar D vitamini takviyesi verilmeli. Bebeğin neresi erken gelişiyorsa D vitamini eksikliğini biz orada görmeye başlıyoruz. En hızlı baş büyür. Bebek nereye doğru yatarsa baş o yöne göre şekil alır, düzleşir, çok da terler. Kaburgaların uçları göğsün ön tarafının orta kısmına kadar gelir ve orada kemik sonlanır, kıkırdakla devam eder. Normalde düz olması gerekirken burada tespih tanesi gibi çıkıntı olur. Biraz daha büyük çocukların el bilekleri şiştir, geniştir. Çocuk eğer yürüyorsa bacakları ya ‘x' ya da ‘o' şeklini almaya başlar.”
Bebe bisküvisiyle çocuklarınızı hiç tanıştırmayın
“Bebe bisküvisinin çocuk beslenmesindeki yeri tartışılmalı. İçinde süt tozu, beyaz un, bol şeker, tuz ve katkı maddeleri var. Üstelik çok ucuz, lezzetli ve her yerde kolaylıkla bulmak mümkün. Bakıyorum bebek 5 aylık, anne hemen bebe bisküvisine başlamış. Bir kere onun tadını alan çocuk başka şeyi yemek istemiyor. Böylece günlük tüketilen bisküvi miktarı giderek artıyor. Şeker, beyaz un, süt tozundan oluşan bir beslenme döngüsü ortaya çıkıyor. Ebeveynlere ilk ‘Bebek bisküvisi kullanıyor musunuz?' diye soruyorum. İçindeki süt tozu miktarı çok yüksek. Bizim zaten süt alerjisiyle başımız dertte. En iyisi bebe bisküvisiyle çocukları hiç tanıştırmamak.
Uzm.Dr Hafize Erkal
5 notes · View notes
adl1bbed · 11 days ago
Text
Bölüm 150: Şehirdeki uyumayan kişiye yenilmek
Ç/N: Başlık, 《听雨》 Tīng yǔ - 赵文 Zhào wén 'den bir alıntı
Nangong Jingnu narin parmağını Qi Yan'ın solgun dudaklarına bastırdı, "Konuşma artık, her şeyi anladım." Qi Yan'ın ne düşündüğünü bilmeme imkanı var mıydı? Qi Yan onun, meclis yetkililerine muhalefet olarak savaşmasını ve başkent sınavının ana gözetmeni olarak devasa bir yükün altına girmesini belirten ricasını kabul etmişti. Şimdi sınav yeri açılmak üzereyken, diğerleri Qi Yan'ın geçirdiği kazayı öğrenirse bunu gözetmen değişimi yapılmasını önermek için bir bahane olarak kullanabilirlerdi.
Qi Yan çok yorgun gözüküyordu. Bir kez daha Nangong Jingnu'ya bakarak gülümsedi, ardından gözlerini kapattı.
Nangong Jingnu kendine hiç vakit ayırmayarak gece boyunca Qi Yan'la ilgilendi. Qi Yan'ın alnındaki sıcaklık düşmediği için, ateşini düşürmek amacıyla Ding You'nun dediği gibi yaptı. Doğuda güneşin hafif kendini gösterdiğini görünce, yakında meclisin sabah toplantısı başlayacağından dolayı Nangong Jingnu'nun gitmekten başka şansı kalmadı.
Nangong Jingnu oradan ayrıldığında, Qi Yan şöyle bir bakmak için gözlerini açtı. Sessiz bir iç çekti, ardından gözlerini bir kez daha kapattı. Katlanması onun için hiç kolay değildi, yanık en acı verici yaralanma şekliydi.
İki saat sonra Ding You geldi. Qi Yan'ın merhemini yeniledikten sonra ikisi biraz daha konuştu. Oradan çıkmadan önce, Qi Yan Ding You'dan ciddiyetle göğsündeki yaralanmanın haberini açık etmemesini istedi. Kime açık etmemesi gerektiğini ise, ikisi de sözsüz bir şekilde anlamıştı.
Ding You bunu bir an düşündükten sonra ona söz verdi. Ayrıca Qi Yan'a şöyle dedi: maskeli kişinin saraylardaki tek casusu o değildi. Eğer Qi Yan'ın yaralanmasını başka yollarla öğrenirse, bununla ilgili elinden bir şey gelmezdi.
Qi Yan anladığını ifade etti, fakat yine de Ding You'ya tekrar tekrar ağzını mühürlü tutmasını tembihlemişti.
Nangong Jingnu saray hizmetkarlarına da sessiz kalma emri verdi. Saraylardaki epeyce insan Lord Fuma Qi Yan'ın yaralandığını biliyor, fakat bunun neresinde olduğunu bilmiyordu.
Ceza Bakanlığının görevlileri yangın yerine "Nangong Rang"ın emriyle araştırma için mühür vurdu. Çok geçmeden bir sonuç aldılar: Fuma malikanesinde aynı anda yakılan birçok ateş kaynağı vardı, bu da yangının insan eliyle çıkarıldığını gösteriyordu.
Qi Yan sınav sorularını malikanede yazdığından hizmetkarlarının çoğunu özel köşküne göndermiş, malikanede kalması için çok azını bırakmıştı. Büyük yangın başladığı sırada o bir düzineden fazla insan kaçmış, fakat Qi Yan geceleri göremediğinden dolayı malikanede kapalı kalmıştı. Kazadan, sadık hizmetkarı Qian Tong sayesinde sağ çıkmıştı.
Nangong Jingnu raporu okumayı bitirdi, ardından efendilerini terk ederek kaçan bütün hizmetkarların ele geçirilmesini emretti. Bazıları gerçekten Fuma malikanesindeki hizmetçilerken, bazıları Qi Yan'ın malikaneye yerleştirdiği güvenilir astlarıydı.
Ceza Bakanlığının görevlileri onları sorguladı, fakat işe yarar hiçbir bilgi alınamamıştı. Nangong Jingnu uzunca bir süre düşündükten sonra bu insanlara sopa vurulmasını ve sonra Fuma malikanesinden kovulmasını emretti...
Qi Yan için adaleti sağlamak istemiyor değildi, ama şu an içinde bulundukları zaman dilimi uygunsuzdu. Bu insanların arasında kesinlikle bir casus olduğunun da farkındaydı. Lakin etraflıca düşündükten sonra, sonuç olarak herkesi salmıştı.
Kundakçının panikle duvardan atlamasına ve Qi Yan'a yeniden zarar verecek bir şey yapmasına neden olmamak en iyisiydi. Casusun geri dönmesine izin vermek, onun arkasındaki plan kurucuyu rahatlatacaktı. Ayrıca Qi Yan'ı korumak adına yanındaki yardımcıları azaltacaktı. Her halükarda Qi Yan'ın güvenliği en büyük öncelikti.
Bunun arkasındaki kişi hakkında ise, Nangong Jingnu kalbinde genel bir kanıya varmıştı. Qi Yan'ın, çıkarlarına dokunduğu kişilerden başkası olamazdı. Yönünü bildiği sürece, bu meseleye dair gerçek eninde sonunda ortaya çıkacaktı.
Taht yarışının çoktan böylesi bir şiddete ulaştığını tahmin etmemişti. Belki de birileri Qi Yan'ı yanlarına çekmek istemiş ve başarısız olunca da bu yöntemi düşünmüştü...
Bu düşünceyle Nangong Jingnu'nun kalbine son derece ağır bir his çöktü. Qi Yan'ın hiç habersiz karşı karşıya kaldığı felaket tamamen kendisi yüzünden olmuştu, ya da belki... kendisi yerine bunları çektiği de söylenebilirdi.
Büyük yangının ardından, Weiyang Sarayı kısıtlanmış bir bölge halini aldı.
Nangong Jingnu "azılı bir prenses" tavrını takınmış, hiç kimsenin Qi Yan'ı ziyaret edemeyeceğini belirten mutlak bir emir vermişti.
Çeşit çeşit amaçları olan meclis yetkililerinin hepsi, saray kapılarının önünde engelleniyordu. Öncesinde Qi Yan'ın yarasını gören bütün saray hizmetçileri izleniyordu. Tek bir sinek bile oraya uçmayı düşünemezdi.
Nangong Jingnu'nun politik kabiliyetleri son üç yılda süratle gelişmişti, bu yüzden büyük işler başarmak adına kişinin arka bahçesinin dengeli tutulması gerektiği prensibini anlıyordu.
Weiyang Sarayı'ndaki tüm saray hizmetçileri ve hadımlar, Qiuju ve Chen Chuansi tarafından dikkatle gözlemleniyor; ağızları kesin surette kapalı tutuluyordu.
Fuma malikanesinin devasa yangını, mecliste görünmez bir dalgalanmaya da neden olmuştu.
Beşinci Prens ve Üçüncü Prens, mecliste birbirlerine karşı şüphe besliyordu. İkisi de karşı tarafın Qi Yan'ı kendi yanına çekmekte başarısız olduğundan dolayı onu öldürüp kanıtları yok etmek istediğini düşünüyordu, bu yüzden de taht savaşı şiddetleniyordu. Durgun gibi görünen yüzeyin altında ikisi de güç topluyordu, öteki tarafa ölümcül darbeyi indirme niyetindelerdi.
Meclisin uzağında, halktan insanların dünyasında ise bütünüyle farklı bir sahne mevcuttu. İmparatorluk ailesine dair konular hep halkın kalbinde gizemli bir örtünün ardında saklı olmuştu. Nangong Jingnu kurtarma operasyonunu yönlendirmek için kendini gösterdiğinde, halktan insanların belirli bir merakını gidermişti. Aynı zamanda da şunu anlamalarını sağlamıştı: halktan insanların barındırdığı en alelade duyguları, imparatorluk ailesi de yaşıyordu. Ayrıca Nangong Jingnu söz verdiği gibi yapmış ve en kısa sürede yeni su arabaları iletilmişti. Üstelik kendi parasını kullanarak sonraki on gün için tüm başkenti su faturasından muaf tutmuştu. On gün boyunca su arabalarının içindeki su sınırsız olarak kullanılabilirdi. Her şey Prenses malikanesi tarafından karşılanacaktı.
Prenses ve Fuma'nın derin aşkı en sevilen masal halini almış, Nangong Jingnu da başkentin halkı üzerinde olumlu bir izlenim bırakmıştı.
... ...
Birkaç gün sonra, Qi Yan'ın düşmeyen ateşi nihayet kontrol altına alınmıştı. Nangong Jingnu Qi Yan'ın merhemini yeniden sürmeyi bitirdikten sonra kasedeki ilacı eline alarak soğuması için üfledi, "Bu, ilacın son dozu. İmparatorluk doktoru ateşin geçerse yeni bir reçetenin yazılması gerektiğini söylemişti."
Qi Yan doğrulma amacıyla dirseklerini yatağa bastırdı. Nangong Jingnu ilaç kasesini bırakıp söylenmeden anlayarak Qi Yan'ın arkasına yastıkları yerleştirdi, ardından yumuşak bir tonda, "Dikkatli ol, yarana dikkat et," dedi.
Qi Yan Nangong Jingnu'yu süzdü. Onun incelmiş yüzüne ve gözlerinin altındaki siyah halkalara bakarken iç geçirdi, "Böyle şeyleri hizmetkarlara bırakmak en iyisi olur. Bu kul yaralandığından beri Ekselansları hiç iyi bir uyku uyumadı, gidip biraz dinlenin."
Nangong Jingnu'nun dudaklarının kenarları kıvrıldı, "Hala baş edebiliyorum. Biraz yorucu olsa da, seni göremeyince gelen kaygı hissinden çok daha iyi."
Qi Yan bir miktar karmaşık hisler içindeydi, hiçbir şey demeyip dudaklarını kapalı tuttu. Nangong Jingnu kaşığı Qi Yan'ın dudaklarına yaklaştırdı, "İşte, ilacını iç."
Qi Yan: "Ekselanslarına teşekkürler."
Sessizlik içinde son kaşığı da bitirdiğinde, Nangong Jingnu bir erik turşusunu alarak Qi Yan'ın dudaklarına götürdü, "Öncesinde sormuştum, erikler ilaçla ters etki yapmıyor."
Qi Yan ağzını açıp eriği aldı. Hem tatlı hem de ekşi olan tadı, dilinin ucundaki acı tadı çabucak yok etmişti.
Nangong Jingnu sessizce ipek mendilini çıkarıp Qi Yan'ın dudaklarını sildi. Gözlerinden vicdan azabı ve kalp acısı okunuyordu.
Daha öncesinde gizlice bu ilacın tadına bakmıştı. Hastalıkla mücadele etmesi için epeyce coptis kökü* eklenmiş ve Nangong Jingnu'nun şimdiye kadar denediği en acı ilaç olmasına yol açmıştı.
Ç/N: Çin düğün çiçeği olarak da bilinen coptis chinensis bitkisi, bilinen en acı bitkilerden biriymiş ve Çin tıbbının 50 ana baharatındanmış.
Fakat ilacı Qi Yan'a verdiğinde, daha önce hiç bunun acı olduğunu söylememişti. Bu kişinin acı tattan korkmadığını biliyordu, ama bu tat onun bile kaşlarının hafifçe çatılmasına neden oluyordu.
Şimdi düşündüğünde, Qi Yan eskiden beri hep böyleydi. Diğerlerinin sabırla katlanamayacağı şeylere dişini sıkardı ve onun daha önce hiç şikayet ettiğini duymamıştı.
O böyle davrandıkça, Nangong Jingnu'nun kalbi daha da çok acıyordu.
Nangong Jingnu Qi Yan'ın arkasındaki yastıkları aldı, "Biraz daha uzanmak ister misin?"
Qi Yan: "Ekselansları son zamanlarda Majestelerini ziyaret ediyor mu?"
Nangong Jingnu dürüst bir biçimde cevapladı, "Doğal olarak her gün gitmek zorundayım."
Bu sözüm ona "ziyaret" aslında "meclise katılmak" anlamındaydı. Qi Yan, Nangong Jingnu'nun hala iki tarafla da ilgileniyor olmasını beklemiyordu. Bu denli yorgun görünmesine şaşmamalıydı.
Qi Yan: "Ekselansları bitkin görünüyor. Erkenden saraya dönüp dinlenmek en iyisi olur, bu kul şimdi daha iyi."
Nangong Jingnu başını iki yana salladı, son birkaç gündür ne zaman öğleden sonra kestirse kabus görüyordu. İçinin rahat etmesinin tek yolu, Qi Yan'ın iyi olduğunu görmekti, "Biraz benimle sohbet etmek ister misin?"
Qi Yan: "Pekala."
Nangong Jingnu: "Ceza Bakanlığı, Fuma malikanesindeki yangının birçok noktada birden başladığını söyledi... aklında bir fikir var mı?"
Qi Yan bakışlarını geri çekti, ardından alçak sesle cevapladı, "Bu kul başkente döneli pek vakit geçmedi. Bu kulun mecliste Baishi dışında hiç eski tanıdığı yok."
Nangong Jingnu: "Meclisin durumu son üç yılda çok değişti. Wu-ge ve san-ge altı aydan fazladır ana gözetmen pozisyonu için savaşıyordu, birdenbire senin eline geçince..."
Qi Yan dudaklarını bir an kapattıktan sonra, "Ekselansları... ne demek istiyorsunuz?" diye sordu.
Nangong Jingnu sessiz bir iç çekti, "Sahip olduğun zekaya bakınca, bunu fark etmemiş olduğuna inanmıyorum. Söylemeye cüret mi edemiyorsun? Yoksa söylemek istemiyor musun?"
Qi Yan'ın sessiz kaldığını gören Nangong Jingnu bunu üstelemedi. Onun kendi muhakemesini yaptığına inanıyordu. Qi Yan'ın ellerinden birini avuçlarının arasına alarak yumuşak bir tonda şöyle dedi, "Malikanendeki yalnızca bir tane hizmetçi hafif yaralanmış, diğerlerinin hepsi kaçmış. Ceza Bakanlığı bu grubu sorgulasa da hiçbir netice alamadı, bu yüzden sopa vurulma cezası uygulanıp malikaneden kovulmalarına karar verdim."
Qi Yan: "Kararı Ekselansları verebilir."
Nangong Jingnu parmak uçlarıyla Qi Yan'ın elinin üzerini ovdu, "İçin rahat olsun, bu mesele için kalbimde bir sonuca vardım. Sadece, şu an soruşturma için iyi bir vakit değil. Bana biraz zaman ver, en nihayetinde kesinlikle senin için adaleti sağlayacağım."
Qi Yan sakin bir şekilde, "Anlaşıldı," diyerek karşılık verdi.
Nangong Jingnu üsteledi, "Üzgün hissetmiyor musun?"
Qi Yan'ın dudaklarının kenarları kıvrıldı, "Ekselansları artık büyümüş."
Yalnızca üç adet kaygısız sözcüktü, fakat Nangong Jingnu'nun sessizliğe bürünmesine neden olmuştu. Doğruydu. Meseleyi soruşturmamayı seçmesinin nedeni ise bir yandan Qi Yan'ı korumak için, diğer yandan Qi Yan'ın ana gözetmenlik pozisyonunu korumak ve durumu stabil tutmak içindi. Nangong Jingnu bunu çifte kazanç olarak görüyordu.
Çekilen sıkıntı için de... eninde sonunda adalet arayacaktı.
Fakat Qi Yan'ın cevabını duyduğunda, Nangong Jingnu onun duygularını görmezden geldiğini fark etti...
Qi Yan bu meselenin asıl kurbanıydı, lakin ona danışmadan kendi başına karar vermişti.
Nangong Jingnu dudaklarını araladı, fakat boğazında bir yumru hissetti.
Qi Yan uygun vakitte Nangong Jingnu'nun elini tutarak tutuşuna karşılık verdi. Gözlerindeki kehribar rengi haleler sessiz ve durgun bir halde cevapladı, "Ekselansları, fazla düşünmeyin. Bu kul da Ekselanslarının verdiği kararın çok yerinde olduğunu hissediyor. Bu kul az önce bu denli gelişmeniz karşısında iç geçiriyordu yalnızca... Mevcut vaziyette, bu kulun içi rahat edebilir."
Nangong Jingnu Qi Yan'ın gözlerine baktığında, onun berrak ve içten bakışlarıyla karşılaştı.
Nangong Jingnu'nun dudakları titredi. Başını aşağı eğerek, "Çoktan her şeyi biliyorsun, değil mi?" dedi.
Qi Yan, Nangong Jingnu'nun bir paravanın arkasından mecliste bulunduğu gerçeğini kastettiğini biliyordu. Artık plan bu noktaya kadar ilerlemişken, Qi Yan da daha fazla sessiz sinema oynamak istemedi ve, "Evet," diyerek kabul etti.
Uzun bir sessizliğin ardından Nangong Jingnu başını yavaşça kaldırdı, "Sonumun nasıl olacağını düşünüyorsun?"
Bir kadın İmparator.
Yalnızca bu iki sözcük, tüm kıtayı kaosa sevk etmeye yeterdi.
Tarih boyunca yeni bir hükümdarın tahta çıkışına hep aile üyelerinin taht kavgası için sergilediği acımasız şiddet eşlik etmişti. Peki ya bir prenses?
Ve ayrıca, Nangong Jingnu daha önce hiç böyle bir düşünce barındırmamıştı. Onu zorla bu pozisyona iten kişi Nangong Rang'dı. Bu yolda büyük bir endişeyle ilerliyor olmalıydı.
Önlerindeki tehlikeleri tartışmadan, gerçekten de İmparatorluk kabiliyetine erişmişse bile, bir kadının başarıyla tahta çıkıp çıkamayacağı hala bir muammaydı.
Nangong Jingnu bunu hiç kimseye söylemeye cüret edemezdi. Bir ipucu sızdırmak bile onu geri dönülmez bir şekilde sonuna götürürdü.
Bu bir prenses olarak onun "doğuştan gelen dezavantajı"ydı, dahası kadın oluşunun getirdiği elemdi.
Qi Yan Nangong Jingnu'nun elini sımsıkı tuttu, "Bu kul her zaman Ekselanslarının yanında olacak."
Nangong Jingnu: "Ama ben ölmek istemiyorum!"
Qi Yan: "O halde yenilmeyin."
***
***
Ç/N: Ve ilk 150 bölümü bitirerek kitabı yarıladık... epeydir bu bölümün altına bir şeyler yazarım diye düşünüyordum. 
Haziranda 4 ay aradan sonra çevirime devam etmemden beri 5 ay geçmiş ve 5 ayda 100 bölümü eksiksiz olarak çevirdim. Buraya gelene kadar ne kadar çok bel ve parmak/bilek ağrısı çektiğimi bilmiyorum. İstediğim miktarda okuyucuya ulaşamadığım için kaç kere oturup ağladığımı ve çeviriyi bırakmayı düşündüğümü hatırlamıyorum. 
Ama öyle ya da böyle hayatımda önemli bir yer kapladı bu kitap. Çeviriye 16 yaşındayken başlamıştım ve şimdi birkaç ay sonra 18 olacağım. Edebi bilgimin ve yabancı dil seviyemin gelişmesiyle çeviri kalitesinde artış olmuştur diye umut ediyorum bu süreçte. Yeni okumaya başlayan biri olduğunda ilk bölümler konusunda kendimi güvensiz hissettiğim için stres basıyor hatta. 
Belki böyle ağır bir kitabı çevirmeye ve okumaya başlamak için erken yaştaydım ya da bilgim yetersizdi, ama ne olursa olsun zırlayarak da olsa çevirdim çevirdim çevirdim daha önce asla aklıma gelmeyecek kadar çok çevirdim ve yaklaşık 2000 kitap sayfası olmuş şimdiye kadar. 
Çoğu 10 ila 15 dakikada okunup geçilen bölümler için minimum 3 saatimi verdiğimden dolayı bu kitapta toplamda ne kadar çok saatim var bilmiyorum. Ama iyi ki gelmişim, getirmişim hikayeyi buraya kadar. Hayalet olarak kalmayıp oy ve yorumlarıyla destek veren kişilere minnettarım, siz olmasaydınız her şey çok daha zor olurdu. Umarım bundan sonrası için de yanımda olmaya devam edersiniz.
İleride kâr amacı gütmeden bu işe emek verdiğimi hatırlayıp gülümsemek istiyorum. Kitabın bizlerde bıraktığı hisler anlamlı ve güzel olur dilerim ki. Vaktinizi ayırıp notumu okuduğunuz için teşekkür ederim.
0 notes
bitimsiz · 4 years ago
Text
Ellerimi açtım. Evet. Yüzümden indiremediğim ellerimi. Açtım, bak. Avuç içlerimdeki yokluğu daha net görmeliyiz belki de. Görmeliyiz ve iki elime ateş düşürmek böyle mümkün olur, bilmeliyiz. Senin uzakların, soğuk bakışların, ölü çiçeklerin diyorum. Hiçbirini vermene gerek yoktu diyorum. Görebilseydin beni yeterdi bir yangına koşmam için. Zoru seçtin, farkında da değildin. Ben gözlerimi açtım. Evet. Gözlerim kapalıyken seni düşlerdim hani, gözlerim en çok orada güzeldir derdim. Açtım gözlerimi, bak. Ne hayalin var ne de eski varlığın. Hoş, varlık da denmezdi biliyorum ama en büyük zenginliğimdin. Nasıl betimlenirsin bilmiyorum hâlâ. Sen acı mısın? Acıtmış mısın? Bir acının neresinden tutsan anlatılmaz ve anlaşılmaz, bilir misin? Ben bugün kalbimi de açtım. Evet. Biri kalbinin ritmine oturmuş demiştim hani, haberim yoktu. Açtım kalbimi, bak. Ne sesi duyulur ne sitemi. İsimler de düşmez ateş gibi, insanlar da geçmez o çölden. Bu eller, bu gözler ve bu kalp. Anlaşılmak için yanmayı öğrendi. Değer miydi, söyle. Açılan yanlarıma, yarınlarıma, yaralarıma değer miydi hiç.
41 notes · View notes
saglikhaberleri · 6 years ago
Link
0 notes