#ateş düşürmek
Explore tagged Tumblr posts
Text
Heaven Official's Blessing▪︎
234. BÖLÜM - Yüz Metre Yüksekliğinde Uçurumlar; Lav Şelaleleri Üzerinde Bin Dönüş - 2
Xie Lian'ın sessiz kaldığı süre biraz uzun olmuştu. O uzun kılıcın kabzası kıpkırmızıydı ve yanıyordu, Mu Qing bir elini tutmak için kullanırken diğerini indiriyor, bu şekilde tutunarak yüksek sesle bağırıyordu. Çok uzun süre kendini bu şekilde desteklemeye cesaret edemedi ve hemen tekrardan tutundu. Ancak her iki avcunun içinden de beyaz buhar iplikler gibi yükseliyordu, öyle ki aralarında uzun bir mesafe olmasına rağmen diğer taraftakiler bile yanık et kokusunu alabilirlerdi.
Hua Cheng rastgele bir gümüş kelebeği salıverdi. Gümüş kelebek kanatlarını çırptı ve birkaç yüz metre uçtu ama Mu Qing'e giden yolun üçte birine bile ulaşmadan önce gümüş bir dumana dönüşerek havada yok oldu.
Xie Lian, Hua Cheng’in hayalet kelebeklerin yardım edemeyeceğini gösterdiğini biliyordu. Yolun sonuydu, ölmeye değmez.
Mu Qing de ifadesi yavaş yavaş umutsuzluğa dönüşürken o gümüş kelebeğin yok olma sürecine tanık oldu.
Anladı. Şu an, bir; ona yardım edebilecek kimse yoktu, iki; kimse ona inanmadı, onun Xie Lian’ın duygularını tetiklemesi nedeniyle gelip onu kurtarmaya çalışırken hayatını riske atması için sebep yoktu.
Ancak umutsuzluğa kapılsa da yine de boyun eğmeyi reddetti ve vazge��meye istekli değildi. Mu Qing dişlerini gıcırdattı ve bağırdı, “BANA İNANMASANIZ DA SORUN DEĞİL, AMA O KADAR DÜŞMEYECEĞİM!”
Daha sonra kabzayı daha sıkı kavradı, kabzanın üzerinde durmak için havada dönmeye çalışıyor gibi görünüyordu. Ancak beklenmedik şekilde tıpkı vücudu birkaç santim kadar kaldırıldığı gibi, o da şiddetli bir şekilde battı!
Mu Qing aşağıya baktı, gözlerine eriyerek kan kırmızısına dönen sayısız kederli ruhlar yansıdı, yüzleri ve uzuvları onu düşürmek için kendilerini onun ayağına bastırırken döndü ve yamuldular.
Bu kederli ruhlar aslında lavda eridi ama birden dışarı çıkmış birbirleri ardına onun alt bedeninden asılıyorlardı, ateşe yağ eklemek gibi kavurucu ve kaynayan bir sıcaklık vardı, Mu Qing deliriyordu, “KAYBOLUN!”
Geçmişte yüzyıllar boyunca sanki hiç ölümün eşiğiyle karşılaşmamıştı ama bunların hepsi onun ağır yaralandığı durumlardı. Lava gömülerek ölmek yaralar yüzünden ölmekten bin kat daha korkunçtu, kendisini arkada bir iz bırakmadan hayalet kelebek gibi bir tutam dumana dönüştüğünü hayal edince buna daha fazla katlanamadı.
Sonunda Mu Qing'in elleri sınırına ulaştı, on parmağı hafifçe gevşedi, artık kavrayamayacak durumdaydı.
Kılıcın altındaki boşluk boşaldı –düştü!
Bir figürün silueti aşağıya, yanan ateşlere ve aşağıdaki lav havuzuna doğru dalıyordu, “AAAAAAHHHHHHHH!”
Ancak çığlıkları hararetli ve acı verici olsa da vücudu belli bir mesafeye düştükten sonra düşüş şiddetli bir durma noktasına geldi ve o havada asılı kaldı!
Mu Qing henüz kendisine gelmemişti, aklı bulanıktı, ama içgüdüsel tepkisi hâlâ sağlam olduğundan vücudunu hızla hissetti. Görünüşe göre beline sarılan beyaz ipek bir kumaştı.
Doğal olarak o RuoYe’ydi. Xie Lian'ın durduğu saray Mu Qing’in düştüğü uçurumun yakınında değildi ve eğer RuoYe daha erken ulaşamasaydı bir süreliğine düştükten sonra onu nasıl yakalayabilirdi?
Mu Qing yukarıya baktı ve şok içinde Xie Lian’in sarayın çatısının tepesinde olmadığını fark etti –yanı başındaydı.
Daha önce, Mu Qing uzun kılıcı kayalara çivilemiş ve bir süre dayanabilmek için o kılıcın kabzasına tutunmuştu. Tam şu anda ise Xie Lian o kabzanın üzerine yarı çömelmişti!
Xie Lian aşağıya bakarken RuoYe’yi hızla geri çekiyordu ve sadece Mu Qing'in iyi olduğunu gördüğünde rahat bir nefes verdi, “Tanrıya şükür, tanrıya şükür, zamanında gelebildim.”
Mu Qing fısıldadı, “… E... ekselansları?”
O an o kadar uyarıcıydı ki hala zihni bulanık, aklı karışıktı. Bu kadar uzak bir mesafede, geliş yolunda yuvarlanan lavlarla birlikte, başka herhangi bir iniş noktası olmadan Xie Lian en fazla sadece yarı yola kadar atlayabilirdi, peki nasıl gelebildi?
Uzaktan Feng Xin’in sesi duyuldu, “Ekselansları, İKİNİZ DE İYİ MİSİNİZ?”
Mu Qing sese baktı, sarayın çatısında duranlar şu anda sadece Hua Cheng ve Feng Xin idi. Hua Cheng ellerini çaprazlamış, Xie Lian’ın güvenliğini sağlamak dışında hiçbir şeyi umursamıyor gibi görünüyordu. O sarayın iki noktasının ortasında ve düştüğü uçurumun kenarında durmaksızın akan kızıl sıcak lavın ortasında soğuk bir şekilde sıkışmış ve ayakta duran siyah mürekkep renkli bir kılıç vardı.
Fang Xin!
Demek öyleydi! Mu Qing sonunda Xie Lian'ın nasıl geldiğini anladı.
Xie Lian’in zıplama yeteneği sayesinde sahiden azami yarı yola kadar zıplayabilirdi, asla düştüğü sarayın çatısından tüm yolu güvenli bir şekilde atlayamazdı. Böylece Xie Lian ilk olarak Fang Xin'i dışarı fırlatmış ve onu bir iniş noktası yaratmak için lav akıntısına aşılamıştı ardından Fang Xin'i başka bir başlangıç noktası olarak kullanarak kılıcının üzerine sıçradı ve son anda RuoYe’yi salarak zar zor onu yakaladı.
“Daha önce bir yol düşünmeye çalışıyordum, burada gerçekten kullanılabilecek hiçbir şey yoktu bu yüzden biraz zaman aldı.” Dedi Xie Lian, “Ayrıca çok fazla panik yapıyordun, kendinden geçme aksi halde daha hızlı düşersin.”
Mu Qing Xie Lian’in sessizliğinin onu kurtarsa mı kurtarmasa mı tereddüt ettiğinden olduğunu sanmıştı ama görünüşe göre Xie Lian bunun yerine onu nasıl kurtaracağını düşünmeye çalışıyordu. Tanrıya şükürler olsun ki Xie Lian, daha önce de böylesine zor bir durumdayken, bu kadar net bir kafayla hâlâ düşünebiliyordu.
Alnındaki ter damlacıkları daha da kalınlaşmıştı.
Yukarı baktığı an, Xie Lian gülümseyerek ona elini uzatmıştı, “Her halükarda, her ne kadar biraz geç olsa da, ama, yardım çok geç gelmedi, değil mi?”
“…”
Belki de bunun nedeni daha önce kabzayı çok uzun süre kavramasıydı ama Mu Qing aniden kollarının kıyaslanamayacak kadar ağır olduğunu ve kaldıramadığını hissetti. Xie Lian elini aşağı doğru uzattı, “Gel.”
Mu Qing nihayet elini tuttu.
Kolunun tamamı hafifçe titriyordu ama Xie Lian güçlü bir şekilde onu tuttu ve yukarı çekti. ikisi Mu Qing'in uzun kılıcının kabzasında birlikte durdu. Xie Lian arkasını döndü ve çatıya doğru el salladı, “SAN LANG! BAŞARDIM!”
“Çok iyi, Gege.” Hua Cheng cevapladı, “Şimdi geri gelin, hemen şimdi!”
Xie Lian cevapladı, “Pekala, hemen geliyorum!” ardından Mu Qing’e döndü, “Hala zıplayabilir misin? Yapamazsan seni sırtıma alayım?”
Mu Qing’in dudakları hareket etti, “Ben…”
Xie Lian onun mizacını gözlemledi ve kararlı bir şekilde şunları söyledi, “Seni alayım.” Ardından sırtını tuttu. Geçmişte olsaydı muhtemelen Mu Qing gözlerini devirir ve başkalarına karşı saygısız davrandığından tutuşunu protesto ederdi ama şimdi Mu Qing tek kelime etmedi.
Xie Lian tam da yukarıya sıçramak üzereyken beklenmedik bir anda ikisi de aniden aynı anda ayaklarının yere bastığını hissetti.
Sanki olaylar yeterince talihsiz değilmiş gibi kayalara çivilenmiş uzun kılıç bu sefer gevşeyip kopmak zorundaydı!
Hua Cheng'in yüzünün renkleri anında değişti, “GEGE!”
Bu sefer kızıl kırmızısı lava doğru beraber düşüverenler iki figürdü. Böyle ateşin kıçını yaktığı anlarda, Xie Lian hala hızlı bir şekilde düşünebiliyordu ve bağırdı, “SORUN YOK!” Daha sonra havada bulunan uzun bir kılıcı yakalayarak birkaç kez döndü ve kabzasını iki eliyle kavrayarak kılıcı bir kez daha kayalara çiviledi!
DIRANK! Birkaç parlak ve göz kamaştırıcı kıvılcım topları. Xie Lian'ın koruyucu ruhsal ışığının yüzeyinde bu ateş parçacıkları parçalanmış altın taneleri gibiydi ama bu koruyucu ruhsal ışığı gitmiş olsaydı küçük bir zerresi bir insanda büyük bir delik açarak yanabilirdi!
RuoYe, Mu Qing'i yukarı kaldırdı ve Xie Lian ona ciddiyetle şöyle dedi, “Bu kılıç iki yetişkin erkeğin ağırlığını uzun süre kaldıramayacak. Böyle devam edemeyiz. İkimiz arasında yalnızca bir kişi burada kalabilir.”
Mu Qing yavaş yavaş kendine geldi, “Diyorsun ki…”
“Sen gidebilirsin.” Dedi Xie Lian.
“…???”
Mu Qing'in gözbebekleri yavaş yavaş küçüldü ama daha o konuşamadan Xie Lian onu yakaladı ve bağırarak onu zorla yukarıya fırlattı, “HAZIR OLUN!”
Mu Qing uçurumun üzerinden atıldı ve Fang Xin'in bulunduğu yere doğru uçtuğunu fark etti. Havada takla atarak kendini sabitledi ve Fang Xin'in kabzasının üzerine indi.
Buraya indikten sonra neden Xie Lian’ın ilk önce onu fırlatmak zorunda olduğunu anladı.
Öyleydi çünkü bu mesafeyle belki Xie Lian, onlarca metre aşağıya göç etmiş olan kabzadan atlayabilirdi ama o bunu yapamazdı.
Bu mesafe onun için çok fazlaydı. O ancak Xie Lian'ın fırlatma kuvvetini ödünç alarak bunu başarabilirdi!
Feng Xin soğuk terlerini sildi, “Tanrıya şükür ekselansları hızlı tepki veriyor.”
Ancak Hua Cheng çok ciddi görünüyordu ve aşağıya seslendi, “Gege! Eğer yakında geri gelmezsen, Aşağı gelip seni almam gerekecek!”
Sesi uyarı tonunu taşıyordu ve Xie Lian hızla cevap verdi, “Şimdi geliyorum! İşler yolunda, halledilemeyecek kadar zor değil, kendim zıplayabilirim aşağıya gelme.”
Ancak o zaman Hua Cheng'in tavrı biraz rahatladı ama o hâlâ gözlerini kırpmadan izliyordu. Feng Xin ona baktı konuşmaktan kendini alamadı, “… Biraz şaşırdım.”
Hua Cheng başını çevirmedi ve hiçbir merak belirtisi olmadan şöyle dedi, “Ne?”
Feng Xin kafasını kaşıdı, “Mu Qing'e karşı bu kadar önyargılı olduğunuz için onun kurtarılmaya değer olmadığını düşündüğünüzü ve ekselanslarının onu kurtarmasına karşı olup gitmesini engelleyeceğinizi düşündüm.”
Ancak o zaman Hua Cheng ona bir bakış attı, “Yarısı doğru yarısı yanlış.”
“Ha?”
Hua Cheng, “İlk kısım yanlış değildi, onun kurtarılmaya değer olduğunu kesinlikle düşünmüyorum. Onun nasıl olduğu beni ilgilendirmez” dedi.
Onun kayıtsız ifadesini görünce, Feng Xin’in alnından ter düştü, “Biraz fazla açık sözlü değil misiniz?!”
Ve bu adamın ona karşı nasıl da kesinlikle aynı tutumu sergilediğini düşündüğünde daha fazla ter döktü.
Hua Cheng pfft’ladı ve homurdandı, biraz duraklamadan sonra ekledi, “Yalnızca ekselansları ne karar vereceğine karar verebilir. Onun kararlarına asla karşı çıkmayacağım.”
“…”
Feng Xin daha önce hiç kimsenin böyle bir şey söylediğini duymamıştı. Ne erkeklerden kadınlara ve ne de kesinlikle bir adamdan diğer adama, o sadece eğer Xie Lian bunu duyarsa bu başka bir büyük olay olacağını düşünebilirdi. Nasıl bir yüz ifadesi yapacağını bilmeden Feng Xin yalnızca cevaplayabildi, “…Ah. Anlıyorum.”
Hua Cheng lava dikkatle bakan, düşünen ve planlar yapan Xie Lian’a bakarak kafasını çevirdi ve gülümsedi, “Ayrıca, zaten bunu yapacağını biliyordum.”
Diğer taraftan Xie Lian seslendi, “Mu Qing, acele et ve koşmayı kesmeden çatıya git. Eğer cidden bir şey varsa sonrasında konuşabiliriz.”
Ancak o zaman Mu Qing hala Fang Xin’in üzerinde olduğunu ve Xie Lian’in bir sonraki adımı için gidecek yeri olmadığını fark etti. Kendini sakince düşünmeye zorlayan Mu Qing, çatıya dönmek üzereydi ki beklenmedik şekilde tam yukarı sıçrarken Xie Lian aniden bağırdı, “KİM VAR ORADA!”
Xie Lian sessizce enerji depolayarak kılıcın üzerinde duruyordu ki aniden arkasındaki lav şelaleleri ayrıldı ve şelalelerden bir çift el uzanarak birdenbire onu yakaladı.
Bu yaratık kesinlikle lavların içinden gelmişti ama buna rağmen elleri korkutucu derecede soğuktu. Xie Lian ürpermişti ve Hua Cheng yukarıdan haykırdı, “Ekselansları??”
Bu eller Xie Lian’i sımsıkı kucakladı ve onu da beraberlerinde alarak kılıçtan düştüler. Xie Lian tamamen sersemlemişti ve yukarıdakiler onu arkadan yakalayan şeyin ne olduğunu açıkça gördüler.
O adam beyaz cübbeler giymişti, sanki zevk alıyor gibi yarısı gülen, sanki yas tutuyormuş gibi yarısı ağlayan maske takıyordu.
Yüzü olmayan beyaz!
RuoYe tehlikeyi sezdi ve kendi başına birdenbire dışarı çıkarak kendini yukarı doğru fırlattı ve Mu Qing'in önüne attı. Mu Qing bilinçsizce yakaladı ama beyaz ipek kumaşın diğer ucundan gelen güç çok büyüktü ve onu zapt etmeyi başaramadığı gibi aynı zamanda onu da aşağı çekti.
Xie Lian ateşli kıvılcımların ortasında hızla aşağıya düşüyordu ve yaratığın kahkahaları kulaklarına doluyordu, “Hahahahahha… toy! Çok toysun XianLe! Mükemmel, mutlu bir sona ulaşmanın bu kadar kolay olduğunu mu düşündün?”
Aşağıda kavurucu buhar dalgaları olsa da zihin ürpertici bir soğukla doluydu. Çatışan buz ve ateşin içinde Xie Lian yukarıya baktı ve yukarıda, ateş ve ışıkla sarılmış havada, hızla yaklaşan kırmızı bir siluet vardı.
Hua Cheng de atlamıştı!
Ama aşağısı lav havuzuydu!
#xie lian#tian guan ci fu#jun wu#feng xin#hualian#ling wen#hua cheng#heavenlyblessing#jian lan#heaven official's blessing#xuan zhen#pei su#pei ming#yushi huang#nan yang#junwu#mu qing#m#mingguang#ban yue#mei nianqing
16 notes
·
View notes
Text
Sistem.
Yaşam.
İnsanlar.
Her gün biraz daha bulanıklaşan bir gerçeklik içinde sürükleniyoruz. Yalanlarla örülmüş bir ağ, bizi tuzağa düşürmek için bekliyor. Sahte gülümsemeler, boş vaatler, yalan dolan dolu sözler... Hepsi bir oyun, bir yanılsama.Öfke. Bu dünyanın seni soktuğu köşeye sıkışmış hissediyorsun. Gözlerinde yanan bir ateş var, kimse görmüyor. Her adımında, her nefesinde, daha da derine işleyen bir nefret. Kendi derini kazıyorsun, zehrinle besleniyorsun.Kaos. Düzen denilen bu saçmalığın ardında saklanan tek gerçek. Tüm yapay sınırlar, kurallar, normlar… Hepsi birer illüzyon. Gerçek olan tek şey, içindeki bu düzensizlik, bu kargaşa. Onunla savaşma, onu kucakla. Çünkü o senin en saf halin.Geçmiş. Sırtında taşıdığın o ağır yük. Yüzleştiğin tüm hayal kırıklıkları, acılar, kayıplar… Geçmiş seni şekillendirdi, seni bu hale getirdi. Her bir yara izi, her bir kırık parça, senin hikayeni anlatıyor. Ama unutma, o yük seni ezip geçmeyecek. Sen onu ezip geçeceksin.Tiksinti. İnsanlara duyduğun o derin, içsel tiksinti. Sahte yüzler, ikiyüzlü davranışlar, bitmeyen ihanetler. Onlardan kaçamayacaksın, ama onlara karşı savunmasız da değilsin. Onları olduğu gibi kabul et ve kendi gerçekliğini yarat. Kendi zehrinle, kendi öfkenle, kendi kaosunla.Şimdi, derin bir nefes al ve bırak zehrin akıp gitsin. Bırak tüm öfken, tüm nefretin, tüm tiksintin bu satırlarda kendine yer bulsun. Çünkü bu senin gerçeğin ve senin hikayen. Bunu senden kimse alamaz.
9 notes
·
View notes
Text
Farklı yorum !!
AHMET TATAR
Bu Pazar Türkiye’nin kader seçimi sürecinde son kavşakta geçildi.
Milletvekilliği aday listeleri belirlenerek artık son bir aylık propaganda sürecine girildi.
Listeler her seçim döneminde olduğu gibi açıklandığı andan itibaren tartışılmaya, eleştirilmeye başlandı ki, bu son derece normal ve alışıldık bir durum aslında.
Alışılmadık olan, listeler üzerinden CHP ve Millet İttifakı partilerine yönelik bir dezeformasyon kampanyasının başlatılmasıdır.
Listelere baktığımda eleştirilere de konu edilen, hiç görmek istemediğim adları görüyorum.
Olması gereken adları görememenin üzüntüsünü, hatta kızgınlığını da yaşıyorum.
Öte yandan bütün partilerin neredeyse ortaklaştığı aday belirleme yöntemi midemi bulandırıyor.
Geçmiş yıllarda masa başında yapılan aday belirleme yönteminin dışında kalmaya çalışan, mümkün olduğunca ön seçim yapan sol partilerin de sağ partilerle aynı kulvara girmelerinden üzüntü duyuyorum.
Bunların sağduyulu bir çok insanın ortak kanaati olduğunu da yazılanlardan, konuşulanlardan anlıyorum.
Fakat 12 Eylül darbesinden sonra ve son yirmi yılda ülke siyasetinin düştüğü durumu da yakından takip ediyorum.
Türkiye’de neredeyse kırk yıldır normal bir seçim süreci yaşamadık. Sürekli iktidarda kalmaya yönelik seçim kanunu değişiklikleri, muhalefeti en güçsüz anında yakalayıp açığa düşürmek için baskın seçim kararlarını yaşadık. Aklı ve kanunları hiçe sayan YSK kararları ile seçim sonuçları belirlendi. Bunlara son yıllarda “terörü araç olarak kullanma” da eklendi. Yakın zamandaki “Haziran Kasım” arasında tüm ülkede yaratılan terör ve şiddet ortamını ve sonuçlarını hepimiz hatırlıyoruz.
Bu kez de önceki seçim süreçlerinden farklı olmayan yöntemler kullanılıyor. Anayasa ve yasa maddeleri siyasi iktidarın keyfiyeti doğrultusunda yorumlanarak daha baştan seçim süreci sakatlandı. YSK nin durumu ortada ve itiraz edecek makam yok.
Ama bahane arayacak halimiz de yok.
Ortada tek bir sorumluluk var. O da, şartlar ne olursa olsun, sandıkta hem AKP ve ortaklarını hemde YSK’yı yenerek ülkeyi 20 yıldır yaşadığı kaostan çıkarmak.
Bu sorumluluk hiç bir bahaneyi kaldıramayacak kadar ağır ve acil bir sorumluluktur.
Bu ülkeyi, Cumhuriyeti seven ve kendini gelecek kuşaklara karşı sorumlu hisseden herkesin önümüzdeki temel sorunu ve çözümü anlamasına ihtiyaç var.
Bu ülkede birbirinden çok farklı siyasi düşüncede olan muhalif gruplar 20 yılda aynı duvarın önüne yığıldık. Kimse gerçek anlamda düşüncelerini özgürce açıklayamaz, temel haklarını kullanamaz duruma getirildi.
Siyasi iktidarın çizdiği çerçevenin dışında muhalif olmak, şiddete uğramaktan hapsedilmeye; hatta Sinan Ateş olayındaki gibi karanlık bir cinayete kadar çeşitli akibetleri kabullenmeyi gerektiriyor.
21. Yüzyılda bu ülkenin demokrasi serüveninin geldiği nokta maalesef bu.
Türkiye Cumhuriyeti, üstüne biçilen bu çirkin örtüyü parçalayıp atmak ve hukukun üstünlüğünü yeniden hakim kılmak için en kritik eşikte duruyor.
Bu eşiği geçmek için, vatanını seven herkesin bağrına taş basarak gereken fedakarlığı göstermesi, AKP ve ortaklarını bu seçimle yolcu etmesi, ülkemizi esenliğe kavuşturmak için gereğini yapması gerekiyor.
Kimsenin yaşanabilecek bir olumsuzluğun sorumluluğundan, vebalinden kaçabilmesi mümkün değil.
Sorumluluğunu yerine getirmeyen kim olursa olsun nesiller boyu lanetle anılacağını asla unutmasın.
Büyük resimden gözlerimizi ayırmadan ve öncelikli hedefi unutmadan, çevremizde konuşanların, yazıp çizenlerin niyetini anlamaya çalışalım.
Lütfen şu soruları kendimize soralım.
Daha dün neyi savunan, kimleri destekleyenler şimdi muhalefete muhalefet etmeye, kafamızı karıştırmaya, tereddüt yaratmaya çabalıyor?
Kim gerçekten iyi niyetli ve basit çözüme hizmet ediyor?
Kim sureti Hak’tan gözüküp, AKP ve ortaklarının ocağına odun taşıyor?
1 note
·
View note
Text
Bölüm 150: Şehirdeki uyumayan kişiye yenilmek
Ç/N: Başlık, 《听雨》 Tīng yǔ - 赵文 Zhào wén 'den bir alıntı
Nangong Jingnu narin parmağını Qi Yan'ın solgun dudaklarına bastırdı, "Konuşma artık, her şeyi anladım." Qi Yan'ın ne düşündüğünü bilmeme imkanı var mıydı? Qi Yan onun, meclis yetkililerine muhalefet olarak savaşmasını ve başkent sınavının ana gözetmeni olarak devasa bir yükün altına girmesini belirten ricasını kabul etmişti. Şimdi sınav yeri açılmak üzereyken, diğerleri Qi Yan'ın geçirdiği kazayı öğrenirse bunu gözetmen değişimi yapılmasını önermek için bir bahane olarak kullanabilirlerdi.
Qi Yan çok yorgun gözüküyordu. Bir kez daha Nangong Jingnu'ya bakarak gülümsedi, ardından gözlerini kapattı.
Nangong Jingnu kendine hiç vakit ayırmayarak gece boyunca Qi Yan'la ilgilendi. Qi Yan'ın alnındaki sıcaklık düşmediği için, ateşini düşürmek amacıyla Ding You'nun dediği gibi yaptı. Doğuda güneşin hafif kendini gösterdiğini görünce, yakında meclisin sabah toplantısı başlayacağından dolayı Nangong Jingnu'nun gitmekten başka şansı kalmadı.
Nangong Jingnu oradan ayrıldığında, Qi Yan şöyle bir bakmak için gözlerini açtı. Sessiz bir iç çekti, ardından gözlerini bir kez daha kapattı. Katlanması onun için hiç kolay değildi, yanık en acı verici yaralanma şekliydi.
İki saat sonra Ding You geldi. Qi Yan'ın merhemini yeniledikten sonra ikisi biraz daha konuştu. Oradan çıkmadan önce, Qi Yan Ding You'dan ciddiyetle göğsündeki yaralanmanın haberini açık etmemesini istedi. Kime açık etmemesi gerektiğini ise, ikisi de sözsüz bir şekilde anlamıştı.
Ding You bunu bir an düşündükten sonra ona söz verdi. Ayrıca Qi Yan'a şöyle dedi: maskeli kişinin saraylardaki tek casusu o değildi. Eğer Qi Yan'ın yaralanmasını başka yollarla öğrenirse, bununla ilgili elinden bir şey gelmezdi.
Qi Yan anladığını ifade etti, fakat yine de Ding You'ya tekrar tekrar ağzını mühürlü tutmasını tembihlemişti.
Nangong Jingnu saray hizmetkarlarına da sessiz kalma emri verdi. Saraylardaki epeyce insan Lord Fuma Qi Yan'ın yaralandığını biliyor, fakat bunun neresinde olduğunu bilmiyordu.
Ceza Bakanlığının görevlileri yangın yerine "Nangong Rang"ın emriyle araştırma için mühür vurdu. Çok geçmeden bir sonuç aldılar: Fuma malikanesinde aynı anda yakılan birçok ateş kaynağı vardı, bu da yangının insan eliyle çıkarıldığını gösteriyordu.
Qi Yan sınav sorularını malikanede yazdığından hizmetkarlarının çoğunu özel köşküne göndermiş, malikanede kalması için çok azını bırakmıştı. Büyük yangın başladığı sırada o bir düzineden fazla insan kaçmış, fakat Qi Yan geceleri göremediğinden dolayı malikanede kapalı kalmıştı. Kazadan, sadık hizmetkarı Qian Tong sayesinde sağ çıkmıştı.
Nangong Jingnu raporu okumayı bitirdi, ardından efendilerini terk ederek kaçan bütün hizmetkarların ele geçirilmesini emretti. Bazıları gerçekten Fuma malikanesindeki hizmetçilerken, bazıları Qi Yan'ın malikaneye yerleştirdiği güvenilir astlarıydı.
Ceza Bakanlığının görevlileri onları sorguladı, fakat işe yarar hiçbir bilgi alınamamıştı. Nangong Jingnu uzunca bir süre düşündükten sonra bu insanlara sopa vurulmasını ve sonra Fuma malikanesinden kovulmasını emretti...
Qi Yan için adaleti sağlamak istemiyor değildi, ama şu an içinde bulundukları zaman dilimi uygunsuzdu. Bu insanların arasında kesinlikle bir casus olduğunun da farkındaydı. Lakin etraflıca düşündükten sonra, sonuç olarak herkesi salmıştı.
Kundakçının panikle duvardan atlamasına ve Qi Yan'a yeniden zarar verecek bir şey yapmasına neden olmamak en iyisiydi. Casusun geri dönmesine izin vermek, onun arkasındaki plan kurucuyu rahatlatacaktı. Ayrıca Qi Yan'ı korumak adına yanındaki yardımcıları azaltacaktı. Her halükarda Qi Yan'ın güvenliği en büyük öncelikti.
Bunun arkasındaki kişi hakkında ise, Nangong Jingnu kalbinde genel bir kanıya varmıştı. Qi Yan'ın, çıkarlarına dokunduğu kişilerden başkası olamazdı. Yönünü bildiği sürece, bu meseleye dair gerçek eninde sonunda ortaya çıkacaktı.
Taht yarışının çoktan böylesi bir şiddete ulaştığını tahmin etmemişti. Belki de birileri Qi Yan'ı yanlarına çekmek istemiş ve başarısız olunca da bu yöntemi düşünmüştü...
Bu düşünceyle Nangong Jingnu'nun kalbine son derece ağır bir his çöktü. Qi Yan'ın hiç habersiz karşı karşıya kaldığı felaket tamamen kendisi yüzünden olmuştu, ya da belki... kendisi yerine bunları çektiği de söylenebilirdi.
Büyük yangının ardından, Weiyang Sarayı kısıtlanmış bir bölge halini aldı.
Nangong Jingnu "azılı bir prenses" tavrını takınmış, hiç kimsenin Qi Yan'ı ziyaret edemeyeceğini belirten mutlak bir emir vermişti.
Çeşit çeşit amaçları olan meclis yetkililerinin hepsi, saray kapılarının önünde engelleniyordu. Öncesinde Qi Yan'ın yarasını gören bütün saray hizmetçileri izleniyordu. Tek bir sinek bile oraya uçmayı düşünemezdi.
Nangong Jingnu'nun politik kabiliyetleri son üç yılda süratle gelişmişti, bu yüzden büyük işler başarmak adına kişinin arka bahçesinin dengeli tutulması gerektiği prensibini anlıyordu.
Weiyang Sarayı'ndaki tüm saray hizmetçileri ve hadımlar, Qiuju ve Chen Chuansi tarafından dikkatle gözlemleniyor; ağızları kesin surette kapalı tutuluyordu.
Fuma malikanesinin devasa yangını, mecliste görünmez bir dalgalanmaya da neden olmuştu.
Beşinci Prens ve Üçüncü Prens, mecliste birbirlerine karşı şüphe besliyordu. İkisi de karşı tarafın Qi Yan'ı kendi yanına çekmekte başarısız olduğundan dolayı onu öldürüp kanıtları yok etmek istediğini düşünüyordu, bu yüzden de taht savaşı şiddetleniyordu. Durgun gibi görünen yüzeyin altında ikisi de güç topluyordu, öteki tarafa ölümcül darbeyi indirme niyetindelerdi.
Meclisin uzağında, halktan insanların dünyasında ise bütünüyle farklı bir sahne mevcuttu. İmparatorluk ailesine dair konular hep halkın kalbinde gizemli bir örtünün ardında saklı olmuştu. Nangong Jingnu kurtarma operasyonunu yönlendirmek için kendini gösterdiğinde, halktan insanların belirli bir merakını gidermişti. Aynı zamanda da şunu anlamalarını sağlamıştı: halktan insanların barındırdığı en alelade duyguları, imparatorluk ailesi de yaşıyordu. Ayrıca Nangong Jingnu söz verdiği gibi yapmış ve en kısa sürede yeni su arabaları iletilmişti. Üstelik kendi parasını kullanarak sonraki on gün için tüm başkenti su faturasından muaf tutmuştu. On gün boyunca su arabalarının içindeki su sınırsız olarak kullanılabilirdi. Her şey Prenses malikanesi tarafından karşılanacaktı.
Prenses ve Fuma'nın derin aşkı en sevilen masal halini almış, Nangong Jingnu da başkentin halkı üzerinde olumlu bir izlenim bırakmıştı.
... ...
Birkaç gün sonra, Qi Yan'ın düşmeyen ateşi nihayet kontrol altına alınmıştı. Nangong Jingnu Qi Yan'ın merhemini yeniden sürmeyi bitirdikten sonra kasedeki ilacı eline alarak soğuması için üfledi, "Bu, ilacın son dozu. İmparatorluk doktoru ateşin geçerse yeni bir reçetenin yazılması gerektiğini söylemişti."
Qi Yan doğrulma amacıyla dirseklerini yatağa bastırdı. Nangong Jingnu ilaç kasesini bırakıp söylenmeden anlayarak Qi Yan'ın arkasına yastıkları yerleştirdi, ardından yumuşak bir tonda, "Dikkatli ol, yarana dikkat et," dedi.
Qi Yan Nangong Jingnu'yu süzdü. Onun incelmiş yüzüne ve gözlerinin altındaki siyah halkalara bakarken iç geçirdi, "Böyle şeyleri hizmetkarlara bırakmak en iyisi olur. Bu kul yaralandığından beri Ekselansları hiç iyi bir uyku uyumadı, gidip biraz dinlenin."
Nangong Jingnu'nun dudaklarının kenarları kıvrıldı, "Hala baş edebiliyorum. Biraz yorucu olsa da, seni göremeyince gelen kaygı hissinden çok daha iyi."
Qi Yan bir miktar karmaşık hisler içindeydi, hiçbir şey demeyip dudaklarını kapalı tuttu. Nangong Jingnu kaşığı Qi Yan'ın dudaklarına yaklaştırdı, "İşte, ilacını iç."
Qi Yan: "Ekselanslarına teşekkürler."
Sessizlik içinde son kaşığı da bitirdiğinde, Nangong Jingnu bir erik turşusunu alarak Qi Yan'ın dudaklarına götürdü, "Öncesinde sormuştum, erikler ilaçla ters etki yapmıyor."
Qi Yan ağzını açıp eriği aldı. Hem tatlı hem de ekşi olan tadı, dilinin ucundaki acı tadı çabucak yok etmişti.
Nangong Jingnu sessizce ipek mendilini çıkarıp Qi Yan'ın dudaklarını sildi. Gözlerinden vicdan azabı ve kalp acısı okunuyordu.
Daha öncesinde gizlice bu ilacın tadına bakmıştı. Hastalıkla mücadele etmesi için epeyce coptis kökü* eklenmiş ve Nangong Jingnu'nun şimdiye kadar denediği en acı ilaç olmasına yol açmıştı.
Ç/N: Çin düğün çiçeği olarak da bilinen coptis chinensis bitkisi, bilinen en acı bitkilerden biriymiş ve Çin tıbbının 50 ana baharatındanmış.
Fakat ilacı Qi Yan'a verdiğinde, daha önce hiç bunun acı olduğunu söylememişti. Bu kişinin acı tattan korkmadığını biliyordu, ama bu tat onun bile kaşlarının hafifçe çatılmasına neden oluyordu.
Şimdi düşündüğünde, Qi Yan eskiden beri hep böyleydi. Diğerlerinin sabırla katlanamayacağı şeylere dişini sıkardı ve onun daha önce hiç şikayet ettiğini duymamıştı.
O böyle davrandıkça, Nangong Jingnu'nun kalbi daha da çok acıyordu.
Nangong Jingnu Qi Yan'ın arkasındaki yastıkları aldı, "Biraz daha uzanmak ister misin?"
Qi Yan: "Ekselansları son zamanlarda Majestelerini ziyaret ediyor mu?"
Nangong Jingnu dürüst bir biçimde cevapladı, "Doğal olarak her gün gitmek zorundayım."
Bu sözüm ona "ziyaret" aslında "meclise katılmak" anlamındaydı. Qi Yan, Nangong Jingnu'nun hala iki tarafla da ilgileniyor olmasını beklemiyordu. Bu denli yorgun görünmesine şaşmamalıydı.
Qi Yan: "Ekselansları bitkin görünüyor. Erkenden saraya dönüp dinlenmek en iyisi olur, bu kul şimdi daha iyi."
Nangong Jingnu başını iki yana salladı, son birkaç gündür ne zaman öğleden sonra kestirse kabus görüyordu. İçinin rahat etmesinin tek yolu, Qi Yan'ın iyi olduğunu görmekti, "Biraz benimle sohbet etmek ister misin?"
Qi Yan: "Pekala."
Nangong Jingnu: "Ceza Bakanlığı, Fuma malikanesindeki yangının birçok noktada birden başladığını söyledi... aklında bir fikir var mı?"
Qi Yan bakışlarını geri çekti, ardından alçak sesle cevapladı, "Bu kul başkente döneli pek vakit geçmedi. Bu kulun mecliste Baishi dışında hiç eski tanıdığı yok."
Nangong Jingnu: "Meclisin durumu son üç yılda çok değişti. Wu-ge ve san-ge altı aydan fazladır ana gözetmen pozisyonu için savaşıyordu, birdenbire senin eline geçince..."
Qi Yan dudaklarını bir an kapattıktan sonra, "Ekselansları... ne demek istiyorsunuz?" diye sordu.
Nangong Jingnu sessiz bir iç çekti, "Sahip olduğun zekaya bakınca, bunu fark etmemiş olduğuna inanmıyorum. Söylemeye cüret mi edemiyorsun? Yoksa söylemek istemiyor musun?"
Qi Yan'ın sessiz kaldığını gören Nangong Jingnu bunu üstelemedi. Onun kendi muhakemesini yaptığına inanıyordu. Qi Yan'ın ellerinden birini avuçlarının arasına alarak yumuşak bir tonda şöyle dedi, "Malikanendeki yalnızca bir tane hizmetçi hafif yaralanmış, diğerlerinin hepsi kaçmış. Ceza Bakanlığı bu grubu sorgulasa da hiçbir netice alamadı, bu yüzden sopa vurulma cezası uygulanıp malikaneden kovulmalarına karar verdim."
Qi Yan: "Kararı Ekselansları verebilir."
Nangong Jingnu parmak uçlarıyla Qi Yan'ın elinin üzerini ovdu, "İçin rahat olsun, bu mesele için kalbimde bir sonuca vardım. Sadece, şu an soruşturma için iyi bir vakit değil. Bana biraz zaman ver, en nihayetinde kesinlikle senin için adaleti sağlayacağım."
Qi Yan sakin bir şekilde, "Anlaşıldı," diyerek karşılık verdi.
Nangong Jingnu üsteledi, "Üzgün hissetmiyor musun?"
Qi Yan'ın dudaklarının kenarları kıvrıldı, "Ekselansları artık büyümüş."
Yalnızca üç adet kaygısız sözcüktü, fakat Nangong Jingnu'nun sessizliğe bürünmesine neden olmuştu. Doğruydu. Meseleyi soruşturmamayı seçmesinin nedeni ise bir yandan Qi Yan'ı korumak için, diğer yandan Qi Yan'ın ana gözetmenlik pozisyonunu korumak ve durumu stabil tutmak içindi. Nangong Jingnu bunu çifte kazanç olarak görüyordu.
Çekilen sıkıntı için de... eninde sonunda adalet arayacaktı.
Fakat Qi Yan'ın cevabını duyduğunda, Nangong Jingnu onun duygularını görmezden geldiğini fark etti...
Qi Yan bu meselenin asıl kurbanıydı, lakin ona danışmadan kendi başına karar vermişti.
Nangong Jingnu dudaklarını araladı, fakat boğazında bir yumru hissetti.
Qi Yan uygun vakitte Nangong Jingnu'nun elini tutarak tutuşuna karşılık verdi. Gözlerindeki kehribar rengi haleler sessiz ve durgun bir halde cevapladı, "Ekselansları, fazla düşünmeyin. Bu kul da Ekselanslarının verdiği kararın çok yerinde olduğunu hissediyor. Bu kul az önce bu denli gelişmeniz karşısında iç geçiriyordu yalnızca... Mevcut vaziyette, bu kulun içi rahat edebilir."
Nangong Jingnu Qi Yan'ın gözlerine baktığında, onun berrak ve içten bakışlarıyla karşılaştı.
Nangong Jingnu'nun dudakları titredi. Başını aşağı eğerek, "Çoktan her şeyi biliyorsun, değil mi?" dedi.
Qi Yan, Nangong Jingnu'nun bir paravanın arkasından mecliste bulunduğu gerçeğini kastettiğini biliyordu. Artık plan bu noktaya kadar ilerlemişken, Qi Yan da daha fazla sessiz sinema oynamak istemedi ve, "Evet," diyerek kabul etti.
Uzun bir sessizliğin ardından Nangong Jingnu başını yavaşça kaldırdı, "Sonumun nasıl olacağını düşünüyorsun?"
Bir kadın İmparator.
Yalnızca bu iki sözcük, tüm kıtayı kaosa sevk etmeye yeterdi.
Tarih boyunca yeni bir hükümdarın tahta çıkışına hep aile üyelerinin taht kavgası için sergilediği acımasız şiddet eşlik etmişti. Peki ya bir prenses?
Ve ayrıca, Nangong Jingnu daha önce hiç böyle bir düşünce barındırmamıştı. Onu zorla bu pozisyona iten kişi Nangong Rang'dı. Bu yolda büyük bir endişeyle ilerliyor olmalıydı.
Önlerindeki tehlikeleri tartışmadan, gerçekten de İmparatorluk kabiliyetine erişmişse bile, bir kadının başarıyla tahta çıkıp çıkamayacağı hala bir muammaydı.
Nangong Jingnu bunu hiç kimseye söylemeye cüret edemezdi. Bir ipucu sızdırmak bile onu geri dönülmez bir şekilde sonuna götürürdü.
Bu bir prenses olarak onun "doğuştan gelen dezavantajı"ydı, dahası kadın oluşunun getirdiği elemdi.
Qi Yan Nangong Jingnu'nun elini sımsıkı tuttu, "Bu kul her zaman Ekselanslarının yanında olacak."
Nangong Jingnu: "Ama ben ölmek istemiyorum!"
Qi Yan: "O halde yenilmeyin."
***
***
Ç/N: Ve ilk 150 bölümü bitirerek kitabı yarıladık... epeydir bu bölümün altına bir şeyler yazarım diye düşünüyordum.
Haziranda 4 ay aradan sonra çevirime devam etmemden beri 5 ay geçmiş ve 5 ayda 100 bölümü eksiksiz olarak çevirdim. Buraya gelene kadar ne kadar çok bel ve parmak/bilek ağrısı çektiğimi bilmiyorum. İstediğim miktarda okuyucuya ulaşamadığım için kaç kere oturup ağladığımı ve çeviriyi bırakmayı düşündüğümü hatırlamıyorum.
Ama öyle ya da böyle hayatımda önemli bir yer kapladı bu kitap. Çeviriye 16 yaşındayken başlamıştım ve şimdi birkaç ay sonra 18 olacağım. Edebi bilgimin ve yabancı dil seviyemin gelişmesiyle çeviri kalitesinde artış olmuştur diye umut ediyorum bu süreçte. Yeni okumaya başlayan biri olduğunda ilk bölümler konusunda kendimi güvensiz hissettiğim için stres basıyor hatta.
Belki böyle ağır bir kitabı çevirmeye ve okumaya başlamak için erken yaştaydım ya da bilgim yetersizdi, ama ne olursa olsun zırlayarak da olsa çevirdim çevirdim çevirdim daha önce asla aklıma gelmeyecek kadar çok çevirdim ve yaklaşık 2000 kitap sayfası olmuş şimdiye kadar.
Çoğu 10 ila 15 dakikada okunup geçilen bölümler için minimum 3 saatimi verdiğimden dolayı bu kitapta toplamda ne kadar çok saatim var bilmiyorum. Ama iyi ki gelmişim, getirmişim hikayeyi buraya kadar. Hayalet olarak kalmayıp oy ve yorumlarıyla destek veren kişilere minnettarım, siz olmasaydınız her şey çok daha zor olurdu. Umarım bundan sonrası için de yanımda olmaya devam edersiniz.
İleride kâr amacı gütmeden bu işe emek verdiğimi hatırlayıp gülümsemek istiyorum. Kitabın bizlerde bıraktığı hisler anlamlı ve güzel olur dilerim ki. Vaktinizi ayırıp notumu okuduğunuz için teşekkür ederim.
0 notes
Text
Çocuklarda Ateş Nasıl Düşürülür?
Çocuklarda ateş, genellikle vücudun enfeksiyonla savaştığının bir işaretidir. Ancak yüksek ateş, özellikle bebeklerde ve küçük çocuklarda endişe yaratabilir. Ateşi düşürmek için evde uygulayabileceğiniz bazı yöntemler ve dikkat edilmesi gerekenler: Evde Uygulayabileceğiniz Yöntemler: İnce Giydirme: Çocuğunuzu çok sıkı giydirmeyin. Pamuklu, hafif ve nefes alabilen kıyafetler tercih edin. Sıvı…
0 notes
Text
Çocuklarda Ateş Nasıl Düşürülür?
Çocuklarda ateş, genellikle vücudun enfeksiyonla savaştığının bir işaretidir. Ancak yüksek ateş, özellikle bebeklerde ve küçük çocuklarda endişe yaratabilir. Ateşi düşürmek için evde uygulayabileceğiniz bazı yöntemler ve dikkat edilmesi gerekenler: Evde Uygulayabileceğiniz Yöntemler: İnce Giydirme: Çocuğunuzu çok sıkı giydirmeyin. Pamuklu, hafif ve nefes alabilen kıyafetler tercih edin. Sıvı…
0 notes
Text
Parasetamol Nedir
Parasetamol nedir, yaygın olarak kullanılan bir ağrı kesici ve ateş düşürücü ilaçtır. Aynı zamanda “asetaminofen” olarak da bilinir. Parasetamol, baş ağrısı, diş ağrısı, kas ağrısı, adet ağrısı ve soğuk algınlığı gibi hafif ila orta şiddetteki ağrıları hafifletmek için kullanılır. Ayrıca ateşi düşürmek için de etkilidir. Parasetamol Nedir Parasetamol, gripin, aspirin gibi ağrı kesici ve ateş…
View On WordPress
0 notes
Text
Savaş
✍🏻 Hayrettin Geçkin
https://www.gundemarsivi.com/savas-3/
İsrail-Hamas arasındaki çatışmayı dinler çatışması olarak göstermekten daha büyük bir yalan yoktur. Bu, düpedüz sömürüyü ve dünyanın zalimlerinin zulmünü gizlemeye yönelik bir çabadır. Dünyayı ateşe verenlere açıktan ya da gizliden destektir de aynı zamanda.
“Tüm dünya Hamas’ı bir terör örgütü olarak görüyor. Ey İsrail sen bir örgüt olabilirsin, Batı’nın sana borcu çok ama Türkiye’nin sana borcu yok. Hamas bir terör örgütü değil, topraklarını ve vatanını koruma mücadelesi veren bir kurtuluş ve mücahitler grubudur.” Böyle diyor Cumhurbaşkanı Erdoğan.
Hamas’ın bir eğlence merkezini basarak çoluk çocuk demeden adice ve canice İsrailli çok sayıda sivilin öldürmesi ve böylelikle savaşı başlatması nasıl görmezden gelinebilir, anlayamıyorum açıkça söylemek gerekirse. Nesi ya da neresi masum gösterilmeye çalışılır Hamas’ın akıl erdirmek zor? ABD’li Nazi Lider Biden ve onun Ortadoğu’daki uzantısı İsrailli Nazi Netanyahu’nun kontrolündeki Hamas ve benzeri dinci-gerici yapıların nesine sahip çıkılabilir? Böyle bir bakış açısıyla Filistin halkından yana olmak mümkün mü gerçekten? Bölge barışına katkı yapılabilir mi böyle bir bakışla? Bunu herkesin uzun uzun düşünmesi lazım aslında.
Bilirsiniz şiir okuması da meşhurdur Erdoğan’ın. Bir de şiir okuyor bu açıklamayı yaparken. “Şairin biri bir şiirinde şöyle diyor” diye başlıyor. “Nazım Hikmet” diyemiyor.
Hakkını yememek lazım yine de. Yerinde bir şiir:
“Koşuyor altı yaşında bir oğlan,
uçurtması geçiyor ağaçlardan,
siz de böyle koşmuştunuz bir zaman.
Çocuklara kıymayın efendiler.
Bulutlar adam öldürmesin.”
Filistin Sorunu’na Cumhurbaşkanı böyle yaklaşadursun, MHP Genel Başkanı Bahçeli’nin Türkiye’yi savaşa sokmak ve Ortadoğu bataklığına düşürmek istercesine yaptığı açıklamalar dolduruyor ortalığı. Tüyleri ürperiyor insanın; ne diyeceğini, nasıl düşüneceğini şaşırıyor.
Gezi Davası’nda siyasi talimatla ve hukuk katledilerek ağır hapse çarptırılanlardan Çiğdem Mater’in cezaevinden bir yakınına yazdığı mektuptaki sözleri geliyor aklıma: “Türkiye koca bir şaka ama buna ne kadar gülebiliriz?”
İnsanların düşüncesini açıklamayı geçtim, düş kurmasına bile izin verilmeyen bir ülkede yaşadığımızı unutmak istiyorum bir an. Daha yakınlardaki Gar Katliamı’nı, Suruç’u… Onca doğa katliamını. Bir utanç fotoğrafı gibi ülkenin alnına yapışan çocuk tecavüzlerini, kadın cinayetlerini… Ve dünyaya dönmek istiyorum yüzümü. Ama dünya da bir şaka gibi. Aldırmıyor ateşe verilmesine. Yaşından başından hiç utanmıyor. Çocuklara kıyılıyor diyorum. İnsanlara, kurda kuşa, çiçeğe böceğe, dağa taşa, sulara… Duymuyor.
Türkiye’nin Suriye’ye müdahalesini ve Rusya Ukrayna Savaşı’nı kimse konuşmuyor bu arada.
Yaşlanmış ve yorgun hissediyorum kendimi. Ruşen Hakkı’nın şu dizeleriyle susuyorum:
“Söyle bana dede
Küçükken barışı savunanlar
Neden savaş yanlısı oluyorlar büyüdüklerinde”
Hayrettin Geçkin
0 notes
Text
Kuş Gribi Nedir? Belirtileri Nelerdir?
Kuş gribi, kanatlı hayvanlarda görülen ve bazen insanlara da bulaşabilen viral bir enfeksiyondur. Kuş gribi, özellikle H5N1 virüsü nedeniyle ciddi ve ölümcül olabilir. Bu yazıda, kuş gribi nedir, belirtileri nelerdir, nasıl bulaşır ve tedavisi nasıl yapılır gibi sorulara cevap vereceğiz. Kuş Gribi Nedir? Kuş gribi, influenza A virüsünün bir alt tipi olan H5N1 virüsünün neden olduğu bir hastalıktır. H5N1 virüsü, genellikle kuşlarda enfeksiyona yol açar ve bu nedenle avian influenza (kuş influenza) olarak da adlandırılır. H5N1 virüsü, bazı durumlarda kuşlardan insanlara veya diğer hayvanlara bulaşabilir. Bu durumda, insanlarda veya hayvanlarda ciddi solunum yolu hastalığına neden olabilir. Kuş gribi, ilk olarak 1997 yılında Hong Kong’ta ortaya çıkmıştır. O zamandan beri, Asya, Afrika ve Avrupa’da pek çok ülkede kuş gribi vakaları görülmüştür. Dünya Sağlık Örgütü’ne göre, 2003 yılından bu yana 861 insan kuş gribine yakalanmış ve bunların 455’i hayatını kaybetmiştir. Kuş Gribi Kuş Gribinin Belirtileri Nelerdir? Kuş gribinin belirtileri, normal grip ile benzerlik gösterir. Ancak, kuş gribi daha şiddetli ve hızlı ilerleyen bir hastalıktır. Kuş gribinin belirtileri şunlardır: - Yüksek ateş (38 derece ve üzeri) - Öksürük - Boğaz ağrısı - Burun akıntısı veya tıkanıklığı - Kas ve eklem ağrısı - Şiddetli yorgunluk - Solunum güçlüğü - Göğüs ağrısı - İshal - Karın ağrısı - Bulantı ve kusma Kuş gribinin belirtileri, enfeksiyonun başlamasından sonra 2-4 gün içinde ortaya çıkar. Bazı durumlarda, belirtiler daha hafif olabilir veya hiç görülmeyebilir. Ancak, bu durum hastalığın bulaşıcılığını veya ciddiyetini azaltmaz. Kuş Gribi Nasıl Bulaşır? Kuş gribi, enfekte kuşların salgıları (balgam, tükürük, dışkı) ile temas yoluyla bulaşır. Bu temas şu şekillerde olabilir: - Etini veya yumurtasını pişirmeden veya çiğ olarak yemek - Tüylerine, kanına veya organlarına dokunmak - Yaşadığı veya öldüğü yerlere girmek - Salgılarının bulunduğu suyu içmek veya yüzerek temas etmek - Kuşların, algılarının havaya karıştığı ortamlarda bulunmak Kuş gribinin insandan insana bulaşması ise çok nadirdir. Ancak, bu olasılık tamamen yok değildir. Eğer bir kişi kuş gribine yakalanmışsa, yakın temas halinde olan aile üyeleri, sağlık çalışanları veya bakıcılar risk altındadır. Bu nedenle, kuş gribinden şüphelenilen kişilerin izole edilmesi ve koruyucu önlemler alınması gerekmektedir. Kuş Gribinin Tedavisi Nasıl Yapılır? Kuş gribinin tedavisinde antiviral ilaçlar kullanılır. Antiviral ilaçlar, virüsün çoğalmasını engelleyerek hastalığın şiddetini ve süresini azaltabilir. Ancak, antiviral ilaçların etkili olması için enfeksiyonun başlangıcından sonra en kısa sürede başlanması gerekir. Bu nedenle, kuş gribi belirtileri olan kişilerin hemen bir sağlık kuruluşuna başvurması önemlidir. Kuş gribinin tedavisinde ayrıca semptomatik tedavi de uygulanır. Semptomatik tedavi, hastanın ateşini düşürmek, ağrılarını gidermek, sıvı kaybını önlemek ve solunum desteği sağlamak gibi amaçlarla yapılır. Kuş gribinin tedavisinde antibiyotikler kullanılmaz. Antibiyotikler, bakteriyel enfeksiyonlara karşı etkilidir, ancak viral enfeksiyonlara karşı etkisizdir. Ancak, kuş gribi olan kişilerde ikincil bakteriyel enfeksiyonlar gelişebilir. Bu durumda, antibiyotik tedavisi gerekebilir. Kuş gribi aşısı var mı? Amerika Birleşik Devletleri’nde Gıda ve İlaç İdaresi (FDA), bir H5N1 kuş gribi virüsü suşu ile enfeksiyonu önlemek için bir aşıyı onaylamıştır. Ancak, bu aşı halka açık değildir, ancak ABD hükümeti onu stokluyor ve bir salgın durumunda dağıtacak. Bu aşı, diğer H5N1 virüsü suşlarına veya diğer kuş gribi virüslerine karşı koruma sağlamayabilir. Hollanda’da Wageningen Üniversitesi Veterinerlik Fakültesi tarafından yapılan çalışmalar sonucu iki aşının tavukları kuş gribine karşı korumada başarılı olduğu kanıtlanmıştır. Aşıların sadece hastalık belirtilerine karşı değil, aynı zamanda virüsün yayılmasına karşı da etkili olduğu belirtilmiştir. Bu aşılar henüz Avrupa Birliği mevzuatı kapsamında değildir, ancak gerekli düzenlemelerin ardından bu yılın sonuna doğru aşılama çalışmalarına başlanması planlanmaktadır. Kuş gribi, kanatlı hayvanlarda görülen ve bazen insanlara da bulaşabilen ciddi bir viral enfeksiyondur. Kuş gribi, yüksek ateş, öksürük, solunum güçlüğü gibi grip benzeri belirtilerle ortaya çıkar. Kuş gribi, enfekte kuşların salgıları ile temas yoluyla bulaşır. Kuş gribinin tedavisinde antiviral ilaçlar ve semptomatik tedavi uygulanır. Kuş gribinden korunmak için enfekte kuşlarla temas etmekten kaçınmak, kuş eti ve yumurtasını iyice pişirmek, el hijyenine dikkat etmek ve aşı olmak gerekir. Read the full article
0 notes
Text
ELAZIĞ İL SAĞLIK MÜDÜRÜ POLAT, VATANDAŞLARI AŞIRI SICAK HAVA VE GÜNEŞ ÇARPMASINA KARŞI UYARDI
Elazığ İl Sağlık Müdürü Prof. Dr. Cahit POLAT, vatandaşları aşırı sıcak havalara karşı uyararak, başta çocuklar, yaşlılar, aşırı kilolu ve kronik hastalığı bulunanlar olmak üzere zorunlu olmadıkça 10.00-16.00 saatleri arasında dışarı çıkılmaması gerektiğini söyledi. Aşırı sıcaklıkların çeşitli sağlık problemlerini de beraberinde getirdiğine dikkat çeken İl Sağlık Müdürü Prof. Dr. Cahit POLAT ” Yaz aylarına girdiğimiz bu günlerde hava sıcaklıkları ve nemde olabilecek artışlar nedeniyle insan sağlığı olumsuz yönde etkilenebilmektedir. Özellikle dört yaşından küçük çocuklar ve 65 yaş ve üzeri yaşlılar olmak üzere, yalnız yaşayanlar, engelliler, bakıma ihtiyacı olanlar, gebeler, aşırı kilolular, açık alanda çalışanlar, şeker hastalığı, kalp-damar hastalıkları, beyin-damar hastalıkları, psikolojik hastalıkları, solunum sistemi hastalıkları, karaciğer hastalıkları, böbrek hastalıkları gibi kronik hastalığı olanlar, tansiyon düşürücü, idrar söktürücü, depresyon ve uyku ilaçlarını sürekli kullanmak zorunda bulunan hastalar ile madde bağımlıları bu durumdan daha fazla etkilenebilecektir” dedi. Normalde vücut ısısının terleme ile dengede tutulduğunu belirten Prof. Dr. POLAT “ Sıcaklık ve nem artışına bağlı, artan vücut ısısını düşürmek için yeni duruma uyum sağlamaya çalışan metabolizma yetersiz kalarak sadece terleyerek vücut ısısını dengede tutmada yetersiz kalır. Bu nedenle özellikle yaşlılar, bebekler ve kronik hastalığı olanların terleme mekanizması ile vücut ısısının dengede tutulması zorlaşır. Ayrıca; obezite, herhangi bir hastalığa bağlı yüksek ateş, dehidratasyon dediğimiz aşırı sıvı kaybı, kalp hastalığı, tedavi amaçlı bazı ilaçların (bazı tansiyon düşüklüğüne karşı ilaçlar) kullanımı da etkili olan diğer faktörlerdir. Yükselen vücut ısısının beyin ve diğer hayati organlarda hasara yol açabilir. Bu nedenle bir yetişkin her gün en az 2/2,5 litre sıvı tüketmelidir. Su dışı sıvı alımında kahve çay ve gazlı içeceklerden uzak durulmalı, eğer doktor tarafından sıvı alımı kısıtlanmış veya tansiyon düşürücü ilaç kullanılması söz konusu ise ilgili doktora başvurmak gerekir. Kızartma ve kavurma yerine haşlama, ızgara, kendi suyunda veya az suda pişirme gibi yöntemler kullanılmalı ve bol miktarda sebze ve meyve tüketilmelidir. Bebek, çocuk, engelli ve hayvanlar kapalı ve park edilmiş araçlarda kesinlikle bırakılmamalıdır” şeklinde ifade etti. Güneş Çarpmasına karşı da vatandaşları uyaran İl Sağlık Müdürü Prof. Dr. Cahit POLAT“ Güneş ışınlarının dik vurduğu açılarda ultraviyoleye yüksek dozda maruz kalındığını bilmekteyiz. Güneş çarpmasının başlıca belirtileri halsizlik, bitkinlik, yoğun çarpıntı, baş ağrısı olarak ortaya çıkmaktadır. Güneş çarpması beyin ödemine kadar ilerleyebildiği gibi güneş ışınlarına maruz kalmanın uzun vadeli etkiler arasında ciddi cilt yanakları haricinde cilt kanseri riski de bulunmaktadır. Bu gibi durumlarla karşılaştığımızda yapmamız gereken şey, en yakın sağlık kuruluşuna ve acil servise başvurmaktır. Burada artık oran olarak ağızdan alacağımız sıvı miktarı vücudumuzda yeterli sıvı dengesi oluşturmayacağı için belki damar yolundan bir sıvı takviyesi tercih edilebilecektir. Bununla birlikte ortaya çıkacak bulantı, kusma, yarım saat dinlenmekle geçmeyen çarpıntı, yoğun baş ağrısı, şiddetli halsizlik hali özellikle görülürse bu kişileri bebek, çocuk ve yaşlı bireyler ise mutlaka acil servise başvurmalarını öneriyoruz” şeklinde konuştu. Read the full article
0 notes
Text
Yüksek Ateşi Düşürmek İçin Evde Neler Yapılabilir? Hastalandığımızda ve ateşimiz yükseldiğinde, Yüksek ateşi düşürmek için evde neler yapılabilir diye hepimiz merak etmişizdir. Çünkü ateş oldukça tehlikeli bir probleme dönüşebilir. İnsan yaşantısının sağlıklı bir şekilde devam edebilmesi için vücudunun belli bir sıcaklıkta olması gerekmektedir. Vücut ısımızın yükselmesi durumunda bazı sağlık sorunları ile karşılaşabiliriz. Ateş küçük çocuklard... https://www.begonya.com/yuksek-atesi-dusurmek-icin-evde-neler-yapilabilir/?feed_id=131378&_unique_id=6438ae0a592fe
0 notes
Text
Çocuğunuzun Ateşi Varsa Bu 7 Hataya Sakın Düşmeyin!
Kış aylarında çocuklarda soğuk algınlığı ve grip gibi üst solunum yolları enfeksiyonları oldukça sık görülüyor. Bu hastalıklarda ebeveynlerin en büyük endişelerinden biri ‘yüksek ateş’ oluyor. Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı Dr. Öğretim Üyesi Tarkan İkizoğlu, özellikle enfeksiyon hastalıklarında sık görülen bir belirti olan yüksek ateşin aslında çocuklar için zararlı değil, tam aksine yararlı olduğuna dikkat çekerek, “Zira ateş, vücudun enfeksiyon etkeni ile savaşmasını kolaylaştıran bir savunma mekanizmasıdır. Bu nedenle çocuklarda ateşi hemen düşürmeye çalışmak gereksizdir. Ancak çocuk ateşli dönemde kendini kötü hissediyorsa ve halsiz ise doktorunuzun önereceği ateş düşürücü ilaçlar ile daha iyi hissetmesini sağlayabilirsiniz” diyor. Çocukların ateşi yükseldiğinde ebeveynlerin doğru müdahalede bulunmaları da büyük önem taşıyor, aksi halde hipotermiden ilaç zehirlenmesine kadar pek çok sorun gelişebiliyor. Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı Dr. Öğretim Üyesi Tarkan İkizoğlu, yüksek ateşte kaçınmanız gereken hatalı alışkanlıkları anlattı; önemli öneriler ve uyarılarda bulundu.
Hemen ilaç vermek. YANLIŞ! DOĞRUSU: Ateş çocuğunuz tarafından iyi tolere ediliyorsa hemen ilaç vermeniz gerekmiyor. Eğer bir enfeksiyon söz konusu ise ateşi düşürmek sorunu daha çabuk çözmüyor, nedeni ortadan kaldırmıyor. Ateşi çok yüksek değilse ve çocuğunuz kendini kötü hissetmiyorsa, üzerini soyup, ılık bir duş aldırabilirsiniz. Eğer kendini iyi hissetmiyorsa, dozlarına ve dozlar arasındaki sürelere dikkat ederek ateş düşürücü ilaç vermeniz ise önem taşıyor. Dr. Öğretim Üyesi Tarkan İkizoğlu, “İlaç kullanımına rağmen ateş 72 saat boyunca düşmemiş ise mutlaka doktorunuza danışmanız gerekiyor” uyarısında bulunuyor. Yeterince su vermemek. YANLIŞ! DOĞRUSU: Dr. Öğretim Üyesi Tarkan İkizoğlu, yüksek ateşte çocuğunuza düzenli olarak sıvı vermenizin çok önemli olduğunu hatırlatarak, sözlerine şöyle devam ediyor: “Susuz kalmayı engellemek hayati bir öneme sahip. Zira hem ateşe karşı direnç hem de bağışıklık sisteminin etkin çalışmasında sıvı dengesi kilit rol üstleniyor. Bu nedenle çocuğunuz istemese bile ona bol bol sıvı vermeyi ihmal etmeyin” ‘Üşüyor’ diye odanın ısısını yükseltmek. YANLIŞ! DOĞRUSU: Ortam ısısı yüksek olduğunda çocuğun ateşi daha hızlı yükseliyor. Dolayısıyla ortam sıcaklığının sabit ve 18-20°C aralığında kalması gerekiyor. Ayrıca ateşli çocuğun hava ihtiyacı artıyor, bu nedenle konforlu bir solunum için havanın çok nemli veya çok kuru olmaması gerekiyor. Odasını düzenli olarak havalandırmanız da, mikropların ortamdan uzaklaşmalarını sağlıyor. Çocuğun üzerini örtmek. YANLIŞ! DOĞRUSU: Ateşi yükseldiğinde çocuğunuzun üzerini örtmeyin. Üşüme hissini azaltmak için vücut ısısını yükseltmeyecek incelikte ve pamuklu giysi veya örtü tercih edin. Zira küçük bebekler, özellikle yeni doğanlar sıcak ortamlarda fazla kalın giydirildiklerinde, vücut ısılarını dengeleyemedikleri için ateşleri çıkabiliyor. Bu yüzden ateşlendiklerinde fazla kalın giydirmemek ve üzerlerini örtmemek gerekiyor. Ancak vücut ısısının fazla düşmesine ve üşümesine yol açacağı için ateşi takip etmeli ve düştüğünde uygun giysiler giydirmelisiniz. Soğuk suda yıkamak. YANLIŞ! DOĞRUSU: Ateşin yükselme evresinde üşüyen çocuğu soğuk suda yıkamak kendisini daha kötü hissetmesine neden olacağı için önerilmiyor. Ateş düşürücü ilaca rağmen vücut ısısı düşmüyorsa ılık suyla duş aldırmanız ilacın etki hızını artıracaktır. Kolonya ve sirkeli su ile ovmak. YANLIŞ! DOĞRUSU: Sirke gibi asidik içerikli sıvıların veya alkolün uçucu özelliği nedeniyle buharlaşmayı artırarak ateşi düşüreceği düşünülüyor. Ancak yapılan çalışmalarda bu tür sıvıların hiçbir olumlu etkisi gösterilmemiş. Aksine deriden emildikleri takdirde çocuklarda zehirlenme bulgularına yol açabiliyor. Buz ve buz torbaları uygulamak. YANLIŞ! DOĞRUSU: Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı Dr. Öğretim Üyesi Tarkan İkizoğlu, enfeksiyona bağlı gelişen yüksek ateşte ‘buz veya buz torbaları’ uygulamasının kesinlikle önerilmediği uyarısında bulunarak, “Bu tür işlemler çocuğun üşüme duygusunu artırmasının yanı sıra vücudun ısıtma mekanizmalarını daha güçlü çalıştırarak ateşin daha da yükselmesine neden olabiliyor” diyor. Read the full article
0 notes
Photo
Antibiyotik yerine soğan suyu
Çocuğunuz sık hastalanıyorsa, sürekli antibiyotik ve ateş düşürücü kullanıyorsanız, kansızlığı giderecek ilaçlardan fayda göremiyorsanız ya da çocuğunuzu tabii yöntemlerle büyütmek istiyorsanız okumalısınız.
Her cumartesi olduğu gibi o hafta da yeni derginin içeriğini konuşuyor, gelecek aylara dair yayın planı yapıyorduk. Konu dönüp dolaşıp çocuklarımız ve mutat hastalıklarına geldi. Bu esnada 3 yıl önce ilk çocuğunu dünyaya getirmiş muhabir arkadaşımız hepimizi şaşırtacak şeyler söylüyordu: “Kızım bu zamana kadar hiç antibiyotik kullanmadı”, “İshal ilaçlarla kesilmemeli”, “39.5' u görmeden ateş düşürücü vermek yanlış”, “Çocuklara bebek bisküvisi yedirilmemeli” gibi bilgileri sebepleriyle anlatıyordu. Bunları duymaya çok alışık değildik. Ama bilgilerin kaynağı bir çocuk doktoruydu ve arkadaşımızın kızı da oldukça sağlıklıydı. Dolayısıyla biz de kendi muayenehanesinde çocuk ve ailelere hizmet veren Dr. Hafize Erkal'ın kapısını çaldık. Antibiyotik kısır döngüsünden nasıl kurtulacağımızı, ateş düşürücüleri çocuklarımıza ne zaman, nasıl vermemiz gerektiğini, alerjilerin hangi hastalıkları tetiklediğini ve doğal yollarla bağışıklık güçlendirmenin püf noktalarını sorduk.
Antibiyotik yerine soğan suyu
Antibiyotikler belki de Türkiye'nin en önemli sağlık problemleri arasında. Çünkü aile hekimliği uygulamasıyla vatandaşın doktor yüzü görme ihtimali hayli arttı. Her hekim de ilaç verme konusunda yeterince cimri davranmadığı için öksürük, nezle ve gripte bile hastalar antibiyotik kullanır duruma geldi. Tabii kafasına göre eczaneden ilaç alıp tüketenleri de unutmamak lazım. Tablonun vahameti her geçen gün artmakla birlikte dünya ciddi alarmda. İngiliz Tıp Dairesi Başkanı Dr. Dame Sally Davies, eğer kullanım alışkanlığımızı değiştirmezsek 20 yıl sonra insanların basit enfeksiyonlar sebebiyle hayatını kaybedeceğini, mikropların geliştirdiği antibiyotik direncinin kendilerini oldukça endişelendirdiğini açıklamıştı geçen günlerde. Dr. Hafize Erkal, Türkiye'deki hekimlerin büyük kısmının bu konuda hassas davrandığını düşünüyor. Ama genele yayılmış bir bilinç henüz yok. Bundan dolayı da bağışıklık sistemi tam gelişmemiş 3-12 aylık bebekler ile çocuklar bir kere hastalanıp antibiyotik tedavisi almayagörsün; hassasiyetleri artıyor ve çok daha sık hastalanıyorlar. Sebebi basit; antibiyotikler zararlı bakteriler kadar, vitaminleri sentezleyen, hastalıklara karşı mikropların geçişini engelleyen yararlı bakterileri de yok ediyor. Bağırsaklarımızdaki doğal flora yaralandığı için savunma sistemimiz çöküyor, 4-6 hafta hastalıklara açık duruma geliyoruz. İyi bakteriler öldüğü için dışarıdan gelen kötü bakterilerle hakkıyla savaşamıyoruz. Onlar da bağırsaklarımıza yapışıyor, kana karışıp hasta ediyor bizi. Kandidalar da (bir tür zararlı mantar) antibiyotik kullanımına binaen artıyor, bebeklerde ishal ve derin pişikleri tetikliyor.
Dr. Hafize Erkal, üst solunum yolu enfeksiyonlarının çoğunda antibiyotik tedavisinin gerekmediğini söylüyor. Hastalarına da bundan dolayı soğan suyunu öneriyor. Soğanın rendelenip suyunun çıkarılmasıyla elde edilen sıvı, enfeksiyonlarla başa çıkmada başarılı, ciddi durumlarda bile oldukça etkili. Yalnız dikkat edilmesi gereken en önemli unsur, sıkılır sıkılmaz içilmesi. Kullanım için alt sınır 6 ay. Bebeklere genelde günde 1 kez, 1 çay kaşığı veriliyor. Yalnız direkt içirmek zor olacağı için meyve püresi, mama ya da anne sütünün içine 2-3 damla karıştırıla karıştırıla veriliyor. 3 yaş ve üstü çocuklara da tokken 1 yemek kaşığı, günde 2-3 kez hastalığın şiddetine göre içirilebiliyor. Hem soğan suyunun etkisi hem de vücudun kendi savunma mekanizmasını devreye sokmasıyla enfeksiyonlar 2-4 gün arasında geçiyor. Yalnız soğan suyu çocukta kusmaya, öksürüğe, huzursuzluğa sebep oluyorsa devam etmemek gerekiyor. Bu tedavi midesine soğan dokunanlar ile soğana alerjisi bulunanlara uygulanmıyor.
Antibiyotik kısır döngüsünden çocuk ve yetişkinlerin bu yolla kurtulabileceğini belirten Erkal, soğan suyunun koruyucu özelliğinden de bahsediyor: “Kış aylarında, okula giden çocuklar, bebekler, çok sık hastalananlar haftada 1-2 kez soğan suyu içebilir. Böylece hastalanma ihtimali çok azalıyor.”
39'u görmeden ateş düşürücü yok
Birçok anne-babanın korkulu rüyalarının başında geliyor ateş. Hatta bu endişe paranoya düzeyine ulaştığında ebeveynler çocuk aksırıp tıksırmaya başladığında, ufak bir boğaz enfeksiyonunda dahi ‘yükselebilir' ihtimaline binaen ateş düşürücü veriyor. Hâlbuki ateş yüksekliği vücudun önemli savunma mekanizmalarından biri, üstelik virüs ya da bakterinin bedene girip yerleştiğinin de ilk işareti. Peki, ateşimiz neden yükseliyor? Çünkü vücut ısısının artmasıyla birlikte bedene giren, hızla çoğalan mikrop ve bakteriler o esnada öldürülüyor, doğal şekilde hastanın direnci artırılıyor. Ateş düşürücü ilaçlar ise bu doğal savunma mekanizmasının sağlıklı çalışmasını engelliyor. Dr. Hafize Erkal, 39 dereceden sonra ilaç verilmesinden yana. Tabii onun için de belli şartlar lazım: “Ebeveynler 37 dereceyi gördüklerinde ilaç veriyor. Bu çok yanlış. Genelde normal bir vücutta 40'ın üzerine çıkmaz ateş. Nadiren 41 olur. Vücut terleyerek otomatik şekilde ısısını düşürür. Bu ayarlanmış bir sistemdir. Dolayısıyla ateş vücuda zarar vermeye başladığında ancak müdahale edilmeli. Şöyle ki: Sıcaklık 39'un üzerinde, çocuğun eli ayağı soğuk, titreme var. Bu sıcaklık daha da yükselecek demektir. O zaman gerekir ilaç. Çoğu zaman hastalarıma ‘4 saat kadar kullanmayın, takip edin.' diyorum. Stabil ateş, yani çocuğun elleri-ayakları sıcak, ateş 38,5-39'larda ama keyfi yerinde. O zaman ateş düşürücü için acele edilmemeli.”
Günümüz çocuklarına 20-30 yıl öncesine kıyasla vitamin, beslenme, soğuktan-sıcaktan korunma konusunda daha çok ihtimam gösterilse de çabuk hastalanıp zor iyileşiyorlar. Dolayısıyla ebeveynler de bağışıklık güçlendirici ilaç, besin takviyesi vererek bu gidişatı normalleştirmeye çalışıyor. Fakat ailelerin bütün çabaları bazen yetersiz kalıyor, bebek-çocuk sürekli hastalanıyor, kilo alamıyor, kan değerleri normalleşmiyor. Böyle durumlarda Dr. Hafize Erkal süt ve buğday başta olmak üzere besin alerjilerini işaret ediyor. Çünkü alerjiye sebep olan gıdaları bilmeden tüketmeye devam ettiğimizde bağışıklık sisteminin en önemli elamanlarından biri olan bağırsak mukozamız-floramız bozuluyor, zararlı bakterilerin vücudumuza yerleşmesi ve orada üremesi kolaylaşıyor. Böylece her türlü hastalığa kocaman bir kapı aralanıyor. Sürekli anatomik bozukluğun eşlik etmediği idrar yolu enfeksiyonu, alt ve üst solunum yolu hastalıkları, sinüzit, astım ve ortak kulak iltihabına yakalanan çocuklar için hekimler ‘Bağışıklık sistemi güçsüz' deyip besin takviyeleri öneriyor. Yalnız bağırsaklardan alerji sebebiyle yeterince emilemediği için verilen tedaviler de olumlu sonuçlanmıyor. Çocuk diyetine dikkat ettiğinde ise bağırsak mukozası düzeliyor, mikroplar artık eskisi kadar vücuda kolay giremiyor, doğal yollarla bağışıklık güçleniyor. Besin takviyeleri ise her zamankinden çok daha fazla işe yarıyor. Üstelik çocukların sürekli tekrarlanan hastalıkları da neredeyse tamamen ortadan kalkıyor. Bağışıklık sistemini güçlendiren doğal takviyeler olarak çinko, propolis, C vitamini, ekmek mayasından elde edilen beta-glukan, ekinezya, pelargonium extresi vs gibi bitkisel ürünleri sayıyor Dr. Erkal. Yalnız tüm bunların doktor reçetesi ile alınması gerektiğini, yüksek dozun karaciğere zarar verdiğini de son sözlerine ekliyor...
Geçmeyen demir eksikliğinin arkasında besin alerjileri var
“Birçok çocukta demir eksikliği var. Bu durum süt ve buğday (çölyak) alerjisiyle bağlantılı aslında. Çölyak hastalarının ortak özelliği uzun süre değişmeyen demir eksikliğidir. Takviyelere rağmen iyileştirilemeyen hastalarda çölyakı araştırmak lazım. İnce bağırsaklardaki villus adı verilen yapılar, besinlerin emilimle kana geçmesini sağlıyor. Bu kılcıklar sayesinde, öğütülmüş olarak gelen besinlerin faydalı kısımları emilerek kana karışıyor. Buğday ve süt alerjisi çocukta var ve çocuk bu gıdaları tüketmeye devam ediyorsa o zaman villuslar düzleşiyor, emici yüzeyi azalıyor, miktarı 4'te 1'e düşüyor. Düzelmeyen kansızlık tablolarında alerjiye bakmak gerekiyor. Yalnız şöyle bir sıkıntı var. Kan tahlillerinde belli antikor oranına ulaşmadıysa sonuç negatif çıkabiliyor. Bu alerjinin yokluğu anlamına gelmiyor. Sadece tespit edilebilir düzeyde değil. En iyi sonuç biyopsi ile alınır. Bu da kolay değil, çocuk için çok yıpratıcı. Bundan dolayı şüphelendiklerimi 2-4 haftalık diyete alıyorum. Annelerin canı sıkılıyor, ‘Şimdi ben ne yedireceğim? Süt ve süt ürünleri, bu��day yok, zayıflar çocuk' diyorlar. 1 ay sonra geliyorlar tekrar. Tartıya çıkarıyoruz. Çocuk kilo almış. Bunun sebebi şu; yediği gıdadan çocuk artık faydalanmaya başlıyor. Önceden villusların emici yüzeyi zarar gördüğü için yediklerinin yüzde 25'i emilirken şimdi yüzde 75'e çıkıyor rakam. Eskisine nazaran daha az yediği hâlde kilo alıyor, kan değerleri yükselmeye başlıyor.”
Küçücük bebeğe günde 1 litre süt veriyorlar!
“Annelerin kalsiyum takıntısı var. O kadar çok süt ve süt ürünü yediriyoruz ki çocuklara. Bakıyorsunuz anne 1 bardak sütün içine yoğun süt tozlu bebe bisküvisi koyuyor. İçine peynir ekliyor, öğlen yoğurt, akşam muhallebi yediriyor, gece de biberonla süt içiriyor. Çocuğun gün içinde aldığı süt neredeyse 1 litreyi buluyor. Yetişkinler için bile bu miktar çok yüksek. Ondan sonra yakınıyor anneler ‘Çocuk bir şey yemiyor' diye. Bebek zaten gün içinde harcayacağı kaloriyi fazlasıyla alıyor. Sonra da yemek yemek istemiyor tabii. Bu kadar beslememize rağmen çocuk obez değilse bunun sebebi alerji yüzünden yediklerinin büyük kısmının emilememesi. Vücut fazlalığı atarak aslında kendini korumaya çalışıyor.”
İshal durdurulmamalı
“İshal, bağırsaklara yapışan mikropları atmak için ortaya çıkar. Buna kusma da eşlik ediyorsa midedekiler de atılır. 3 kusma iyidir. Daha fazlası ise ağız yoluyla sıvı alınamayacak anlamına gelir. Sıvı ihtiyacı serumla giderilir ama yine ishali durduracak herhangi bir müdahale yapılmaz. İlk 4 günün sonunda hâlâ karın ağrıları varsa, ishal devam ediyorsa, çocuk çok bitkinse o zaman yine durdurmaya yönelik değil, daha çok tedavi amaçlı takviyeler veriyoruz. Ama en güzeli kaybedilen sıvıyı geri vermektir. İlaçla ishali baskılarsanız bir süre sonra bakteriler tekrar aktifleşebilir. Hazmı kolay, alerji yapmayacak sıvı gıdalar tüketilmesi lazım. İshal dönemlerinde hem gluten hem de sütlü yiyecekleri kesinlikle vermemek gerekiyor. Bağırsak hücreleri harap olduğu için gıdalar bütünüyle emiliyor ve ona karşı antikor üretmeye başlıyor, alerjik reaksiyonlar ortaya çıkıyor. Onun için ishal dönemlerinde, alerji yapacak gıdalardan kesinlikle uzak durulmalı.”
D vitamini eksikliği çok
“Türkiye'de kadın ve çocuklarda yüksek oranlarda D Vitamini eksikliği var. D vitamini yetersizliğini önlemenin en doğal yolu anne ve bebeklerin günde 20-25 dakika güneş görmesi. Eksiklik kişinin yaşadığı bölgenin iklimiyle de doğru orantılı. Ne kadar sıcaksa eksiklik azalıyor. İstanbul gibi metropol şehirlerde ise bu zaman dilimi de yeterli değil. Çünkü hava kirliliği D vitamini sentezini sağlayacak UV B ışınlarının etkisini azaltıyor. Güneş kremleri de güneş ışınlarının emilmesinin önündeki en büyük engel. Bazen insanlar yaz aylarında bile bu yüzden güneşten vitamin alamıyor. Doğumdan itibaren bebeklere veriyoruz D vitamini takviyesi. Annelerin büyük kısmı sadece 2 yaşına kadar kullanıyor. Halbuki kış aylarında büyük şehirlerde yaşayan çocuklara 6 yaşına kadar D vitamini takviyesi verilmeli. Bebeğin neresi erken gelişiyorsa D vitamini eksikliğini biz orada görmeye başlıyoruz. En hızlı baş büyür. Bebek nereye doğru yatarsa baş o yöne göre şekil alır, düzleşir, çok da terler. Kaburgaların uçları göğsün ön tarafının orta kısmına kadar gelir ve orada kemik sonlanır, kıkırdakla devam eder. Normalde düz olması gerekirken burada tespih tanesi gibi çıkıntı olur. Biraz daha büyük çocukların el bilekleri şiştir, geniştir. Çocuk eğer yürüyorsa bacakları ya ‘x' ya da ‘o' şeklini almaya başlar.”
Bebe bisküvisiyle çocuklarınızı hiç tanıştırmayın
“Bebe bisküvisinin çocuk beslenmesindeki yeri tartışılmalı. İçinde süt tozu, beyaz un, bol şeker, tuz ve katkı maddeleri var. Üstelik çok ucuz, lezzetli ve her yerde kolaylıkla bulmak mümkün. Bakıyorum bebek 5 aylık, anne hemen bebe bisküvisine başlamış. Bir kere onun tadını alan çocuk başka şeyi yemek istemiyor. Böylece günlük tüketilen bisküvi miktarı giderek artıyor. Şeker, beyaz un, süt tozundan oluşan bir beslenme döngüsü ortaya çıkıyor. Ebeveynlere ilk ‘Bebek bisküvisi kullanıyor musunuz?' diye soruyorum. İçindeki süt tozu miktarı çok yüksek. Bizim zaten süt alerjisiyle başımız dertte. En iyisi bebe bisküvisiyle çocukları hiç tanıştırmamak.
Uzm.Dr Hafize Erkal
#sağlık#antibiyotik#soğan#ateş#ateş düşürmek#bisküvi#d vitamini#alerji#gıda alerjisi#ishal#süt#demir#demir eksikliği#beslenme#çocuk#mama#anne#güneş#süt tozu#hastalık#Hafize Erkal
5 notes
·
View notes
Text
Ellerimi açtım. Evet. Yüzümden indiremediğim ellerimi. Açtım, bak. Avuç içlerimdeki yokluğu daha net görmeliyiz belki de. Görmeliyiz ve iki elime ateş düşürmek böyle mümkün olur, bilmeliyiz. Senin uzakların, soğuk bakışların, ölü çiçeklerin diyorum. Hiçbirini vermene gerek yoktu diyorum. Görebilseydin beni yeterdi bir yangına koşmam için. Zoru seçtin, farkında da değildin. Ben gözlerimi açtım. Evet. Gözlerim kapalıyken seni düşlerdim hani, gözlerim en çok orada güzeldir derdim. Açtım gözlerimi, bak. Ne hayalin var ne de eski varlığın. Hoş, varlık da denmezdi biliyorum ama en büyük zenginliğimdin. Nasıl betimlenirsin bilmiyorum hâlâ. Sen acı mısın? Acıtmış mısın? Bir acının neresinden tutsan anlatılmaz ve anlaşılmaz, bilir misin? Ben bugün kalbimi de açtım. Evet. Biri kalbinin ritmine oturmuş demiştim hani, haberim yoktu. Açtım kalbimi, bak. Ne sesi duyulur ne sitemi. İsimler de düşmez ateş gibi, insanlar da geçmez o çölden. Bu eller, bu gözler ve bu kalp. Anlaşılmak için yanmayı öğrendi. Değer miydi, söyle. Açılan yanlarıma, yarınlarıma, yaralarıma değer miydi hiç.
41 notes
·
View notes
Text
Heavenly Blessing - 79. Bölüm
Mega // MangaTr
Bölüm 79: BeiZi Tepesinde, Veliaht Prens İblisin Yuvasına Düşüyor
Xie Lian’ın aniden havaya sıçraması kesinlikle korkutucuydu, ama iki yardımcısı onun yetenekleri konusunda oldukça netti ve bu yüzden Mu Qing kımıldamadı, ama Feng Xin yine de gitti ve çekmesine yardım etti. Xie Lian sadece çekmek için birazcık güç kullanmıştı ve genç asker çıkmıştı, her ikisi de kule duvarına tekrar sağlam bir şekilde bastılar.
Xie Lian sormaya başladı. “Hangi birliktensin? Neden burada saklanıyorsun?”
Genç askerin kolları ve başı sargılarla sarılmıştı ve üzerlerinde kan lekeleri bile vardı, yaralanmış görünüyordu. Tuhaf bir durum değildi; bugünkü savaştan sonra pek çok asker yaralanmış ve bu şekilde sarılmışlardı. Ancak gölgelerde hiç ses çıkartmadan saklanması oldukça şüpheliydi.
Mu Qing. “Yong An casusu olabilir, bağlayıp sorgulayalım.”
Xie Lian da aynı şeyden şüpheleniyordu, ama kraliyet kenti titizlikle korunuyordu ve düşmanların içeriye sızabilme ihtimali çok düşüktü, Lang Ying’in kendisi gelmediyse tabi. Ancak bu genç asker bir çocuktan zar zor büyüktü.
Feng Xin’in ise kafası karışmıştı. “Ekselansları, bu veledi hatırlamıyor musunuz? Bugün sizin önünüzde sürekli savaşa atlayıp duruyordu, öndeki birlikteydi.”
Xie Lian hafifçe geriledi. “Sahi mi?”
Bugünkü katliamın ortasında başka hiçbir şeyi fark edebilecek vakti olmamıştı, sadece birisi onunla savaşmak için kılıcını kaldırırsa karşılık veriyordu. Feng Xin ve Mu Qing’le bile ilgilenmemişti, nasıl diğer askerleri fark edecekti?
Feng Xin emindi. “Bu o. Bu veledi hatırlıyorum. Saldırıları baya agresifti, sanki kendi hayatını hiçe sayar gibiydi.”
Bunu duyunca Xie Lian genç askere dikkatle baktı. Bir nedenle çocuk daha dik durdu, omuzları da dikleşti ve başını kaldırdı, sanki biraz kasılmıştı, ama aynı zamanda hazır olda bekler gibiydi. Mu Qing dikkat çekti. “O zaman burada gizlice saklanmaması gerekir, burada casusluk veya dinlemek için bulunmadığı ne malum?”
Böyle söylese bile o da gardını indirmişti. Xian Le ordusu seferberliğinin ‘Tanrı Ordusu, Kutsal Savaş’ kampanyası nedeniyle Xie Lian’dan sonra pek çok genç insan orduya katılmıştı, çoğu eşit derecede gençti ve neredeyse hepsi sadık inananlardı, onun ilahi heykellerine tapınarak, kahramanlık hikayeleri dinleyerek büyümüş ve sadece savaş tanrısını göz ucuyla görebilmek için bile olsa gizlice yaklaşmak istemişlerdi. Böyle bir şey ilk veya ikinci kez olmuyordu, bu yüzden çok önemli bir mesele değildi.
“Pekala, yanlış alarm.” Dedi Xie Lian. Ardından genç askere döndü ve sıcak bir sesle devam etti. “Biraz önce seni korkutmuş olmalıyım. Özür dilerim.”
Ancak çocuk korkmuş görünmüyordu ve sadece daha dik durdu. “Ekselansları…”
Ancak sesi boğuldu ve aniden Xie Lian’ı yakalamak için hareketlendi!
Xie Lian onu pusuya düşürmek istediğini sandı ve hemen yana adım atarak kaçındı, eli saldırmak için kılıcına uzanmıştı. Onun gücüyle tek bir darbesi, şüphesiz çocuğu oracıkta öldürürdü. Ama tam bu sırada, aniden arkasında bir soğuk hava akımı hissetti. Eli birdenbire yön değiştirdi ve yakalamak için çevirdi, sırtını hedef almış bir ok yakaladı.
Görünüşe göre oğlan havadaki okun titrek ışığını gördüğü için onu düşürmek istemişti. Xie Lian sırtını siperin kenarına yaslamıştı ve arkadan saldırılmıştı, birazcık bile korkmadı, onun yerine duvara atlayarak aşağıya baktı.
Şehir kapıları önündeki geniş alanlarda hayal meyal uzaklarda durmakta olan bir adamın yalnız siluetini seçebiliyordu ve adam koyu renk kıyafetler giydiği için gece karanlığına karışmıştı, fark edilmesi güçtü. Feng Xin hemen Xie Lian’ın yanına geldi, yayını çekti ve serbest bıraktı. Ancak görünüşe göre adam çoktan uzaklığı hesaplamış ve menzilin dışına çıkmıştı. Attığı tek ok Xie Lian’ın ilgisini çekmişti, bu yüzden elini salladı, ardından tek kelime etmeden gitmek üzere hızla döndü. Feng Xin’in oku ona ulaştığında çok geçti ve sadece uzaklaşmakta olan adamın ayaklarının birkaç santim uzağına saplandı.
Küplere binmiş Feng Xin duvara vurdu ve molozlar yuvarlandı. “O KİMDİ?!”
Başka kim olabilirdi? Xie Lian bağırdı. “Lang Ying!”
Xian Le askerleri de bir tuhaflık olduğunu fark etmişlerdi ve bağırmaya, koşturmaya başladılar, ama tedbirli olmak adına kovalamak için kapıları hemen açmadılar ve onun yerine üstlerin talimatlar için rapor verdiler. Lang Ying el sallamış ve attığı tek okun ardından gitmişti, sanki özellikle Xie Lian’ı selamlamaya gelmiş gibiydi. Mu Qing kaşlarını çattı. “Neden geldi? Bu bir beyan mıydı?”
Feng Xin sinirle. “Bugün cephede Yong An tamamen yenildi ve kendisi de Ekselansları’nın elinden kıl payı kaçtı, ne beyan etmeye gelmiş olabilir?”
Xie Lian ise elindeki oka bir şey bağlandığını hissetti ve görmek için ateş ışığına çevirdiğinde yeni işlemeli bir cübbeden yırtılmış gibi görünen bir parça kumaş gördü. Kumaşın üzerinde kan izleri bile vardı ve açtığı zaman üzerine ‘Qi’ kelimesinin yazıldığını gördü.
Xie Lian anında kumaşı kavradı ve sordu. “Qi Rong nerede? Qi Rong sarayda değil mi?!”
Feng Xin yakındaki askerlere döndü. “Çabuk saraya gidin ve teyit edin!”
Askerler hemen gittiler. Bu kumaş sahiden Qi Rong’un en sevdiği cübbesinin kolundandı ve Lang Ying gizli operasyonlarıyla biliniyordu, bu yüzden Qi Rong’un kaçırılması yüksek bir ihtimaldi. Gecikme yapılamazdı, Xie Lian konuştu. “Görmek için peşinden gideceğim.” Feng Xin’in geri geldiğini görünce ekledi. “İkiniz şehir kapılarını gözleyin ama harekete geçmeyin. Yanıltma hamlesi olabilir.”
Feng Xin yayını sırtına astı. “Yanına kimseyi almıyor musun?”
Yong An tarafından büyük bir saldırı henüz yapılmamıştı ve Xie Lian ilk mevzilenenin Xian Le askerleri olmasını istemiyordu. Eğer Qi Rong düşman eline düştüyse, o zaman Xie Lian’ın kendisi onu geri getirebilirdi, ama eğer yanına birlik alırsa karmaşa çıkabilir ve sadece birkaç ölüyle bitmezdi. O sırada Xie Lian kayıpları en aza indirmek istiyordu. “Hayır. Bana hiçbir şey yapamazlar.”
Ardından hafifçe duvarı itti ve sıçradı, yere yumuşak bir şekilde inmiş ve hızla Lang Ying’in geri çekildiği noktaya doğru fırlamıştı. Bir süre koştuktan sonra ona yetişen ayak sesleri duydu ve görmek için başını çevirdiğinde o genç askeri buldu. Xie Lian bağırdı. “Yardıma ihtiyacım yok, geri dön!”
Oğlan başını iki yana salladı. Xie Lian tekrar denedi. “Geri dön!” ve hızlanarak bir anda çocuğu geri, artık görünmez halde bıraktı.
Sekiz, dokuz kilometre koştuktan sonra bir dağ başına ulaştı. Dik bir dağ değildi, daha çok bir tepe gibiydi ve bu yüzden adı BeiZi Tepesiydi. Keşif birliğine göre BeiZi Tepesi bitki örtüsüyle kaplıydı ve gece karanlığında, karanlık ormanın içinin her yeri tuhaf seslerle doluyordu, sanki sayısız yaratık pusmuş, izliyor gibiydi. Xie Lian dağın derinliklerine girdi ve nefesini tutmuş uzunca bir zamandır araştırıyordu ki aniden bir ağaca asılmış uzun bir insan şekli gördü. Yakından baktı ve haykırdı. “Qi Rong!” *ÇN: BeiZi, küçük sırt demekmiş.
Sahiden Qi Rong’du. Baş aşağı ağaca asılmış, öldüresiye dövülmüş ve bayılmış gibi görünüyordu, burnu aşağıya doğru damlayarak kanıyordu ve gözlerinden birisi kararmıştı. Xie Lian kılıcını çekti ve ipi kesti, düşen Qi Rong’u yakaladı ve yüzüne bir tokat attı. Qi Rong yavaşça uyandı ve onu tanıdığı anda bağırdı. “Kuzen Veliaht Prens!”
Xie Lian daha ipleri gevşetiyordu ki sırtında bir soğukluk hissetti ve hemen kılıcını savurdu. Başını çevirdiğinde Lang Ying’i gördü, elinde uzun bir kılıçla ona saldırıyordu.
İkisi birkaç kez çarpışmışlardı ki Xie Lian’ın Lang Ying’in kılıcını elinden uçurması uzun sürmedi. Ardından Xie Lian bacaklarına tekme atarak onu düşürdü ve kılıcını boğazına dayayarak dövüşü bitirdi. “Benim dengim olmadığını biliyorsun, mücadele etmeyi bırak.”
Savaş meydanında öncesinde karşılaşmışlardı ve Xie Lian’ın karşısına çıkan herkes, Lang Ying dışında, ölmüştü, Lang Ying ise Xie Lian’ın kılıcıyla karşılaştıktan sonra hayatta kalmış ve yaralı bir halde kendisini sürüklemişti. Lang Ying’in Yong An mültecilerinin lideri olduğunu herkes biliyordu ve Xie Lian’ın ona ‘mücadele etmeyi bırak’ demesinin ardından daha derin bir anlam gizliydi.
“İnsanlarınız sınırı geçmediği sürece, kraliyet kentindeki askerlerin size saldırmayacağına söz veriyorum. Su ve yiyecek alın. Gidin.”
Lang Ying yerde yatarken doğrudan gözlerinin içine baktı, bakışları onu rahatsız ediyordu. Konuştu. “Ekselansları, yaptığınız şeyin doğru olduğunu mu düşünüyorsunuz?”
Xie Lian dondu. Hemen yanında, Qi Rong küfretti. “Zırva! Kuzen Veliaht Prensin kim olduğunu biliyor musun? O cennetten bir tanrı! O doğruyu yapmıyorsa, ne, siz hain köpekler mi doğru şeyi yapıyorsunuz?!”
Xie Lian bağırdı. “Qi Rong, sessiz ol!”
Lang Ying’in sorduğu soruya cevap veremedi. İçten içe o da yaptıklarında bir şeylerin yanlış olduğunu hissediyordu. Ama aklına gelen en iyi eylemi hayata geçirmişti. Eğer Xian Le’yi korumaz, ihlale karşı savunmazsa, sahiden Yong An asilerinin tekrar tekrar özgürce baskın yapmasına, hatta kraliyet başkentini ele geçirmesine izin verebilir miydi?
Eğer ona uzanan sadece bir iki tane kılıç olsaydı, hafifçe dokunur ve onları devirerek meseleyi çözebilirdi. Ama savaş alanında, kılıçlar merhametsizdi ve herkesi sadece devirecek kadar enerji bulmasına imkan yoktu. Tek yapabileceği şey hislerini bastırmak ve kılıcını sallamaktı. Lang Ying’in sorusu içindeki, derinlerdeki sesi uyandırmıştı, ona soruyordu: Yaptığın şeyin doğru olduğunu düşünüyor musun?
Qi Rong bu ikilemin farkında değildi ve konuşmaya devam etti. “Yanlış bir şey mi söyledim? Kuzen, buradasın, çabucak o inatçı hırsızların hepsini gebert! Kabalık bir grup beni dövdü ve ben sadece tek bir kişiydim!”
Qi Rong her daim hükmeden bir kibirle dolu birisi olmuştu ve doğal olarak Yong An’dan pek çok kişi ondan nefret ediyordu, yani bu fırsatı ondan intikam almak için kullandıkları kesindi. Elbette Xian Le’den pek çokları ondan nefret ediyordu. Xie Lian’ın ona ayıracak vakti yoktu ve Lang Ying’e döndü. “Ne istiyorsun? Eğer yağmur istersen, Yong An’a yağmur yağacak. Altın istersen, altın heykelleri itecek ve sana vereceğim. Eğer yiyecek istersen, ben… bir yol bulacağım. Sadece bir savaş başlatma. Bu işi birlikte çözerek, üçüncü bir yol bulamaz mıyız?”
Xie Lian bu sözleri kendisine rağmen söyleyivermişti ve Lang Ying ‘üçüncü bir yol’ ile ne kastettiğini anlamaya bilirdi, ama tereddüt etmeden cevap aldı. “Hiçbir şey istemiyorum ve hiçbir şeye ihtiyacım yok. Tek istediğim şey Xian Le Krallığının varlığına son vermek. Yok olmasını istiyorum.”
Sesi düzdü, ama kelimeleri buz gibiydi. Bir an sonra Xie Lian usulca konuştu. “…eğer insanlarını saldırmaya getirirsen ben de sadece oturup izleyemem. Kazanma şansın yok. Seni izleyen Yong An insanları ölse bile bunu yapmak zorunda mısın?”
Lang Ying. “Evet.”
“…”
Cevabı çok sakindi, çok katı, öyle ki Xie Lian yumruklarını sıktı, karşılık veremedi. Lang Ying her bir kelimesini açıkça söyledi. “Bir tanrı olduğunuzu biliyorum. Sorun değil. Bir tanrıysanız bile beni durduramazsınız.”
Xie Lian Lang Ying’in söylediğinin doğru olduğunu biliyordu. Çünkü sesindeki tını tanıdık olmaktan çok öteydi – adalet ve doğrulukla dolmuş birisinin kararlılığıydı. Jun Wu’ya ‘Cennet ölmem gerektiğini söylese bile’ derken ki kararlılığının tam olarak aynısı şu anda Lang Ying’de vardı!
Lang Ying’in sözleri hiç durmadan saldırmaya devam etmeleri için her daim Yong An insanlarını kullanacağının bir beyanıydı. O zaman Xie Lian da ne yapması gerektiğini biliyordu.
Xie Lian’ın elindeki kılıç tek elle tutuluyordu ama şimdi her iki eliyle kavramıştı. Titreyen elleriyle tam Lang Ying’in boğazını kesmek üzereydi ki aniden arkasından bir çıtırtı sesi ve ardından kıkırdayan bir kahkaha duydu.
Hiç ses çıkarmadan ve fark ettirmeden yaklaşabilmişti, bu yüzden Xie Lian irkildi ve arkasına baktığı zaman gözleri genişledi.
Normalde böyle bir zamanda beliren kişinin düşman askeri olması olasıydı ve belki de ona doğrultulmuş sayısız kılıç olmalıydı, ama arkasındaki şeyin tuhaf bir figür olmasını beklememişti.
Bu kişi ölümcül beyaz cenaze giysilerine bürünmüştü, yüzünde ölümcül bir beyaz maske vardı ve maske son derece tuhaftı, yüzün yarısı ağlıyor, diğer yarısı gülüyordu. İki ağacın arasından sarkmış bir sarmaşıkta oturuyordu ve çıtırtı sesi tıpkı bir salıncak gibi o sarmaşıktan ileri geri sallanmasıyla çıkmıştı. Xie Lian’ın arkasına baktığını görünce elini kaldırdı ve yavaşça ‘pat’, ‘pat’ diye el çırptı, kıkırdama dudaklarının arasından çıkmış ve Xie Lian’ın tüylerinin diken diken olmasına neden olmuştu.
Xie Lian keskin bir sesle. “Nesin sen?!”
‘Nesin’ demişti çünkü iç güdüleri ona karşısındakinin insan olmadığını söylüyordu!
Tam bu sırada Xie Lian elindeki kılıç hissinde bir tuhaflık olduğunu fark etti ve Qi Rong aynı anda çığlık attı, görmek için başını çevirdiğinde önündeki yerde derin bir çukur olarak açıldığını ve orada yatmakta olan Lang Ying’in çukur tarafından yutulduğunu gördü. Yer hızla ağzını kapatıyordu ve Xie Lian düşünmeden toprağın kalbini bıçakladı. Kılıcının ucunun sadece toprağa değdiğini ve ete ulaşmadığını hissedince, Xie Lian Lang Ying’i öldürme fırsatını kaçırdığını anladı ama hissettiği şeyin pişmanlık mı rahatlama mı olduğunu seçemiyordu. Tam bu sırada beyaz giysili tekrar kıkırdamaya başladı ve Xie Lian kılıcını kaldırarak ona doğru atıldı.
Hamlesi yıldırım kadar hızlıydı, o varlığı tamamen deşti ve ağaca mıhladı, o varlık tek ses çıkartmadan yere yığıldı. Xie Lian kontrol etmek için hemen koştu ama yerde sadece bir yığın beyaz kıyafet buldu. Cübbeyi giyen kişi havaya karışmıştı!
Bu varlığın hem belirmesi hem kaybolması inanılmaz tuhaftı. Xie Lian şaşkındı ve gardını indirmeye cüret edemiyordu. Bir eliyle Qi Rong’u yerden kaldırdı. “Gidelim.”
Ancak Qi Rong sızlandı. “Gitmeyelim! Kuzen, bu dağı ateşe verelim kuzen! Bu dağda bir sürü Yong An’lı var, o şehir kapılarından ayrılmayan hödük radikallerin hepsi burada saklanıyor, ateşe verelim ve burayı arındıralım!”
Xie Lian tek eliyle belli bir mesafeye onu çekerek götürdü, etraflarındaki şeytani halenin ağırlaştığını hissediyordu, sanki sayısız göz onları izler gibiydi. “Biraz önceki varlığın ne kadar tuhaf olduğunu gördün mü? Etrafta dolanmamamız gerek.”
“Ne olmuş yani?” Qi Rong. “Sen bir tanrısın! Küçük iblislerden korkmazsın? Eğer yoluna çıkmaya kalkarlarsa öldür hepsini gitsin!”
Xie Lian. “Önce geri dönelim.”
Xie Lian’ın onu dinlemediğini ve dağı ateşe vermeyeceğini duyunca Qi Rong’un gözleri yerinden fırladı. “NEDEN? O İNSANLAR BENİ PELTEYE ÇEVİRDİLER VE BİZİ KIŞKIRTMAK İSTİYORLAR. ONU DUYDUN. XIAN LE’Yİ YOK ETMEK İSTEDİĞİNİ SÖYLEDİ! BİZİM KRALLIĞIMIZI YOK ETMEK İSTİYOR! BUGÜN SAVAŞ MEYDANINDA YAPTIĞIN GİBİ NEDEN HEPSİNİ ÖLDÜRMÜYORSUN?”
“…” Xie Lian derin bir nefes aldı ve sinirle bağırdı. “Neden kafanda sadece öldür! öldür! öldür! var? Asker ve sivil birbirinden farklıdır!”
Qi Rong karşı çıktı. “Ne farkı var? Hepsi insan değil mi? Öldürmek aynı şey değil mi?”
Xie Lian’ın yarası dağlanmıştı ve bir öfke patlaması toplandı. “SEN –!”
Tam bu sırada ayak bileğinin çevresinde bir daralma hissetti ve aşağıya baktığında şişmiş bir elin çalıların arasından çıkarak botunu tuttuğunu gördü!
Aynı anda önlerinden sayısız devrilme sesi yükseldi ve sayısız insan tıpkı birer yağmur gibi ağaçlardan düştü, yere mıhlanmış ayağa kalkamıyorlardı. Her ne kadar insani şekilleri olsa da devasa et kurtları gibi gevşeklerdi, yavaşça onlara doğru geliyorlardı. Qi Rong korkuyla haykırdı. “BUNLAR KİM?!”
Xie Lian eli kılıcıyla kesti ve ciddiyetle konuştu. “Onlar insan değil, alçak köle!”
Geçmişte Xie Lian hiç kraliyet başkentinin yakınlarındaki dağlarda belirdiklerini duymamıştı ve eğer herhangi bir yaratık veya iblis varsa bile çoğu zaman Kutsal Kraliyet Köşkündekiler tarafından yok edilirlerdi. Bunun anlamı bu alçak köleleri birisinin bilerek getirdiğiydi.
Xie Lian bu savaşa insan dışı varlıkların dahil olacağını hiç tahmin etmemişti. Olanları düşününce gittikçe Lang Ying’le ilgili olan olayların ve Qi Rong’un kaçırılmasının sadece onu dışarıya çekmek için olduğundan emin oluyordu. Yine de, şu anda düşünecek vakti yoktu. Kılıcını her salladığında, yedi sekiz kadar alçak köleyi ikiye biçiyordu, ama alçak köleler geldiğinde, çoğu zaman akın akın gelirlerdi. Tahmin ettiği gibi etraflarındaki tüm çalılar ve ağaçlar hışırdamaya başlamıştı, gittikçe daha güçlü sallanıyor, gittikçe daha çok bulanık beden sürünerek çıkarak hiç durmadan Xie Lian’a doğru geliyordu. Tek hamlede on tanesini öldürebilirdi, ama yirmi tanesinin bedeli ağır olurdu. Xie Lian durmadan saldırırken, ağaç tepesindeki bir alçak köle Xie Lian’ın sırtına yaklaştı ve onu boğmak için aşağıya atladı!
Beklenmedik bir şekilde daha yaklaşamadan bir ışık parlamasıyla ikiye biçildi. Qi Rong’un üzerinde silah yoktu bu yüzden o olamazdı. Xie Lian bakmak için döndü ve o genç askerin kılıcının hamle yaptığını gördü!
Şehir kapılarının önünde Xie Lian onu geride bırakmıştı, ama o yine de takip etmiş ve onları bulmuştu. Oğlanın elinde yıpranmış bir kılıç vardı ve pek çok alçak köleyi kesmişti, oldukça etkiliydi. O şeyler sürünüyor ve yoğun, tutkal gibi bir vücut sıvısı salgılıyorlardı ve Qi Rong ne kadar iğrenç olduklarını haykırıyordu. Zayıf görünenlerden birisinin kafasına bastı ve yaratığın aslında korkunç olmadığını fark etti, keyifsiz bir şekilde konuştu. “Demek o kadar etkileyici değiller?”
Ancak hiçbir şey bilmiyordu, alçak köleler daha vahşi, acımasız yaratıkların yanında gelirlerdi. Xie Lian dudaklarını ısırdı ve derisini deldi, sağ elindeki iki parmağını kana batırdı, ardından kılıcına sürdü. Ardından kılıcı Qi Rong’un ellerine bıraktı. “Siz ikiniz bu kılıcı alın ve gidin! Hiçbiri yaklaşmaya cüret edemeyecek. Ne duyarsanız duyun geri dönmeyin. Unutmayın, arkanıza bakmayın!”
Qi Rong karşı çıktı. “Kuzen! Ben…”
Xie Lian onu susturdu. “Güçlü yaratıklar hemen arkalarında. Onlar geldiğinde sizinle ilgilenecek vaktim olmayacak. Geri dönüp rapor etmeniz daha iyi olur!”
Qi Rong konuşmayı kesti ve kılıcı tutarak çılgına dönmüş gibi kaçmaya başladı. Elindeki kutsanmış kılıçta Xie Lian’ın ilahi özü vardı ve tüm yol boyunca hiçbir alçak köle veya başka bir kötü yaratık yaklaşmaya cesaret edemezdi, yolu açıktı ve hızla gözden kayboldu. Ancak genç asker hala gitmemişti ve Qi Rong’un kendisi kaçmıştı. Xie Lian’ın ona verecek başka bir kutsanmış koruyucu kılıcı yoktu ve ruhani darbeler indirmek için tek kullanabildiği şey yumruklarıydı, ses patlamaları yolluyordu. Oğlan da enerjik bir şekilde yardım ediyordu ve bir saat sonra, tüm alçak köleler yok edilmişti.
Yer yapışkan sıvılar ve cesetlerle doluydu, koku boğucuydu. Tek bir alçak kölenin dahi kaçmadığından emin olunca Xie Lian nefeslerini sakinleştirdi ve dönerek oğlanla konuştu. “Kılıç konusunda epey iyisin.”
Oğlan kılıcını daha da sıkı kavradı ve başta ofladığı halde anında tekrar hazır ola geçmişti. “Ev-evet efendim.”
“Sana emir vermiyorum, neden ‘evet efendim’ diyorsun?” Xie Lian. “Biraz önce sana geri dönmeni emrettiğimde neden ‘evet efendim’ demedin?”
“Evet efendim!” Genç adam cevapladı, ama hemen ardından cevabının tuhaf olduğunu fark etti ve daha da katı durmaya başladı. Xie Lian başını iki yana salladı, düşünüp taşındı ve aniden dudakları yukarıya kıvrıldı. “Ama eğri kılıç sana daha çok uyar.”
· MXTX, Yazar Notu:
Hua Hua şu sırada daha on dört yaşında bile değil, ama ergenlik nedeniyle hızla boyu atmış ve artık üzgün bir köpek yavrusu gibi görünmüyor, bu yüzden Xie Lian onu tanıyamadı!
Çevirmen: Nynaeve
Not: MXTX Hua Cheng’e ‘Hua Hua’ diyor.
142 notes
·
View notes