#atatürk ve matematik öğretmeni
Explore tagged Tumblr posts
Text
ATATÜRK'ÜN GİTTİĞİ OKULLAR
ATATÜRK’ÜN GİTTİĞİ OKULLAR Bu etkinlikte Atatürk’ün gittiği okulları ve bu okullarla ilgili bazı bilgileri kalıcı hale getirmek istedik. Atatürk sırasıyla şu okullara gitmiştir. 1- Mahalle Mektebi 2- Şemsi Efendi Okulu 3- Selanik Mülkiye Rüştiyesi 4- Selanik Askeri Rüştiyesi 5- Manastır Askeri İdadisi 6- İstanbul Harp Okulu 7- İstanbul Harp…
View On WordPress
#atatürk#atatürk hangi okullara gitmiştir#atatürk ve matematik öğretmeni#atatürk ve okul#atatürkün gittiği okullar#atatürkün hayatı#atatürkün okulları#atatürke kemal ismi#BakBi#bakbi yapbi#etkinlik#farklı etkinlikler#gazi mustafa kemal atatürk#harp akademisi#harp okulu#ilkokul#ilkokul etkinlikleri#mahalle mektebi#manastır askeri idadisi#matematik öğretmeni#mustafa kemal atatürk#selanik#selanik mülkiye rüştiyesi
0 notes
Text
LGS ve YKS adayları için “Kazandıran Taktikler Semineri” düzenlendi
https://pazaryerigundem.com/haber/201850/lgs-ve-yks-adaylari-icin-kazandiran-taktikler-semineri-duzenlendi/
LGS ve YKS adayları için “Kazandıran Taktikler Semineri” düzenlendi
İstanbul Beylikdüzü Belediyesi, LGS ve YKS’yehazırlanan öğrencilere yönelik “Kazandıran Taktikler Semineri” düzenledi.
İSTANBUL (İGFA) – İstanbul Beylikdüzü Belediyesi, Liselere Geçiş Sistemi (LGS) ve Yükseköğretim Kurumları Sınavı(YKS)’yehazırlanan öğrenciler için “Kazandıran Taktikler Semineri”düzenledi. Alanında uzman isimlerden Şahin Ersin Tuncer, Mehmet Celal Özyıldız, Aker Kartal ve Harun Özdemir adaylara sınav kaygısıyla baş edebilme becerisi ve sınav sürecinde ders çalışma alışkanlığının edinilmesinin yanı sıra tarih, Türkçe ve matematik testlerinde karşılaşabilecekleri soru tipleri hakkında faydalı bilgiler verdi. Retro Yayıncılık iş birliğiyle Beylikdüzü Atatürk Kültür ve Sanat Merkezi’nde gerçekleşen seminerde konuşmacılar, kitap okumanın odaklanma gücünü artırdığını vurguladı.
“Kendi planınızı kendiniz yapın”
Sınavlarda dereceye giren öğrencilerin ortak özelliklerini sıralayan Retro Kitap Genel Yayın Yönetmeni Şahin Ersin Tuncer, “Birçok şampiyonla konuştum ve şu üç özelliği gözlemledim. Birincisi kendi planımı kendim yaptım diyorlar. İkincisi yıl boyunca istikrarlı çalışmışlar. Üçüncüsü ve belki de en önemli özellikleri ise kitap okumuşlar. Kitap okumak sizi sadece Türkçe ve edebiyatta değil, fizikte de geliştirir arkadaşlar. Çünkü okuduğunuzu anlama beceriniz gelişir” dedi.
“Günde en az 20 dakika kitap okuyun”
Matematik öğretmeni Harun Özdemir de gün içinde en az 20 dakika kitap okumanın odaklanmayı geliştirdiğini vurguladı. Özdemir, “Yeni bir konuyu çalışıyorsanız, en az iki kitaptan kazanım soruları çözmelisiniz. Eğer yeterince kazanım sorusu çözmezseniz, sınavda süreyi verimli kullanamazsınız. Unutmayın LGS zeki insanların değil, çalışkan insanların başardığı bir sınavdır”ifadelerini kullandı.
“Son 10 yılın sorularını çözün”
Tarih öğretmeni Mehmet Celal Özyıldız ise okuduğunu anlamanın önemine değinerek “Önce isteyin ve zaman yönetiminizi doğru yapın, o zaman başarılı olursunuz” dedi. ÖSYM’nin önceki yıllarda sorduğu sorulardan örneklerle ve esprilerle konuşmasını renklendiren Özyıldız, sınav öncesi adaylara moral verdi. Son olarak Türkçe öğretmeni Aker Kartal da kendi başarı hikâyesini anlatarak gençleri motive etti ve küçük bir şovla semineri sonlandırdı. Etkinliğin sonunda soru-cevap ile katılımcılara kitap hediye edildi.
0 notes
Text
Kemal Atatürk öldü.Tüm Türk Halkı babasını kaybetmiş olmanın derin,Samimi matemi içinde bulunuyor. Şu anda,bu saatte görülüyor ki, Türk Halkının seçilmiş temsilcileri aracılığıyla yeni Türkiye Devleti'nin yaratıcısına verdiği Atatürk-Türklerin babası-ismi sadece içi boş bir kelime değil, her Türk vatandaşı için kelime anlamını aşan özel anlamı bir payedir. Ancak aynı zamanda bu büyük devlet adamının diğer adı olan"Kemal"de taşıyıcısı için önemli sembollerle doludur. Dilimize"Olgun"olarak çevrilebilecek bu ismi o tesadüf eseri değil, elde ettiği başarılardan dolayı taşımaktaydı. Kemal Atatürk 1881 yılında o zamanlar bir Türk şehri olan Selanik'te dünyaya geldi. Kendisine eski bir Türk geleneği uyarınca tek isim verildi: Mustafa. Mustafa ailesinin isteği üzerine hoca, yani din görevlisi-olmak için gittiği okulda öğretmeni tarafından haksız bir biçimde dövülünce okuldan ayrıldı. Ve Selanik'teki askeri okula devam etmeye başladı. Burada kısa zamanda alışılmışın dışında yetenekleri olduğu ortaya çıktı. Özellikle ismi kendisi gibi Mustafa olan bir öğretmenin verdiği matematik dersinde çok başarılıydı ve bir gün öğretmeni Mustafa'ya kendisiyle bundan sonraki hayatında başka Mustafa'larla karışmaması için Kemal ismini verdi. Bu olaydan sonra onun ismi o şekilde kaldı ve genç adam Mustafa Kemal ismiyle askeri kariyerindeki basamakları birer birer tırmanarak komutanlık seviyesine ulaştı. Gençliğinden itibaren fanatik bir milliyetçilik hissiyle dolu olan Kemal, subaylığı esnasında o sırada ülkeyi yöneten etkin güçlere karşı çıktı ve reformcu fikirlerini asla kaybetmedi. Osmanlı İmparatorluğunun günden güne zayıflamakta ve halkın perişan hale gelmekte olduğunu çok açık bir biçimde tespit etmişti. Bu çöküşün nedenlerinin de her türlü halkçı ve uygulanabilir temelden yoksun olan Osmanlı'nın devlet yapısıyla ilgili olduğunu biliyordu. Dini kurallar adı altında halkın isteklerini hiçe sayan dini kurumların tehlikeli ve zararlı etkilerinin de farkındaydı. Dolayısıyla genç reformcu un kendini kısa zamanda ilerici hareket içinde bulması normaldi. Sultan Abdülhamit'in düşürülmesinden sonra bu hareketin tekrar başarısız olması üzerine Mustafa Kemal başlamış olanı devam ettirmek için yeni plan ve fikirleriyle ortaya çıkanların başında geliyordu. Ölüm cezasından son anda kurtuldu. Libya'da sürgünde iken zamanını politik bir hayattan uzaklaşıp askeri hedeflere yönelmek ve amacının milletin iyiliğinden başka bir şey olmadığını göstermek için kullandı. Sadece Suriye'deki savaşta değil, daha sonra Trablusgarp savaşı esnasında da genç subay enerjik ve ihtiyatlı tavırlarıyla kendini gösterdi ve politik açıdan engellenmesine rağmen kademe kademe yükselmeye başladı. Daha sonra Mustafa Kemal'in bir asker olarak önemli roller oynayacağı dünya savaşı başladı. Sonunda Filistin'de ki 7.kolordu kumandanlığına atanmıştı. Ancak Osmanlı imparatorluğunun yenilgisiyle beraber reformcu Mustafa Kemal'in beklediği an gelmişti. Tek bir adamın ve emsalsiz enerjisinin yıkılmış Osmanlı imparatorluğu'ndan yeni Türkiye'yi ortaya çıkarması ve eserini kayda değer bir güce kavuşturması,20 yıl sonra bakıldığında mucize gibi görünmektedir. Düşman dört bir yanından yurda girmişti ismini bile haketmeyen bir barış anlaşması Türk yurdunun kalbini, Anadolu'yu param parça etmişti. İmparatorluğun başkenti İstanbul'da yayımlanan gazetelerin büyük çoğunluğunun umitsizce işgal kuvvetlerine sığınıyor ve haberlerinde"İşgal kuvvetleriyle beraber yurdumuz medeniyete kavuşacak"gibi cümlelere yer veriyor, Türkiye'nin aynı Mısır gibi İngiliz himayesi altında bir ülke olacağı fikrini savunuyorlardı. Ortalık işgalcilere rezilce ve gururuzca boyun eğen kişilerle dolmuştu. Buna karşılık hiçbir kurtuluş ümidi yoktu. Türk halkının bu kötüye gidişini sona erdirecek hiç bir kuvvet yok gibiydi. Bu zor günlerde sadece bir isim ortaya çıkacaktı:
Mustafa Kemal🇹🇷
Natıonal Zeıtung Almanya
11 Kasım 1938
9 notes
·
View notes
Photo
TÜRKLER'İN BABASI 10 Kasım 1938 Ankara
Kemal Atatürk öldü.Tüm Türk Halkı babasını kaybetmiş olmanın derin,Samimi matemi içinde bulunuyor. Şu anda,bu saatte görülüyor ki, Türk Halkının seçilmiş temsilcileri aracılığıyla yeni Türkiye Devleti'nin yaratıcısına verdiği Atatürk-Türklerin babası-ismi sadece içi boş bir kelime değil, her Türk vatandaşı için kelime anlamını aşan özel anlamı bir payedir. Ancak aynı zamanda bu büyük devlet adamının diğer adı olan"Kemal"de taşıyıcısı için önemli sembollerle doludur. Dilimize"Olgun"olarak çevrilebilecek bu ismi o tesadüf eseri değil, elde ettiği başarılardan dolayı taşımaktaydı. Kemal Atatürk 1881 yılında o zamanlar bir Türk şehri olan Selanik'te dünyaya geldi. Kendisine eski bir Türk geleneği uyarınca tek isim verildi: Mustafa. Mustafa ailesinin isteği üzerine hoca, yani din görevlisi-olmak için gittiği okulda öğretmeni tarafından haksız bir biçimde dövülünce okuldan ayrıldı. Ve Selanik'teki askeri okula devam etmeye başladı. Burada kısa zamanda alışılmışın dışında yetenekleri olduğu ortaya çıktı. Özellikle ismi kendisi gibi Mustafa olan bir öğretmenin verdiği matematik dersinde çok başarılıydı ve bir gün öğretmeni Mustafa'ya kendisiyle bundan sonraki hayatında başka Mustafa'larla karışmaması için Kemal ismini verdi. Bu olaydan sonra onun ismi o şekilde kaldı ve genç adam Mustafa Kemal ismiyle askeri kariyerindeki basamakları birer birer tırmanarak komutanlık seviyesine ulaştı. Gençliğinden itibaren fanatik bir milliyetçilik hissiyle dolu olan Kemal, subaylığı esnasında o sırada ülkeyi yöneten etkin güçlere karşı çıktı ve reformcu fikirlerini asla kaybetmedi. Osmanlı İmparatorluğunun günden güne zayıflamakta ve halkın perişan hale gelmekte olduğunu çok açık bir biçimde tespit etmişti. Bu çöküşün nedenlerinin de her türlü halkçı ve uygulanabilir temelden yoksun olan Osmanlı'nın devlet yapısıyla ilgili olduğunu biliyordu. Dini kurallar adı altında halkın isteklerini hiçe sayan dini kurumların tehlikeli ve zararlı etkilerinin de farkındaydı. Dolayısıyla genç reformcu un kendini kısa zamanda ilerici hareket içinde bulması normaldi. Sultan Abdülhamit'in düşürülmesinden sonra bu hareketin tekrar başarısız olması üzerine Mustafa Kemal başlamış olanı devam ettirmek için yeni plan ve fikirleriyle ortaya çıkanların başında geliyordu. Ölüm cezasından son anda kurtuldu. Libya'da sürgünde iken zamanını politik bir hayattan uzaklaşıp askeri hedeflere yönelmek ve amacının milletin iyiliğinden başka bir şey olmadığını göstermek için kullandı. Sadece Suriye'deki savaşta değil, daha sonra Trablusgarp savaşı esnasında da genç subay enerjik ve ihtiyatlı tavırlarıyla kendini gösterdi ve politik açıdan engellenmesine rağmen kademe kademe yükselmeye başladı. Daha sonra Mustafa Kemal'in bir asker olarak önemli roller oynayacağı dünya savaşı başladı. Sonunda Filistin'de ki 7.kolordu kumandanlığına atanmıştı. Ancak Osmanlı imparatorluğunun yenilgisiyle beraber reformcu Mustafa Kemal'in beklediği an gelmişti. Tek bir adamın ve emsalsiz enerjisinin yıkılmış Osmanlı imparatorluğu'ndan yeni Türkiye'yi ortaya çıkarması ve eserini kayda değer bir güce kavuşturması,20 yıl sonra bakıldığında mucize gibi görünmektedir. Düşman dört bir yanından yurda girmişti ismini bile haketmeyen bir barış anlaşması Türk yurdunun kalbini, Anadolu'yu param parça etmişti. İmparatorluğun başkenti İstanbul'da yayımlanan gazetelerin büyük çoğunluğunun umitsizce işgal kuvvetlerine sığınıyor ve haberlerinde"İşgal kuvvetleriyle beraber yurdumuz medeniyete kavuşacak"gibi cümlelere yer veriyor, Türkiye'nin aynı Mısır gibi İngiliz himayesi altında bir ülke olacağı fikrini savunuyorlardı. Ortalık işgalcilere rezilce ve gururuzca boyun eğen kişilerle dolmuştu. Buna karşılık hiçbir kurtuluş ümidi yoktu. Türk halkının bu kötüye gidişini sona erdirecek hiç bir kuvvet yok gibiydi. Bu zor günlerde sadece bir isim ortaya çıkacaktı: Mustafa Kemal
Natıonal Zeıtung Almanya 11 Kasım 1938
92 notes
·
View notes
Text
ÖĞRENİLMİŞ ÇARESİZLİK DENEYİ... (SELİGMAN)
ÖĞRENİLMİŞ ÇARESİZLİK DENEYİ... (SELİGMAN)
Psikolog Martin Seligman, bir köpek balığını ve küçük balıkları kocaman bir fanusa koyuyor. Aralarına da kalın bir cam koyuyor ki köpek balığı küçük balıkları yemesin. Uzun bir süre köpek balığı aç bırakılıyor. Bilindiği gibi büyük balık küçük balığı yer. Seligman da köpek balığının küçük balıklara saldırmasını bekliyor. Beklediği gibi de oluyor. Köpek balığı cama belki 30 belki 40 kere vuruyor ama bu sürede cam ne kırılıyor ne de aradan alınıyor. Bir süre sonra, köpek balığı kendi etrafında dönmeye başlıyor. Başka hiçbir yere gitmiyor. İlerleyen zamanlarda camı aradan alıyorlar. Ama köpek balığı ne küçük balıklara yaklaşıyor ne de başka yere gidiyor.
Çekirgelerle yapılan bir deneyde çekirgeler kavanoza konuyor ve kavanozun kapağı kapatılıyor. Çekirgeler zıplıyor ve kafalarını kavanozun kapağına çarpıyorlar, bir daha ve yine aynı sonuç, bir daha ve yine aynı sonuç… Belli bir süre sonra çekirgeler artık kavanozdan kaçamayacaklarını anlayıp(!) zıplamaktan vazgeçiyorlar. Bunun üzerine kavanozun kapağı açılıyor ve kavanozdaki hiçbir çekirge zıplayıp kurtulamıyor. Daha sonra Psikolog Martin Seligman ve Steven F. Maier, konuyu aydınlatmak için köpekler üzerinde deney yapmaya karar verdiler. Tek gözlü bir kafeste tabandan köpeklere bir sinyal ve sinyalden sonra da elektro��ok veriliyorlardı. Belirli bir süre boyunca köpekler üzerinde bu işlem devam ettirildi. Köpekler, artık sinyal sesinden sonra elektrik akımı geleceğini öğrendi. Bir bakıma sinyal sesine koşullandılar. (Boyunduruk Grubu) Deneyin ikinci bölümü için bir kafes tasarlandı. Bu kafesin zemini, bir bariyerle ayrılmış iki bölümden oluşuyordu. Bir bölümün zemini köpeklere elektroşok veriyor, diğer taraf da vermiyordu. Deneye hiç bu düzenek içerisinde yer almamış, durumdan bihaber olan ikinci bir grup da eklendi. (Kaçış Grubu) Yirmi dört saat sonra tüm köpekleri kısa bir çitle iki bölmeye ayrılmış kapalı bir kafese götürülür ve köpeklere şok verilir. Kaçış grubu duvardan atlayıp şoktan kurtulmayı başarırken, boyunduruk grubu (Sinyal sesiyle elektriğe koşullanan köpekler) ise çarpılsalar bile bariyerden atlamıyor, elektrik çarpılırken hareketsizce bekliyordu. Deneyin ilk aşamasında sinyal sesiyle elektriğe koşullanan köpekler, kaçabilecekleri halde elektrikli zeminde durunca, araştırmacılar bir başka düzenek hazırladılar. Seligman ve arkadaşı, bu kez yirmi dört tane köpek alırlar ve 3 farklı denek grubu oluşturdular. 1. gruptaki köpekler (Kontrol Grubu) bir süre boyunca kemere bağlanıp sonra serbest bırakıldı, 2. gruptaki köpekler (Kaçış Grubu), aynı kemere bağlandılar ve elektroşoka maruz bırakıldılar. Köpekler, bulundukları panelde burunlarıyla bir tuşa basıp şoku durdurabiliyordu. 3. gruptaki köpekler (Boyunduruk Grubu), aynı şekilde kemere bağlanıp şoka maruz bırakıldı. Bu kez onların şoku durdurmak için basabilecekleri bir tuş yoktu, yani kendi istekleriyle kurtulmaları imkansızdı. Seligman iki bölmeli kafesini geri getirdi, her bir grubun üyeleri bu kafese koyularak test edilecekti. Sonuç olarak; 1. ve 2. gruptaki köpekler, elektrik akımına kapıldıklarında bariyerden atlayıp elektriksiz alana kaçtı. 3. grubun üyeleri ise elektrik akımından kaçmak için hiç girişimde bulunmadı. Halbuki elektrikten kurtulmaları için yapmaları gereken tek şey diğer tarafa atlamaktı. Kemere bağlanıp, elektrik akımından kurtulmak için herhangi bir çözüm sunulmayan 3. gruptaki köpekler, asla kurtulamayacaklarına şartlanmıştı. 1. gruptaki köpekler, kemerden hemen kurtulacaklarını biliyordu; 2. gruptaki köpekler burunlarıyla bir tuşa dokununca elektrik akımının duracağını keşfetmişti. Onlar için bir çözüm vardı. Nitekim 3. grup için herhangi bir çözüm yoktu. Araştırmacılar, 3. gruptaki köpeklere çaresizliği öğretmişlerdi. Çaresizliği öğrenen denekler, kolay bir çözüm burunlarının dibinde olsa bile göremedi. Tepkisiz kaldılar, çünkü çaresizliği kabullendiler. Aslında biz insanların bile çok sık karşılaştığı bir durum var. Değil mi?
Öğrenilmiş Çaresizlik
Köpekler üzerindeki bir deneyin sonucunda ortaya çıkan kavram, psikoloji alanında ciddi bulguları ortaya koymuştu, ancak bu bulgular yalnızca hayvanlar değil insanlar için de geçerliydi. Matematik dersinde kötü notlar alan bir çocuğu düşünelim. Bu çocuk, zamanla yaptığı hiçbir şeyin matematik dersindeki performansını artırmayacağı duygusuna kapılacaktır. Bu duygunun ardından, önüne matematikle ilgili bir şey geldiği zaman, kendisini çaresizlik içerisine hissedecektir. Öğrenilmiş çaresizliğin ayrıca depresyon, anksiyete, çekingenlik ve yalnızlık gibi psikolojik sorunlarla da bağlantılı olduğu biliniyor. Örneğin sosyalleşme konusunda çekingen hisseden biri, belirli bir süre sonra bu konu hakkında yapabileceği hiçbir şey olmadığı kanısına varıyor, tamamen içine kapanabiliyor. Doğaldır ki kişinin yapabileceği bir şey olmadığını düşünmesi demek, o kişinin denemeyi bırakması, başarısızlığını fark etmeden çok daha ileri boyutlara taşıması anlamına geliyor. Öğrenilmiş çaresizlik her koşulda aynı etkiye sahip olmuyor. Örneğin bir çocuğun matematik dersine girdiğinde hissettiği çaresizlikle, gerçek hayatta bir işlem yaparken hissettiği çaresizlik arasında bir fark olduğu araştırmacılar tarafından ortaya kondu. İnsanların olayları açıklama biçimi kişilerin öğrenilmiş çaresizlikten nasıl etkilenecekleri konusunda ciddi bir rol oynar. Yani kişilerin yaklaşımı, öğrenilmiş çaresizlik geliştirip geliştirmeyeceklerini açıklar. Olaylara sürekli kötümser yaklaşanlar, genellikle öğrenilmiş çaresizliği daha sık yaşayanlardır. Bu yaklaşım tarzına sahip olan insanlar, genellikle olumsuz olayları kaçınılmaz ve üstesinden gelinemez olarak algılayıp, bunların suçlusu olarak kendilerini görmeyi tercih ederler. Öğrenilmiş Çaresizlik Çocuklukta Öğrenilmeye Başlıyor İlgisiz, Bilgisiz ebeveynlerin bu konuya katkısı büyüktür. Örneğin bir çocuk yardıma ihtiyaç duyduğu zaman kimseden yardım görmezse, ne yaparsa yapsın olayların değişmeyeceği, değersiz olduğu duygusuna kapılabilir. Bu sürecin tekrarı da öğrenilmiş çaresizliğin olasılığını ciddi oranda artırır. Çocuklardaki öğrenilmiş çaresizliğin belirtileri arasında çaba eksikliği, düşük özgüven, geciktirme ve yardım isteme konusunda sorunlar görülebilir. Bu belirtiler uzun vadede öğrenilmiş çaresizliğe dönüşebilir ve öğrenilmiş çaresizlik kendini anksiyete, depresyon ya da ikisinin birleşmiş hali olarak gösterebilir. Çocuklar, geçmişte yaşadıkları olaylar hakkında herhangi bir kontrole sahip olmadıklarını hissettiklerinde gelecekte yaşayacakları olaylar üzerinde de bir kontrol sahibi olmadıklarına inanırlar. Yapacakları hiçbir şeyin olayları değiştiremeyeceğine inandıkları için de denemekten vazgeçerler. Zamanla öğrenilmiş çaresizlik bir alanla sınırlı kalmaz, yaşamlarının her alanında herhangi bir zorlukla karşılaştıklarında bu olumsuz tutumu bilinçsiz bir şekilde devam ettirirler.
Öğrenilmiş Çaresizliği ÇAREYE Çevirebiliriz
Denemekten Korkmamalıyız... Öğrenilmiş Çaresizliği yenmek için defalarca denemekten vazgeçmemeliyiz, başarısızlık diye adlandırdığımız şey aslında bir öğrenme sürecidir. Çocukluğumuzda yürümeyi kaç kez denediğimizi anımsamalıyız... Her denemede beklentilerimizi doğru yönetmeliyiz... Her denemede kesinlikle nesnel değerlendirme, öğrenme süreci yaşamalıyız. Kısaca boş boş deneme değil, "ÖĞRENEREK DENEME" süreci yaşamalıyız... Her denemeye, önceki denemelerimizden edindiğimiz olumsuz düşünceleri taşımadan başlamalıyız. Hayatta her zaman önümüze, bir şeyi başaramayacağımızı söyleyecek ya da bizi etkilemeye çalışacak insanlar çıkacaktır. Denemekten vazgeçer ve söylediklerini kabul edersek amacımıza ulaşmaktan vazgeçmiş oluruz ve belki de bir adım kalmışken… Başarıya giden yolda başarısızlıklar (neye göre başarısızlıktır, bu da ayrı bir tartışma konusudur) meydana gelebilir bu doğaldır ki aslında bunu bir öğrenme sürecinin devamı olarak görmeliyiz… Karşınıza çıkan bir sorunla yüzleşirken başarısızlıklarınız değil, benzer sorunların çözümündeki Başarılarımızı anımsamalıyız... Her denemede bir yandan değiştirmeyi ve geliştirmeyi de amaçlamalıyız... Yaşam içinde, amacımıza yakın başarılı rol modelleri seçmeli, başarıya giden yollarını incelemeli, benzer yöntemleri geliştirmeli ve uygulamalıyız... Öğrenilmiş Çaresizliği ya da Çaresiz Durumları ÇAREYE Çevirebilenler tarihte sayısızdır.
Mustafa Kemal Atatürk: 8 yaşında okuldan alındı. 24 yaşında tutuklandı. 25 yaşında sürgüne gönderildi. 34 yaşında savaş meydanında yaralandı. 37 yaşında böbrek hastasıydı. 38 yaşında görevden alındı ve tutuklama emri çıkarıldı. 39 yaşında idam cezasına çarptırıldı. 42 yaşında Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı oldu. Abraham Lincoln : 34 yaşında kongre seçimlerini kaybetti. 36 yaşında kongre seçimlerini yine kaybetti. 38 yaşında eyalet seçimini kaybetti. 45 yaşında senato seçimlerini kaybetti. 47 yaşında başkanlık seçimlerini kaybetti. 49 yaşında tekrar senato seçimlerini kaybetti. 52 yaşında ABD’ye başkan seçildi. Albert Einstein : 4 yaşına kadar konuşamadı. Öğretmeni akranlarına göre “yavaş” ve “zihinsel engelli” olarak nitelendirdi.Özel ve genel görelilik kuramını geliştirdi. Kuramsal fizik ve fotoelektrik etki üzerine çalışmalarından dolayı 1921 Nobel Fizik Ödülü’ne layık görüldü. Bil Gates : Harvard’dan ayrıldı. 1972’de ilk işi Traf-O-Data’yı kurdu. Bu şirket bir trafik sayım ve kontrol sistemi için yazılımlar üretiyordu. Sonuç hüsranla bitti. Dünyanın en büyük yazılım şirketi Microsoft’u kurdu. Forbes dergisinde dünyanın en zengin insanları listesinde mütemadiyen 1 numarada yer aldı. Steve Jobs : Reed Üniversitesindeki eğitimini yarıda bıraktı. Kendi kurduğu şirketi Apple’dan 1985 yılında çıkan şirket içi kavga sonucu kovuldu. Apple’dan kovulduktan sonra başka bir bilgisayar şirketi NEXT Computer’ı kurdu. 1996 yılında Apple şirketi, Jobs’u kurduğu şirkete geri getirmek için NEXT’i 429 milyon dolar karşılığında satın aldı. 1997 yılında Apple’ın tekrar CEO’su oldu. Yenilik mucidi olarak tanınmaktadır. Oprah Winfrey : Yoksulluk içinde büyüdü. Çocukken cinsel istismara uğradı. 13 yaşında prematüre bir bebek dünyaya getirdi. Ne yazık ki bebeği kısa bir süre sonra vefat etti. “Oprah Winfrey show” gündüz kuşağında Amerika’da en yüksek izlenme reytingi olan bir program haline geldi. 20’nci yüzyılın en zengin Afrika kökenli Amerikalısı oldu. Winfrey’i dünyanın en güçlü ve zengin kadınlarından biri haline getirdi. Walt Disney : Chicago’da dünyaya gelen Disney, orta hâlli bir ailenin çocuğu olarak büyüdü. Cep harçlığı kazanmak için bir süre gazete dağıttı. Birinci dünya savaşı sırasında Fransa’da ambulans şoförlüğü yaptı. Memleketine dönünce kimse ne gazete dağıtma işi ne de ambulans sürücü olarak iş verdi. Mickey Mouse’un yaratıcısı, 59 Oscar adaylığından 22 sini alarak en çok Oscar kazanan kişi olarak tarihe geçti. Kurduğu Walt Disney şirketi, şu an yıllık 30 milyon dolar geliri olan bir medya devi haline geldi. Joanne Kathleen Rowling : İlk romanını yazmadan önce biten evliliği yüzünden depresyon ve fakirlik içindeydi. 12 yayın evi ilk romanını yayınlamayı reddetti. Bir yıl sonra yayınlamayı kabul eden yayın evi çocuk romanlarıyla az para kazacağını belirterek kendisine tam zamanlı iş bulmasını önerdi. Yazdığı Harry Potter serisi 400 milyonun üzerinde kopya satarak tarihte en çok satılan kitap serisi oldu. Dünyada en çok okunan çocuk serisi oldu. Eserleri, Rowling’i tüm dünyada ve Birleşik Krallıkta en zengin kadın yaptı. Steven Spielberg : Rüyalarının okulu “Southern California Üniversitesi”nden üç kez atıldı. Aynı üniversite 1994 yılında kendisine onur derecesi verdi ve hatta üniversitenin vekili de oldu. “Schindler’in listesi, Jaws, E.T, Titanic ve Jurassic Park” gibi birçok başarılı filme imzasını attı. Marilyn Monroe : Mankenlik ajansı tarafından sekreterlik yapmasının daha iyi olacağı söylenerek reddedildi. Colombia Pictures tarafından ilk sözleşmesi yeterince sempatik ve yetenekli bir aktris olmadığı gerekçesiyle feshedildi. Amerikan film endüstrisi tarafından tüm zamanların en önemli altıncı kadın oyuncusu seçildi. Brian Acton : 2009 yılında Facebook ve Twitter’a iş başvurusu reddedildi. 4 yıl sonra arkadaşı Jan Koum ile birlikte “WhatsApp” adlı mesajlaşma uygulamasını yarattı. Yarattığı uygulama o kadar popüler oldu ki bir zamanlar onu reddeden Facebook uygulamasını 16 milyon dolara satın aldı. Vincent Van Gogh : Hayatı boyunca tek bir resim sattı, o da arkadaşlarına. Yıllarca sinir bozukluğu ve ruh hastalıklarıyla boğuştu. 900’ün üzerinde yağlı boya resmi yaptı. Yaptığı eserler dünyanın en değerli ve en pahalı resimleri olarak kabul edildi. James Dyson : 15 yılını vakumu icat etmeye adadı. 5 bin 126 başarısız denemenin sonunda günümüzde kullanılan halini yaratabildi. 1993 yılında milyon dolarlık teknolojik şirket kurdu. Dyson markası şu an tüm dünyada en çok satılan elektrik süpürgesi oldu. Micheal Jordan : Okuldaki ikinci yılında okul takımına girmeye çalışsa da 1,80’lik boyunun kısa görülmesi nedeniyle takımdan çıkarıldı. Günlerce odasından çıkmayıp ağladı. Tüm zamanların en iyi basketbolcusu oldu. Aynı zamanda basketboldaki en iyi savunma oyuncusu olarak ünlendi. “Kariyerim boyunca 9 binden fazla başarısız atış yaptım. 300’den fazla oyun kaybettim. 26 kez oyun kazandıracak atışı ıskaladım. Çabaladıkça başarısız oldum. Başarısız oldukça çabaladım. Başarımın sırrı işte budur.” Stephen King : İlk kitabı Carrie 30 kez reddedildi. “Olumsuz ütopyaları ele alan bilim kurguyla ilgilenmiyoruz. Bu tarz romanlar satmaz” gibi yorumlar aldı. Aldığı olumsuz dönüşler yüzünden yazdıklarını çöpe attı fakat eşi tekrar denemesi için onu cesaretlendirdi. Eserleri 350 milyondan fazla kopya sattı. Kitaplarının çoğu sinemaya ve çizgi romana uyarlandı. Onlarca ödül aldı. Henry Ford : İlk iki denemesinde kurmaya çalıştığı şirket işe yaramadı. Yarattığı ilk prototipi işe yaramadı. İkinci denemesinde yönetim kurulu şirketi dağıttı ve Henry Ford’a olan inançlarını kaybettiler. 3’üncü şirketi olan Ford Motor’un sahibi olarak, dünyanın en zengin ve tanınan kişisi oldu. Ford’un otomobil üretim taslağı sadece sanayi üretimini değil “Fordizm” kültürüyle de etkiledi. Pahalı olmayan malların kitlesel üretimi çalışanlarının yüksek vergileriyle eşleşti. Larry Page & Sergey Brin : Kolaj projesi bir parçası olarak bir arama motoru yaratmak için sayfa tıklama algoritması geliştirdiler. Birçok internet şirketine pazarlamaya çalıştılar fakat hep reddedildiler. Kimse bu fikirlerini dikkate almadı. Google Inc. şirketi bugün dünyadaki en iyi arama motoru olan internet devidir. Wright Kardeşler : Wright kardeşler uçuş deneyleri yaptıkları bisiklet dükkanını açmadan önce depresyon ve genetik hastalıklarla mücadele ettiler . Uçan makineler yapmak için yaptıkları sayısız deneme, birkaç yıllık çalışma ve tonlarca başarısız prototipten sonra Wright kardeşler nihayet havalanabilen ve havada kalabilen bir uçak üretebilmişlerdi. Ariana Huffington : Amerikan siyasetinde de yeri olan bu başarılı kadın, geçmişte pek çok başarısızlık yaşadı. Örneğin ilk kitabının başarısına rağmen, ikinci kitabı 36 kere reddedildi. Daha sonra 2003 yılında girdiği seçimde, oyların sadece %0.55’ini alabildi. Başarısızlıklarına pozitif yaklaşan Huffington, bu konuda onu eğiten annesine teşekkür ediyor.
1 note
·
View note
Photo
Türkiye Cumhuriyetinin ilk kadın Tarih Öğretmeni Fatma Refet Angın'dı. O, bir Atatürk öğretmeniydi. 18 Mart 1915 Çanakkale doğumlu olan Fatma Refet Angın, Türkiye Cumhuriyeti tarihinin ilk kadın öğretmeniydi. Tevhid-i Tedrisat Kanunu’ndan sonra Gelibolu’da açılan iki okuldan biri olan Cumhuriyet Okulu sınavını kazanarak okula üçüncü sınıftan başladı. Gelibolu’da Emmiyet Amiri Hafız Şerif Bey’le Halime Hanım’ın üç çocuğundan en büyüğü olarak 1915’de dünyaya geldi. Babası bir Kuvay-i Milliye üyesidir. Mustafa Kemal’in arkasından Anadolu’ya gidip orta cephede üç yıl savaşmıştır. İlk okul denemesini mahalle mektebinde yaşayan Angın, bu sistemdeki eğitime ancak iki gün dayanabilmiştir. Okuma yazmayı annesinden öğrenen Refet Angın, Cumhuriyetin ilanı ve Tevhid-i Tedrisat Kanunu’ndan sonra Gelibolu’da açılan iki okuldan biri olan Cumhuriyet Okulu sınavını kazanarak okula üçüncü sınıftan başlamış, henüz küçük bir çocukken öğretmen olmaya da karar vermişti. Mustafa Kemal Atatürk ile yolları birçok kez kesişen Refet Angın, birinci karşılaşması olan ilk okul yıllarında Atatürk’ün “Büyüyünce ne olacaksın çocuk?” sözüne, “Öğretmen” diye cevap verir. İkinci karşılaşmalarında ise Öğretmen Okulu öğrencisidir ve Atatürk’e “Bakın sözümü tuttum Paşam. Öğretmen olacağım işte” dediğinde, Atatürk onun Gelibolu’daki küçük kız olduğunu derhal hatırlar ve bunu belirterek, ne öğretmeni olmak istediğini sorar. ‘Matematik’ cevabını alınca “Hayır tarih öğretmeni olacaksın. Çünkü nesillere tarihlerini öğretmek en önemli vazifedir” der. Atatürk’ün bu sözü üzerine Refet Angın, tarih öğretmeni olmaya karar verir. Angın, 20–25 Eylül 1937 tarihleri arasında yapılan İkinci Türk Tarih Kongresinde delege olarak bulunuyordu. Kongreye katılan Atatürk, Angın’ı görür görmez hatırlar. Refet Angın, verdiği sözü tuttuğunu ve tarih öğretmeni olduğunu söylediğinde ise Atatürk’ün cevabı şu şekilde olur: -‘Bak, öğretmen olmak kâfi değil; görev şimdi başlıyor. Şunu iyi bil ki çok iyi öğretmen olacaksın. Çok okuyacaksın. Sen, zaten okuyorsun; ama daha çok okuyacaksın. Talebelerini çok iyi yetiştireceksin. Onlara, Kurtuluş Savaşı’nı çok iyi öğreteceksin. Ve bu arada Çanakkale Savaşları’nı sakın unutma. Bizi, bu günlere getiren Çanakkale Savaşları’dır. Ezkaza biz onu kaybetse idik, bugün hür dünya camiası yoktu. Devrimleri ve ilkeleri yaşatacaksın. Gerektiğinde mücadele edeceksin. Sakın ha, unutma.’ Refet Angın Atatürk’ün o sözlerini hiç unutmadı ve emekli olduktan sonra bile görevini 24 yıl boyunca özel anlaşmayla sürdürdü. Ve bilgilerini nesilden nesile aktardı. “90 yaşında olmama rağmen görevime devam ediyorum, erken emekli olanları anlayamıyorum” sözleri çalışmayı ne kadar sevdiğini vurguluyordu. Dinçer Güner ................. Bugün yeni eğitim ve öğretim yılına başlıyoruz. Atatürk'ün çizdiği ilim ve irfan yolunda bir nesil için umudumuz sevgili öğretmenlerimizde. Zor evet ama yılmasınlar, Ata'larının emaneti yeni nesillere sahip çıksınlar. En büyük gücü de, tüm zor şartlara rağmen yılmayan bu Cumhuriyet öğretmenlerinden alsınlar. Yeni eğitim ve öğretim yılı, tüm öğrencilerimize, ailelerine ve öğretmenlerimize hayırlı olsun..🙏🌹❤️ Saygıyla 🌹🙏 https://youtu.be/-M1Fxhm3suo
4 notes
·
View notes
Text
TÜRK EĞİTİM SİSTEMİ : SORUNLAR VE ÇÖZÜMLERI
Tıp doktoru ve akademisyen olduğum için eğitim ile ilgili okur-yazarlığım genelde tıp eğitimi konusunda oldu. Akademik Akıl’ın bu ay belirlediği konu başlığı “İyi bir eğitim sistemi nasıl olmalı” olunca genel eğitim ile ilgili bir makale yazmayı planladım. Bu konuda kuşkusuz genel bir bilgi birikimi vardı, ama akademik anlamda fazla bir okuma yapmamıştım. Konu ile ilgili makale yazmaya karar vermenin, genel eğitim konusunda akademik anlamda bilgilenme fırsatı vereceğini düşünerek internetten bu konuda yazılmış makaleleri okumaya başladım. Bu vesile ile Milli Eğitim Bakanlığı Eğitimi Araştırma ve Geliştirme Dairesi Başkanlığı (EARGED) tarafından “MEB 21. YÜZYIL ÖĞRENCİ PROFİLİ” başlığı altında yapılan ama genel olarak Türk Eğitim Sistemi üzerine sorgulama, sorunlar ve çözüm önerilerini içeren kapsamlı bir yayını inceleme fırsatı buldum. Akademik anlamda kişisel olarak bilgi dağarcağıma eğitim konusunda çok büyük katkı yapan bu çalışmanın sonuçlarına ve çözüm önerilerine makalede geniş vereceğim. Ama çok üzüldüğümü belirtmem gereken konu 2011 yılında 356 sayfalık bir kitap şeklinde hazırlanan bu kadar kapsamlı bir çalışmanın sonuçlarının pratik yaşamda uygulama alanı bulamayışıdır. Zira eğer 2011 de bu raporda vurgulanan eksikler dikkate alınıp yapılan öneriler gerçekleştirilse idi belki bugün” Nasıl Bir Eğitim Sistemi” konusunda bir makale yazmaya gerek kalmayacaktı. Anladığımız kadarı ile bu çalışma da pekçok benzeri gibi tozlu kitap raflarında ya da internet ortamında yayınlanmakla kalmış, uygulamaya geçilmemişti. Ülkemizde birçok konuda yapılan yasal düzenlemelere benzer şekilde bu çalışmada bir önceki ayın konusunda yazdığım “ Yeni Bir Anayasa Gerekli mi” başlıklı makalemde belirttiğim gibi uygulamada eksiklikler olan raporlar, öneriler ve kanunlar kervanına katılmıştı.
Tüm toplumlar için geçerli olan “Güzel bir gelecek iyi bir eğitim ile sağlanır” aforizması güncelleiğini her zaman korumaktadır. İyi bir eğitim sistemi mantık üzerine kurulmalı, ezberi dayatmak yerine kişinin istediği konuda bilgiye nasıl ulaşıp o konuda yetkin hale geleceğini gösteren bir sistem olmalıdır. Kuşkusuz iyi bir eğitim sistemi salt bilgiye ulaşma yollarını değil ahlaki eğitimi içine alan değerler sistemini de öğretmelidir. İyi bir eğitim sistemi aynı zamanda belli bir anlayış ve eğitim felsefesine göre yapılmalıdır. Eğitim sisteminde ana bileşenler eğiten ve eğitilen olunca eğitim felsefesi doğal olarak insan felsefesine göre yapılır. Esasında eğitim ve öğretim doğumdan mezara kadar devam eden ve etmesi gerken bir süreçtir. Toplumun tüm bireyleri almak zorunda olduğu formal eğitimler dışında yaşam boyu yeni teknolojiler, çevresel değişimler, sosyal değişimler, mesleki gelişmelere paralel olarak sürekli öğrenme ve eğitilme eylemi içinde olursa ancak, hızla gelişmekte olan 21. yüzyıla ayak uydurulabilir. Ancak bunu yaparken yine eğitimle elde edilecek olan doğal yaşam, çevre, kültürel ve etik değerleri koruma ediniminin de ihmal eilmemesi gerekir.
Bilindiği gibi bir toplum ne kadar gelişmiş ve modernleşmiş olursa olsun çocuklar okuldan önce bir ailenin içine doğarlar. Bu ailenin sahip olduğu sosyal, ekonomik, etnik, dinsel ve kültürel özellikler, çocuğun okul öncesi dönemde sahip olduğu özellikleri ve tüm okul yaşamı boyunca sahip olacağı özellikleri etkiler. Eğitim sosyolojisi alanında yapılan çalışmalar, ailenin; sosyal, ekonomik, kültürel, dinsel ve demografik özelliklerinin çocukların hem okul öncesi döneminin hem de okul ve eğitim dönemindeki sosyal, psikolojik ve akademik özelliklerini etkilediklerini göstermektedir. İleride bahsedeceğimiz gibi MEB’ nın çalışmasından elde edilen sonuçlar bu bulguları desteklemektedir.
Her toplumun, her ülkenin kendi insan yapısı, doğası, sosyolojik, kültürel, coğrafi konum, tarihi geçmiş, gelenek ve görenekler, değerleri farklı olacağından doğaldır ki tüm ülkelerin uygulayabileceği tek bir eğitim sisteminden bahsetmek yanlış olur. Bu nedenle oluşturulacak eğitim sisteminin her ülkenin yukarıda bahsedilen özelliklerine göre şekillenmesi gerekir. Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk kuruluş yıllarında toplum çok fakir, savaştan yeni çıkmış, genç erkek nüfus büyük oranda İstiklal Savaşı’nda şehit olmuş halde idi. Okur yazar oranı çok düşük, eğitim sisteminden bahsetmek mümkün değildi. İşte bu şartlarda Mustafa Kemal Atatürk “En mühim ve feyizli vazifelerimiz millî eğitim işleridir. Millî eğitim işlerinde mutlaka muzaffer olmak lazımdır. Bir milletin hakikî kurtuluşu ancak bu suretle olur. Eğitimdir ki bir milleti ya özgür, bağımsız, şanlı ve yüce bir toplum halinde yaşatır ya da onu köleliğe ve yoksulluğa iter” söylemi ile yurt genelinde eğitim seferberliği başlatmış, askerde okuma yazma öğrenenler bile öğretmen olarak toplumun okur-yazarlık oranını artırmaya katkı sağlamışlardır. Sonraki yıllarda Atatürk’ün dehası ile hepimizin bildiği devrimler hızla gerçekleştirilmiş ve Cumhuriyetin 10. yılında anayurt demir ağlarla örülebilmiştir.
İkinci dünya savaşı sonrası ülkemizi savaşa girmekten koruyabilen ileri görüşlü ve yetenekli yöneticiler sayesinde eğitim sistemine daha fazla önem verilmiş, tüm Dünya’da ses getiren ve birçok ülkenin beğenisini kazanan, büyük oranda köylü olan Türk Toplumu’nun sosyolojik ve kültürel yapısına uygun olan “Köy Enstitüleri” eğitim sistemine entegre edilmiş, köylü çocuklarından yazarlar, sanatçılar, mühendisler, doktorlar yetişebilmiştir. Esas olarak çağdaş bir eğitim yanında üretim, sanat, kültür, tarım, hayvancılık gibi pek çok alanda teorik ve pratik eğitim alan “Köy Enstitülüler” ülkenin dört bir yanını ayıdınlıkları ile aydınlatmışlardır. 1940-1946 arasında köy enstitülerinde 15.000 dönüm tarla tarıma elverişli hale getirilmiş ve üretim yapılmış, 750.000 yeni fidan dikilmiş, 1.200 dönüm bağ oluşturulmuştur. Ayrıca 150 büyük inşaat, 60 işlik, 210 öğretmen evi, 20 uygulama okulu, 36 ambar ve depo, 48 ahır ve samanlık, 12 elektrik santrali, 16 su deposu, 12 tarım deposu, 3 balıkhane, 100 km. yol Köy Enstitülüler tarafından yapılmıştır. Sulama kanalları oluşturularak enstitü öğrencilerinin uygulamalı eğitim gördüğü çiftliklere sulama suyu öğrenciler tarafından getirilmiştir. Tam da Türk toplumunun yapısına uygun olan bu mükemmel eğitim sistemi ne yazık ki çıkar gruplarının hoşuna gitmemiş, çeşitli yalanlar ve karamalarla yıpratılmaya çalışılmıştır. Köy Enstitüleri’nin fikir babası vekurucusu Hasan Âli Yücel'in 1946'da Milli Eğitim Bakanlığı’ndan ayrılmasından sonra Milli Eğitim Bakanı Olan Reşat Şemsettin Sirer zamanında Köy Enstitüleri, Köy Öğretmen Okullarına dönüştürülmüş, bu okullar da öğretmen yetiştirilmeye devam edilmiş ve kapatıldığı 1954 yılına kadar Köy enstitülerinde 1.308 kadın ve 15.943 erkek toplam 17.251 köy öğretmeni yetişmiştir. Ancak yönetsel ve toplumsal yıpratılmaya daha fazla dayanamayan sistem 27 Ocak 1954'te kapatılmıştır. Köy Enstütüleri’nin, elli yılı aşkın süredir hem Dünya’da hem Türkiye’de ne kadar mükemmel bir eğitim sistemi olduğu konuşulmaya devam etmektedir. Belki de hiç yeni bir iyi eğitim sistemi aramaya gerek yoktur. Köy Enstitüleri’ni çağın gereklerine uyarlayıp sisteme sokmak en doğru yol olacaktır.
Tıpkı Köy Enstitüleri’nin tüm Dünya’da örnek gösterilen bir eğitim sistemi olması gibi yakın tarihte Finlandiya’nın gerçekleştirdiği ve ülkenin dünya üzerindeki gelişmişlik düzeyine büyük katkı sağlayan “Finlandiya Eğitim Sistemi” dünya’da çok konuşulan ve örnek gösterilen bir sistem olmuştur. Bu sistem Pası Shalberg tarafından kaleme alınan ve tüm Dünya’da ses getiren ‘Finlandiya Eğitim Sistemi” başlıklı kitap sayesinde adını duyurmuştur. Pası Sahlberg Finlandiya eğitim sisteminin özünü şu cümlelerle özetlemektedir:“Finlandiyalı çocukların okul yaşamı, Finlandiya’nın bizzat uygulamakta olduğu gençlik ve eğitim politikalarının sonucudur; PISA testlerinin değil. Fin eğitim sisteminde okuma becerileri, bilim ve matematik okur yazarlığı kadar sosyal bilimler, görsel sanatlar, spor ve pratik becerilerin geliştirilmesi de önemli. Finli çocuklar anaokul ve ilkokul hayatları boyunca oyun oynar ve zevk alarak öğrenirler. Finli öğretmenler de, ebeveynler de matematik ve ya fen derslerindeki soyut kavramları öğretmenin en iyi yolunun müzik, drama ya da spor uygulamaları olduğunu düşünür. Akademik ve akademik olmayan öğrenme biçimleri arasında kurulan bu denge çocukların okuldaki mutluluğunu sağlamanın büyülü formülüdür. PISA testleri, okul yaşamının çok önemli olan bazı kıstaslarını değerlendirme dışında bırakıyor”. Fin eğitim sistemi incelendiğinde, düşük maliyetler ve kısa okul saatleri, ile yüksek akademik başarıyı; bireyselliğe, bağımsızlığa önem veren, öğrencilerine kendi eğitim programını kendi düzenleme sorumluğunu yükleyen eğitim anlayışıyla bol boş zamanı ve eğlenerek öğrenmeyi sağlamaktadır. Zorunlu okula başlama yaşı yedi olan Finlandiya’da çocuklara daha küçük yaşlarda sorumluluk ve özgüven veren uygulamalar vardır. Yaşları ne olursa olsun, çocuklar okula kendileri yürüyerek ya da bisikletle giderler, çocukların bağımsız yetişmesini önemseyen Fin kültüründe çocukların okula getirip götüren, ders çalıştıran ebeveynler yoktur. Eğitim müfredatı basit ve genel bir çerçeve tanımlamaktan ibaret olup öğrenciler, kendi ilgi ve ihtiyaçları doğrultusunda kendi eğitim-öğretim programlarını şekillendirme haklarına sahipler. Öğretmenler de öyle. Finli öğrencilere eğitim hayatlarının ilk altı yılında hiçbir şekilde not verilmez. Sekizinci sınıfın sonuna kadar not verme zorunluluğu yoktur ve öğrenciler standardize edilmiş bir sınav sistemine tabi tutulmazlar. Öğretmenler gün boyu sınıfta ortalama dört saat ders verirler, haftada iki saati ise mesleki gelişimleri için eğitimlere katılmak üzere ayırırlar. İlk okulda öğrencilerin ders dışı/teneffüs olarak geçirdikleri zaman toplam yetmiş beş dakikadır ve Türkiye’dekinin 1.5 kartı kadardır. Buda çocuğun sınıftan çıkıp, ihtiyaçlarını giderip, kısa da olsa arkadaşları ile oynayarak rahatlamış olarak diğer derse girmesini sağlayan yeterli bir süredir. Tüm öğretmenlerin en az lisans üstü eğitimi vardır ve üniversite giriş başarıları en yüksek %10’luk dilim içindedir. Öğretmenlik toplum gözünde statüsü en yüksek mesleklerden biridir. Finlandiya halkı öğretmenleri başarılı-başarısız olarak yargılamayan bir kültüre sahiptir. Eksikleri bulunan öğretmenlerin, yeni eğitim-öğretim programlarıyla kendilerini geliştirmesine fırsat tanınır. Hiçbir öğretmenin verimsizlik nedeniyle işten atılma korkusu yoktur.
Öğrencilere ödev verilmez, çünkü öğrenmenin yeri okuldur. Her çocuğa bir birey olarak değer verilir. Çocuklardan biri yeterince iyi öğrenemiyorsa öğretmenleri bunu fark eder ve çocuğun öğrenme programını onun bireysel ihtiyaçlarına göre düzenler. Aynı şey, okula uyum göstermeyen, sıkılan ya da öğrenim durumu programın ilerisinde olan çocuklar için de geçerlidir. Öğretmenlerin yüksek eğitim düzeyi, çocukların her türlü gelişimini gözlemleyebilmelerini ve esnek çözümler yaratabilmelerine olanak sağlar.
Okullarda spora önem ve çokça yer verilir. Ama okulların spor karşılaşmaları yapacak takımlar yoktur. Bunun nedeni de rekabet ve üstünlük elde etmeye Fin kültüründe değer verilmeyişidir. Finlandiya’da özel okul yoktur, eğitim harcamalarının tümü devlet tarafından desteklenir, okullar birbirleriyle rekabet etmez, tersine dayanışma içindedirler. Okulların hemen hemen tümünün başarı düzeyi aynıdır. Bu yüzden okulun birinin diğerine göre ayrıcalığı yoktur. Eşitlik kavramına olağanüstü değer verilen Finlandiya’da eğitim herkes için eşit imkanlar sağlamak demektir. Tüm çocuklar zeka ve becerileri ne olursa olsun aynı sınıflarda okurlar. Eğitim bütçesinin önemli bir kısmı sınıf ortamı ve öğrenciler için harcanırken; öğretmenler de, yöneticiler de hemen hemen aynı maaşı alırlar. Bu yüzden Finlandiya’da eğitim maliyetleri düşüktür. Buna rağmen öğretmenliğin prestijli bir meslek olması nedeniyle kıdemli bir öğretmen ortalama bir üniversite mezunundan daha iyi maaş alır. Görüldüğü gibi Finlandiya eğitim sistemi son derece basite indirgenmiş, eşitlikçi, öğrenci temelli, uygulaması kolay ve ucuz bir sistemdir. Örnek alınıp ülke şartlarına göre düzenlenerek uygulanabilir. Finlandiya’da Eğitimde hakkaniyet de çok önemlidir. Bir toplum ne kadar eşitlikçi olursa olsun, eğer bu toplumdaki çocuklar farklılaştırılmış okul ve müfredat türlerine tabi kılınıyorlarsa, bu toplumdaki gençler farklı sosyal, kültürel, psikolojik ve akademik özelliklere sahip olacaklardır. Ülkemizde bu durumun yarattığı dezavantaj MEB çalışma sonuçlarına da yansıdığı gibi “Genel Lise, Özel Lise, Anadolu Lisesi, Fen Lisesi, İmam hatip Lisesi, Meslek Lisesi gibi altı ayrı kategoride verilen eğitim Üniversiteye girişte önemli oranda hakkaniyetsizliğe neden olmaktadır.
Finlandiya Eğitim Sistemin’nden kısaca bahsettikten sonra makalenin bundan sonraki kısmında MEB raporunun bulgularından bahsedilecek ve zaman zaman bunlara atıf yapılarak kendi düşüncelerimize yer verilecektir. Ülkemiz açısından İyi bir eğitim sisteminde eğitimin saç ayakları olan “öğrenci” öğretmen” “aile”ve “yöneticiler” in yerel ve evrensel vatandaşlık bilinci,, yaşam ve kariyer konusunda bilinç ve becerilerle, kültürel farklılıkları ve yeterlilikleri kapsayacak şekilde kişisel ve sosyal sorumluluk bilincine sahip olmaları gerekir. Öğrenciler eğitimin “eğitilen” tarafını;”aile”öğretmen” ve yöneticiler de eğitici tarafını oluştururlar. Ancak akılda tutulması gereken, iyi ve yetkin eğiticilerin, formal bir eğitim sistemi içinde olunmasa bile yaşam boyu eğitilmeyi benimsemeleri, eğitim almayı ve öğrenmeyi bir yaşam tarzı haline getirmeleri gereklidir.
MEB tarafından yapılan çalışmanın sonuçlarının verildiği rapor bulgularına göz atarsak mevcut eğitim sistemi sorunlarını öğrenci, öğretmen, aile, yönetici açısından ortaya koyabiliriz. Çalışma 2010 mart tarihinde anket uygulaması ile öğrenci, öğretmen, ebeveyn olarak (çocuk üzerinde etkili ve okul ile ilişkisi daha çok olması nedeniyle) anne, okul yöneticileri olmak üzere dört ayrı grupta yapılmıştır. Çalışmanın ayrıntıları okuyucular tarafından kaynaklar bölümünde 1. Kaynak olarak verilen adresten temin edilip okunabilir. Benim yapacağım özette; okullar arasında bakıldığında fen lisesi öğrencilerinin daha çok çalışkanlık ve başarıya önem verdikleri, genel lise ve meslek lisesi öğrencilerinin para, şöhret sahibi olma, ve toplumsal değerleri (özellikle dini değerleri) önemsedikleri görülmektedir. Tüm öğrencilerde ortak görüş orta eğitim sisteminin uluslararası standartlardan uzak, öğrenciye yeterli değeri vermeyen, yurtdışında meslek edinmeye veya herhangi bir sanat dalını öğrenmeye olanak vermeyen, Özel ve Anadolu liseleri hariç yabancı dili yeterli öğretmeyen, özel okullar hariç öğrenci ile iletişim ve öğrenci özgürlüğüne yeterli önem vermeyen öğretmen ve yöneticilerin olduğu bir sistem olduğu şeklindedir. Anneler de benzer konulardan yakınırken annelere okuma yazma bilmeyenden doktora eğitimi alana kadar olan yelpazede bakıldığında eğitim seviyesi yükseldikçe eğitim sisteminden bekledikleri değerlerin öğrencilerin okudukları okul düzeyi ile parelellik gösterdiği görülmektedir. Öğretmenler de ise durum tüm kurumlarda benzer olarak eğitimin kalitesi, öğrencilerin beklentileri, yöneticilerin tutumu açısından olumsuz görünmektedir. Yöneticilerden elde edilen verilere göre mevcut sistemde rehabilite edilmesi gereken konular olmakla birlikte genel olarak sistemden memnun oldukları görülmektedir. Benim oldukça dikkatimi çeken iki konuyu da burada değinmeden geçemeyeceğim. Eğitimden beklentiler konusunda öğrenci ve anne cevaplarında iyi ve saygın bir iş sahibi ve kişi olmak ön planda; şöhret sahibi ve para kazanmak son sıralarda yer alırken; özellikle yöneticilerin para kazanmak ve şöhret sahibi olmayı öğrencilerin eğitimden bekledikleri öncelikler olarak belirlemeleri; diğeri ise eğitim sistemi içinde öğrenciye değer verilmesini öğrenci ve anneler yetersiz bulurken okul yöneticileri oldukça yüksek oranda öğrencilere eğitim sistemi içinde değer verildiğini belirtmeleridir. Bu sonuçlar bazı cevaplarda objektif olmak yerine duygusal ve taraflı cevaplar verdiğini göstermektedir. Ama genel bakış açısı ile değerlendirirsek mevcut eğitim sisteminin uluslararası standartlardan yoksun olduğu görülmektedir. Bu eksikliklerin düzeltilmesi için eğitimin tüm paydaşlarına görev düşmektedir. Makalenin bundan sonraki kısmında eğitim sisteminin bileşenleri olan öğrenci, öğretmen, okul ve yöneticilerde “İyi bir eğitim sistemi için aranan özellikler” MEB raporunda belirtilen bazı düşünceler, bu konuda eğitimciler tarafından yazılan makalelerden edinilen izlenimler ve kendi bakış açımızla anlatılmaya çalışılacaktır.
İyi bir eğitim sisteminde olması gereken “Öğrenci Profili”:
Öğrencinin iletişim becerisi olmalı, etkili iletişim kurabilmelidir. Grup halinde çalışma, işbirliği yapma, problem çözme, sorunlarının üstesinden gelme, araştırma yapabilme, bilimsel ve akılcı düşünme becerilerine sahip, araştıran ve sorgulayan olmalıdır. Bilgiye ulaşabilmeli, bilgiyi yönetebilme becerisine sahip olabilmelidir. Teknolojiyi etkili ve verimli kullanabilmeli, teknoloji kullanımında seçici olmalı, kendini yenileyebilmelidir. İnsanlığın ortak değerlerine sahip olmalı ve onlara değer vermelidir. Öğrenciler, felsefe eğitimi dahil tüm alanlarda bilgiyi alanında yetişmiş öğretmenlerden almalıdırlar. Demokratik tutuma sahip olmalı, insani ve ahlaki değerlere önem vermeli, öğrenmenin yaşam boyu devam etmesi gerektiğinin bilincinde olarak bu süreci yaşam boyu sürdürmelidir. Analitik düşünebilmeli ve öğrendiklerini sentezlemeyi ve yaşamda uygulaması gerektiğini bilmelidir. Türkçe’yi gramer kuralları dahil doğru öğrenmeli ve kullanabilmelidir. Yapılan araştırmalar kendi dilini iyi bilen kişilerin yabancı dili daha kolay öğrendiğini göstermektedir. Sadece ders odaklı değil, çok yönlü olabilmeli ve en az bir sanat dalında kendini yetiştirmelidir. Hoşgörülü olmalı; farklı din, cins, milliyet, kültür gibi farklılıkları zenginlik olarak görmelidir. Öğrenme yol ve yöntemlerini, bilgiye nasıl ulaşacağını, kütüphaneyi nasıl kullanacağını bilmeli, doğruluğundan emin olmadığı bilgiyi sorgulamadan kabul etmemelidir. Sınıf ve okul yönetimi ile ilgili kararlara katılabilmelidir
Kendisi ile barışık, yurttaşlık bilincine sahip ve her türlü fanatizmden uzak olmalı, kendine güvenmelidir. Öz disiplini olmalı, kendi davranışlarının sorumluluğunu üstlenebilmelidir. Öğrenmeye açık olmalı, olaylara farklı açılardan bakabilmeli, çok yönlü düşünebilmelidir. Yaratıcı düşünme becerilerine sahip olabilmeli ve bu özelliği ile fark yaratabilmelidir. Dünya ve ülke sorunlarına duyarlı ve barışçıl düşünceleri olan, ortak aklı içselleştirmiş dünya vatandaşı olabilmelidir. Zamanı iyi kullanmayı, verimli ve etkin çalışmayı, öğrenme yol ve yöntemlerini bilmeli, bilimsel okur-yazar olmalıdır. Kuşkusuz hiçbir öğrenci bu profili doğuştan gelen yetileri ile sağlayamaz. Bunun için yetkin eğiticilere ve eğitim alacakları sağlıklı ortamlara ihtiyaçları vardır.
İyi bir eğitim sisteminde olması gereken “Öğretmen Profili”:
MEB raporunda yetkşn bir öğretmen şöyle tanımlanmaktadır“İyi bir öğretmen mesleğini benimsemeli, öğrencilerin yetkin bir öğrenenler topluluğu olduğuna inanmalidir. Öğretmen; “hadi size şunu anlatayım”dan çok,“hadi şunu birlikte bulalım” söyleminden şaşmamalidir. Öğretmen, geleceğin, sorgulayici öğrenme yöntemleri üzerine kurulacaği gerçeğini kabullenmelidir. Aşiri bilgi yüklemekten çok, neyin nerede bulunacağini bilmenin daha yararli olacağini unutmamalidir. Öğretmen, başta öğrencileri olmak üzere herkese karşi saygili ve demokratik bir kişiliğe sahip; toleransli, sabirli, yaratici, arkadaşça ve esnek olmalidir. Çağin öğretmeni, şeffaf, açik kafali, evrensel kültür, ekonomi, enerji ve çevre sorunlarina duyarli olmalidir. İletişimi güçlü olmali, iyi bir konuşmaci olduğu kadar, iyi bir de dinleyici olmalidir. Entelektüel etkinliklere açik, ancak rutinci ve çok tekrarlayici olmaktan da kaçinmalidir. Öğretmen her öğrencinin ayri bir kişilik olduğunu kabul etmeli, onlari heveslendirmekte ve hayal güçlerini zenginleştirebilmekte usta olmalidir. Öğretmen, öğrencilerini soru sormaya teşvik etmeli, her sorunun bir işik olduğunu bilmeli ve her sorunun bir meşale olduğu gerçeğini aklindan çikarmamalidir. Öğretmen, çocuğu seven, ona saygi duyan bir yaklaşim içinde olmali, çocukta korku duygusu yaratacak hiç bir davraniş içinde olmamalidir. Yüz yilimizin öğretmeni, öğrenciyi, Eğitim-Öğretim etkinliğinin tam merkezine yerleştirmeli, ezber ve aktarma hegemonyasindan kesinlikle kaçinmalidir. Öğretmen, ulusal dil ve kültürü, kiskançlik derecesinde korumali, ulusal tarih ve değerlerin bilincinde olmali, bunlardan olumlu çikarmalarda bulunabilmelidir. Öğretmen, sicak bir öğrenme iklimini, soğuk bir öğrenme iklimine dönüştürmemek için öğrencilerinin, hayal gücü, düşünce, mizah oyun ve hobilerini asla küçümsememelidir”. Ancak tüm bu özellikleri kendinde toplaması gerektiğini düşündüğümüz öğretmenlerin liyakatın esas alındığı, adam kayırmacılığının olmadığı, ideoloji, cinsiyet, kimlik farklılıklarından azade, mutlu, huzurlu ve sağlıklı bir çalışma ortamına, kendilerinin ve ailelerinin yaşam gereksinimlerini karşılayacakları ek iş aramalarını gerektirmeyecek bir ücrete, htiyaçları olduğunu unutmamak gerekir.
İyi bir eğitim sisteminde olması gereken “Etkili Okul Profili”:
Öğrenci, öğretmen ve yöneticinin verimli çalışabileceği Etkili okul, öğrencilerin bilişsel, duyusal, psikomotor, sosyal ve estetik gelişimlerinin en uygun biçimde desteklendiği, üst düzeyde bir öğrenme çevresinin yaratıldığı okul olarak tanımlanabilir. Her öğrencinin eşit oranda eğitim ve öğretim hakkına sahip olması düşüncesinden hareketle okulunda “etkili okul” olması amaçlanır ve yapılmalıdır. Etkili okul olmak daha fazla kaynağa sahip olma anlamına gelmez, mevcut kaynaklarla daha iyi sonuçlara ulaşmayı ifade eder. Etkili okul sişstemini Edmonds’ın (1979) geliştirdiği ve genel olarak "etkili okul formülü" ya da "beş etken formülü" diye adlandırılan yaklaşım belirlemiştir. Bu yaklaşıma göre, öğrenci başarı düzeyindeki farklılıklar beş temel etken ile ilişkilidir:
“1. Disiplin sorunlarından arındırılmış ve öğrenmeye uygun bir okul iklimi.
2. Okul yöneticisinin güçlü bir öğretimsel liderlik özelliğine sahip olması, amaçları belirlemesi, disiplini sağlaması, sık sık sınıf gözlemi yapması ve öğrenme için özendirici koşullar oluşturması.
3. Temel beceri dallarına, özellikle ; matematik ve okumaya ağırlık verilmesi.
4. Öğretmenlerin, tüm öğrencilerin başarabileceği beklentisine sahip olması.
5. Öğrenci başarı düzeyinin sık aralıklarla değerlendirilmesi ve bunun için de öğretim amaçlarının açık olarak tanımlanması”
Edmonds’ın önerdiği bu beş ögeye aşagıdaki ögeleri de eklemek mümkündür ve kanımızca sağlıklıdır:
6. Öğrenciyi okul ortamından uzaklaştırıp soğumasına ve öğrendikleri pekişmeden unutmasına yol açan bizdeki gibi iki uzun dönem ve uzun yaz tatili yerine üç dönem ve kısa tatiller olmalı, okula gidilen iş günü sayısı artırılmalı
7. Okul öncesi eğitime sistemde mutlaka yer verilmeli, ana okulundan itibaren kişilik gelişimi, kendine güven duyma, topluma ve çevreye karşı sorumlu olma konusunda yaşına uygun değerler eğitimi verilmeli
8. İlkokulda Türkçe’ye ağırlık verilmeli, kendi dilini yeterli ve kaliteli öğrendikten sonra yabancı dil eğitimi başlamalı
9. Aşırı merkeziyetçi sistemden vazgeçilip yerel özellikleri bilmesi bakımından eğitim sisteminde paydaş olarak yerel yönetimlere inisiyatif verilmeli
10. Okul çocuk için sokaktan ve aileden daha cazip hale getirilmeli
11. Dersler heyecanlı, uygulamalı, canlı, zevkli ve eğlenceli olmalı
12. Öğretilenlerin niçin öğrenildiğinin sorgulanabileceği bir ortam yaratılmalıdır
İyi bir eğitim sisteminde olması gereken “Etkili ve Güçlü Yönetici Profili”:
Etkili okulu oluşturmada atılacak en önemli adımlardan birisi okul yöneticisinin liderlik özelliğidir. Etkili okulu oluşturma, yönetme ve sürdürmede, okul yöneticisinin bir lider olarak önemli bir yeri olduğu, birçok araştırmacının üzerinde birleştiği bir konudur. Okul yöneticisinin, öğrenci ve öğretmenlerle kurduğu iyi ilişkiler öğretmen ve öğrencinin verimini artırmaktadır. Etkili bir yönetici başarıyı vurgular, öğretim stratejileri oluşturur, düzgün bir okul atmosferi hazırlar, sıklıkla öğrenci gelişmelerini izler ve değerlendirir, eğitim ve öğretimi koordine eder ve öğretmenleri destekler. Mükemmel liderlik özelliklerine sahip, okulu ile ilgili görüşlerini açıkça ortaya koyan, okulda değerler sistemi oluşturan, okulun kültürünü şekillendiren, stratejik plan yapabilen, kaliteyi ve başarı konusundaki beklentileri yükseltmeyi özendiren, etkili dinlemeyi bilen, öğretmen ve öğrencilerin düşüncelerine önem veren ve onlara her konuda yardımcı olan, çalışanlarını motive eden, her zaman coşkulu ve iyimser olan, her türlü başarıyı destekleyen ve ödüllendiren, çalışanlarına güvenen, personelini olumsuz dış etkenlerden koruyan, personeli tarafından desteklenen, sorumluluk sahibi, davranışlarıyla örnek oluşturan, okuldaki her türlü olayla ilgilenen, öğretmenlerini gelecek gelişmelere hazırlayan, öğrencilerle birebir iletişim kuran, okul içinde her yerde sıkça görünen bir etkili yöneticinin yönettiği okulda iyi bir eğitim ve öğretim çok daha etkin, verimli ve kolay sağlanır. MEB’nın çalışmasında öğrencilerin yöneticilerde en istemedikleri davranış biçiminin katı kurallar ve disiplin uygulamaları olduğunu ve iletişim kurulamaması olarak görülmektedir ve öğrenci başarısını azaltan önemli faktörlerden biridir. Bundan dolayı eğitim sistemimizin başarılı olması için öğrenci ve öğretmenleri ile korkutmadan iletiş kurabilen ama düzen ve disiplinden de taviz vermeyen etkin yöneticilere ihtiyaç vardır.
İyi bir eğitim sisteminde olması gereken “Etkili Aile Profili”:
Eğitim sistemimizde “Etkin Aile profilinde” en büyük eksiklik MEB anket çalışması sonuçlarında görüleceği gibi aile içi iletişimsizlik ve ailenin çocuğu yeterince tanıyamamasıdır. Türkiye gerçeğinde hepimizin bildiği gibi aileler çocuklarını tanımak için çaba göstereceğine, çocuğun geleceğini etkileyecek en önemli etken olan iyi ve uygun eğitimi kendi deneyimlerine göre planlamakta, ailerin çocuklardan beklentileri çoğu kez çocuğun kapasite ve eğilimi ile örtüşmemektedir. Bu nedenle uygun okula gönderilmeyen çocuğun başarısı düşmektedir. Ailelerde çocuğu mutlu ve severek yapacağı bir iş ortamına hazırlayacak uygun eğitimi almasından ziyade onu belirli okullara gönderme isteği vardır, ve çocuklarını toplumda saygın bir pozisyon ve gelir elde edebilecek “geleceğe yatırım” olarak görmektedirler. Oysaki ailenin okula katılımı, yapacağı gönüllü etkinlikler ile içi iletişimi sağlamak, çocuğa karşı aşırı korumacı yada ilgisiz olmadan yüklenebileceği sorumluluklar vermek, öğrencinin verimini artıracak; aile okul işbirliği, ailenin evde çocukla doğru iletişimi ve ilgisi iyi bir eğitim sistemine önemli katkı yapacaktır.
Sonuç
Sonuç olarak ülkemizde uygulanan güncel eğitim sistemi, 21. Yüzyıl uluslararası eğitim standartlarına ulaşma konusunda kısmi iyileştirmeler olmakla birlikte, esasen ezberci akademik eğitimi esas alarak sınav ve test ağırlıklı olması, edinilen bilginin gerçek yaşamda nasıl kullanılacağının öğretilememesi nedeniyle çok yönlü ve kalıcı bilgi edinmeyi sekteye uğratmaktadır. Bu durumda eğitim sistemimizin; yaratıcı ve yenilikçi düşünme ve bunlara açık olma, eleştirel düşünebilme ve problem çözme, karar verme, öğrenme yol ve yöntemlerini öğrenme, öğrendiklerini gerçek yaşamda kullanabilme, bilgi okur-yazarlığı, bilgi ve iletişim teknolojileri okur-yazarlığı, iyi iletişim becerileri, Türkçe’yi iyi öğrenip doğru kullanma, bir yabancı dili temel düzeyde öğrenme, takım çalışmasına yatkınlık ve en az bir sanat dalı ile ilgilenmeye olanak sağlayacak iyileştirmelere ihtiyacı vardır.
Kaynaklar
1.Millî Eğitim Bakanliği Eğitimi Araştırma ve Geliştirme Dairesi Başkanlığı (EARGED) MEB 21. yüzyil öğrenci profile
2. Özgür Bolat Eğitim sistemi nasıl olmalı? https://www.hurriyet.com.tr › 14 Tem 2018
3.Pası Sahlberg, Eğitimde Finlandiya Modeli, 2018
4.https://www.egitimpedia.com Dünyanın En Şaşırtıcı Eğitim Sistemi: Finlandiya
5. Özgür Bolat Finlandiya’dan eğitim adına ne öğrenebiliriz? Hürriyet com tr
6.Serdarhan Musa Taşkaya. Nitelikli bir öğretmende bulunmasi gereken özelliklerin öğretmen adaylarinin görüşlerine göre incelenmesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi Sayı: 33 Yıl:2012/2 (283-298 s.)
7. M. Akif Helvacı Etkili Okul ve Etkili Okul Müdürüne İlişkin Öğretmen Görüşleri Uşak Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi (2011) 4/2, 41-608.
8. Emin KARİP Kemal Koksal. Etkili Eğitim Sistemlerinin Geliştirilmesi Dergipark, 6, 1996
#eğitim sistemi#etkili okul#güçlü yönetici#iletişim#öğrenci profili#öğretmen profili#toplum#Makale www.akademikakil.com.tr de yayınlandı
1 note
·
View note
Text
Mustafa Kemal Türk dünyasının en büyük askeri lideri ve Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusudur. Atatürk aslında onun soyismi ama neden soyismiyle hitap ediliyor ben de bilmiyorum. Ama soyisminin hakkını veren kişidir. Mustafa ismini ona babası dedesinin ismi olduğu için vermiştir. Kemal ismiyse kızının dediğine göre onun matematik öğretmeni "olgun ve mükemmel" olduğunu göstermek için vermiştir. Şimdiye kadar yaptıklarından dolayı tamı tamına 24 madalya almıştır. Ölüm nedeni siroz olarak bilinir. Buysa fazla sigara ve içkinin neden olduğu hastalıktır. Ölümünde mal varlığını TTK (Türk Tarih Kurumu) ve kendisinin kurduğu kurum olan TDK'ya (Türk Dil Kurumu) bırakmıştır. Bununla da tarihe ve dile önem gösterdiği görülmüştür. Eğitim ve öğretmenliğe büyük önem veren biriydi. "Benim asıl kişiliğim öğretmenliğimdir" diyen birisidir.
Allah Rahmet Eylesin
0 notes
Text
ATATÜRK'ÜN GİTTİĞİ OKULLAR
ATATÜRK’ÜN GİTTİĞİ OKULLAR
ATATÜRK’ÜN GİTTİĞİ OKULLAR Bu etkinlikte Atatürk’ün gittiği okulları ve bu okullarla ilgili bazı bilgileri kalıcı hale getirmek istedik. Atatürk sırasıyla şu okullara gitmiştir. 1- Mahalle Mektebi 2- Şemsi Efendi Okulu 3- Selanik Mülkiye Rüştiyesi 4- Selanik Askeri Rüştiyesi 5- Manastır Askeri İdadisi 6- İstanbul Harp Okulu 7- İstanbul Harp Akademisi Etkinliğin şablonlarına ulaşmak…
View On WordPress
#atatürk#atatürk hangi okullara gitmiştir#atatürk ve matematik öğretmeni#atatürk ve okul#atatürke kemal ismi#atatürkün gittiği okullar#atatürkün hayatı#atatürkün okulları#bakbi#bakbi yapbi#etkinlik#farklı etkinlikler#gazi mustafa kemal atatürk#harp akademisi#harp okulu#ilkokul#ilkokul etkinlikleri#mahalle mektebi#manastır askeri idadisi#matematik öğretmeni#mustafa kemal atatürk#selanik#selanik mülkiye rüştiyesi
0 notes
Text
0 notes
Text
Atatürk'ün Kısaca Hayatı
Mustafa Kemal Atatürk 1881’de Selanik’te doğdu. Annesi Zübeyde Hanım, babası Ali Rıza Efendi’dir. Sırasıyla, Mahalle Mektebi, Şemsi Efendi Okulu, Selanik Mülkiye Rüştiyesi, Selanik Askeri Rüştiyesi, Selanik Askeri İdadisi, Harp Okulu ve Harp Akademisi’ne gitti. 1893 yılında Askeri Rüştiye’de okurken matematik öğretmeni tarafından adına “Kemal” ilave edilerek Mustafa Kemal adını aldı. Osmanlı Devleti I. Dünya Savaşı’ndan yenik ayrılınca Mondros Ateşkes Antlaşması imzalandı. Bu antlaşma uyarınca vatan topraklarının işgalinin başlaması üzerine Mustafa Kemal, 19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıkarak milli mücadeleyi başlattı. Mustafa Kemal, 23 Nisan 1920’de TBMM’nin açılması ile Meclis ve Hükümet Başkanlığına seçildi. Sakarya Savaşı’nın kazanılmasının ardından, Gazilik unvanı ve Mareşallik rütbesi ile onurlandırıldı. Mustafa Kemal, 29 Ekim 1923’de cumhuriyetin ilan edilmesi ile beraber Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk Cumhurbaşkanı oldu. 1934 yılında Gazi Mustafa Kemal’e meclis tarafından “Atatürk” soyadı verildi. Atatürk, gerçekleştirmiş olduğu inkılâplar ile Türkiye Cumhuriyeti’nin medeni ülkeler seviyesine çıkmasını sağladı. Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk, 10 Kasım 1938’de Dolmabahçe Sarayı’nda hayata gözlerini yumdu. Atatürk’ün hayatı, Türk milleti için adanmış, destansı bir yaşamdır. Atatürk’ün Hayatı (Orta Uzunlukta) Mustafa Kemal Atatürk 1881 yılında Selanik’te doğdu. Ali Rıza Efendi babası, Zübeyde Hanım ise annesidir. Mustafa Kemal Atatürk’ün eğitim aldığı okullar baştan sona şöyledir; ilkokul eğitimini Mahalle Mektebinde ve Şemsi Efendi Okulunda, ortaokul eğitimini Selanik Mülkiye Rüştiyesi ve Selanik Askeri Rüştiyesinde, lise eğitimini Selanik Askeri İdadisi, üniversite eğitimini ise Harp Okulu ve Harp Akademisinde almıştır. 1893 yılında Askeri Rüştiye’de okurken matematik öğretmeni ona Kemal ismini verdi ve böylece ismi Mustafa Kemal oldu. I. Dünya Savaşı nihayete erdiğinde Mondros Ateşkes antlaşması imzalanması ile vatan topraklarını paylaşılacaktı. Fakat duruma el koyan Mustafa Kemal, 19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıkarak milli mücadelenin temellerini attı. 23 Nisan 1920 tarihinde TBMM’nin açılmasına önder olan Mustafa Kemal Meclis tarafından da Hükümet Başkanı seçildi. 5 Ağustos 1921’de yine Meclis tarafından Başkomutan seçildi. Sakarya Savaşı’nın kazanılmasındaki büyük emeklerinden dolayı Gazilik unvanı ve Mareşallik rütbesi ile şereflendirildi. 29 Ekim 1923 tarihinde Cumhuriyet ilan edildi ve Mustafa Kemal Atatürk Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk Cumhurbaşkanı koltuğuna oturdu. 1934 yılında Gazi Mustafa Kemal’e meclis “Atatürk” soyadını lâyık gördü. 10 Kasım 1938 tarihinde Dolmabahçe Sarayı’nda hayatına veda etti. Tüm ülkeyi yasa boğdu. Ancak inkılapları ve ülkemize kazandırdıklarıyla kalbimizde sonsuzluğu ulaşmış bir liderdir.
Read the full article
0 notes
Photo
ÖĞRENİLMİŞ ÇARESİZLİK DENEYİ... (SELİGMAN)
Psikolog Martin Seligman, bir köpek balığını ve küçük balıkları kocaman bir fanusa koyuyor. Aralarına da kalın bir cam koyuyor ki köpek balığı küçük balıkları yemesin. Uzun bir süre köpek balığı aç bırakılıyor. Bilindiği gibi büyük balık küçük balığı yer. Seligman da köpek balığının küçük balıklara saldırmasını bekliyor. Beklediği gibi de oluyor. Köpek balığı cama belki 30 belki 40 kere vuruyor ama bu sürede cam ne kırılıyor ne de aradan alınıyor. Bir süre sonra, köpek balığı kendi etrafında dönmeye başlıyor. Başka hiçbir yere gitmiyor. İlerleyen zamanlarda camı aradan alıyorlar. Ama köpek balığı ne küçük balıklara yaklaşıyor ne de başka yere gidiyor.
Çekirgelerle yapılan bir deneyde çekirgeler kavanoza konuyor ve kavanozun kapağı kapatılıyor. Çekirgeler zıplıyor ve kafalarını kavanozun kapağına çarpıyorlar, bir daha ve yine aynı sonuç, bir daha ve yine aynı sonuç… Belli bir süre sonra çekirgeler artık kavanozdan kaçamayacaklarını anlayıp(!) zıplamaktan vazgeçiyorlar. Bunun üzerine kavanozun kapağı açılıyor ve kavanozdaki hiçbir çekirge zıplayıp kurtulamıyor. Daha sonra Psikolog Martin Seligman ve Steven F. Maier, konuyu aydınlatmak için köpekler üzerinde deney yapmaya karar verdiler. Tek gözlü bir kafeste tabandan köpeklere bir sinyal ve sinyalden sonra da elektroşok veriliyorlardı. Belirli bir süre boyunca köpekler üzerinde bu işlem devam ettirildi. Köpekler, artık sinyal sesinden sonra elektrik akımı geleceğini öğrendi. Bir bakıma sinyal sesine koşullandılar. (Boyunduruk Grubu) Deneyin ikinci bölümü için bir kafes tasarlandı. Bu kafesin zemini, bir bariyerle ayrılmış iki bölümden oluşuyordu. Bir bölümün zemini köpeklere elektroşok veriyor, diğer taraf da vermiyordu. Deneye hiç bu düzenek içerisinde yer almamış, durumdan bihaber olan ikinci bir grup da eklendi. (Kaçış Grubu) Yirmi dört saat sonra tüm köpekleri kısa bir çitle iki bölmeye ayrılmış kapalı bir kafese götürülür ve köpeklere şok verilir. Kaçış grubu duvardan atlayıp şoktan kurtulmayı başarırken, boyunduruk grubu (Sinyal sesiyle elektriğe koşullanan köpekler) ise çarpılsalar bile bariyerden atlamıyor, elektrik çarpılırken hareketsizce bekliyordu. Deneyin ilk aşamasında sinyal sesiyle elektriğe koşullanan köpekler, kaçabilecekleri halde elektrikli zeminde durunca, araştırmacılar bir başka düzenek hazırladılar. Seligman ve arkadaşı, bu kez yirmi dört tane köpek alırlar ve 3 farklı denek grubu oluşturdular. 1. gruptaki köpekler (Kontrol Grubu) bir süre boyunca kemere bağlanıp sonra serbest bırakıldı, 2. gruptaki köpekler (Kaçış Grubu), aynı kemere bağlandılar ve elektroşoka maruz bırakıldılar. Köpekler, bulundukları panelde burunlarıyla bir tuşa basıp şoku durdurabiliyordu. 3. gruptaki köpekler (Boyunduruk Grubu), aynı şekilde kemere bağlanıp şoka maruz bırakıldı. Bu kez onların şoku durdurmak için basabilecekleri bir tuş yoktu, yani kendi istekleriyle kurtulmaları imkansızdı. Seligman iki bölmeli kafesini geri getirdi, her bir grubun üyeleri bu kafese koyularak test edilecekti. Sonuç olarak; 1. ve 2. gruptaki köpekler, elektrik akımına kapıldıklarında bariyerden atlayıp elektriksiz alana kaçtı. 3. grubun üyeleri ise elektrik akımından kaçmak için hiç girişimde bulunmadı. Halbuki elektrikten kurtulmaları için yapmaları gereken tek şey diğer tarafa atlamaktı. Kemere bağlanıp, elektrik akımından kurtulmak için herhangi bir çözüm sunulmayan 3. gruptaki köpekler, asla kurtulamayacaklarına şartlanmıştı. 1. gruptaki köpekler, kemerden hemen kurtulacaklarını biliyordu; 2. gruptaki köpekler burunlarıyla bir tuşa dokununca elektrik akımının duracağını keşfetmişti. Onlar için bir çözüm vardı. Nitekim 3. grup için herhangi bir çözüm yoktu. Araştırmacılar, 3. gruptaki köpeklere çaresizliği öğretmişlerdi. Çaresizliği öğrenen denekler, kolay bir çözüm burunlarının dibinde olsa bile göremedi. Tepkisiz kaldılar, çünkü çaresizliği kabullendiler. Aslında biz insanların bile çok sık karşılaştığı bir durum var. Değil mi?
Öğrenilmiş Çaresizlik
Köpekler üzerindeki bir deneyin sonucunda ortaya çıkan kavram, psikoloji alanında ciddi bulguları ortaya koymuştu, ancak bu bulgular yalnızca hayvanlar değil insanlar için de geçerliydi. Matematik dersinde kötü notlar alan bir çocuğu düşünelim. Bu çocuk, zamanla yaptığı hiçbir şeyin matematik dersindeki performansını artırmayacağı duygusuna kapılacaktır. Bu duygunun ardından, önüne matematikle ilgili bir şey geldiği zaman, kendisini çaresizlik içerisine hissedecektir. Öğrenilmiş çaresizliğin ayrıca depresyon, anksiyete, çekingenlik ve yalnızlık gibi psikolojik sorunlarla da bağlantılı olduğu biliniyor. Örneğin sosyalleşme konusunda çekingen hisseden biri, belirli bir süre sonra bu konu hakkında yapabileceği hiçbir şey olmadığı kanısına varıyor, tamamen içine kapanabiliyor. Doğaldır ki kişinin yapabileceği bir şey olmadığını düşünmesi demek, o kişinin denemeyi bırakması, başarısızlığını fark etmeden çok daha ileri boyutlara taşıması anlamına geliyor. Öğrenilmiş çaresizlik her koşulda aynı etkiye sahip olmuyor. Örneğin bir çocuğun matematik dersine girdiğinde hissettiği çaresizlikle, gerçek hayatta bir işlem yaparken hissettiği çaresizlik arasında bir fark olduğu araştırmacılar tarafından ortaya kondu. İnsanların olayları açıklama biçimi kişilerin öğrenilmiş çaresizlikten nasıl etkilenecekleri konusunda ciddi bir rol oynar. Yani kişilerin yaklaşımı, öğrenilmiş çaresizlik geliştirip geliştirmeyeceklerini açıklar. Olaylara sürekli kötümser yaklaşanlar, genellikle öğrenilmiş çaresizliği daha sık yaşayanlardır. Bu yaklaşım tarzına sahip olan insanlar, genellikle olumsuz olayları kaçınılmaz ve üstesinden gelinemez olarak algılayıp, bunların suçlusu olarak kendilerini görmeyi tercih ederler. Öğrenilmiş Çaresizlik Çocuklukta Öğrenilmeye Başlıyor İlgisiz, Bilgisiz ebeveynlerin bu konuya katkısı büyüktür. Örneğin bir çocuk yardıma ihtiyaç duyduğu zaman kimseden yardım görmezse, ne yaparsa yapsın olayların değişmeyeceği, değersiz olduğu duygusuna kapılabilir. Bu sürecin tekrarı da öğrenilmiş çaresizliğin olasılığını ciddi oranda artırır. Çocuklardaki öğrenilmiş çaresizliğin belirtileri arasında çaba eksikliği, düşük özgüven, geciktirme ve yardım isteme konusunda sorunlar görülebilir. Bu belirtiler uzun vadede öğrenilmiş çaresizliğe dönüşebilir ve öğrenilmiş çaresizlik kendini anksiyete, depresyon ya da ikisinin birleşmiş hali olarak gösterebilir. Çocuklar, geçmişte yaşadıkları olaylar hakkında herhangi bir kontrole sahip olmadıklarını hissettiklerinde gelecekte yaşayacakları olaylar üzerinde de bir kontrol sahibi olmadıklarına inanırlar. Yapacakları hiçbir şeyin olayları değiştiremeyeceğine inandıkları için de denemekten vazgeçerler. Zamanla öğrenilmiş çaresizlik bir alanla sınırlı kalmaz, yaşamlarının her alanında herhangi bir zorlukla karşılaştıklarında bu olumsuz tutumu bilinçsiz bir şekilde devam ettirirler.
Öğrenilmiş Çaresizliği ÇAREYE Çevirebiliriz
Denemekten Korkmamalıyız... Öğrenilmiş Çaresizliği yenmek için defalarca denemekten vazgeçmemeliyiz, başarısızlık diye adlandırdığımız şey aslında bir öğrenme sürecidir. Çocukluğumuzda yürümeyi kaç kez denediğimizi anımsamalıyız... Her denemede beklentilerimizi doğru yönetmeliyiz... Her denemede kesinlikle nesnel değerlendirme, öğrenme süreci yaşamalıyız. Kısaca boş boş deneme değil, "ÖĞRENEREK DENEME" süreci yaşamalıyız... Her denemeye, önceki denemelerimizden edindiğimiz olumsuz düşünceleri taşımadan başlamalıyız. Hayatta her zaman önümüze, bir şeyi başaramayacağımızı söyleyecek ya da bizi etkilemeye çalışacak insanlar çıkacaktır. Denemekten vazgeçer ve söylediklerini kabul edersek amacımıza ulaşmaktan vazgeçmiş oluruz ve belki de bir adım kalmışken… Başarıya giden yolda başarısızlıklar (neye göre başarısızlıktır, bu da ayrı bir tartışma konusudur) meydana gelebilir bu doğaldır ki aslında bunu bir öğrenme sürecinin devamı olarak görmeliyiz… Karşınıza çıkan bir sorunla yüzleşirken başarısızlıklarınız değil, benzer sorunların çözümündeki Başarılarımızı anımsamalıyız... Her denemede bir yandan değiştirmeyi ve geliştirmeyi de amaçlamalıyız... Yaşam içinde, amacımıza yakın başarılı rol modelleri seçmeli, başarıya giden yollarını incelemeli, benzer yöntemleri geliştirmeli ve uygulamalıyız... Öğrenilmiş Çaresizliği ya da Çaresiz Durumları ÇAREYE Çevirebilenler tarihte sayısızdır.
Mustafa Kemal Atatürk: 8 yaşında okuldan alındı. 24 yaşında tutuklandı. 25 yaşında sürgüne gönderildi. 34 yaşında savaş meydanında yaralandı. 37 yaşında böbrek hastasıydı. 38 yaşında görevden alındı ve tutuklama emri çıkarıldı. 39 yaşında idam cezasına çarptırıldı. 42 yaşında Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı oldu. Abraham Lincoln : 34 yaşında kongre seçimlerini kaybetti. 36 yaşında kongre seçimlerini yine kaybetti. 38 yaşında eyalet seçimini kaybetti. 45 yaşında senato seçimlerini kaybetti. 47 yaşında başkanlık seçimlerini kaybetti. 49 yaşında tekrar senato seçimlerini kaybetti. 52 yaşında ABD’ye başkan seçildi. Albert Einstein : 4 yaşına kadar konuşamadı. Öğretmeni akranlarına göre “yavaş” ve “zihinsel engelli” olarak nitelendirdi.Özel ve genel görelilik kuramını geliştirdi. Kuramsal fizik ve fotoelektrik etki üzerine çalışmalarından dolayı 1921 Nobel Fizik Ödülü’ne layık görüldü. Bil Gates : Harvard’dan ayrıldı. 1972’de ilk işi Traf-O-Data’yı kurdu. Bu şirket bir trafik sayım ve kontrol sistemi için yazılımlar üretiyordu. Sonuç hüsranla bitti. Dünyanın en büyük yazılım şirketi Microsoft’u kurdu. Forbes dergisinde dünyanın en zengin insanları listesinde mütemadiyen 1 numarada yer aldı. Steve Jobs : Reed Üniversitesindeki eğitimini yarıda bıraktı. Kendi kurduğu şirketi Apple’dan 1985 yılında çıkan şirket içi kavga sonucu kovuldu. Apple’dan kovulduktan sonra başka bir bilgisayar şirketi NEXT Computer’ı kurdu. 1996 yılında Apple şirketi, Jobs’u kurduğu şirkete geri getirmek için NEXT’i 429 milyon dolar karşılığında satın aldı. 1997 yılında Apple’ın tekrar CEO’su oldu. Yenilik mucidi olarak tanınmaktadır. Oprah Winfrey : Yoksulluk içinde büyüdü. Çocukken cinsel istismara uğradı. 13 yaşında prematüre bir bebek dünyaya getirdi. Ne yazık ki bebeği kısa bir süre sonra vefat etti. “Oprah Winfrey show” gündüz kuşağında Amerika’da en yüksek izlenme reytingi olan bir program haline geldi. 20’nci yüzyılın en zengin Afrika kökenli Amerikalısı oldu. Winfrey’i dünyanın en güçlü ve zengin kadınlarından biri haline getirdi. Walt Disney : Chicago’da dünyaya gelen Disney, orta hâlli bir ailenin çocuğu olarak büyüdü. Cep harçlığı kazanmak için bir süre gazete dağıttı. Birinci dünya savaşı sırasında Fransa’da ambulans şoförlüğü yaptı. Memleketine dönünce kimse ne gazete dağıtma işi ne de ambulans sürücü olarak iş verdi. Mickey Mouse’un yaratıcısı, 59 Oscar adaylığından 22 sini alarak en çok Oscar kazanan kişi olarak tarihe geçti. Kurduğu Walt Disney şirketi, şu an yıllık 30 milyon dolar geliri olan bir medya devi haline geldi. Joanne Kathleen Rowling : İlk romanını yazmadan önce biten evliliği yüzünden depresyon ve fakirlik içindeydi. 12 yayın evi ilk romanını yayınlamayı reddetti. Bir yıl sonra yayınlamayı kabul eden yayın evi çocuk romanlarıyla az para kazacağını belirterek kendisine tam zamanlı iş bulmasını önerdi. Yazdığı Harry Potter serisi 400 milyonun üzerinde kopya satarak tarihte en çok satılan kitap serisi oldu. Dünyada en çok okunan çocuk serisi oldu. Eserleri, Rowling’i tüm dünyada ve Birleşik Krallıkta en zengin kadın yaptı. Steven Spielberg : Rüyalarının okulu “Southern California Üniversitesi”nden üç kez atıldı. Aynı üniversite 1994 yılında kendisine onur derecesi verdi ve hatta üniversitenin vekili de oldu. “Schindler’in listesi, Jaws, E.T, Titanic ve Jurassic Park” gibi birçok başarılı filme imzasını attı. Marilyn Monroe : Mankenlik ajansı tarafından sekreterlik yapmasının daha iyi olacağı söylenerek reddedildi. Colombia Pictures tarafından ilk sözleşmesi yeterince sempatik ve yetenekli bir aktris olmadığı gerekçesiyle feshedildi. Amerikan film endüstrisi tarafından tüm zamanların en önemli altıncı kadın oyuncusu seçildi. Brian Acton : 2009 yılında Facebook ve Twitter’a iş başvurusu reddedildi. 4 yıl sonra arkadaşı Jan Koum ile birlikte “WhatsApp” adlı mesajlaşma uygulamasını yarattı. Yarattığı uygulama o kadar popüler oldu ki bir zamanlar onu reddeden Facebook uygulamasını 16 milyon dolara satın aldı. Vincent Van Gogh : Hayatı boyunca tek bir resim sattı, o da arkadaşlarına. Yıllarca sinir bozukluğu ve ruh hastalıklarıyla boğuştu. 900’ün üzerinde yağlı boya resmi yaptı. Yaptığı eserler dünyanın en değerli ve en pahalı resimleri olarak kabul edildi. James Dyson : 15 yılını vakumu icat etmeye adadı. 5 bin 126 başarısız denemenin sonunda günümüzde kullanılan halini yaratabildi. 1993 yılında milyon dolarlık teknolojik şirket kurdu. Dyson markası şu an tüm dünyada en çok satılan elektrik süpürgesi oldu. Micheal Jordan : Okuldaki ikinci yılında okul takımına girmeye çalışsa da 1,80’lik boyunun kısa görülmesi nedeniyle takımdan çıkarıldı. Günlerce odasından çıkmayıp ağladı. Tüm zamanların en iyi basketbolcusu oldu. Aynı zamanda basketboldaki en iyi savunma oyuncusu olarak ünlendi. “Kariyerim boyunca 9 binden fazla başarısız atış yaptım. 300’den fazla oyun kaybettim. 26 kez oyun kazandıracak atışı ıskaladım. Çabaladıkça başarısız oldum. Başarısız oldukça çabaladım. Başarımın sırrı işte budur.” Stephen King : İlk kitabı Carrie 30 kez reddedildi. “Olumsuz ütopyaları ele alan bilim kurguyla ilgilenmiyoruz. Bu tarz romanlar satmaz” gibi yorumlar aldı. Aldığı olumsuz dönüşler yüzünden yazdıklarını çöpe attı fakat eşi tekrar denemesi için onu cesaretlendirdi. Eserleri 350 milyondan fazla kopya sattı. Kitaplarının çoğu sinemaya ve çizgi romana uyarlandı. Onlarca ödül aldı. Henry Ford : İlk iki denemesinde kurmaya çalıştığı şirket işe yaramadı. Yarattığı ilk prototipi işe yaramadı. İkinci denemesinde yönetim kurulu şirketi dağıttı ve Henry Ford’a olan inançlarını kaybettiler. 3’üncü şirketi olan Ford Motor’un sahibi olarak, dünyanın en zengin ve tanınan kişisi oldu. Ford’un otomobil üretim taslağı sadece sanayi üretimini değil “Fordizm” kültürüyle de etkiledi. Pahalı olmayan malların kitlesel üretimi çalışanlarının yüksek vergileriyle eşleşti. Larry Page & Sergey Brin : Kolaj projesi bir parçası olarak bir arama motoru yaratmak için sayfa tıklama algoritması geliştirdiler. Birçok internet şirketine pazarlamaya çalıştılar fakat hep reddedildiler. Kimse bu fikirlerini dikkate almadı. Google Inc. şirketi bugün dünyadaki en iyi arama motoru olan internet devidir. Wright Kardeşler : Wright kardeşler uçuş deneyleri yaptıkları bisiklet dükkanını açmadan önce depresyon ve genetik hastalıklarla mücadele ettiler . Uçan makineler yapmak için yaptıkları sayısız deneme, birkaç yıllık çalışma ve tonlarca başarısız prototipten sonra Wright kardeşler nihayet havalanabilen ve havada kalabilen bir uçak üretebilmişlerdi. Ariana Huffington : Amerikan siyasetinde de yeri olan bu başarılı kadın, geçmişte pek çok başarısızlık yaşadı. Örneğin ilk kitabının başarısına rağmen, ikinci kitabı 36 kere reddedildi. Daha sonra 2003 yılında girdiği seçimde, oyların sadece %0.55’ini alabildi. Başarısızlıklarına pozitif yaklaşan Huffington, bu konuda onu eğiten annesine teşekkür ediyor.
0 notes
Photo
Sahi kimdi Mustafa Kemal Atatürk Bilinen tarihiyle, 19 Mayıs 1881 Selanik doğumlu sarışın ve mavi gözlü bir yiğitti. Aslında o ufukları yaran sonsuzluğa uzanan mavi gözlerinden belliydi bugünümüze ışık tutacağı. Ailesi sevgi ve şefkatliydi, beş kardeşlerdi fakat Mustafa Kemal Atatürk ile birlikte sadece Makbule yaşama tutunabilmişti. Güzel bir çocukluk geçiriyordu okul çağı gelip çatmıştı her ailede olur ya işte hangi okula gideceği tartışılıyordu. Bir türlü karar verememişti Zübeyde Hanım ve Ali Rıza Efendi, önce mahalle mektebine başladı birkaç gün sonra Şemsi Efendi mektebine geçti. Hayatının en önemli vakitlerinde büyük bir acı ile imtihan oldu 1888 yılında babasını kaybetmişti, bir süre Rapla Çiftliği’nde dayısı Hüseyin’in yanında kalıp ona çiftlik işlerinde yardım etti. Daha sonra ise Selanik’e dönüp okulunu bitirdi annesi Zübeyde Hanım, Selanik’te gümrük memuru olan Ragıp Bey ile evlendi. Mustafa Kemal Atatürk, Selanik Mülkiye Rüştiyesi’ne kaydoldu ve 1893 yılında Selanik Askeri Rüştiyesi’ne girdi. İşte bu okulda matematik öğretmeni Yüzbaşı Üsküplü Mustafa Sabri Bey ona anlamı mükemmellik, olgunluk olan ’Kemal’ adını verdi. Mustafa Kemal Kuleli Askeri İdadisi’ne girmeyi düşündüyse de ona ağabeylik yapan Selanik ‘li Subay Hasan Bey’in tavsiyesine uyarak Manastır Askeri İdadisi’ne kaydoldu. 1897 tarihinde başlayan Osmanlı-Yunan Savaşı’na gönüllü olarak katılmak istediyse de hem İdadi öğrencisi hem de 16 yaşında olduğundan dolayı cepheye gidemedi. Bu okulu ikincilikle bitirdi. 13 Mart 1899’da İstanbul’da Mekteb-i Harbiye-yi Şahane’ye girdi ve bu okulu 1902’de Mülazım bugünkü ismiyle Teğmen rütbesiyle 549 kişi arasından piyade sınıf sekizincisi olarak bitirdi. Akabinde Erkan-ı Harbiye Mektebi’ne (Harp Akademisi) devam ederek 11 Ocak 1905’te Kurmay Yüzbaşı rütbesiyle mezun oldu. İleri görüşlü, akıllı ve özgürlükçü boyu 1.74, kilosu ise 75 civarı 42 numara ayakkabı giyiyor genel olarak siyah ruganı tercih ediyordu. Atatürk’ün tüm gömlekleri beyazdı takım elbiselerinin modelini kendisi çiziyordu. Lacivert rengi sevmezdi bu nedenle gardolabında laciverte yer yoktu. Mustafa Kemal, kitap okumayı çok seven ve çok da kitap okuyan biriydi; yüzlerce kitabı vardı. Ancak en sevdiği kitap, Reşat Nuri Güntekin’in Çalıkuşu adlı romanıydı. Öyle ki, kitabı sürekli yanında taşırdı ve zaman zaman rastgele bir sayfa açıp okurdu. Atamız 44 sayfalık bir geometri kitabı yazdı. Bugün kullandığımız üçgen, dörtgen, çap, artı, eksi, bölü, oran gibi Türkçe kelimeleri Atatürk buldu. Atatürk’ün bu kitap dışında 13 kitabı daha var. Mustafa Kemal; Medeni Bilgiler, Karlsbad Hatıraları, Bölüğün Muharebe Eğitimi gibi hem askeri hem de toplumsal konularda kitaplar yazdı. Sporu, doğayı ve hayvan severliği hatsafhadaydı, düzenli ata binerdi, yüzerdi ve bilardo oynardı. Atatürk'ün “Foks” adında bir köpeği vardı, Atamız Foks’u Yalova kaplıcalarına gittiği bir gün, seyyar bir fotoğrafçıdan 50 liraya satın almış. Foks öldükten sonra doldurulup mumyalanmış halen de "Atatürk ve Kurtuluş Savaşı Müzesi"nde sergileniyor. Atatürk’ün en sevdiği yemek, etsiz kuru fasulye ile pilavdı. Kahveyi de çok seviyordu günde 10-15 fincan Türk kahvesi içiyordu. Atatürk isminde bir çiçek vardı. Rivayete göre, Atamız çok seviyor diye bu ismi koymuşlar. Bir başka iddiaya göre ise Meksika kökenli çiçeği Türkiye’de yetiştiren bitkibilimciler çiçeğe Atatürk ismini verdi. Mustafa Kemal Atatürk, son söz olarak, “Aleykümselam” dedi. Anlatılanlara göre, Atatürk, doktoruna dikkatle baktı ve “Aleykümselam” dedi. Ardından girdiği komada 30 saat kaldı. 10 Kasım günü ise maalesef hayatını kaybetti. Hani adını duyduğunuz zaman bile içinizi titreten o isim yarınlarımıza umut olan gök bakışlı adam. Her köşesi tarih kokan bu yurd’un ebedi Başkomutanı ve Ulu Hakan’ı onu bu kadar ile anlatmak ne mümkün satırlara sığar mı borçlu olduğumuz minnet, hangi kelam onun tarifini mümkün kılar. Adı üzerinde ‘MUSTAFA KEMAL ATATÜRK’!
7 notes
·
View notes
Text
Sincan Simya Kurs Merkezi Matematik Öğretmeni Alacak
Sincan Simya Kurs Merkezi Matematik Öğretmeni Alacak
Sincan Simya Kurs Merkezi Matematik Öğretmeni Alacak
Sincan Simya Kurs Merkezi Öğretmen Alım İlanı
Sincan Simya Kurs Merkezimize Matematik branşında stajyer ve ders öğretmenleri alınacaktır.
Başvuru için, Atatürk Mahallesi Ankara Caddesi No:23/1 SİNCAN /ANKARA
Tel. 0312 270 81 00
Sincan Simya Kurs Merkezi Matematik Öğretmeni Alacak
memurlarsoruyor
View On WordPress
#Alacak#kamu denetçiliği ilan#kamu ihale bülteni ilan bedeli 944#Kurs#Matematik#memur alımı ankara 2019#memur ilanı 2018#memurlar ilan avukat#memurlar net ilan hakimlik#merkezi#öğretmeni#Simya#Sincan
0 notes
Photo
18 Mart 1915’te Gelibolu’da doğdu. Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk kadın tarih öğretmeniydi. Öğretmenlik kararında Atatürk’ün de etkisi olmuştu. Atatürk ile çok kez karşılaşan Fatma Refet Angın, ondan yönlendirmesi ile matematik öğretmeni olmaktan vazgeçerek tarih alanına yöneldi. İki günlük mahalle mektebi deneyiminden sonra bu tür eğitimin kendisine uygun olmadığını fark eden Fatma Refet Angın, okuma yazmayı annesinden öğrendi. Eğitim hayatı boyunca başarılı oldu. Öğretmen olduktan sonra asıl sorumluluğun başladığını fark etti. Özellikle kız okullarında eğitim verdi. Köy enstitülerinde görev yaptı. Binlerce öğrencinin hayatına dokunan Fatma Refet Angın, öğretmek için yaşadı. Kız meslek liselerinin kuruluşunda görev aldı. Genç kızların hayata karışması, eğitim alması için çabaladı. Emekli olduktan sonra da çalışmaya devam etti. Yıldız Teknik Üniversitesi’nden onursal doktora unvanı aldı. 30 Ocak 2010’da hayata veda etti. Ruhunu iyileştirdiği, eğittiği binlerce öğrenci tarafından asla unutulmadı. Cumhuriyeti benimsemiş, Atatürk'ün ilke ve inkılaplarına bağlı bütün öğretmenlerimizin öğretmenler günü kutlu olsun.❤️👏🏻 #öğretmenlergünü (Gazi Eğitim Fakültesi) https://www.instagram.com/p/BqjoykgnHkZ/?utm_source=ig_tumblr_share&igshid=7if1zpysc39y
0 notes
Text
Atatürk'e Kemal adı hangi okulda verilmiştir?
Selanik Askerî Rüşdiyesi (Selanik Askerî ortaokulu) kabul sıvana girdiğini ve başarılı olduğunu anlatır. 1893 yılın askeri ortaokula kaydolur. Atatürk askeri ortaokulda en çok matematiğe ilgi duyduğunu, kısa zamanda dersin öğretmeni kadar belki de daha çok bilgi sahibi olduğunu anlatır. Matematik... https://www.msxlabs.org/forum/cevaplanmis/391466-ataturke-kemal-adi-hangi-okulda-verilmistir.html
0 notes