#arşivimden
Explore tagged Tumblr posts
uftadebiri · 9 months ago
Text
Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media
Y e ş i l 🍀🌳🌿
51 notes · View notes
meteokcu · 2 months ago
Text
Arşivimden seçtiğim resimleri ve kendi yazdıklarımı paylaşmak için açtım bu hesabı.
I set up this account to share selected pictures from my archive and my own writings.
Edit: Bursa'da Zaman 6. bölümüyle bitti. Rahat okunsun diye sıraya dizdim, ardından yeni anlatılarla devam ederiz. (Aşağıya inip diğer postlara bakmak isteyenler için bilgi: Blogda 6 bölüm Bursa'da Zaman dışında arşivimden seçtiğim fotolar var sadece, fyi)
14 notes · View notes
bymuamma · 7 months ago
Text
Arşivimden şuraya bi adam resmi bırakıyorum zannedilmesin safımız değişti iyi günde kötü günde safımız belli ..
Tumblr media
31 notes · View notes
klavyemkavalyemolsa · 1 year ago
Text
Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media
Nerden aklıma geldiğini bilmediğim zaten yarım yamalak hatırladığım bir söz dolaşıyordu aklımda, bilgisayarı açınca aklıma geldi, arama motoruna "göğsüne bastırırken" yazmam yetti. Bir şiirmiş. Şöyle başlıyor tam olarak;
"Aslında hiçbir şey kâr değil insana/ Ne gücü ne zayıf yanları ne de yüreği/ Gölgesi bir haç gölgesidir kollarını açsa/ Ve kırar göğsüne bastırırken sevdiği şeyi/ Tuhaf bir ayrılıktır hayatı kapkara"
Hıhım.
Merakımızı giderdik. Bir pazar sabahı namazdan sonra uyku tutmayınca aslında zaten sabah insanı olduğumu hatırladım. Kalktım, kendi tarifimle sonradan sevebildiğim yulafı hazırladım - ki yalnız kahvaltıların en kolayı budur, yeteri kadar süslerseniz tipi de insanı mutlu eder- buzdolabında dinleniyor. Bir kahve koydum, biraz elma ve şeftali. Bu benim bir zamanlar rutinimdi. Erken kalk, kahveni koy, biraz toparlan, okuyacağını oku sonra işe koyul. O kızdan "Yine mi sabah oldu" kızına dönüşüm hayret verici. Negatif konuşmayacağımm, çünkü artık öyle hissetmiyorum.
Seni ne neşelendirir? Cevabını düşünmediğim bir soruydu. "Ben zaten neşeli biriyim, modumu düşürecek bir şey olmadıkça" diyordum. Gerçekten öyle. Sadece bu aralar modumu düşürecek çok fazla şey oldu. Biraz spesifikleştirelim. Çiçek almak, beni mutlu ediyor. Zaten ediyordu da, öyle direkt sorulunca aklıma gelmemişti, sorunun net bir cevabı olarak dursun. Bizim kızlar bu ihtiyacı karşılıyor sağ olsun.
Eylül'ün 7si. 30 yokum ama 29 varım mı? Yoksa 28 mi oldum ve bana neler oluyor. Soran olursa TAM BİR BAŞAK İNSANI olarak hayatıma devam ediyorum. Bundan da oldukça memnunum. En barizi ise canımı yaksa da duygusallığı mantığa tercih etmiyorum artık. Biraz mantık, herkese lazım sevgili dostlarım. Benimki birazı bir tık geçiyor ama o da olur. Mükemmeliyetçiliği azaltmaya çalışıyorum, o maili on kere okumadan atıyorum, o dilekçeyi yazdığımdan eminsem daha fazla kaynak taramadan yolluyorum, yemeğe soğanları eşit boyutta doğramayı çok umursamıyorum falan. Yanlış ve eksik bir şeyler yapabileceğimi kabullendim yani. Ama ayrıntılara odaklanmaya çare yok, zaten lazım da oluyor bana :)
Geriye dönüp baktığımda bu sene aslında Klavyemi keşfettiğim bir sene oldu. Orta okul- lise yıllarımdaki benle, üniversite bittikten sonraki ben aynı değildik. İnsan değişir, aynı kalmayı beklemiyorum ama içeride bir öz vardır. O değişmez. Arada bana ne olduysa eksikliğini hissediyor ama o hissi yakalayamıyordum. Sanırım o sene bu seneydi. Bazı şeyleri tecrübe etmek gerekiyormuş. Tecrübe, çok ilginç bir şey. Yaşarken çok ağır ama insana kazandırdıkları yanında ağırlığını göz ardı edebiliyoruz.
Hâsılı, bu hayat bizimdir. İnişlidir, çıkışlıdır. Ama hayatı kendimizi eylerek yaşamak çok sıkıcı. Bir çocuk oyalar gibi kendimizi kandırmak falan. Ahiret için olan hedef bellidir. Dünyada yaşayışın ahiret hedefini doğrudan etkilediği aşikar. Dünyada ise yorulmak yoktur. Eskiden böyle düşünmezdim. İnsan bu derdim, yorulur. "Bir işi bitirdiğinde diğerine yönel" i içselleştirelim. Otuza yaklaştıkça klavyem 2.0 açılacak gibi. Rabbimden hepimiz için hayırlı mutlu ömürler ve ölümler dilerim.
Şöyle oldu, uzunca bir zamandır normal fotoğraf çekmediğim için instagram arşivimden birkaç hikayeyi birleştirdim. Fotoğrafların kalitesiz ve yazılı olma sebebi bu. Buraya bir şeyler yazarken fotoğraflı olmasını daha çok seviyorum. Geriye dönüp okuması daha keyifli oluyor.
35 notes · View notes
huzunluyol · 2 years ago
Text
Seviyorum kelimelerden, kaleler kurmayı,
Çiçeklerden, kedilerden kuşlardan bahsetmeyi,
Seviyorum can canan demeyi
Can da cananı bulmayı
Kelimelerle hayat cümbüşünü birleştirmeyi.
Kalp kıranlara ince sitemler etmeyi.
Yazmayı, çok seviyorum ben ya.. :)
Hele birde arşivimden bir çiçek bir kedi bir manzara resmini de yapıştırdımmı, işte o zaman mutlu bir son..
Sonların en tatlısı.
Kendi çektiğim fotoların, kelimelerine arkadaşlık etmesi muhtesem bir mutluluk diyirum.
Sevgiyle kalın.
Benim menekselerim.. 🥰🌿🌺
La💙yuu :)
Tumblr media
Bir kahve alirmiydiniz.🥰
Gün size gülsün. Gününüz aydın olsun.🤗
Tumblr media
12 notes · View notes
doriangray1789 · 2 years ago
Video
youtube
Uzun zamandır Bir Sahne - Bir Şarkı içeriği paylaşmadığımı fark ettim ve Passengers filmini Mud Flow grubunun The Sense of Me & Chemicals şarkısıyla birleştirdim, hepinize iyi izlemeler :) Haftanın Sözü: Şu hayatta her şeye sahip olsam bile, bir şey eksikmiş gibi hissediyorum. Sanki yeri dolmayacak bir parçam hep eksik kalacakmış gibi. Peki neydi o eksik parça?  Söyleyemediklerim miydi? Belki de bunca yıl boyunca söyleyemediklerimin gölgesine sığınmıştı aslında vazgeçtiklerim. - Jolier Rawen Haftanın Sorusu: Bir insanı gerçekten sevip sevmediğini nasıl anlarsınız ? Sevginin bir ölçüsü var mıdır ? CEVAP: AZ ÖNCE GÖNDERDİĞİM ERİC FROMM okuyabilirsiniz... yada arşivimden seçin artık bir şeyler... ben yoruldum... bazen sadece ve sadece müzik paylaşımı yapmak istiyorum...
2 notes · View notes
bintivera · 4 days ago
Text
Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media
İzdiham arşivimden :)
0 notes
diyeceklerimvardidaha · 4 months ago
Text
Seni bilen tek dostum soruyor?
Nerede?
Aradı mı?
Engeli kaldırdı mı?
iyi mi?
Görüşüyor musunuz?
Bi şey diyor mu?
Her cevap veriş ayrı bir zulüm benim için...
Konuyu değiştirmeye çalışmak...
Duymuyormuş gibi yapmak...
Telefon karıştırmaya devam etmek…
Sana beni sormuyorlar ne garip.
Bilen yok ki varlığımı.
Zaten bilirim sorsalar da için yanmaz cevap verirken...
Kaç hafta oldu ki gideli?
Yada kaç hafta benimleydin?
Kaç gün?
Saydım, tam tamına 2 iğrenç cumartesi ve pazarım oldu...
En çok o zaman anladım yokluğunu...
2 haftadır bir türlü sevemediğim salatayı , tavukla lezzetlendirdiğim o nefis gıdayı yemediğimi fark ettim...
Ki salt salataya düşmanlığım hala devam ediyor...
Saçıma jöle sürdükten sonra ''dur şöyle daha iyi'' bilmişliğine tarağı da ortak etmeyeli...
O rahatsız koltukta sarılıp bakışmayalı …
***
Ne çok gülerdim...
''Sen gittin kokun kaldı'' ve buna benzer cümleler içeren şiirlere, yazılara...
Doğruymuş...
Bir koku varmış...
Yolda giderken...
Araba kullanırken...
Televizyon izlerken...
Kitap okurken ve gece uyumazken...
Hatta bu yazıyı yazarken bile hissettiğim bi koku varmış...
İlla ki o koku...
Sana dair...  
Biraz tuzlu... Biraz ağır...
Yok olmuyor...
Anlatamıyorum...
Keşke ifade edebilsem...
Keşke...
Bir gün unutacağım o kokuyu, tam da buraya yazabilsem...
Arşivimden çıkartıp yazdığımı okurken belki o kokuyu anımsarım diye bu çaba...
Gözyaşı gibi...
O ilk damlasının sıcaklığını hissedilebildiği, gerisinin biönemi kalmayan gözyaşı gibi...
Dudakların arasına kadar inen, sonra nereye gittiği belli olmayan gözyaşı gibi...
Bütün gözyaşları aynı mı kokar?
Biraz tuzlu... Biraz ağır...
Ya da ben ağlayınca sen mi kokuyorum?
***
Bu 2 haftada maça da gidiyorum.
Beşiktaş maçına…
Kitlesel galeyana gelip sevimsiz cümleler kuruyoyorum.
Yalnız olsam yapmam bunları.
Bir kart, hatalı pas neden sinirlendirsin ki beni?
Ve en çok şu bağırışı seviyorum.
“Beşiktaş Sen Bizim her şeyimizsin”.
Öyle ya���
Sen hiç aklıma gelmiyorsan maçta, unutuyorsam olanı biteni.
Kırılanı döküleni yarım kalanı…
O zaman “Beşiktaş benim her şeyim”
***
En çok İstanbul’u düşlemiştim sende..
Bi gün olması için yalvaracak kadar düşlemiştim.
Tam da benim mevsimimde.
İşte o mevsim: kış..
Beyoğlu’na kar yağacaktı.
İstiklal'den Tünel'e  doğru yaklaştıkça sessizleşen Beyoğlu’na.
İstiklal'de Vitrinler ışıl ışıldı, insanların yine acelesi vardı.
Ya dolmuş kalkmak üzereydi.
Ya hava soğukluğunu bar sıcaklığıyla örtbas etme zamanı geçiyordu.
Ya sinemada film başlayalı beş dakika olmuş, biraz koşulsa yetişilebilirdi
Ya da sevdicek İstanbul’da buluşacağın mekana gelmeni bekliyordu, onun mahcubiyetinden mütevellitti bu telaşlı adımlar.
Beyoğlu’na kar yağacaktı.
Benim tek bir sokağını bile bilmediğim, kanıma karıştırdığın Beyoğlu’na...
İki kadeh şarap kırmızısı cama yansıyan…
Karşımda sen…
Duvarda asılı tahta kuklanın bi ayağı kırık.
Yine de gülümsüyor ama…
Tam arkanda eski bi film makinası…
Adı bile konulmadık o uzak yerlere gitme umudumuzun köhne masamızı şenlendirmesi…
Olmayacağını bile bile “gidelim buralardan” diyişimin seni korkutması…
Buz tutmuş camlar…
Görünmeyen dışarısı…
***
İstanbul’a  kar yağacaktı.
Arka sokaklarının ihmal edildiği ve sensizken bana bu ıssızlığını da gösterdiğin Beyoğlu’na.
Hem de öyle az buz değil haaa..
İri tanelerle yağacaktı kar.
Ayak izlerinin hemencecik kapanacağı süratte.
Ama yağmadı.
Sen artık gelmeyeceksin diye mi?
Bilmem…
***
Seninle gelmek istediğim yerdeyim…
Celtic pub da.
Bir şarap kırmızısı cama yansıyan…
Karşımda boş, yıpranmış bir sandalye
Duvarda asılı tahta kuklanın bi ayağı kırık.
Yine de gülümsüyor ama…
Sandalyenin arkasında o eski film makinesi.
Ve yine o koku
Sana dair…
Biraz tuzlu… Biraz ağır; gözyaşı gibi.
O ilk damlasının sıcaklığının hissedilebildiği gerisinin öneminin kalmadığı gözyaşı gibi.
Dudakların arasına kadar inen, sonra nereye gittiği, nerde, nasıl kuruduğu belli olmayan gözyaşı gibi.
Bütün gözyaşları aynı mı kokar?
Biraz tuzlu..biraz ağır
Ya da ben ağlayınca sen mi kokuyorum?
İstanbul’a  kar yağacaktı.
Yağmadı..yağmayacak! olsun.
0 notes
dilsel · 9 months ago
Note
Listeye arada bir şarkı eklerim ben de,
keyifle.
tarzını bilmiyorum bu yüzden arşivimden seçip gönderdiyorum.
Tekrar teşekkür ederim 🫶 her zaman gönderebilirsin benim için büyük bir zevk 🌸
0 notes
arthez · 1 year ago
Text
Tumblr media Tumblr media Tumblr media
2021 2022 2023
Spotify ısrarla karşılaştırmalı yapmadığı için bu özetleri, ben kendi ekran görüntüsü arşivimden bulduğum geçmiş yıllara ait özetlerimi sunuyorum. Çok garip yaa her sene o kadar çok değiştim kiii. Ayrıca tüm özetleri sanki geçen ay görmüşüm gibi. Ne ara geçti 12 ay ula hayat
0 notes
nerosable · 3 years ago
Text
Tumblr media Tumblr media
201 notes · View notes
siyahbeyazmelodi · 3 years ago
Text
Tumblr media
56 notes · View notes
mukadderat · 3 years ago
Text
Tumblr media
“İnsan evrende gövdesi kadar değil, yüreği kadar yer kaplar..”
136 notes · View notes
doriangray1789 · 2 years ago
Text
Zerdüşt incelemesini yazarken acaba benimle benzer bir inceleme yapan var mı diye düşünmüştüm... Bu ukalalığımla birlikte arşivimden yazılarımı çıkartıp tekrar yayınlayacakken bu yazıyla karşılaştım... iyiki kendimden yeniden paylaşımı yapmamışım bu yazıyı paylaşmak yeter... 
Herkesin ve hiç kimsenin filozofu: Nietzsche | Düşünbil Portal - Düşünmek Özgürlüktür!
Herkesin ve hiç kimsenin filozofu: Nietzsche
“… Oturmuş bekliyordum orada, neyi? Hiçbir şeyi!
Tadına varıyordum, iyi ve kötünün ötesinde,
Bazen aydınlığın, bazen gölgenin,
Derken dostum, ansızın bir, ikileşti.
Ve yanımdan Zerdüşt geçti…” (Zerdüşt’ün İlhamı).
İnsanın prangalarından kurtulmasının ve tekrar insana dönüşmesinin hikâyesidir Böyle Buyurdu Zerdüşt. Filozofun felsefesinin yapıtaşlarını anlatan bu eser, kuşkusuz Nietzsche’nin en önemli kitaplarından biridir. Filozof olmasının yanı sıra iyi bir yazar olan Nietzsche, şiirsellik ve felsefeyi bu kitapta harman edebilmiş ve kendi felsefesini Zerdüşt ile anlatmıştır. Hani bir müzik dinlersiniz, bedeniniz sabit durur ama ruhunuz ve aklınız diyar diyar dolaşır. Bu yüzden notaların her yolculuğa bileti vardır. Nietzsche, Bizet’nin Carmen’ini dinledikten sonra başladı Böyle Buyurdu Zerdüşt’e. Müziğe oldukça ilgili olan filozof –ki Wagner ile sıkı dostlardı, ta ki Wagner’den nefret edene kadar– felsefesini notaların ilmekleriyle ördü. Bir Tanrı varsa dans etmeliydi misal, insan kaosta pes etmemeliydi, rağmenlere karşılık vererek yine de dans etmeliydi ve yine, zaten çağdaşlarının ona deli demesi müziğin sesini duymamalarındandı. Nietzsche’nin felsefesi başlı başına bir senfonidir. Bu senfoninin yazıldığı kitap ise; Böyle Buyurdu Zerdüşt’tür. Üstelik bu sanat eserinin her notasında aşk vardır. 1822’de Lou Salome ile buluştu Nietzsche… Deliliği ikiye katlandı filozofun; âşık oldu. Evlenme teklifi etti, reddedildi. Kışı geçirmek için ve hırpalanmış ruhuna bir inziva ortamı yaratmak için Rapollo’ya gitti. Nietzsche, burada Böyle Buyurdu Zerdüşt’ü on günde yazdı. Eser hiç ilgi görmedi, sadece filozofun dostları tarafından alındı. Ama Nietzsche, yazdığı eserin şimdiye kadar yazılmış en derin eser olduğundan emindi. Şöyle söylüyor Nietzsche: “Bazı insanlar öldükten sonra doğar. Benim zamanım da henüz gelmedi. Öyle veya böyle, insanların benim anladığım şekilde yaşayıp öğretecekleri kurumlara ihtiyaç duyulacak ve belki de o insanların Zerdüşt’ü yorumlamaları için akademik kürsüler kurulacak. Ama şimdi benim gerçeklerimi duyacak kulaklar, taşıyacak eller bulmayı beklersem kendimi tamamen kandırmış olurum. Henüz kimsenin beni duymamış ve nasıl anlaşılmam gerektiğini kavramamış olması yalnızca anlaşılabilir değil, doğru olan bir şeymiş gibi de geliyor bana. Başka biriyle karıştırılmak istemem; bu da kendimi bir başkasıyla karıştırmadığım anlamına gelir” (Nietzsche, Neden Bu Kadar Akıllıyım?, s. 53).
Nietzsche’ye göre felsefe, Sokrates-Platon’dan beri entellektüalist bir yola girmiş ve insanlık içgüdüsünü hiçe sayan salt akılcı bir bilgiye önem vermiştir. Nietzsche’nin bütün istediği, insanı kurtarmak, onu kuru akılcı uygarlıktan uzaklaştırıp kendisinin ne olduğu üzerinde düşündürmektir. Bu yüzden Nietzsche, doğa felsefesini salık verir çünkü orada insan tragedya ile var olur. Tragedyada ele alınan insan, alın yazısı ve karar özgürlüğü ile baş başa kalmış tek insandır (Akarsu, B. 130-131).
Trajik insan… Bir tarafta şarap, eğlence ve formsuzluğun tanrısı Dianysos, diğer tarafta ölçü, denge, biçim tanrısı Apollon. Apollon ve Dianysos’un sentezinden meydana gelir trajik insan. O, bu iki tanrı arasındaki gerginlikte var olur ve budur insanı insan yapan. Nietszche’ye göre eğlence tanrısı Dianysos, saphiens ve logos kurbanı olmuştur. Ama Dianysos’u yok etmek insanı kötürüm yapar. Öyledir ki insanla ilgili başarısızlıkların sebebinde insanın sentez bir varlık olduğunun gözden kaçırılması yatar. İnsanın özgürlüğü ve yaratıcılığı onun sentez bir varlık ve demens (çılgın) oluşundadır. Lâkin logos, Apollon’a bağlı öyle bir ahlak geliştirir ki, insanı ruha karşı bir şeymiş gibi gösterir. O yüzden Nietzsche tekrar insan olmak ister. Çünkü: özgürlük böyle başlar, isyanla, karşı çıkışla, “Hayır!” deme cesareti ile. Mesela; Âdem günah işleyince insan olmuş, kendinin farkına varmış ve özgür olmuştur.
Şu bir gerçektir ki ne kadar güçlü olursanız, o kadar var olursunuz. Kendi gücünüzü keşfetmek için bazen dolmak ve taşmak gerekir. Nietzsche, yalnız bir filozoftu. Sevdiği her şeye sonraları hep nefretle baktı. Çok sevdi, çok nefret etti. Duygularını uç noktalarda yaşayan filozof artık sesini duyuramaz olmuştu ki, Zerdüşt’ün ilhamı geldi. Var olan her şeye, bütün değerlere bir başkaldırı, oluşacak kaosun baş dansçısı, olumsuzluğun doğurganlığını gören bir gözdü Nietzsche. Var olan düzene, salt akılcılığa dayalı felsefeye, insanı insanlıktan alıkoymuş ve makineleştirmiş her şeye bir karşı çıkış. Bu isyan, insanlara doğayı, kendilik bilincini, kendini aşmayı öğütlüyordu. İnsanı tutsaklıktan kurtarıp yaşamı sevdirmek gerekiyordu. Kaderini sevmeliydi (amor fati) insan, dogmatiklikten arınmalı, Tanrı’yı öldürmeliydi.
Bir insan Tanrı’yı nasıl öldürür ve Tanrı neden ölmelidir? İnandığınız bir şeyin içinin aslında ne kadar boş olduğunu ve sadece inançtan ibaret olduğunu anladığınız an, o şeyi yargılamaya başlarsınız. Ve bir şeyi yargılamaya başlamak onu öldürmek ile aynı şeydir. Nietszche Tanrı’yı öldürdü çünkü; bu zamana kadar süregelen bütün inançlar, değerler, iyilik-kötülük, erdem kavramları Tanrı temelinde şekilleniyordu ve Tanrı temelli ahlak –ahlaksız sürü ahlakı– aslında bütünüyle ahlakdışıydı. Bu ahlak bir ayak takımı ahlakıydı. Artık değerlerin içi boştu ve bahsedilen değerler hiç de Tanrı’nın mükemmelliğini yansıtmıyordu. Artık din denilen şey sadece güçsüzlere yönelik bir umuttu. Öte dünya umudu insanı bu hayattan daha iyi bir hayat olacağı konusunda teselli ediyordu. İnsanın kendini kandırmasının ilahî bir yoluydu bu. Din çoğunluğa sesleniyordu ve bu artık tamamen iktidarla ilişkili bir durumdu. Düşünülen duyuüstü dünyanın duyuüstü temeli olan Tanrı’ya inanç yitirildi (Çevikbaş, S., s. 342). Ölen Tanrı değildi, ahlaktı, erdemdi, iyilik ve kötülük kavramlarının ve var olan diğer şeylerin sürü tarafından, iktidar ve din başlığı altında kirletilmesi sonucu oluşan, insanın kendi kendine yaptığı bir katliamdı bu. İnsanın tekrar insan olabilmesi için Tanrı’nın ve onun eli değmiş her şeyin yok olması lazımdı. Bir decadancetı bu. Mevcut düzen çökecekti ve yeniden doğacaktı, sonra tekrar çökecek ve tekrar doğacaktı. Çünkü; hayat dediğimiz şey ebedî bir dönüştü. Hiçbir değer insan için nihai bir çözüm olamayacaktı, ta ki üstinsana kadar. Böyle Buyurdu Zerdüşt bir arınma (katharsis) hâlidir. İnsan nasıl fazlalıklarından kurtulduğunda rahatlarsa, Nietzsche de insanı değerlerden, normlardan, zorunluluklardan arındırır çünkü insan, ancak böyle yükselebilecek ve kendinden iyisini var edebilecektir. İnsan bunu başardığında artık doğadır, doğadandır, üstinsana (Übermensch) vesiledir. Peki, nedir üstinsan? Şöyle diyor Nietzsche;
“İnsan, hayvanla üstinsan arasına gerilmiş bir iptir, -uçurum üstünde bir ip. Korkulu bir geçiş, korkulu bir geri bakış, korkulu bir ürperiş ve duraklayış. İnsanda büyük olan, onun köprü olmasıdır, erek değil: insanda sevilebilecek olan, onun karşıya geçiş ve batış olmasıdır. Ben, batışın dışında bir yaşamı bilmeyenleri severim, çünkü bunlardır karşıya geçenler. Ben, büyük hor görenleri severim, çünkü bunlar büyük saygılılardır ve karşı kıyıya duyulan özlem okları. Ben, batmak ve kurban olmak için önce yıldızların ötesinde bir neden aramayanları, yeryüzü bir gün üstün insanın olsun diye, kendilerini yeryüzüne kurban edenleri severim. Ben, bilmek için yaşayan ve bir gün üstinsan yaşasın diye bilmek isteyeni severim. Böyle ister o kendi batışını. Ben, üstinsana ev kurmak, toprak, hayvan ve bitki hazırlamak için çalışanı ve türeteni severim: çünkü böyle ister o kendi batışını. Ben, erdemini seveni severim: çünkü erdem batma istemidir ve özlem oku. Ben, kendisi için bir damla bile ruh ayırmayanı, baştanbaşa erdemin ruhu olmak isteyeni severim: ruh olarak böyle yürür o köprünün üstünde. Ben, erdeminden eğilim ve yazgı yapanı severim: böylece o, erdemi uğruna yaşamak ister, ya da hiç yaşamak istemez. Ben, bir sürü erdem istemeyeni severim. Bir tek erdem, iki erdemden daha erdemdir, çünkü yazgının asıldığı daha zorlu düğümdür o. Ben, gönlü har vurup harman savuranı severim. -Ne teşekkür bekler, ne de teşekkür eder: çünkü hep verir o ve kendini korumak istemez. Ben, zar kendine uygun düşünce utananı ve soranı severim: ‘Ben düzenci bir oyuncu muyum yoksa?’ -çünkü yok olmak ister o. Ben, işine başlamadan önce altın sözler saçan ve hep söz verdiğinden fazla yapanı severim: çünkü batışını ister o. Ben, gelecektekileri haklı çıkaranı ve geçmiştekileri kurtaranı severim: çünkü şimdikiler eliyle yok olmak ister o. Ben, tanrısını yola getireni severim, çünkü tanrısını sever o: tanrısının öfkesinden yok olması gerekir de. Ben, yaralanmada bile gönlü derin olanı ve küçücük bir şeyden yok olabileni severim: böyle geçer o köprüyü seve seve. Ben, gönlü dolup taşanı severim, öyle ki kendini unutur ve her şey onun içindedir: her şey onun batışı olur böylece. Ben özgür ruhlu ve özgür yürekli olanı severim: böylece kafası, yüreğinin yalnız içi olur, ama yüreği batmaya zorlar onu. Ben, insanların üstünde asılı o kara buluttan tek tek düşen ağır damlalar gibi olan herkesi severim: onlar şimşeğin gelişini haber verirler ve haberci olarak yok olurlar. Bakın, ben şimşeğin habercisiyim ve buluttan düşen ağır bir damlayım: oysa şimşek, üstinsandır.  Yeryüzünün anlamı olacak üstinsan! Yalvarırım size, kardeşlerim, yeryüzüne bağlı kalın, inanmayın size dünya ötesi umutlardan söz edenlere! (Nietzsche, Böyle Buyurdu Zerdüşt, s.14-15).
Nietzsche’nin ahlakı ve felsefesi Darwin ile yakından ilişkilidir. “Evrimin amacı yığınlar yaratmak değil, dâhiyi yaratmaktır.” O hâlde bize lâzım olan boyun eğen, belli bir din öğretisine hapsolmuş, demokrasi adı altında iktidarın çobanlığında, sürüde olmaktan mutluluk duyan halk değil, insanın nihai ahlakının iyinin ve kötünün ötesinde olduğunu görebilen, güçlü, merhametle veya acımayla var olmayan üstinsandır. Hayvan insanı yarattı, insan da kendinden üstün olan üstinsanı yaratmalıydı. Üstinsanda iyilik yerine kuvvet, alçakgönüllülük yerine gurur, başkasını düşünmek yerine akıl, eşitlik yerine, güç kavramları vardır. Üstinsan, kamuoyundan biri olan görüntü insanı değildir.
Üstinsan kavramından sonra, eserde önemli bir nokta bengi dönüş (Ewige Wiederkehr) kavramıdır. Hayat kendinde bir evrim sürecidir, sürekli değişir, yenilenir, sonsuz bir dönüş hâlindedir. Bu dönüş hep devam edecektir o yüzden insan için nihai iyi yoktur. Nietzsche’nin nihilizmi hayatın bengi dönüşünün sonucudur aslında. Fakat bu nihilizm yaratıcı bir nihilizmdir. Daha iyisinin olması için var olanı yok etmek. Bu yüzden bu süreçte güçlü olan hayatta kalır ve bu yüzden her canlıda bir güç istencine (Wille zur Macht) rastlanır. Zaten evrenin kendisi başlı başına bir güç istencidir. Bütün savaşlar, bütün yok oluşların tek hedefi vardır: Güç. Başı sonu olmayan, sürekli değişen, kaoslarına rağmen yine de uyumu sağlayan, hiç yorulmayan ve sürekli kendi var oluşunu tekrarlayan bir güç. Bu Nietzsche’nin Dionysosca evrenidir. Ona göre evren, güç istencinden başka bir şey değildir (Akarsu, Bedia, s.133).  O yüzden, bizi yığın olmaktan kurtaracak yeni değerler, yeni erekler lâzımdır. İnsan kaosta dans etmeyi bilemezse, yok olup gidecektir. Karanlığından bir yıldız doğurmazsa, ebedî karanlıkta hapsolacaktır.
Nietszche’nin felsefesi, toptan bir karşı çıkıştır ve Nietzsche insanın, insanlığın gerçek yüzüdür. O bize acımasızlığı, eşitsizliği, değerin değersizliğini anlatır ki kendimizin farkına varalım. Varlığımızı yeryüzüne bağlamak gerekir; umudu dinler, efsaneler, tanrı veremez, umut kendimizdedir. Hayatın zor yönlerini yok sayarsak ve sadece kurtarılmayı beklersek daima yeniliriz. Çünkü hayat dediğimiz şey, güçsüzleri ayıklamak üzerine kuruludur. Önemli olan yüzleşmek, korkmamak ve savaşmaktır.
Nietzsche, Böyle Buyurdu Zerdüşt senfonisinde, felsefesini okuyucuyu uyandırmak için kullanır, okuyucunun bilinçaltına sakladığı korkularını veya tutkularını, Zerdüşt ile bağdaştırır, bizlere yaşamı evetlemeyi, kaderimizi sevmeyi ama bütün bunları yapmak için önce yok etmeyi öğretir ve artık Zerdüşt, sadece bir karakter değil, okuyucunun kendi hayat sahnesinde, kendini anlama yolunda atılmış bir adımın vesilesidir.
Zihnimi aydınlatan tüm filozoflara,
Beni hiç karanlıkta bırakmayan, ışığımın sönmesine izin vermeyen çok sevgili hocalarıma…
Kaynaklar:
AKARSU, Bedia. (2014) Çağdaş Felsefe, İnkılap Yayınları.
ER, Sadık Erol. (2013) Nietzsche Paris’te, Otonom Yayıncılık.
KARDEŞLER, Kıvanç. (2017) Tanrı Öldü,  Yason Yayınları.
NIETZSCHE, Friedrich. (2011) Böyle Buyurdu Zerdüşt, (Çev. Irmak, Sadi). Kabalcı Yayınları.
NIETZSCHE, Friedrich. (2016) Neden Bu Kadar Akıllıyım?, (Çev. Cemgil, Can Selin) Zeplin Kitap.
Yazar: Merve Karacan
26 notes · View notes
mavera1 · 5 years ago
Text
Tumblr media Tumblr media
Haketmediğimde bile Allah benimleydi ..
270 notes · View notes
doriangray1789 · 1 year ago
Text
FALANJİZM 1933 yılında jose antonio primo de rivera tarafından ispanyayı ele geçiren bolşeviklere karşı ögütlenen otoriter-kralcı ideolojidir.
kökenleri ve gelişimi
1933 yılında de rivera ve onesimo redondo tarafından kurulduğunda falanj küçük bir partiydi. diğer birçok küçük grupla birleşerek "falange española de las jons (juntas de ofensiva nacional-sindicalista)" -ulusal sendikacı hücum örgütlerinin ispanyol falanjı- adını aldı.
partinin savaşçıları bolşevik cumhuriyeti sırasında sokaklarda mücadele verdiler. 1936 yılında de rivera'nın bolşeviklerce hapsedilmesi üzerine parti cumhuriyetten kurtulmak için yapılan kliğe katıldı.
milliyetçi güçlerin cumhuriyete başkaldırısıyla başlayan kurtuluş savaşında falanj da ulusal cephedeki yerini aldı. bu sırada de rivera bolşeviklerce şehit edildi. kurtuluş savaşının başarıyla sonuçlanmasından sonra general franco, carlist "comunion tradicionalista" ile falanjı birleştirdi. yeni örgüt "falange española tradicionalista de las jons" adını aldı. ancak bu birleşme sancısız olmadı, francisco hedilla gibi falanjın modernizme daha yakın üyeleri karşı geldiler ancak franco tarafından etkisizleştirildiler. yeni örgüt aynı zamanda "movimento nacional" (milliyetçi hareket) olarak da biliniyordu. falanj resmi tek parti oldu.
falanj bir gençlik örgütüne (pelayos) ve bir kadın bölümüne de sahipti (sección femenina). de rivera'nın kız kardeşinin önderlik ettiği bu kadın bölümü genç kızlara "iyi bir vatansever, iyi bir hristiyan ve iyi bir eş" olmayı öğretiyordu. bolşevik partilerinin ve sendikalarının malvarlığı da falanja devredildi.
general franco'nun yönetiminin ilk yıllarında falanjist kökenli bakanlar önemli görevlerdeydi. ancak ispanya'nın natoya girmesinden sonra franco opus dei örgütüne ve teknokratlarla bel bağlamaya başladı.
1975'de franco vefat etti. vefatının ardından krallık yeniden kuruldu ve serbest seçimler yapıldı. ne yazık ki falanjın zamanla heterojenleşen yapısı nedeniyle parti üçe bölündü. francocular, hedillacılar ve carlistler yollarını ayırdılar. o günden beridir ispanyol ulusal direnişinin beli doğrulamamış, ispanyol siyaseti küresel çete'ye karşı direnebilecek esaslı bir birleşik milliyetçi örgütten mahrum kalmıştır.
falanjist ideoloji:
kısaca özetlenecek olursa
* işçiyi ve işvereni biraraya getirip sınıf çatışmasını önleyen korporatist devlet, dikey sendikacılık (bkz: korporatizm)
* ruhban karşıtı bir katolik hristiyanlık
* kastilya köylülüğüne özel vurgu
* ispanyol imparatorluğunun tarihine yapılan vurgu ve sahiplenme
* anti-komünizm ve anti-anarşizm
falanjizm'in sembolleri ise:
* katolik kralların sembolü olan "el yugo y las flechas" (boyunduruk ve oklar)
* sanayi işçilerinin sembolü mavi gömlek
* carlizm'in kırmızı beresi
* kırmızı-siyah-kırmızı renkli bayrak
* cara el sol marşı. Falanjizmi neden yazdım falan filan olsun diye değil aşağıdaki linke bakınız
bunlarla birlikte İsaril Karabağ sorununda Azeri kardeşlerimizi destekliyor İrana karşı
şimdi dış siyaset küçük kafalara göre değildir eksik parçalı yapboz isimli bir yazı yazmıştım arşivimden bakılabilir eksik parçayı sen koyup yapbozu tamalayamadığın sürece masaya zor oturursun
4 notes · View notes