Don't wanna be here? Send us removal request.
Text
Seni bilen tek dostum soruyor?
Nerede?
Aradı mı?
Engeli kaldırdı mı?
iyi mi?
Görüşüyor musunuz?
Bi şey diyor mu?
Her cevap veriş ayrı bir zulüm benim için...
Konuyu değiştirmeye çalışmak...
Duymuyormuş gibi yapmak...
Telefon karıştırmaya devam etmek…
Sana beni sormuyorlar ne garip.
Bilen yok ki varlığımı.
Zaten bilirim sorsalar da için yanmaz cevap verirken...
Kaç hafta oldu ki gideli?
Yada kaç hafta benimleydin?
Kaç gün?
Saydım, tam tamına 2 iğrenç cumartesi ve pazarım oldu...
En çok o zaman anladım yokluğunu...
2 haftadır bir türlü sevemediğim salatayı , tavukla lezzetlendirdiğim o nefis gıdayı yemediğimi fark ettim...
Ki salt salataya düşmanlığım hala devam ediyor...
Saçıma jöle sürdükten sonra ''dur şöyle daha iyi'' bilmişliğine tarağı da ortak etmeyeli...
O rahatsız koltukta sarılıp bakışmayalı …
***
Ne çok gülerdim...
''Sen gittin kokun kaldı'' ve buna benzer cümleler içeren şiirlere, yazılara...
Doğruymuş...
Bir koku varmış...
Yolda giderken...
Araba kullanırken...
Televizyon izlerken...
Kitap okurken ve gece uyumazken...
Hatta bu yazıyı yazarken bile hissettiğim bi koku varmış...
İlla ki o koku...
Sana dair...
Biraz tuzlu... Biraz ağır...
Yok olmuyor...
Anlatamıyorum...
Keşke ifade edebilsem...
Keşke...
Bir gün unutacağım o kokuyu, tam da buraya yazabilsem...
Arşivimden çıkartıp yazdığımı okurken belki o kokuyu anımsarım diye bu çaba...
Gözyaşı gibi...
O ilk damlasının sıcaklığını hissedilebildiği, gerisinin biönemi kalmayan gözyaşı gibi...
Dudakların arasına kadar inen, sonra nereye gittiği belli olmayan gözyaşı gibi...
Bütün gözyaşları aynı mı kokar?
Biraz tuzlu... Biraz ağır...
Ya da ben ağlayınca sen mi kokuyorum?
***
Bu 2 haftada maça da gidiyorum.
Beşiktaş maçına…
Kitlesel galeyana gelip sevimsiz cümleler kuruyoyorum.
Yalnız olsam yapmam bunları.
Bir kart, hatalı pas neden sinirlendirsin ki beni?
Ve en çok şu bağırışı seviyorum.
“Beşiktaş Sen Bizim her şeyimizsin”.
Öyle ya…
Sen hiç aklıma gelmiyorsan maçta, unutuyorsam olanı biteni.
Kırılanı döküleni yarım kalanı…
O zaman “Beşiktaş benim her şeyim”
***
En çok İstanbul’u düşlemiştim sende..
Bi gün olması için yalvaracak kadar düşlemiştim.
Tam da benim mevsimimde.
İşte o mevsim: kış..
Beyoğlu’na kar yağacaktı.
İstiklal'den Tünel'e doğru yaklaştıkça sessizleşen Beyoğlu’na.
İstiklal'de Vitrinler ışıl ışıldı, insanların yine acelesi vardı.
Ya dolmuş kalkmak üzereydi.
Ya hava soğukluğunu bar sıcaklığıyla örtbas etme zamanı geçiyordu.
Ya sinemada film başlayalı beş dakika olmuş, biraz koşulsa yetişilebilirdi
Ya da sevdicek İstanbul’da buluşacağın mekana gelmeni bekliyordu, onun mahcubiyetinden mütevellitti bu telaşlı adımlar.
Beyoğlu’na kar yağacaktı.
Benim tek bir sokağını bile bilmediğim, kanıma karıştırdığın Beyoğlu’na...
İki kadeh şarap kırmızısı cama yansıyan…
Karşımda sen…
Duvarda asılı tahta kuklanın bi ayağı kırık.
Yine de gülümsüyor ama…
Tam arkanda eski bi film makinası…
Adı bile konulmadık o uzak yerlere gitme umudumuzun köhne masamızı şenlendirmesi…
Olmayacağını bile bile “gidelim buralardan” diyişimin seni korkutması…
Buz tutmuş camlar…
Görünmeyen dışarısı…
***
İstanbul’a kar yağacaktı.
Arka sokaklarının ihmal edildiği ve sensizken bana bu ıssızlığını da gösterdiğin Beyoğlu’na.
Hem de öyle az buz değil haaa..
İri tanelerle yağacaktı kar.
Ayak izlerinin hemencecik kapanacağı süratte.
Ama yağmadı.
Sen artık gelmeyeceksin diye mi?
Bilmem…
***
Seninle gelmek istediğim yerdeyim…
Celtic pub da.
Bir şarap kırmızısı cama yansıyan…
Karşımda boş, yıpranmış bir sandalye
Duvarda asılı tahta kuklanın bi ayağı kırık.
Yine de gülümsüyor ama…
Sandalyenin arkasında o eski film makinesi.
Ve yine o koku
Sana dair…
Biraz tuzlu… Biraz ağır; gözyaşı gibi.
O ilk damlasının sıcaklığının hissedilebildiği gerisinin öneminin kalmadığı gözyaşı gibi.
Dudakların arasına kadar inen, sonra nereye gittiği, nerde, nasıl kuruduğu belli olmayan gözyaşı gibi.
Bütün gözyaşları aynı mı kokar?
Biraz tuzlu..biraz ağır
Ya da ben ağlayınca sen mi kokuyorum?
İstanbul’a kar yağacaktı.
Yağmadı..yağmayacak! olsun.
0 notes
Text
o yağmurlu günü düşündüm,
Bugün hiç görmediğim dostumla buluşacaktım
şakır şakır yağmurla nasıl da yalan olup gitti
montumu çıkarıp üstümden,
gözlerim arkadaşımda,
küçüğüm yuvasında iki büklüm,
günlük güneşlik olsa da,
bırakamazdım ki sizi.
ne doktorum ne lokman hekim,
ne de yeterince yeterli,
kaderin önüne geçemem,
kuş gibi kayıp gittin ellerimden,
sonrası efkar dolu saatler,
türk kahvesini bugün 4 e çıkardım,
neden kaybettik hastayı?
kendini kahveye vermiş, kalbi overclock olmuş sonunda.
biliyor musun?
şimdiden çok soğuk oldu havalar,
senin en büyük düşmanın değil miydi soğuk?
erken geldi bu sene, gitmeni beklemiş gibi,
ama bu gece biraz güzel,
Verandaya çıkıp aya baktım,
o da bana baktı,
kendime bir kahve yaptım
bir de müzik açtım,
en tumturaklısından
o arkadaşım hiç arayıp sormadı,
niye buluşamadık demedi,
hayat gailesinde unuttu beni,
zaten ben de kimseye söylemedim,
koskocamanım çünkü,
nazlanamam ki kimseye,
belki sana yapabilirdim en fazla,
ama sana bile yapmadım.
biliyor musun, çok canımı sıkıyorlar,
sabrımın son sınırlarını zorluyorlar,
şimdilik sıkıyorum yirmi sekiz dişimi,
sadece hayal ediyorum,
rüzgarda dalgalanan bir perde gibi,
sessizce süzülüp gitmediğini...
0 notes
Text
sana adınla seslenmemem lazım, kendimi tutuyorum, kağıt kalem, defterlere yazdığım günlerimde her sayfamı isminle döşüyorum.
bahar şenliklerinde kafayı bulmak gibisin, istanbul gibi, ankara, izmir, manisa, karış karış izinden gözümün gördüğü her yerdesin.
kışın en soğuk günlerinde ısınabilmek için, bir binaya ve doğalgazımız geldi ve şansımız da varsa kaloriferin yanına sıkıştığımız anlar gibisin.
yüksek tavanlar, hangarlar, makineler, atölyeler, hakkında hiçbir şey bilmediğim bir dolu şey gibisin, sana sevgili, sayende uçuyorum.
ben sana gelen farklı renkler, dönüşler, yüzlerce, tüller, allar pullar, simler ve baş döndürücü kokularla bir kahkaha gibi sızıyorum gri dünyana. tahmin edemezsin, seni ne kadar çok seviyorum...
hayali bir uçağın, kanadına oturuyorum, beni hiç kimsenin duyamadığı yerlerde şarkılar söylüyorum, sanırım belki de suya anlatıyorum, seni doğuran suya, var eden, fıskiyelerce...
yere indiğimde tutarsın beni, belimden sıkıca, düşmem asla bir daha, seninle, bunu biliyorum.
0 notes
Text
seni hakkettiğin gibi sevmediğimi, sevsem de bunu gösteremediğimi, yeterince dürüst davranmadığımı, ayrılmanda ve benden uzaklaşmanda bütün payın bana ait olduğunu şu 10 günlük süreçte inan bana çok acı bir şekilde aklıma kazıdım E, senin düşüncen geceleri uyurken bile beynimi terk etmiyor, ilaç içip gece sıçradığım zamanlarda rüyalarım ve tüm gecem senin anılarının beynime çivi gibi saplanmasıyla geçiyor. sana küsebileceğimi sanma, sürekli bir şekilde kendimi suçlayıp duruyorum ben. kendimi asla affedemiyorum, bana dönsen de dönmesen de hayatım boyunca affetmeyecegim, eğer dönersen de tüm hayatımı sana adayacağım. kimseyi senin kadar sevmedim, sevmeyeceğim.
içimde küçük de olsa bir ümitle yeniden beraber olacağımız günün umuduyla yaşıyorum, bazen düşünüyorum umut gerçekten işkenceyi uzatıyor mu diye, dönmeyeceğini düşünüp unutmaya çalışmak mı, yoksa beklemek mi, hangisi benim için daha sağlıklı olur karar veremiyorum, ama ben ömür boyu seni beklemek, unutmamak, senin düşüncenle yaşlanmak istiyorum.
umarım bir gün beni yeniden seversin, umarım sana yazdığım kitabı bitirtmezsin, seni ölene dek seveceğim. Seni Çok özledim…
0 notes
Text
Sen bana git demedin. ben sana tutunamadım. en tuhaf uzak kalışım oldun. ''hoşça kal ! bile değildi son sözüm. mesafeler hep büyüdü.
Dönüş yolunu kaybettim. sen gücendin, ben sustum. o onu dedi. bu bunu dedi. şuydu. buydu.
Ve de..
Ve de bitti.bitti.bitti işte..vedasız, acılı,ağrılı ,üryan bir ayrılık oldu.sen orada kaldın, ben burada
Şimdi de oturmuş yazıyorum..sadece sana değil Burak’a, Ferhat’a, ona, buna, şuna, herkese.
En iyisi de bu, yazmak..
En güzeli de sana yazmak…
Bak telefonunun ekranındayım şu an?
Belki Mutfakta masasının bi köşesinde.
Yada tavşanlı’ya giden otobüs yolculuğunun cam kenarında tekrar okuyacaksın bu yazdığımı?
Ya da eve giderken uğranan bir tekel tezgahında kırmızı şarabını poşete koyulurken de okuyor da olabilirsin.
Yada evideki yatağının baş ucunda…
Peki sen kimsin?
Belki hayali bir sevgilisin başka okuyanlar için
Ama olsun..
Düşlerken sınırsız olmanın mahkumiyeti var mı ki?
Belki ''yazar çocuğun aşk acısı var dur ellemeyelim de yazsın bakalım'' denilecek kadar gerçeksin.
Kime ne?
***
Kara tahtaya tebeşirle yazılmış kelimeleri silmenin güçlüğünü hatırlıyor musun?
Evet silinirdi, ama mutlaka kalırdı izi.
Dikkat edilirse pekala okunabilirdi geride kalan gölge harfler.
Bu silintilerin üzerine yeni tebeşir darbeleri.
Bir daha silmeler.
Ve yine illâ ki tebeşir izleri.
Silik..harf harf..belli belirsiz.
Ben seni silmek istiyorum yar
Bu utanç ile yaşayamayasıya…
Hem de iz kalmamacasına
Bastıra bastıra silgiyi
Ama ne gam..kara tahta hep iz tutuyor
Bazen senden bahsediyor birisi…
Ya da yüzün beliriyor ekranda…
Silgi elimden düşüyor o zaman
Galiba eğilip almak zorundayım, üşenmeden.
**
Senden sonra bahçeyi yemyeşil yaptım.
Arabayı 2 defa temizlettim
Oturduğun yerdeki tüm dokunuşların gitti
Hiçbir parmak izi yok artık o soğuk kütlede.
En ufak sıkıntımda gözlerimi daldırdığım manzara ile aramdaki ön cam daha şeffaf.
Senden sonra pantolonu, tişörtü umursamadan öylece yatmadım..rahatsız oldum. denedim ama olmadı, daraldım..
Senden sonra dışarı çıkarken hep kamp sandalyemi ve şemsiyemi aldım.
İlk defa duş sonrası saçlarım kurumazsa başımın ağrıyabileceği ihtimalini hesaba kattım.
Senden sonra hep t shirt giydim.Malum artık yaz.
Hiç üşümedim senden sonra.
Halbuki söylemiştim, severim üşümeyi
Senden sonra bir defa trafik kazası yaptım.
Bir şey yok endişelenme. Arabanın bagajı vurukdu hepsi bu. ve bildik salık vermeler türedi yine etrafımda belirdi ; ''kaskodan alırsın parasını!..''
Senden sonra hiç yemek yapmadım.
''size bir telefon kadar yakınız. evlere siperişimiz vardır'' kıyağını çeken restoranlardan çoğunlukla medet umdum eve gitmeden.
Üzeri sahtekarca ''afiyet olsun'' larla dolu kolonyalı mendil ambalajlarını buruşturup, mukavemeti düşük kül tablaları yaptım senden sonra..
Senden sonra 1 kez elektrik, telefon, su faturası yatırmak için bankaya gittim.
Yoruldum.
Geberesiye müşterisiyim veznelerin.
Ben senden sonra İBAN numaramı ezberledim.. artık başlı başına bir müessese gibi hareket ediyorum mütemadiyen.
Senden sonra saatimin alarm taciziyle uyanmıyorum artık sabahlara.
Oysa hep aynı satte, hep aynı ürperişle , belli belirsiz rüyalarla uyanışım ve ilâ ki ''bir on dakika daha uyumak'' isteyişim vardı.
Artık rüyamda seni görünce yatak düşman oluyor.
Ben senden sonra bir defada çıkıyorum yataktan.
Senden sonra büromdaki televizyon kumandasının 6 aydır ihtiyaç duyduğu kalem pilleri aldım.
Kitap yazıyorum artık senden sonra.
Müsvedde sayfalar artık pür û pak değil .
Her gün karalıyorum.
Senden sonra kokulu mum aydınlığını satın aldım internetten.
Ayıraç yoksunluğundan ''okunan yer kolay bulunsun'' diye yüzüstü yatırılmış, yarım kalmış “köpekleri seven adam”ı bitirdim senden sonra.
Senden sonra gitmekten keyif aldığım gölpark a gitmedim. o lanet edilerek demlenmiş, küfrederek içtiğim demli çayı küskün bırakmadım bardağında
Senden sonra hiç yağmur yağmadı bu gri kente.
Ama ben hep alıp başımı gitmek istedim neresi olursa.
Ama hep burada kaldım.
Senden sonra ben çok dağıttım.
Galata da gece rakısında bulundum senden sonra..
İstiklal caddesi. galata… yav bu kadar kalabalık mıydı buralar?
Celtic Pub ın ortamı nefis, çalışanlar bu kadar kibar mıydı?
Ben senden sonra artık arabanın anahtarını da üstünden alıyorum.
Sıkı sıkı kilitliyorum.
Senden sonra..
Ben de yoktum aslında.
Ben Senden Sonra Düş Oldum…
2 notes
·
View notes
Text
BİRAZ KEMAN… BİRAZ PİYANO…
İçimde bir ezgi var...
Günler oldu dinliyorum...
Kimse duymuyor...
Ben sadece içimden söyleyebiliyorum...
Bilinsin istemiyorum...
Bir ilkbahar akşamının aldatan sıcaklığını hatırlatıyor bana...
Karanlığı...
Mutlu ayyaşları...
Daracık bir köy yolunu...
Bir yanımızın hep 'sahte' olduğunu...
Yokuşu...
Çözümsüzlüğü...
Çözümsüzlüğe rağmen vazgeçememeyi...
Kati bir gidişi kabullenemeyişi...
Şehrin en tepesinde berbat bir kahveyi paylaşmayı...
Uyanmaya yakın damla damla terleyen tenini seyretmeyi...
Belli belirsiz uyandırmadan okşayabilme sevincini...
Daha ne saysam? ..
Ne desem? ..
Söylenecek her şeyi söyledim sanki...
Yazacak hiç bir O'nlu cümlem kalmadı...
Bitti diyorum bitti...
Düşünme... Hadiiii... Yok... Olmuyor...
***
Gitme diyorum evinin önünden...
Ne değişecek? ..
Apartmanının kapısına bakıp gözlerim dolacak kadar mı zayıfladım ben?
Hayır...
O ezgi...
Dağıtıyor beni...
Bakarken, duyarken, içerken, susarken...
Hep o ezgi...
Biraz keman... Biraz piyano...
Hafif çığlıklar...
İsyan...
Nasıl desem? ..
Diyemem ki...
Diyebilsem...
0 notes
Text
Her şeyi gördüm, anladım.
İnanır mısın geçti filtreden.
Sayende yaptığım yanlış davranışların da farkına vardım, sağ ol.
Yalvarmak,
Yazışırken ağlamak,
Israrcı olmak,
Diretmek...
İnsan soğuyor değil mi ?
Neyin içine düştüm bilmiyorum, karmaşığım.
Ama seni unutması gerek benim.
Seni benden, beni senden kurtarmam gerek.
Sen zaten mutsuzdun,
Benim seni mutsuzluğa hapsetme gibi bir hakkım yok.
Seni mutsuz olduğun için bende mutsuzdum.
İkimiz de mutluluğu hak ediyoruz bence.
Beni çok sev isterdim.
Böyle sev beni, ben olduğum için sev.
Yanlışlarımla doğrularımla sev.
Olmadı işte, olduramadık.
Bundan sonrası için mutlu olacağın bir hayat sürmeni diliyorum.
Ve de tabiki beraber olabileceğin biri ile, benimle olmadı malum...
Güzel hatırla ama tamam mı ?
Geldi geçti bitti ama güzel bir ilkbahar yaşadık de,
İyi biriydi de.
Ben senin hakkını ödeyemem.
Evet senden yana çok acı çektim ben,
Canım çok yandı, çok kan aktı kalbimden seni her gün bir kapının arkasında bırakırken ama sen olmasan daha zor olurdu her şey.
Zor günlerimde hep yanımdaydın…
Her şey için çok teşekkür ederim sana.
Seni bu anlamda asla kötü hatırlamayacağım.
Ama gitme konusundaki başarınla canımı çok yaktın, ne yazık ki...
Sen başardın,
Sıra bende.
Senden uzak durmam gerek.
İnşallah hayallerini gerçekleştirir ve bi gün buradan gidebilirsin.
İnşallah ikimizde istediğimiz yerlere gelebiliriz.
Güzel bir şey yaşadık, acısıyla tatlısıyla...
Ne bakışmamız eksik oldu ne şiirimiz…
Sadece 5 ay sürdü, olsun…ömrümüz bu kadarmış
Bir sabah olsun güneşi doğuramadık seninle.
Olsun, canımız sağ olsun.
Arkandan bir çakmak buldum, senin mi soramıyorum da malum.
Neyse hallederim ben.
Kötü günler için affet, hayatında fazlalık ettim.
Yaşadığım en güzel 5 ay için sana çok teşekkür ederim,
İyi ki vardın.
Kendine çok iyi bak.
Seni çok sevdim,
Beni unut bunu unutma…
0 notes
Text
Kırmızı şarap içince oluyor,
Kırmızı kadınlar görüyorum heryerde,
Utandıklarından mı yoksa,
rujlarından mı bilmiyorum ama dokunsam kanıyorum,
kandırılıyorum belkide…
Öpmeye her daim...
0 notes
Text
Bir şey anlamadan…
Hissetmeden…
Uyanıyorum;Beyaz bir gün…
Yatıyorum; Alacakaranlık...
Sabah olsun diye uyuyorum…
Yatayım diye geceyi bekliyorum…
Dahası yok…
Hep aynı…
Ne istediğimi,ne düşlediğimi,neye küstüğümü ben de bilmiyorum…
Ama artık küstüm…
Hemde fena küstüm…
Beynimin içinde neler var?..
Neden bu kadar yalınım?..
Hiçbir şarkıya eşlik etmiyorum…Niçin?..
Bilemiyorum…
Biraz önce anlık tebessümlerimi de yitirdim…
0 notes
Text
İŞ… GÜÇ… HAYAT GAİLESİ…
Gündüzün sıcağı bitiyor karanlığa doğru... Şehir manzarasının yakıştığı bir çay bahçesindeyim... Ailemle gelirdim hep buraya...
"Aile çay bahçesi" yazdığından kapısında, yalnız gelsem almazlar sanırdım çocukken...
Ve oraya gelen herkes mutlu bir aileydi sanki... Dert yok... Keder yok... Geçim sıkıntısı yok...
En büyük sorun ya geç gelen çay ya da çay gelirken garson sakarlığı katkılı, çay tabağı kenarına iliştirilmiş küp şekerlerinin, firar eden birkaç damla çayla erimesiydi...
Ha bir de " bunun soğuğu yok mu" , "dolaptan olmasın boğazım ağrıyor" da vardı sıkça...
Bu çay bahçesine gelenlerin başka sorunu olamazdı çocukluk düşümde...
Çocuklar uyurdu bir süre sonra bu çay bahçesinde... Baba bilmişliğinde, ana duyarsızlığında masa üzerine kalın olduğuna kanaat getirilen bir masa örtüsü ya da battaniye serilir çocuk uyutulur, sohbet devam ederdi...
O çocukların uykusunu az kıskanmadım...
Nasıl da güzeldir tepende yıldızlara bakarken dalıp gitmek... Etrafta çay kaşığı sesleri... Anlamsız kahkahalar... Belli belirsiz ışıklar... Ilık rüzgar...
Üniversiteden bir arkadaşım gelecekti… Kütahya'ya uzman olarak işe başlayışını iki bardak çayla kutlayacaktık…
Dünyanın en fakir kutlaması bu olacaktı: iki bardak çay ve biz...
Tabii garson çayları getirirken, yine şekerleri eritip bu sıradan şöleni daha da dramatik hale getirmezse!!
Geldi... Konuştuk... Tavla oynadık.. Yenildim...
Bir ara "Neyin var? " dedi...
"Yok bir şey, neden, ne oldu" diyerek suçüstü yakalanmışım gibi çıkıştım...
Gözün, dedi... Gözün seğiriyor... Hem de çok sık.. Sol ayağın titriyor parkinson hastaları gibi... Sol kolunda, kan dolaşırken garip bir dolaşım belirgenliği var dedi... " Kime göre sol?" pişkinliğiyle geçiştirmeye çalışırken, " O'na göre sol" olan, titreyen bacağımı tuttu... " Buraya göre sol" deyip, tüm kapıları kapattı...
Çalıştığı hastaneye gidip kontrol olmazsam arkadaşlığımızı bitirecekmiş...
Abarttıkça abarttı... Ah bu doktorlar... Kendimi kobay fare gibi hissediyordum... Ve labirentim arkadaşımdı...
Kütahya şehir hastanesinin ne denli modern olduğunu ispat etmek istercesine gezdirdi beni şöyle bir... Ağzıma verilmiş şekerdi bu... Güya ortama alıştırıyor... Beni nöroloji servisinden bir uzmana gösterdiler... Kan dahil almadıkları sıvı kalmadı.. Neymiş, tahlilmiş...
Offfffffffff...
Pazartesi sonuçlar : Sinir uçlarımda problem çıktı... İltihap mı, ne öyle bir şey varmış sinir uçlarımda... Sinirliyim, normal bence...
Ama vücudumun sadece sol tarafı yenik düştü, bilemem.. Oysa bütünüyle sinir doluyum... Sağ yanım daha tevekkül içinde demek...
Sol yanım acılı...
Edepsiz...
Yüzsüz...
*
Anlamadım...
B6 vitamin kompleksi içmem gerekiyormuş bolca...
Ve bazı besinler falan işte... Uzmanla sohbet, kelam derken...
"N' oldu?" dedi... " Neden bu kadar stres?"
İş, güç, hayat gailesi deyiverdim bir çırpıda...
İnandırıcı bulmadı...
Ayağa kalktı...
Eylem varmış, sekreteri yoktu.
Kapıya yöneldi...
Odasının kapısının kapalı olup olmadığını kontrol etti... Oturdu koltuğuna tekrar...
"Gitti mi?.." dedi...
Anlamazlıktan gelmedim... Sustum... Bir daha sordu...
"Gitti mi?..."
İteleye iteleye "Gitti..." yi çıkardım ağzımdan... İkimiz de biliyorduk gizli öznenin kim olduğunu... Gidenin kim olduğunu...
54 yaşında bir doktor var karşımda.. Babacan bir adam...
Bana kendi gidenini anlattı.. .Kavuşamadığını...
Karısı, çocukları olduğunu, 20 yıldan fazla bir gün bile aşk duymadığı kadınla bir ömür geçirdiğini... Gideni bir an olsun düşünmeden edemediğini anlattı... "Buna da şükür" mü dedirtmek istiyordu bana... "Bak sen hiç değilse, bir yere kadar aşkını yaşayabilmişisin" daha yeğlenmesi miydi?...
Bana ne doktor...
Bana ne senin acı öykünden...
Ben senin gibi olmayacağım, lanet olsun...
Hep zaten biz mahvettik aşkı...
Sırf üreme kaygısıyla, çoluk çocuğa karışma bencilliğiyle ömürlerinize yazık etmedik mi?...
Her gece başınızı yastığa koyduğunuz adamlar, kadınlar bu yüzden yabancı değil mi?...
"Ben seni sevmiyorum... Sen de beni.. Ama ürememiz lazım soyumuzun devamı için, evlenelim..."
Üretelim: Aşksızlığı, soğukluğu, yabancılığı, huysuzluğu, sevimsizliği...
Daha?..Daha?..Daha?..
Yetmez, bir de tüm bunların yanında, birkaç çocuk ekleyelim..
Biz mutlu değilken, onların mutlu olmasını bekleyelim...
Öyle mi doktor?...
Yapma doktor... Yapma...
Bir çırpıda söyleyebilirdim bunları... Ama doktorla aynı durumdaydım ve fakat doktor benden beterdi... Dinledim...
Birisi konuşurken bütün iş dinleyendeydi... Birisi dinlenirken bütün iş konuşandaydı... Birisi susarken bütün iş susandaydı...
Ben susuyordum, dinliyordum... Doktor öyküsünü attı bi kenara... Tekrar bana döndü...
"Böyle devam edersen, kalıcı rahatsızlıkların olur" dedi...
Anladım ne demek istediğini.. Fakat teyit ettirmek istedim...
"Ne gibi?.."
"Mesela, felç," dedi...
Yaptığım aptallıktan sonra aşkın boynuna geçirilmiş güzel bir madalya olur muydu bu?...
Doktor unut, dedi… Sil kafandan… Düşünme bir süre... Ata bin... Yüz... Yeni hobiler edin.. Zor bir meşgale bul kendine, dedi... Heykel yapmayı dene mesela, dedi...
Böyle manyakça bir şey olur mu ?... Şöyle içten içe konuşmaz mı insan?...
- Ben hiç heykel yapmıyordum, hiç alakam yoktu heykelle, ne için heykelle meşgulüm ben?
- Unutmak için?...
- Kimi?...
- O'nu!!
Sonra reçeteye yazdığım ilaçları al, dedi... İyi gelecek... İlaçların hepsi B6 vitamini...
6 adet B vitamininin bir araya gelip, tek drajede toplanarak bu drama iyi geleceğine hiç ihtimal vermedim... İçeceğim ama yine de... Sinir uçlarımın iltihabı için... Her içişimde, bunlar mı bana O'nu unutturacak diye küçümseyeceğim drajeleri...
Hayır, işin bok tarafı Ferhat aşkı için dağları delmiş...
Mecnun'un yaptığı malum...
Eee ben, ne derim ele güne?...
- Sinir uçlarım iltihaplandı...
- Ne için?
- Aşk...
- Ne yaptın peki aşk için?...
- Draje alacağım...
- Geçmiş olsun..
Eee..?...
Birazdan ilk vitaminimi alacağım...
Sol yanım garipleşti...
Sağ yanım aynı...
Tevekkül içinde…
0 notes
Text
Başın döner…
Gözlerin kararır…
Ve bilincini yitirirsin….
Sonrası sonsuz karanlık….
İşler bir kere kötüye gitmeye başladı mı durduramazsın.
Ardı arkası kesilmez, dibe battıkça batarsın.
Bi noktadan sonra her şeyin normale dönmesi için değilde, işlerin bundan daha kötüye gitmemesi için dua edersin.
Bi çare, bi çıkış yolu ararsın kendine.
Ama tüm bu aramalar boşunadır.
Ne sesini duyan biri vardır etrafında, ne de çaresizliğini gören.
Tek başınasındır bu hayatta.
Aldığın hiçbir karar tatmin etmez, seçtiğin tüm yollar çıkmaz sokaklara götürür seni.
Hikayenin bittiğini düşünürsün, sonra nefes aldığını fark edersin.
Ve aldığın her nefes, seni hayatta tutacak olan bir umuda dönüşür.
Her kaybedişte yeniden başlarsın.
Daha da güçlenerek başlarsın.
Ve daha da hızlanarak dibe batarsın.
En dibe batarsın.
Başın döner…
Gözlerin kararır…
Ve bilincini yitirirsin.
Sonrası, sonrası sonsuz karanlık….
0 notes
Text
Hayat detaylarla dolu, ne de güzel bir şölendi...
Hep böyle sürecekti sanki...
Bitmeyecekti,kalabalıktı,renkliydi,heyecan vardı...
Pazartesi sabah kahvesi…
Salı öğlen uykusu…
Perşembe bahçe telaşesi…
Bazen önüm şehir manzarası...
Bazen sadece gülüşün...
Yağmurlu havada yanımdaysan camda buğu...
Aşk vardı... Sen vardın... Bitti...
Şimdi sadece sabah ve gece oluyor...
Bir aydınlık... Bir karanlık...
Bir karanlık... Bir aydınlık...
O kadar...
Dün de, bugün de, yarın da aynı...
Çarşamba ya da Perşembe...
Sali veya Cuma...
Ne değişir?.
0 notes
Text
Öyle bir yerdeyim ki…
Ne için yaşadığımı unuttum bugün…
Helak olan dünyada, Âd Kavminin yaşayan son üyesi gibiyim…
Sular altında kalmış dünyadaki cennetim…
Ve Nuh…
Gemisini yüzdüreli On gün kadar olmuş…
0 notes
Text
Yaz geldi diyor takvim.
Benim o kadar yok vaktim .
Kimseye inandıramaz tenimi .
Haziranda bu yağmur ayıp.
Koca bir mevsim kayıp .
Eşi dostu arayıp siz de ıslakmısınız
diye soruyorum kuru bir cavap alamıyorum.
Doğduğumdan beri ne zaman yağmur yağsa.
Sırtımı dönmeden, çocuk gözlerim hem camda.
Penceremden görünen insanlar iyiydiler.
Nereden çıktı şimdi bu toplu iğneler .
Hepimiz yaptığımızı birbirimize bıkmadan anlatıyoruz.
Aferin bekliyoruz alıyoruz veriyoruz yetinemiyoruz.
Bulduğumuz övgüyle geçinemiyoruz.
Birbirimizi gerçekten sevmiyoruz.
Çoğu zaman yalandan sarılıyoruz.
Dostluğu aileyi tarihi gündemi
dizilerden öğreniyoruz.
Siz behlüle biz böyle komple bihtere bayılıyoruz.
Can ciğer sohbetlerde bile
ilk kalkanın arkasından fena konuşuyoruz.
Eline sağlık dileklerinin bile içi boşaldı
ve bu çok erken oldu.
Kötülük artık çok sıradandı.
Abla demeyin kardeşim o eskiden adamdı.
Yazlarda böyle bozuldu işte.
Sadece anlamak yeteneğim ,
Bu hayatın ustası değilim.
Hepsini birden değiştiremezdim.
İki saatini kurtardım yazmaya geldim.
Ben bir sihirbazım ama
Önce kendimi kaybettim
0 notes
Text
Bu kaçıncı suskun günüm artık saymıyorum...
Geçecek mi?..
Belki...
Sen hiç saymadığım günerde telefonun diğer ucunda olmadın...
Telefonunun ekran ışığının açilmasinin mesulü olduğum hicbir aramam olmadı, doğal olarak sesinle son bulmadi... Hiç içinden geçmedi yeşil şekli yukarı kaydırmak...
Sonrasi hep büyüdü...
Günlük kosusturmalar, ses(n)siz yolculuklar ve illa hüngür hüngür uykular...
***
Sen saymadığım günlerde telefonun diğer ucunda hiç olmadın...
“Bişi Söylicem sana" ya karşılik gelmedi adım...
8 farklı sayiyi 11 kez sıralayıp sana şu ulaşilabilirim elbet...
Ama...
Açmazsın nasıl olsa...
0 notes
Text
Daha çok küserdik sanıyordum…
Her küsmenin ardında barış vardı ne de olsa…
Ve barış şık duruyordu üstümüzde…
Ama biz kirletiyorduk çok geçmeden, çamura yatarak hem de…
Ben küserdim…
Sen küserdin…
Kimsenin araya girmesine gerek kalmadan çocukça bir bahane yeterdi barışmamıza…
Kısa bir dargınlığın orta yerine durup dururken düşen “özledim…” kısa mesajı bile, uzun bir ateşkesti bizim için…
Olmazdı ki olmazdı…
Biz ayrılamazdık…
Ayrı ayrı yapamazdık…
O yüzden dikkat etmedim hayatın son kez ikimize sunduklarına…
Bilseydim son uykumuz olduğunu, bir an için bile kımıldamazdım…
Evin kapısında sadece “güle güle” dökülmezdi ağzımdan…
Yorgundum…
Ve yorgunum hala içerisinden sadece tır gürültüsü geçen ama, zamanın geçmediği gecelerde…
Bahçede kimseye görünmeden son bakışma girişimimizmiş meğer…
“Neden bu kadar çok bakıyorsun ”ların tükeniyormuş…
Hayatımın en güzel günleri bitiyormuş…
Oooof!..
Yaşanılan her son gözümün önünde doluyor…
Tuzlu suya bastırıyorum anıları bir iki gündür…
Eskişehir de son kahvaltımızmış at çiftliğinde rüzgarım srarlı nezaretindeki…
Ilık bir ilkbahar akşamını son kez solumak da keyifliydi seninle…
***
Dursaydık, durdursaydık olanı biteni…
Kırılanı, döküleni…
Bitmeyen sebepsiz çekişmeleri…
Geldi…
Kırıldı…
Döküldü…
Gittik!..
**
Yine de heyecan verici seni sevmek…
Dokunmak senin dokunduğun ne varsa…
Koltuğun hep oturduğun yerine oturmak mesela…
Yan koltuğun bir santimetrekaresine bile dokunduğun için şanslı hissetmek ya da…
Saçının bir teline bile zarar gelsin istemem fakat…
Arabama saklanan , birden çıkan ve beni dağıtan, dökülmüş saç telinin üstüne bıraktım avuntularımı…
Her şey bitiyor sana dair…
Tek tek…
Azar azar…
Trendyol’dan aldığımız parfüm misal…
Ve en kötüsü; temas ettiğin, aldığın ne varsa mana yükleyip, duygusal bir bağ oluşturuyorum aramda…
Yoksa kırmızı şişedeki parfüm niye ağlatsın xxxxxx…
Yo hayır, “xxxxxxx” değilsin artık…
Telefon defterimde ‘xxxxxxx” i tam adınla değiştirdim önce…
Sabah E olarak değiştirdim…
Kolay olmadı lakin “kaydı tamamen değiştirmek istediğinize” emin misiniz” sorusuna “Onayla” tuşuyla onay vermek…
Tamamen değil ama bir kısmı değişse…
Değişmez ki!..
Değişimce her şey geçecekmiş gibi geliyor…
Hep böyle midir?..
Yani her ayrılık halinde…
Mutlak bir öfkeyle, dahası ısıran, acıtan bir yalnızlıkla…
Aşkım’lar, canım’lar, birtanem’ler bir harfe mi dönüşür ilk çaresizlikte...
Sahi ben ne oldum senin telefon defterinde?..
***
Alışık olduğum bir hal bu…
Ben gitmeyi bilemem, kusura bakma ne olur…
Bir otel odasından bile ayrılmayı yüzüme gözüme bulaştırırım…
Ya saatimi unuturum ya diş fırçamı…
Ben gitmeyi beceremem
Daha çok küserdik sanıyordum…
Fakat barış dar geldi küslüğümüze...
1 note
·
View note
Text
0 notes