#anakronizm
Explore tagged Tumblr posts
Text
Tarihsel Değerlendirmelerde Bir Hata: Anakronizm ve Vigizm Kavramları
Olay ve olgular hakkında birçok yorum, durum değerlendirmesi, analizi yapılır hatta muhtemel olasılıklar üzerinden konuşulur. Özellikle uzmanlar tarafından, tarihte dönüm noktası olmuş bu tür olayların sürekli gündeme getirilmesi ve ellerindeki bulgulara ve kendi bakış açılarına göre yorumlanması, değerlendirilmesi normaldir. Fakat herkesin bu değerlendirmeleri yaparken dikkat etmesi gereken iki kavram vardır. Bu kavramlar vigizm ve anakronizm'dir.
Anakronizm, tarihteki olay ve olguları değerlendirirken bu olayların gerçek zaman ve mekanlarından kopartılıp bazı sapmalarla farklı bir çerçevede değerlendirilip yorumlanmasıdır. Bu durum bizi tarihsel bir yanılgıya düşürecektir. Kısacası Anakronizm, zamanda sıçrama yaparak tarihsel yanılgılara sebep olur. Bu sıçrama rasyonel şeylere dayandığı gibi değer yargılarına da dayanabilir...
Sinemada, edebiyatta seyirci ve okuyucuyu şaşırtmak, eserlere gizem katmak için kullanılsa da tarihsel tartışma ve değerlendirmelerde anakronizme düşmek bir hatadır. Bu hataya bir örnek verecek olursak; 'Sokrates'in mahkemesinde giyotinle idam edilmesi bile gündeme gelmişti.' Bu cümle bir anakronizm örneğidir çünkü malumunuz giyotin Antik Yunan döneminde değil bundan neredeyse 2000 yıl sonra 1792'de Fransız Devrimi sürecinde icat edilmiştir.
Vigizm kavramı ise tarihi bir olayı ele alırken onun bilinen sonucunun etkisi altında kalınmasını ve o olayın günümüzün şartlarına göre değerlendirilmesini anlatır. Yine Fransız Devrimi'nden örnek verecek olursak; devrimin neden olduğu sonucu hepimiz biliriz, bu süreci yorumlarken XVI.Louis'nin idam edildiğini bildiğimiz için onun yönetimini ve öncesinde aldığı kararları bu sonuca paralel yorumlamamız bir vigizm örneğidir. Vigizm'e düşmemek için tarihsel gerçekliklerden ve ele alınan dönemin şartları, teknolojisi, değer yargıları ve gereksinimlerinden kopmamak gerekir.
#vigizm#anakronizm#fransız devrimi#fransa#sokrates#sokratesin ölümü#bilim tarihi#felsefe#felsefe bilim#antik yunan
15 notes
·
View notes
Text
The Battle of Alexander at Issus, Albrecht Altdorfer (1529)
Bir dönemin tarihsel epik sineması:
"Büyük İskender, Pers saflarında 100.000 piyade ve 10.000'den fazla süvariyi öldürdükten sonra isminin sonuncusu olan Darius'u yenmişti. Kral Darius 1.000 den fazla olmayan atlı birlikleriyle kaçmayı başarmışken, annesi, karısı ve çocukları esir alınmıştı."
İlginç şekilde günümüzün çoğu tarihe dayalı epik yapımı gibi burada da bolca anakronizm, zamanın ideolojisine göre çeşitli yansıtma ve çarpıtmalar ve hikayeyi daha güçlü anlatabilmek için gerçeklikten tavizler verilmiştir (örneğin Hatay'da geçen bu savaşta, gördüğümüz koca ada Kıbrıs ve ardında gördüğümüz devam eden toprak parçası ise Mısır'dır, sol üst köşede dikey görünen yapı ise Irak'ta bulunan Babil Kulesidir, ressam Büyük İskender'in geleceğine dair mesajlardan Darius'a dair bakışımızı şekillendirmek adına coğrafi gerçekliği kasten bozmuştur). Tek bir karede bu epik savaşın geçmişi, şimdisi ve geleceği bize destansı bir şekilde sunulmaktadır.
20 notes
·
View notes
Text
Anakronizm
Meydana geliş tarihi kesin olarak bilinen bir olayı, yaşadığı zaman belli olan bir kişiyi, değişik bir tarihte geçmiş yahut yaşamış göstermeye dayanır. Anakronizm bilgi eksikliğinden, yeterince araştırma yapmamaktan kaynaklandığı gibi belli bir amaç için de kullanılabilir.
0 notes
Text
Kral Lear ve Prenses Cordelia
Oyun 1608′de ‘Kral Lear’ın gerçek tarihi’ adıyla basılmış ve 412 yıldır da yeryüzünün pek çok yerinde sayısız kere Kral Lear olarak oynanmış da olsa, güzel Cordelia’sı ile bir başlıkta yazmak istedim ben. İngilizce aslından çevirisi ile İş Bankası Kültür yay. baskısında, oyunun folio ve quarto olarak basılmış iki farklı versiyonunda olan olmayan, çıkarılan, farklı aktarılan parçalar dipnotlarla paylaşılıyor. Hiç üşenmeden bakarım demek de bir seçenek, ahengi bölmek istemem demek de. Ama bu sayede bazı tiradların, tragedyanın geçtiği dönemi değil, Shakespeare’in yaşadığı dönemde (ve hala) mevcut kötülükleri anlattığını, dönemin insanlarını kızdırmamak için savaş sahnelerinde eklediği cümleleri öğrenmiş oluyorsunuz -ki bu harika-
İnsanlık tarihinde yazılmış en ölümsüz eserlerden biri olduğunu ve bu anlamda da Shakespeare’in ister meçhul ister malum varlığının ardında, tanrısal bir ışık olabileceğinin epey büyük bir ihtimal olduğunu da söylemek istiyorum. Daha önce kaç bin kere söylenmiş olabileceği umrumda değil.
Süslü kelimeler kokuşmuşluğu ele vermeden evvel ona kanan her ademoğlu böyle güzel deliremez Lear. Ve tam o anda içindeki kasırgayı tabiatla kavuşturup da kuru yaprakların, tekdüze satırların arasından hissettiremez yüzümüzü kesen soğuk geceyi..
...Uğuldayın rüzgarlar, uğuldayın!
Çatlayıncaya kadar şişirin yanaklarınızı! Kudurun! Uçurun dünyayı!
Seller, kasırgalar, tepemize boşanın,sulara gömün kuleleri rüzgarhorozlarına kadar!
Düşünce hızıyla çakıp sönen kükürtlü alevler, bir vuruşta meşeleri ikiye bölen yıldırımın öncüleri,
şu ak saçlı başımı alazlayın! Ve siz, ey evreni sarsan gök gürültüleri, yamyassı edin şu semiz dünyayı o korkunç kükremenizle
paramparça edin doğanın insan döken kalıplarını,
yok edin hemen nankör insan üreten tohumlarını!
#william shakespeare#shakespeare#king lear#kinglear#kral lear#krallear#işbankasıyayınları#cordelia#anakronizm
0 notes
Quote
Mutlak olarak mantıklı olan ve bir miktar tutarsızlık, anakronizm veya saçmalık içermeyen hiçbir rüya yoktur.
1 note
·
View note
Text
ulan zaten titanik filminde gercek olayda yasananlarin birebir aynisi anlatilmiyor ki anakronizm her filmde olabilecek bir seydir bunda bu kadar derin anlamlar aramaya ne gerek var
Bir Titanik hayranı, bu zamana kadar filme olan bakış açımızı değiştirebilecek bir teori ortaya attı. Ona göre Jack, aslında bir "zaman yolcusuydu". Titanik'te bulunmasının tek sebebiyse Rose'u intihar etmekten kurtarıp, olayları tamamen değiştirmekti. "Saçma gelebilir ama bir düşünsenize... Eğer Rose gemiden atlasaydı, gemi onu aramak için durmak zorunda kalacaktı..." diyor. Jack'in Rose'la bu kadar çok vakit geçirmesinin sebebini de buna bağlıyor: Hayatta olduğundan emin olmak için. Varan 1: Jack'in o zamanlarda geçerli olan bir parası yok, bu yüzden bilet alabilmek için kumar oynamak zorunda kalıyor. Varan 2: Wissota Gölü'nde balık tutmaktan bahsediyor. Ama Wissota Gölü, 1917'de yapılmış yapay bir göl. Yani Titanik battıktan 5 sene sonra.Varan 3: Saç kesimi ve sırt çantası o döneme kesinlikle uygun değil. 1930'larda popüler olmaya başlayan şeyler.Varan 4: Rose'a, onu Santa Monica İskelesi'nde roller coaster'a bindireceğini söylüyor. Tabii 1916 yılında, Titanik battıktan 4 yıl sonra inşa edildiğini gözardı edersek...
Sonuç: Jack bir zaman yolcusu.
36K notes
·
View notes
Link
Tarihle bir randevumuz var ve bugün XXI. yüzyılda Filistin'in “İsrail” denen sömürge boyunduruğuna ve anakronizme karşı kurtuluşudur. Filistin'in kurtuluşu, yani sömürgeci “İsrail” rejiminin sonu, ister emperyalizm yanlısı Arap diktatörlükleri, isterse anti-emperyalist Arap diktatörlükleri olsun, Arap diktatörlüklerinin çöküşüdür.
0 notes
Link
WhatsApp’ın geç kalınmış özelliği sonunda yolda Sonunda WhatsApp mesajlarına…
0 notes
Text
anakronizm
anakronizm ne demek!
⏬ ⏬ ⏬ ⏬ ⏬ ⏬
anakronizm ne demek!
anakronizm anlamı nedir? Kelime Bulmaca
0 notes
Text
Anakronizm.
Her hangi bir olay yada varlığın, kendi zaman diliminden sapması, kronolojik açıdan kendisine uyumsuz olması. Zaman bozumu.
37 notes
·
View notes
Text
Osmanlılar ile Türklerin İlişkisi: Anakronizme Düşmeden, Osmanlı'da Türk Kimliği Sorusu Cevaplanabilir mi?
Osmanlılar ile Türklerin İlişkisi: Anakronizme Düşmeden, Osmanlı’da Türk Kimliği Sorusu Cevaplanabilir mi?
Osmanlılar ve Türklerin ilişkileri üzerine tartışmalar, bu meyanda Osmanlıların Türk olup olmadığı sorusu, literatürde geniş yer kaplamaktadır. (more…)
View On WordPress
0 notes
Text
Toplumsal Cinsiyet Meselesi ve Sosyal Bilimcilerin “Kelle Paçacıları”
İsminde “sosyal bilimler” geçen üniversiteden iki akademisyen (iktidar-devlet arzuhalcileri) LGBTİ’lerin “yasa dışı” ve “terörist” ilan edilebilecekleri politik ve yasal “iklimin” üzerine şevkle konuştular.
Konuşmanın tümünü inceleme fırsatını bulamadım. Fakat sosyal medyada herkesin gördüğü o görüntü üzerine konuşmakta fayda var.
Devlet; nasıl sağlığı koruyorsa; devlet yurttaşlarından sorumluysa; yurttaşın beden sağlığını da inanç sağlığını da korumalı diyorlar. Son derece güzel bir özet yapmışlar.
Türkiye’de yasa dışı ve terörist ilan edilmek yaygın ve sık görülen bir durum. Çoğu liberal-liberter-demokrat gazeteci ve akademisyen bunu iktidarın “güçlü” olmadığı ya da “hegemonik” olmadığına yoruyor. Herkese ve her şeye saldıran “güçten düşmüş” “rızaya dayanmayan” vakti daralan bir iktidar portresi çiziliyor her gün. ( özellikle medyascope yayınları bunun açık örneği ) Oysa yasal-ussal otoritenin; yerleşik düzen güçleri ve kurumları ile yaygın bir rıza tesis etmesi hükmetme biçimlerinden sadece bir tanesidir. Devlet/rejim tipi tartışmalarında “istisnai devlet” “olağanüstü devlet” olarak adlandırılan dönemlerden birinin içerisine düşmüş olabiliriz, fakat bundan çıkış yolunun; bunun “istisnai” bir durum olduğunu“kalıcı” bir durum olmadığını sürekli tekrarlamak olmadığı son derece açık.
Öte yandan “döngüsel tarih “ anlayışı ve “tarihsel anakronizm” de bu teşhislerin ortaya koyulmasında hayli etkin sebeplerden bir tanesidir.
Tarih anlayışı ve algısı içerisinde; güncel ve öznel konumlanmalar önemlidir. İnsanın/insan toplumlarının “kendisinin dışında bir güç” olduğuna kuvvetle inandığı ve/veya büyük bir gücün hiyerarşik dizgelenmesine ikna edilmeye/ boyun eğdirilmeye çağrıldığı dönemlerde “döngüsel tarih anlayışı” egemendir. Her güç doğar, büyür ve ölür. Bunun dışında devam eden; ulaşılamayan ve kozmolojik evren anlayışı etrafında örülen “büyük tanrı düzenidir”. Döngüsel tarih anlayışları içerisinde; tohumları ve görülerini modern döneme atmış düşünürler ve bunların iç ayrımları da mevcuttur. İnsanı/ burjuva insanı/beyaz adamı egemen ve aktif kılacak bir özne arayışı; sosyal ve doğal olan arasında kurulan ayrım; tin/kültür bilimleri adı altında yeni bir sosyal bilim paradigmasının kurulması; tarih üzerine düşünme biçimlerini de etkilemiştir. Sıçrama ile geriye dönük güçleri kendi içerisinde eritme arasında olan kapitalizm; döngüsel anlayışların yerine ilerlemeci tarih anlayışlarının hakim olması üzerinde kararsız kalmış; emperyalizm döneminde ve faşist dönemde ; döngüsel tarih anlayışına yeni bir bağlamda çark etmiştir. Yorum ve yorumbilim çalışmaları ile; tarihi kurgusal ve spekülatif bir zemine yerleştirilmiştir. İlerleme; toplu ve tek bir odağın hareketi; faşist şefin iradesinde cisimlenerek bir tür geçmişe dönüş halidir. Bu noktadan sonra sosyal bilimler alanında çığ gibi büyüyen ve her sosyal bilimciyi tarih üzerine konuşurken 15-20 kere kullanmak durumunda kaldığı “tabi tarih düz çizgisel bir zeminde ilerlemez/ tarihin bir amacı yoktur/ ereksel tarih anlayışları hatalıdır” cümleleri sık duyulur olmuştur. Oysa tarihini yazma ve tarihi düşünme; tarihi kurgulama; bir özne konumu ile yakından alakalıdır. Tarih her zaman “kısmi” kalmaya; tamamlanmaya ve yeniden yazılmaya; yeniden okunmaya muhtaçtır. Fakat “tarih üzerine” olan bu yoğun politik ve farklılıklara dayalı anlam ve kurgu faaliyeti yeni gelişme ve seyirlere açıktır. Bu durum güncel politik zemin için de böyledir. Güncel politik konumlanma ; birçok gelişme ve sonuca açık bir süreçtir. Bir politik özneyi; döngüsel tarih anlayışı içerisinde “çöküşe doğru gittiğini söylemek” ve “bununla yetinmek”; bir özne olunmadığının açık bir göstergesidir.
Tarihsel anakronizm; Türkiye'de; Türkiye siyasal hayatını inceleyen sol/sol-kemalist/liberal unsurlarca sık sık yapılmakta; AKP sürekli Osmanlı-Türkiye siyasetinin belirli bir dönemeci tahayyül edilerek düşünülmektedir. Fatih Yaşlı, Taner Timur, Deniz Yıldırım ilk sırada sayacağım isimler arasında. Liberaller ise bunu ilk başta tek-parti dönemi analojisini yaparak devam ettirdiler. (Benzer bir anakronizmi hükümet-iktidar da yapmakta ve bunu yaygın kültürel araçla ifade etmeye devam etmektedir. ) Her hükümetin sonu Menderes, Abdülhamid,Demirel vb gibi olacaktır. Her insan da bir gün ölecektir. O zaman bu bir çıkmaza gidiştir. Hükümet güçsüzdür, güçsüz olduğu için böyle saldırgandır. Bu algı özellikle Medyascope ahalisinde ve T24 ahalisinde sıkça yankılanıyor. Babacan ve Davutoğlu'nun çıkışı ile sanki 2011 öncesi güllük gülistanlıkmış gibi ifade ediliyor. İşin daha da ilginç yanı; Erdoğan'ın kişisel tarihi; muhalefetinin de ufkunu kurmuş durumda. Ekrem İmamoğlu'nun “yerel devlet” üzerinde hükmetmeye başlaması ile Erdoğan'ın politik kariyeri arasında kurulan paralellik bunun bir örneğidir. Muhalefetin özne olabildiği tek yer; yani döngüsel tarih anlayışı ile tarihsel anakronizm dışında kalabildiği tek yer; Erdoğan'ın politik kronolojisi ile boy ölçüştüğü yerdir.
Bu düşünme biçimi ile bir yere varılamayacağı açıktır. Politik mücadele; canlı bir mücadeledir ve birçok gelişme burada tayin olur. Uzlaşmalar ve karar anları; yeni kırılmalara açıktır. Dolayısıyla her bir başlık ve gelişme; “ha çöktü çökecekler” “bir el atmadıkları burası kalmıştı” diyerek geçiştirilemez. Hükümetin olumlu yanı; bizi derine kazmaya; daha geniş ve daha engin düşünmeye teşvik etmesi. Sayelerinde; “kamusal” olarak olmasa da birçok “proleter kamusal alanda” birçok meseleyi kouşabiliyoruz. Fakat konuşma biçimi; özne olmaya dönük olacaksa; daha ileriye dönük bir toplumu ve yaşamı konuşacaksak; daha derine kazmak durumundayız. Bu çatışan tarih tasavvurlarını, çatışan güncel talep ve konumlanmaları da depreştirecektir. Huzuru kaçanlar, tartışmadan bıkanlar, tartışmadan “geçmişin güzel ve farklılıkların olmadığı örtüsünün altına kaçanlar” sağın ve faşizmin egemenliğine doğru kaçarlar. Hobbes'un dediği gibi “insanın dili bir isyan ve savaş borusudur”. Kendi koromuzu oluşturmazsak; tek bir şefin düdüğü öter.
LGBTİ meselesini; sadece LGBTİ'lere ait bir mesele olarak göremeyiz. Toplumsal cinsiyet başlığı üzerinden bu tartışmayı derinleştirmemiz gerekir. Cinsiyet ve cinsellik; toplum bilimleri ve siyasal düşüncelerin “örtü altında “ bıraktığı meselelerden birisiydi. Psikanalitik kurama ait; feminist kurama ait; sofistike meselelerin konuşulduğu bir alan olarak görülüyordu ve bu alan “ entellerin elinde” olarak görülüyordu. Cinsiyet; düşünme ve ifade edilme biçimleriyle, oluşturulma ve eylem olarak ortaya konma biçimleriyle toplumsal ve politik bir meseledir. Bir insana/canlıya duyduğunuz aşk, bunun ifade biçimleri/bunu örtme/bunu bastırma biçimleri de toplumsal ve politik meseledir. İnsanın benliği ve varlığının dışında; bedenini mülkiyetçi bir zeminde kurgulaması; kendisini çoğaltmanın ve üremesini gizli/kutsal sayması bunun örneği olabilir. Yine sevgili M.Oruçoğlu'nun “Çıplak ve Özgür” kitabında “ burnun açıkta kalsa utanmazsın, burnunu gizlemeye çalışmazsın fakat “o arkadaş” kıyafetlerinin en altında günyüzü görmüyor” yollu ifadeleri de bunun bir örneğidir. En çok gizlediğimiz, üzerine en çok uluorta konuşmadığımız şey en fazla politize edilmesi gereken şeydir. Denilebilir ki; cinselliği bastırma bir kültürdür. Bunun politika ile ne ilgisi olabilir. Değişmez-derin-sabit-yığınsal bir kültür tasviri yine “döngüsel tarih anlayışı” gibidir. İnsanın eyleminin dışında ve içerisinde birikerek büyüyen ve devasalaşan bir karaltı gibidir kültür. Oysa kültürün; canlı, değişen ve direngen yanları/tanımları da mevcuttur. Bu kültürü kabul etmemek ve konuşulmayını konuşmak bir politik faaliyet olduğu gibi; konuşulacak ve yapılacaklar listesini çıkarmak da politik bir faaliyettir. Kadın ve erkek arasında kurulan; belirli norm ve efsanelere göre icra edilen; belirli organ ve işlevleri kutsallaştıran ve baskılayan; faaliyetler toplumsal cinsiyet normlarını gündeme getirir. Cinsiyet; toplumsal ve politik süreçlerin içerisinde inşa olur. Cinsiyet meselesini de tamamlanmış ve net bir tanımda ele almak arzusuyla başa çıkılmalıdır. Yine cinsiyetleri ve cinsiyet rejimlerinden sapanların kökeni üzerine yapılacak bir araştırma da yersizdir. Aşkın ve acunsal yaşam enerjisinin ( bilmiyorsanız W.Reich okuyun ) yönü,zamanı ve sınırı yoktur. Dolayısıyla cinsel edim ve arzunun tek bir yolu yoktur. Binbir kipte ve amaçlı-amaçsızlıktadır. Amiyane tabirle konuşayım; eşlerinden/çift oldukları dişiden bıkıp kahvehanede karşısında hemcinsi olduğunu düşündüğü kişiyle göz göze bakışarak eşli pişti oynayan, okey oynayan; maçlara gidip toplu halde sarılıp, sevinen, zıplayan ve birlikte söven; kişiler nasıl erkeğin erkeğe duyduğu sevgiden tiksindi duyarlar anlamak güç. Bir erkeği sevemeyeceğini düşünmek; bir kadını da sevmemek ile eşdeğerdir. Çünkü burada sevgi bir norma indirgenmiştir. Toplumsal cinsiyet rejiminin öngördüğü iki-net-köşeli cinsiyet rejimi bir toplumsal-politik nüfus planlamasıdır. Devlet elini donumuza atıp tombala çekmektedir ve haberimiz yoktur.
Bu yazıyı kışkıtran; en başta belirttiğimiz devlet arzuhalcisi-akademisyenlerin ifadeleriydi. Devletin sağlığı korumakla mükellef olduğunu ifade etmişlerdi. İşte covid-19 sürecinin başından beri gidilen süreç buydu. Kamusal sağlık, sağlıkta reform, devletin sağlıkta adım atması vb. Başlıklar bizi özne olma konumundan geriye atmıştı. Türkü gibi olabilirdik, “sen tabipsin saramazsın yaramı, ben vurgunum yaralıyım elleme, aman tabip canım tabip vay tabip”. Muhlis Akarsu bu türküyü okurken-yakarken; Foucault, Agamben, Freud,Byung Chul Han okumamıştı. Fakat; iktidarın bedenler üzerindeki performatif etkisi, bedenler mimarisi ve beden sağlığı hakkındaki modern iktidar teknikleri hakkında fikri vardı anti-tabip ozanların. Bedeni ve sağlığı hekime-başkasına teslim etmemek. Tamamen “ne kadar doğru bir direniş” diyemem.Modern hekim ve modern hastane de kendisini kabul ettirmek için uzun süre çaba harcadı. Tersinden; işçi sınıfı, göçmenler, halk, kadınlar,eşcinseller de sağlık hakları için uzun süre mücadele ettiler ve ediyorlar. Burada 19.yüzyılın 20.yüzyıla devrettiği “devletçi politik tahayyül” etkili olduğu. 15-16.yüzyıllardan itibaren açıkça yapılan “egemenlik” “devlet egemenlği” hak “hukuk kavramları” kabul olmuş ve görünmez hale gelmiştir. Sonuç olarak “devlet” doğal bir kurum olarak egemen olmuştur. Ve bütün ideolojik akımlar ve politik faaliyet devletçi tahayyül içerisinde erimiştir.( bunu da M.Neoclaus da yazıyor okuyun ) Sağlığı ve güvenliği; devlete bırakan; kendi sağlığını koruyamayan; birbirine ve doğaya karşı ilişkisine dair düzenlemeleri devlete havale eden; devlet dışında bir gelişme ve politik zemin kurgulayamanın hazin sonuçları ortaya çıkmı��tır. Devlet; emperyalizmin neoliberal dönemi içerisinde; sosyal görünen vasıflarından soyunup güvenlik ve piyasaları kontrol açısından şekilendikçe; muhalif aktörler ütopyacı vizyonlarını kaybedip geri çekildikçe; ortada post-truthcular(yalancılar), hacamatçılar cirit atmaktadır. Sağlık alanı da piyasa ve geleneksel anlayışlar arasında erimiştir. Sağlık alanında yapılan “hizmetler” de covid 19 sonrası popülizm olarak ifade edilen, post-faşizmin yükselişine aracılık edecek; sağlıkta da güvenlik devleti uygulamalarına gerekçe üretilecek gibi durmaktadır. Sokağını, caddesini, iş yerini buradaki insan ve canlıları tanımayan bunlara karşı sorumluluk hissetmeyen; kenti ve dünyayı da devletin rejimente ettiği politik birlik tasavvurları üzerinden algılar. Özcesi; bir toplum sağlığını; öz-örgütlenme süreciyle kendisi sağlayabilir. Bütün kademelerde sağlanan örgütlülük ile bu örgütlülüğün insan merkezcil olmaktan çıkıp eko-merkezci bir yaklaşıma ulaşmasıyla yani bugünü değil gelecek kuşakları da düşünen; sadece kendi türünü değil, biyo çeşitliliği de düşünen; yeni formlar ve yeni üretim tekniklerini harekete geçiren eko-sosyalist bir kültür ile toplum sağlığını koruyabilir. Toplum sağlığı sadece “insan sağlığı” olarak düşünülemez; insan-toplumun da dahil olduğu diğer canlı-toplumların sağlığı da esas alınır. Bu süreçte kendi hastanesini, kendi dayanışma ağlarını, kendi haber ve iletişimini sağlamayan; ya da bunları hedeflemeyen politik odaklar “özne “ olamazlar. İktidarın sağlık politikalarını “güvenlikleştirme” üzerinden ilerleyerek düşman gördüğü toplumsal kesimleri “virüsleştirmesine” de karşı koyamazlar. Döngüsel tarih anlayışı ve tarihsel anakronizm yaparak kendi “ölümlerini” beklemeye koyulurlar.
Sonuç olarak; cinsiyet meselesi; politik ve toplumsal bir meseledir. Duygularımız ve duygularımızın yönünün bir rejim içinde tayin edilmesi; “emrediyorum gülün” lafına gülmek gibidir. Toplumu ; güvenlik ve egemenlik-mülkiyet sarkacında kendi iktidarının devamlılığı için üremeye devam ettirmek; hem faşist şefi güçlendirir ve her yatak odasında bir faşist şef doğurur. Sağlıklı olmak; farkına varmaktır. Doğa ve toplumun içerisindeki amaçlı-amaçsız yeşerecek olan farklılıkları söküp atmak; askeri nizam ağaç dikmek gibidir, hepsi aynı boyda ağaçlar. Ağaç sağlıklıdır, kökleri birçok farklı yöne ve eğilime doğru boy verir. İnsan da sağlıklı olacaksa; hayvanlara ( özellikle vahşi hayvanların dışında insana alışan oportünist-liminal hayvan- tabir zoopolis kitabından W.Kymlicka yazmış okuyun ) doğaya, doğayla ilişkilerine ve nefes alışından, sevme biçimine, yediği yemekten, yemek pişirme biçimine, ne yediğine kadar düşünmeli ve harekete geçmelidir. Öbür türlü; eşcinselleri terörist ilan eden sosyal bilimlerin “kelle paçacıları” gibi; sağlığınız için hayvanları sistematik olarak mezbaanelerde kesip afiyetle yiyin diyen “covid 19 kelle paçacıları” ile aynı safta buluşursunuz. Mao ile bitirelim, Mao'yu revize ederek: gökkubbenin altında büyük bir keşmekeş varsa vaziyet mükemmeldir. Ses, itiraz ve canlılık yitmişsse; faşist koro şefinin surunu üflemesini bekleriz sadece.
1 note
·
View note
Text
Eski sevgilimle çıktığı için ondan puan kırdım
Önerme yanlış değil, ama işin içinde, sonuca etki edecek büyüklükte bir anakronizm var.
Dün gece gördüğüm bir rüya esnasında ve sonrasında farkettim ki, rüyalarımızı kurgularken, onların dayandığı arkaplanları da kurguluyoruz. Örneğin çok hoşlandığımız birinin bizimle sevgili olduğunu gördüğümüz gibi, bizimle yıllardır sevgili olduğunu da görebiliyoruz.
0 notes
Text
MEHMET EFE ÇAMAN NEREYE KOŞUYOR VEYA ETYEN MAHÇUPYAN NEREDE?
MertReport Apr 26, 2020
Aslında soruyu şöyle de sorabilirdim.
Siz “iflah olmaz sosyolojik bir kanser” misiniz?
Nerede çıktı şimdi bu demeyin. Mehmet Efe Çaman’ı dinleyin! Mantık şöyle işliyor!!!
Erdoğan rejiminin mağduru musunuz?
-Evet!
-Türkler Ermeniler’e soykırım yaptı mı?
-Hayır?
-Nasıl olur. Siz “iflah olmaz bir sosyolojik kanser” misiniz?
Peşin peşin hiç böyle şey olur mu demeyin! Tr724 yazarı @MehmetEfe_Caman ’a göre tabiiki olur. #Ermeniler’e neler oldu? başlıklı yazısında özetle, Ermeniler’in Anadolu’nun kadim halkı olduğu, Orta Asya’dan gelen Türkler’in Anadolu’yu işgal ettiği, Ermenilerin bir kısmını silah zoruyla Müslüman yaptığı, kalanının ise 1915’te katlettiğini iddia ediyor. İtirazları ise “sosyolojik bir kanser bu!” sözleriyle karşılıyor.
Herkesin “hoşgörüsü” sizin ki kadar geniş olamaz. Yazarınki Vural Savaş hoşgörüsü kadar. Sadece “habis ur” demediği kalıyor. İnanmayan yazıya ve sonrasında yazarın eleştirilere twitter hesabında verdiği tepkilere baksın!
Herkesin “hoşgörüsü” sizin ki kadar geniş olamaz. Yazarınki Vural Savaş hoşgörüsü kadar. Sadece “habis ur” demediği kalıyor. İnanmayan yazıya ve sonrasında yazarın eleştirilere twitter hesabında verdiği tepkilere baksın!
Baştan söyleyeyim. Bu tez baştan sona yanlış. Hani neresini düzelteyim cinsinden. Yazarın bakış açısı sorunlu, tarih bilgisi sınırlı. Bunu Türk tarihine girdiği her konuda belli ediyor. Uygurlarla ilgili yazısında bunu açık etmişti. Yazarın bakış açısıyla baktığınızda dünyada bütün devletler, bulunduğu coğrafyalarda işgalci. Bunun için kavimler göçü haritalarına bakması yeterli.
“Fikir özgürlüğü var, herkes her görüşü paylaşabilir” diyebilirsiniz. Bu da bir görüş. Nitekim birçok sol liberal sol, etnik milliyetçi bu görüşü dile getiriyor. HDP ve Diaspora Ermenileri bunun propagandasını yapıyor. Batılı devletler buna destek veriyor. #Gazeteduvar gibi mecralar aykırı veya farklı görüş ifade edenlerin yazılarını çıkarıp okurdan özür diliyor.
Türkler’in Anadolu’da işgalci olduğu tezini ilk savunan ilk kişi de yazar değil. 18. ve 19 yüzyıl aslında Osmanlı’nın bu teze direniş tarihidir. Birinci dünya savaşının ardından Anadolu’yu işgal edenlerde aynı tezi savunuyordu. Onlarda Türkler’in Anadolu’nun yerli halkı olmadığını, Anadolu’nun Rum ve Ermenilerin vatanı olduğu dolayısıyla tekrar onlara verilmesi gerektiğini söylüyorlardı. Kurtuluş Savaşı bu teze karşı verilmiş bir cevaptır. Bu tezi tarihe gömmüş bir zaferdir. Anti parantez olarak söyleyelim Türk tarih tezi de bu yaklaşıma reaksiyonun eseridir.
Sorun bu tezin birileri tarafından dile getirilmesi değildir.
Sorun bu tezin Tr724 gibi bir mecrada dile getirilmesidir. Bu mecranın Cemaat’in Zaman’dan sonraki yayın organı olmasıdır.
Sorun aynı teze hiç kimsenin itiraz etmemesidir.
Sorun Tehcir vesilesiyle Türklerin Nazilerle eş tutulmasıdır, bir milletin katliamcı olarak sunulmasıdır?
Sorun tarihi acılardan yola çıkarak Türk tarihiyle hesaplaşmaktır. Bunu da ana damarını Anadolu insanının, Türklerin oluşturduğu bir hareketin üzerinden yapmaktır.
Sorun adeta facebook veya twitter bilgisiyle Türk tarihi hakkında ahkam kesmektir.
Sorun bir büyük camiayı, Diaspora Ermenileri ile aynı dili konuşur hale getirmek, paralel bir yerde konumlandırmak, yanlış bilgiyle Hareketi “zehirlemek”tir. Erdoğan rejiminin yaptığı zulmü, oluşturduğu mağduriyetleri istismar ederek Türk tarihi ve İslam’la hesaplaşmaktır.
Sorun itirazları karşı görüşleri “kanser”le eş tutmaktır.
Sorun kendileri herkesi eleştiren bu liberal faşistlerin, eleştiriye tahammül edemeyip herkesi bloklayıp kaçıp gitmeleridir…
azarın yazdıkları, “aydın sorumluluğu” ile izah edilecek, “fikir özgürlüğü” ile tarif edilecek cinsten değildir. Bir aydın, karşı görüşleri farklı fikirleri de ele alır, dünün olaylarını bugünün yaklaşımlarıyla değerlendirmez, “Anakronizm”e düşmez.
Aslında yazarın Türklerle veya Türk tarihiyle ilgili sorunu olduğu da bir gerçek. Hayır, her meseleyi İttihat ve Terakkiye’ye ve onun sözde “Türkçü” politikalarına bağlamasını kastetmiyorum.
Korona virüs salgınından önce, Çin’in Uygurlara yaptığı katliamlara batılı ülkeler tepki gösterince, mesele bir anda dünyada gündem olmuştu. Türk basını da uzun sessizliğini kısmen bozmuş, Doğu Türkistan’daki zulümlerle ilgili haberler vermeye başlamıştı. Tam bu sırada “Uygurlar Türk mü” diye bir yazı yazarak aslında Uygurlar’ın aslında Türk olmadığını iddia ediyordu. Doğu Türkistan ismiyle devlet kurmuş bir ülkenin, Türkçe’nin ilk sözlüğünü yazan Kaşgarlı Mahmut’un doğduğu yerin halkının Türk olmadığını savunuyordu. Çinliler’de böyle düşünüyordu.
Sorun bunu yazması da değil. Cahil cesur olur. Sorun @tr724’te bu teze herhangi bir itiraz gelmemesidir. Hatta o yazıdan sonra dikkatimi çekti. @tr724 'te yayınlanan haberlerde Uygurlar’ın Türklüğü’ne atıf gittikçe azaldı.
Aslında #Mehmet Efe Çaman veya yazdıkları değil. Sorun onun bir prototip olması.
Nedense söz konusu makalenin yazarı hep bana söylediği 9 doğruyu “bir yanlışı” kabul ettirmek için yazıyor gibi geliyor. Sanki Ömer Seyfettin’in hikayesindeki gibi hep bir diyet istiyor. Bakın ben size “zor zamanda” destek veriyorum, siz de benim fikirlerime katılın, benim gibi düşünün. Düşünmeyenler “iflah olmaz sosyolojik bir kanser” olarak görülüyor. Kimsede ona al “diyetini” demiyor.
Hizmet Hareketi bir diaspora hareketi değildir. Erzurumlu bir Hoca’nın, Fethullah Gülen’in toplumlarını attığı Anadolu merkezli bir harekettir. O Erzurumlu Hoca ki hala vatan toprağını yanında taşımaktadır. Şüphesiz ki Ermeni çetelerin Erzurum’da ve Doğu Anadolu’da yaptığı katliamların en yakın tanıkları Ramiz Efendi ve akrabaları olmuştur. Hadi onu bilmiyorsanız Bediüzzaman Said Nursi’nin talebeleriyle Ermeni çetelere karşı yapmış olduğu mücadeleyi hatırlayın. Yazar ve benzerlerin her fırsatta yerin dibine sokmaya çalıştığı Enver Paşa’yı Said Nursi’nin kitaplarında ��ehit olarak andığı ve sitayişle bahsettiğini hatırlayın.
youtube
Devlet bugün bir çetenin elinde oyuncak olmuş durumda. Şüphesiz ki AKP, MHP ve Perinçek ittifakı ülkede büyük zulümler yaptı, yapıyor. Hepsinin canı cehenneme. Ancak Perinçek, vatan dedi diye Vatan’a, MHP Türkçülük yapıyor diye Türk’e, Erdoğan İslamcılık yapıyor diye İslam’a düşman olanlarında canı cehenneme. Dostlukta da düşmanlıkta da “ölçü” olmalı, gidilen yolda izlenecek “ışıklar” bulunmalı. Çünkü Ağustos böcekleriyle yol bulunmaz. Mevcut acılar istismar edilip, kızgınlıklar ve kırgınlıklar kullanılıp, başkalarının tarihsel hesaplaşmalarıyla “son karakol” kökten yıkılmamalı.
Gülen Hareketi her halde eski tecrübelerinden ders almamış gibi görünüyor. Dün cemaatin yanında görünen Ali Bayramoğlu, Ergün Babahan gibi tipler ilk fırsatta rotayı başka yöne çevirdi. Abant platformunun müdavimi solcuların hiç birisi ortalıkta görünmüyor. Etyen Mahçupyan hadisesi ise ne çabuk unutuldu.
Türkiye’deki milliyetçi kesimin Gülen Harekete bugünkü düşmanlıklarının altında biraz da Mahçupyan gibi isimlerin Zaman Gazetesi’ndeki pervasız yazılarının rolü vardır. İnanmayan Ekrem Dumanlı’ya sorsun. Tepkilere karşı Mahçupyan’ın yazılarına devem ettiklerini anlatıyordu, televizyonlarda. Eski yazı ve açıklamalarında bunlar vardır. Etyen Mahçupyan’ın gazetede yazdığı bazı yazılar söz konusu kesimin damarına basmış, gazete ve camia aleyhine yapılan propagandanın temellerini oluşturmuştur. Mahçupyan, AKP’nin cemaati bitirme sürecinde gazete toplantılarına hükümet ajanı olarak girmişti. Mahçupyan AKP ile birlikte “devletçilik” yaparken Zaman Gazetesi’nin kapısına kilit vuruldu. Şimdi Etyen Mahçupyan nerede? Ona köşe açan @ekremdumanli nerede?
Tekrar başa dönersek,
Kendisiyle aynı fikirde olmayan camiadan insanları kansere benzetmesine “hoşgörü” ile bakarsak, yazar gibi biz de soralım:
Peki Ermeniler’e neler oldu?
1915’i gerçekten anlamak için soruyu şöyle sormak lazım.
1915’e gelene kadar ne oldu?
#Mehmet Efe Çaman#Tr724#Zaman Gazetesi#Gulen Movement#Türkiye#Ermeni#ermeni soykırımı#etyen mahçupyan#1915 olayları#recep tayyip erdoğan#akparti#Youtube
1 note
·
View note
Text
Fatih Seyyid Ömer Bayan Telefon Numaraları
Fatih Seyyid Ömer Bayan Telefon Numaraları (bkz: manitacilik)erkek icin, kar$i cins ile cinsiyetten bagimsiz ili$kiler haricindeki, tavlamak, cikmak, yatmak vs. gibi amaclar ile kurulan diyalog ve gosterilen cabalar butunu.(bkz: manita)(bkz: komitacılık)(bkz: turk insani/5) Bu iyileştirme yöntemi öylesine alışılmış bir şeydi ki, çocuklar peşpeşe birkaç kez sıraya girer, dillerinin üzerine konulan hapları yutmaz, eve götürüp tombala pulu diye kullanırlardı. escort bayan lunaparklarda bir eglencelik.merkezinden bir platforma bagli, dairesel bir yapiya, uzun zincirler ile asili koltuklar vardir. dairesel yapi doner, merkezkac hesabi koltuklar cevreye acilir, donulur, mutlu olunur.(bkz: efendisiz)(bkz: anakronizm)(bkz: cenesi cikmak) from ataşehir escort
0 notes