#ama dokunmadan
Explore tagged Tumblr posts
Text
doganay vuralin pars goruntulemesini izlerken agladim cok guzel
#ilerde bende fotokapan alip en az uc yaban hayvani cekmek istiyorum#VE BOCEKLERI#ama dokunmadan#dort fotograf albumum olsun mesela#birinde once turkiye de sonra dunya da gezip gormek istedigim yerlerin fotograflari olsun#birinde hayvan birinde bocek fotograflari olsun#birinde de sevdigim insanlarla cektigim tatlis fotograflar olsun#kimse kalici degil cunku#yanimdayken saklayabilecegim bir sey olsun#yasamayi sevmiyorum ama cok fazla hayalim var#VE CABALAMIYORUM DA ISIN SACMA TARAFI AMK#neyse tatildeyim suan.
1 note
·
View note
Text
bana baktın. yaralarıma baktın. bacaklarımdakilere, omuzlarımdakilere, ruhumdakilere baktın. ellerin değmedi ama gözlerin dokundu sanki her birine. tek tek, usul usul dokundun. bana hiç dokunmadan yaralarıma dokundun.
sadece bakmadın da üstelik. yaralarımı gördün. yaralarımı gördü. yaralarımı gösterdim. içim titredi mi yoksa gitti mi hiç anlayamadım. anlamak istemedim. öylece bıraktım.
şakaklarıma diğer insanlar gibi birer namlu dayamak yerine dudaklarını bastırdın.
dudakların. şakaklarım. namlular. üç el ateş.
gözlerimi gözlerinden ayırmak istemezdim. sanki ayırırsam düşerdim. düştüm. düştün. düştük. karşında inatçı bir kız çocuğundan daha da beterdim. söz dinlemezdim. söz söyletmezdim. sözlerini birkaç öpücükle keserdim.
dudaklarına dudaklarımı bastırmak için sebep aramazdım. şikayetin yoktu. olmazdı. olmasındı.
ahlaksızdım. karşında soyunmaya yer arardım.
dudakların. dudaklarım. iki beden. iki el ateş.
beni gördün. paramparça benliğimi gördün. paramparça ruhumu gördün. kanlı gözlerimi gördün.
gözlerinde yansımamla karşılaştım. bakıştık. bakıştık. bakışmakla kalmadık. gözlerimizle konuştuk. konuştuk. anlattın. anlattım. sustun. sustuk.
birkaç açık seçik cümle kaçırdın ağzından. dudakların çok öpülesi gözüktü. öpülesi dudaklar ve sen. dayanamadım. öptüm. öpmekle kalmayıp dişlerimi geçirdim. sesini çıkarmadın. çıkarma. sesimiz çıkmasın. ses çıkarmayalım.
kimse duymasın soluklarını soluklarımdan başka.
soluklar. öpüşler. iki dil. iki ağız. artık tek beden. tek yangın.
son mermi. son ateş.
276 notes
·
View notes
Text
Hicret ruhu: Direniş, Diriliş ve Yenileniş yolculuğu
Hicrî yeni yıl başladı. 1446 sene geçmiş Peygamber Efendimiz’in (sav) Mekke’den Medine’ye hicretinin üzerinden.
Hicret, fetih ruhudur; insanın iç dünyasını fethi; nefsini teslim alması; kalbine giden yolları döşemesi.
Hakikatin yol haritasının başlangıcı, iç dünyanın fethiyle başlar. Sonra içeride yapılan fetih, dışa yansır, yansıtılır: Enfüs’ten âfâk’a sınırsız bir fetih yolculuğuna çıkılır: Aklın, kalbin ve ruhun kuleleri dikilir sabırla… Hakikat medeniyetinin tohumları ekilir, çileyle, aşkla ve neşve’yle…
Bugün sütunumu, zevkle ve istifade ederek okuyacağınızı umduğum yıllar önce özene bezene kaleme aldığım, dokunmadan sizlerle paylaşmak istediğim zihin açıcı bir hicret yazıma ayırıyorum.
Hicret, sadece İslâm takviminin başlangıcı değildir. Hicret, esas itibariyle, Müslümanca duruş, bakış, duyuş, düşünüş ve yaşayış yolculuğudur. Direnişin / ilim, dirilişin / irfan ve yenilenişin / hikmet yolculuğunun hem miladı hem de adıdır.
Milat, başlangıç demek; doğum demek...
Hicret, müslüman zamanının başlangıcıdır ama müslüman zaman idrakinin çağları aşan, müslümanı her dem diri tutan, yenileyen hayat ve ruh ikliminin şifrelerini sunan bir yol haritasıdır.
O yüzden, doğum, bir yerde, insanı hakikatle buluşturan bir kıvılcım çakmıyorsa, bir umut ateşi yakmıyorsa, bir ufuk açmıyorsa, bu doğum, diriliş ve varoluş tohumları eken bir doğum değildir; ölü doğumdur.
Ve oradan diriltici Hicret’e, Hicret ruhuna hicret etmek vakti gelmiş demektir...
HİCRET’LE GELEN: HAKİKAT MEDENİYETİNİN DOĞUM MÜJDESİ...
Bir diriliş çocuğu’dur hicret; özenle bakılan, sevgiyle büyütülen, muhabbetle yetiştirilen, aşkla, şevkle ve zevkle yeşertilen bir “peygamber çiçeği”.
Mekke’den medine’ye gerçekleştirilen sarsılmaz bir direniş, diriliş ve varoluş yolculuğu...
Tohumları mekke’de müminlerin ruhlarına ekilen, som altından üretilen soylu bir aşk ateşi, sönmez bir ışık...
Allah’a ve Rasûlü’ne yapılan eşsiz, benzersiz, bitimsiz, doyumsuz yolculukla hakikat meşalesinin aşkla tutuşturulması...
İnsanı meleksileştiren, kanatlandıran; şirkten, zulümden, küfürden / hakikatin üstünü örten perdelerden kurtaran; tevhidle / hakikatle, nurla / aydınlıkla buluşturan; mekke,de kendilerine getirerek kendilerinden geçirdiği müminleri medine’de, kendilerinden geçirerek kendilerine getiren eskimez, pörsümez, sönmez bir hakikat güneşi...
Bütün insanlığa ve bütün varlığa hayat sunacak, ruh üfleyecek hakikat medeniyetinin doğum müjdesi...
DİRİLİŞ ÇİLESİ VE DERÛNÎ HAKİKAT SARAYI...
Mekke olmasaydı, medine olabilir miydi?
Hicret, önce mekke’de gerçekleşti: Mekke’de içe doğru bir hicret yaşandı: İnsanın iç dünyası imar edildi.
Putlar yıkıldı. İç dünyanın lât, menat ve uzza’larıyla savaşıldı.
İnsanın nefsiyle hesaplaşma süreci başlamıştı artık...
Kendi’yle... Ben’iyle... Boğucu dünyasıyla...
Kalbine kavuştu insan...
Hicret, bir inkılaptı iç,te gerçekleşen, dışa açılan ve ışık saçan...
Duran kalbi gümbür gümbür vuruyordu artık insanın: Demiri dövüyordu insan: Ateşle yüzleşmişti:
Yanıyordu ateşte... Pişiyordu...
Putları birer birer deviriyordu...
Benini, hırslarını, ihtiraslarını, malını, mülkünü terk ediyor; dünyanın ayartıcı, körleştirici, köleleştirici kapılarını birer birer kırıyordu...
Mülk âleminden melekût âlemine açılan engin bir koridor örüyordu. Kendine geliyor, kendini buluyor; kendinden geçiyor, hakikate eriyor ve hakikatle dost oluyordu.
Diriliyordu “çocuk”: Her türlü puta, her türlü şirke, her türlü zulme, her türlü küfre meydan okuyan bir hakikat sarayı inşa ediyordu bedeninde ve ruhunda.
Mekke’de diriliş hamlesi gerçekleşmiş, mü’min’in iç dünyasında sarsılmaz, muhkem bir hakikat sarayı inşa edilmişti.
GÖKKUBBE İNŞASI VE VAROLUŞ HAMLESİ
Bir kaşık suda boğulmak isteniyordu diriliş ruhu ve “çocuğu”... çıkarları, putları, çıkarcı ve putperest, zâlim ve haksız düzenleri sarsılma emareleri gösteren mekkeli egemenler tarafından.
İşte mekke’den medine’ye hicret emri bundan sonra geldi: İnsanın iç dünyasında örülen hakikat sarayının dış dünyaya da açılması, genişletilmesi; bir gökkubbenin inşa edilmesi gerekiyordu.
Hicret, bir varoluş, yenileniş hamlesiydi: Mekke’de ekilen diriliş tohumlarının medine’de meyveye durdurulması mücahedesi, mücadelesi ve çilesi...
MİLAT: DOĞUM ÂNI...
Dış dünyanın onarımı ve imarı, zorlu bir varoluş süreciydi: Her türlü dışa açılma, savrulmaya dönüşebilirdi.
O yüzden, dışa açılırken, imar edilen iç dünyanın ışıkları, yol fenerleri olmalıydı mü’minlerin.
O yüzden, hicret, dış dünyanın ele geçirilmesi değil, Allah’a ve Rasûlü’ne yönelerek dış dünyanın adamakıllı bir şekilde elden geçirilmesi, putlardan, şirkten, küfürden, zulümden, haksızlıklardan arındırılması yolculuğuydu.
Zorlu ve meşakkatli bir yolculuktu bu: Milat olacaktı. İnsanlığın ve varlığın kendiyle, yani hakikatle buluşma miladı, başlangıç noktası, doğum ânı.
HAKİKAT SÛRETİNE BÜRÜNEN İNSAN’DAN...
Mekke’de, hakikat, hayat bulmuştu, insanın iç dünyasında gerçekleştirdiği diriliş inkılabıyla.
Şimdi medine kurulacak, hakikat, Hayat olacaktı.
Ve medeniyet sürecinde, herkese hayat sunacak hakikat gökkubbesinin tohumları ekilecekti...
Medine, kent değildir: Mekke’de inşa edilen hakikat sarayına yerleşen “küçük âlem”in yani insanın, “büyük insan”la yani “âlem”le buluşacağı bir hakikat şarkısı bestelediği ve sahnelediği sekînet yurdudur.
...İNSAN SÛRETİNE BÜRÜNEN HAKİKATE...
Medine, hakikat sûretine bürünen insanın ve insan sûretine bürünen hakikatin hem vasatı, hem de vasıtasıdır. Medine, Hz. Peygamber’in (sav) bizatihî kendisidir. Peygamberimiz, kendisini sadece Medine / şehir (“dünya”) olarak değil, “ilmin medinesi” (ilmin dünyası, kaynağı, rehberi) olarak da tarif etmiştir.
O yüzden, Hicret, bir duyuş / his ve idrak inkılabının, bir düşünüş / zihin inkılabının, bir bakış / duruş inkılabının, bir varoluş / kardeşlik inkılabının, bir varkılış / medeniyet inkılabının; kısacası aşk ateşinin hakikat kıvılcımlarını çaktırdığı, bütün insanlara ve çağlara yapılan bir çağrının adı ve miladı.
Hiç bitmeyen, her dâim yenilenen, her dem yenileyen bir aşk ateşiyle öze dönüş ve hakikati aşkla meşk yolculuğu... Ne mutlu, hicretin ruhuna eren, her dâim Hicret yolculuğuna çıkan hakikatin hakikatli çocuklarına... Selâm onlara...
Yeni Şafak Yazarı : Yusuf Kaplan
8/07/2024 Pazartesi
28 notes
·
View notes
Text
Hayirli akşamlar
Bir kadını anlamak,bir şarabı tatmak gibidir...
Dünüyle, bugünüyle ve yarınıyla ....Sizde bıraktığı, bırakacağı tatları sevmek, Yeniden onu içebilmek arzusuyla yanıp tutuşmak gibidir....
Sarhoşun hep bir bahanesi vardır içmek için. O hüzünlense de içer, sevinse de...
Ama...
Aşığın bahanesi olmaz. Amacı mutlu olmaktır sevdiği ile...
Öyleyse değer vereceksiniz sevdiğiniz kadına..
Yüreğine dokunacaksınız, saçına dokunmadan önce.
66 notes
·
View notes
Text
GÜNAYDIN CANNNNNN DEDİGİM
Eeyyy uzakları yakın yakınları uzak ettiğim ,
Yüreğimin bitmeyen sızısı ,
Gözlerimin uzaklara dalışı ,
Hiç sarılamadığım ,
Kokusunu içime çekemediğim ,
Gizliden gizliye içimde yaşadığım yaşattığım ,
Az önce yokluğunla uyandım..
Oysa ,
Oysa hayalinle uyumuştum ,
Ama olsun varlığına günaydın ..
Günaydın ,
Kanatları kırık ürkek güvercinim ,
Mavilerdeki huzurum özgürlüğüm ,
Gözlerinde yıldız yıldız söndüğüm ,
Gece misali üşüdüğüm ,
Uğruna nefes nefes öldüğüm ,
Güzelliğine esir düştüğüm ,
Az önce yokluğunla uyandım.
Oysa hayalinle uyumuştum ,
Ama olsun varlığına günaydın ..
Yaradana şükrüm günaydın ..
Günaydın ,
Herkesim her şeyim ,
Yaşama sebebim sevdiğim ,
Ciğerime çektiğim nefesim ,
Hiç gelmesen de ,
Vazgeçmeden beklediğim ,
Bekleyeceğim ,
Vazgeçilmezim günaydın ..
Günaydın ,
Yüreğimin gecesi ,
Gecemin en temiz düşü günaydın ..
Günaydın ,
Vazgeçilmezim erişilmezim ,
Tenine dokunmadan kokusunu bildiğim günaydın ..
Günaydın ,
Uzakları yakın yakınları uzak ettiğim ,
Yüreğimin en temiz yanı ,
Hiç yaşayamadığım çocukluğum saflığım günaydın ..
Günaydın ,
Toprağa hayat veren suyum ,
Çorak yüreğimi yeşerten yağmurum günaydın ..
Karanlıkları mı aydınlatan umudum ,
Çayımın ilk yudumu içimdesin günaydın ..
Sen ki ,
Kardelenin uğruna öldüğü güneşi ,
Ben ki ,
Kardelen yüreğiyle bekledim seni ,
Günaydın güneşim günaydın ..
Biliyorum bu günde olmayacaksın dün gibi ,
Ama olsun ,
Hiç olmasan da ,
Varlığına da yokluğuna da günaydın ...
11 notes
·
View notes
Text
littera amor
(bindokuzyüzseksenyılındaonüçtemmuzcumagünühalikarnassostainmiştir)
ı.
biliyor musun bu akşamüstlerinde ne zaman sizi düşünsem, usuma lokman'ın zübdetü't-tevarih'te I. mahmud'a (o ünlü mühür kazıcı padişahımıza) karanfil tutan cariye gelip vurur. eşyanın duru tadında, uzun boylu, uzun yüzlüdür. teninin korkuç beyazlığı, kapalı, donuk güzelliği, insana cinayetler kıyımlar, kötücül kutup çiçekleri düşündürür. çılgın sevginin ta kendisiyken, öylesine durgun, ezik, solgundur. sanki bu dünyada değilmiş, bu dünyada hiç olmamıştır. ben işte ne zaman sizi düşünsem, bu minyatürü açar bakarım. onda birden sizi görürüm. başım döner, bir yerlerde bir şeyler ağar, duyarım. o zaman gelir teninin karasevdalı yalımına bırakırım kendimi. birden aşağılarda bir şey silinir, bana uzak ülkeler, bana denizler, yabanıl meyveler, otlar, kokular bağışlayan o duru, suskun beyazlığınızla kalırım. hem yalnız ben değil dünya da, dünyada nice şey de yeryüzünde olduğunu unutur, bu yerküreye yeni gelmiş sanır kendini. böylece her şey sizin yalın, arı beyazlığınıza bürünür kalır. o zaman işte bana sedir ağaçları, bana eski ceviz sandıkları, lavanta çiçekleri, bin yıllık ağaçlar gibi kokarsınız. bakamam size. bakamam çünkü birden her şey aşka dönmüştür. göğül yüzünüz esrir, yeniden belirdiğinde, yeniden umarsız beyazlığınızlayımdır. durur zaman. ama ben o duran zamanın içinde bilemeyeceğiniz kadar mutluyumdur.
ıı.
ama ben asıl, gençliğimin, kocamışlığımın o sarı okul defterlerine yapıştırdığım, beni intiharlara götürecek denli duruk, dalgın, o denli de deli, çılgın, eski çağların o ölümsüz ustalarının çıplak resimlerinde bulurum seni. büyük kentlerin o ıssız dörtyol ağızlarına birbaşlarına dolaşmaya çıkmışlar, sonra da birdenbire donup kalmışlar, yontulara dönüşmüşlerdir. hepsi büyük gözlü, büyük memeli, masalsı yüzdüler. nesnelerin o sessiz dünyasında (işlevleri sessizlik, yalnızlık yaratmak olan nesnelerin), sanki soluk almıyorlardır. ortaçağın -güzelim ortaçağın- kalelerine kapatılmış, sessiz sakin o uzun boylu şovalyelerini bekliyorlardır. gölgelerin acımasız, buyrukçu baskısı altında, çırılçıplak oradan oraya gidip gelirler. gizemli güzellikleri öylesine çarpıcı, öylesine kendileridir ki, insan bir an onların bir resimde olduklarını unutuverir. ben de işte binde bir oralardan geçerken, eski gezgin ozanlardan öğrenmişimdir o kağıt beyazlığındaki soğuk, kışkırtıcı güzelliklerini (hem bilmem senin benim gibi bu dünyalarda dolaştığın olmuş mudur? kendini, yalnızlığın kösnül elinde onlar gibi duvardan duvara vurduğun? o her şeyin durur gibi olduğu, etin çığlıklarla bir başına kaldığı, baştanbaşa da yalnız istek olduğu...)! ben senin o duru, ölümcül beyazlığını da, işte böyle bir dünyadan, dünyamıza düşmüş görürüm.
ııı.
(eybenimsevilmişyıkılmışyinim)
ama beni daha da çılgına döndüren, beni elden ayaktan eden, dünyaları başıma yıkan o korkunç kar beyazlığınızın da ötesinde, amansız bir baskı, bir barbar yasağı ağırlığına dönen, o umarsız teninizin koyduğu dokunulmazlıktır asıl! belki de benim büyük karabasanım, yıkımım odur. ölümlere en çok orda gidip geliyorumdur. ben en çok bunu ne zaman düşünsem, o korkunç çıplaklığınız, ölümcül dokunulmazlığınızla bir an kendimi bir han odasında (han odalarını bilir misiniz? sevdanın biraz yanığı, kimselerin aşktan, aşkın onmazlığından sağ çıkmadığı han odalarını?) sizinle bir başıma bulurum. işte o zaman birden bana dünyaları zindan edenin ne olduğunu anlarım. ben ki hiçbir şeyi, dokunmadan, duymadan anlayamam. sözcüklere (sözcüklerin yarattığı kanser) bunun için (değil mi ki dokunamıyorumdur) güvenmem. bunun için de ben, bu yeryüzünde yalnız senin vücudunun koyduğu dokunulmazlığı, bir onu, tek uzaklık diye bilirim. ben ki bu dünyada herkesler gibi gittim geldim, yüzüm çok güneşler gördü; sesleri, kokuları, bunu, bunsuzluğu, yenilgiyi, utkuyu tanıdım. elim yerküreye dokundu. ama yalnız o sizin koyduğunuz korkunç dokunulmazlık sürdü durdu bende. bir ona yenik düştü. bir onda yıkıldı, parçalandı, unufak oldu. bu yüzden değil midir ki ben ne zaman sizinle olsam, her seferinde yanınızdan küllerle çıktım. orda sayrılı, varla yok arası kaldım.
ıv.
bazen, neden bilmem, seni durup dururken yıkıntılar, ölü denizler, ölü kentler arasında kurduğum olur. (hem değil mi ki ben bunları sana bir ortaçağ kentinden yazıyorum; hem yine değil mi ki şimdi bu eski kentin, güzelim, küçük, dar sokaklarını, avuç içi kadar alanlarını, dolambaçlı taşlık yollarını, sarnıçları, çıkmaz sokaklarını [ne çok çıkmaz sokak var], eski mendireği, gizli limanı, sonra da saint-petrum kalesini, surları böyle nice nice yıkıntıyı dolaşırken seni düşünüyorum. öyleyse buna niçin şaşmalıyım?) ama yine de sizin bana böyle yıkıntılar, ölü kentler, ölü tarih içinde çıkıp gelmenizi anlamıyorum. ben ki bu dünyaya yeni kuruluyormuş, yeni görüyormuşum gibi bakmışımdır hep. böylece de, bu dünyada olmak (ki ben orda bir ilkçağlı gibi bulsam da kendimi) bana yetmiştir. neyse işte. seni ne zaman usumun yangınlarından kurtarıp kursam, sen bana hep böyle insanlığın haline benzeyen (hem iyi ki öyle, bir insan başka türlü nasıl güzel olabilir?) yıkıntılar içinde gelip vuruyorsun. belki de bu benim sana hüzünler yaratmak istememdendir. böylece de insana en yakışan şeyi bulduğumu sanmam, onunla gönenmemdir. ya da (bu belki çok şaşırtıcıdır ama) birden çok eski çağlara uzanıp, nefertiti'yi (bilmem niçin nefertiti?) düşünüp, sana tarihte bir yer aramak istememden geliyordur bu. kim bilir? yoksa başka niçin seni böyle yıkıntılar, ölü kentler, ölü tarih içinde kurayım?
v.
-sunu
böyle sizi resimlerden, ölü kentlerden bu 1980 kışının akşamüstlerine indirdiğim zaman, neden bilmem, sizi, sizin o buğdaylar, uzun güzel otlar, ırmaklar tadındaki durgun, gizil beyazlığınızı anlatamayacağımı anlarım. çocukluğumun karne notları gibi o hüzünlü güzelliğinizi siz sanki dünya yüzüne hiç çıkarmamışsınız gibi gelir bana. bunun için de sizi hiçbir şeyle karşılaştıramam. yine sizin korkunç beyazlığınıza olan o onmaz tutkumun nerden geldiğini bilemem. belki bu benim yalnız, fukara büyümemdendir. belki de benim gibi kara kuru bir çocuğun, umarsız ilhan berk'in, kafasında beyazı (o dokunulmaz olan beyazı) olağanüstü büyütmesindendir. ama ben onu nasıl büyütmezdim? benim gençliğimi de (yatağını, kapalı, dökülen bir kadınla paylaştığım gençliğim!) zincirlere vuran hep o değil miydi? yine belki de bu öylesine karanlık olan kimliğimi, 1918 yılının bir sabahı, hiçbir anlamı olmasa, herkes gibi bir yerlere yazıp altını çizmememden, onu hiç anımsamamamdan, sonra da bu karanlık, acımasız, anlamsız dünyayı yok saymamdandır. kim bilir? bugün ortaçağ yapıları gibi dökülen beni, sizin yirmi üç yaşınız böyle buldu işte!
şimdi ne zamandır kapandığım koca bir dağın eteğinde, küçük, karanlık bir odadan bunları size yazarken, benim yıllarca büyüttüğüm hep sizin o onmaz beyazlığınız olduğunu anlıyorum. bunu bilemeyeceğiniz kadar da böyle bilmenizi isterdim.
İlhan Berk
8 notes
·
View notes
Text
Sadece unutmak istedim onca yaşanmışlıkları, kırıklıklari, herşeyi. Seni hatırlatan kaktüsü bile çöpe attım. Fotoğraflarını sildim, senin için yazdığım yazıları okumayı bıraktım. Senden haber getirebilecek herseyi sildim. Yeni bir yol çizdim yeni insanlar tanıdım ama ansızın aklıma gelişin beni her defasında mahvetti. Ya artık hersey düzelecek diyorum. Bak hayatimi yoluma koydum artık diyorum mutluyum diyorum. Ama dediğimle kalıyorum:) anladım ki ben seni yenemiyorum. Sen benim görmeden dokunmadan konuşmadan yenildiğim tek mağlubiyetimsin.
66 notes
·
View notes
Text
Eleştiren değil, izleyen olmayı seçtim bu sefer.
Bir adım geri atıp, her şeyi olduğu gibi izlemeye başladım.
Kendi kaosumun içinde boğulurken, bir başkasının karmaşasını yargılamanın ne kadar anlamsız olduğunu fark ettim.
İnsan, her şeyi kontrol etmeye çalıştıkça aslında sadece kendine zarar veriyor.
Olan biteni anlamadan, sadece izlemek…
İşte tam da bu, beni bir yere götürdü.
Çünkü her şeyin ötesinde, herkesin bir hikayesi var ve kimse o hikayeyi bilmeden, bir kenarından çekip değiştiremez.
Bu dünyada herkes kendi savaşını veriyor.
Kimisi görünmez bir savaş, kimisi bağırarak savaşıyor.
Ama ne olursa olsun, onların savaşı benim değil. Eleştirmenin, kendi egomu beslemekten başka bir işe yaramadığını öğrendim.
Çünkü eleştirmek kolay; anlamak ise gerçek güç. İnsanları yargılamak, sadece onların hikayesine zarar veriyor, onları bir kalıba sıkıştırıyor.
Kimseyi sıkıştırmak gibi bir derdim yok artık, kimsenin hikayesini küçültmek ya da büyütmek istemiyorum.
Her şey o kadar anlamsız ki bazen, yargılar da bir çeşit kibir gibi geliyor.
Sanki bir şeyi yargılayarak, biz kendimizi ondan üstün sanıyoruz.
Ama hayat, bizim üstünlüğümüz ya da aşağılığımız üzerine kurulu değil.
Herkes kendi karmaşasını yaşıyor, herkes kendi fırtınasında savruluyor.
Ve bazen tek yapabileceğin şey, o fırtınayı izlemek.
Yardım etmeden, düzeltmeye çalışmadan… Çünkü belki de düzeltmek benim görevim değil. İnsanların kendi yolunu bulmasına izin vermek, kendi fırtınalarını deneyimlemelerine alan açmak gerekiyor.
Bazen sessiz bir gözlemci olmak, her şeyden daha değerli.
Çünkü yargılamadan bakınca, anlıyorsun ki herkes kendi çelişkileriyle başa çıkıyor.
Kendi karanlıklarıyla yüzleşiyor.
Ve belki de o karanlık, onların olgunlaşması için gerekli.
Kimsenin karanlığını aydınlatmaya çalışmadan, o karanlıkta sessizce yanında olmak.
İşte, bu gerçek bir anlayış. Kimseyi kurtarmaya çalışmadan, sadece anlamaya çalışmak.
Sonunda, herkes kendi yolunu bulacak.
Herkes kendi savaşını kazanacak ya da kaybedecek.
Benimse tek yapabileceğim, izlemek, anlamaya çalışmak ve bazen sadece susmak.
Belki de en büyük merhamet, yargılamadan izlemekten geçiyordur.
Bu eller bizim.
Her bir iz, kendi hikayemizi anlatıyor.
Kimimiz yaralı, kimimiz umutlu, kimimiz yorgun.
Ama her el, bu koca resmin bir parçası.
Eleştiren değil, izleyen olmaya çalıştık.
Her bir renk, bir hayat, bir yolculuk… Yargılamadan, birbirimizi anlamaya çalışarak bıraktık bu izleri.
Bazen kırmızı gibi öfkeli, bazen yeşil gibi dingin, bazen sarı gibi umut doluyduk.
Ama sonuçta hepsi biziz, olduğu gibi.
Burası bizim tuvalimiz, ellerimizdeki renklerle yazdık hayatı.
Kimse kimsenin hikâyesine müdahale etmedi, sadece yan yana durduk.
Çünkü biliyoruz ki her el, her iz, bir anlam taşıyor. Farklılıklarımızla bir bütünüz.
Ve bu eller, hayata iz bırakmayı seçenlerindir.
Biz yargılamadık, anlamaya çalıştık.
Kendi kaosumuz içinde, birbirimize dokunmadan, sadece izleyerek var olduk.
Çünkü biliyoruz, her bir el, bir dünyadır.
Ve biz, bu dünyayı sessizce izleyenleriz.
Güzel bir gün olsun.
6 notes
·
View notes
Text
Sabah Nermin Yıldırım'ın 'Dokunmadan' adlı kitabına başlamıştım. 5 dk önce bitirdim ve yazım diline aşık oldum. Konu bakımından bir macera akıcılığı bekleyemeyiz (zaten daha çok geçmişe yönelik, karakterin iç dünyasını okuyoruz) ama genel olarak hiç beklemediğim kadar sürükleyiciydi. Kitabın sonuna kadar hep kalbe oturan, düşündüren cümleler vardı ama hiç ağlamamıştım ta ki o sondaki mektuba kadar. Gelemeyiz diye bir şarkı paylaştım birkaç saat önce ve bence o şarkı tam bu kitabın. Hayatın kısa ve başka bir şansımız daha olmadığına dair çok iyi bütünleşiyorlar. Bir şeyleri düzeltme gayesi falan... Neyse bu yazardan elimde diğer bir kitabı Unutma Beni Apartmanı var onu da hemen okumak istiyorumm.
12 notes
·
View notes
Text
bir yangının ortasında kalıp kül olmuş bir kadını sevmeni beklemiyorum senden. o yangına benimle birlikte gir de demiyorum sana. ne yap, ne et bilmiyorum. ama ben kayboldum. nefesim kesildi. adım atamadım, atamıyorum. bir sokak ortasında öylece otururken yazıyorum bu satırları. kimseden bir şey beklemiyorum. ellerimi tut, beni sev demiyorum. senin sevmeye gücün yeter, biliyorum. ama benim sevilmeye gücüm yok. inancım yok. bedenimdeki yaralarla kim, ne yapsın beni. anca odana süs olurum. anca ruhuna dokunmadan giden olurum. o kapıyı çarpıp sen gidersin diye korkuyorum ben. yine bırakılıp giden olurum diye korkuyorum. bu korku ruhuma işledi. iliklerimde yer edindi. sana sadece söylüyorum. sevgi bana ağır gelir, hak etmem.
71 notes
·
View notes
Text
'Dokunmadan' yaşayanlara gelsin...
"Bir hayatım daha olsa, korkmadan dokunmak için yaşardım onu. Bir keklik beslerdim ellerimle, varsın uçsun sonunda. Bir çiçek büyütürdüm, varsın solsun sonunda. Bir omuz ısıtırdım, varsın gitsin sonunda. Dokunurdum. Ben eriyene dek, o eriyene dek, biz hiçleşip karışıncaya dek bu derin boşluğa, dokunurdum. Ama yok bir hayatım daha. Bir hayat daha yok. Yok."
9 notes
·
View notes
Text
Bazıları ne kadar da birbirini anlayabiliyor. Uyumlu,hoşgörülü,sırf karşısındaki iyi olsun, mutlu olsun diye,hatta sadece şu içinde bulunduğu anı güzel geçirsin diye binbir türlü çabayı gösteriyor. Sırf o üzülmesin diye ne acılara katlanıyor. Böyle insanları görünce bir gariplik çöküyor üstüme.Anlaşmak,uyumlu olmak, birisine değer vermek böyle bir hal ise eğer, hayata aynı pencereden bakmak,ya da bir insanı mutlu,huzurlu edebilmek bu derece mümkünse benim bu kadar zamandır yaşadığım neydi? Bazı insanların bırakın huzur vermeyi sırf karşıdakini hırpalayıp yıpratmak,üzmek için bazı şeyleri yaptığını farketmek çok acı verici bir his. Kendimi kandırıp avuttuğumu farkediyorum. Şimdi ben neyi nasıl düzeltmeliyim, kendimi nasıl ikna etmeliyim bilmiyorum. Ya da hiç bir şeye dokunmadan öylece bırakmalı mıyım hayatı kendi haline. Kabullenmeli miyim her olanı? Yine de yalandan esen yel ile ferahlamaktansa, gerçek bir fırtınaya göğüs germek daha evlâdır. Olmuş olanı ve olacak olanları eyvallah deyip kabullenemiyorum artık galiba. Acısa da içinde olan his neyse onu yaşamalı insan. Hüzünden, acıdan sıyrılmak yerine bunların da insan için olduğunu kabul ediyorum evet. Ama her şey daha farklı, daha güzel, daha yaşamaya değer olacakken, sırf benim kabullenmem sebebiyle bazı şeyler düzelmiyorsa bir yerden başlamak lazım. Beni çocuk yerine koyanların elime verdikleri balonların hepsinin ipini bırakıyorum. İsteyen göğe yükselebilir.
#H.
17 notes
·
View notes
Text
Sen, sen ve daha çok sen… İyi ki sen. Her şeyim, her zerrem sen işte. Öylesine seviyorum ki bazen kendimden sakınacak kadar, o kadar çok seviyorum ki kelimelerim tükeniyor. Anlatamıyorum, söyleyecek tek söz bulamıyorum. Seni yazmak o kadar zor ki sevdiğim, aklım almıyor. Uçsuz bucaksız aşkım yetersiz sanki. Benim için değerli birisi bana bir şarkı önermişti; "Van Gogh'un Ayçiçekleri". Bu şarkıda da geçtiği gibi "Hayatımı mahvedebilecek bir yüze sahipsin". Öylesine doğru ki. İnsanlar Aşk'ın olmadığını söylüyorlar. Saçmalık. Koca bir saçmalık sevdiğim. Aşk yoksa eğer, benim bu hissettiklerim de ne? Sana bir kere bile dokunmadan, kokunu duyamadan, sana olan bu bağlılığımı, bağımlılığımı nasıl açıklayacaklar? Zıt kutuplar birbirini çeker mi sevdiğim? Biz çok farklıyız, zıtız. Ama aslında o kadar aynıyız ki… Seni ne çok, ne de az seviyorum. Bu kelimeler basit kalıyor, sana olan sevgime hakaret sayıyorum. Seviyorum işte sevdiğim. Her bir zerrem ile seviyorum. Gözlerine bakarken söylemek dileği ile… Meysa°
10 notes
·
View notes
Text
Her yüreğin harcı değil dokunmadan sevmek ama ben sevmiştim seni...
8 notes
·
View notes
Text
tarihte bugün 🤣🤣🤣🤣
merhaba arkadaşlar ben hasan. Mesleki yeterlilik sınavı çıkarmışlar tabiki önce eğitim şart . 2009 yılıydı ambulans şoförü olduğum için her türlü yere girip çıkmaya mecburuz bir slalom hazırlamışlar şu minik araçlarla zor yapılacak bir parkur. Benimle birlikte girecek olan arkadaşlarla durum değerlendirmesi ve dalga geçmek için konuşurken ben nerden aklıma geldi bilmiyorum bu slalom u en az dubalara vurmadan bitiren arkadaşa en çok deviren arkadaş yemek ısmarlasın dedim bizim arkadaşlar kabul etti. Özel ambulans şirketlerinin şöförleri de katıldı bize . Tek tek gözetmenlerle eğitime başladık . Eğitimlerden sonra minik bir sınav yaptılar sonra parkura çıktık 4 ambulans hazır bekliyordu sözde hastaları alacağız parkur sonuna kadar dakikada gideceğiz hemen 4 kişi seçti eğitmen dakika tutarak başla dedi kolay gibi gelsede çok zor bir parkurdu ilk 4 arkadaşlar 3 dakika dan biraz fazla sürede bitirdi toplam 72 kişiydik tekrar tekrar derken sıra bana gelmişti parkura indim ambulans ı teslim aldım başla işaretiyle hareket ettim belki inanmazsın hiçbir dubaya dokunmadan 2 dakika 49 saniyede parkuru bitirdim en hızlı değildim ama dubayı hiç düşürmeden geçen ilk şöfördüm saat 15 30 da bitti sınav sonuçları ve parkur sonuçları açıklandı sınavda 5. Parkurda 2 olmuştum en iyi arkadaşım olan Sedat ve ben yemekler kimde diye sınav gözetmenine soruyordum 2 özel ambulans şoförünü gösterdiler onlar bizim iddia da yoktu bizden hem hemşire hem ambulans şoförü olan Zekiye yi gösterdi bu sefer slalom da 2 . olduğumu biliyordu yanına gittim yemekler senden miş hocam dedim gülerek istediğin yemek olsun dedi hep beraber sınav yerinden çıkıp kimimiz görev yerine kimimiz evlerine gidiyorduk Zekiye gel sana ekmek arası köfte alayım dedi gülerek oooo hocam her zaman yiyoruz köfte ekmek şöyle güzel bir restoran da güzel bir yemek ısmarla dedim benim arabaya Zekiye ile birlikte binip gerçekten güzel bir restoran ın önünde durdum masaya oturduk yemekleri söyledik yemek geldi yemeye başladık birden Zekiye senin için çok fındık kırar diyorlar doğru mu dedi bir an afalladım kaşınan fındıklar oldukça bende affetmem dedim yemek bitmiş kahveleri yudumlarken nereden anlarsın fındığın kaşındığını diye sordu gülüştük kulağına eğilip mesela sen şimdi kaşınıyorsun dedim yüzünde kızgın bir ifade ve suratı kıpkırmızı olmuştu hesabı ben ödedim kalktık restoran dan çıkarken elini tuttum bir sevgili gibi arabaya binip yola çıktık arada bir elini tutup öpüyordum hiç konuşmadan evine geldik içeri birlikte girdik kapıyı kapatıp kolundan tutup kendime çektim öpüşmeye başladık öyle güzel öpüsüyordu ki dillerimiz birbirini sanki yıllardır tanıyor dudaklarımız ayrılmak istemiyordu yatak odasına götürdü hiç konuşmadan soyunurken bile hiç konuşmadık yatağın kenarına oturdu bende yanına gittim memelerini okşuyor arada bir parmak arasına uçlarını alıp okşayarak sıkıyordum öpüşmeye başladık boyun altı gerdanı oradan memelerine göbek çukuru derken klitoristine geldim göt deliğinden başlayarak klitoristine kadar dilimle yalamaya devam ediyordum pozisyon değiştirip 69 olduk ağzına aldı ben altta öpüşmesi gibi yalamasıda mükelmeldi bir ara yeter ne olur sik artık sok yeter emdiğin dedi doğruldu biraz önce emdiği sikini tutup amına sürterek içine aldı offf harika en son sikişeli 1 yıl oldu tam dedi zıplamaya başladı bu kadın işini biliyordu kendimi ona bıraktım orgazm oldu yığıldı kaldı üzerime yanağından öptüm sen orgazm oldun sıra benim beni bosaltmadan bırakmayacaksın demi dedim yok merak etme sen dedi 5 dakika sonra emdi sikimi kaldırdı yine amına soktu yine o üste ben altta birden çıkarttı götünün deliğine soktu ters dönüp sikimin üstüne oturdu sikim götünün içinde kayboldu doğruldum arkasından memelerini kavradım okşuyordum boynunu dilimin değdiği yer yerini yalıyordum belli oluyordu daha önce götten vermiş olduğu belki 15 belki 20 dakika hiç pozisyon değistirmeden oturdu kalktı durdu döndü
17 notes
·
View notes
Text
"dokunduğum herşey de ellerinin sıcaklığını aradım durdum. oysa ellerini hiç tutmadım ki !.. baktığım her noktada gözlerinin derinliğindeki umudu sevdim. İnan gözlerini hiç yakından görmedim ama hep seni yaşadım. rüzgarın hep senin saçlarına ılık meltem gibi dokunduğunu bildim. görmeden sevmeyi, dokunmadan hissetmeyi öğrendim.'
2
27 notes
·
View notes