#ama dokunmadan
Explore tagged Tumblr posts
Text
doganay vuralin pars goruntulemesini izlerken agladim cok guzel
#ilerde bende fotokapan alip en az uc yaban hayvani cekmek istiyorum#VE BOCEKLERI#ama dokunmadan#dort fotograf albumum olsun mesela#birinde once turkiye de sonra dunya da gezip gormek istedigim yerlerin fotograflari olsun#birinde hayvan birinde bocek fotograflari olsun#birinde de sevdigim insanlarla cektigim tatlis fotograflar olsun#kimse kalici degil cunku#yanimdayken saklayabilecegim bir sey olsun#yasamayi sevmiyorum ama cok fazla hayalim var#VE CABALAMIYORUM DA ISIN SACMA TARAFI AMK#neyse tatildeyim suan.
1 note
·
View note
Text
Sen benim en doğru yanlışım, Tövbesi olmayan günahımsın, Uzak duramadığım yasaklım, En açık ettiğim saklımsın. Sen başımdan giden aklım, Severek çektiğim ahımsın. Hem en iyi yanım, Hem yüreğimde kanayanımsın, Sen benim rüyalarda buluşup, Hayallerde kavuştuğumsun. Dokunmadan tutunup, Uzak iken ulaştığımsın. Sen bana benden yakın, Kendimden dahi kıskandığımsın. Hem cefasına yakındığım, Hem herkesten sakındığımsın. Tutmuş neyin olur diyorlar? Kendim diyorum gülüyorlar. Bu kendini çok beğenmiş diyorlar. Ama onlar bendeki seni görmüyorlar.
Celal Bahar
Hayr Olsun Akşam...
56 notes
·
View notes
Text
Dilruba Haneden... Gönül Hanem...
Eyy #yâr...
Seni öyle #uzaktan sevdim ya hani...
Seni görme ihtimali bile olmadan.
#Tenine dokunmadan.
Gözlerinin kahvesinde #kaybolmadan.
Yüzün nasıl #sesin nasıl hiç bilmeden.
Ama sevdanla #öğrendim işte.
#Varlığın ne kadar cennetimse,
yokluğunda işte o kadar #cehennemim...!
Seni Seviyorum ���️
Sağlıklı yaşam dileği ile 🖋️🇹🇷🇦🇿🇹🇷🇦🇿
144 notes
·
View notes
Text
Sen benim en doğru yanlışım, Tövbesi olmayan günahımsın. Uzak duramadığım yasaklım, En açık ettiğim saklımsın. Sen başımdan giden aklım, Severek çektiğim ahımsın. Hem en iyi yanım, Hem yüreğimde kanayanımsın. Sen benim rüyalarda buluşup, Hayallerde kavuştuğumsun. Dokunmadan tutunup, Uzak iken ulaştığımsın. Sen bana benden yakın, Kendimden dahi kıskandığımsın. Hem cefasına yakındığım, Hem herkesten sakındığımsın. Tutmuş neyin olur diyorlar? Kendim diyorum gülüyorlar. Bu kendini çok beğenmiş diyorlar. Ama onlar bendeki seni görmüyorlar.
~Celal Bahar💜
52 notes
·
View notes
Text
bana baktın. yaralarıma baktın. bacaklarımdakilere, omuzlarımdakilere, ruhumdakilere baktın. ellerin değmedi ama gözlerin dokundu sanki her birine. tek tek, usul usul dokundun. bana hiç dokunmadan yaralarıma dokundun.
sadece bakmadın da üstelik. yaralarımı gördün. yaralarımı gördü. yaralarımı gösterdim. içim titredi mi yoksa gitti mi hiç anlayamadım. anlamak istemedim. öylece bıraktım.
şakaklarıma diğer insanlar gibi birer namlu dayamak yerine dudaklarını bastırdın.
dudakların. şakaklarım. namlular. üç el ateş.
gözlerimi gözlerinden ayırmak istemezdim. sanki ayırırsam düşerdim. düştüm. düştün. düştük. karşında inatçı bir kız çocuğundan daha da beterdim. söz dinlemezdim. söz söyletmezdim. sözlerini birkaç öpücükle keserdim.
dudaklarına dudaklarımı bastırmak için sebep aramazdım. şikayetin yoktu. olmazdı. olmasındı.
ahlaksızdım. karşında soyunmaya yer arardım.
dudakların. dudaklarım. iki beden. iki el ateş.
beni gördün. paramparça benliğimi gördün. paramparça ruhumu gördün. kanlı gözlerimi gördün.
gözlerinde yansımamla karşılaştım. bakıştık. bakıştık. bakışmakla kalmadık. gözlerimizle konuştuk. konuştuk. anlattın. anlattım. sustun. sustuk.
birkaç açık seçik cümle kaçırdın ağzından. dudakların çok öpülesi gözüktü. öpülesi dudaklar ve sen. dayanamadım. öptüm. öpmekle kalmayıp dişlerimi geçirdim. sesini çıkarmadın. çıkarma. sesimiz çıkmasın. ses çıkarmayalım.
kimse duymasın soluklarını soluklarımdan başka.
soluklar. öpüşler. iki dil. iki ağız. artık tek beden. tek yangın.
son mermi. son ateş.
280 notes
·
View notes
Text
Sabah ezanı yeni okunmuştu. Gök, gri bir sessizlikle örtülmüş, odanın içinde ince bir hüzün geziniyordu. Gassal, pencerenin kenarına ilişmiş, dışarıdaki soğuk boşluğa bakıyordu. İçinde ne bir umut kalmıştı ne de bir korku. Artık yalnızca bekliyordu. "Ölünce beni kim yıkayacak?" diye sordu kendi kendine, sesi yalnızca bir fısıltı kadar güçsüzdü. Bu soru, aklını günlerdir kemiren bir düşünceydi. Bir zamanlar şakalaşarak sorduğu bu cümle, şimdi ona ağır bir yük gibi geliyordu.
Zeynep uyandı, Gassal'ın yatağın kenarında oturduğunu görünce usulca yanına yaklaştı. Gözlerindeki derin yorgunluğu saklayamıyordu. Ellerini omzuna koyarak fısıldadı: “Yine mi aynı soru?” Gassal başını eğdi, konuşamadı. Kalbinde bir şeyler çatırdıyor, ama kelimelere dökmeye cesaret edemiyordu. Zeynep onun yüzüne baktı, gözlerinin içine derinlemesine bakarken sessizliğin ağırlığını hissetti. “Ben yıkarım seni,” dedi bir anda, sesi çatallaşarak.
Gassal başını hızla kaldırdı. “Saçmalama,” dedi. “Bu bir gelenek, bir ritüel... Kadınların yapacağı bir şey değil. Hem, bu yük sana ait olmamalı.”
Zeynep gülümsedi, ama gülüşü kırılmış bir aynanın yansıması gibiydi. “Gassal,” dedi, “senin yükün, benim de yüküm. Senin korkun, benim de korkum. Eğer son kez sana dokunacaksam, bu bir görev değil, bir veda olur.”
Gassal'ın gözleri dolmuştu. Zeynep’in böyle bir sevgiye sahip olduğunu hep biliyordu, ama böylesine derin bir bağlılığı hiç hayal etmemişti. Sessizlik, aralarındaki her şeyden daha güçlüydü o an. Zeynep devam etti: “Hani hep derdin ya, ‘Sen bana dünyaları verdin.’ Hayır, Gassal. Sen bana bir ömür verdin. Sana dokunmadan, sana veda edemeden nasıl bırakıp gidebilirim?” Gassal'ın gözünden bir damla yaş süzüldü. İçindeki o ağır sorunun cevabını nihayet bulmuştu. Ölünce kim yıkayacak? Sevdiği kadın. Ellerinde sevgisinin hatırasını taşıyan, onu son bir kez kucaklayacak kişi.
#ölünce beni kim yıkayacak#ben neden kimsenin bir şeyi olamıyorum baba#gassal#dizi#tabii#biradamgirdisehrekosarak#🏃♂️#içim yanar#ferdi tayfur#şahin kendirci#gassal dizi müzikleri
14 notes
·
View notes
Text
Keşke odanın penceresini gören bir ağaç olsaydım.
Her şey daha kolay olurdu o zaman.
Eve kaçta geldiğini bilirdim.
Nasıl uyuduğunu bilirdim.
Sen, sonbaharda
Dallarında yeşille azalırdın.
Ben, sana
Bir adım bile yaklaşamamanın
Gilesini görürdüm.
Ama anlardık birbirimizi.
Hiç değilse aşinalık olurdu.
Şimdi böyle, sen uzakta ben uzakta
Birbirine değmeyen dallar gibi
Aynı kökten göğe uzanıp,
Birbirimize hiç dokunmadan
Yitip gideceğiz.
Biri gelip
İklimden birini muhakkak budayacak.
Ve o zaman köklerimize düşecek sızı,
Toprağın bile duyamadığı derinlikte.
Sen hâlâ uzak, ben hâlâ uzak,
Ama aramızda büyüyen bir suskunluk
Ormanlardan bile geniş.
Kendi gölgemize sığınır gibi,
Birbirimize uzanıp uzanıp,
Yine de varamayacağız.
Belki bir rüzgâr sesini getirir bana,
Ya da bir yağmur seni anlatır bana sessizce,
Ama dokunmadan sevmek ne zordur, bilirsin.
Biri gelip
Bu uzak dalların masalını anlatırsa bir gün,
Kimse bilmeyecek
Senin bir baharda
Benim ise sonbaharda
Tükenip gittiğimizi.
9 notes
·
View notes
Text
GÜNAYDIN CANNNNNN DEDİGİM
Eeyyy uzakları yakın yakınları uzak ettiğim ,
Yüreğimin bitmeyen sızısı ,
Gözlerimin uzaklara dalışı ,
Hiç sarılamadığım ,
Kokusunu içime çekemediğim ,
Gizliden gizliye içimde yaşadığım yaşattığım ,
Az önce yokluğunla uyandım..
Oysa ,
Oysa hayalinle uyumuştum ,
Ama olsun varlığına günaydın ..
Günaydın ,
Kanatları kırık ürkek güvercinim ,
Mavilerdeki huzurum özgürlüğüm ,
Gözlerinde yıldız yıldız söndüğüm ,
Gece misali üşüdüğüm ,
Uğruna nefes nefes öldüğüm ,
Güzelliğine esir düştüğüm ,
Az önce yokluğunla uyandım.
Oysa hayalinle uyumuştum ,
Ama olsun varlığına günaydın ..
Yaradana şükrüm günaydın ..
Günaydın ,
Herkesim her şeyim ,
Yaşama sebebim sevdiğim ,
Ciğerime çektiğim nefesim ,
Hiç gelmesen de ,
Vazgeçmeden beklediğim ,
Bekleyeceğim ,
Vazgeçilmezim günaydın ..
Günaydın ,
Yüreğimin gecesi ,
Gecemin en temiz düşü günaydın ..
Günaydın ,
Vazgeçilmezim erişilmezim ,
Tenine dokunmadan kokusunu bildiğim günaydın ..
Günaydın ,
Uzakları yakın yakınları uzak ettiğim ,
Yüreğimin en temiz yanı ,
Hiç yaşayamadığım çocukluğum saflığım günaydın ..
Günaydın ,
Toprağa hayat veren suyum ,
Çorak yüreğimi yeşerten yağmurum günaydın ..
Karanlıkları mı aydınlatan umudum ,
Çayımın ilk yudumu içimdesin günaydın ..
Sen ki ,
Kardelenin uğruna öldüğü güneşi ,
Ben ki ,
Kardelen yüreğiyle bekledim seni ,
Günaydın güneşim günaydın ..
Biliyorum bu günde olmayacaksın dün gibi ,
Ama olsun ,
Hiç olmasan da ,
Varlığına da yokluğuna da günaydın ...
11 notes
·
View notes
Text
littera amor
(bindokuzyüzseksenyılındaonüçtemmuzcumagünühalikarnassostainmiştir)
ı.
biliyor musun bu akşamüstlerinde ne zaman sizi düşünsem, usuma lokman'ın zübdetü't-tevarih'te I. mahmud'a (o ünlü mühür kazıcı padişahımıza) karanfil tutan cariye gelip vurur. eşyanın duru tadında, uzun boylu, uzun yüzlüdür. teninin korkuç beyazlığı, kapalı, donuk güzelliği, insana cinayetler kıyımlar, kötücül kutup çiçekleri düşündürür. çılgın sevginin ta kendisiyken, öylesine durgun, ezik, solgundur. sanki bu dünyada değilmiş, bu dünyada hiç olmamıştır. ben işte ne zaman sizi düşünsem, bu minyatürü açar bakarım. onda birden sizi görürüm. başım döner, bir yerlerde bir şeyler ağar, duyarım. o zaman gelir teninin karasevdalı yalımına bırakırım kendimi. birden aşağılarda bir şey silinir, bana uzak ülkeler, bana denizler, yabanıl meyveler, otlar, kokular bağışlayan o duru, suskun beyazlığınızla kalırım. hem yalnız ben değil dünya da, dünyada nice şey de yeryüzünde olduğunu unutur, bu yerküreye yeni gelmiş sanır kendini. böylece her şey sizin yalın, arı beyazlığınıza bürünür kalır. o zaman işte bana sedir ağaçları, bana eski ceviz sandıkları, lavanta çiçekleri, bin yıllık ağaçlar gibi kokarsınız. bakamam size. bakamam çünkü birden her şey aşka dönmüştür. göğül yüzünüz esrir, yeniden belirdiğinde, yeniden umarsız beyazlığınızlayımdır. durur zaman. ama ben o duran zamanın içinde bilemeyeceğiniz kadar mutluyumdur.
ıı.
ama ben asıl, gençliğimin, kocamışlığımın o sarı okul defterlerine yapıştırdığım, beni intiharlara götürecek denli duruk, dalgın, o denli de deli, çılgın, eski çağların o ölümsüz ustalarının çıplak resimlerinde bulurum seni. büyük kentlerin o ıssız dörtyol ağızlarına birbaşlarına dolaşmaya çıkmışlar, sonra da birdenbire donup kalmışlar, yontulara dönüşmüşlerdir. hepsi büyük gözlü, büyük memeli, masalsı yüzdüler. nesnelerin o sessiz dünyasında (işlevleri sessizlik, yalnızlık yaratmak olan nesnelerin), sanki soluk almıyorlardır. ortaçağın -güzelim ortaçağın- kalelerine kapatılmış, sessiz sakin o uzun boylu şovalyelerini bekliyorlardır. gölgelerin acımasız, buyrukçu baskısı altında, çırılçıplak oradan oraya gidip gelirler. gizemli güzellikleri öylesine çarpıcı, öylesine kendileridir ki, insan bir an onların bir resimde olduklarını unutuverir. ben de işte binde bir oralardan geçerken, eski gezgin ozanlardan öğrenmişimdir o kağıt beyazlığındaki soğuk, kışkırtıcı güzelliklerini (hem bilmem senin benim gibi bu dünyalarda dolaştığın olmuş mudur? kendini, yalnızlığın kösnül elinde onlar gibi duvardan duvara vurduğun? o her şeyin durur gibi olduğu, etin çığlıklarla bir başına kaldığı, baştanbaşa da yalnız istek olduğu...)! ben senin o duru, ölümcül beyazlığını da, işte böyle bir dünyadan, dünyamıza düşmüş görürüm.
ııı.
(eybenimsevilmişyıkılmışyinim)
ama beni daha da çılgına döndüren, beni elden ayaktan eden, dünyaları başıma yıkan o korkunç kar beyazlığınızın da ötesinde, amansız bir baskı, bir barbar yasağı ağırlığına dönen, o umarsız teninizin koyduğu dokunulmazlıktır asıl! belki de benim büyük karabasanım, yıkımım odur. ölümlere en çok orda gidip geliyorumdur. ben en çok bunu ne zaman düşünsem, o korkunç çıplaklığınız, ölümcül dokunulmazlığınızla bir an kendimi bir han odasında (han odalarını bilir misiniz? sevdanın biraz yanığı, kimselerin aşktan, aşkın onmazlığından sağ çıkmadığı han odalarını?) sizinle bir başıma bulurum. işte o zaman birden bana dünyaları zindan edenin ne olduğunu anlarım. ben ki hiçbir şeyi, dokunmadan, duymadan anlayamam. sözcüklere (sözcüklerin yarattığı kanser) bunun için (değil mi ki dokunamıyorumdur) güvenmem. bunun için de ben, bu yeryüzünde yalnız senin vücudunun koyduğu dokunulmazlığı, bir onu, tek uzaklık diye bilirim. ben ki bu dünyada herkesler gibi gittim geldim, yüzüm çok güneşler gördü; sesleri, kokuları, bunu, bunsuzluğu, yenilgiyi, utkuyu tanıdım. elim yerküreye dokundu. ama yalnız o sizin koyduğunuz korkunç dokunulmazlık sürdü durdu bende. bir ona yenik düştü. bir onda yıkıldı, parçalandı, unufak oldu. bu yüzden değil midir ki ben ne zaman sizinle olsam, her seferinde yanınızdan küllerle çıktım. orda sayrılı, varla yok arası kaldım.
ıv.
bazen, neden bilmem, seni durup dururken yıkıntılar, ölü denizler, ölü kentler arasında kurduğum olur. (hem değil mi ki ben bunları sana bir ortaçağ kentinden yazıyorum; hem yine değil mi ki şimdi bu eski kentin, güzelim, küçük, dar sokaklarını, avuç içi kadar alanlarını, dolambaçlı taşlık yollarını, sarnıçları, çıkmaz sokaklarını [ne çok çıkmaz sokak var], eski mendireği, gizli limanı, sonra da saint-petrum kalesini, surları böyle nice nice yıkıntıyı dolaşırken seni düşünüyorum. öyleyse buna niçin şaşmalıyım?) ama yine de sizin bana böyle yıkıntılar, ölü kentler, ölü tarih içinde çıkıp gelmenizi anlamıyorum. ben ki bu dünyaya yeni kuruluyormuş, yeni görüyormuşum gibi bakmışımdır hep. böylece de, bu dünyada olmak (ki ben orda bir ilkçağlı gibi bulsam da kendimi) bana yetmiştir. neyse işte. seni ne zaman usumun yangınlarından kurtarıp kursam, sen bana hep böyle insanlığın haline benzeyen (hem iyi ki öyle, bir insan başka türlü nasıl güzel olabilir?) yıkıntılar içinde gelip vuruyorsun. belki de bu benim sana hüzünler yaratmak istememdendir. böylece de insana en yakışan şeyi bulduğumu sanmam, onunla gönenmemdir. ya da (bu belki çok şaşırtıcıdır ama) birden çok eski çağlara uzanıp, nefertiti'yi (bilmem niçin nefertiti?) düşünüp, sana tarihte bir yer aramak istememden geliyordur bu. kim bilir? yoksa başka niçin seni böyle yıkıntılar, ölü kentler, ölü tarih içinde kurayım?
v.
-sunu
böyle sizi resimlerden, ölü kentlerden bu 1980 kışının akşamüstlerine indirdiğim zaman, neden bilmem, sizi, sizin o buğdaylar, uzun güzel otlar, ırmaklar tadındaki durgun, gizil beyazlığınızı anlatamayacağımı anlarım. çocukluğumun karne notları gibi o hüzünlü güzelliğinizi siz sanki dünya yüzüne hiç çıkarmamışsınız gibi gelir bana. bunun için de sizi hiçbir şeyle karşılaştıramam. yine sizin korkunç beyazlığınıza olan o onmaz tutkumun nerden geldiğini bilemem. belki bu benim yalnız, fukara büyümemdendir. belki de benim gibi kara kuru bir çocuğun, umarsız ilhan berk'in, kafasında beyazı (o dokunulmaz olan beyazı) olağanüstü büyütmesindendir. ama ben onu nasıl büyütmezdim? benim gençliğimi de (yatağını, kapalı, dökülen bir kadınla paylaştığım gençliğim!) zincirlere vuran hep o değil miydi? yine belki de bu öylesine karanlık olan kimliğimi, 1918 yılının bir sabahı, hiçbir anlamı olmasa, herkes gibi bir yerlere yazıp altını çizmememden, onu hiç anımsamamamdan, sonra da bu karanlık, acımasız, anlamsız dünyayı yok saymamdandır. kim bilir? bugün ortaçağ yapıları gibi dökülen beni, sizin yirmi üç yaşınız böyle buldu işte!
şimdi ne zamandır kapandığım koca bir dağın eteğinde, küçük, karanlık bir odadan bunları size yazarken, benim yıllarca büyüttüğüm hep sizin o onmaz beyazlığınız olduğunu anlıyorum. bunu bilemeyeceğiniz kadar da böyle bilmenizi isterdim.
İlhan Berk
8 notes
·
View notes
Text
Sadece unutmak istedim onca yaşanmışlıkları, kırıklıklari, herşeyi. Seni hatırlatan kaktüsü bile çöpe attım. Fotoğraflarını sildim, senin için yazdığım yazıları okumayı bıraktım. Senden haber getirebilecek herseyi sildim. Yeni bir yol çizdim yeni insanlar tanıdım ama ansızın aklıma gelişin beni her defasında mahvetti. Ya artık hersey düzelecek diyorum. Bak hayatimi yoluma koydum artık diyorum mutluyum diyorum. Ama dediğimle kalıyorum:) anladım ki ben seni yenemiyorum. Sen benim görmeden dokunmadan konuşmadan yenildiğim tek mağlubiyetimsin.
66 notes
·
View notes
Text
Eleştiren değil, izleyen olmayı seçtim bu sefer.
Bir adım geri atıp, her şeyi olduğu gibi izlemeye başladım.
Kendi kaosumun içinde boğulurken, bir başkasının karmaşasını yargılamanın ne kadar anlamsız olduğunu fark ettim.
İnsan, her şeyi kontrol etmeye çalıştıkça aslında sadece kendine zarar veriyor.
Olan biteni anlamadan, sadece izlemek…
İşte tam da bu, beni bir yere götürdü.
Çünkü her şeyin ötesinde, herkesin bir hikayesi var ve kimse o hikayeyi bilmeden, bir kenarından çekip değiştiremez.
Bu dünyada herkes kendi savaşını veriyor.
Kimisi görünmez bir savaş, kimisi bağırarak savaşıyor.
Ama ne olursa olsun, onların savaşı benim değil. Eleştirmenin, kendi egomu beslemekten başka bir işe yaramadığını öğrendim.
Çünkü eleştirmek kolay; anlamak ise gerçek güç. İnsanları yargılamak, sadece onların hikayesine zarar veriyor, onları bir kalıba sıkıştırıyor.
Kimseyi sıkıştırmak gibi bir derdim yok artık, kimsenin hikayesini küçültmek ya da büyütmek istemiyorum.
Her şey o kadar anlamsız ki bazen, yargılar da bir çeşit kibir gibi geliyor.
Sanki bir şeyi yargılayarak, biz kendimizi ondan üstün sanıyoruz.
Ama hayat, bizim üstünlüğümüz ya da aşağılığımız üzerine kurulu değil.
Herkes kendi karmaşasını yaşıyor, herkes kendi fırtınasında savruluyor.
Ve bazen tek yapabileceğin şey, o fırtınayı izlemek.
Yardım etmeden, düzeltmeye çalışmadan… Çünkü belki de düzeltmek benim görevim değil. İnsanların kendi yolunu bulmasına izin vermek, kendi fırtınalarını deneyimlemelerine alan açmak gerekiyor.
Bazen sessiz bir gözlemci olmak, her şeyden daha değerli.
Çünkü yargılamadan bakınca, anlıyorsun ki herkes kendi çelişkileriyle başa çıkıyor.
Kendi karanlıklarıyla yüzleşiyor.
Ve belki de o karanlık, onların olgunlaşması için gerekli.
Kimsenin karanlığını aydınlatmaya çalışmadan, o karanlıkta sessizce yanında olmak.
İşte, bu gerçek bir anlayış. Kimseyi kurtarmaya çalışmadan, sadece anlamaya çalışmak.
Sonunda, herkes kendi yolunu bulacak.
Herkes kendi savaşını kazanacak ya da kaybedecek.
Benimse tek yapabileceğim, izlemek, anlamaya çalışmak ve bazen sadece susmak.
Belki de en büyük merhamet, yargılamadan izlemekten geçiyordur.
Bu eller bizim.
Her bir iz, kendi hikayemizi anlatıyor.
Kimimiz yaralı, kimimiz umutlu, kimimiz yorgun.
Ama her el, bu koca resmin bir parçası.
Eleştiren değil, izleyen olmaya çalıştık.
Her bir renk, bir hayat, bir yolculuk… Yargılamadan, birbirimizi anlamaya çalışarak bıraktık bu izleri.
Bazen kırmızı gibi öfkeli, bazen yeşil gibi dingin, bazen sarı gibi umut doluyduk.
Ama sonuçta hepsi biziz, olduğu gibi.
Burası bizim tuvalimiz, ellerimizdeki renklerle yazdık hayatı.
Kimse kimsenin hikâyesine müdahale etmedi, sadece yan yana durduk.
Çünkü biliyoruz ki her el, her iz, bir anlam taşıyor. Farklılıklarımızla bir bütünüz.
Ve bu eller, hayata iz bırakmayı seçenlerindir.
Biz yargılamadık, anlamaya çalıştık.
Kendi kaosumuz içinde, birbirimize dokunmadan, sadece izleyerek var olduk.
Çünkü biliyoruz, her bir el, bir dünyadır.
Ve biz, bu dünyayı sessizce izleyenleriz.
Güzel bir gün olsun.
6 notes
·
View notes
Text
Sen, sen ve daha çok sen… İyi ki sen. Her şeyim, her zerrem sen işte. Öylesine seviyorum ki bazen kendimden sakınacak kadar, o kadar çok seviyorum ki kelimelerim tükeniyor. Anlatamıyorum, söyleyecek tek söz bulamıyorum. Seni yazmak o kadar zor ki sevdiğim, aklım almıyor. Uçsuz bucaksız aşkım yetersiz sanki. Benim için değerli birisi bana bir şarkı önermişti; "Van Gogh'un Ayçiçekleri". Bu şarkıda da geçtiği gibi "Hayatımı mahvedebilecek bir yüze sahipsin". Öylesine doğru ki. İnsanlar Aşk'ın olmadığını söylüyorlar. Saçmalık. Koca bir saçmalık sevdiğim. Aşk yoksa eğer, benim bu hissettiklerim de ne? Sana bir kere bile dokunmadan, kokunu duyamadan, sana olan bu bağlılığımı, bağımlılığımı nasıl açıklayacaklar? Zıt kutuplar birbirini çeker mi sevdiğim? Biz çok farklıyız, zıtız. Ama aslında o kadar aynıyız ki… Seni ne çok, ne de az seviyorum. Bu kelimeler basit kalıyor, sana olan sevgime hakaret sayıyorum. Seviyorum işte sevdiğim. Her bir zerrem ile seviyorum. Gözlerine bakarken söylemek dileği ile… Meysa°
13 notes
·
View notes
Text
Sabah Nermin Yıldırım'ın 'Dokunmadan' adlı kitabına başlamıştım. 5 dk önce bitirdim ve yazım diline aşık oldum. Konu bakımından bir macera akıcılığı bekleyemeyiz (zaten daha çok geçmişe yönelik, karakterin iç dünyasını okuyoruz) ama genel olarak hiç beklemediğim kadar sürükleyiciydi. Kitabın sonuna kadar hep kalbe oturan, düşündüren cümleler vardı ama hiç ağlamamıştım ta ki o sondaki mektuba kadar. Gelemeyiz diye bir şarkı paylaştım birkaç saat önce ve bence o şarkı tam bu kitabın. Hayatın kısa ve başka bir şansımız daha olmadığına dair çok iyi bütünleşiyorlar. Bir şeyleri düzeltme gayesi falan... Neyse bu yazardan elimde diğer bir kitabı Unutma Beni Apartmanı var onu da hemen okumak istiyorumm.
12 notes
·
View notes
Text
bir yangının ortasında kalıp kül olmuş bir kadını sevmeni beklemiyorum senden. o yangına benimle birlikte gir de demiyorum sana. ne yap, ne et bilmiyorum. ama ben kayboldum. nefesim kesildi. adım atamadım, atamıyorum. bir sokak ortasında öylece otururken yazıyorum bu satırları. kimseden bir şey beklemiyorum. ellerimi tut, beni sev demiyorum. senin sevmeye gücün yeter, biliyorum. ama benim sevilmeye gücüm yok. inancım yok. bedenimdeki yaralarla kim, ne yapsın beni. anca odana süs olurum. anca ruhuna dokunmadan giden olurum. o kapıyı çarpıp sen gidersin diye korkuyorum ben. yine bırakılıp giden olurum diye korkuyorum. bu korku ruhuma işledi. iliklerimde yer edindi. sana sadece söylüyorum. sevgi bana ağır gelir, hak etmem.
71 notes
·
View notes
Text
'Dokunmadan' yaşayanlara gelsin...
"Bir hayatım daha olsa, korkmadan dokunmak için yaşardım onu. Bir keklik beslerdim ellerimle, varsın uçsun sonunda. Bir çiçek büyütürdüm, varsın solsun sonunda. Bir omuz ısıtırdım, varsın gitsin sonunda. Dokunurdum. Ben eriyene dek, o eriyene dek, biz hiçleşip karışıncaya dek bu derin boşluğa, dokunurdum. Ama yok bir hayatım daha. Bir hayat daha yok. Yok."
9 notes
·
View notes
Text
Bazıları ne kadar da birbirini anlayabiliyor. Uyumlu,hoşgörülü,sırf karşısındaki iyi olsun, mutlu olsun diye,hatta sadece şu içinde bulunduğu anı güzel geçirsin diye binbir türlü çabayı gösteriyor. Sırf o üzülmesin diye ne acılara katlanıyor. Böyle insanları görünce bir gariplik çöküyor üstüme.Anlaşmak,uyumlu olmak, birisine değer vermek böyle bir hal ise eğer, hayata aynı pencereden bakmak,ya da bir insanı mutlu,huzurlu edebilmek bu derece mümkünse benim bu kadar zamandır yaşadığım neydi? Bazı insanların bırakın huzur vermeyi sırf karşıdakini hırpalayıp yıpratmak,üzmek için bazı şeyleri yaptığını farketmek çok acı verici bir his. Kendimi kandırıp avuttuğumu farkediyorum. Şimdi ben neyi nasıl düzeltmeliyim, kendimi nasıl ikna etmeliyim bilmiyorum. Ya da hiç bir şeye dokunmadan öylece bırakmalı mıyım hayatı kendi haline. Kabullenmeli miyim her olanı? Yine de yalandan esen yel ile ferahlamaktansa, gerçek bir fırtınaya göğüs germek daha evlâdır. Olmuş olanı ve olacak olanları eyvallah deyip kabullenemiyorum artık galiba. Acısa da içinde olan his neyse onu yaşamalı insan. Hüzünden, acıdan sıyrılmak yerine bunların da insan için olduğunu kabul ediyorum evet. Ama her şey daha farklı, daha güzel, daha yaşamaya değer olacakken, sırf benim kabullenmem sebebiyle bazı şeyler düzelmiyorsa bir yerden başlamak lazım. Beni çocuk yerine koyanların elime verdikleri balonların hepsinin ipini bırakıyorum. İsteyen göğe yükselebilir.
#H.
17 notes
·
View notes