Text
Hürriyete Övgü
Boşuna değil dökülen kan
Hatıran daha aziz çıkacaktır
Bu felaket senelerinden
Asırlardır bu böyledir
Bütün kötülükler geçer
Yaşar iyi ve güzel olan
Sen çalışmanın ve düşünmenin hakkısın
Kanunların, nizamların üstünde
Talihisin insanlığın
Her sevgi hayatla biter
Yalnız senin aşkın kalır
Genç çocuğa babadan
Boşuna değil dökülen kan
Şehirlerde, köylerde çocuklar büyüyecektir
Daha zeki daha çalışkan
Bütün acılar unutulacak
Şarkılar daha yürekten söylenecektir
Yıkılan evler köprüler
Daha sağlam kurulacaktır tekrar
Yeniden fabrikalar yükselecek
Tarlalar genişleyecektir
Boşuna değil dökülen kan
Tarihin akı��ından anlıyorum
Kuvvet zamanla yıkılır
Yalnız senin uğrunda öl��r insan
Yarası acımadan.
Necati CUMALI
8 notes
·
View notes
Text
Toplumcu , sosyalist gerçekçilik”in öncü isimlerinden olan Reşat Enis 1 Haziran 1909 / 10 Ocak 1984
"Din, mahdut bir zümrenin en kuvvetli müttefikidir, diyenlerin hakkı var. Bu mel'un zümre, din safsatası ile; köylüye ve ameleye; sabır,tevekkül, ezen sınıfa körü körüne itaat aşısı zerk eder. Ezilen sınıfa mevhum bir ahret vaad olunmuş,dünya nimetleri ise tamamı ile hakim zümreye bırakılmıştır."
Toprak Kokusu /Reşat Enis
6 notes
·
View notes
Text
"Dürüstlük pahalı bir mülktür; ucuz insanlarda bulunmaz..."
12 notes
·
View notes
Text
BU ZALİM YÖNETİM, BU AZİZ MİLLETE ÇAY VE SİMİDİ BİLE LAYIK GÖRMÜYOR!
32 yıl önce “Bu zalim yönetim, bu aziz millete bir bardak çayla bir simidi bile layık görmüyor! Bunların peşinden nasıl gideceksiniz? Evin kirasını kim ödeyecek? Elektrik parasını kim ödeyecek? Su parasını kim ödeyecek? Çoluk çocuğun okul masrafını kim karşılayacak? Soruyorum size!” diye bağıran Erdoğan’dı. Şimdi roller değişti, bu soruları Saray iktidarına sorma sırası bizde! Kim ödeyecek bu zorunlu masrafları?
Fahiş fiyatlı ürünleri alabilenler sermayedarlar ve tuzu kuru zenginler olduğu halde, Erdoğan’ın bu ürünlere yönelik boykotu çay ve simit bile alamayan kesime önermesi, yaşamak için can çekişen asgari ücretlilere dalga geçmektir.
SEFALET ÜCRETİ İNSAN HAKLARINA AYKIRI!
Yaşam kalitesini dibe vurduran, yaşlıların hüzün içinde köşelerine çekilip hayatla ilişkilerini en aza indirmesine, gençlerin bunalıma sürüklenmesine ve çocukların yatağa aç girmesine yol açan bu tiksinti verici düzen değişmek zorundadır.
Gündem ne olursa olsun, insan onuruna aykırı bu yağma düzenine karşı susmayın, bunu kanıksamayın! BU İKTİDARI BOYKOT EDİN!
11 notes
·
View notes
Text
Cemal Süreya Anısına... Lokman şair senin hayatın Yedi kırlangıcın hayatı kadar Altısını ardı ardına yaşadın Bir kırlangıcın daha var. * * * ““Kehanet” adlı kısacık bir şiir buldum Keşke yalnız bunun için sevseydim seni.” Cemal Süreya... En az bizler kadar yalnız bir insan, yalnız bir şair. Aramızdaki fark ise onun eline kalemi, bizim ise onun şiirlerini alıyor oluşumuz. Yalnızlık paylaşılır mı bilmiyorum ama kelimeleriyle ruhunu aktarmış bize Cemal Süreya. Yalnızlığı bizim yalnızlığımız olmuş, hüznü bizim hüznümüz, aşkı bizim sevdamız. “Biliyorsun ben hangi şehirdeysem Yalnızlığın başkenti orası” Etrafını yalnızlık sarmışken bile söze aşkla başlamış Cemal Süreya. Zaten gece aydınlanıp elimizdeki kelimeler tükendiğinde geriye sevda kalıyor zihinlerde. “Bu adam gerçekten çok sevmiş!” diyorsunuz. Ellerini sevmiş kadınların, boyunlarını, bembeyaz tenlerini, bakışlarını bile sevmiş. Hepsini ayrı sevmiş ama birini bile diğerinden az sevmemiş. Yalnızlığıyla arasına giren de yine o kadınlar olmuş. “Önce bir ellerin vardı yalnızlığımla benim aramda Sonra birden kapılar açılıverdi ardına kadar Sonra yüzün onun ardından gözlerin dudakların Sonra her şey çıkıp geldi” Ve sonrasında şairin hasreti, yalnızlığı kabullenişiyle giden, arkasında koca bir yalnızlık bırakan bir kadın var. “Şimdi sen kalkıp gidiyorsun. Git. Gözlerin durur mu onlar da gidiyorlar. Gitsinler. Oysa ben senin gözlerinsiz edemem bilirsin” Oysa Cemal Süreya’nın ne kadar cesur bir adam olduğunu hatırlatıyor başka bir şiiri. Öyle ki o, kaybettiği bir iddia sonucu soyadından bir harf eksilten bir adam, cesur bir şair. “Adımın bir harfini atıyorum”
Bu cesareti şiirlerinde çokça gördüğümüz erotizmden de anlaşılıyor. Aslında biraz da “çıplak romantizm” onunki. Cinselliği hayatın bir parçası olarak görüyor ve hayatın parçası olan her şey onun için şiirin de bir parçası hâline geliyor. Erotizmi ve aşkı aynı potada eritiyor şiirlerinde ve bunu o kadar olağan şekilde yapıyor ki okurken hiç de rahatsızlık duymuyor insan. “Birden nasıl oluyor sen yüreğimi elliyorsun Ama nasıl oluyor sen yüreğimi eller ellemez Sevişmek bir kere daha yürürlüğe giriyor” Cemal Süreya’nın şiirlerinde beynimizi kurcalayan bir diğer konu ise ölüm ve ölüm kavramını ele alışı. Oldukça genç yaşlarda sırasıyla kardeşinin, annesinin ve babasının vefatına tanıklık eden Cemal Süreya, ölümle tüm gerçekliğiyle yüzleşiyor. Bu nedenledir ki şiirlerinde ölüm kavramının ele alınışı oldukça somut. “Sen ki gözlerinle görmüştün 57’de Babanın parçalanmış beynini Kâğıt bir paketle koydular mezara İstesen belki elleyebilirdin de Ama ağlamak haramdı sana” Yaşı ilerledikçe ve git gide arkadaşlarının ölümüne tanık olmaya başladıkça ölüm temasını şiirlerinde daha yoğun işlemeye başlamıştır Cemal Süreya. Ondan korkup kaçmak yerine, ölümü görsel veya işitsel nesneler yardımıyla somutlaştırmış ve hayatın tam anlamıyla bir parçası hâline getirmiştir. Ölümden sonrası için de büyük endişeler taşımamış ve bir şiirinde tanrının da bizim ölümümüzle birlikte öldüğünü ileri sürmüştür. Cemal Süreya’nın ölüme karşı takındığı dingin tavrı iki minik dizede çok güzel özetlenmiştir. Hayat kısa, Kuşlar uçuyor. Son şiirinde bile ölüm teması yine her zamanki gibi gerçekliği yadsınmadan işlenmiştir. Ama bu son şiirinde okuyucusuna değil, tanrıya seslenir Cemal Süreya. Ölmek için doğru bir zaman yoktur belki, ama yaşanmış güzel bir hayat vardır. Ölüyorum tanrım Bu da oldu işte. Her ölüm erken ölümdür Biliyorum tanrım. Ama, ayrıca, aldığın şu hayat Fena değildir.. Üstü kalsın.. “Şairin hayatı da şiire dâhil” diyen, seven, âşık olan, hasret çeken, acılara katlanmaya çalışan, çoğu kez ağlayan, kıskanan, yalnız kalan ve eşsiz şiiri de bunlarla doğan ve şiirleri hâlâ bu kadar canlı ve şiirleri hâlâ bu kadar içimize işleyen Cemal Süreya’yı ölü saymanın doğru olduğuna inanılabilir mi? Cemal Süreya, şiirleriyle ve içlerinde barındırdıkları o hoş, eskimeyen imgelerle birlikte yaşamaya ve ruhumuza güzellikler katmaya devam ediyor. Anısına, bıraktıklarına, yaşadıklarına sevgi, saygı ve özlemle... * * * Cemal Süreya (Kendi seçimiyle “10 Ağustos” 1931 - 9 Ocak 1990) * * * - Görsel: Cemal Süreya (Ekin Başak Akgül)
15 notes
·
View notes
Text
Huzur içinde Uyusun
***
"Bu ülkede de bir gün Recep, küçük insanlar için apaydınlık bir güneş doğacaktır."
Cumartesi Yalnızlığı / Selim İleri
26 notes
·
View notes
Text
Huzur içinde Uyusun
***
"Bu ülkede de bir gün Recep, küçük insanlar için apaydınlık bir güneş doğacaktır."
Cumartesi Yalnızlığı / Selim İleri
26 notes
·
View notes
Text
24 notes
·
View notes
Text
“ateş hattında, ölümün ve hayatın nabzını tutmaktı işi;
ölüm ve ateşle sınandı hayatı…
o ki uçurumda açan bir çiçekti,
‘yurdumsun ey uçurum’ diyenlerden…
29 YIL SONRA, METİN'İZ YİNE! “
Bu yürek hiç susmayacak!
#MetinGöktepe #EvrenselGazetesi
11 notes
·
View notes
Text
33 notes
·
View notes
Text
KANUNLAR ÜZERİNE
Ve bir avukat dedi ki,
"Ya kanunlarımız, efendimiz"
Ve o dedi ki:
Siz kanunlar koymaktan mutlu olursunuz,
Ama onları çiğnemek daha çok hoşunuza gider.
Tıpkı okyanus kıyısında kumdan kaleleri
azimle yapıp bir vuruşta kahkahalarla bozan
çocuklar gibi.
Siz kumdan kalelerinizi yaparken,
okyanus kıyıya daha çok kum yığar,
Ve siz onları bozunca da
okyanus size sizinle birlikte güler.
Aslında okyanus daima masumlara güler.
Hayatın kendileri için bir okyanus değil de bir kaya,
Kul yapısı kanunların da kumdan kaleler değil de,
dilediklerini bu kayaya kazıyacakları
bir keski olanlara ne demeli?
Dansçılardan nefret eden topala ne denir ki?
Ormanda özgür dolaşan geyiği
ve ceylanı başıboş ve serseri zanneden,
başının vurulduğu boyunduruğu seven
öküze ne demeli?
Kendi derisini değiştiremeyen
ve diğerlerini çıplaklık ve utanmazlıkla suçlayan
yaşlı yılana ne demeli?
Düğün şölenine erkenden gelip,
tıka basa yiyen ve yorulunca giderken
tüm ziyafetlerin düzeni bozduğunu
ve şölen verenlerin de kanun çiğneyenler olduğunu
söyleyene ne demeli?
Ben bu kişilere güneşin altında duruyorlar ama
güneşe sırtlarını dönmüşler demekten başka
ne diyebilirim ki?
Onlar sadece kendi gölgelerini görmektedirler
ve gölgeleri de onların kanunlarıdır.
Ve güneş onlar için gölge dağıtan
bir kaynak değil de nedir ki?
Ve bu kişiler için kanunları bilmek
eğilip topraktaki gölgelerinin izini sürmekten
başka nedir ki?
Ama siz yüzleri güneşe dönük yürüyenler,
hangi gölge şekilleri
sizleri yolunuzdan alıkoyabilir?
Siz rüzgârı arkasına alanlar,
hangi rüzgârgülü
sizin yönünüzü tayin edebilir?
Hangi kul yapısı kanun
insanlığın zindan kapılarında
boyunduruğunuzu söküp atmanıza
engel olabilir ki?
Dans ederken ayaklarınız
insanlığın demir zincirlerine takılmazsa
hangi kanunlar sizi korkutur ki?
Giysilerinizi parçalayıp,
insanlığın yoluna atmadıkça,
kim sizi yargı önüne çıkarabilir ki?
Ey Orphalese halkı,
davulun sesine kulaklarınızı tıkayabilirsiniz,
lirin tellerini gevşetebilirsiniz,
ama hanginiz tarla kuşunu
ötmekten alıkoyabilir ki?
Halil Cibran
16 notes
·
View notes
Text
““Türk milleti zekidir, çalışkandır...” diyor Atatürk, üstelik bunu öylesine can-ı gönülden söylüyor, ki Ata’nın 10. Yıl Konuşmasında bu bölümü üç kez dinleseniz ağlarsınız. Ağlamak, anlamaya mâni değil bu arada! Terakkiye hiç değil, yeter ki terakki olsun! Atatürk bir şey daha söylüyor, “Ben sporcunun en çok zeki, çevik ve ahlaklı olanını severim” diyor. Şairler için bir şey söylemiş mi bilmiyorum, mutlaka söylemiştir. Örneğin Nâzım Hikmet’e, ilk ve son ve tek karşılaşmalarında, Nâzım arkadaşı Va-Nu ile milli mücadeleye katılmak, desteklemek için Kuvayı Milliye kanalıyla Ankara’ya geldiğinde, daha gencecikken ve halkı mücadeleye davet eden destanı yazdığında, ve o destan 10.000 adet basılıp dağıtıldığında, bozkırın başkenti yani büyük bir ev gibiyken daha Ankara, kaç nüfusu vardır ki, “mavi gözleri çakmak çakmaktı” demeyi o görüşmede aklına yazmış olmalı Nâzım, Mustafa Kemal Paşa onu kutlayacak ve “hep böyle gayeli şiirler yazınız” diyecektir. Eh Nâzım da bu öğüdü tutacak ve bilindiği gibi hep hep gayeli şiirler yazacak, hatta güttüğü gayeden ötürü de başını sevdaya olduğu kadar derde de salacaktır.” - Haydar Ergülen, Bir Ergenlik Olarak Türk Şiiri (Şiir Niye?) * * * “Dağlarda tek tek ateşler yanıyordu. Ve yıldızlar öyle ışıltılı, öyle ferahtılar ki şayak kalpaklı adam nasıl ve ne zaman geleceğini bilmeden güzel, rahat günlere inanıyordu ve gülen bıyıklarıyla duruyordu ki mavzerinin yanında, birdenbire beş adım sağında onu gördü. Paşalar onun arkasındaydılar. O, saatı sordu. Paşalar : “Üç,” dediler. Sarışın bir kurda benziyordu. Ve mavi gözleri çakmak çakmaktı. Yürüdü uçurumun başına kadar, eğildi, durdu. Bıraksalar ince, uzun bacakları üstünde yaylanarak ve karanlıkta akan bir yıldız gibi kayarak Kocatepe’den Afyon ovasına atlıyacaktı.” - Nâzım Hikmet, Kuvâyi Milliye (Sekizinci Bap) (Kuvâyi Milliye) - Görsel: Mustafa Kemal Atatürk (Ekin Başak Akgül), Nâzım Hikmet (Veysel Kurucu)
24 notes
·
View notes
Text
ORHAN VELİ Yıl bindokuzyüzkırkaltı Ankara’da Şükran lokantası Köşede bir masa Masanın üstünde bir tabak Tabakta marul salatası Bir sandalyede sen vardın Orhan Veli Bir sandalyede ben Kadehlerimizde Kulüp rakısı Ve dudaklarımızda yarım kalmış mısralar Hâlâ gözlerimin önündedir O sarhoş gecenin hatırası Şimdi mazhun kaldı şiirlerin Gittin “Sereserpe” “Hürriyete doğru” “Kitabe-i sengi mezarın” “Altındağın rüyası” Hey! Koca Orhan Veli hey Ne sana kaldı, ne bana kalır Bu gözünü sevdiğimin dünyası - Ümit Yaşar Oğuzcan (Bütün Eserleri / Şiir Denizi 1) - Görsel: Ethem Onur Bilgiç (Orhan Veli Kanık)
21 notes
·
View notes
Text
ERDOĞAN, BAHÇELİ, ÖCALAN VE EMPERYALİZM
PKK adlı terörist örgütün başı Öcalan, “Sayın Bahçeli’nin ve Sayın Erdoğan’ın güç verdiği yeni paradigmaya, ben de pozitif anlamda gerekli katkıyı sunacak ehil ve kararlılığa sahibim” diyerek sürecin aktörlerini belirliyor. Ama yönetmenin ABD olduğunu zikretmiyor! TBMM'yi gönül rahatlığıyla adres gösteriyor. Çünkü 14 Mayıs 2023’teki seçimle orada 2. cumhuriyetçi bir tasarım ortaya çıktığını biliyor.
Türkiye Cumhuriyeti’ni eli kanlı bir terörist başının açıklamalarına kilitleyenlerin asıl amacının ne olduğu konusunda açıkça konuşmadan perde arkasında pazarlıklar yürütülüyor.
EMPERYALİST PLAN YÜRÜRKEN HANGİ BEDEL ÖDENECEK?
PKK adlı örgüt, 40 yıldır sürdürdüğü terörist faaliyetlerden sonra şimdi neyin karşılığında silah bırakacak? “Millet İttifakı kazanırsa Öcalan’ı serbest bırakacaklar” yalanını atıp seçim propagandası yapanların kendileri Öcalan’ı serbest bırakmaya mı hazırlanıyor? Birtakım anayasa düzenlemeleri, örneğin vatandaşlığı tanımlayan 66. maddede Öcalan’ı memnun edecek değişiklikler mi yapılmak isteniyor? Yoksa daha da ileri mi gidilecek?
Hepsi halka açık seçik anlatılmak zorundadır! Üstelik bunlar şu andaki TBMM profili ile de yapılamaz. AKP’nin de yeni anayasa yapma ehliyeti yoktur.
Daha geçen yıl, seçim mitinglerinde CHP’nin reklam filmine montajla PKK’li teröristlerin eklendiği videoyu izlettiren Erdoğan şimdi neyin peşinde? DEM’i memnun edecek anayasa değişikliklerini yapıp onları yanına çekerken 4. kez seçime girip tek adamlığını sürdürme peşinde!
Erdoğan, Bahçeli ve Öcalan’ın aktörü olduğu emperyalist bir oyunla ortaya çıkan paradigmanın demokrasi ile hiçbir ilgisi yoktur!
14 notes
·
View notes
Text
21 notes
·
View notes