#aşılayıcı
Explore tagged Tumblr posts
Text
Sfero Dökümde Kullanılan Aşılayıcılar Nelerdir?
Sfero dökümde kullanılan aşılayıcılar katılaşma sürecinin kontrol edilmesinde ve nihai ürünün mekanik özelliklerinin geliştirilmesinde önemli bir rol oynar. Genel olarak sfero dökümde kullanılan aşılayıcılar; Kalsiyum, Baryum, Stronsiyum ve Zirkonyum'dur.
Kalsiyum:
Dökümhane şartlarında kullanılan ferrosilisyumlar dengeli miktarlarda kalsiyum ve alüminyum içerir. Malzemelerin çoğunluğu dökümde delik gibi problemlere yol açan yüksek Alüminyum içeren (>%3) kaynaklardan elde edildiği için, malzeme seçimi de dikkatli bir şekilde yapılmalıdır. Orta ölçekli dökümhanelerde iyi FG FeSi tatmin edici küre sayısı ve demire istenen özellikleri sağladığından tatmin edicidir.
Baryum:
Sfero dökümde kullanılan aşılayıcılar derken akla gelen ; besleme süresinin uzun olduğu ya da dökümün katılaşmasının yavaş (örneğin ağır bölgeler) olduğu durumlarda daha çok Baryum içeren aşılayıcılardır. Baryum, ön şartlandırmada veya magnezyum alaşımı üzerinde örtü tozu olarak kullanıldığında oksijen ve kükürt aktivitelerini bir miktar düşürebilmektedir. Bu nedenledir ki istenmeyen bazı bileşiklerin oluşmasını engelleyebilir veya azaltabilir. Tretmandan sonra ilave edilen baryumlu aşılar da magnezyumun etkisinin sönmesini geciktirerek, daha kontrollü bir prosese olanak sağlar. Bu yüzden; - Magnezyum işleminin verimini kontrol etmenin zor olduğu durumlarda - Döküm potasında meydana gelen ve istenmeyen cüruf oluşumlarının kontrol edilemediği durumlarda(Toplam Baryum içeriği %3 ‘ün üzerinde olan aşılayıcılar hiçbir işe yaramaz ancak cüruf oluşturabilir.) - Magnezyum tretmanının etkisinin biraz daha uzatılmak istendiği durumlarda bu katkılar kullanılabilir.
Stronsiyum:
Sfero dökümde kullanılan aşılayıcılardan Stronsiyum içerenler bazı özel hallerde kullanılmaktadır. Stronsiyum; - Küreselleştiricinin nadir toprak metalleri içeriği %1’in altında olduğunda - Magnezyum, nadir toprak metalleri ya da herhangi MgFeSi ile işlem yapıldığında çil uzaklaştırılması - Küre sayısı bakımından demire oldukça fayda sağlar. Yüksek nadir toprak metali içeriği Stronsiyumun etkilerini yok edebilir.
Zirkonyum:
Zirkonyum, Sfero dökümde ergitme proses ya da tel besleme prosesinde N_2 ‘yi uzaklaştırarak önemli bir avantaj sağlar. Zirkonyum içeren aşılayıcılar; - orta seviyede güçte - besleme dirençli mükemmel sfero dökümde kullanılan aşılayıcı malzemelerdir. Nadir toprak metalleri, Bizmut, Mangan gibi çeşitli elementler içeren diğer aşılayıcılar ticari olarak bulunabilir. Sfero Dökümde Yaygın Olarak Kullanılan Aşılayıcılar Ferrosilikon: Sfero dökümde en yaygın kullanılan aşılayıcıdır. İçeriğindeki zirkonyum, seryum, kalsiyum ve baryum gibi elementler, grafit çekirdeklenmesini hızlandırarak daha düzgün bir mikro yapı oluşturur. Bu sayede, dökümün mekanik özellikleri önemli ölçüde gelişir. Silisyum Karbür (SiC): Ferrosilikona göre daha yeni bir alternatif olan SiC, uygun maliyeti ve yüksek etkinliği ile dikkat çeker. Hem silisyum hem de karbon sağlayarak, karbür oluşumunu engeller ve grafit nodül sayısını artırır. Bu da dökümün sünekliğini ve mekanik özelliklerini iyileştirir. Grafit Bazlı Aşılayıcılar: Bu aşılayıcılar, doğrudan grafit nodüllerinin oluşumunu teşvik eder. Sfero dökümlerde istenen nodül sayısı ve şeklini elde etmek için idealdirler. Kalsiyum Silisit: Çekirdeklenme ve grafit oluşumunu destekleyerek, dökme demirin genel kalitesini artırır. Sfero dökümde aşılayıcılar, dökme demirin mikro yapısını kontrol ederek, malzemenin mekanik özelliklerini önemli ölçüde etkileyen kritik bir rol oynar. Bu malzemeler, erimiş demir içinde grafit nodüllerinin oluşumunu teşvik ederek, dökümün sünekliğini ve dayanıklılığını artırır. Aşılayıcıların İşlev Mekanizmaları Çekirdeklenme Alanlarının Oluşumu: Aşılayıcılar, erimiş demir içinde grafit kristallerinin oluşabileceği ek çekirdeklenme alanları sağlar. Bu sayede, grafit nodülleri daha küçük ve daha homojen bir şekilde dağılır. Bu durum, dökümün mekanik özelliklerini iyileştirir ve kırılma direncini artırır. Ötektik Noktasının Altındaki Soğumayı Azaltma: Aşılayıcılar, erimiş demirin soğuma hızını kontrol ederek, istenmeyen demir karbürlerinin oluşumunu engeller. Demir karbürler, dökümün sünekliğini azaltır ve mekanik özelliklerini olumsuz etkiler. Aşılayıcılar, grafit nodüllerinin oluşumunu teşvik ederek, karbürlerin oluşumunu sınırlar. Sfero Dökümde Aşılayıcı Seçimi Sfero dökümde kullanılan aşılayıcı türü, dökümün nihai uygulamasına ve istenen özelliklere göre belirlenir. En yaygın kullanılan aşılayıcı ferrosilikondur. Ferrosilikon, grafit çekirdeklenmesini hızlandırarak, daha düzgün bir mikro yapı oluşturur. Ancak, silisyum karbür gibi alternatif aşılayıcılar da, daha uygun maliyetli olmaları ve mikroyapı üzerindeki olumlu etkileri nedeniyle giderek daha fazla tercih edilmektedir. Özetle, aşılayıcılar, sfero dökümde grafit nodüllerinin oluşumunu kontrol ederek, malzemenin sünekliğini, dayanıklılığını ve işlenebilirliğini önemli ölçüde etkiler. Doğru aşılayıcı seçimi, dökümün kalitesini artırmak ve istenen mekanik özellikleri elde etmek için kritik öneme sahiptir. Şunlara da göz atabilirsiniz. Sfero Dökümde Aşılayıcı Nasıl Seçilmelidir? Pik Dökümde Aşılayıcı Nasıl Seçilmelidir? Dökme Demirin Aşılaması Nasıl Yapılmaladır? Aşılama Yöntemleri Nelerdir? Aşılama Sonuçları Nasıl Kontrol Edilmelidir? Read the full article
#Alüminyum#Aşılama#aşılayıcı#Baryum#çekirdeklenme#DemirKarbür#grafit#Kalsiyum#mekaniközellikler#MikroYapı#SferoDöküm#Stronsiyum#Zirkonyum
0 notes
Text
HİKMETLER KİTABI (GAZALİ)
HAVANIN YARATILMASINDAKİ HİKMETLER
Y üce Allah şöyle buyuruyor: "Rüzgarları da aşılayıcı olarak gönderdik ve gökten su indirdik de onunla su ihtiyacınızı karşıladık.
Yoksa onu mahzenlerde saklayan siz değilsiniz."
(Hicr: 22).
Rüzgarlar havayı harekete geçirip dalgalandırırlar.
Eğer böyle olmasaydı, karadaki canlıların hepsi yok olurdu.
Havayı teneffüs etmekle, bütün canlıların bedenlerindeki ısı dengelenir.
Çünkü denizdeki canlılar için suyun önemi ne ise, karadaki canlılar için havanın önemi de odur.
SAYFA 42
Eğer bir canlının havayı içine çekip nefes alması engellenmiş olsa, beynindeki hararet kalbine geçer ve bu da onun ölmesine sebep olur.
Rüzgarlar sayesinde bulutların, ziraat için yağmura ihtiyaç duyulan yerlere sürülmesindeki ve oraya yağmur yağmasındaki hikmeti bir düşün!
Eğer yaratıcı rüzgarı yaratmak suretiyle kullarına lütufta bulunmamış olsaydı, bulutlar ağırlıklarından dolayı oldukları yerde kalırlar ve yeryüzünün de onlardan yararlanması mümkün olmazdı.
Rüzgarlar ile gemilerin nasıl suyun üzerinde yüzüp gittiğini ve bazı bölgelerden, diğer bölgelere, oralarda üretilmeyen ve yetişmeyen eşyaları taşıdığını da bir düşün!
Eğer rüzgarlar sayesinde gemiler bir yerden başka bir yere intikal edemeseydi, sadece belli bölgelerde üretilen ve yetişen eşyalardan, ancak gemiler ile götürülebilecek başka bölgelerdeki insanların yararlanması söz konusu olmazdı.
Oysa pek çok zaruret ve kazanç elde etmek gibi çeşitli sebepler, bir bölgede üretilip yetiştirilemeyen eşyaların başka bölgelerden getirilmesini zorunlu kılar.
Sonra rüzgarlardaki letâfet ve şeffaflığı bir düşün ve hareketlenip dalgalanması ile yeryüzündeki ağır ve kokmuş havayı nasıl dağıtıp berraklaştırdığını tefekkür et! Eğer böyle olmasaydı, meskenlerde hava bozulup kokar ve neticede canlılar vebaya ve diğer hastalıklara yakalanıp yok olurlardı.
Rüzgarların kum ve toprakları bostanlara nakletmesi ve oradaki ağaçları güçlendirmesindeki faydalarıda bir düşün!
SAYFA 43
Yine rüzgarlar, dağların sırtlarını da kum ve toprakla kaplayıp oraları ziraata uygun hale getirebilirler.
Diğer taraftan rüzgarlar sayesinde, denizler harekete geçip, balık ve insanların faydalanabileceği diğer şeyleri karaya atar.
Yine havanın hareketiyle, yağmurun nasıl parçacıklara ayrıldığını ve yere damlalar halinde düştüğünü bir düşün! Eğer havanın hareketi olmasaydı, su yere bütün bir kütle olarak iner ve indiği yeri de mahvederdi.
Ancak yere damlalar halinde inen su, yerde toplanır ve hiçbir şeye zarar vermeden nehirleri ve denizleri oluşturur. Böylece canlılar en güzel şekilde onlardan yararlanmış olurlar.
Yüce Allah'ın kullarına olan rahmetine, lütfuna ve onların işlerini nasıl yürüttüğüne bir bak!
Evet, Allah'ın bu nimetindeki faydaların çokluğunu, büyüklüğünü ve kuşatıcılığını iyice tefekkür et!
Şu ayette akıl sahipleri uyarılır ve bütün bunları tefekkür etmeye davet edilir:
"Gökten sizin için suyu indiren O'dur.
İçecekler bundandır, ağaçlar bundandır ve (bundan yetişen otlakların) içinde hayvanlarınızı otlatırsınız. (Allah) sizin için onunla ekin, zeytin, hurma, üzümler ve her türlü ürünü bitiriyor.
Şüphesiz bunda düşünen bir toplum için apaçık bir delil ve ibret vardır." (Nahl: 11-12).
Yüce Allah'ın havayı bazen yağmur bulutlarıyla yüklü bazen de açık yapması ve dünyanın selameti için bu iki hali dönüşümlü olarak devam ettirmesi,
O'nun bu konudaki büyük nimetlerinden ve hikmetlerinden biridir.
Sürekli olarak bu iki halden biri devam etseydi,
SAYFA 44
o zaman dünyadaki denge bozulurdu.
Yağmurlar aralıksız olarak devam ettiğinde, ekinleri ve sebzeleri çürüttüğü, evleri ve binaları yıktığı, yolları kestiği ve bir çok mesleği icra edilemez hale getirdiği görülür.
Aynı şekilde hava hep açık ve güneşli olarak devam etse, cisimler ve bitkiler kurur, pınarlardaki ve vadilerdeki sular bozulurdu.
Havanın hep kuru olması başka olumsuz sonuçlar da doğurur.
Hastalıkların çoğalması, gıda maddelerinin fiyatlarının yükselmesi, otlakların kuruması ve arıların yayılacağı çiçeklerin yok olması gibi.
Ancak havanın bazen yağışlı bazen de güneşli olması, havayı mutedil yapar ve bu iki durumdan her biri diğerinin sebep olacağı zararları ortadan kaldırır.
Böylece işler düzene girer.
Ve Allah'ın dilemesiyle, genel olarak hava durumu bu şekilde olur.
Ancak bazen bu iki durumdan birinin uzun süre devam ettiği ve bunun zararlarının ortaya çıktığı söylenebilir.
Bunun sebebi belki de, Allah'ın nimeti ve lütfunun zıddı olan şeylerle insanların uyarılmasıdır.
İnsanların bu şekilde uyarılmaları, onların zulümleri ve isyanlarından kaynaklanır.
Bilindiği gibi vücuttaki hastalığın şiddetinin fazlalığına göre kullanılacak ilacın acılığının şiddeti de artar.
Yüce Allah şöyle buyuruyor: "Allah kullarına rızkı bol bol verseydi, yeryüzünde azarlardı.
Fakat O, (rızkı) dilediği ölçüde indirir.
Şüphesiz O, kullarından haberdar olan ve onları görendir." (Şûrâ: 27).
#HİKMETLER #KİTABI
#HAVANIN #YARATILMASINDAKİ #HİKMETLER
#İMAM-I #GAZÂLÎ
4 notes
·
View notes
Text
قَالَ اللهُ تَعَالَى: وَاَرْسَلْنَا الرِّيَاحَ لَوَاقِحَ فَاَنْزَلْنَا مِنَ السَّمَٓاءِ مَٓاءً فَاَسْقَيْنَاكُمُوهُ وَمَٓا اَنْتُمْ لَهُ بِخَازِنِينَ. (سورة الحجر، 22)
Allâhü Teâlâ şöyle buyurdu -meâlen-: “Bir de aşılayıcı rüzgârlar gönderdik de sonra gökten yağmur indirdik ve onunla sizleri suladık ve onu hazinelerde (yani yağdıktan sonra dağlarda, pınarlarda, kuyularda) tutan da siz değilsiniz.” (Hicr Sûresi, âyet 22)
04 Kasım 2023 Cumartesi
Fazilet Takvimi
10 notes
·
View notes
Text
az evvel çilek yedim, yerken çileğin tadının bile ne kadar umut aşılayıcı bi şey olduğu bahar gelmese gebereceğimizi düşündüm, teşekkür ederim, iyi geceler
1K notes
·
View notes
Video
youtube
Kuran Mucizesi: Aşılayıcı Rüzgarlar I 4K
0 notes
Text
0 notes
Text
CAN SUYUM
Uyumaktan gözleri şişmiş, toprağın içinde güzel rüyalar gören bir tohumdum ben. Birden biri bana birkaç damla “can suyu” verdi. Hareketlendim, coştum, dirildim, heyecan yaptım. İçimdeki, zerrelerimdeki tüm “Hak” bilgiyi çıkarmam ve dirilmem emredilmişti. Emir; can suyum ile birlikte gelmişti, suya yazılmıştı. Gizli olanı çıkarıp önce bir fidana, sonra da dalları ulu göğe, kökleri dipsiz yerin altına uzanan bir ağaç olabilecek miydim? Şüphem vardı, evet. Yoksa güdük bir fide, verimsiz bir ot mu olacak ve kuruyup gidecek miydim, yeni bir tohum vermemek üzere? Suya verilen emirleri doğru düzgün anlamış mıydım? O suyu kana kana içmiş miydim?
Toprakta benim dışımda her nevi tohum da vardı, biliyorum. Bazıları benim gibi (nasılsam artık), bazıları çok sert-taş gibi-aksi, bazıları GDO’lu eciş bücüş, bazıları benim aksime hareketlenmek için oldukça isteksiz. Suyun getirdiklerini her tohum ne kadar anlamıştı? Her tohuma verilen su aynı mıydı? “Yanıt bulmak için doğru soruyu sormak lazım” diyerek devam ettim seyrime.
“Su” nedir, ne işe yarar, değeri nedir?
“Allah’ın yarattıklarının başında gelir su” der, Münir Derman Hocam. Biraz kimya/fizik bilgisiyle başlayalım. “Formülü H2O dur ya da insan vücudunun şu kadarı sudur” gibi sıradan bilgileri geçtim gitti. Karbon temelli bir yaşam için, yani bu dünyadaki canlılar için su, vazgeçilmez bir madde. Hidrojen bağları nedeniyle suyun kutupsal bir özelliği var ve bu sayede sıra dışı akışkanlığa sahip. Kanımız iyi ki damarlarımızda akıyor (suyun müthiş kohezyon özelliğinden bahsetmedim bile) ve besinleri hücrelerimize taşıyor. Suyun aktif bir kimyasal madde olduğunu biliyoruz. Reaksiyonları katalize ediyor, yönlendiriyor, bozmuyor. Vücudumuzda proteinlerin sentezinde en verimli mekanizma yine su kimyası sayesinde gerçekleşiyor (Bkz. Erimiş globül teorisi). Hücre zarlarının besin alışverişi ve suda çözünmüş besinlerin bulunması suyun kutupsal özelliği nedeniyle gerçekleşiyor. Enerji alışverişi prensipleriyle suyun geç ısınıp, geç soğuduğunu biliyoruz. Bu özelliği ile de hem vücudumuz ani ısı değişimlerinden korunuyor, hem de deniz canlıları rahatça hayatlarını sürdürüyor.
Biz Türkler suyun bu kadar değerli olduğunu biliyor muyuz? Öncelikle aynen toprak gibi, vatandır su bizim için. Yer ve su sahipsiz bırakılmaz. Göktürk yazıtlarında; Tanrının, Türk’ün yeri ve suyu sahipsiz kalmasın diye, kağanları Türk milleti üzerine getirip koyduğu yazar. “Yukarıda Türk Tanrısı, Türk’ünün kutsal yeri ve suyu şöyle yapmış: ‘Türk Milleti yok olmasın’, diye, ‘bir millet olsun,’ diye, babam İl-Teriş Kağan’ı, annem İl-Bilge Hatun���u Tanrı tepesinden tutup yukarı götürmüş (Kültigin yazıtı, D10-11)”. “Kağanından, beylerinden, yer ve suyundan ayrılmazsan iyilik göreceksin” diye eklenir (Bilge Kağan yazıtı, K13). Bu bir buyruktur. Yer ve suların ruhları, Türkler vatanlarında kalsınlar diye her zaman yardım etmişlerdir. Tonyukuk yazıtı 2.taş B3: “Düşman buralardan gelmiş olmaları zor dedi ve geldiğimizi farketmedi. Hiç şüphe yok ki Tanrı, Umay, kutsal yer- su onları bastı”. Hızır ile İlyas anlatıları da yer-su ikilemesinden türemiştir. Biri yerdekilere, diğeri sularda gezenlere yardım eder.
Türk kültüründe çaylar, ırmaklar, göller tıpkı insanlar gibi canlılardır ve yaşarlar. Sular; mübarek, kutsal (ıduk) diye anlatılır Göktürk yazıtlarında. “Gökten mübarek bir su indirdik, onunla bahçeler ve biçilecek daneler bitirdik. Kullara rızık olsun diye. Onunla ölü bir beldeye hayat verdik. İşte böyledir topraktan fışkırış (Kaf/9-11). Onlara saygısızlık yapanlar, kirletenler cezalandırılır.
Altay Türkleri; Büyük Gök Tanrısı Ülgen’i ve yeraltı ruhu Erlik’i çağırırken, dağ ruhları ile, yer ve su ruhlarını çağırırlardı: “Biz, sizin hepinizi, bizim 70 dağımızı, Yer ve Sularımızı, herkesin atası Bay-Ülgen’i, ayrıca Erlik’i adlayarak çağırıyoruz”.
Dede Korkut hikayelerinde; Oğuzların arı sudan abdest alıp, namaz kılıp sefere çıktığından bahsedilir. Yine Salur Kazan kaybolan ordusunun haberini sulardan sorar. Ona göre su, Hak Teala’nın yüzünü görmüştür ve bir şeyler bilmesi gerekmektedir. “Suya ecel gelmez” der Korkut Ata.
Ant, su gibi içilir. Bazı kaynaklar Ant kadehi kültürünün de buradan geldiğini yazmaktadır. Cengiz Han ve arkadaşları Balcuna ırmağından su içerek gelecek için ant içmişler ve bir imparatorluk kurmuşlardır. Cengiz Han’ın kabilesinin adı “Kılan veya Kıyan” dır. Kıyan sözü Türkçe “kayan” yani “sel” kelimesinden gelmektedir. Varın Cengiz Han’ın yaptıklarını siz düşünün.
Su nereden geldi?
Gökten, gerçekten de gökten. Yağmurdan bahsetmiyorum. Gökten indirilen su ile önce dünya, sonra biz canlandık. Onlarca ayet var Kur’an’da, saymayalım hepsini. Dünyadaki su nasıl oluştu, bununla ilgili teoriler mevcut. Onları sıralayalım: 1) Dünya ilk oluştuğunda soğuktu ve güneş sistemindeki suyu bünyesinde depoladı. Ayrıca buzlu asteroidlerin çarpması ile okyanuslar oluştu. 2) Theia çarpışmasıyla yeni Dünya oluşurken, Theia’nın taşıdığı suyun bir kısmını aldı. 3) Suyun kalanı ise sonradan oluştu. Yerkabuğunun derinliklerinde hidrojenle oksijenin bir kısmı su moleküllerine dönüştü. Volkanik faaliyetlerle su yüzeye çıktı. Aynı zamanda hayatın varlığı ile atmosferde oksijen arttı. Şu anda da bitkilerin ürettiği oksijen sayesinde su kütlesinin büyük kısmı kapalı bir sistem halinde korunmakta (Kıyametin kopacağını bilseniz fidan dikiniz! Görklü Muhammed) 4) Geç dönem asteroid bombardımanı ile (özellikle Kuiper kuşağındaki buzlu asteroidler) okyanusların suyunun büyük bir kısmı kazanıldı. Örneğin 2011 yılında 12 milyar ışık yılı uzaktaki bir hiperaktif bir kara deliğin çevresinde, okyanuslardan 140 trilyon kat daha fazla su içeren dev bir bulutsu kefşedildi. Uzayın içerdiği suyu siz düşünün, hesaplayın hesaplayabilirseniz. Güneş Sistemi’nde dünyadan daha çok su içeren 8 su dünyası yer alıyor. Satürn, Jüpiter ve Neptün yörüngesindeki 7 uydu ile Plüton’un kalın buz tabakasının altında, volkanik etkinlikler sayesinde ısınan global buz altı okyanusları bulunuyor. Şimdi bunları neden söyledim? Açıklayalım hep beraber. İlk olarak suyun kaynağını öğrendik: Gökler. Bu klasik astrofizik bilgisi. Hicr/21-23 ayetler: “Hiçbir şey yoktur ki, hazineleri bizim yanımızda olmasın. Ama biz onu ancak belirli bir ölçüde indiririz. Biz, rüzgârları aşılayıcı olarak gönderdik ve gökten bir su indirdik de onunla su ihtiyacınızı karşıladık. Onun depolayıcıları siz değilsiniz. Her halde biz, mutlak hem bir hayat veririz hem öldürürüz, hepsine vâris de biziz.” Gökten indirilen suyun deposu nerde, sadece bulutlar mı su deposu, anahtarı kimde peki? Ama ölçülü indirildiği kesin (Müminün/18, Zuhruf/11). Yoksa gök kapıları açılır, sel olur, tufan olur. “Biz de derhal boşalan bir su ile göğün kapılarını açtık (Kamer/11)”. Gök kapısı, sadece buhar damlacıkları yüklü bulutlar olmasa gerek.
Daha derinlere dalalım. Sayın Oktan Keleş, Kulbak Bilge kitabındaki Ötüken tasavuffunda şöyle yazmıştı (sayfa 359-362): “Dış gök, cevheri sudur, rengi beyaz ışıktır (nur). Uzayın da dışındadır. Dış Gök, Ruh Gök’e (Büyük Ruh) dönüşür ve Yaradan vahiy gönderir elçisine. Büyük Ruh vasıtası ile (yansıma) yalvaçın tinine, ruhuna, kalbine. Böylelikle Büyük Ruh’a rahmet kapısı açılmış, görevini yapmıştır. Mavi Gök, Kök Tengri Otağı, Arş gibi algılanmalıdır.” Yani Arş’tan su (dış gök) üzerine yansıyan emirler Yalvaça vahiy olarak iner. Yaratılış da aynı yansıma değil midir? Hud/6: “…O, hanginizin amelinin daha güzel olacağı hususunda sizi imtihan etmek için, Arş'ı su üzerinde iken, gökleri ve yeri altı günde yaratandır… (Hud/6)”. Ayrıca divan şiirinde Hz.Muhammed; anasır-ı erbaa unsurlarından biri olan “su” ile sembolize edilmektedir. Su, rahmettir. Hz.Muhammed alemlere rahmet olarak gönderilmiştir.
Yansıma demişken biraz fizik bilgisinden, suyun cam halinden bahsedelim. Cam maddenin bir halidir ve sıvı ile katı arasındadır. Katı gibidir, ama akar. Suyun cam hali de bu şekildedir. Bilim insanları da suyun cam halinin -53 ila -123 derece arasında görüldüğünü düşünüyorlar. Evrende uzay boşluğunda en yaygın su formu, yüksek basınç ve aşırı soğuk nedeniyle, camdır. Size bir ‘kare bulmaca’ sorusu: Sırlı cam, dört harfli: Ayna…. Hani şu yansıtan. Arş’ın sırlı bilgisini yansıtan su… Derman Hocam şöyle söyler: Arş’ın altında bizim bildiğimiz su yoktur. O başka “su”... Mekân değil orası...”
Sudan mı yaratıldın sen?
Abiyojenez teorisine göre yaşam inorganik moleküllerden türemiş! Buna benzeyen teoriler Aristotalesten beri her zaman ortaya bırakılıyor. Evrende hayatın kaçınılmaz olarak ortaya çıktığı teorisini geliştiren fizikçi Jeremy England şöyle demiş: “İşe bir öbek atomla başlıyorsunuz ve bunların üzerine yeterince bir süre ışık tuttuğunuzda bitkilere dönüşüyorlar ki bu gayet normal”. Sığ sualtı menfezlerindeki gözeneklerdeki atomlar organik molekülleri üretecek şekilde bir araya gelmiş ve düşen yıldırımlar ile organik moleküller oluşmuş. Henüz kanıtlanmış değil bu teoriler. Miller ve Urey 1960’larda gerçekleştirdikleri deneylerde kimyasal çorba adını verdikleri özel bir sıvıya elektrik vererek yaşam yaratmak istediler ve sadece aminoasitlerin temeli olan bazı basit organik bileşikleri oluşturabildiler. Tek ispat edebildikleri şey, yaşamın temeli olan organik bileşiklerin güneş radyasyonuna maruz kalan havasız ve ölümcül uzayda bile ortaya çıkabileceğini göstermek oldu. Bu kadar basit miydi ve buna göre sen önceden kimyasal bir çorba mıydın? Yeterince inandırıcı mı?
“İnsan ile Allah arasında su vardır” (Münir Derman)
Kadim metinlerde, efsanelerde ve mitolojik anlatılarda insanın yaratılmasından önce dünyada sadece suyun olduğundan bahsedilir. Mu tabletlerinde (Naakal metinleri) suya; “Hayatın Anası” denmiştir. Şöyle geçer yazıtlarda: “Yaratılışın 3.emrinde; sular yeryüzüne yerleşir ve henüz kara parçası yoktur. Yaratılış emri 5: Ve Yaratıcı dedi ki: Sularda hayat ortaya çıksın. Ve güneşin ışınları suların balçığındaki toprağın ışınlarıyla buluştu ve balçıktaki parçacıklardan kozmik yumurtalar oluştu. Bu yumurtalardan, emredildiği gibi, hayat ortaya çıktı. Su adeta ana rahmidir.
Türk kadim metinlerinde ise benzer anlatılar mevcuttur. Yine yeryüzünde ilk olarak sadece su vardır. Su, yaratılışın ana malzemelerinden biridir ve canlılığı sağlar. Altay Yaratılış Destanında şöyle geçer dünyanın yaratılışı:
Dünya bir deniz idi, ne gök vardı, ne bir yer,
Uçsuz, bucaksız, sonsuz, sular içreydi her yeri
…
Ülgen hep düşünmüştü, ta göklere bakarak:
Bir dünya istiyorum, bir soyla yaratayım!
Bu dünya nasıl olsun, ne boyla yaratayım!
Bunun çaresi nedir, ne yolla yaratayım!”
Bir Ak-Ana (Ak-Ene) var idi, yaşardı su içinde,
Ülgen’e şöyle dedi, göründü su yüzünde:
Yaratmak istiyorsan, sen de bir şeyler Ülgen,
Yaratıcı olarak, şu kutsal sözü öğren!
De ki hep, “ Yaptım oldu!” Başka bir şey söyleme !
Hele yaratır iken, “ Yaptım olmadı!” Deme!
Ak-Ana bunu dedi, sonra kayboluverdi,
Denize dalıp gitti, bilinmez noluverdi.
Ülgen’in kulağından bu buyruk hiç çıkmadı,
İnsana bu öğüdü iletmekten bıkmadı:
Dinleyin, ey insanlar! “Var’ı yok demeyiniz !
Varlığa yok deyip de, yok olup gitmeyiniz!”
Ülgen yere bakarak: “Yaratılsın yer!” demiş.
Bu istek üzerine, denizden yer türemiş.
Ülgen göğe bakarak : “Yaratılsın Gök!” demiş.
Bu buyruk üzerine, üstünü gök bezemiş!....
Başka bir Altay efsanesine göre; bir kadın, gökten düşen bir dolu tanesini yutmuş ve bundan dolayı da gebe kalmıştır. Dolu tanesinin içinde iki buğday tanesi vardır. Bunun için de bu kadından türeyen boy, kutsal bir nesil olarak kabul edilmiştir.
Hayat Suyu, bütün dünya mitolojilerinin en önemli bir motifidir. Altay ve Anadolu masalları ölüp de, hayat suyu ile yeniden dirilenlerle doludur. Yakut Türklerinin millî destanı olan Er-Sogotoh efsanesinde: İlk insan, (Er-Sogotoh, Ak-Oğlan): “Nasıl doğdum, nasıl dünyaya geldim diye, hep düşünür gezermiş. Demiş ki: Beni doğursa doğursa, Büyük Ana Kübey Hatun doğurmuş olmalıdır. Çünkü onun içinde bulunduğu ağacm göğsünden sütler akar”. Babası da Gök Ata Er-Toyon’dur. Kübey Hatun, hayat suyunun bekçisi Dişi Ata’dır (Kambaba,3.videoda bahsetmişti: https://www.onaltiyildiz.com/?artikel,666). Er-Sogotoh hayat suyunu içerek defalarca dirilir. Yakutların cennetinde, hayat ağacı ile hayat suyu, birinci derecede rol oynayan motiflerdir. Altaylıların cenneti de, Süt-Ak-Köl, yani, “ Süt gibi Ak-Göl” idi ve dünyaya yeni gelen bütün çocukların ruhları hep bu gölden gelirdi.
Sümerlerde tanrı Enki (Ea); su, zeka ve yaratmanın tanrısıdır. Nehirli Tanrı diye geçer adı, simgesi de balıktır.
Görüyoruz ki ‘yaratılış ve dirilme-canlılık’ için, su olmazsa olmaz. Şimdi bu kavramları irdeleyim beraberce. Kambaba bir ocak sohbetinde: “Yoktan var etmek, yaratmak, inşaa etmek ve dirilmek. Hepsi farklı.” demişti. “İyi düşünün, ayırt edin ve ona göre okuyun.” diye eklemişti. Okumaya başlayalım. İkra… (İlk emir)
Kur’an meallerinde “yaratmak” şeklinde çevrilen birden fazla kelime mevcut. “Yoktan var etmek (ibda)” ile başlayalım. İnsan (İsra/51, Yasin/22, Taha/72, Zuhru/27, Hud/51) ve ayrıca gök ve yer (Enam/14, Enam/79, Enam/101, Yusuf/101, İbrahim/10, Enbiya/56, Fatır/1, Zümer/46, Şura/11) yoktan var edilmiştir. Doğrusu; “var”ın ana malzemesi “yok” tur. “Göklerin ve yerin yaratıcısı O'dur; bir şeyin olmasını istediğinde ona sadece 'Ol' der -ve o oluverir (Bakara/117)”. İnsanın var’ının esas fıtratı değişmez. İlk prototip insan yoktan var edilmiştir artık. “Sen yüzünü hanîf olarak dine, Allah insanları hangi fıtrat üzere yoktan yaratmış ise ona çevir. Allah'ın yaratışında değişme yoktur. İşte dosdoğru din budur; fakat insanların çoğu bilmezler (Rum/30)”. Bundan sonraki yaratmak eylemi sandığımız işlemler aslında; halden hale geçiş, bir şeyden başka bir şeyin ortaya çıkması anlamındaki yaratılışlardır. “Kun fe yekün” her an devam etmektedir.
“Halk etmek” filinin geçtiği ayetler ile devam edelim. Halak; varolan bir şeyi başka bir şeye dönüştürerek yeni bir şeyi ortaya çıkartmak demektir. Adem’in çamurdan (Araf/11, İsra/61), beşerin çamurdan (Sad/71) veya çamur artı balçıktan (Hicr/28) ve sudan (Furkan/54) yaratıld��ğı bildirilmiştir. İlk hamurda iki malzeme vardır: Su ve Toprak. Burada önemli bir ayrıntıyı söyleyelim: İblisin secde etmeyi reddettiği (Hicr/33, Sad/76, Araf/12); beşer ve Adem’in çamurdan-balçıktan yaratılıp ve ruh üflendikten sonraki halleridir. Yani çamur ve balçığı hakir gördü, maddeye takıldı ve secde etmedi. Klasik tefsirler böyle söylemekte. İnsanın ve neslinin; yerden, topraktan, çamurdan, balçıktan, adi sudan, atık sudan, meniden, nutfeden, alakadan, etten ve kemikten yaratıldığına dair 20 kusür ayet bulunmakta. “Oysa o sizi aşama aşama yaratmıştır (Nuh/14)”. Burada dikkat etmemiz gereken nokta; insan ve neslinin yaratılışındaki sözkonusu sularda, artık adi ve atık sıfatlarının bulunması. Niye böyle, bunu ikinci bölümde açarız inşallah. Çok karıştırmadan basitçe söylersek: Yaratılış aşamalarında, su hep var. Çamur-balçık, meni, atık-adi su, nutfe, alaka nasıl olursa olsun. Su olmadan yaratılış, canlılık düşünülemez. Su sebep kılınarak; canlı olabilme, hayatta kalabilme yazılımı yüklendi insana. Acaba İblis bu yazılımı mı kıskandı? Özellikle de ilk yaratılış biçimleri olan beşer ve Adem’deki suyu. Çünkü o ateştendi. Su, onun ateşini söndürecekti hep. Yoksa su ile başka bilgiler de mi verildi bize ve şeytan o bilgilere de sahip olmak istiyor? Aramaya başlasak iyi olacak.
“Her dabbe sudan yaratıldı (Nur/45)”. Dabbe nedir peki? Kimi karnı üstünde sürünür, kimi iki ayağı üstünde yürür, kimi dört ayağı üstünde yürür (Nur/45). Sen dabbe misin? İnsan ve dabbe kesin ve net olarak ayrılmaktadır ayetler ile. Yeryüzünde yürüyen dabbeler ve iki kanadı ile uçan kuşlardan ne varsa hepsi bizim gibi ümmetlerdir (Enam/38). Yine göklerde ve yer olanlar, dabbeler ve insanlardan bir çoğu Allah’a secde etmektedir (Hac/18). Dabbeler de insanlara benzer şekilde; sağır-dilsiz (Enfal/22) ve kafir (Enfal/45) olabilirler. Allah insanları cezalandırmak isterse yeryüzünde dabbe bırakmaz (Nahl/61, Fatır/45). “İnsanlardan, dabbelerden ve davarlardan yine böyle türlü renkte olanlar var… (Fatır/28).” İnsan dışındaki canlılara dabbe diyebiliriz sanırım. Su; aynen insanların yaratılma aşamasındaki gibi dabbelerin yaratılmasında da ana malzemedir.
“Ceale” kelimesi; eskisinin yerine yenisini oluşturmak, bir şeyi uygun hale getirip uygun olmayan halini bertaraf etmek anlamına gelmektedir. Meallerde “yapmak, kılmak...” gibi anlamlarda kullanılır. Yaratmak anlamını içermez yani. Önce bir bütün vardı, sonra ayrıştırıldı ve su ile canlılar oluşturuldu, Hayy esması varlık alemine yüklendi. “O inkâr edenler görmüyorlar mı ki, (başlangıçta) göklerle yer, birbiriyle bitişik iken, biz onları ayırdık ve her canlı şeyi sudan yaptık (ceale). Yine de onlar inanmayacaklar mı? (Enbiya/30)”. Su can getirir. Açık ve net.
İnşaa etmek herhalde yarattıktan sonra daha kolay olacaktır. Yoktan var ederek ve yaratarak binanın temelleri atılmıştır artık. Sonra bina, o temel üzerine aşama aşama inşaa edilir, geliştirillir, dönüştürülür. “Şüphesiz tekrar inşaa etmek de O’na aittir (Necm/47).” Yerden tekrar tekrar insanı inşaa etmesi de (Hud/61, Necm/32) kolay olacaktır zannımca. Bu terim; Kur’an’da ceninin halden hale dönüşerek insanın haline gelmesi için de kullanılmıştır. Çamurdan yaratıldın, sonra nutfeden ve alakadan, sonra et ve kemik giydirildin en sonunda bambaşka bir yaratık olarak inşaa edildin (Müminün/14). Dikkat et de helak edilmeyesin. Çünkü senin ardından başka nesiller, kavimler, benzerlerin yeniden inşaa edilebilir (Enam/6, Enam/133, Enbiya/11, Müminün/31, Müminün/42, Kasa/45, Vakıa/61). “Akıtılan meniyi gördünüz (Vakıa/58) ve ilk inşaa edilişi bildiniz (Vakıa/62)” diye söyler bize Tanrı. Bir not ekleyelim buraya. Meni nin ne demek olduğunu biliyoruz. Meni kelimesi “temenni, kuruntu, arzu, umut” kelimeleri ile aynı kökten gelir. Burada bir soru gelmeli aklımıza: Bu inşaa süreci, bu aşamalar müdahalelere açık mı? Çünkü temeli bilmesek de sonrasını/inşaa sürecini biliyoruz. İşte şeytan ve avanesi bu aşamalarda devreye giriyor olabilir mi? Meniyi, yani insanın üreme mekanizmalarını da kullanarak; yeni inançsız nesilller yaratmak ve yerimize benzerlerimizi koymak için arzu içindeler mi? Tepegöz’ün doğumunu hatırlayalım. Çoban, kutsal Perili Pınarın yanında bir peri ile zorla birlikte olup, kutsal olanı bozar, yasak bir ilişkiye girer ve Tepegöz bu şekilde doğar. Bu; atık su, meni, adi su değil de nedir? Yaratılışa müdahale, suyu kirletmek, kutsalı bozmaktır. Şeytan; madden ve manen suyun kirletilmesini sağlayarak, Tepegözün doğması ile kendini kopyalamıştır adeta.
Kısacası; “Allah’ın yaratmasında değişme yoktur (Rum/30)”. Yaratılışını anla, yaratılışındaki güzelliğe sahip çık. “İncire, zeytine, Sina dağına ve şu emîn beldeye yemin ederim ki, biz insanı en güzel biçimde yarattık. Sonra onu aşağıların aşağısına indirdik. (Tin/1-5).” İnme daha da aşağılara. Yaratılışında kullanılan su gibi unsurları; ister adi-atık su olsun, ister meni yada nutfe; kirletme, bozma, ona müdahale etme, ettirme. “Yaratanların en güzelini bırakıp da Ba'l a mı tapıyorsunuz? (Saffat/125)”.
Elmalı Hamdi Yazır’ın sözüne kulak verelim: “Evet tabiatta evrim/tehavvül, doğal seleksiyon/ıstıfa, gelişim/tekamül yok değildir. Fakat o doğal seleksiyonu ve gelişimi yapan tabiat değil, tabiatlar üzerinde hakim olan Yaratıcıdır (Müminun/14.ayet tefsiri)”. Bu soruları siz yanıtlayın artık: Dünyanın ve insanın; su gibi hâlden hâlle giren bir dış çevre içindeyken hep sabit kalması mümkün müdür? Değişen şartlara en güzel şekilde uyum sağlamak ve en güzel (ahsen) yaratılış değil midir peki? Peki sen durup dururken kurulu düzene neden çomak sokuyorsun?
Hadi biraz canlanalım
Su; toprağın dirilmesi ve binbir farklı meyve-sebzenin yetişmesi için de vazgeçilmez (Neml/60, Hac/63, Bakara/164, Nahl/65, Hac/5, Furkan/48, ankebut/63, Rum/24, Fussilet/33, Zuhruf/11, Kaf/9, Enam/141, Müminun/19). Ölülerin tekrar diriltilmesi de haliyle toprağın diriltilmesi gibi anlatılmıştır Kitabımızda: “…Sen, yeryüzünü de kupkuru ve ölü bir halde görürsün; fakat biz, üzerine su indirdiğimizde o, kıpırdanır, kabarır ve her güzel çifti yetiştirir. Çünkü Allah, O tek gerçektir. O, ölüleri diriltir; yine O, her şeye hakkıyla kadirdir (Hac/5-6). “Senin yeryüzünü kupkuru görmen de onun âyetlerindendir. Biz onun üzerine suyu indirdiğimiz zaman, harekete geçip kabarır. Onu dirilten, elbette ölüleri de diriltir. O, her şeye kadirdir (Fussilet/39). “Gökten bir ölçüye göre suyu indiren O'dur. Biz onunla (kupkuru), ölü memleketi inşa ederiz. İşte siz de böylece çıkarılacaksınız. (Zuhruf/11). İşte bu şekilde kuru toprak sulanacak, ıslanacak ve yeniden, tekrar tekrar dirileceğiz.
Gökten inen suyla toprağın dirilmesi Mu ve Maya tabletlerinde “Tau” simgesi ile anlatılır. Diriliş ve tekrar doğuşun, yeniden ortaya çıkışın sembolüdür. Aslında tekrar doğan şey topraktır. Kelime anlamı "suyu getiren yıldızlar"dır. “Ta” yıldızlar ve “Ha” sudur. Tau, Güney Haçı takımyıldızıdır. Güney Haçı, Mu semalarındaki belli noktada gözüktüğü zaman yağmur mevsimi başlar ve kuru topraklar, ölü tohumlar canlanır. Ağaç ve diğer bitki örtüsü yaprak, çiçek ve meyve verirdi. Mu berekete kavuşurdu. İşte bu, hayatın dirilmesiydi.
Peki biz nasıl dirileceğiz yine yeniden. Araf/57-58’de şöyle söylenir bize: … “Orada suyu indirir ve onunla türlü türlü meyveler çıkarırız. İşte ölüleri de böyle çıkaracağız. Her halde bundan ibret alırsınız. Güzel (temiz) memleketin bitkisi, Rabbinin izniyle çıkar; kötü olandan ise yararsız bitkiden başka bir şey çıkmaz.” Yani “suyla verilen emri bozarsak, içimizde güzellik yerine kötülüğü beslersek, yararsız bir bitkiden farkınız olmaz” diyor bize Rabbimiz. Neye niyetse ona kısmet artık.
Aynı su ile sulanıp farklı bitkiler, meyveler çıkması tohumun mu, toprağın mı, suyun mu marifetidir, bilgisidir peki? Sen tohumunun kodunundan, içindekinden, şah damarından yakın olandan bihabersen, gökten indirilen suyun ne faydası olur sana? Aynı toprağa aynı tohumdan 10 tane dikersin, aynı suyla sularsın, sadece birkaçı fide olur, bu hep böyledir. Gökten indirilen su ile farklı bitkiler, meyveler, sebzeler çıkar yeryüzünde (Bakara/22, Enam/99, Araf/57, Rad/4, Nahl/10, İbrahim/32, Taha/53, Lokman/10, Fatır/27, Zümer/21, Abese/25). “…Birbirine benzeyeni var benzemeyeni var. Meyve verdiğinde ve meyveler olgunlaştığında bir bakın onun ürününe. Bu size gösterilenlerde, iman eden bir topluluk için ibretler vardır (Enam/99)”. Kısacası meyveye bakıcaz; içi kurtlu mu, mostralık olarak mı konmuş (dışı güzel, içi kofti, arkasındakileri de saklayan) ya da sulu ve lezzetli mi? Gökten indirilen su aynıdır, ama topraktan çıkanlar farklı farklıdır. Rad/4’te bu durum şöyle açıklanır: “Yeryüzünde birbirine komşu kıtalar, üzüm bağları, ekinler, çatallı ve çatalsız hurmalıklar vardır. Bunların hepsi tek bir su ile sulanır. Yemişlerinde onların bir kısmını bir kısmına üstün kılarız. İşte bunlarda aklını kullanan bir toplum için ibretler vardır.” Suyun tadı yok, rengi yok, kokusu yok. Yani bilgi sende, bilgiyi yüzeye çıkarmanın kodu suda. Şimdi diyeceksin ki: “Ben sadece, rüzgarla ya da bir çocuğun dudaklarındaki nefesle her yere polenleri uçuşan bir karahindiba isem, ne yapabilirim ki?” Hor görme kendini. Bir kere o can suyunu içtin sen. Sen; yüksek oranda potasyum, A ve C vitamini taşırsın. En basitinden depresyon, stres ve yorgunluğa iyi gelirsin, güçlü bir idrar söktürücüsün, müshil etkisi yaratırsın. Gördün mü sende ne cehverler saklıymış. Ama suyun emrini alman lazım: “Hayy-Canlan-Diril”. Toprak bizim diğer hammaddemiz, ama bizi diri kılan şey: Can. Suyla beraber verilen ve toprağı da canlandıran yazılım. Dirilme canlanma sırası sana gelmedi mi hâlâ?
Canlandık, ama yorulunca dinlenmeyi de biliriz. O yüzden burada keselim şimdilik ve bir Kırgız/Kazak Baksı duası ile bitirelim yazımızı. Bizim duamız öyle meteoroloji haberlerine bakıp da yağmur duasına çıkanlar gibi olmaz. Özellikle virüslerin, aşıların, gereksiz bilgilerin kol gezdiği böyle günlerde bu dua; su gibi aksın dilimizden ve bize şifa versin:
Diri desem diri değil Korkut Ata Evliya
Su başında Süleyman, su ayağında Er-Korkut
Belaları sen korkut
Çağırdığımız zaman gel Pirim
Bunlu ile hastalığı keselim,
Şifa ver Pirim…
SU GİBİ AZİZ OLUN…
2 notes
·
View notes
Text
⭐⭐⭐⭐⭐
Hâlâ bizim olan şeyler var. Güneş ve kuş cıvıltıları gibi. Hepsinin sihirli bir girişi var, balkon kapısı ve pencereler...
Perdeleri açınca, duvarlara ışıklı dokunuşlar yapan ve bıraktığı gölgelerle öpücükler konduran güneş... Gezici tabiat radyosu kanatlı dostlar... İkisi de manevî destek timi... İkisi de ruha şifa, evlere konuk güzellikler... Biz onlara gidemezken bile, onlar bize gelirler. Ne büyük nasip!..
Kanepede öylece oturup biraz muhabbet ederken biz,
sabahtan beri kâh dinginleşip kâh coşan kuşlar ve kâh saklanıp kâh görünen güneş de konuğumuzdu. İyi ki siz geliyorsunuz, dedim. Biz size gelemezken bile, siz evimize doluyorsunuz tüm güzelliğinizle... İyi ki.
Her vakit insana iyi geliyor ikisi de, güneş de kuş sesleri de... Ve bununla beraber altın bir ân var.
Güzelliklerinin zirvesi sanki. İyiliklerinin tastamam kapasitesi. İkindi vakti...
İkindi vakti gelince güneş tüm günün ışıklarını toplayıp, dopdolu bir buket çiçek gibi öyle gösterişli sunuyor ki... İnsanın kucağını dolduruyor, içini aydınlatıyor, ruhuna kanat çırptırıyor.
Kuşlar öyle bir neşeyle cıvıldaşıyor ki, insan farkına varmadan umutlu ve şen hissediyor.
İki dost... Biri kulaktan biri gözden kalbe giriyor, her kanalımıza ayrı ayrı hitap ediyor.
İkisi de insana teklifsiz geliyor. Bu yüzden onlara 'ikram' deniliyor. Ruha armağan leziz şükür paketleri...
Yaşadıkça mı bilmem, artık ikindiler ve akşamüstleri daha cazip geliyor. Yirmi senelik dünya hayatımda hep değişti günün en sevdiğim dilimleri. Son zamanlarda favorim gün ışığının bu son demleri... Çünkü ikindi güneşi öyle parlak ve alabildiğine umut verici ki... Çünkü o vakitte kuşlar öyle coşkulu ve neşe aşılayıcı ki...
"Bir zaman sonra gün geceye karışacak.
Akşam ile karanlık gelecek, ışık bir süreliğine veda edecek. Bu nedenle biz olabildiğince ışıklı ve cıvıltılı bir son lokma ikram ediyoruz kalbine, sana böyle güzel bir veda ediyoruz,
vefamızı yarın yine yanında bul diye" der gibi. İyi ki.
İkindi vakti, hem ruha hem kalbe şifa niyetine... Balkon kapısı, pencereler ve bir ikindi vakti, pek güzel bir şükür sebebi.
Huzurlu Vakitler...🌺
________________°🌺💞🌸°_________________
🎀
8 notes
·
View notes
Text
Çünkü ellerimiz küçük
"Sonra onu tesviye edib içine ruhundan nefh buyurdu ve sizin için o işitmeyi, o görmeleri ve gönülleri yaptı, siz pek az şükrediyorsunuz." (Secde sûresi, 9) Hicr sûresinin 22. ayetinde zikredilen 'rüzgârların aşılayıcılığı' hakikati bana pekçok açıdan 'gönül huzuru' veriyor. Nasıl anlatmalı? Belki biraz şöyle: Bir ümit alıyorum. Demek Rabbimin kanunu böyle. Neşeleniyorum. Kendi hayatımdaki rüzgârlara bakarken de bir 'aşılayıcılık' umuyorum. Bekliyorum. Ve sıklıkla görüyorum. Hakikaten, Allah, hayatımızdan birini veya hayatın içinde birimizi veyahut hayatımızı bir yerden bir yere ittiğinde aşılanmak vakti gelmiş oluyor. Bir bereket yaklaşıyor. Gökten bir su inecek. Belli. Rabb-i Rahimimiz bizden birşeyler yeşertecek. Toprağımızdan bir ekin bitirilecek. Bütün bunları rüzgârdan anlıyorum. Esmeye başlamışsa birşeyler 'ol'acaktır. 'Kün' yolculuğu kâf'tan nun'a giderek başlar. O vakit değişenlere üzülmek değil sevinmek gerek. Eğer bu değişim olmasa, sınırlı aynalarımıza, sınırsızın sonsuz isimleri nasıl yansıyacaktı? Bir tasın denizi taşıması ancak dolup boşalmasıyla olur. Bir deniz bir tastan ancak değişimle geçer. Ben de değişiyorum. Hayat da değişiyor. Zaman da. Herbirimiz aynası olmak için yaratıldığımız şeylerden bu şekilde müstefid oluyoruz. Ya hiç değişmeseydik? O zaman ne olurdu? O zaman ölürdük. Çünkü ölüler değişmez. Hayır, bir saniye, değişir. Ölüler de değişir. Değişmeyen tek şey yokluktur. Mahlukattan olan, varlık sahasına bir kez gelen, herşey değişir. 'Şey' olmak yeter değişmek için. Sınırlı olanın sonsuz olanın aynalığına ödediği bedeldir değişim. Rüzgârlar bizi aşılar. Yağmurun habercisidir. Toprağımız sulanır. Hatta hafifçecik esintiler, hafifçecik tohumları taşıyarak omuzlarında, toprakları aşılarlar. Polenler çiçekten çiçeğe gezerek meyveyi aşılarlar. İteklendikçe gelişir hayat. İteklendikçe güçlenir ayna. Ayna bazen kırılsa da yaşadıklarına, kesinlikle eskisinden fazlasıdır, acısı hayatının derinliğini arttırır. Hiç rüzgâr esmeseydi ne olurdu halimiz? Yelkenler dolmasaydı insan tohumu ile dünyanın herbir köşesi aşılanabilir miydi? Kokular nasıl dağılırdı? Hava nasıl olurdu? Serinlik nasıl gelirdi? Toprak nasıl yeşerirdi? İtekleniyorsun arkadaşım. Farkındayım. Bundan hayır bekle. Çünkü itekleniyorsan senden başka birşeye dönüşmen bekleniyor. Bir kaderî yağmur yaklaşıyor. Onu kaçırmamak için Hicr sûresinin 22. ayetine kulak ver: "Rüzgârları da aşılayıcı olarak gönderip yukarıdan su indirerek sizi onunla suladık. Onu toplayıp depolayan da siz değilsiniz." Evet. Ne toplayan biziz ne depolayan. Biz tasımızı sonsuzluk denizinde gezdirmekle meşgulüz. Dolduruyoruz. Boşaltıyoruz. Böylece yeni yeni sularla, sûretlerle, hislerle, tadışlarla, dokunuşlarla, sevişlerle, düşünüşlerle, bilişlerle, sezişlerle, görüşlerle, fikirlerle... tanışıyoruz. Birşeyleri arkamızda bırakmaya mecburuz. Çünkü ellerimiz küçük.
1 note
·
View note
Photo
#KurânVeBilim Aşılayıcı rüzgârlar (Bundan tam 1.400 sene önce, aşılamanın önemi ve ne demek olduğunun bilinmediği bir zamanda Kur’an bizlere Hicr suresinin 22. ayet-i kerimesiyle şu haberi vermektedir:) Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla "Biz rüzgarları aşılayıcı olarak gönderdik ve gökten bir su indirip sizi onunla suladık. O suyu hazinelerde tutan da siz değilsiniz." (Evet, bu ayet-i kerime rüzgârların aşılayıcı bir özelliğe sahip olduğunu açıkça bildirmektedir. Acaba Kur’an’ın vermiş olduğu bu haber hakkında bilim adamları ne demektedir. Şimdi bunu öğrenelim:) (Bilim adamları rüzgârların aşılayıcı özelliğe sahip olduğunu şu şekilde izah ederler: Bütün bitkilerin çiçeklerinde, erkek ve dişi çifti bulunmakta ve erkeğin dişiyi aşılamasıyla meyveler meydana gelmektedir. Bu aşılama fiili ise rüzgârlarlar sayesinde olmaktadır. Allah pek çok bitkinin tohumunu hafif bir esintide bile uçabilecek şekilde yaratmıştır. Yeryüzündeki sayısız bitki türüne ait polenler, çiçek tozları ve tohumlar rüzgarlar vasıtasıyla birinden bir diğerine taşınmakta böylece bitkilerin aşılanarak çoğalmaları ve nesillerinin devamı sağlanmaktadır. Yani rüzgarların aşılayıcı özelliği ile bitkiler üremekte ve çoğalmaktadır. Rüzgârlar bitkileri aşıladığı gibi yağmurun yağabilmesi için yağmur bulutlarını da aşılamaktadır.Yakın bir zamana kadar rüzgar ile yağmur arasındaki tek ilişki rüzgarın yağmur bulutlarını sürükleyip götürmesinden ibaret zannedilirdi. Evet bu başını gökyüzüne kaldırıp bulutların geçişini izleyen herkesin görebileceği bir şeydi.Ama rüzgar ile yağmur arasındaki ilişki sadece bundan ibaret değildi. Şöyle ki: Denizlerin ve diğer suların üzerinde köpüklenme nedeniyle “Aerosol” adlı hava kabarcıkları oluşmaktadır. Bunlar rüzgârların karadan sürüklediği tozlarla karışarak Atmosfer’in üst katmanlarına doğru havalanır. Rüzgârların yükselttiği bu parçacıklar su buharı ile birleşir ve su buharı bu parçacıkların etrafında yoğunlaşır. Bu parçacıklar olmazsa yüzde yüz su buharı, bulutu oluşturamaz. Bulutların oluşması, rüzgârların havada serbest şekilde bulunan su buharını, taşıdıkları parçacıklarla aşılamaları ile olmaktadır. Bilimin ve bilim adamlarının bu izahlarından sonra şimdi meseleyi tahlil edelim ve şu soruların cevaplarını bulalım:) 1- Rüzgârların aşılayıcı özelliğe sahip olduğu gerçeği ne zaman keşfedilmiştir? Cevap: Bu asırda keşfedilmiştir. 2- (20. yüzyılda ancak keşfedilen bu gerçeğin 1400 sene evvel okuma-yazma bilmeyen bir beşer tarafından keşfi mümkün müdür? Cevap: Asla mümkün değildir. Buna mümkün demek, akıldan istifa etmekle mümkündür.) 3- (Eğer Kur’an’ın Allah’ın kelamı olduğu kabul edilmezse, rüzgârların aşılayıcı olduğu gerçeğinin Kur’an’da geçmesi ne ile izah edilebilir? Cevap: Hiçbir şeyle izah edilemez. Kur’an, Allah’ın kitabı olarak kabul edilmezse, hem vermiş olduğu bu haber hem de diğer bilimsel gerçeklerin hiçbiri izah edilemez. Yol ikidir. Ya rüzgârların aşılayıcı özelliğe sahip olmasını ve Kur’an’ın haber verdiği diğer bütün bilimsel gerçekleri okuma-yazma bilmeyen bir beşerin 14 asır önce kendi başına bildiği ve keşfettiği kabul edilecek, ya da “Kur’an Allah’ın kitabıdır. İçindeki bütün haberler, her şeyi bilen Allah’ın sözleridir” denilecek. Başka hiçbir ihtimal yoktur. Birinci ihtimali hiçbir akıl sahibi kabul edemez. Zira bir beşerin tek başına bunları bilmesi ve keşfetmesi mümkün değildir. O halde geriye 2. ihtimali kabul etmekten başka bir yol kalmaz ki, bu kitap, Allamu-l guyub olan yani gaybları en iyi bilen zatın kitabıdır. *Evet, rüzgârı kim yaratmış ve ona kim aşılama vazifesini vermişse, bu haberin geçtiği kitap da onun kitabıdır. Bu kitaptaki her söz de O’nun sözüdür. İnandık ve tasdik ettik.)*
2 notes
·
View notes
Text
Magnezyum Tretmanı Nedir?
MAGNEZYUMUN METALE İLAVESİ Magnezyumun; yüksek kimyasal aktivitesi, düşük kaynama noktası(1107 C°) ve düşük özgül ağırlığı nedeniyle ergimiş metale ilavesinde pek çok teknik zorluk ortaya çıkar. Bu zorluklar aşağıda belirtilen yöntemlerle ortadan kaldırılmaya çalışılır. 1)Metali ergime sıcaklığında ve Mg buharlaşma basıncına eşit bir basınçta tutmak gerekir. Bunun için kapağı vidalı bir kazana veya basınçlı kap içerisine asal gaz ile birlikte Mg enjekte edilir. 2)Bir parça, alaşım halinde potanın dip kısmına yerleştirilir. Üzerine ergimiş metal hızla boşaltılır. 3)Alaşım bir REFRAKTER içerisinde metal içerisine daldırılır. 4)Alaşım, potanın dip tarafından hazırlanan bir bölme içine daldırılır. 5)Ocaktan veya bekletme deposundan akmakta olan ergimiş metal içine, alaşım mekanik olarak dökülür. Pratikte; oranında Nikel esaslı, Silisyum esaslı ya da Mg bakımından zengin alaşımlar uygulanır. Magnezyumun ile miktarında geri kazanımı: -Dökme demirdeki kükürt miktarına -Dökme demirin sıcaklığına -Uygulanan yönteme -Kullanılan alaşıma Bağlı olarak gerçekleşmektedir. Mg ilavesini takiben Ferro-Silis ile aşılama yapılmaktadır. Kullanılan bu ferro-silis ile ergimiş metal içerisindeki silis miktarı %0,3-0,7 oranında arttırılmaktadır. Her ne kadar esas olan küresel grafiti elde etmek ise de bir aşılayıcı kullanılarak çillenme (erken soğuma sonucu meydana gelen yapı) olasılığını azaltıp, mekanik özelliklerinin düzeltilmesi gerekir. Bu yüzden vakit geçirmeden aşılama yapılmalıdır. Belli Başlı Magnezyum Tretman Yöntemleri : -Açık Pota -Kapaklı Pota -Kalıp içinde aşılama Her gün geliştirilen yeni yöntemlerle aşılama, en ucuz şekilde ve kesin neticeli olarak yapılmaktadır. Her yöntemde de kendine özgü Fe, Si, Mg malzemeleri kullanılmaktadır. Read the full article
0 notes
Text
ŞİİR YAZILARI
Genç şiir severlerin dergi veya internet aracılığıyla paylaştıkları yazı ve şiirlerini, yoğunlaşarak okumaya çalışırım. Gençlerin dünya görüşüne, sanat anlayışına ve yaratıcılıklarına güvenirim. Estetik değer taşıyanı ve doğru olanı görmekte yanılmayacaklarına inanırım. Onların sanata ve yaşama bakışları; çağdaş, sevecen, umut aşılayıcı ve daha olumludur. Çatışma kültürünü iliklerine kadar…
View On WordPress
0 notes
Text
قَالَ اللهُ تَعَالَى: وَاَرْسَلْنَا الرِّيَاحَ لَوَاقِحَ فَاَنْزَلْنَا مِنَ السَّمَٓاءِ مَٓاءً فَاَسْقَيْنَاكُمُوهُ وَمَٓا اَنْتُمْ لَهُ بِخَازِنِينَ. (سورة الحجر، 22)
Allâhü Teâlâ şöyle buyurdu -meâlen-: “Bir de aşılayıcı rüzgârlar gönderdik de sonra gökten yağmur indirdik ve onunla sizleri suladık ve onu hazinelerde (yani yağdıktan sonra dağlarda, pınarlarda, kuyularda) tutan da siz değilsiniz.” (Hicr Sûresi, âyet 22)
04 Kasım 2023 Cumartesi
Fazilet Takvimi
9 notes
·
View notes
Photo
Daha önce de uyarmıştık: Kuşkumuz; “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sisteminin” POSTMODERN GENEL VALİLİĞE DÖNÜŞME RİSKİ TAŞIMASIYDI! Önce bir gerçeği vurgulayarak başlayalım. Türkiye'de parlamenter yönetimden Cumhurbaşkanlığı yönetimine geçilmesinin “sistem değişikliği” şeklinde sunulması ve öyle sanılması temelinden yanlıştır, yanıltıcıdır; halkımıza kof umutlar aşılayıcı bir yaklaşımdır. Maalesef; Millî Gazete de aynı gaflete kapılmış ve böyle manşet atmıştı. Oysa Türkiye'deki bâtıl ve Batılı sistem; faiz ve adaletsiz vergi temelinden, zina serbestliğine, kumar ve bahis sektöründen, ABD, AB ve NATO güdümüne, hukuk düzeninden ahlâki disiplinsizliğe kadar, aynen korunmakta ve yürürlükte bulunmaktadır. Değişen SİSTEM veya DÜZEN değil, sadece yöntem ve yönetme şekli olmaktadır. Bu hileli tavır; kendi sömürü düzenlerini ayakta tutmak için, halkı boş umutlar ve hoş kılıflarla avutmak üzere, malum odakların yeri geldikçe başvurdukları bir aldatmacadır. Bu olsa olsa, küresel sömürü sistemine entegre (eklemlenme ve bütünleşme) aşamasıdır. Zaten Sn. Erdoğan’ın ve yeni Bakanların, NATO zirvesine katılım hazırlıkları ise, küresel mahfillere görücüye çıkma ve beğenilerini kazanma heyecanını yansıtmaktaydı. Yani; aslında yabancı marka bir arabaya, yeni şoför makamı ve teknolojik imkânları, yeni koltuklar ve aksesuar takımları eklemek ve değiştirmek ile yeni araba yaptık iddiası ve heyecanı tam bir saflıktır ve safsatadır. En çok sevinilen ve övünülen “Genelkurmay'ın yetkilerini kaldırdık, vesayet rejimini sonlandırdık!..” havaları ise, şayet TSK’nın kolunun, bacağının budanmasına ve NATO'nun uyumlu ve güdümlü bir kanadı haline sokulmasına yarayacak sonuçlara yol açacaksa, bu da sistem değişikliği değil, devlet tahribi olacaktır. Yahu, gerçekten hayretler içindeyiz; aslında anayasal bir kurum olan YAŞ (Yüksek Askerî Şûra) ve Genelkurmay Başkanlığı’nın görev ve yetki alanları, bir KHK ile nasıl kaldırılırdı? Hem de bu boşluğu dolduracak hiçbir düzenleme yapılmadan bu kararlar nasıl alınırdı ve bu kafayla ülkemiz nereye kaydırılmaktaydı? DEVAMI İÇİN LİNKE TIKLAYINIZ.. https://www.millicozum.com/mc/duyurular/daha-once-de-uyarmistik-kuskumuz-cumhurbaskanligi-hukumet-sisteminin https://www.instagram.com/p/CHqncAznDJ9/?igshid=15y5ev7hg3lk7
0 notes
Text
OKU VE DÜŞÜN...
👨🍳HADİSLER DE DİNDE KAYNAKTIR DİYORLAR.
RİVAYETLERİ KUR'AN'A,
NEBİYİ ALLAH'A ORTAK KOŞUYORLAR❎
🗣️OYSA BUNU RESUL'UN KENDİSİ REDDEDİYOR:
Onlara bir ayet getirmediğin zaman:
"Sen de bir şeyler derlesen ya!" derler.
De ki: "Ben, ancak Rabbimden bana vahyolunana uyarım....
📗 Araf 203
👨🍳HADİSLER KUR'ANIN YARGICIDIR,
KUR'AN HADİSLERE MUHTAÇTIR DİYORLAR❎
🗣️Kur'an olduğu için hadisler vardır. Kur'an yokken ne elçi, ne de hadisler vardı. Hadisler varsa varlığını Kur'an'a borçludur. Asıl olan Kur'an'dır. Ve hadis sahihliği açısından Kur'an'a muhtaçtır. Müheymin, musaddık Kur'an'dır. Yargıç olan da Kur'an'dır.
👨🍳KUR'ANI HADİSLER AÇIKLAR DİYORLAR❎
🗣️Öyleyse neden Kur'anın bilimsel ayetleriyle ilgili bir hadis yok?
Neden biz; evrenin genişlediğini, rüzgarların aşılayıcı özelliğini, insanın anne karnındaki gelişim sürecini ve daha bir çok bilimsel verileri geçtiğimiz yüzyılda öğrendik? Hadisler bunları neden açıklamadı?
🗣️Kur'anı açıklayan Allah'tır 📗Hud 1
👨🍳KUR'AN'DA HİKMET'TEN KASIT SÜNNET VE HADİSLERDİR DİYORLAR❎
🗣️Öyleyse 📗Casiye 16'da İsrailoğullarına verilen hikmet nedir?
Ayrıca 📗Bakara 269'a göre Allah herkese hikmet verebilir diyor ayet. Öyleyse hikmetten kasıt hadis ve sünnetler değildir.
👨🍳RESULULLAH'A KUR'AN DIŞINDA DA VAHİYEDİLDİ DİYORLAR,
HADİSLERİ VAHİYLE EŞİTLİYORLAR.
HATTA HADİSLER DE VAHİYDİR DİYORLAR❎
🗣️BAKIN RESUL NE DİYOR :
O kimseler derler ki:
“Git, bize bundan başka bir hitab getir, ya da onda değişiklik yap!”
(Ey Nebî)! De ki:
“Onu kendime göre değiştirmem olacak şey değil. Ben yalnızca bana vahyedilene uyarım ...
📗 Yunus 15
🗣️Hadisler de vahiyse, o zaman neyin Allahın sözü olup olmadîğına insanlar karar vermiş olmuyor mu?
Ya da, nasıl oluyor da bir sözün vahiy olup olmadığına insanlar karar verebiliyor?
🗣️Hadisler de vahiyse, zayıf hadis, uydurma hadis denerek itibar edilmeyenler ne oluyor? Mesela Buhari, Müslimdeki 2500 hadisi sahih değil diyerek kitabına almayınca Vahyi (size göre Allahın sözünü) reddetmiş olmuyor mu?
🗣️Diyanet ge��en yıl sahih hadis sayısının 4000 olduğunu beyan etti.
Yani ~500 000 hadis çöpe gitti.
Bu çöpe atılanlar da vahiy miydi diye sormayalım mı?
🗣️Hadisler de vahiyse, döneminde bütün hadisleri yaktıran Halife Ömer vahiyleri yaktırmış olmuyor mu?
🗣️Sahi, Kur'anı koruyan Allah neden bu hadisleri korumuyor?
🗣️Şayet hadisler vahiyse Buhari, Müslimlere gelene kadar (~200 yıl) insanlar eksik din mi yaşamış?
🗣️Hadisler de vahiyse Elçi bu sözleri yazdırmayarak görevini yapmamış olmuyor mu?
🗣️O zaman Elçinin eksikliğini Buhariler, Müslimler mi tamamlamış?
🗣️Buhariler, Müslimler olmasaydı din yarım mı kalacaktı?
🗣️Buhariler, Müslimler dinimizi Ebubekir'den, Ömer'den daha iyi mi biliyor, Nebi'mizi daha mı çok seviyordu ki onların yapmadıklarını, hatta yaktıklarını yazdılar?
🗣️Nebimizin yanında 3 yıl kalan Ebu Hureyre binlerce hadis rivayet ederken, Nebimizin yanından ayrılmayan torunu Hasan yüz hadis bile rivayet etmedi. Sizce bu tuhaf değil mi?
🗣️Hadisler de vahiyse, neden Allah Nebimize:
📗 İşte bunlar, Allah'ın ayetleridir ki, onları sana hak olarak okuyoruz. Hal böyle iken Allah'tan ve onun ayetlerinden sonra hangi hadise inanıyorlar?📗Casiye 6/ dedi?
🗣️Hadisler de vahiyse, neden Allah Nebimizin bir kadına verdiği hükmü beğenmedi de ayetle düzeltti 📗Mücadile 1/? Yanlış hüküm de vahiy olur mu? Ya da, Resul burada vahyi yanlış mı tebliğ etti?
🗣️Hadisler de vahiyse, neden Nebi'ye sorulan sorulara Allah hep "De ki" diyerek müdahale etti de, bir tek ayette bile bu konuda da sen karar ver demedi?
🗣️Allah, "sana vahyedilene uy" derken Nebi kendi sözlerine de mi uyması isteniyordu?
📗 Ahzab 1/2
🗣️"Sana vahyedilene sımsıkı sarıl" derken Nebi kendi sözlerine de mi sarılması isteniyordu?
📗 Zuhruf 43
🗣️"Emrolunduğun gibi dosdoğru ol" derken Nebi kendi kendine mi emir verip uyuyordu?
📗 Hud 112
🗣️KUR'AN bende çelişki yok diyor, meydan okuyor📗Nisa 82). Peki birbiri ile çelişen binlerce hadis varken nasıl hadisler de vahiy olup Kur'an'a ortak oluyor?
...
🗣️Peki tersini düşünelim,
Eğer hadisler vahiy değil, fakat vahiy gibi dinin kaynağı ise, sizce Elçi Allah'a söz isnad etmiş olmuyor mu?
Şah damarını keseriz diyen 📗Hakka 46. ayetin muhatabı olmuyor mu?
🗣️Bu cesaretinizin kaynağı nedir,
Hiç Allah'tan korkmuyor musunuz?
📗İnsanlardan öyleleri vardır ki, (başkalarını) Allah yolundan bilgisizce saptırmak ve onu gülünç duruma düşürmek için (ilâhî mesajlar üzerinde) HADİS OYUNU oynamaya kalkışırlar.
İşte onlar onur kırıcı bir terk edilmişliğe mahkûm olacaklar.📗Lokman 6
🗣️Siz hadis oyunu oynuyor ve böylece insanları Allahın kitabından/yolundan saptırıyorsunuz.
Ve son soru :
🗣️MADEM HADİSLER DE VAHİY,
NEDEN SADECE KUR'AN'DAN SORUMLUYUM 🤔
📗 Bu, senin ve halkın için bir zikirdir
(hatırlatma/uyarı); ondan sorulacaksınız.
📗 Zuhruf 44
🗣️VAHİY SADECE KUR'AN'DIR.
VE DİNİN TEK KAYNA��IDIR... ‼️
0 notes