#Taze Kitap
Explore tagged Tumblr posts
Text
Babaannem Geri Döndü
7’den 70’e tüm okurların sayfalarında kendilerinden bir parça bulacağı Babaannem Geri Döndü, son derece tonton ve şefkatli bir babaanne olan Hasibe Hesapoğlu’nun hiç beklenmedik bir şekilde çocuklarının evine yerleşme macerasını anlatıyor. Torununun ağzından dinleyecek olursak olaylar tam olarak şöyle gelişiyor: Her şey babaannemin âniden kapıda belirmesiyle başladı. Ayağında pateni, üstünde…
0 notes
Text
Yarın uçuşu olan güzel kızlar ne mi yapıyor?
Meyve yıkiyor, sandviçe koymak icin tavuk sote yapıyor, buzdolabıni temizliyor.
biraz da gerçekler shdhdj
havaalanında her şey ateş pahası olmasa da yemekten keyif almayacağım yemeklere para vermek istemiyorum. zorunlu olarak vegetarian yemek istemiyorum. içine mayonez konan soğuk sandviçleri yemek istemiyorum. fresh meyve yemek istiyorum. bu yüzden homemade sandviç ve taze meyve.
normalde peynir domatesli yapardım ama bu kez çok uzun kalacağım için upgrade ettim skjdjf
ilk kez uçakta yapmak için maske aldım. üç tane ısınan maskeden, iki tane bildiğimiz moisturiser maske. uçakta yüzüm ellerim her yerim feci kuruyor.
ha bir de uçak ici etkinliklere hala karar vermedim. okumayacağımı bile bile kitap mı alsam yoksa film batağına mı düşsem. Gönül ister ki uyuyayım ama çok mümkün olmuyor maalesef. göreceğiz
28 notes
·
View notes
Text
Hiçbir yere ait olamamanın hüznüyle boğuşuyorum. Hiçbir şeylerin, her bir şey olduğu birkaç günün birindeyim. Sessizliğin ve isteksizliğin sınırlarındayım. İyiliğin ve kötülüğün ötesinde bir yer. İnsanın insandan ayrı kaldığı, sakinleşmek için kahve dumanına saklandığı, duvarların çatlaklarına aldırış edilmediği, bayat ekmeğin olmayıp taze ekmeğe henüz varılmamış bir yer. Neyin nereye ait olduğunu bilmiyorum. Nereye ait olduğumu bilmiyorum. Ayaküstü bir kitap bitirdim bugün. Tam 126 sayfa aynı şeyden bahsedildi. Aynı cümleler binbir kez aynı anlamdaydı. Takıntılar insanın aynası olmuş, insan takıntıdan koca bir dağa tırmanmış gibiydi. Sahi hiç bu kadar hissiz hissetmemiştim. Kitaptan da haz etmedim, aynı yerde olmaktan ve hiçbir şey yapmamaktan nefret ediyorum. Birkaç gündür kendimden de nefret ediyorum. Hiçbir şey istememekle yoğruluyorum. Her bir şeyi düşünmekten de çok yoruldum. Hangi gecenin hüznü bilmiyorum ama uyumak istiyorum.
Sahi, uyumak mı istiyorum uyanmak mı?
11 notes
·
View notes
Text
Hayat, her gün yeni bir sayfa açmamıza olanak tanıyan koca bir kitap. Her gün, her an, yeni başlangıçlara kapı aralayabiliriz. Geçmişte yaşadıklarımız, tecrübelerimiz, sevinçlerimiz ve hüzünlerimiz bizi biz yapan parçalar, ama geleceğimiz için sınır koymak zorunda değiliz.
Yarın, bilinmezliklerle dolu bir muamma olabilir. Korkular ve endişeler de bu bilinmezliklerin bir parçası. Ama unutma ki, yarın aynı zamanda umutların, hayallerin ve yeni fırsatların da doğuş yeridir. Her sabah doğan güneş, her yeni günün getirdiği taze umutları temsil eder.
Bugün belki zor bir gün olabilir. Belki hayal kırıklıkları, belki de aşılması gereken zorluklarla karşı karşıyasın. Ama unutma, hiçbir fırtına sonsuza dek sürmez. Karanlık gecelerin ardından her zaman bir sabah doğar.
Kendine inan. Gücüne, potansiyeline ve içindeki o sonsuz enerjiyi fark et. Her düşüş, yeniden ayağa kalkmak için bir fırsattır. Her hata, öğrenmek ve daha iyiye gitmek için bir ders.
Yarın, yepyeni bir hikayenin başlangıcı olabilir. Umutlarını kaybetme ve hayallerinin peşinden gitmeye devam et. Çünkü bir gün, bugün verdiğin mücadelelerin karşılığını alacaksın.
yarınlarınız aydınlık olsun.
#hayata dair#hayattan alıntı#hayatın içinden#sevgi#aşk ile#kırgınlık#hayat işte#kendi kalbine yazar#kendimce#mutluluk#yarınlar#umutlar#umutluyum#mutlu#mutlu günler#içimdeki çocuk#içimdeki umutlar#kendini bulmak#kendini sev#kendime not#kendi kalemimden#tumblr yazarları#tumblr yazıları#hayatın anlamı#hayat yaşamaya değer#yaşamaya dair
7 notes
·
View notes
Text
Taze kesilmiş çimen kokusu, kitap kokusu, parkta oynayan çocukların kahkahası, yaşlı bir teyzeye yardım etmek, karıncalarla konuşmak, hayvanları beslemek, yürüyüşten sonra alınan duş, kalıp sabunun deride bıraktığı temizlik hissi, mürekkebin kağıtta bıraktığı iz, elma kokusu, kirazın ağızda bıraktığı aroma, Küçük Prens, yağmurda ıslanmak, süt, kırmızı gül yetiştirmek, toprak kokusu.
40 notes
·
View notes
Text
Kalbim,
Şehrime hiç gelmedin, gelemedin sen... Benim dolaştığım sokaklarda ya da Kent Park'ta hiç gezemedin.
Ayaklarının dibine düşen sararmış son nefesteki, son demlerindeki yaprakları da görmedin. Onlara bakarken, adına can çekiştiğimi de... Baktığım göletin üzerinde kaygısızca uçuşan martıları, ördekleri de... Sana uçan ruhumu da... Kalbim, Şehrime hiç gelmedin, gelemedin sen... İzin sıra nasıl da dolaştığımı, Belki sana rastlarım diye adımladığım caddelerden de haberin olmadı senin...
Adına Rüveyda dedim senin; adında neleri, hangi hasretleri gizledim... Dokunamadığım hayalleri, söyleyemediğim düşleri, kekremsi hüzünlere sarmaladığım latif sırlı zamanları ve kan rengi gün batımlarında kapımı çalan sensizlikleri...
Adına Rüveyda dedim senin; sayfalarca dizdim fukara kelimelerimi, kitap oldun. Sonra da kıskandım onu herkeslerden. Kızdım kendime ne diye dolduruşa gelip kitap yaptım ki seni, bizi, hasretlerimizi, sevgimizi... Mahremimdin sen benim. Yüzünü benim gibi kimseler göremediyse de kıskandım seni. Okurlarımın çoğunluğu kadındı ve bu benim tesellim oldu. Zaten, bilirsin, erkekler romantik melankolik şeylere genelde burun kıvırırlar! Kitap olmanın tek güzel yanı, sanki sen gelmişsin de, yatağımda mis kokunla hep yanımdasın, hep bana, hep sana bakıyoruz, bakışıyoruz, akıyoruz... Sanki soyuttan, somuta... anlıyorsun sen.
Yine kendime kızma, öfkelenme ve çokçası hasretimin tavan yaptığı bir gündeyim... İki gündür fırtına var, sanki yeryüzü homurdanıyor, uğulduyor, çatılar damlar uçuyor, ağaçlar devriliyor. Benimse göğüm çöktü. Soğukta, yağmurlar altında düşmeyi bekliyorum, bir yaprak gibi... İnsanın ümidi bitince, idealleri göçünce, anlamlı olmuyor şu misafirhanede daha fazla yer işgal etmek...
Adınla hitap edemiyorum... Sevgili Rüveyda diyemiyorum! Bir hal bu, her halden renkler taşıyan. Bir hal bu, bütün halleri hal eden... Gözde yaş olsan da, akamıyorsun. Akıp da beni selimde meçhule götürmüyorsun. Yokluk orada bir yerlerde, ben senin gamında...
Anladım! Senden hiç haber alamayacağım artık! Kendi avuntularımın içinde melankolik sevdam ile baş başa, göçüp gideceğim şu sefil dünyadan! Yüzünü göremeden, sesini duyamadan, elini tutamadan...
Kalbim! Şehrime hiç gelmedin, gelemedin sen... Ama evim, gönlüm gibi hep seninle doluydu... Kent Park'ta bir bankta oturan ve beni bekleyen sendin! Gelişimle ayağa kalkıp bana sımsıkı sarılan, o efsunlu kokunla beni benden eden sendin. Birlikte ördeklere, martılara ekmek atan bizdik. Çocuklar gibi şen, Mecnun gibi vurgun... Bizdik ümitsiz bir aşk hikâyesinde başrol... Bizdik; şayet kader izin verse, dünyayı umursamadan, sevgimize kaçacak olan... Bizdik; zaman aşımına yan bile bakmadan, zamanda akacak, zamanda kaybolacak olan... Bizdik tertemiz sevip, her gün sevdamızı taze gözyaşlarıyla sıcacık sulayıp büyütecek olan...
Kısacası Kalbim, Yenildim..!
Bir yudum avuntu Murat
13 notes
·
View notes
Text
Ömer Sevinçgül
Yazar olmaya on beş yaşında karar verdi. Lise ve üniversite yıllarında yazmaya devam etti. Evvela özel bir kurumda editör. Sonra kamuda yüksek mühendis.
Dokuz senenin ardından istifa ve yeni bir aşama. Kültür, sanat, yayın temalı kurumlar kurdu ve yönetti. Moral Kültür Merkezi, Radyo Aktif, Adı Yok Dergisi, Taksim Ofisi, Carpe Diem Kitap.
Medyada sanat ve felsefe sohbetleri. Yurt içinde ve dışında seminerler. Gençlik projelerinde danışmanlık.
İmza günleri, okul etkinlikleri birbirini izledi. Yapıp ettiklerinin özünde daima ‘yazarlık tutkusu’ vardı.
Novella türünde yirmi sekiz kitap yazdı. Eserleri on iki dilde... 'Kalbiyle yazan kalbe yazar' diyor ve ‘taze ruhlara’ yazıyor.
https://www.omersevincgul.net
2 notes
·
View notes
Text
Evin şu köşesini çok seviyorum. Şu manzarayı. Şaşırmış olabilirsiniz tabi ne manzarası diye ama benim için anlamı büyük. Mesela ev süpürüyorsunuz temizlik yapıyosuz ama sabah ta çay içmemişsiniz taze sıcak çay var. -Bu sıcakta da çay nasıl güzel gider bilinmiyor ama yani gider- ufak hatta ufacıcık temizlik molası verip bi tane de çikolata kapıp oturup nefesleniyorsunuz. Yürürken sonra oturup iki sayfa kitap ta okuyabiliyorsunuz ya da gönderi yazıp paylaşıyosunuz falan. Bi de evin en serin yerlerinden biri. Şu gidip daraldığım zaman kitabımı alıp kaçtığım banka benzettim biraz.
Bi de ben niye böyleyim bilmiyorum. Bi şeye de bi kere de bi anlam yükleme. Mesela temizliği de seramoniye dönüştürme. Bi şeyi de normal yap. Düz yap. Yok. Olmuyor.
.
2 notes
·
View notes
Text
VATANDAŞ
TAHSİN YÜCEL
değişik bir kitap bu. 1954'te on sayfalık bir öykü olarak ortaya çıkmış, on sene sonra fransızca olarak daha uzun ve kapsamlı bir öyküye dönüşmüş, 1975'te roman haline gelmiş, 1996'da bazı ekleme ve değişikliklerle son halini almış. tahsin yücel'in önsözde belirttiği gibi "dünya, yaşam ve insan üstüne bir söylem" bu anlatı. bir don kişot havası seziliyor okudukça. devlet memuru şaban baş'ın volkan taş'a dönüşümü ve siyaset - toplum yaşamında görülen her türlü çürümeye, kirliliğe, yozlaşmaya karşı tek kişilik isyanı. anlatı da değil; bir masal belki de, günümüzde hangi babayiğit kariyeri, parayı reddedip "graffiti yazarı postmodern don kişot " olmayı tercih eder ki…
Pazarcıların “gel vatandaş gel” anlamından farklı bir inceleme…Bir kişi düşünün, korkak mı korkak, pısırık, utangaç, hafif kaçık ama yaşamı, insanları çözmüş. Hayatın keşmekeşinde boğulmamak ya da kaybolmamak için umumi tuvaletlere yazıyor düşüncelerini bu " Vatandaş". Bir akşam vakti biriyle karşılaşıyor ve onunla konuşmaya başlıyor, yaşam, insanlar, haksızlıklar üzerine sabaha kadar süren bir söylev…
“Ne yaparsın, her zaman aynı kolaylıkla katlanılmıyor yanlızlığa: gün oluyor, kurşun gibi çöküyor üzerime, soluğumu kesiyor. ben, okudukça, öğrendikçe, söylenlerden kurtuluyor, düşten düşünceye geliyordum; okudukça, öğrendikçe, insanları geçmek değil, insanlara doğru gitmek gerektiğini anlıyordum. doğruların evi yoktu artık, yurtsuz, yuvasız kalmışlardı." İki türlü vatandaş bile istemiyordu bu adamlar, arılar, karıncalar gibi değişmez vatandaşlardı istedikleri, aynı elden bile değil , aynı çarktan çıkmış uyruklardı. Bu durumda, kendi karşılıksız ve değişmez söylemleri dışında, hiçbir söyleme hak tanımayacakları kesindi: Bu nokta da, bana kalırsa özgürlüğün sona erip köleliğin başladığı yerdi.”
Tahsin Yücel “Yalan” adlı eserinde şöyle demişti: “cehennemde olduğunu düşünüyorsan bunda senin de payın var” işte “vatandaş” eserinde buraya nasıl geldiğini bilip sorgulayan bir yazarın içimde olduğu hayatın sorgulamasını görüyoruz
“Bir gecede bir ev diken yabanıl gücün bir kez bu eve yerlestikten sonra, çok daha büyük şeyler yapacağını, toplumu ve ülkeyi geliştirip yenileyecegini söylediler. Adamlar gerçekten yenilediler her şeyi, adaleti, onuru, ekini, sanatı, dini her şeyi. Sonra senin kendini cehennemde sanmana yol açan yeni yaşama biçimi çıktı.”
ENVER GÖKÇE’nin de VATANDAŞ adlı bir şiiri vardır:
VATANDAŞNe, bizden geri, deniz aşırı şarkılar, Ne tadılır ne bölünür nimetler bizsiz. İnan kardeşim inan Ne yalan bu dünya, Ne insan fani... Acılar görmüşüz, geceler görmüşüz, ölmeyi görmüşüz. Aydınlıklar görmüşüz, kahramanlar, dostlar görmüşüz. Görmüyor musun, görmüyor musun? Ellerimiz ellerimizde... gidiyoruz.Sizlerden söz açıyorum Teklifsiz, pervasız, işkilsiz. Ateşe vurulu batıl ve eski kitaplar Sizden öte... Neler varsa Mesut insanlık için bühtan edici Sizden öte...Ve bir yanda yıkılmış zulmün kalası Bir yanda salınır devasa gövden. Bir yanda sevmediklerin, Bir yanda demir pencere, bir yanda tarih Bir yanda sen. Yani bir yanda Yüzyıllar boyunca saflarında Yangınlar çıkardıklarımız. Bir yanda - hayal etmesi zor - Ferah ve cömert dünyamız Ve mürettip, hasatçı, öğrenci, öğretmenKınadık, yüz çevirdik, düşman kesildik Şol aşkı bilmezlenenlere. Dünyalar durdukça mesuduz Bu dünya üzerinde. Yaşamak aşkına, yıldızlar aşkına Demir ve ekmek aşkına mesuduz... Hey dağlara taşlara kar eden türküm Aşikar etsen de kendini Şöyle bir sular gibi salsak, boy versek Uzun ömrümüzü, yiğit ömrümüzü, taze ömrümüzü, Sefil ömrümüzü, deli ömrümüzü, gelin ömrümüzü... Güneşte güneşlesek Dal kırsak, toplasak, ateşlesek Broy broy desek dağlarda Gül gülistan içinde görseler bizi.İster öv, ister yer, ister sev beni Güneşin taşlarda mavileştiği Nehir boylarınca söylenir Sevinç şarkılarım yoksa da Şimdi, bütün kederli ezgileri Ümide kurban ediyorum. Satırlarımla olsa da çok mu, bir de ben seni Bizden olan bütün dünya şairleri gibi Yadediyorum.Sen ne hakim, ne evliya, ne kul, köle, ne şövalyesin Sen yirminci yüzyıl insanı! Dost dediğim, yaren dediğim, kardeş dediğim Ekmeğim benim, Gülüm, bağım, bostanım benim : VATANDAŞ.
Enver Gökçe’nin kim olduğunu da siz araştırın
4 notes
·
View notes
Text
BU KOKULARDAN SANA EN CAZİP GELENİ SEÇ! 1- KAHVE KOKUSU 2- LAVANTA KOKUSU 3- TAZE EKMEK KOKUSU 4- YAĞMUR VE TOPRAK KOKUSU 5- KİTAP KOKUSU 6- BEBEK KOKUSU
Koku en derindeki titreşimleri gizler. En sevdiğin koku senin titreşimini anlatır.
1- KAHVE KOKUSU: Titreşimini düşüren şeyler gereksiz konuşmalar, sürekli kendi hayatını anlatan enerji çeken insanlar ve zorunlulukla yapılan işler. Keyfin kaçtığı zaman titreşimin düşüyor; bu yüzden kim ne derse desin hayatın her anından küçük keyifler alarak titreşimini hep yüksek tut. Yaptığın her işe keyif katabilirsen çok başarılı olursun. Dış dünyadan zaman zaman içine dönerek enerjini toplamalı ve sakinleştirici hobiler edinmelisin. Zihnindeki karanlık senaryoları dağıtacak ruhunu yükselten kitaplar okursan enerji alanın genişler ve rahatlarsın.
2- LAVANTA KOKUSU: Titreşimini düşüren şeyler sert ve düşüncesizce söylenmiş sözler, hiç dinlemeye zaman ayırmadan koşuşturmak ve zihninde hiç susmayan endişelerin sesi. Kendine vakit ayırmadığın zamanlar titreşimin düşüyor; bu yüzden kişisel gelişimin ve bakımın için vakit ayırmalısın. Yaşadığın mekanı düzenli tutar ve negatif enerjilerden arındırırsan çok başarılı olursun. Maddi endişeler ruh dünyanı karartıyor ama aslında bereketli bir insansın. Endişelerden kurtulup gerekl girişimleri yaparsan bereket kapın hep açık olacaktır. Başkalarının olumsuz sözlerinden etki almaman senin için önemli.
3- TAZE EKMEK KOKUSU: Titreşimini düşüren şeyler verdiği sözleri tutmayan kaypak insanlar, huzurunu bozan haberler ve bir şeyleri yapmak isteyip ertelemek. Yüksek beklentilere girip kaşılığını bulamayınca titreşimin düşüyor ama burada beklentilere girerek bir hata yapıyorsun. Her şeyi akışına bırakmayı ve olduğu gibi kabul etmeyi öğrenmen lazım. Uzun planlar yapmadan anın içinde kalarak sakinliğe odaklanırsan ve yüreğinden geçirdiğin isteklerini hayata geçirebilirsen çok başarılı olursun. Kendini atalete kaptırmadan hedefin neyse onun için her gün küçük bir adım at.
4- YAĞMUR VE TOPRAK KOKUSU: Titreşimini düşüren şeyler bazı şeyleri kafana çok takıp sürekli düşünmek, aşırı verici davranarak enerjini tüketmek ve sevdiklerinle ilgili karamsar düşüncelere kapılmak. Hassas ruhun hiçbir şey olmasa bile dünyanın katı gerçekleri karşısında incinebiliyor. Enerji alanını koruma altına alman bu yüzden senin için çok önemli. Bunun için her gece arınma meditasyonu dinlemeli ve uykunu çok iyi almalısın. Görüşeceğin insanları özenle seçer ve enerjini çok dağıtmamaya özen gösterirsen çok başarılı olursun. Odak noktanı niyetlerinden uzaklaştırmadan pozitif hislerle kalmaya çalış.
5- KİTAP KOKUSU: Titreşimini düşüren şeyler geçmişte yaşadığın bazı hayal kırıklıklarını bugüne taşımak, olumsuz şikayet eder şekilde konuşmak ve bazen tüm sorumluluğu tek başına yüklenmek. Her şeyi en ince ayrıntısına kadar düşününce ve çevrende hiç düşünmeden rahat davranan insanlar olunca ister istemez titreşimin düşüyor. Hayata ve insanlara güven duyamadığın için her şeyi kendi başına halletmeye çalışıyorsun. Bu durum yorgun düşmene neden oluyor. Mükemmeliyetçi yapını biraz frenlersen ve daha olumlu düşünmeye zihnini programlarsan çok başarılı olacaksın.
6- BEBEK KOKUSU: Titreşimini düşüren şeyler yaptıklarının takdir edilmemesi ve değer verilmemesi, sezgilerine göre davranmamak ve zihninde hiç susmayan endişeli düşünceler. Çevrendeki herkesin ihtiyaçlarını düşünüyor, onları memnun etmeye çalışıyor ve enerjilerini yükseltiyorsun. Sevgiyi sınırsızca verebilen kocaman kalbinle kendini fiziksel olarak hasta edecek kadar enerjini tüketebiliyorsun. Alma verme dengesini iyi kurarsan ve isteklerini çekinmeden açık bir dille ifade edersen tüm işlerin yolunda gidecek. Şans veren koruyucu meleklerin sevgi dolu kalbini koruyorlar. O yüzden endişelerini bir kenara bırak.
#mistikyolyoutube #mistikyol #ruhsalmesaj #mistikyolruhsalmesaj #kokular #kokularınmesajları #ruhsalgelişim #kişiselgelişim #didemçiloğlu #cemçiloğlu
#mistikyol#kişisel gelişim#mistikyolyoutube#çekim yasası#meditasyon#olumlama#youtube#farkındalık#ruhsal#düşünce gücü#didem çiloğlu#cem çiloğlu
3 notes
·
View notes
Text
ESKİDEN.....
*Çocuklar doğduğunda telefon başvurusu yapılırdı. (Telefon sırası 8-10 yılda gelirdi.)
* Telefonun ve radyonun üzerine dantel örtü konurdu.
* Gazocağı ve tel dolabımız vardı. Annem, tıkanan gazocağını, ucunda kılcal tel olan bir aletle açmaya çalışırken habire söylenirdi.
* Banyoda tuhaf bir soba vardı ve tuhaf bir yakacakla ısıtılırdı.
* Banyomuz kurnalıydı, hamam tasımız vardı.
* Naylon terlikler çıkmadan önce tuvalette takunya bulunur, ve herkesin ayağına olması için en büyük numara seçilirdi.
* Okul kapısında ayva, şam tatlısı,macun şeker,susamlı şeker,pamuk helva,kestane satılırdı.5 kuruşa ince bir dilim şam tatlısı,alırdık.
* Renkli patiskadan dikilme beli lastikli külotlarımız vardı. Artık yünlerden örülen fanilalara, nazardan korunmamız için muska takarlardı !!
* Okul açılacağı zaman Sümerbank ayakkabıları alınır, çok sevdiğim modeller için de bayramı beklemem söylenirdi.
* Bayramlarda, kıyafetlerimiz ve yeni ayakkabılarımız başucumuzda dururdu.Bazılarımız koynuna alır, yatardı.
* Uyduruk oyuncaklarımız vardı. Hatırlı bir kişiden çok güzel bir oyuncak araba veya bebek geldiği zaman, bozulmaması için kaldırırlır, bize verilemezdi !! Biz ona o bize bakardık.
* İlkokulda sepet kadar kurdele takardık. Ne kadar kabarık ve büyük olursa o kadar makbuldü. 2 kafa gezerdik !!
* Babalarımızın gömlek yakaları, bizim okul yakalarımız pazar akşamları kolalanırdı.
* Genellikle herkes pazar günleri yıkanırdı!! banyo kazanı merasimle yanar, banyolar yapılır çamaşırlar yıkanırdı.
* Filmler, sokak sokak dolaşan arabalardan bağırarak duyurulur, reklamı yapılırdı.
* Sokaklardan, yoğurtçu, yorgancı, kalaycı, dondurmacı, eskici, bileyci , sülükçü(!!) geçerdi.
* 25 kuruşa Bisiklet kiralar, ''şans kader kısmet talih niyet 5 kuruuş'' diye bağıran ve yuvarlak delikleri kazıtarak ilkel piyango çektiren çocukların peşine Fareli Köyün Kavalcısı gibi takılırdık
* Herkesin en güzel ve en büyük odası misafir odası olarak ayrılır, kapısı kapatılırdı. Sonra da tüm aile küçük bir odaya tıkılınır, hayat geçirilirdi.
* Radyo en kıymetli eğlencemizdi. Orhan Boran ve Yuki kaçırılmazdı . Uğurlugil ailesindeki Arap Bacı'ya herkes hayrandik.
* İlkokulda okuma bayramı, kurdele bilmezdik. Herkes okurdu, kimse de bayram etmezdi.
Aşı oluncağı zaman tek iğne ile neredeyse koca sınıf bitirilirdi. Aids henüz çıkmamıştı, eşcinsellik duyulmamıştı.
* Okulda, Kürt ,Türk, Ermeni, Yahudi, köylü, şehirli bilmezdik. Kimse kimseye böyle garip soru sormaz, merak dahi edilmezdi.
Herhangi bir sebeple götürülen hediye paketini açmak , geleneklerimize aykırıydı,ayıptı. Misafir gidince ilk iş onu açmak olurdu.
* Misafirlikte ne kadar aç olursanız olun, ikram tabağındakileri bitirmek de ayıptı. Görgülüler bir lokma mutlaka bırakır, görgüsüzler hepsini yerdi.
* Dondurma mayıs sonunda çıkar, annem temmuza kadar izin vermezdi.
* Erkek çocuklar misket,kuka,bezden yapılmış topla futbol oynarlar;kızlar daha çok ip atlarlardı.
* Kız ve erkek çocukların en sevdiği oyun Saklambaç ve 7 adet kırık testi parçasının üst üste konularak önce topla yıkılıp sonra tekrar dizilmesi suretiyle oynanan Dalya diğer adıyla dombik oyunu idi.
* Sokakta oynarken en sevdiğimiz yiyecek, bir dilim taze ekmek üzerine sana yağı ve toz şekerdi.
* Külotlu çoraptan önce tüm kadınlar jartiyer kullanır, yaşlılar, baldırlarına lastik takardi.
* Fotoğraflarda gülmek laubalilikti. Pek çok kişinin düğün resimleri cenaze törenlerini andırırdı. Ağır, vakur ve ciddi olmak önemliydi.
* Anneler, vapurda, trende, otobüste rahatlıkla bebek emzirirlerdi.
* Çarşıda, pazarda anne ve babamızdan bir şey istemek ayıptı. Ancak sorulursa yanıtlardık. Canımız istediği halde çoğunlukla da red ederdik.
* Defter-kitap kaplama kağıtları ya kırmızı ya da mavi olurdu. * Gazete kağıtlarından kese kağıdı yapar, undan yapılmış tutkalla yapıştırırdık.
* 'Bir maniniz yoksa annemler bu akşam size gelecek ' bir teklif değil, bir kararın iletilmesi gibiydi. Bu soruya 'hayır' demek mümkün değildi, adetlerimize göre ayıptı. Önemli bir program varsa (bilet, başka ziyaret vs) derhal iptal edilir, aile telaş yumağına dönerdi...
(alınt)ESKİDEN.....
*Çocuklar doğduğunda telefon başvurusu yapılırdı. (Telefon sırası 8-10 yılda gelirdi.)
* Telefonun ve radyonun üzerine dantel örtü konurdu.
* Gazocağı ve tel dolabımız vardı. Annem, tıkanan gazocağını, ucunda kılcal tel olan bir aletle açmaya çalışırken habire söylenirdi.
* Banyoda tuhaf bir soba vardı ve tuhaf bir yakacakla ısıtılırdı.
* Banyomuz kurnalıydı, hamam tasımız vardı.
* Naylon terlikler çıkmadan önce tuvalette takunya bulunur, ve herkesin ayağına olması için en büyük numara seçilirdi.
* Okul kapısında ayva, şam tatlısı,macun şeker,susamlı şeker,pamuk helva,kestane satılırdı.5 kuruşa ince bir dilim şam tatlısı,alırdık.
* Renkli patiskadan dikilme beli lastikli külotlarımız vardı. Artık yünlerden örülen fanilalara, nazardan korunmamız için muska takarlardı !!
* Okul açılacağı zaman Sümerbank ayakkabıları alınır, çok sevdiğim modeller için de bayramı beklemem söylenirdi.
* Bayramlarda, kıyafetlerimiz ve yeni ayakkabılarımız başucumuzda dururdu.Bazılarımız koynuna alır, yatardı.
* Uyduruk oyuncaklarımız vardı. Hatırlı bir kişiden çok güzel bir oyuncak araba veya bebek geldiği zaman, bozulmaması için kaldırırlır, bize verilemezdi !! Biz ona o bize bakardık.
* İlkokulda sepet kadar kurdele takardık. Ne kadar kabarık ve büyük olursa o kadar makbuldü. 2 kafa gezerdik !!
* Babalarımızın gömlek yakaları, bizim okul yakalarımız pazar akşamları kolalanırdı.
* Genellikle herkes pazar günleri yıkanırdı!! banyo kazanı merasimle yanar, banyolar yapılır çamaşırlar yıkanırdı.
* Filmler, sokak sokak dolaşan arabalardan bağırarak duyurulur, reklamı yapılırdı.
* Sokaklardan, yoğurtçu, yorgancı, kalaycı, dondurmacı, eskici, bileyci , sülükçü(!!) geçerdi.
* 25 kuruşa Bisiklet kiralar, ''şans kader kısmet talih niyet 5 kuruuş'' diye bağıran ve yuvarlak delikleri kazıtarak ilkel piyango çektiren çocukların peşine Fareli Köyün Kavalcısı gibi takılırdık
* Herkesin en güzel ve en büyük odası misafir odası olarak ayrılır, kapısı kapatılırdı. Sonra da tüm aile küçük bir odaya tıkılınır, hayat geçirilirdi.
* Radyo en kıymetli eğlencemizdi. Orhan Boran ve Yuki kaçırılmazdı . Uğurlugil ailesindeki Arap Bacı'ya herkes hayrandik.
* İlkokulda okuma bayramı, kurdele bilmezdik. Herkes okurdu, kimse de bayram etmezdi.
Aşı oluncağı zaman tek iğne ile neredeyse koca sınıf bitirilirdi. Aids henüz çıkmamıştı, eşcinsellik duyulmamıştı.
* Okulda, Kürt ,Türk, Ermeni, Yahudi, köylü, şehirli bilmezdik. Kimse kimseye böyle garip soru sormaz, merak dahi edilmezdi.
Herhangi bir sebeple götürülen hediye paketini açmak , geleneklerimize aykırıydı,ayıptı. Misafir gidince ilk iş onu açmak olurdu.
* Misafirlikte ne kadar aç olursanız olun, ikram tabağındakileri bitirmek de ayıptı. Görgülüler bir lokma mutlaka bırakır, görgüsüzler hepsini yerdi.
* Dondurma mayıs sonunda çıkar, annem temmuza kadar izin vermezdi.
* Erkek çocuklar misket,kuka,bezden yapılmış topla futbol oynarlar;kızlar daha çok ip atlarlardı.
* Kız ve erkek çocukların en sevdiği oyun Saklambaç ve 7 adet kırık testi parçasının üst üste konularak önce topla yıkılıp sonra tekrar dizilmesi suretiyle oynanan Dalya diğer adıyla dombik oyunu idi.
* Sokakta oynarken en sevdiğimiz yiyecek, bir dilim taze ekmek üzerine sana yağı ve toz şekerdi.
* Külotlu çoraptan önce tüm kadınlar jartiyer kullanır, yaşlılar, baldırlarına lastik takardi.
* Fotoğraflarda gülmek laubalilikti. Pek çok kişinin düğün resimleri cenaze törenlerini andırırdı. Ağır, vakur ve ciddi olmak önemliydi.
* Anneler, vapurda, trende, otobüste rahatlıkla bebek emzirirlerdi.
* Çarşıda, pazarda anne ve babamızdan bir şey istemek ayıptı. Ancak sorulursa yanıtlardık. Canımız istediği halde çoğunlukla da red ederdik.
* Defter-kitap kaplama kağıtları ya kırmızı ya da mavi olurdu. * Gazete kağıtlarından kese kağıdı yapar, undan yapılmış tutkalla yapıştırırdık.
* 'Bir maniniz yoksa annemler bu akşam size gelecek ' bir teklif değil, bir kararın iletilmesi gibiydi. Bu soruya 'hayır' demek mümkün değildi, adetlerimize göre ayıptı. Önemli bir program varsa (bilet, başka ziyaret vs) derhal iptal edilir, aile telaş yumağına dönerdi...
(alınt)
2 notes
·
View notes
Text
MERYEM SÛRESİ 14-35
Rahmân ve Rahîm olan Allah'ın adı ile.
14- Anne ve babasına iyilik yapandı. Baş kaldıran bir zorba değildi.
15- Hem doğduğu gün, hem öldüğü gün, hem de diri olarak kaldırılacağı gün ona selam olsun.
16- Kitapta Meryem'i de an. Hani O, ailesinden ayrılıp (Ma'bedin) doğusunda bir yere çekilmişti.
17- Onlarla kendi arasına bir perde çekti. Biz de O’na ruhumuzu gönderdik ve ona düzgün bir insan şeklinde göründü.
18- (Meryem) dedi ki: "Ben, senden Rahmân (olan Allah)a sığınırım. Eğer sen çok mûttaki isen (bana dokunma)"
19- "Ben, ancak sana temiz bir oğlan vermek için (gelen) Rabbinin elçisiyim" dedi.
20- (Meryem): "Benim çocuğum nasıl olur? Bana bir insan dokunmadı ve ben bir iffetsiz de değilim" dedi.
21- Öyle, Fakat Rabbin buyurdu ki: "O, bana göre kolaydır. Onu insanlara bir mu'cize ve bizden bir rahmet kılmamız için (yaratacağız). O kesinleşmiş bir iş oldu.
22- Meryem ona hamile kaldı ve onunla uzak bir yere çekildi.
23- Derken doğum sancısı onu bir hurma dalına (dayanmaya) götürdü. (Meryem): "Keşke bundan önce ölseydim ve unutulmuş gitmiş olsaydım" dedi.
24- (Ruh) ona altından şöyle seslendi: "Üzülme, Rabbin senin alt tarafından, bir su arkı meydana getirdi."
25- "Hurma dalını kendine doğru silkele, üzerine olgun taze hurma düşsün."
26- "Ye, iç, gözün aydın olsun. Eğer insanlardan birini görürsen: "Ben Rahmân'a oruç adadım, bu gün hiç bir insanla konuşmayacağım" de.
27- Derken onu (İsa’yı) yüklenerek kavmine getirdi. Dediler ki: "Ey Meryem, muhakkak sen kötü bir şey getirdin."
28- “Ey Harun'un kardeşi, senin baban kötü biri değildi. Annen de iffetsiz değildi."
29- (Meryem) çocuğu işaret etti. Onlar: "Biz beşikteki çocukla nasıl konuşuruz?" dediler.
30- (Kundaktaki İsa): "Ben, Allah'ın kuluyum. O bana kitap verecek ve beni peygamber kılacak" dedi.
31- "Nerede olursam beni mübarek kıldı. Yaşadığım sûrece bana namaz ve zekâtı tavsiye etti."
32- "Anneme iyilik yapmayı da (tavsiye etti) ve beni başkaldıran bir zorba yapmadı."
33- Hem doğduğum gün, hem öldüğüm gün, hem de diri olarak kaldırılacağım gün bana selam olsun.
34- İşte Meryem oğlu İsa hakkında çekişip durdukları şeyin doğru sözü budur.
35- Çocuk edinmek Allah'a yakışmaz. O’nu tenzih ederim. Bir işi yapmaya hükmettimi, ona: "Ol" der, o da oluverir.
4 notes
·
View notes
Text
Oyle mi?
Hayatımda bundan daha les bir secim donemi görmedim diyeceğim de kesin görmüşümdür. 32 sene Turkiyede yasamış bir insan olarak sunu söylemem ayıp olur zira. Neler neler görmüşüzdür de iste son olan akılda daha kalici oluyor. Yaram taze gibisinden.
Bir de tabi eskiden sosyal medya bu kadar etkin degildi. Etkin olduğu donemde de ben degildim. Beni zorla sosyal medyaya sokan herkese ettigim küfrün haddi hesabi yok zaman zaman. E bırak o zaman diyebilirsiniz tabi. Pek kolay olmuyor, bilhassa yurt disinda yaşayıp ülkenizle ilgili tek haber kaynaginiz dijital ortamsa. Illa ki kendinizi içerisinde buluveriyorsunuz.
Biri bir açıklama yapıyor insanlar ona tepki veriyor digeri bir açıklama yapıyor buna tepki veriyor. Ortada bir takim dalyaraklar popülizm pesinde koşuyor digeri iste bok gibi bir gun geçirip gözüne ilk çarpana saldırmaya başlıyor öteki hayatındaki mutsuzluğun kaynağı olarak hayati kendisinden azıcık iyi olana saldırıyor falan.
Kimse de dürüst degil tabi. Hani diyeceksiniz “sen dürüst musun sanki”. Vallahi ne diyeyim evet ben de degilim, sonuçta sosyal medyada gördüğünüz kadın normal yaşantımda gösterdiğim kişiliğime biraz uzak. Daha gevsek daha trol her haltla kendisi de dahil dalga gecen trol biri. Normalim Boyle degil doğru. Zaman zaman toplantılarda da trole bağlayıp herkesi soka ugrattigim ya da trolledigim ya da guldurdugum de olmuyor degil ama haliyle birisi yalaklık yapınca tutup is yerinde “vay amk sen ne salak bir insansın” diyemeyiz. Ha arkadaşlarıma derim o ayrı da onun icin de ilk once bi insanlarla buluşacak vakte sahip olmam lazım sanırım. Neyse. Ama dürüstçe söyleyim; samimi olarak benim kadar dürüst pek hesap bulamayabilirsiniz sosyal medyada o da ayrı konu. Zira benim kafam almıyor bir turlu insanların nasıl bu kadar rahat yalan söyleyip kendi reklamlarını yapabildiklerini. Yok abicim almıyor. Neyse konu bu degil
Zaman zaman hep bahsederim ama yazayım burada da dursun. Bugun bir seye sinirlenip “siz beni kendiniz gibi aptal mi saniyorsunuz lan” dedim. volki de geldi “o biraz senin de hatan, insanlar inceliği eziklik sanıyor” dedi. Hakli adama bir şey diyemeyeceğim. Eleştirdiğim seylerin en basında geliyor zaten bu. Boyle bakiyorum abi iti köpeği oldugunuz insanlara siyasiler de dahil olmak uzere, sürekli birilerini asagilayip birilerine hakaret ederek yasayan insanlar bunlar. Sürekli birilerine iftira atıp sürekli birilerini yaftalayıp ötekileştirip gomen insanlar. Komik ve daha dogrusu trajikomik olan bu siyasilerden bazıları bir de ilk baslarda düzgün insanlardi ve bizim toplumda nahifligin sadeliğin kibarligin falan tutmayacagini anlayıp liseli kavgasına ve üslubuna büründüler ve çok da hakli ciktilar. Çünkü bir anda etraflarında fedailer belirmeye başladı.
Hayretler içerisinde izliyorum. isim gucum olmasa 7/24 oturur twitterdaki dinamikleri izlerim. Sosyoloji bölümlerinde yeni dersler falan olmalı artık dijital toplum diye bence.
mesela bir prof ya da akademisyen. Bir kaç kez tv ye ciktiysa ya da dijitalde hafif populer olduysa artık o ne derse o olmaya başlıyor. Ornek vereyim. Ben matematikçi degilim baska bir konu hakkında matematikçi ve ileride umut ediyorum ki harika bir akademisyen olacak olan akademide bir arkadasla muhabbet ederken kendisine dedim ki “yalanla kandırılan insani uyandirirsin da doğruyla kandirilani kurtaramazsın”... (doğruyla kandırmak en tehlikeli taktiktir çünkü. Asla açamazsın da o kafayı). O da dedi ki “ben bu dediğinizi Celal hocada gordum. Sürekli bilir kisi gibi matematik tarihi uzerine konuşuyor. Alanım olduğu icin ne kadar yanlış bilgi verdigini goruyorum. Ama benim alanım olduğu icin ben görebiliyorum bilmeyen icin o doğrular gercek”
Boyle bir seyler yani - oturup celal hoca eleştirisi yazmıyorum burada. ornek olarak verdim - . Bakıyorum Boyle bilimle alakası olmayan insanlar bilim insanciligi oynuyor siyasetle alakalı olmayan insanlar siyaset uzmanı oluyor gazeteciliği geçtim kitap okuduğundan suphe ettiklerim gazeteciliğe soyunuyor.
Ulan bunlar Boyle ucuz herkesin elini uzatınca alabileceği sıfatlar olmamalı. Manyak misiniz siz? Bir de sapik gibi ardlarından giden bi kesim var. Hani artık takipçi falan degil onlar, eleştirdikleri koyunlardan farki kalmamış zombiler bir cogu. Bir de kendilerine koyun demiyor da “fedai” gibi kendilerince havali isimler buluyorlar. A-aaaa hayretler içerisindeyim. Ozgur bir insan nasıl olur da bile isteye birinin bir seyi olmayı kabul eder diye.
Üstelik isinde gercekten uzman bir kisi dahi (zaten fikir belirtenlere kuduz kopekler gibi saldirmalarini falan geçtim bak artık direkt uzman kısmına atladım) bunlara “o öyle degil” dediğinde bir anda o kisiye saldırıyorlar. Ulan uğruna kopeklik yaptigin insana bir bak. O isin degil uzmanı okulunun kapısından bile geçmemiş mesela. Sen burada isin uzmanına hırlıyorsun.
Valla bakıyorum. Hakikaten bir cogunuz hak ediyorsunuz su yönetimi awk. Ozgurluk falan sizin neyinize.
Oyle.
3 notes
·
View notes
Photo
. "Ağaçlara, vahşi hayvanlara, canavarlara doğru yürümekle kitaba, kâğıda, hurufata yürümek arasında bir fark yoktur. Bilen bilir, biri ötekinden daha az kutsal daha az cerbezeli değildir. Hatta hurufat ormanında dolaşmak karanlık ormanlarda cirit atmaktan daha fazla gözüpeklik, cevvallik, muhakeme yeteneği ister. Yiğitlik asıl orada kaybolmadan ilerleyebilmektir. Gölgelerin altındaki tehlikeli hırıltılara, hırs kurduna, kibir ejderhasına ve daha onlarca canavara kelleni kaptırmadan yürüyebilmektir asıl kahramanlık. İki yol da birbirinden farklıydı elbet. Lakin hep söylendiği gibi, fark dediğin ancak benzerler arasında mümkündür." syf.29 . "Anlatılan her hikâye, anlatıldıkça, tekrar edildikçe dilden dile nefesten nefese şehirden şehire dolaştıkça kendi hakikatini bulur. Her ağızda yeniden. Her zamanda yeniden. Her şehirde yeniden. Hakikat bozulan, yıkılan, değişen bir şey değildir; o bulunan aktarılan her dem yeni esvaplar giyen her dem taze bir aferi devrandır. Anlat onlara ki anlatıldıysa hakikattir." syf.44 #aykutertuğrul #evreninyatışmazyapısıvediğeröyküler #ketebe #kitap #neokuyorum #okumakiptiladır #öykü https://www.instagram.com/p/ClvnSw_t3cC/?igshid=NGJjMDIxMWI=
2 notes
·
View notes
Text
Bölüm 65: İç içe geçen stratejiler bir taşla iki kuş vurur
Gongyang Huai peş peşe teşekkür ederek oradan ayrıldı. Qi Yan ise çalışma odasında yalnız başına uzunca bir süre oturarak çözüm yolu aradı.
Qi Yan bundan sonra Qian Yuan tarafından Xie An'ın köşküne iletilmek üzere bir saygı mektubu yazdı, ardından at arabasına binerek Zhenzhen prenses malikanesine geri döndü.
Kendisine ait yatak odasına döndüğünde, Nangong Jingnu'yu hala derin bir uykuda buldu. Qi Yan yatağın kenarına oturdu. Nangong Jingnu'nun omzunu dürttü, ardından kısık sesle birkaç kez ona seslendi. Yarın sabaha kadar uyuyacak gibi duruyordu.
Qi Yan fırça ile kağıt getirerek bir şeyler yazdı, ardından düzgünce katladı. Qiuju'yu oraya çağırarak şöyle dedi, "Ekselansları muhtemelen ancak yarın sabaha uyanacak. Qiuju jiejie zahmet ederek imparatorluk hastanesine uğrayıp Ekselanslarının nabız ölçümü istediğini söylesin. İmparatorluk doktoru geldiğinde kuvvet verici ilaç reçetesi yazmaya gerek var mı diye de kontrol edebilir."
"Anlaşıldı."
Qiuju emirleri yerine getirmek için oradan ayrıldı. Qi Yan ise eline bir kitap alarak masaya oturup sessizlik içinde okumaya koyuldu. Ding You bir saat sonra gelmişti.
Qi Yan Ding You için odanın kapılarını açtı, ardından kısık sesle, "Ekselansları hala uyuyor, imparatorluk doktoru çok ses yapmadan konuşsun," dedi.
"Anlaşıldı."
Ding You Nangong Jingnu'nun nabzını ölçtü. Ruhu dinginleştirmesi ve enerji vermesi için ilaç reçetesi yazdıktan sonra Qiuju'ya uzattı. Ellerini birleştirerek Qi Yan'ın önünde eğildi, "Bu naçiz kul Lord Fuma'nın da nabız kontrolünü yapsın."
"Zahmet olacak."
Diğerlerinin dikkati orada değilken Qi Yan kıvrılmış kağıdı Ding You'nun eline sıkıştırdı.
Ding You Qi Yan'ın yaralarını kontrol etti. İyileşmiş olsa da hala istirahat etmesi gerektiğini bildirdi, ardından tıbbi malzeme çantasını taşıyarak oradan ayrıldı.
Ding You at arabası ile saraya dönerken kıvrılmış kağıdı açtı. Küçük, telaşla ve keskin şekilde yazılmış karakterler vardı: Yarın Ekselansları Zhenzhen'i, Kraliyet Ailesi Bakanı ve diğer yetkililere hoşgörü gösterilmesini istemesi için ikna edeceğim. Bu bilgiyi sarayın içindeki casusa uygun zamanda ulaştır. Nangong Rang'ın işin özünü öğrenmesini sağlamalısın.
Ding You ufak kağıdı top yaptı, ardından ağzına tıkıp yuttu.
Qi Yan, onun beklediğinden daha zeki çıkmıştı. Ne o ne de ustası Qi Yan'a casus hakkında bir şey söylemişti. Eğer sarayda ustası için çalışan ve sözü geçen birileri olduğuna dair güveni tam olmasaydı, kişiliği gereği bu kağıdı ona iletmezdi.
Nangong Jingnu ertesi sabah şafak sökerken rüyalarından uyandı, güzel bir uyku çekmişti. Tembelce gerindiği sırada Qi Yan'ın nazik sesini duydu, "Ekselansları, günaydın."
Yatakta dik oturdu. Qi Yan yatağın kenarındaki bir taburede oturuyordu, elinde açık bir kitap vardı.
"Saat kaç?"
"Sabahın erken vakti. Ekselansları gece boyunca uyudu."
Nangong Jingnu gözlerini ovuşturdu, "O kadar fazla mı?"
"Ekselansları iyi uyuyabildi mi?"
Nangong Jingnu birden Weiyang Sarayı'na olanları hatırladı. Bakışları kararırken başıyla onayladı.
"Acıktınız mı? Qiuju jiejie banyonuzu ve kıyafetlerinizi hazırlaması için çağrılmalı mı?"
"Mm."
... ...
Birlikte kahvaltı ettiler. Nangong Jingnu'nun hala üzgün göründüğünü fark eden Qi Yan, kendi isteğiyle uzun zamandır mühürlü olan xaio'sunu çıkarıp beline yerleştirdi, "Bugün hava bulutsuz ve açık, güneş ısıtıyor ve hafif esinti var. Ekselansları bu kulla çiçek bahçesine bir gezintiye çıkmak ister mi?"
Nangong Jingnu ise zevkle kabul etti.
İkisi yan yana arnavut kaldırım taşlarıyla kaplı yoldan geçti. Bir aydır burada değillerken bu çiçek bahçesine bahar havası yumuşak şekilde gelmişti. İlk açanlar kiraz çiçekleri olmuştu, yakınlardaki sıra sıra söğüt ağaçları ise çoktan narin sürgünler vermişti. Bahçe yaşamla dolup taşıyordu.
Qi Yan çiçek bahçesinde baharın başında oluşan bu manzaraya baktı. Havayı kaplayan hoş kokuyu içine çekti ve, "Zayıf şeftali çiçeklerinin taze parlaklığı, süzülen söğütler eşliğinde. Ilık hava cezbediyor tatlı bir şekilde," diye belirtmekten kendini alamadı. (Ç/N: 诉衷情·小桃灼灼柳鬖鬖 adlı metinden bir alıntı.)
Doğal bir tavırla Nangong Jingnu'nun elinden tutarak yumuşak bir tonda, "Ekselansları, oradaki ağaca bakın. Aylarca simsiyah kalmış ve solmuş olsalar da, baharın bir işaretiyle yeşil sürgünler yeniden büyüyor," dedi. O zaman Nangong Jingnu, Qi Yan'ın kendisinin dikkatini üzgünlüğünden başka yere çekmeye çalıştığını anlamıştı. Birkaç derin nefes çekti, ardından Qi Yan'ın bakışlarını takip ederek o yöne baktı. Elbette ağır ruh hali de biraz dağılmıştı.
"Bu kul bugün yanında xiao getirdi. Gölün ortasındaki çardakta sizin için bir parça çalmama ne dersiniz?"
"Olur!"
Qi Yan, Qiuju'nun ellerinden bir kavanozun içindeki balık yemini aldı, "Jiejieler kıyıda bekleyebilir."
"Anlaşıldı."
Qi Yan göletin ortasındaki çardağa geldiklerinde kavanozu Nangong Jingnu'ya uzattı. O ise bir tutam alarak göle serpti, çok geçmeden bir grup koi balığı yemi kapmak için oraya üşüşmüştü.
Qi Yan yeşimden xiao'sunu çıkararak dudaklarının kenarında tuttu. İnce ve düzgün parmakları altı deliğin üzerinde yerini aldı, birkaç kez hafifçe vurdu.
Önündeki manzaraya, göldeki koi balıklarına ve yanında duran Nangong Jingnu'ya baktığında, "Sallanan Altı Söğüt" şarkısını çalmaya karar verdi. Bu parça* aslında yavaş ve hüzünlü bir tondaydı, fakat Qi Yan tempoda bazı değişiklikler yaptı ve bu ortamla uyumlu olması için daha hafif, neşeli bir hale getirdi. Lakin yine de hafif bir melankoli hissi taşıyordu.
Ç/N: Qi Yan'ın çaldığı parça:
youtube
Nangong Jingnu balıkları beslemeyi bıraktı. Taştan oturağa oturup sessizlik içinde Qi Yan'ı dinlemeye başladı.
İnce ve güzel parmaklar pratik bir şekilde deliklerin üzerinde hareket ediyordu. Xiao'nun yumuşak sesi kesintiye uğramadan gelmeye devam ediyordu.
Yemlerini bitiren balıklar, gölün ortasındaki çardağın etrafında dönmeye başladı. Canlı renkleriyle bir çember oluşturdular, gölün ortasında açan sevimli bir çiçek gibilerdi. Ara sıra balıkların kuyruğu suyun yüzeyine çarparken çıkan keskin sıçrama sesleri duyuluyordu.
Melodi sona gelmişti. Qi Yan xiao'yu ellerinde yatay olarak tuttu ve gelişigüzel bir şekilde sildi, ardından hafif bir iç geçirdi.
Nangong Jingnu, "Seni rahatsız eden bir şey mi var?" diye sordu.
Qi Yan, Nangong Jingnu'nun karşısına oturdu, "Ekselansları gerçekten çok zeki, gözünüzden hiçbir şey kaçmıyor."
"Sorun ne? Anlat bana." Bu insan daha az önce kendisini rahatlatırken şimdi onun yüzüne de kasvetli bir ifade yerleşmişti.
Qi Yan beyaz yeşimden xiao'yu masaya bıraktı, ardından bir anlığına düşündükten sonra, "Dün gece Ekselansları uyuduktan bir müddet sonra, Chuntao jiejie yan odaya gelerek bu kula bir katlanır yelpaze iletti. Özel köşkten birinin bu hediyeyi bıraktığını söyledi. Eski bir dost, görüşme talep ediyordu," dedi.
"Bu kul katlanır yelpazeye göz atmak için açtı, içerisinde bu kulun yazdığı bir şiir bulunuyordu. Bu yelpazelerden toplamda iki tane vardı. Bir tanesi er-jie'de bulunan, ikicisi ise Gongyang Huai'nin elindekiydi. Bu kul er-jie'nin böyle bir şey yapmayacağını düşündü, bu yüzden de özel köşke gitti. Tıpkı düşündüğüm gibi, Baishi beni bekliyordu."
Nangong Jingnu ciddiyetle dinliyordu, "Sonra?"
Qi Yan tekrar iç geçirdikten sonra fısıltılı bir tonda devam etti, "Ekselansları da biliyor. Qingming öncesinde Yong vilayetindeyken ataların mezarlarında büyük bir yangın çıkmıştı ve Majesteleri bu meseleye dahil olan tüm yetkilileri görevden aldı. Ceza Bakanlığının hapishanesinde duruşma ve kararı beklemek için tutuklandılar, Baishi'nin babası da onlardan biriydi."
Nangong Jingnu derin derin düşünüyor gibiydi, "Mm... Gongyang Zhong, Kraliyet Ailesi Bakanı. Bunun yükümlülüğünden kaçamaz."
"Ekselansları, bu kul Baishi ile daha yeniyetmelerken arkadaş olmuştu. Birbirimize değer veriyoruz. Her ne kadar bu kul Fuma tayin edildikten sonra nadiren görüşüyor olsak da, bu kul geçmişte Gongyang da-ge ile Baishi'den ilgi görmüştü. Bu kul Efendi Gongyang'ın... talihsiz kaderini görmeye dayanamıyor."
"Yani demek istiyorsun ki..."
Qi Yan ayağa kalktı. Cübbesinin eteklerini yayarak Nangong Jingnu'nun önünde diz çöktü, fakat o hemen kolundan tutmuştu, "Ne yapıyorsun? Kalk ve anlat."
"Bu kul hata etti."
"Ne hata yapmışsın ki? Önce kalk ayağa!"
"Anlaşıldı."
Qi Yan geri yerine oturdu, ardından fısıltılı bir tonda şöyle dedi, "Wei Krallığı'nın yasalarına göre aileden bir kul politikaya dahil olamaz. Fakat Gongyang mülkünün birinci efendisi büyük arşivde çalışıyor, Baishi ise yalnızca düşük seviye bir yetkili olarak atandı. İmparator ile görüşebilecek kadar yetkisi yok. Böyle büyük bir olay karşısında meclisteki tüm yüksek yetkililer, kışın ağustos böceklerinin yaptığı gibi sessiz kalmayı tercih ettiler. Hiç kimse öne çıkıp hoşgörü dilenmedi. Bu kul Ekselanslarından o birkaç efendinin ölüm fermanını kaldırması için Majestelerini ikna etmesini isteme cüretini gösteriyor. Sürgüne yollanma ya da ev hapsi bile daha iyi bir talih olacaktır."
"Ölüm fermanı mı? O kadar ciddi bir durum mu?"
"Majesteleri büyük bir öfke içindeydi. Baishi'nin dediklerine göre Gongyang mülkü çoktan Efendi Gongyang'ın cenazesi için hazırlanmaya başlamış."
Nangong Jingnu kaşlarını çattı, "Dikkatsizlik hatası yapmış olsalar da, bence bu ölümü gerektirecek bir suç değil. Ama... İmparator babam batıl inançlara sıkı sıkı bağlıdır, o yüzden de böyle bir karar verilmiş olması mümkün."
Qi Yan beklentiyle Nangong Jingnu'ya baktı, "Bu kul haddini aşarak soracak ama, Ekselanslarının aklına bir yol geliyor mu?"
Nangong Jingnu da Qi Yan'a baktı, "Bu yüzden mi çattığın kaşların hiç rahatlamıyordu?"
Qi Yan başını salladı, "Baishi ve ben ilk karşılaşmamızdan itibaren eski dostlar gibiydik, en yakın arkadaşlarız. Ölüler geri hayata dönemezler. O efendilerin tümü meclisin önemli yetkilileri... fakat bu kul sözleri bir etki taşımayan düşük seviye biri."
Nangong Jingnu bunu bir an ölçüp tarttı, ardından dikkatli bir şekilde cevapladı, "Görevlerine geri dönmeleri imkansız olabilir... ama ölüm emirlerini kaldırabileceğime inancım tam."
Qi Yan çok mutlu olmuştu, "Bu harika olur."
"Bu öğleden sonra saraya gideceğim."
"Ekselansları."
"Mm?"
"Bu kulun... abes kaçan bir ricası var."
"Söyle."
"İmparator babanıza... Baishi'nin gelip bu kulla görüştüğünü anlatmasanız olur mu? Ben..."
Nangong Jingnu tek kaşını havaya kaldırdı, "Bana güvenmiyor musun?"
"Bu kesinlikle bu kulun kastettiği şey değildi, sadece..."
Nangong Jingnu birden gülümsemeye başladı, "Ölmekten mi korkuyordun?"
"Mm."
Nangong Jingnu gülümsemesini baskıladı. Zeki bakan gözlerinde, görenleri huzurlu hissettiren sıcak bir ifade belirdi, "Ne yaptığımı biliyorum, için rahat olsun."
"Ekselanslarına teşekkürler."
Qi Yan kıyıya doğru "öylesine" bir bakış attı. Chuntao ve Qiuju hala orada dikilmekteydi.
Geniş kol yenlerinin altında parmakları kıvrıldı, Chuntao üç gün içinde kesinlikle malikaneden ayrılacaktı.
Bu bir taşla iki kuş vuracak planı dün düşünmüştü. Qi Yan en baştan beri Chuntao ve Qiuju'nun, onun Nangong Jingnu'yu kontrol etmesinin önündeki en büyük "engeller" olduğunu düşünmüştü. Özellikle de Chuntao!
O ikisi çoktan otuzlarına yaklaşıyordu. Oldukça deneyimlilerdi ve gözleri keskindi. Ama en önemlisi, Nangong Jingnu onlara çok güveniyordu.
İntikamı uğruna bundan sonra Nangong Jingnu'ya hep "kötü fikirler" aşılamak zorundaydı.
Qiuju şimdilik sorun değildi, fikirlerini genelde kendine saklardı. Fakat Chuntao son derece sadık biriydi. Tuhaf giden bir şeyler sezerse hayatını riske atarak da olsa Nangong Jingnu'yu bilgilendirirdi. Qi Yan için bu çok kötü bir durumdu...
Tıpkı denildiği gibi, çok sayıda görüş net yargıya olanak sağlarken, tek bir görüş cehalete yol açardı.
Chuntao ve Qiuju, Nangong Jingnu'nun sağ ve solunda bulunan, onu koruyan iki fener gibiydi. Karanlıklarda yer alan biri olarak bu onun için işleri zorlaştırırdı.
Zamanla Nangong Jingnu'nun tüm görüş bildiren kanallarını kesmeliydi, bu sayede onu daha iyi kontrol edebilecekti.
Qiuju dengeli ve dikkatliydi. Bu yüzden, işe Chuntao ile başlayacaktı.
... ...
Öğlen yemeklerini yedikten sonra, Nangong Jingnu saraya giriş yaptı.
Qi Yan da malikaneden ayrılmıştı. Öncelikle Gongyang ailesinin iki genç efendisine güzel haberleri vermek için Gongyang mülküne uğradı. Aileden bir kulun fazla uzun süre kalmasının iyi olmayacağı bahanesiyle aceleyle izin istedi.
Bundan sonra, hiçbir hedefi olmaksızın sokaklarda gezindi. Yönünü Xie köşküne çevirdi.
Xie An, köşkünün inşası sırasında Nangong Wang'ın güvenliği üzerine derinlemesine düşünmüştü. Köşkü tenha bir yere yapılmıştı ve kapılarının önüne mevsimler değişse de yeşil kalan bir bambu ormanı dikmişti. Bu şekilde birilerinin gizlice takip etmesini büyük ölçüde engelliyordu.
Qi Yan eskiden Xie An'ın kendine has zevkleri olan biri olduğunu düşünürdü. Şimdi ise onu gözünde fazla büyüttüğünü fark etmişti.
Xie köşkünün çalışma odasına girdiğinde, Xie An ona balmumu ile mühürlenmiş bir zarf uzattı, "Efendim bunu kıymetli kardeşime iletmemi söyledi. Okuduktan sonra yakmayı unutma."
Qi Yan mektubu Xie An'ın göremeyeceği bir açıda açtı. İçinde, Nangong Rang'ın döndüğü gün büyük salondaki herkesin üslup ve davranışları yazılıydı.
Baş Katip Xing Jingfu'nun önerilerini okurken Qi Yan'ın gözleri kısılmıştı.
Mektubu mangala attı. Küllere dönmesini izlerken Xie An'a şöyle dedi, "Ekselansları prensi bilgilendirmesini isteyerek Ağabey Yuanshan'a zahmet vereceğim. İlk kan döküldü, İkinci Prens yakın zamanda herhangi bir şey yapamayacaktır. Ekselansları ne olursa olsun tutumunu korusun, tuhaf bir şeyler olduğunu sezdirmekten kaçınsın. Komutan Lu hasta olduğuna göre şahsi kazanç uğruna bir araya toplanarak şüphe çekmekten kaçınmak için Ekselanslarının başka bir Mareşal önermesi iyi olmaz. Majestelerinin çok yakında bir karar vereceğine güvenin. Buna ek olarak Ekselansları kesinlikle ordunun başına geçmeye gönüllü olmamalı. Her ne kadar askeri çalışmanın değeri harika olsa da kuzeyin çamurlu sularına girilmemeli."
— — —
Ç/N: Ben çevirirken çok dikkat ettiğim için Chuntao ve Qiuju'nun karakter farklılıkları daha çok aklımda kalıyor. Umarım okurken nasıl kişiler olduklarını unutmamışsınızdır çünkü önemsiz karakterlerler değiller... O yelpazeyi getirip haber veren kişi aslında Qiuju'ydu ama Qi Yan Jingnu'ya anlatırken Chuntao olduğunu söyledi, bakalım neyin peşinde
Bir de xiao çalma kısmını okurken aklıma direkt şey geldi, yine melts'in çizimleriyle jwqs chibi sticker setleri var, orada bu sahne de vardı :")
Hayranları tarafından yayılması sağlanmış bir seri, göğsüm kabarıyor bazen
— — Ocak 2023 güncelleme: konsept fragmanında bu sahne de vardı,
0 notes
Text
MÜKEMMEL PAZAR
sabahın erken saatleri yavaş
yağmurun sesi
pencereler sonuna kadar açık
yanan mumlar
yatakta kahve
taze yapılmış ekmek
favori çalma listesi
derin nefesler
iyi bir esneme
taze çiçekler
sonsuz kitap yığınları
rahat kıyafetler
kahkaha
seninle öğle yemeği hazırlıyorum
bir bardak şarap
sıcak banyo
sonsuz sarılmalar
pişirme
Netflix'i art arda izlemek
yumuşak battaniye
sıcak çikolata
peri ışıkları
FRACHELLA
1 note
·
View note