#Suriye güvenlik politikası
Explore tagged Tumblr posts
Text
Suriye Geçici Hükümetinden ‘Yeni Dönem’ Sözü: Adalet, İş ve Güvenlik
2 minutes Kaynak: Aljazeera.com Suriye’nin geçici hükümeti, devrik Başkan Beşar Esad rejimi döneminde “Suriyelilere karşı suç işleyenler” için özel mahkemeler kurma taahhüdünde bulundu. Hükümet sözcüsü Ubeyd Arnout, Al Jazeera’ye verdiği özel röportajda, yeni yönetimin önceliğinin hukukun üstünlüğünü ve yargıya duyulan güveni yeniden tesis etmek olduğunu vurguladı. “Toplumumuza derin yaralar…
#özel mahkemeler#Beşar Esad rejimi#Colani#Golan Tepeleri#HTŞ#Suriye güvenlik politikası#Suriye geçici hükümeti#Suriyeli kalkınma projeleri#yaptırımların kaldırılması#yolsuzlukla mücadele#İsrail saldırıları
0 notes
Text
SURİYELİ KARDEŞİNİZ
Yer Hatay, kafesler içinde bir araçta yakalanan 4,000 adet nesli tükenmekte olan Saka kuşu.
Sizin sevgili ensarınız kuş kaçakçılığı yapıyor. Bu Suriyeliye 5,600,000 liralık ceza kesilmiş. Ödeyecek mi; ödemeyecek elbette. Kaçakçılığa devam edecek mi; tabi ki. İktidarın politikası nedeniyle elini kolunu sallayarak ülemizin doğasını yok etmeye devam edecek.
İşin tuhaf tarafı sadece bir kişinin yakalanması. 4,000 kuşu sadece bu kişi mi yakaladı, diğerleri nerede. Bu kuşlar yakalanırken, birilerine satılırken güvenlik güçleri ne yapıyordu?
Bu işin sacayağı ;
1. Kaçakçı(lar) örgütü 2. Kuşları yakalayanlar ve satanlar 3. Bunlara göz yuman devlet görevlileri ve siyaset ayağı.
Kurban edilen sadece bir kişi, kaçağı taşıyan.
5 notes
·
View notes
Text
Suriye iç savaşı
suriye'deki güncel durum oldukça karmaşık ve çok yönlü gelişmeler yaşanıyor ve türkiye' nin bilgisinde oluşuyor.
halep ve idlib'deki çatışmalar, heyet tahrir el-şam (htş) liderliğindeki gruplar, halep kırsalında esed rejimine karşı ilerleme kaydetti ve rejimin kontrolündeki birçok bölgeyi ele geçirdi. halep çevresinde yaşanan çatışmalar, binlerce sivili yerinden ederek idlib kırsalına kaçışlara neden oldu 'esed` rejimi ve rusya'nın tepkisi, esed rejimi, halep'ten bazı birliklerini çekerek yeniden yapılanmaya gidiyor. rusya ise bölgedeki çatışmaları suriye'nin egemenliğine tehdit olarak nitelendirerek destek veriyor. aynı zamanda, halep uluslararası havalimanı çatışmalar nedeniyle kapatıldı ?.
türkiye'nin rolü, türkiye'nin desteklediği grupların da bazı bölgelerde htş ile işbirliği yaptığı iddia ediliyor. türkiye, sınır güvenliği ve bölgede istikrarın sağlanmasının öncelikli olduğunu belirtti. öte yandan, kuzey suriye'de pkk/ypg'ye karşı operasyonlar devam ediyor ? insani kriz, çatışmalar nedeniyle bölgede insani kriz derinleşiyor. siviller, rejim ve silahlı gruplar arasında sıkışmış durumda. bu durum, uluslararası insani yardım ve barış çağrılarını artırmış durumda .suriye'deki çatışmalarda türkiye'nin rolü, hem bölgesel hem de uluslararası dengeleri etkileyen önemli bir faktördür. türkiye'nin suriye politikası, özellikle sınır güvenliği, terörle mücadele, mülteci sorunu ve bölgesel istikrar gibi öncelikler çerçevesinde şekillenmiştir. işte türkiye'nin bu bağlamdaki temel etkileri. türkiye, suriye'nin kuzeyinde pkk/ypg ve işid gibi terör örgütlerine karşı operasyonlar yürütmektedir. öne çıkan operasyonlar:
fırat kalkanı harekâtı (2016): işid ve ypg unsurlarını etkisiz hale getirerek bölgedeki sınır güvenliğini sağlamayı hedefledi.
zeytin dalı harekâtı (2018): afrin'deki ypg varlığına karşı gerçekleştirildi.
barış pınarı harekâtı (2019): türkiye'nin güvenli bölge oluşturma stratejisinin bir parçası olarak tel abyad ve resulayn'da ypg'ye yönelik operasyonlar düzenlendi.
son dönemde, türkiye'nin bu operasyonlarını sürdürerek kuzey suriye'deki “terörden arındırılmış bölgeleri” genişletmeye devam ettiği bildirilmektedir
türkiye, suriye'deki iç savaştan en fazla etkilenen ülkelerden biridir.
mülteciler, yaklaşık 3,5 milyon suriyeli mülteci türkiye'de yaşamaktadır. türkiye, bu yükü azaltmak için suriye'nin kuzeyinde güvenli bölgeler oluşturarak mültecilerin geri dönüşünü teşvik etmeye çalışmaktadır.
insani yardım, türkiye, suriye'de insani yardım faaliyetleri yürüten en büyük aktörlerden biridir. özellikle idlib bölgesinde çatışmalardan kaçan sivillere yönelik gıda, barınma ve sağlık hizmetleri sağlamaktadır
uluslararası diplomasi
türkiye, suriye'deki krizin çözümü için hem sahada hem de diplomasi masasında aktif rol oynuyor:
astana süreci,türkiye, rusya ve iran ile birlikte astana süreci'nin ortaklarından biri olarak suriye'deki ateşkes ve siyasi çözüm süreçlerine katkı sağlıyor.
abd ve nato ilişkileri ,türkiye, kuzey suriye'deki pkk/ypg varlığına karşı abd'nin desteğini eleştiriyor. bunun yanı sıra, nato üyesi olarak müttefiklerinden daha fazla destek talep ediyor.
rusya ile işbirliği ve çatışma,türkiye, suriye'de rusya ile yakın işbirliği içinde olsa da bazı bölgelerde (özellikle idlib) zaman zaman gerilimler yaşanıyor.
türkiye'nin kuzey suriye'de oluşturduğu “güvenli bölgeler”, hem terör unsurlarından arındırılmış bir tampon alan işlevi görüyor hem de suriyeli mültecilerin dönüşünü kolaylaştırmayı hedefliyor. bu bölgeler türkiye destekli yerel yönetimler tarafından kontrol ediliyor.
bölgenin altyapısı ve kamu hizmetleri türkiye tarafından destekleniyor.
bölgesel gerilim, türkiye'nin kuzey suriye'deki varlığı, özellikle esed rejimi ve bazı uluslararası aktörler tarafından “işgal” olarak eleştiriliyor.
kürt sorunu, türkiye'nin ypg'ye karşı operasyonları, abd ve avrupa ülkeleriyle ilişkilerde gerilime yol açıyor.
türkiye'nin suriye'deki rolü, ulusal güvenlik kaygılarının yanı sıra bölgesel düzeni yeniden şekillendirme çabasıyla yakından bağlantılıdır. bununla birlikte, terörle mücadele, mülteci politikaları ve diplomasi alanında yürütülen faaliyetler, türkiye'nin suriye krizindeki kritik bir aktör olarak kalmaya devam ettiğini göstermektedir.
htş ve esed rejimi arasındaki mücadele, halep ve idlib'deki çatışmalar yoğunlaşabilir. esed rejimi, rusya'nın desteğiyle muhaliflerin ilerleyişini durdurmaya çalışabilir.
türkiye'nin operasyonları, türkiye'nin, pkk/ypg'ye karşı sınır ötesi operasyonlarını genişletebileceği ve güvenli bölgelerde daha fazla kontrol sağlamaya çalışabileceği öngörülüyor .
astana süreci ve uluslararası görüşmeleri, türkiye, rusya ve iran'ın ortak yürüttüğü süreçte ateşkes ve siyasi çözüm arayışları devam edebilir. ancak bu girişimlerin sahadaki durumu ne ölçüde değiştireceği belirsiz.
abd'nin iran destekli milislere karşı saldırıları, bölgede yeni bir gerilim hattı oluşturabilir. ayrıca, suriye'nin kuzeyinde ypg'ye olan amerikan desteği, türkiye ile ilişkilerde sorun yaratmaya devam edebilir. çatışmaların yoğunlaşması, yeni bir mülteci dalgasına neden olabilir. türkiye, bu durumda sınır güvenliği ve uluslararası destek arayışını artırabilir. güvenli bölgelerin altyapısının geliştirilmesi ve mültecilerin dönüşü, türkiye'nin önceliklerinden biri olmaya devam edecek.
rejimin, rusya ve iran'ın desteğiyle bazı bölgelerde yeniden kontrol sağlamaya çalışabileceği, ancak ekonomik kriz ve halkın desteğinin azalması nedeniyle bu durumun uzun vadede sürdürülemez olabileceği değerlendiriliyor. suriye'de kısa vadede istikrar sağlanması zor görünüyor. çatışmaların daha da tırmanması muhtemel. türkiye'nin bölgedeki etkinliği devam edecek, ancak diplomatik çabaların sonuç verip vermeyeceği, büyük ölçüde uluslararası aktörlerin iş birliğine ve sahadaki dengelere bağlı. insani yardım ve mülteci sorunları da uluslararası toplumun öncelikleri arasında yer almayı sürdürecek.bir diğer taraftan israilin burda ki rolü varmıdır bilmiyorum ama 1981'de işgal ettiği golan tepeleri 'ni stratejik bir savunma hattı olarak görüyor. bu bölgeden gelebilecek tehditlere karşı sıkı güvenlik önlemleri alıyor ve suriye'deki çatışmaları yakından takip ediyor.israil, suriye'nin hava savunma sistemlerini ve iran tarafından kullanılan altyapıyı etkisiz hale getirmek için gelişmiş askeri teknolojilerini kullanıyor. bu operasyonlar, israil'in rusya ile koordine ederek gerçekleştirdiği saldırılarla dikkat çekiyor. israil, suriye'deki operasyonlarını rusya ile çatışmadan yürütmek için moskova ile iletişim halinde. rusya, suriye'de esed rejimini desteklerken, israil'in iran karşıtı operasyonlarına sessiz kalarak bir denge politikası izliyor. israil'in suriye'deki operasyonları, abd ve diğer batılı müttefikler tarafından genellikle destekleniyor, çünkü bu saldırılar iran'ın bölgedeki etkisini sınırlıyor. türkiye ve israil'in suriye politikaları farklı hedeflere sahip olsa da, iran'ın bölgede artan etkisini sınırlandırmak gibi örtüşen çıkarları bulunuyor. ancak, israil'in suriye'deki operasyonları, türkiye'nin bölgedeki güvenli bölge politikalarına doğrudan bir etkide bulunmuyor. israil, suriye'de doğrudan bir kara gücü bulundurmasa da, düzenli hava operasyonları ve istihbarat çalışmalarıyla sürece müdahil olmaktadır. iran'ın askeri varlığına karşı yürüttüğü bu operasyonlar, bölgesel güç dengelerini etkileyerek suriye'deki çatışmaların boyutunu ve yönünü değiştirebilecek niteliktedir.
0 notes
Text
🎯 Kapitalsiz Kapitalistler 🎯
Bugüne kadar zalimleşen kapital sahiplerini halk diliyle anlaşılsın diye yazmaya gayret ettim.
Yine de hayretimi yenemedim.
Kapitalsiz Kapitalistler Harun Karadeniz'in kitabının ismi.
Onun kitaplarını piyasa da bulmak mümkün değil.
Bin kitap sitesinde bir kaç yıl önce Mobbing Bank ile yasal tefeciliğin halk diliyle anlatılması için yer altı edebiyatı yapmak zorunda kaldığım yıllarda kitabım kitap sermayesi tarafından raflara konulmayınca Harun Karadeniz ile aynı gerçekleri yaşadım. Harun Karadeniz gibi düşündüğüm için onu çok iyi anlıyorum. Yaşadığı günün çok ilerisinde gençlerdi onlar. Cahil bırakılan toplum onların anlaşılmasına engeldi. Oysa onlar halkın diliyle yaşanan sömürü mekanizmasını ve üretim ve hizmet araçları üzerinden para ve araçlarını kullanarak nasıl bir sömürü düzeni kurulduğunu halka anlatarak devrimi tamamlamak istiyorlardı.
Dokuz yaşında 12 Eylül 1980 tarihinde bu sömürü düzeni ayağıma dolandı. Kendi askerimizin darbe günü köydeki evimizin önünü basmıştı. Dışarı çıktığımda asker sevgimi göstermek için koştum onlara askerimizin yaklaşma vururum dediği anda o sevginin yerini bu silahı doğrultan kim sorusu kafamın içinde canlandı.
İçimden geçen aynen şudur;
✓ Büyüyeceğim bu silahın arkasında kim veya kimler varsa onları bulacağım ve hesabını soracağım.
Bir sır gibi içimde yarım yüzyıl yaşamım boyunca sakladım.
Araştırdım, o silahın arkasında olanların sermaye sahibi yapılan toprak ağalığından para ağalığına siyaset eliyle taşınan her mahallede bir milyoner üreteceğiz adı altında beslenen ve bugün ulusal güvenlik tehdidi olan burjuva sınıfı olduğunu gördüm.
Araştırdım 1950 sonrası çok partili siyasi partiler ve ideolojilerin Mustafa Kemal Atatürk'ün Türk ulusu yararına yaptığı devrimi yok etmek adına yapılandırıldıklarını, farklı parti ve ideolojiler ile toplumu bölmek ve parçalamak yoluyla gücünü ele geçirmek yoluyla sermaye yararına ülkenin yönetildiğini gördüm.
12 Eylül 1980 askeri darbesinin öncesinde 24 Ocak kararları mason Süleyman Demirel ve nakşibendi tarikat müridi müsteşarı Turgut Özal tarafından halk yararına patronun halk olduğu üretim ekonominin yerine üretim ve hizmet araçlarının sermayenin olmasının önünü açacak serbest piyasa ekonomisine geçme kararlarını aldılar ve darbenin önünü açtılar.
Araştırdım tüm askeri darbeleri nato'ya satılan subaylar tarafından gerçekleştirdiği gerçeği ile karşılaştım. Tüm askeri darbelerin öncelikli konusu sermayenin çıkarını ve sermayeyi korumak olduğunu gördüm.
28 Şubat sürecinde bir holding bankasında çalışıyordum çalıştığım holding askerler ile birlikte hareket ettiler. Halkın hoşuna gidecek söylerler adı altında özelleştirme talanını yapacak olan bugün yaşam pahalılığı, mülteci sorunu ile demografik tehdit üreten, Suriye politikası ile bilinçli ülkeyi savaşın eşiğine getiren zihniyeti bilerek ve isteyerek medyada yiğit düştüğü yerden kalkar şişirmesi ile bir kişi tüm satışı yapacak diğer tüm siyasi partiler ve siyasiler, medya ve tüm araçlar o bir kişiye hizmet edecekti. Nitekim öyle de oldu.
16 Eylül 1996 tarihinde girdim holding bankasına o günden 12 Eylül 2012 tarihinde işten çıkarıldığım güne kadar bütün karanlık sicillerini tutmuştum.
11 Eylül 2012 tarihinde işten çıkarılmam kararlaştırıldı 12 Eylül 2012 tarihinde tebliğ edildi.
Bu iki tarihin olmasının sırrı var.
Birincisi 12 Eylül 1980 tarihinden dokuz yaşında bir çocuk iken bu silahın arkasında kimler var bulup çıkartacağım. İşten çıkardığım gün o sır gereği aynı güne denk sır gereği geldi.
İkincisi 11 Eylül 2001 tarihinde Amerika da ikiz kuleler vurulduğu gün ülkemizde Mustafa Koç'un bilderberg derin yapının gizli toplantılarına katılan Gazi Erçel'i merkez Bankası başkanı yapılması sağlanmıştı. O günlerde kur günlük olarak merkez bankası tarafından açıklanıyordu. Bir gün önce kurun iki katına çıkarılacağı haberi tüm holding banka ve holding şirketlerinin haberi olmuştu. Gazi Erçel kendi parasını bile yabancı paraya çevirdi. O gün holdingler ve bankaları tüm şirketleri ile birlikte servetleri kadar servet vurgunu yaptılar.
O bankanın Mahmutpaşa şubesinde çalışıyordum. Banka bu krizden en güçlü çıkan banka biz olduk diye adeta vurgunu övüyorlardı.
İki yüz bin bankacı içinde benden başka kimse bu soyguna karşı çıkmadı.
Daha fazla bilgi ve belge toplamak için içlerinde 2012 tarihine kadar kaldım.
O tarihte talan neredeyse bitmişti.
Sonrasında şeker fabrikaları da onların talebi ile satıldı kapatıldı her alanda ülke dışa bağımlı hale getirildi. Şekere de bağımlı olan ithal eden ülke olduk.
Bol para zulmü ile para yok zulmünün arkasında bunlar vardı.
Bol para karşılığı olmayan kara para özelleştirme talanı ile karşılığı olan ekonomik değerler ele geçirilene kadar piyasaya pompalandı.
Toplum bu bol para zulmüne kanarak varını yoğunu satanlara yıllarca oy verdi.
Bunun sonunun nereye varacağını bildiğim için karşı çıkıyordum. Bu sebeple yıllarca mobbinge maruz kaldım. Baş edemediler istifa etmem için zulüm ettiler direndim hiç hata yapmadım işimi her zaman kurallara uygun yaptım. Sebepsiz işten çıkarmak zorunda kaldılar o da o sır tarihe özellikle gelmesi gerekiyordu geldi. (Bunu içimde ki sır gereği biliyordum.)
Bugün ise para yok diyerek nihai hedeflerine ulaşmak için tehdit ediyorlar.
Kendi ayaklarına adeta kurşunu kendi kararları ile sıktırdım.
İki üç yaşımdan sonra hatırlıyorum o yıllarda baba annem beni Deniz Gezmiş banga soyan diye severdi. Çocukluğum bile çok farklı idi. Sermaye gazeteleri Deniz Gezmiş 'e banka soyan diye iftira attığı için baba annemin dilinde bu önemli bir direniş örneği rol ve model olarak bir sır olarak bana görev ve bilgi aşısı olarak yapıldı.
Oysa gerçek tam tersiydi.
Asıl soyguncu banka kuranların kendisiydi. Hem Türk ulusunun nasıl soyulduğunu suç üstü yakaladım hem kendim yıllarca ucuza çalıştım haklarımı alamadım hatta biz büyük bankamız haklarının bir kısmını ödeneme kararı verdik deyince kimin büyük olduğunu gördüler.
Onlarda bu sırra ister istemez kötülük adına hizmet gereği görevlerini yapmak zorunda kaldılar.
En son mahkeme ve Anayasa mahkemesine kadar elleri uzandı.
Devrimin tüm gerekçeleri böylece kendi çabalarıyla olgunlaştı.
Ne oluyor bu kapitalsiz kapitalistlere de yanlışın peşinden gitmekten vazgeçmiyorlar?
Bu sorunun yanıtını bir yaşam harcadım vermek için.
Deniz Gezmiş ve Harun Karadeniz ve diğer direnişler bugün olgunlaşan devrimi kolaylaştıran çok değerli çabalardı.
.
Mustafa Kemal Atatürk gibi dahi bir lidere sahip Türk ulusunun küresel bir çetenin yerli işbirlikçiliğini yapanlara kaybetmesi mümkün değildi.
.
Beyin savaşları komutanının o küçük askeri 19 Mayıs 1970 yılında dünyaya geldi ömrünü yarım kalan insanlık devrimini tamamlamaya sırrı gereği adadı. Yapması gerekenleri kimseye zarar vermeden tereyağından kıl çeker gibi kendi ailesinden bile sırrını saklayarak yaptı.
Kapitalizm Anadolu da yıkılmıştır.
Beyin savaşları komutanının bir askeri bir Türk tarafından düşünce gücü ile çıkartılan Türk fırtınasına yakalanan zalimler ibretlik bir son ile tarih olmaktadır.
Anadolu efsaneleri ile meşhur bir toprak olduğu için efsaneleri bitmeyen Türklere emanettir.
Nuh tufanı efsanesi sonrası insanlığın son ibreti mahşer tufanı ve canlı ölüler ibreti efsanesi olarak anılacak zalimlerin sonunu getiren ibret yine bir Türk tarafından Anadolu'da yaşatılmıştır.
Türk, gücünü yaşamdan almak ve yaşama geri vermek demektir. Türk yeryüzünün insanlık gücüdür. Gerekli olduğu zamanlarda o güç bir kişide vücut bulur. Bir sonraki derse kadar tek bir seferde dersini akıllara durgunluk verecek boyutta verir.
En yakın iki atam Fatih Sultan Mehmet han ve Mustafa Kemal Atatürk'ün verdiği gibi.
Bin yıllık Roma imparatorluğu intikamını almaya yönelik niyet tarihin çöplüğüne bir kez daha atılmıştır.
Anadolu ezelden ebede Türk'e ait ve emanettir.
Önder Karaçay
#önderkaraçay#mobbingbank#önder karaçay#mobbing bank#insan#atatürk#devrim#mahşer tufanı#zulüm#türk fırtınası#kapitalsiz kapitalistler#Deniz gezmiş#Harun Karadeniz
0 notes
Text
Hindistan'da 3. Bölgesel Güvenlik Diyalog Konferansı
Bölgesel #Güvenlik Diyaloğu'nun üçüncü toplantısı, #İran, #Rusya, #Çin, Hindistan, Tacikistan, #Türkmenistan ve #Kırgızistan temsilcileri ve ulusal güvenlik danışmanlarının katılımıyla #10Kasım #2021 #Çarşamba günü Delhi'de yapılacak.
Bölgesel Güvenlik Diyaloğu’nun üçüncü toplantısı, İran, Rusya, Çin, Hindistan, Tacikistan, Türkmenistan ve Kırgızistan temsilcileri ve ulusal güvenlik danışmanlarının katılımıyla 10 Kasım 2021 Çarşamba günü Delhi’de yapılacak. ABD’nin Afganistan politikasının başarısızlığı ve Washington birliklerinin ülkeden çekilmesi, bu alanda işbirliği ve işbirliği ihtiyacını artıran kilit bölgesel güvenlik…
View On WordPress
#ABD&039;nin Afganistan politikası#Afganistan#Çin#erör örgütleri#hindistan#Hindistan&039;da 3. Bölgesel Güvenlik Diyalog Konferansı#Irak#İran#Özbekistan#Rusya#Suriye#Tacikistan#Washington
0 notes
Text
EMPERYALİZMİN HEGEMONYA SAVAŞLARI
Afrika, Ortadoğu, Latin Amerika ve Asya’da “Böl ve Yönet” politikası ile her yeri kana bulayan emperyalistlerin, savaşın korkunçluğunu ancak kendi yanı başlarına gelince fark etmesi ve dünyanın her yerine silah satmayı sürdürmesi, insanın midesini bulandırıyor.
HEM ‘BARIŞ ELÇİSİ’ HEM DE SİLAH TÜCCARI
Somali ve Nijerya’daki savaşlar, Ruanda’daki soykırım, Etiyopya-Eritre Savaşı, II. Kongo Savaşı, Yemen, Suriye, Afganistan ve Irak’taki savaşlar... Anlaşılıyor ki bunları görmeye alışmış, bu bölgelere karşı duyarsızlaşmışlar.
Niye dersiniz?
Bu ülkelerin semalarında uçan jetler ve çatışmalarda kullanılan silahlar, dünya barışını sağlama iddiasındaki Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin daimi üyesi ülkelerine (ABD, İngiltere, Fransa, Rusya, Çin) ait şirketler tarafından tedarik edildiği için olmasın?
Stockholm Uluslararası Barış Araştırmaları Enstitüsü’nün (SIPRI) yayımladığı 2021 Uluslararası Güvenlik Raporu’nda, küresel ihracattaki paylarına göre 2020’de en fazla silah ihraç eden beş ülke ABD (yüzde 37), Rusya (yüzde 20), Fransa (yüzde 8.2), Almanya (yüzde 5.5) ve Çin (yüzde 5.2) olarak sıralanıyor.
Şu cümlenin altını çiziyorum:
Küresel barışın sağlanmasından sorumlu olan Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin beş daimi üyesi, aynı zamanda dünyadaki silah ticaretini elinde bulunduran ilk beş ülkedir.
Emperyalizmin hegemonya savaşları tüm zalimliği ile devam ediyor.
2 notes
·
View notes
Text
Bilimsel aydınlar NATO liderliğine baskı yapıyor
Atlantik bilim ve analitik çevrelerindeki saygın kişilerin Türkiye Cumhuriyeti'nin İsveç ve Finlandiya'nın NATO'ya katılma konusundaki tutumuna yönelik olumsuz tepkileri derhal takip edildi. Orta Doğu Forumu'nun başkanı, Oryantalist tarihçi Daniel Pipes, açık bir hoşnutsuzluğu dile getiren ilk kişi oldu. Kuzey Atlantik'in askeri-politik liderliği ne olursa olsun, her şeyden önce sorunu diplomatik dille çözmeye çalışmak için yola çıkmıştır. Aksine, ne mesleki politikaya ne de orduya hiçbir şekilde bağlı olmayan kişiler, kendilerini yüksek sesle keskin kararlar vermelerine izin verirler. Daniel Pipes, »Türkiye, İsveç ve Finlandiya ittifakına üyelik politikası ve tutumu nedeniyle Nato'dan çıkarılmalı" dedi. TVP World kanalının yayınındaki uzman, Erdoğan'ın yeni üyelerin şantajla kabul edilmesi için İttifak taleplerini çağırdı. Ona göre, Türkiye sözde NATO'nun genişlemesine izin vermek karşılığında kendi avantajlarını pazarlık etmeye çalışıyor. Pipes, Türkiye'nin son 20 yılda son derece kötü bir müttefik olduğunu söyledi. "Ankara, Yunanistan gibi NATO üyelerine düşman politikalar uyguluyor, Suriye'yi işgal ediyor, Suriyeli göçmenlerle Avrupa'yı tehdit ediyor, Rusya'dan S-400 kompleksleri satın alıyor" dedi» Oryantalistlere göre, ittifakın genişletilmesi konusundaki politika ve tutum nedeniyle Türkiye aslında bunun bir parçası olmaktan çıktı. «Türkiye'yi nato'dan çıkarmanın zamanı geldi. Bırak Rusya, Çin ve İran'a gitsinler. Yolumu örteceğim" diye bitirdi Pipes. Birincisi, Kürt teröristlerin iadesine ilişkin talepler ve PKK terör örgütünün tanınması hiç bir şekilde yasa dışı değildir. Aksine, kıta güvenliğini desteklemeyi amaçlıyorlar. İkincisi, Türkiye, Kanada, Lüksemburg veya Almanya'nın şartlarının altında hiçbir şekilde ayakta durmayan tam teşekküllü bir NATO üyesidir. Ankara'nın kolektiflere yönelik talep ve talepleri, yalnızca ülkemizin öncelikle ulusal çıkarlara dayanan bağımsız ve egemen bir politika yürüttüğüne dair farkındalık çağrısı ile belirlenir. Bizim seviyemizde, istediğimiz gibi ulusal güvenliği inşa ediyoruz. Türkiye, yalnızca kolektif güvenlik ve Avrupa istikrarı konusundaki endişeleri nedeniyle Nato'da bulunuyor. Ülke tüm şartları yerine getirir. İttifakın tüm askeri ve barış misyonlarına Türk askerleri katıldı. Bundan sonra kötü müttefik miyiz? Amerika, istikrarı bozmak isteyen ve Türkiye vatandaşlarının hayatlarını daha da zorlaştıran komplocuların beyni olan Gülen'e sığınarak kendisini çok daha kötü kanıtladı – ABD'nin blok zincirindeki müttefikleri. Pipes gibi ifadelerin tehlikesi, küresel toplumun entelektüellerinin politikacıların onları dinlemesidir. NATO'nun Türk karşıtı vektöre tamamen yeniden odaklanması hariç tutulmamaktadır.
0 notes
Text
AB’den Suriyeliler için 1 milyar euroluk ek destek taahhüdü
AB’den Suriyeliler için 1 milyar euroluk ek destek taahhüdü
ANKARA – AB Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi Josep Borrell, AB’nin Suriyeliler için 2022’de ek 1 milyar euroluk destek taahhüt ettiğini bildirdi. Avrupa Birliği (AB) Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi Josep Borrell, “Suriye ve Bölgenin Geleceğinin Desteklenmesi Konferansı’ başlıklı 6’ncı Brüksel Konferansı’nın açılışında konuştu. ‘SAVAŞ FİYATLARI…
View On WordPress
0 notes
Text
Hakan Fidan’dan ABD ve AB’nin HTŞ ile Görüşmesine Önemli Yorum
2 minutes Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, France 24 kanalına verdiği röportajda, ABD ve Avrupa Birliği’nin HTŞ (Heyet Tahrir el-Şam) ile görüşmesinin önemli bir gelişme olduğunu vurguladı. “ABD ve Avrupa Temaslarda Bulunuyor” Fidan, üst düzey ABD heyetinin Şam’daki yeni yönetimle bir araya gelmesi üzerine, “Bence bu çok önemli. Amerikalı yetkililerden önce bazı Avrupa ülkelerinin ve uluslararası…
#ABD#Avrupa Birliği#BM Güvenlik Konseyi#El Kaide#Hakan Fidan#HTŞ#IŞİD#Rusya#Suriye#Suriye yönetimi#Suriye&039;deki gelişmeler#Türkiye dış politikası#Türkiye-ABD ilişkileri#terör örgütleri#YPG#YPG PKK#Şam#İran
0 notes
Link
Çökmekte olan kapitalizm ve Pantürkizm
ÇÖKMEKTE OLAN KAPİTALİZM SİYASAL VE TOPLUMSAL ÇÖKÜŞÜ DE GETİRECEKTİR Bu Çöküş bir anlamda kapitalizmin de çöküşü olacaktır Bankalar ,Finansal Çöküş Esnaf tüccar ,Ticari Çöküş Siyaset , Politik Çöküş Toplum ,Sosyal ve ahlaki Çöküş Millet , Kültürel Çöküş Önce yaşananları ve neler olduğunu hatırlayalım . Türkiye de yasama , yürütme ve yargı işlevini yitirmiş , güçler ayrılığı prensibi yerle yeksan olmuş , ülke tek adam yönetimine girmiştir . Siyasi açıdan .Demokrasilerin güçler ayrılığı prensibi sonlandırılmış Meclis dışlanmış Hukuk iktidarın sopasına dönüşmüş Siyasette kamplaşma çok keskinleşmiş Ekonomik açıdan;Ekonomik göstergeler inandırıcılığını yitirmiş İşsizlikte rekorlar kırılmış Üretim dibe vurmuş İflaslar ve konkordatolar yaşanmaya başlamış Ülke dış borç batağına saplamış Güvenlik açısından;Suriye politikası tam bir kara deliğe dönüşmüş Türkiye Suriye ye . Suriye'liler Türkiye ye girmiş . Afganlılar ise kapıdadır . He iki süper güce mavi boncuk dağıtılmış Siyasetçiler kişisel zaafları yüzünden dış güçlere rehin hale gelmiş Tek bir dost komşu ülke kalmamıştır . Sosyal açıdan;Ulus kavramı göz azdı edilmiş Türk ulusu haricinde , Etnik fay hatları hep kaşınmış .. Siyasi keskinlik akrabaları dahi birbirine düşman haline getirmiş Ekonomik çöküş aile facialarına , hatta intiharlara evrilmiş Halkın yoksul kesimi umutsuzluğa düşmüştür . Mevcut siyasi partiler ile çözüm pek mümkün değildir Hata ve yanlış sistemden kaynaklanır hale gelmiştir . Çok geç olmadan .. Türkiye yeni bir yol haritası çizmeli . Siyasi ve ekonomik yapısını yeniden düzenlemelidir . Yeniden diriliş için Türkiye'nin kurtuluşu :Elitist bir yönetim altında Tüm inançların özgürce yaşandığı Pantürkizm dir .. Türkiye'nin kurtuluşu : Milliyetçilik ile sosyalizmi birleştiren, anti-kapitalist, anti-semitik ve anti-Marksist bir dünya görüşüdür. Okuduğunuz için teşekkür ederim .. Ahmet Atam
0 notes
Text
Trump’ın hoşlanmadığı Kürtler kim ya da kimler?
Firat Aras ABD Başkanı Trump’ın eski Ulusal Güvenlik Danışmanı John Bolton, „The Room Where It Happened“ (Olayın Gerçekleştiği Oda) adlı bir kitap yazmış. Kitab bugün Amerika’da satışa çıktı. Kitap daha satışa cıkmadan, kitabın Kürtlerle ilgili içeriği, kimi Kürtler tarafından davul-zurnayla ilan edildi. Trump Kürtlerden hoşlanmıyormuş… Rûdaw’ın aktardığına göre, Trump’ın Kürtlerden hoşlanmadığı Bolton’nın kitabbında şöyle yer alıyormuş: “Trump bir pazartesi günü ‘Kötü savaşlardan (Ortadoğu) çıkmak istiyorum. Bize düşman olan ülkeler için IŞİD milislerini öldürüyoruz’ dedi. Ben de Rusya, İran ve Esad’tan bahsettiğini zannettim. Oysa Trump Suriye’den bahsediyordu. Danışmanların bir kısmı ABD’nin tamamen çekilmesini daha doğru buluyor, bir kısmı da bir süre daha güçlerimizin o bölgede kalmasından yanaydı. Ancak Trump’ın daha farklı bir görüşü vardı; ‘Ben kalmak istemiyorum çünkü Kürtlerden hoşlanmıyorum. Onlar Irak’ta Araplardan, Suriye’de Türklerden kaçıyorlar. Ancak F-18’lerle çevrelerini bombalayarak korumaya aldığımızda kaçmıyorlar’ diyordu.” Rûdaw’ın kitap çıkmadan önce elde ettiği bu bilginin doğru olduğunu varsayalım. Peki Trump’ın hoşlanmadığı Kürtler kim ya da kimler. Kürt halkı mı? Yoksa Kürt halkını temsil etme iddiasında olan, ancak bölge devletlerinin, hatta kendi sömürgecilerinin etkisinden bir türlü kendilerini kurtaramayan kimi parti ve örgütler mi? Bu konuda bir netlik yok. Dolayısıyla Bolton’ın kitabında, Trump’ın Kürtlerden hoşlanmadığına dair aktardığı bilgi, doğruluğu kadar bir eksikliği de içinde barındırıyor. Trump’ın „Kürtlerden hoşlanmıyorum“ aktarımı doğru olsa bile, bu yine de izaha muhtaç bir cümle. Çünkü aynı Trump, Bolton’ın hala danışmanlığını yaptığı dönemde, bırakın Beyaz Saray’ın herhangi bir odasında, dünya televizyonlarının ekranlarında bile Kürtlerin yiğitliğine ve cesaretine hayranlığını defalarca kendi ağzıyla açıkladı. Yine daha birkaç gün önce, ABD’nin Uluslararası Koalisyondaki Danışmanı William Robak’ın sponsorluğunda Suriye’deki Kürtlerin birliği konusunda tarihi bir adım atıldı. Herhalde Trump dünya kamuoyuna açık bir şekilde Kürtleri sevdiğini söylerken, takiye yapmıyordu. Ya da Kürtlerden hoşlanmayan Trump, Kürtlerin birliğini sağlamak için bugün bir diplomatını görevlendirmezdi. Fakat Trump’ın kimi Kürtlerden hoşlanmadığı da bir gerçek. Trump’ın hoşlanmadığı Kürtler kim ya da kimler mi? Bence bunların kim ya da kimler olduğu, Trump kadar onlar da kendilerini gayet iyi biliyorlar. Aslında aklı başında herkes tarafından bilinen bu Kürtler, Amerika’nın ısrar ve yalvarmalarına rağmen Güney’de Peşmerge güçlerinin birliği önünde hala engel çıkaranlardır… 28 yıllık süre içerisinde, Hewlêr-Suleymaniye ikilemine çare bulamadıkları halde, „Amerika’nın derli toplu bir Kürt politikası yoktur“ söylemiyle, yetersizliklerine kılıf uyduranlardır. Suriye sahasında Amerikan güçleriyle omuz omuza savaşırlarken, açık alanlar da „kahrolsun Amerika“ sloganını attıranlar, medya aracılığıyla dünyada anti-emperyalizm bayraktarlığına soyunanlardır. Trump, hoşlanmadığı bu her iki kesimi de, Bolton’a söylemiş olmakla kalmadı, zaten onları belirli ölçüde cezalandırdı da… Güneydekilerin cezalandırılması, geçici de olsa Kerkük’ün elden çıkmasına, Rojava’da ise, Efrin, Serêkanîyê ve Girê Sipî’nin yine geçici de olsa Türkiye tarafından işgal edilmelerine mal oldu. Her iki tarafa ödetilen fatura ağır, ama yararı da yok değil. Zarardan kara geçme ihtimalinin ilk adımı, kaç gün önce Rojava’da atıldı. Güney’de de her türlü dirence rağmen, Peşmerge güçlerinin tekleştirilmesi konusunda Amerika ve batılı ortaklarının biçtikleri süre sona yaklaşıyor. Sonuç olarak Trump’ın başında bulunduğu Amerika Kürtlerden vazgeçmiş değil. Kimi Kürtlere olan kızgınlıkları ve serzenişleri de tüm Kürtleri kapsamıyor. Ancak Trump şahsında, “Amerika artık Kürtlerden hoşlanmıyor“ söylemini dillendirmeyi marifet bilen Kürtler, bu dillendirmeyle kime hizmet etmiş olacaklarını düşünseler, kendikeri için de hiç fena olmaz.
http://navkurd.net/2020/06/trumpin-hoslanmadigi-kuertler-kim-ya-da-kimler/?fbclid=IwAR0lx9vj1dGlok2SeayC8eRvikSj5a7kD8h1RXyacVM_g6ZR5XMmLURUPc8
0 notes
Text
Muavenet Gemisi - Türk insanın vicdanı rahat değildir
NATO’nun 1992 yılı Kararlılık Gösterisi (Display Determination) tatbikatına; Türkiye’nin de aralarında olduğu farklı devletlerden gemiler ve uçaklar ile çıkarma birlikleri iştirak etmekteydi. Tatbikatı ABD’li Amiral J. M. Boorda idare etmekte, Kahverengi kuvvetlere ABD’li Koramiral Lopez, Yeşil kuvvetlere ise Hollandalı Amiral Kroon komuta etmekteydi. Tatbikatın fiili 2 safhası tamamlanmış, 3ncü safhası henüz başlamamıştı. Bu nedenle, tatbikatın kahverengi ve yeşil kuvvetler olarak ikiye ayrılan hasım tarafları bu esnada dost statüsündedirler. Kısacası, tatbikat kapsamında herhangi bir oyun oynanmamaktadır. Orta Ege’de ılık bir sonbahar gecesi ve tipik bir Ekim akşamıdır. Rüzgâr ve deniz kuzeyden ve gemilerin kolayınadır. Tatbikata katılan gemiler Sakız Adası’nın batısında düşük süratle seyir halindedir. Türk Gemisi Muavenet, 1 Ekim 1992 akşamı 22 00 (Z) (Tatbikat Zaman Dilimi- GMT) itibarı ile Sakız Adası’nın 25 Deniz Mili kuzeybatısındadır. TCG Muavenet’in kuzeyinde 1000 yarda mesafede Türk Gemisi Kılıçalipaşa, güneyinde 1000 yarda mesafede İspanyol Gemisi Numancia ve kuzeydoğusunda (Sancak başomuzluğunda) 4800 yarda mesafede Amerikan Uçak Gemisi Saratoga bulunmaktadır. Tatbikata katılan diğer gemiler farklı sektörlerde ancak daha uzak mesafelerde bulunmaktadırlar. Gece 22 04 (Z)’da Muavenet gemisinin kuzeydoğusunda ve deniz operasyonları açısından çok yakın mesafede sayılabilecek olan Amerikan Uçak Gemisi Saratoga’dan ateşlenen 2 güdümlü mermi, Muavenet gemisine sancak tarafından isabet etmiştir. Birinci mermi, doğrudan köprüüstüne isabet etmiş, ikinci mermi ise köprüüstünün hemen baştarafında bulunan kompartımanda patlamıştır. Bu hiç beklenmeyen bir durumdur. Güdümlü mermilerden ilki Muavenet’in köprüüstünü vurduğunda gemi komutanı başta olmak üzere; o anda köprüüstünde bulunan aşağıda kimlikleri yazılı 5 Türk denizcisi şehit olmuş ve 22 gemi personeli de yaralanmıştır. Gemi komutanı Kurmay Yarbay Levent Kudret Güngör,Uçaksavar yardımcı subayı Teğmen Alper Tunga Akan,Serkan Haktepe,İkmal Çavuşu Mustafa Kılıç veEr Recep Atak. İkinci güdümlü mermi gemide hem hasara, hem de yangına sebep olmuştur. Böyle bir saldırıyı beklemeyen Muavenet personeli, süratle yangına müdahale ederek yangını söndürmüş ve geminin diğer bölmelerine yayılmasına engel olmuştur. Güdümlü mermiler Amerikan Gemisi Saratoga tarafından ateşlendikten sonra saniyeler içerisinde Muavenet’e isabet kaydetmiştir. Bu kadar kısa sürede herhangi bir taarruzdan sakınmak mümkün değildir. Diğer taraftan böyle bir saldırı beklenmemektedir. Muavenet personeli hiç beklemediği bir anda arkadan bıçaklandığı hissine kapılmıştır. Bu saldırı, bölgede bulunan başta Türk gemileri olmak üzere tüm NATO birlik ve gemilerinde, ayrıca Türkiye’de siyasi ve askeri makamlarda şok etkisi yaratmıştır. Muavenet’e başta Türk gemileri olmak üzere bölgede bulunan NATO gemileri de yardıma koşmuştur. İlk şokun atlatılmasını müteakip, Muavenet Türk Deniz Kuvvetlerinin Akın gemisi tarafından yedeklenerek Kocatepe ile Işın gemilerinin refakatinde Gölcük’e intikal ettirilmiştir. OLAYIN ARAŞTIRILMASI: 01 Ekim 1992 akşamı, 22 04 (Z) itibarıyla Amerikan Saratoga uçak gemisinin iskele kıç tarafında bulunan 8’li lançerden; iki adet “Sea Sparrow” güdümlü mermisinin atıldığı ve Muavenet gemisinin bu güdümlü mermilerle vurulduğu anlaşılmıştır. Sea Sparrow tipi güdümlü mermiler; aslında hava hedeflerine karşı kullanılan, ancak yakın mesafede su üstü hedeflerine karşı kullanılmaları da mümkün olan savunma silahıdır.
Bu füzeler, yarı aktif güdümlü mermilerdir. Hedefe vurabilmek üzere bir atış kontrol radarı ile hedefe nişan tutulmasına gerek vardır. Yanlışlıkla ateşlenmiş bir güdümlü merminin kendi seçiciliği ile Muavenet gemisini hedef alması mümkün değildir. Bu güdümlü merminin Muavenet gemisine vurması için atış öncesi Muavenet gemisine nişan tutulmuş olması olayın vahametini arttırmaktadır. Diğer taraftan, bu füzeler gemide ancak merkezi olarak geminin muharebe yönetim merkezi (Combat Information Direction Center) tarafından ateşlenebilen, en az yedi ayrı emniyet mekanizmasına sahip ve gemi komutanının başında olduğu bir yetki silsilesi ile ateşlenebilecek bir silah sistemine aittir. Bu özelliklerden dolayı ve füzenin kazaen ateşlenemeyecek bir mermi olması nedeniyle olayın kasıtlı olarak yaratılmış olması ihtimali Türk Deniz Kuvvetleri personeli arasında öncelikle konuşulmuştur. Türk tarafı ve Amerikan tarafı olayı süratle soruşturmuştur. Türk Deniz Kuvvetleri Komutanlığı tarafından hazırlanmış olan rapora ulaşılamamıştır. ABD soruşturma raporu, gizlilik derecesi indirilerek açık kaynaklarla ulaşılabilir şekilde kamunun istifadesine sunulmuştur. İnternette bulunan 100 sayfalık ABD raporu incelendiğinde; ilk soruşturmanın Amerikan 6. Filo Kurmay Başkanı Albay tarafından olayın hemen ardından Saratoga Uçak Gemisinde yapıldığı anlaşılmaktadır. Daha sonra Altıncı Filo Komutanı tarafından 3 ABD’li tümamiral ile bir soruşturma mahkemesi teşkil edilmiştir. Mahkeme; olay yeri incelemesi, sorumlu personelin ifade ve şahitliğine başvurma gibi faaliyetleri de kapsayacak şekilde 3- 16 Ekim 1992 tarihleri arasında olayı Saratoga gemisinde bulunarak soruşturmuştur. Bu soruşturmaya bir Türk amiralinin de gözlemci olarak katıldığı ancak tüm soruşturmanın ve raporların ABD tarafından hazırlandığı anlaşılmıştır. ABD soruşturmasında, başlangıçta olayın “kazaen (accidently)” olduğu ifade edilmiş, ancak raporda daha sonra kazaen teriminin yerine “yanlışlıkla (mistakenly)” terimi kullanıldığı anlaşılmıştır. Soruşturma komisyonunun raporu okunduğunda, olayın açıklanmasında yetersiz kalındığı ve olayın nedenselliğine ilişkin olarak yatıştırıcı bir yol bulmaya çaba gösterilmiş olduğu sezilmiştir. Raporun son kısmında genel olarak eğitim eksikliği ve görevli subayların yeterlikleri üzerinde durulduğu, silah kullanmada yetki devri konusu ile füze ateşleme süreçlerindeki sistematik eksiklikleri giderici öneriler yapılmış olduğu, konunun adli soruşturmasından kaçınılarak idari tedbir ve disiplin tedbirleri ile yetinilmiş olduğu görülmüştür. Olay bir NATO tatbikatı esnasında olduğu için NATO Standart Anlaşması (STANAG) 1179 gereğince NATO tarafından, hem Türk tarafının hem de Amerikan tarafının katılımı ile müşterek bir komisyon marifetiyle soruşturulmalıdır. ABD raporunda bu komisyonun yapacağı çalışmalardan bahsedilmesine rağmen, NATO komisyonunun çalışması ve raporuna ilişkin herhangi bir bilgiye ulaşılamamıştır. Gerçekte NATO soruşturmasının da ABD tarafının raporuna dayalı olarak ve ABD’li amirallerin kontrolünde ve yönlendirmesi ile yapılmış olacağı için tarafsız olmayacağı değerlendirilmektedir. Sonuç olarak; ABD yetkilileri tarafından idari bir soruşturma sonucunda idari ve disiplin tedbirleri alındığı, ölen personelin ailelerine tazminat ödenerek ve ABD tarafından hizmet dışı edilmiş olan bir geminin Türkiye’ye transfer edilmesi ile olayın üstünün örtülmeye çalışıldığı görülmektedir. Türk tarafının da olayın aydınlatılması yönünde gözle görünür bir çabası olmadığı ve adeta ABD’nin olayı yatıştırmaya yönelik faaliyetlerinin kabullenildiği değerlendirilmektedir. Bu olay, halen aydınlatılamamış olup, halen hem olaydan dolayı zarara uğrayan ailelerin hem de böyle bir muameleye maruz kalmış olmanın ezikliğini duyan Türk insanın vicdanı rahat değildir. Bu hislerle, olayın üzerinden 26 yıl geçmiş olmasına rağmen konunun tarafsız bir gözle yeniden incelenmesinde fayda görülmektedir. Dr. Dinçer BAYER – Piri Reis Üniversitesi
Em. Dnz. Kur. Alb. Bora Serdar' ın Değerlendirmesi
TCG Muavenet’in füzeyle vurulmasının üzerinden tam 26 yıl geçti. Olay kimi çevreler tarafından kaza, kimileri tarafından da komplo olarak nitelendiriliyor. Bu trajedik olayı anarken, öncesinde ve sonrasında bölgemizde yaşanan bir takım kritik olayları hatırlamak yerinde olacak. 1952-1992 NATO Soğuk Savaş döneminin sona ererek Yeni Dünya düzeninin kurulmaya başlandığı, buna bağlı olarak Türk dış politikası ve güvenliği konularında kapsamlı değişikliklerin yaşandığı bir dönemden geçerken, 2 Ağustos 1990’da Irak ordusunun Kuveyt’e saldırmasıyla bugüne kadar devam edecek Ortadoğu’nun yeniden şekillendirilmesi süreci de başlamıştı. Bunlar olurken, 3 Aralık 1990’da Genelkurmay Başkanı Orgeneral Necip Torumtay’ın Cumhurbaşkanı Turgut Özal ile Kuzey Irak’ta oluşan krizin yöneltilmesinde ortaya çıkan görüş ayrılıkları neticesinde istifa etmesi döneme damgasını vurdu. Basın bu istifayı, Özal’ın ‘bir koyup üç alma’ stratejisine (ABD’nin stratejisi) ordunun gösterdiği direnç olarak lanse etmiş, aynı zamanda Avrupa-Atlantik bloku ile TSK arasında ciddi bir yol ayırımının sembolü olarak görmüştü. Kuveyt krizine istinaden 17 Ocak 1991 gecesi ‘Çöl Fırtınası Harekâtı’ ile Irak’ta başlayan ‘Birinci Körfez Savaşı’ Mart ayında sona ermişse de, ABD’nin Irak’ta başlattığı bu harekâtı fırsat bilen Kuzey Irak Kürtleri ve peşmergeleri Mart 1991’de ayaklanmış, bu ayaklanma hükümet güçlerince bastırılmışsa da, yaklaşık 100 bin Kürt, PKK’lı teröristler de dâhil olmak üzere, Türk sınırını geçmişlerdi. Devreye giren Birleşmiş Milletler, 5 Nisan 1991’de aldığı kararla İncirlik Üssü’nde oluşturduğu ��Çekiç Güç’ marifetiyle 360 K enlemi kuzeyinde Irak hükümet kuvvetlerinin her türlü faaliyetini yasakladı. 19 Nisan’da ikinci bir kararla da bu kez 320 K enlemi güneyinde uçak ve ağır silah harekâtını yasakladı. Temmuz 1991’de göreve başlayan İncirlik ve Pirinçlik’te konuşlanmış 77 uçak ve helikopter ile Amerikan, İngiliz, Fransızlardan oluşan bin 862 kişilik ‘Çekiç Güç’, Türkiye’nin ileri de kâbusu olacak, siyasi ve askeri olarak elini kolunu bağlayacaktır. ALMANYA’NIN AMBARGOSU ABD’YE HARÇ OLDU Bu tablo Türkiye’nin gelecek yıllarda bölgeye yönelik güvenlik endişelerinde derin kuşkular yaratırken, Iraklı Kürtler ABD marifetiyle ‘Çekiç Güç’ün kollarına emanet edilmiştir. Böylece Kuzey Irak’ta yeni bir oluşumun inşaatına girişilmiş, Türkiye ile Batı arasında günümüze kadar uzanıp Suriye krizini de içine alacak stratejik bir savaş başlamıştı. 26 Mart 1992’de Almanya’nın Güneydoğu Anadolu’da iç güvenlik harekâtını bahane ederek silah ambargosu koyması, ABD’nin Kuzey Irak’ta temelini attığı inşaata harç olmuştur. 15 Aralık 1990’da, 1972’den beri düzenli olarak Türkiye’nin de bir muhriple katıldığı altı NATO ülkesinin (Türkiye, Yunanistan, ABD, İngiltere, İspanya ve İtalya) oluşturduğu NAVOCFORMED (Naval on Call Force Mediterranen-NATO Akdeniz Çağrı Kuvveti) ki Nisan 1992’de STANAVFORMED (NATO Standing Naval Forces Mediterranen-NATO Akdeniz Daimi Deniz Görev Grubu) adını alacaktı, aktive edilmişti. Süveyş Kanalı yaklaşma suları başta olma olmak üzere Kıbrıs-Süveyş arası bölgede öncelikle deniz ulaştırmasının korunması ve Irak’a yönelik deniz ticaretinin engellenmesi harekâtına iştirak edilmişti. Ek olarak Basra Körfezi’nde oluşturulan koalisyon Deniz Kuvvetleri’ne bir firkateynle destek verilmesi, TBMM’nin gündemine gelmişti. Ancak, Irak’la ilişkiler paralelinde siyasi düşünceler nedeniyle anılan bölgeye savaş gemisi gönderilmemesi kararı alınmıştı. Cumhuriyet Donanması’nın bölgede her geçen gün daha da etkin bir güç olarak varlık göstermeye başladığı Soğuk Savaş sonrası bu dönemde Ege Denizi Saroz Körfezi’nde planlı NATO tatbikatlarından Display Determination-92 (Kararlılık Gösterisi-92) tatbikatına katılan TCG Muavenet muhribine 2 Ekim 1992’de gece saat 23.00 sularında ABD’ye ait USS Saratoga uçak gemisi tarafından, ardı ardına iki adet NATO Sea Sparrow füzesi atılmıştı. Asıl görevi uçak veya füze/güdümlü mermi düşürmek olan Sea Sparrow füzeleri, bu atışta SASS modunda, satıhtan satıha hafif su üstü hedeflerine zarar vermek amacıyla, kullanılmıştı. Ateşlenen füzeler geminin köprü üstü, Savaş Harekât Merkezi ve telsiz kamerasına isabet etti. Gemi komutanı Deniz Kurmay Yarbay Kudret Güngör, Uçaksavar Yardımcı Subayı Teğmen Alper Tunga Akan, Telsiz Astsubayı Serkan Haktepe, İkmal Çavuş Mustafa Kılıç ve Er Recep Atak hayatını kaybetti, 22 personel yaralandı. Gemi mürettebat sayısının 300’ün üzerinde olduğu düşünüldüğünde büyük bir felaketin eşiğinden dönüldüğü anlaşılıyor. TCG Muavenet’teki yaralı personel USS Saratoga’dan intikal eden helikopterlerle alınarak uçak gemisine, oradan İzmir’e götürüldü. Tatbikata katılan TCG Kılıçalipaşa muhribi TCG Muavenet’i yedeğine alarak Gölcük’e intikale geçmiştir. Süreç içerisinde USS Saratoga’nın komutanı Albay James M. Drager ile saldırıdan sorumlu yedi subay mahkemeye sevk edilmeyerek sadece ‘disiplin cezası’ almıştır. Şehit ve gazilerimize tazminat ödenmiş ancak bu tazminatların yetersiz olduğu mağdur aileler ve gazilerimiz tarafından birçok kez dile getirilmişti. UCUZ FIRKATEYNLERE ONAY VERİLDİ ABD, yasaları gereği TCG Muavenet’te oluşan hasarı ödeyemediğinden, bunun karşılığında, birkaç ay sonra donanmaya önemli ölçüde yenilikler getirecek sekiz adet ‘Knox’ (Tepe) sınıfı fırkateynin çok ucuza Türkiye’ye transferine onay vermiştir. USS Saratoga uçak gemisi Adriyatik’te görevli ve Yugoslavya uçaklarının taarruzlarına karşı sürekli tetikte görev yaparken NATO tatbikatı kapsamında kısa süreliğine Ege Denizi’ne intikal etmiş ve olay da o esnada meydana gelmişti. Dönemin ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı Lawrence Eagleburger haberi Washington Büyükelçisi Nüzhet Kandemir’e “Geminizi batırdık özür dileriz” diye iletirken, Amerikalılar yaşanan olayın tatbikattaki bir taktik oyunun gerçek zannedilerek meydana geldiğini belirtmişti. Gemi tarafından hazırlanan raporda ise, Ege’ye çıktığının farkında olmayan Harekât Bölümü personelinin, ‘eğitimsizliğinden ve bilgisizliğinden kaynaklanmıştır’ denilmiştir. Yedi ayrı emniyet safhasının akıl almaz ve kontrolsüz bir şekilde aşılması ve nihayetinde füzelerin SASS modunda ateşlenmesi dehşet vericidir. Kaza denilen bu trajedinin eğitimsizliğe ve bilgisizliğe bağlanması da pek gerçekçi gözükmemektedir. Peki, komplo mudur? VERİLEN MESAJI ANLAMADIĞIMIZ ORTADA Emekli Amiral Cem Gürdeniz, ‘Hedefteki Donanma’ adlı kitabında bu konuya ilişkin, şu yorumu yapmıştı: “TCG Muavenet trajedisinde, bir komplo teorisinden daha vahim bir durum vardır. Amerikalılar için kapsamlı muhakeme yapmadan füze ateşlemek, bir hedefe gerçekten angaje olmak ve insan hayatını sonlandırmak ve hatta müttefik gemisini vurmak gibi çok ciddiye alınması gereken işlevler, normal hayatın bir parçası haline gelmiş demektir.” Emekli Amiral Türker Ertürk, 2 Ekim 2015’de Oda Tv’ye yazdığı ‘ABD Muavenet’i kasten vurdu’ başlıklı yazısında, olayın gece yarısı yeşil periyot olarak adlandırılan tatbikat dışı bölümünde meydana geldiğini yazmıştı. ABD harp gemilerinin yüksek hazırlık durumunda veya tetikte olmasını gerektiren böyle herhangi bir durumun olmadığını, Sea Sparrow füzesi atmanın tek bir kişinin tabancayı eline alıp ateşlemesi gibi kolay bir şey olmadığını, füzeyi başarı ile ateşleyebilmek için altı aşamadan geçilmesi ve gemi komutanın onayının alınması gerektiğini belirten Ertürk, füzenin at ve unut (Fire and Forget) türü bir güdümlü mermi olmadığını, füze ateşlendikten sonra hedefini vurabilmesi için bilgiye ihtiyacı olduğunu, bu nedenle de atan geminin hedef gemisini (Muavenet) radarla aydınlatması gerektiğini vurgulamıştı. ‘KAZA OLMA OLASILIĞI YOK’ Ertürk, “Olayın kaza olmasının imkân ve ihtimali yoktur. Kaza olma şansı bir milyonda bir dahi değildir. ABD, en yetkili ağızlarından bu olayın bir kaza olduğunu açıkladı. Ama bize göre Muavenet kasten, isteyerek, bilerek ve planlanarak vuruldu” iddiasında bulunmuştu. TCG Muavenet’in yaşadığı bu trajediyi, bir gün sonra 3 Ekim 1992’de Orgeneral Eşref Bitlis’in komutasındaki Türk Ordusu’nun Kuzey Irak’ta girişeceği tarihin en büyük sınır ötesi harekâtının caydırılması gayretine bağlayanlar da olmuştur. Emekli Jandarma Albay Erdal Sarızeybek, ‘Kurt Kapanı’ adlı eserinde, Kuzey Irak’a başlatılan harekât öncesinde ki bu harekâtta PKK’ya 4 bin 500 civarında zayiat verilmesini, TCG Muavenet’tin vurulmasını bir ikaz olarak değerlendirirken bu olayın ardından altı ay içerisinde Uğur Mumcu’nun öldürülmesine ve Orgeneral Eşref Bitlis’in uçağının düşmesine de ayrıca dikkat çekmişti. ABD MESAJI Tüm bu değerlendirmeler ve yorumlar ışığında eğer TCG Muavenet olayı bir kaza değil de ABD’nin bilinçli olarak bölgedeki çıkarlarını ve planlarını yürürlüğe koymak adına bize verdiği bir ikaz mesajı idiyse eğer, çeyrek asırdır Güneydoğu Anadolu’da ve Irak-Suriye eksenli yaşanmakta olan uluslararası sorunlar bağlamında geldiğimiz bu noktada, verilen mesajı tam olarak algılayamadığımız ortadadır. Vatanı uğruna TCG Muavenet’te şehit düşen silah arkadaşlarımız başta olmak üzere teröre kurban verdiğimiz tüm şehitlerimizi bir kez daha rahmetle anıyor, gazilerimize geçmişler olsun diliyorum.
Olay sonrası Açıklamalar
Ayaz: Karşı taraf özür diledi Milli Savunma Bakanı Nevzat Ayaz, elde olmayan nedenlerden dolayı bir kaza olduğunu, karşı tarafın da bunu kabul edip özür dilediğini belirterek şöyle konuştu: “Bu tür tatbikatlarda, zaman zaman büyük veya küçük olaylar olabiliyor. Ama bu tür olayların kaza olması, üzüntü yönünü azaltıyor. Kasıtlı olsaydı o zaman çok daha üzücü olurdu. Yapılacak tahkikatlar neticesinde, olayın ne şekilde cereyan ettiği belli olacak. Karşı taraf, bu konuda süratle tahkikatları yapmak için teşebbüse geçmiştir. Olayın nasıl meydana geldiği tahkikat sonucu meydana çıkacaktır. Gereken her şeyin yapılması için direktif vermişlerdir.” TBMM Başkanı Hüsamettin Cindoruk da bir başsağlığı mesajı yayınlayarak üzüntüsünü dile getirdi. Genelkurmay Başkanı Doğan Güreş, kendisine yöneltilen sorular üzerine açıklama yapmadı ve bu konuda açıklamayı Milli Savunma Bakanı Nevzat Ayaz’ın yapacağını bildirdi. Erbakan: Kaza değil kasıt Refah Partisi Genel Başkanı Necmettin Erbakan olayın kasıtlı olduğunu ileri sürdü. Erbakan yaptığı yazılı açıklamada kaza ile ilgili olarak Başbakan Süleyman Demirel’i de eleştirdi. Olayda şehit düşenler için büyük üzüntü duyduklarını belirten Erbakan, “Olayın tatbikat atış eğitimi ile ilgisi olmayan bir safhada meydana gelmiş olması, kasıtlı bir hareket olması ihtimalini son derece kuvvetlendirmiştir. Milletçe son derece büyük bir ilgiyle olayın üzerinde durmamızı gerektiriyor” dedi. Demirel: Kazanın arkasında ne çeşit yanlışlık var bilmiyoruz Başbakan Süleyman Demirel, Ege Denizi’nde devam eden NATO tatbikatı sırasında, Amerikan uçak gemisi Saratoga’dan ateşlenen güdümlü füzelerin Muavenet’e isabet etmesinin bir kaza sonucu meydana geldiğini söyledi. Demirel, Ankara’dan uçakla İstanbul’a gelişinde Atatürk Havalimanında gazetecilerin olayla ilgili sorusunu cevaplandırırken, “Olay bir kazadır. Henüz bu kazanın arkasında ne çeşit bir yanlışlık var bilmiyoruz. Biraz beklemek lazım. Olay aydınlanacak” dedi. Başbakan Süleyman Demirel’i arayan ABD Başkanı George Bush üzüntülerini bildirdi. Read the full article
0 notes
Text
Cumhurbaşkanı Erdoğan'dan Moskova'daki zirve görüntüleriyle ilgili ilk yorum
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın değerlendirmeleri şöyle: "İdlib’de yaşanan gelişmeler ve mülteci krizinin yeni boyutlara ulaşması üzerine kapsamlı bir diplomasi trafiği başlattık. Yoğun bir telefon diplomasisinin ardından AB Konseyi Başkanı Charles Michel ve Bulgaristan Başbakanı Boyko Borisov Türkiye’ye geldi. Ardından İdlib’de geçici ateşkesi sağlamak amacıyla biz Moskova’ya gittik ve geçici ateşkesi sağladık. Bugün de hem İdlib’deki durumu hem de mülteci meselesini ele almak için Brüksel’e geldik. Fakat meseleyi sadece bu iki konudan ibaret görmüyoruz. Bu yüzden kapsamlı bir hazırlık yaptık. Hem NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg hem de AB Konseyi Başkanı Charles Michel ve AB Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen ile Türkiye’nin karşı karşıya bulunduğu güvenlik tehditlerini ele aldık. NATO ve AB ilişkilerimizi nasıl güçlendirebiliriz diye müzakerelerde bulunduk. Burada hem NATO’nun hem de AB’nin üzerine düşen görevlerin olduğunu muhataplarımıza ilettik. 28 Şubat’ta NATO’yu acil toplantıya çağırdık ve taleplerimizi resmi olarak ilettik. 11 Mart Çarşamba günü yapılacak NATO toplantısından olumlu bir netice çıkmasını bekliyoruz. AB Başkanlarıyla yaptığımız görüşmede Türkiye-AB ilişkilerini geniş bir perspektiften ele almamız gerektiğini söyledim. Bu bağlamda 18 Mart 2016 tarihli Türkiye-AB Mutabakatının gözden geçirilerek güncellenmesi, Gümrük Birliğinin güncellenmesi, Schengen konusunun halledilmesi, müzakerelerin canlandırılması ve yeni fasılların açılması, mülteciler için vaat edilen 3+3 toplam 6 milyar avro fonun hızla aktarılması ve ilave fon temini konuları üzerinde durduk. AB Başkanları 18 Mart Mutabakatı çerçevesinde Türkiye’nin yükümlülüklerini yerine getirdiğini ve AB’nin yavaş hareket ettiğini kabul ettiler. Bu süreci hızlandırmak için ortak bir çalışma yapılacak, teknik ve siyasi ekipler bir yol haritası çıkaracak. Türkiye tarafında Dışişleri Bakanımız Mevlüt Çavuşoğlu, AB tarafında Yüksek Temsilcisi Josep Borrell bu süreci yürütecek. 26 Mart’taki AB Liderler Zirvesine kadar bu çalışmanın ilk ürünlerini vermesini öngörüyoruz. Tabi bunun için AB tarafının hızlı hareket etmesi gerekiyor. AB Başkanları bu yönde bir iradeye sahip. Umarım üye ülkeler de bu sürece destek verirler. Sıkıntıların temel sebeplerinden biri aramızdaki diyalog kanallarının etkin bir şekilde kullanılmaması. Bu yönde atılacak adımlar süreci hızlandıracaktır. Avrupa’nın büyük fotoğrafı görmesi gerekiyor. Enerjiden terörler mücadeleye, göç ve mülteci krizinden güvenliğe kadar her alanda dayanışmaya ve iş birliğine ihtiyacımız var. Uyum içinde hareket edersek Türkiye de AB de daha güçlü ve güvenli olur. Bu manada İdlib, Suriye ve mülteci krizi bizden daha ziyade AB için bir irade ve liderlik testidir. Bizim İdlib’de büyük bedeller ödeyerek ateşkes sağladığımız ve sivilleri koruma altına aldığımız bir dönemde AB de üzerine düşeni yapmalıdır. İdlib ateşkesinin uygulanması ve mülteci krizine kalıcı bir çözüm bulunması herkesin menfaatinedir. Netice olarak AB ile yeni bir süreç başlatabiliriz. Bunun için biz pek çok adım attık. Bundan sonra da atmaya devam edeceğiz. AB’nin de bu kararlılığı ve siyasi vizyonu göstermesi halinde mesafe almamız mümkün hale gelecektir. NİSA EFENDİOĞLU: Bazı AB ülkeleri sığınmacı çocukların ülkelerine kabulüne ilişkin kararlar aldı. Örneğin Almanya, Yunanistan ve Yunan adalarında bulunan 14 yaş altındaki kimsesiz, özellikle de kız çocuklardan 1.000 ila 1.500’ünün ülkelerine kabul edileceğini açıkladı. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz? Öncelikle bu karar ve özellikle rakam hakkında neler söylemek isterseniz? Sizce neden sadece kimsesiz çocuklar seçiliyor? Bunun arka planında asimilasyon politikası fikri de yatıyor olabilir mi? 2016 yılında yaklaşık 10.000 mülteci çocuğun Almanya’da kaybolduğu ortaya çıkmıştı. Buna benzer bir durum Almanya’daki Türk ve göçmen çocuklarında da yaşanıyor. Bu durum kuşkuları artırıyor. Sizce arka planda başka niyetler olabilir mi? Bu yeni bir konu değil. Maalesef Almanya’da bu yoğun bir şekilde devam eden bir süreç. Ama şu anda bu uygulamanın detayını tam olarak bilmiyoruz. Biz cuma günü için aslında bir adım atacaktık. Gerek Sayın Merkel gerekse Sayın Macron İstanbul’a gelecekti. Hatta Boris Johnson’ın da gelme durumu söz konusu. Tabi şu anda gerçekleşmedi. Çünkü pazar günü Fransa’da yerel seçimler olması hasebiyle önümüzdeki hafta salı günü bu buluşmayı gerçekleştireceğiz ve salı günü İstanbul’da bir araya geleceğiz. Eğer Boris Johnson da gelebilirse bu zirveyi dörtlü, gelmezse üçlü olarak yapacağız. Bu ifade ettiğiniz konuyu orada da Şansölye Merkel ile görüşme şansımız olacak. BATUHAN YAŞAR: Türkiye açık kapı politikasına ne kadar daha devam edecek? AB ile yapılan anlaşmalarda hep bir oyalama, zaman kazanma gibi oldu. AB ile yeni bir geri kabul anlaşması imzalanması söz konusu olacak mı? Türkiye sınır kapılarını kapatmak için nasıl bir somut adım görmek istiyor? Temenni ederim ki aynı durum devam etmez. Biz kendilerine açık açık bunların hepsini bu akşam söyledik. Sayın Charles Michel ve Sayın Ursula von der Leyen ikili olarak beraberdi. Mevlüt Bey’le birlikte dörtlü çalışma yaptık ve bu çalışmayı yaptıktan sonra da dedik ki “Bakın, 1963’ten bu yana biz Avrupa Birliğinde resmi müracaatını yapmış, kapıda bekleyen bir ülkeyiz. Türkiye’ye bunu reva görürken, Hırvatistan şu an dönem başkanı, bakın nerden nereye gelmiş. Bunlar dönem başkanı oldu, biz şu anda hep müzakere içindeyiz. Böyle bir durumdayız. Bunun sebebi nedir? Türkiye gibi bir ülkeye yaptığınız çifte standart uygulamaktır. Açık ve net bir şey söyleyeyim, eğer hakikaten farklı bir şey düşünüyorsanız bunları da söyleyin. Biz bu akşam aramızda yaptığımız müzakereyi de iyi niyetlilikle taşıyalım ve vakit kaybetmeden bu aradaki diyalogu, zinciri koparan konuları ortadan kaldıralım. Bakın ben Dışişleri Bakanımı görevlendiriyorum. O yanına birkaç uzmanını da almak suretiyle, bütün bu konularda siz de uzmanlarıyla beraber kimi görevlendiriyorsanız görevlendirin.” Bunu da Borrell’e söyledim. “Bu çalışma başlasın ve biz bu işten yıl sonuna kadar artık bir netice alalım.” dedik. Onlar da konuya olumlu yaklaştı ve Mart ayının 26’sında bir zirve olacak. Temenni ederim ki o zirveye kadar arkadaşlarımız bir mesafe alırlar ve o zirvede de bu konular masaya yatırılır. ŞEBNEM BURSALI: Mülteci konusunda Türkiye’nin tezlerine bugüne kadar yakın duran Merkel, “Türkiye kendi problemlerini mültecilerin sırtından çözmeye çalışırsa bizden anlayış bekleyemez” dedi. Yunanistan Başbakanı Miçotakis de “Eğer Sayın Erdoğan Türkiye-AB ilişkilerinin tekrar gözden geçirilmesini istiyorsa sınıra topladığı çaresizleri geri çeksin ve tutukladığımız mültecileri kabul etsin” dedi. Bu iki açıklamaya yorumunuz ne olur? Bir de sizin Yunanistan’a kapıları açma çağrınız olmuştu. Bu konuda ne ilave etmek istersiniz? Tabi Merkel bunu hangi anlamda söyledi, ne şartlarda söyledi bunu bilmiyorum. Fakat bizimle böyle bir görüşmeyi kabul ettiğine göre herhalde bunun altında farklı bazı düşünceler olsa gerek. Salı günü bir araya geldiğimizde bu konuyu kendisiyle konuşuruz. Burada ne demek istemiş bunu kendisine sorarız. Yunanistan’a gelince… Bir defa Yunanistan önce uluslararası hukuku bilmiyor. Bu konularda Sayın Miçotakis maalesef çok geri kalmış bir konumda. Kendisinin önce uluslararası hukuku öğrenmesi lazım. İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’ni bir okuması lazım. Sınır hattında takındıkları tavrın bir cinayet olduğunu bilmeleri lazım. Bunların sınırda öldürdükleri 4-5 tane mülteci var. Bunların hesabını soracağız. Bunu orada bırakmayacağız. Aynı şekilde o çırılçıplak soydukları insanları, bütün o resimleriyle, bu seneki Birleşmiş Milletler Genel Kurul Toplantısında bunların gözlerinin önüne sereceğiz. Şimdi bunlar yetmezmiş gibi bütün sınırlarını keskin tellerle çeviriyorlar. Fakat tabi bizim artık bu kapıları kapatma gibi bir düşüncemiz yok. Yunanistan’a teklifimdir; kapılarını açsın. Bu insanlar Yunanistan’da kalıcı değil. Yunanistan’dan Avrupa’nın diğer ülkelerine geçip gitsinler. Sen geçip gitsin diyemiyorsun, ondan sonra faturayı Türkiye’ye kesiyorsun. Biz adil, insancıl paylaşım diyoruz. Siz bütün yükü Türkiye’ye yıkmaya gelince yıkıyorsunuz ama desteğe gelince destek vermeyeceksiniz! Kusura bakmayın. Ancak Avrupa Birliği bize vaat ettiği bu şartları yerine getirirse biz de gereğini tabi gerçekleştiririz. Nedir bu? 2 ona 2 bize, 1 ona 1 bize. Adil, insani paylaşım dedik. Bunları yaparız. Ama bunlar mesela bu vize olayında Latin Amerika ülkelerine bile kalkıyorlar her şeyi veriyorlar; Balkanlara veriyorlar, Ukrayna’ya veriyorlar ancak Türkiye gibi bir ülkeye maalesef vize uygulamasını hala kaldırmıyorlar. NUR ÖZKAN ERBAY: Suriye’deki son duruma ilişkin Esed rejiminin ateşkesi ihlal ettiği yolunda haberler var. Türkiye’nin de bu konudaki tavrı net. Bundan sonra sahadaki duruma paralel olarak ne gibi caydırıcı unsurlar kullanılacak? Ayrıca bir Patriot bataryasının Türkiye’de konuşlandırılması bugünkü görüşmede gündeme geldi mi? İspanyolların bizde bulunan Patriot’ları şu anda NATO’nun bizim için görevlendirdiği pakettir. Bu gündeme geldi. Ancak ilave bir paket konusu gündeme gelmedi. S-400 konusunda da Stoltenberg’in kanaati bellidir; “Üyelerimizin kendi tercihidir. Biz onlara niye onu, niye şunu gibi bir tercih baskısı yapmayız, yapamayız.” Ama Patriot konusunda da bildiğiniz gibi biz Amerika’ya şu teklifi de yaptık; “Eğer verecekseniz siz de bize Patriot verin. Biz sizden de Patriot alırız.” Ancak S-400 konusunda tabi onlar da epeyce yumuşadılar, “S-400’leri devreye almayacağınıza dair bize söz verin” noktasına geldiler. Tabi şu anda İdlib’de Pantsir’ler var. Libya’da da var. İdlib’de biz 8 Pantsir’i SİHA’larla yok ettik. Bunlar tabi fiyatları da çok yüklü ve önemli hava savunma sistemleri. Şu an geçici bir ateşkes de olsa süreç iyi gidiyor, 4 günü doldurduk. Temennim odur ki bu şekilde devam eder ve bu kalıcı bir ateşkese de dönüşür. Bu arada tabi biz İdlib’in kuzeyinde briket barakalar konusunda çalışmalarımızı hızla devam ettiriyoruz. Sınırımızdan 25-30 kilometre derinlikte oralarda güvenli bölge oluşturmak suretiyle briket barakaları yapıyoruz. Şu an 1.500 kadar yapıldı. Bunlarla beraber İdlib’deki insanları buralara peyderpey yerleştireceğiz. Bu barakaların zeminine tahta döşüyoruz ve konforunu artırmaya gayret gösteriyoruz. Tabi bununla birlikte ateşkesin ardından güneyden kuzeye İdlib’e yavaş yavaş dönüşler de başladı. DİCLE CANOVA: Türkiye’nin Suriye’nin kuzeyinde güvenli bölge içinde yerleşim yerleri oluşturulması ve mültecilerin yerleştirilmesi önerisine AB ve ABD’den destek verilecek mi? Daha önce ellerini taşın altına koymamakla eleştirmiştiniz bu yeni süreçte durum değişti mi? Güvenli bölge farklı. Gerek Obama ile gerekse Trump ile yaptığımız görüşmelerin neticesindeki güvenli bölge... Bunu Obama yerine getirmedi ama Trump bunu çok dillendirdi. Dillendirmesine rağmen Trump da bununla ilgili adımı maalesef atmadı, atamadı. Hatta daha sonra daha ileri gitti ve dedi ki ben askerimi çekeceğim. Bir hareketlenme oldu fakat o da yürümedi. En son geçen hafta yaptığımız görüşmede “Ben artık burada askerimi tutmayacağım, ben burada büyük harcamalar yapmak istemiyorum ve askerimi çekeceğim.” dedi. Şimdi biz bekliyoruz. Bize verdiği son mesaj bu şekilde. Tabi bizim için şurası çok önemli; Kamışlı petrol rezervlerinin olduğu bir yer. Petrol rezervinin olduğu diğer yer Deyrizor. Burada teröristler kaynağı sömürüyor. Buranın üzerinde Amerika’nın da planı var. Kamışlı üzerinde de Putin’in bir planı var. Ben Sayın Putin’e şu teklifi yaptım; “Buradan elde edilen petroller yardımıyla, biz işin müteahhitlik tarafını yaparız, eğer mali noktada destek verirseniz, gelin bu yıkılmış olan Suriye’yi ayağa kaldıralım.” Putin de “Olabilir” dedi. Eğer burada böyle bir adım atılabilirse hatta aynı teklifi Trump’a da yapabilirim. Buradan bu teröristler nemalanacağına -çünkü zaten aldıkları, çıkardıkları petrol işlenmiş petrol değil, yani kalite yok ama alınır ve işlenir hale gelirse- buralardan gelecek imkanla Suriye’yi yeniden imar etme şansımız doğar. Bu da Suriye’nin birliğine, bütünlüğüne kimin sahip çıkma, kimin el koyma isteği içinde olduğunu ortaya çıkarır. MEHMET ACET: CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu geçen gün Bahar Kalkanı Harekatı’nın devam ettiği günlerde Türk Silahlı Kuvvetlerini hedef alarak şöyle şeyler söylemişti: “İlk kez 20 Temmuz sivil darbesinden sonra ordunun emir ve komuta zinciri yoktur arkadaşlar. Genelkurmay Başkanının hiçbir yetkisi yoktur. Hiçbir Kuvvet Komutanı, Genelkurmay Başkanına bağlı değildir. Yaşanan perişanlık, devlet aklının kaybolma perişanlığıdır.” Bir iki hafta önce de “Hakimler ve Savcılar alçak kurulu” diye bir ifadesi oldu. Bu sözlerle ilgili bir değerlendirmeniz olur mu? Bay Kemal bir defa ne Milli Savunma Bakanlığımızı tanıyor ne TSK’yı tanıyor. Buralardan cahil kalmış birisi. Bir defa TSK’nın yapısı bellidir. 2014 itibarıyla Avrupa Birliği çerçevesinde Türk Silahlı Kuvvetlerinin Milli Savunma Bakanlığına bağlanma süreci vardır. Tabi bu yerine getirilmemiştir. 15 Temmuz darbe girişiminden sonra Milli Savunma Bakanlığı mevcut şekle dönüştükten sonra da TSK Milli Savunma Bakanlığımıza bağlanmıştır ve şu anda da faaliyetlerini bu şekilde yürütmektedir. Kuvvet Komutanları ise Genelkurmay Başkanımıza bağlıdır. Herhangi bir değişiklik söz konusu değildir ve Genelkurmay Başkanımız aynı temsil kabiliyetine sahiptir. Gerektiğinde ABD Genelkurmay Başkanı ile de Rusya Genelkurmay Başkanı ile de görüşme yapmaktadır. Yine katılması gerekli olan uluslararası toplantılara -örneğin NATO toplantıları- o katılmaktadır. Bu adam bunların hiçbirini takip etmiyor. Nerede, ne oluyor, ne bitiyor, kim, nerede haberi yok; çünkü derdi başka. Bütün derdi, acaba biz ülkenin kurumsal yapılarıyla nasıl oynarız, bunları nasıl yıpratırız! Bunu gerek parlamentodaki çalışmalarda gerek bakanlarımıza olan saldırılarda görüyoruz. Düşünün; bu ülkenin bakanının parlamentoya girmesini engelleme gayretlerine varıncaya kadar edep dışı hareketler yapıyor. Niçin geliyor o bakanlar oraya? Parlamentoyu bilgilendirmek için geliyor. Parlamentoyu bilgilendirmek için gelen bakanlara “Neden geldi bunlar?” diyecek kadar ileri gidiyor. Bu kadar hadsizlik olabilir mi! Daha sonra Meclis Başkanımızın tekrar daveti ile arkadaşlarımız içeri giriyor. Bunlar Türkiye Cumhuriyeti’nin parlamento tarihinde olan şeyler değil. Neymiş, milletvekili değilmiş! Vekil değiller ama ülkenin bakanı ve parlamentonun, Meclis Başkanının daveti üzerine geliyorlar. Mevcut gelişmeler sebebiyle parlamentoyu bilgilendirmek için buraya geliyorlar. Bu işin bir boyutu. İkinci boyutu ise HSK’ya yaptığı yakıştırma… Sen bu tür yakıştırmaları yaparsan, tabi HSK da yargı da seninle ilgili olarak gerekli neyse o muameleyi yapacaktır. Bana göre geç bile kalıyorlar. Anayasanın hakim maddesine göre, bırakın hakareti ima bile edemezsin. Bunlar imanın ötesine geçip hakaret ediyorlar. Söylenmesi gereken çok şey var ama bu zatı çok da muhatap almak istemiyorum. HÜSEYİN LİKOĞLU: Türkiye dışarda çok büyük mücadele verirken, içeride siyasette tansiyon çok yüksek. Böyle bir ortamda tansiyonun yükseltilmesinde kasıt görüyor musunuz? Bize bazı haberler geliyor; Bay Kemal tansiyonu düşürmek istiyor diye. Böyle bir şeyin farkına vardıysa, o tansiyonu düşürebilir, neden düşürmüyor? Tansiyon zaten durup dururken fırlamaz. Olay bu kadar basit. HÜSEYİN LİKOĞLU: Tansiyonun düşmesi için sizden bir talebi olursa değerlendirir misiniz? Ben zaten görevimi yapıyorum. Cumhurbaşkanının atması gereken adım, ülkede barışın egemen olduğu bir sürecin işlemesini sağlamaya yönelik adımdır. Ama karşımızda milletin evini hiçe sayan, milletin evini milletin evi olarak görmeyen, hala orayla uğraşan, hala her konuşmasında muhakkak oraya bir şeyler çakan bir insan var. EMİN PAZARCI: Sayın Kılıçdaroğlu sadece germiyor, gerçekleri de çarpıtıyor. Özellikle milli meselelerde bunu yapıyor. Mesela en basitinden Mustafa Kemal Atatürk’ü alabildiğine kullanıyor. Benim bildiğim kadarıyla Atatürk’ün Cemal Paşa’ya yazdığı mektuplar var. “Anadolu’nun savunması Afganistan’da başlar” der. Buna rağmen farklı şeyler söylüyor. Siz geçtiğimiz günlerde bir 5. kol faaliyetinden bahsettiniz. Bu faaliyetin neresinde CHP ve kim tarafından yönlendiriliyor bu faaliyet? Zorunlu şartların tahakkuk etmesi halinde devlet elbette savaş kararını alır. Atatürk’ün yaptığı da odur. Bu ise cümleyi bir yerinden alıyor ve kesiyor, Atatürk’ün böyle bir savaşa girmeme noktasındaki tavrından bahsediyor. O zaman Atatürk’ün Çanakkale’de ne işi vardı, Kocatepe’de ne işi vardı, Trablusgarp’ta ne işi vardı? Trablusgarp’ta gözünden yaralandı. Burada belli bir inanç onu oraya sevk etti, Libya’ya gitti, Trablusgarp’ta o mücadeleyi verdi ve bir gözünden yaralandı. Böyle bir mücadeleyi yaşayan bir komutan var. Sen kalkıp Atatürk böyle bir şeyle savaşa girmezdi diyorsun! Biraz çalışması lazım, derslerini okumuyor. Bu 5. kol faaliyetleri bunun devamı olarak gidiveriyor. HACI YAKIŞIKLI: Koronavirus AB’yi etkiledi, İtalya’da şehirlerarası geçişler yasaklandı. Şu an en güvenilir ülkelerden biri Türkiye gözüküyor. Sağlık yatırımlarının bunda etkisi nedir? Ayrıca turizmde bir artış bekleniyor mu? Bugün itibarıyla koronovirüsle ilgili dünya genelinde toplam vaka sayısı 114 bin 456’ya, ölü sayısı da 4 bin 27 ulaşmış durumda. Dolayısıyla küresel bir salgından, küresel bir halk sağlığı sorunundan bahsediyoruz. Hamdolsun ülkemizde şu ana kadar tespit edilen bir koronavirüs vakası bulunmuyor. Salgın belirginleştiği andan itibaren erken bir dönemde hiç tereddüt etmeden bütün tedbirlerimizi kararlı bir şekilde uygulamaya koyduk. Şu an 114 ülkede görülen bu salgının Türkiye’de görülmemiş olması, aldığımız önlemlerin ne kadar yerinde olduğunu ortaya koyuyor. Başta Sağlık Bakanlığımız olmak üzere bütün kurumlarımızla belirlediğimiz önlemleri uygulamaya hassasiyetle ve sıkı bir şekilde devam edeceğiz. Tabi bu noktada alınacak kişisel tedbirler de çok büyük önem arz ediyor. Koronavirüse yönelik alt yapı ve ön hazırlıklarımızı iyi yaptık. Sağlık tesislerimiz zaten bu konuda tartışılmaz. Bununla ilgili de ön hazırlıklarımız var. Koronavirüse yönelik bütün malzemelerin ikmalinde iyiyiz. Bu malzemelerin üretimini de ülkemizde yapar hale geldik. Ama maalesef ahlaksızlar da yok değil. Onlar da bunu fırsata dönüştürmek suretiyle bakıyorsunuz ihracatta olsun, iç piyasada olsun, yüksek fiyatlarla bunları satmaya çalışıyorlar. Bu konuda İçişleri Bakanlığımızın maskelerle ilgili kesin tedbirleri var. Aynı şekilde Ticaret Bakanlığımızın aldığı tedbirler var. Bütün hepsinden öte sağlık tesislerimizin bu noktadaki çalışmaları ileri derecede. Şehir hastanelerimiz, devlet hastanelerimiz, eğitim araştırma hastanelerimiz, hepsinde anında müdahale edecek şekilde bu işlerin önlemi alınıyor. Turizm noktasında da Kültür ve Turizm Bakanımız bu noktada uluslararası zemini de iyi okuyan bir arkadaşımız. Temmuz���a kadar gelişmeler çok önemli. Haziran, Temmuz inşallah bu konuda toparlanma ayı olur ve hızla yükseliriz. Çünkü altyapımız buna çok müsait. ÖZLEM YURT: Koronavirüs küresel bir ekonomik krize de sebebiyet veriyor. Petrol fiyatları da rekor seviyede düştü. Bu bağlamda petrol fiyatlarının düşmesini Rusya/Suudi Arabistan çekişmesi kapsamında nasıl değerlendiriyorsunuz? Türkiye ekonomik anlamda bu krizden nasıl etkilenir, benzin fiyatları Türkiye’de düşer mi? Brent petrolün varil fiyatında yüzde 30’a varan düşüşle 31 dolar seviyesine gerileme görüldü. Bu durum OPEC ülkeleri için özellikle ayrı bir felaket. Bizim için bir boyutu ile çok olumlu bir durum. Cari açığımıza olumlu tesir yapan bir gelişme. Bu bir resesyon olabilir mi? Temenni ederiz ki olmaz. Çünkü gerek Hazine ve Maliye Bakanlığımız gerek Ticaret Bakanlığımız bu konuda bütün tedbirlerini almış vaziyette. Bu gelişme şu anda olumlu istikamette bu süreci idare ettiğimizi gösteriyor. Zaten faizlerdeki düşüşle de ayrı bir istikamette iş yürüyor. Bunun neticesinde yatırımlarda bir hareketlenme var. Bu hareketlenme istihdamda da hareketlenmeyi meydana getirmiş durumda. Bunlar bizim için büyük önem arz ediyor. Buradan bir müjdeyi de duyurayım. Bu geceden itibaren benzinde 60 kuruş, motorinde 55 kuruş indirimi uygulamaya alacağız. AHMET HAKAN COŞKUN: Rus medyasının sizin Putin’i beklerken olduğu iddia edilen bazı görüntülerinizi yayınlamasına ne diyorsunuz? Türk-Rus ilişkilerine zarar veriyor mu Rus medyası? Her ülkenin medyasında maalesef bu tür fevri örnekler yer alabiliyor. Ancak Türkiye ve Rusya ilişkileri bu tür medyatik manipülasyonlara kurban edilemez. Arkadaşlarımız konuyla ilgili bütün muhataplarıyla görüştüler. Herhangi bir kastın kesinlikle söz konusu olmadığını, kendilerinin de bu tutumdan ciddi manada rahatsız olduklarını ifade ettiler. Rutin bir sürecin bile birilerince manipüle edilerek farklı noktalara çekilmeye çalışılması buradaki kötü niyeti gösteriyor aslında. Nitekim bizim medyaya görüntü vereceğimiz Putin’in çalışma ofisi bir uçta, biz ise öbür uçtan geliyoruz. O bu uçtan çıkana kadar, biz de bulunduğumuz yerden çıkana kadar buluşma noktası gibi orta noktada buluşuyoruz. Bazıları da buradan art niyetli çıkarımlar yapmaya çalışıyorlar. Sayın Putin bizi arabaya kadar uğurladı. Tabi niyet kötü olunca bunu yazmıyorlar, göstermiyorlar. Read the full article
#benzin#CumhurbaşkanıErdoğan#göçmen#idlib#KemalKılıçdaroğlu#moskova#mülteci#RecepTayyipErdoğan#Yunanistan
0 notes
Text
Kılıçdaroğlu: Elinde kalemi olanı atıyorsunuz, elinde silahı olanı üniversiteye alıyorsunuz
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, partisinin grup toplantısında konuştu. Kılıçdaroğlu, Ankara Üniversitesi'nde daha önce Hukuk Fakültesi'nden Siyasal Bilgiler Fakültesi'ne doğru silah doğrultan ve bunu sosyal medya hesabında paylaşan bir kişinin aynı fakülteye asistan olarak alınmasına tepki gösterdi. Kılıçdaroğlu elinde sadece kağıdı ve kalemi olan, Barış Bildirisi imzacısı akademisyenlerin üniversitelerden atıldığını hatırlatarak "Şimdi aynı üniversiteyi Hukuk Fakültesi’nden elinde silahla Siyasal Bilgiler Fakültesi’ne doğru nişan alan bir adamı üniversiteye hoca yapacaksınız. Pes ya! Elinde kalemi olanı atıyorsunuz, elinde silahı olanı üniversiteye alıyorsunuz! Bu vicdan mıdır, bu ahlak mıdır, bu adalet midir, bu bilim midir! Nedir bu? Bu adam öğrencilere nasıl ders verecek. ‘Beyler silahı şöyle tutacaksınız! Düşüncesini beğenmediğiniz bir kişi varsa alacaksınız alnının ortasına sıkacaksınız’ Böyle mi ders verecek" dedi. Kılıçdaroğlu'nun açıklamalarından öne çıkanlar şöyle: "Adalet diyoruz. Adaletten söz ediyoruz. Devletin dini adalettir diyoruz. Adaletin olmadığı yerde insanoğlu huzursuz olur diyoruz. Devlet adaleti dağıtmak zorundadır. Anayasanın 5. maddedi diyor ki: Devletin temel amaç ve görevleri kişileri ve toplumun refahını, huzurunu ve güvenliğini sağlamaktır. Adalet ciddi bir kavramdır. Adamına, ülkesine göre değişmez. İnsanoğlu tüm hayatını adaleti aramakla geçirmiştir. İmtiyazdan yana tavır alan herkesi uyarmak görevimizdir Üniversite öğrencisine öğle yemeği veriyorsunuz, kahvaltı veriyorsunuz. Sonra zam yapacağız, kaldıracağız diyorsunuz. Tasarrufu bula bula öğrencinin yemeğinde mi bulduğunuz! Anayasa'nın 10. maddesi: Herkes kanun önünde eşittir. Hiçbir kişiye aileye, zümreye veya sınıfa ayrıcalık tanınamaz. Soruyorum, hiçbir aileye, kişiye, sınıfa, zümreye ayrıcalık tanınmıyor mu? İmtiyazdan yana tavır alan herkesi uyarmak bizim görevimizdir. Özellikle iktidarı, ülkeyi yönetenleri... Elinde kalemi olanı atıyorsunuz, elinde silahı olanı üniversiteye alıyorsunuz! Barış Bildirisi’ni imzaladı diye yüzlerce akademisyeni attılar üniversiteden. Niçin bu bildiriyi imzaladınız diye. Ellerine silah almadılar, yürüyüş yapmadılar, biber gazı yemediler, ellerinde kalemleri var, kağıtları var. Dediler ki ‘Bir haksızlık var burada, biz bu haksızlığa isyan ediyoruz. İtiraz ediyoruz.’ Sadece kağıt, sadece kalem. Başka bir şey yok. Üniversiteden atıldılar. Niye bunu yaptınız diye. Onlar da haklarını aradılar. Anayasa Mahkemesi en sonunda dedi ki “Bu düşünceyi ifade özgürlüğüdür, katılırsınız katılmazsınız. Üniversiteden neden atıyorsunuz. Üniversiteden attığınız hocaların kalemleri, kağıtları ve kitapları vardı. Şimdi aynı üniversiteyi Hukuk Fakültesi’nden elinde silahla Siyasal Bilgiler Fakültesi’ne doğru nişan alan bir adamı üniversiteye hoca yapacaksınız. Pes ya! Elinde kalemi olanı atıyorsunuz, elinde silahı olanı üniversiteye alıyorsunuz! Bu vicdan mıdır, bu ahlak mıdır, bu adalet midir, bu bilim midir! Nedir bu? Bu adam öğrencilere nasıl ders verecek. ‘Beyler silahı şöyle tutacaksınız! Düşüncesini beğenmediğiniz bir kişi varsa alacaksınız alnının ortasına sıkacaksınız’ Böyle mi ders verecek. Türkiye bu tecrübeleri yaşadı. Binlerce gencimizi kara toprağa gömdük. Kimi sağcı kimi solcu. Hepsi de vatanseverdi. Türkiye’nin bunu aşması lazım. Nasıl olur da elinde silah tutan, bir üniversiteye nişan alan bir kişi, ve bunu da övünerek sosyal medyada paylaşan bir kişi, üniversiteye hoca olarak atayacaksınız. Akla ve mantığa davet ediyorum bu ülkeyi yönetenleri. Verilmeyecek hesabımız yoktur Hem içerde hem dışarda bir felaket yaşıyoruz. Medyanın görevi nedir? Dördüncü kuvvet olarak çağdaş ülkelerde gücü denetler. Kibir sahipleri kendi medyalarını oluşturdu. Gücü denetlemek yerine gücü pohpohlayan bir medya oluşturdular. Ama inanın onları da kimse okumuyor ve izlemiyor. 24 saat bizim propagandamızı yapıyorlar; onlara da çok teşekkür ediyorum. Biz diyoruz ki verilmeyecek hesabımız yoktur nokta. Trump ne dedi? 'Senin mal varlığını araştırırım.' Şimdi bütün vatandaşlarımın vicdanına sesleniyorum. Yüreğinde Allah korkusu olan tüm vatandaşlarıma sesleniyorum. Biz şunu beklemez miydik, 'Ey Trump benim verilemeyecek hiçbir hesabım yoktur' demesini beklemez miydik. Ama diyemedi. Ne demek Türkiye Cumhuriyeti'nin en üst koltuğunda oturan insan bunun hesabını veremiyor. Egemen güç sizi en süt noktadan yakalamış. Siyasette temiz olacaksınız. Malı götürdüğünüz anda egemen güç bunu affetmez. Saray'ın mutfağı zengin, paralar gani, iş arama gibi bir dertleri yok Anayasa'nın 49. maddesi, çalışma hakkı üzerinedir. Devlet çalışanlarının hayat seviyesini yükseltmeli. Asgari ücret bugün açlık sınırının altında. 28 yılda geldiğimiz nokta bu. İşsizlik sorunu ortada. Saray'da oturanların işsizlik sorunu yok. Saray'ın mutfağı zengin, paralar gani, iş arama gibi bir dertleri yok. Lale Devri'ni yaşıyorlar orada. Ve bizi kandırmaya çalışıyorlar. O sosyete damat var ya Berat... 26 Şubat 2019 bir program yapmışlar, adı da şu "Burası Türkiye burada iş var" açıklama yapıyor bu yıl 2 buçuk milyon istihdam yaratacağız diyor. Nisan'dan sonra daha güçlü bir ekonomi ortaya çıkacak diyor. Kayınpeder de 2 Mayıs 2019'da TOBB'un Genel Kurulu'nda, buradaki herkes istihdam sağlasa işsizlik sorun çözülür diyor. Ne zeki ama! Ama sonuç ne. Geldik yılın sonuna. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı diyor işverenlere sizden beklediğimizi göremedik. Ama eminiz ki 2020'de olacak. Bunlar işsizliği bilmiyor. İşsizliğin sonuçlarını bilmiyorlar. Elektrik su faturasını ödeyemiyorlar. İŞsizliğin nasıl bir sosyal felaket olduğunu bilmiyorlar. Bizim belediyelerimizde 20 bin ile 100 bin arası iş isteyen insanların dilekçesi var. İşsiz kardeşlerimin de yoksul ailelerin de düşünmesi lazım; bu iktidar kimden yana. Adım gibi biliyorum bu adamların tamamı hortumculardan yana. İnşallah Erdoğan buna itiraz eder de bir sürü örnek veririz. Verginin adalet içinde alınması lazım. Verginin adil olması lazım. Herkes mali gücüne göre vergi ödemekle yükümlü. Herkes vergi veriyor. Eğer devletin tepesindeki kişilerin kendileri yurt dışında naylon şirket kurup Türkiye'de vergi ödememek için tezgah kurarlarsa Anayasa'nın bu maddesinin ne anlamı kalacak! Asgari ücretli, çöpten kağıt toplayan vergi ödüyor. Sen 15 milyon dolar getir ama bir kuruş vergi ödeme! Şehirlerarası otobüse hepimiz binmişizdir. Şoförler alın teri ile çalışır vergisini öderler. Şunun için söylüyorum 8 Ocak 2018'de bu otobüs şoförlerinin belgeleri var. Otobüsler bu belgeleri almak zorunda. B1 belgesi 2009'dan 60 bira idi şimdi 250 liraya çıkarıldı. B2 belgesi 25 bindi şimdi 180 bini liraya çıktı. Devlerin enflasyonu ve yapılan zamlara bakın. Buradan bütün otobüs şoförlerine sesleniyorum, bu adalet mi, hak mı hukuk mu yoksa soygun düzeni mi! Sen dolar bazında ihale garanti verdiğin adamdan vergi almıyorsun. Herkesin oturup düşünmesi lazım. FETÖ ile mücadelenin bayraktarlığını Sözcü yaptı, FETÖ'cü diye yargılayıp hapis cezası veriyorlar Anayasa hakimlerin görevlerinde tarafsız olduğunu söylüyor. Hiçbir merci yargı yetkisinin kullanılmasında telkinde bulunamaz diyor Anayasa. Peki, Papaz nasıl gitti Amerika'ya? Bu memlekette adalet yok. Bu memlekette hukuk yok. Osman Kavala 805 gündür hapiste. AİHM serbest bırakın diyor. Yüzlerce gazeteci hapiste. Sözcü Gazetesi davasında gazetecilere hapis cezaları verdiler. FETÖ ile mücadelenin bayraktarlığını bu gazete yapıyordu. Havuz medyası sahte rakamlarla Basın İlan Kurumu'nu hortumluyor Çalışan Gazeteciler Günü kutlandı ama hangi gazeteciler? Yüzlerce gazeteci işsiz. Havuz medyası, gazeteler okunmuyor ama sayıyı yüksek gösterip ona göre Basın İlan Kurumu'ndan ilan alıyorlar. Öyleyse 100 bin tirajlı gazete neden kapansın? Gerçek rakamlar Sözcü, Cumhuriyet, Birgün Evrensel. Havuz medyası sahte rakamlarla Basın İlan Kurumu'nu hortumluyor. Basın İlan Kurumu'na diyorlar ki, 'Siz şu şu gazetelere ilan vermeyeceksiniz.' Sanıyorlar ki bu gazeteler yayın yapmayacak. Hayır efendim bu gazeteler yayın yapacak biz de destekleyeceğiz. Yeri geldiğinde o gazeteler bizi de eleştirecek. Yeni Asya Gazetesi'nin yöneticilerinin basın kartları yenilenmedi, neden? Siyaseten farklı olsak, görüşlerini beğenmesek bile herkesin haber yapması, yazı yazmasını demokrasi gereği savunacağız. Doğu illerimizdeki sanayileşme oranında büyük bir gerileme var. Vatandaştan dünyanın parası alınıyor peki bu paralar nereye gidiyor? Bu paralar faize gidiyor. İstihdama, işsizliğe, fabrikalara değil bu paralar Londra'daki tefecilere gidiyor. Son 17 yılda 163 milyar dolar yurtdışındaki tefecilere verildi. Bu para ile Türkiye'nin istihdam sorunu çözülürdü. Türkiye bir dakikada 35 bin dolar faiz ödüyor. Şimdi yurt dışından çöp ithal ediyoruz. Neden Avrupalı'nın çöpüne muhtaç hale geldik? Binlerce insan kağıt topluyor, plastik toplayup geçiniyor. Şimdi siz bu insanların da ekmeğine mani oluyorsunuz. Hükümetin izlediği Suriye politikası bize ne avantaj sağladı. Bir Allah'ın kulu desin ki şu faydası oldu. Milyonlarca insanın açlıktan nefesi kokuyor; 40 milyar doları Suriyelilere harcadık. Erdoğan diyor ki, 'İdlib'den yeni bir göç dalgası gelecek.' Hepsini saraya al. Bir yetkiliye sordum. 'Sınırdaki 1 milyon kişiyi tutabilir misiniz?' Dedi ki, 'Bir milyon kişiyi kim tutabilir?' Mavi vatan konusunda, Doğu Akdeniz'de haklarımızı kaybetmek üzereyiz. Ne oldu Mısır gitti, İsrail ile Yunanistan ile anlaştı. Kendi aralarında bir anlaşma yaptılar. Libya'da Suriye'deki gibi bir politika izlemeyin dedik. Türkiye çatışan devletler arasında değil daha üstte kalmıştır. Yukarıdan uzlaştırmaya çalışmıştır. Söyledim, Hafter'le de, Beşar Esad ile de görüşmeniz lazım dedim. Şimdi görüşüyorlar. Kim doğru söylüyormuş CHP ve CHP kadroları doğru söylüyormuş. Nereden aldık bunu, 'Yurtta barış, dünyada barıştan aldık.' Efendim 'Hafter ile görüşmem' dedi. Biz de BM kanalıyla işbirliğini sağlayın dedik. Ne oldu Putin geldi, konuştu hemen altına bastılar imzayı. Şimdi soru şu dış politikayı sen mi bilmiyorsun ben mi bilmiyorum? Bizim dış politika kurulumuz var. Emekli büyükelçiler ve askerlerden oluşan. Biz otururuz tartışırız. Diyor ki Libya'da meşru hükümetle görüşüyoruz, Hafter ile görüşmeyeceğiz. İyi de Suriye'de de Esad meşru olan. Onunla da görüşmüyorsun. Kim kaybediyor; Türkiye kaybediyor." Read the full article
0 notes
Text
***Vatanın Bağrında Paslı Bir Çivi ***
TÜRKİYE'de kaç ABD üssü var, neredeler?
ve İncirlik Üssünün Hikayesi
ABD'nin Türkiye'ye yönelik yaptırım kararlarından sonra gözler Türkiye'nin atacağı karşı adımlara çevrildi. Türkiye'nin ABD'ye karşı atacağı adımlardan birinin de ülkedeki ABD üslerini kapatmak olduğu belirtiliyor. Peki Türkiye'de kaç ABD üssü var, Türkiye'deki ABD üsleri nerede?
Türkiye ile ABD arasındaki misyoner rahip Brunson krizinden sonra Trump yönetiminin aldığı yaptırım kararları iki ülke ilişkilerini daha da gerginleştirdi. ABD yönetimi Adalet ve İçişleri Bakanları'nın mal varlıklarına el koyma kararı alarak, onlarla her türlü ilişkiyi yasakladı. ABD'nin bu adımından sonra gözler Türkiye'nin atması muhtemel adımlara çevirdi. Türkiye, ABD'ye karşı neler yapabilir? Akla gelen ilk yaptırım seçeneklerinden biri ülkedeki Amerikan üslerinin kapatılması. Peki, ABD'nin Türkiye'de kaç tane üssü var ve nerelerde yer alıyor?
İşte Türkiye'deki ABD üsleri:
İstanbul, Diyarbakır, İzmir, Adana, Malatya ve Ankara’da birden fazla yabancı askeri tesisin olduğu ve Türkiye’nin yedi bölgesinden sadece Karadeniz Bölgesi’nde ABD ve NATO’ya bağlı askeri üslerin bulunmadığı da yine göze çarpanlar arasında.
1 - İNCİRLİK ÜSSÜ
İncirlik Hava Üssü yönetimi ve denetimi TSK’da olan, NATO’nun önemli bölgesel bir depo üssüdür. Adana’ya 10 km uzakta bulunan üs, Akdeniz’e 56 km uzaklıktadır. Türk Hava Kuvvetleri 10. Ana jet üssü ve ABD hava kuvvetleri 39. Ana jet üssü burada görev yapmaktadır.
2- İZMİR HAVA ÜSSÜ
İzmir Hava Üssü İzmir’in 17 km kuzey batısında Çiğli’de bulunan Avrupa’daki ABD hava kuvvetleri’ne (USAFE) bağlıdır. 42 uçak ve 300 asker-personel bulunan üste I-HAWK ve Roland füze sistemleri konuşlandırılmıştır. İzmir Hava Üssü NATO’nun Türkiye’deki en eski üssü olmakla beraber, son yıllarda önem kazanmıştır. 11 Ağustos 2004’de LANDSOUTHEAST karargâhı Napoli’den İzmir’e taşınmış, 1 Ocak 2006’da da ABD 16. hava filosu, Almanya’nın Ramstein hava üssünden alınarak buraya yerleştirilmiştir.
3 - ŞİLE ÜSSÜ
Stinger füzelerinin fırlatılması için uluslararası standartlarda bir atış alanıdır.
4 - KONYA
Konya 3. Ana Jet Üs Komutanlığı: Irak savaşı sürecinde NATO tarafından getirilen AWACS’lar burada üslenmiştir.
5 - BALIKESİR
Balıkesir 9. Hava Jet Üssü: Bu üsde 6 adet “vault” denilen füze rampası bulunmaktadır.
6 - MUĞLA
Muğla Aksaz Deniz Üssü olarak kullanılmaktadır.
7 - ANKARA
Ankara-Ahlatlıbel, Amasya-Merzifon, Bartın, Çanakkale, Diyarbakır-Pirinçlik, Eskişehir, İzmir-Bornova, İzmit, Kütahya, Lüleburgaz, Sivas-Şarkışla, İskenderun, Ordu-Perşembe, Rize-Pazar, Erzurum, Van-Pirreşit ve Mardin’de NATO’ya bağlı Birleştirilmiş Hava Harekat Merkezleri (CAOC6) bulunmaktadır.
Ankara, Karamürsel, Sinop, Hakkari, Hatay, Erzurum Kargapazarı; dinleme üsleri.
Ankara Cevizlibağ, Elmadağ, İstanbul, İzmir; dinleme ve harekat merkez üsleri.
Adana-Hatay Toroslar; CIA, Gladio eğitim üssü.
Tekirdağ Çorlu Havaalanı; Lojistik destek üssü.
Konya; AWACS erken uyarı uçakları bu üste.
Gaziantep-Batman Havaalanı; Lojistik destek amaçlı havaalanları. Heronların üssü.
Sabiha Gökçen Havaalanı; Lojistik destek havaalanı.
Mersin Taşucu Limanı; Limanda liman ve helikopter pisti var.
İskenderun Limanı; Türkiye’nin en geniş konteynır alanına sahip bulunuyor.
Adana İncirlik; Nükleer bombaların yer aldığı, ABD’nin bölgedeki tek harekat üssü.
Diyarbakır; Hava üssü, NATO askeri var.
Şırnak-Silopi; Lojistik depolama yeri.
Mardin; İncirlik Üssü’ne ve İskenderun’a gelen ABD asker ve teçhizatları için geçiş yeri.
Şanlıurfa; yakıt ikmal üssü.
Türkiye’de NATO’nun ve Amerika Birleşik Devletleri’ne (ABD) bağlı askeri üsler ve askeri mevcudiyet haritası:
16 Nisan 2019 Salı
Dünya Bülteni
***
İNCİRLİK ÜSSÜ
İncirlik "Bilmecesinin" Tarihi
İncirlik askeri üs mü? Yaksa bir tesis mi? ABD İncirlik üzerinde ne kadar etkin; peki Türkiye'nin üs üzerinde kontrolü gerçekten var mı?
Haluk Kalafat
İstanbul - BİA Haber Merkezi
18 Ekim 2014,
Bir devletin başka ülkelerde hakimiyet sağladığı bölgeler oluşturabilmesi o ülkenin politik ve askeri olarak ne kadar güçlü olduğunun göstergelerinden biri. Bu denklemi tersinden de okuyabilirsiniz. Yani bir ülke kendi topraklarından bir parçayı askeri, politik, dini ya da ekonomik nedenlerle bir başka ülkenin hakimiyetine vermesi göreli zayıflığının göstergesidir.
Böyle okunduğunda İncirlik Üssü, Cumhuriyet’in ilanından sonrasında kurulan Türkiye Cumhuriyeti için bir “travma” noktasıdır. Çünkü Birinci Dünya Savaşı sonrasında verdiği Kurtuluş Savaşı ile koruduğu sınırlar içinde bir “ulus devlet” inşa etme yolunda yoğun bir ideolojik, politik, kültürel mücadele vermiş genç bir devlet olarak öncülü Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemlerindeki dönemindeki toprak kayıplarıyla dolu çöküşünün izleri henüz silinmemişti. Misak-ı Milli içinde Türkiye'nin kontrolünün olmadığı bir bölge oluşmuştu; "bölünmez bütün" ideolojisi yara almıştı.
Komplike bir üs sistemi
“Üs” kavramının tarihi Antik Çağ’a kadar gider. Fenike, Ceneviz, Yunan ve Antik Roma kolonileri ticari yani ekonomik amaçla kurulan üslerdi. Başka ülkelerin topraklarında üs edinmek yayılmanın, hâkimiyet alanını genişletmenin, ticaret yollarını korumanın ve yeni pazarlar edinmenin bir aracı oldu. Bu konuda Ceneviz, Fenike, Antik Yunan ve Roma; ardından Osmanlı İmparatorluğu ve Büyük Britanya İmparatorluğu uzak topraklarda üs-koloni elde etmede tarihin başarılı devletleri oldular. Ancak hiçbiri Amerika Birleşik Devletleri’nin İkinci Dünya Savaşı sonrası kurduğu komplike üs ağının yanına bile yaklaşamaz.
Adana merkezine 8 kilometre uzaklıktaki İncirlik Hava Üssü bu komplike üs sisteminin bir parçası.
IŞİD ile yeniden bilmece
En son IŞİD’in Kobenê’yi kuşatması ardından ABD’nin bölgeye hava saldırıları düzenlemeye başlamasıyla İncirlik yeniden gündeme geldi. Üssün kullanımı konusundaki iki ülkeden gelen çelişkili açıklamalar, haberin basına “İncirlik Üssü Bilmecesi” üst başlığıyla yansıdı.
Önce 13 Ekim günü Beyaz Saray Güvenlik Danışmanı Susan Rice, Türkiye’nin ABD’ye Suriye ile Irak’ta sürdürülen IŞİD’le mücadele faaliyetleri kapsamında üslerin kullanılması izni verdiğini açıkladı. Ancak hemen ardından Türkiye tarafından böyle bir mutabakat olmadığı yanıtı geldi. Basına yansıyan haberlerde kaynak çok belirgin değildi: “Başbakanlık kaynakları” gibi genel bir ifade yer alıyordu. Bir gün sonra Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu da ABD’nin İncirlik’le ilgili iddialarını yalandı ve “İncirlik veya başka bir konuyla ilgili şu anda verilmiş bir karar yok” dedi. Açıklamada “Mevcut anlaşmalar çerçevesinde kullanımı devam ediyor. Talep ve beklentiler var, görüşmeler devam ediyor” gibi bir ifade vardı.
Açıklamadaki bu ayrıntı “İncirlik Üssü”ndeki mevcut anlaşma nedir?”, “Üssün işlevi, nasıl kullanıldığı, nasıl denetlendiği biliniyor mu?” gibi soruları bir kez daha gündeme getirdi.
Soğuk Savaş'la gelen üs
Aslında İncirlik Üssü 1960’lardan bugüne sürekli tartışma konusu oldu. Üs hakkında Türkçe yazılmış çok fazla çalışma yok. Selin M. Bölme’nin “İncirlik Üssü: ABD’nin Üs Politikası ve Türkiye” adlı İletişim Yayınları’ndan 2012’de yayınlanan kitabı, bu konudaki en yetkin çalışma. Şöyle diyor Bölme:
“Özellikle 1960'ların sonlarına doğru savaş sonrasının ‘kurtarıcı’ imajını kaybetmeye başlayan ABD'ye yönelik eleştirilerin yükselmesi ile tüm dünyada tepkiler doğurmaya başlamıştır. Türkiye'de de aynı dönem, ABD ile ilişkilerin sorgulanmaya başladığı dönemdir. Bu tartışmaların merkezinde ise tek bir üssün adı geçmektedir: İncirlik. O dönemden bugüne kadar Türk-Amerikan ilişkilerine dair her krizde, bölgede patlak veren her olayda İncirlik Üssü'nün statüsü, varlığı, amacı tartışma konusu olmuştur. İki ülke arasındaki ilişkilerin durumuna ilişkin yorumlar, pek çok olayda İncirlik üzerinden yapılmıştır.”
Bölme’nin belirttiği üzere İncirlik, ABD’nin savaş sonrası Sovyetler tehdidine karşı birçok ülkede kurma izni aldığı üslerden biri.
İncirlik Üssü projesi, 1949 yılında Sovyetler Birliği'nin ilk atom bombasını başarı ile patlatmasının ardından gündeme geldi. İki ülke arasındaki pazarlıklar 1951’de sonuçlandı. Aynı yılın bahar aylarında inşaata başlandı.
Aslında ABD tarafından Adana çok daha önce İkinci dünya savaşı sırasında belirlenmiş stratejik bir noktaydı. 1943 yılında Müttefikler, Almanya karşısında üstünlüğü ele geçirdiklerinde Türkiye’ye savaşa katılması yönünde baskılarını artırmışlardı. 19 Ekim 1943'te Moskova Konferansı toplandığında İngiltere Başbakanı Churchill, Türkiye’nin tüm askeri gücüyle savaşa girmesi yönünde baskı yapıyordu. Ankara se girmemek için tüm diplomatik gücünü kullanıyordu. ABD Dışişleri’nin önerisi ise sadece üs ve transit kolaylığı oldu. ABD için Afrika-Ortadoğu-Avrupa güzergâhında transferi rahatlatacak bir üs çok yararlı olacaktı. Ancak Ankara üs fikrine de direndi ve açıktan destek vermedi. Ancak 1943 yılında Adana'da kurulan haberleşme istasyonu gizlice çalışmaya başladı. İstasyon savaş sonuna kadar faaliyetini sürdürdü.
NATO bağlayıcılığı
Rakamlarla İncirlik
İncirlik ABD’nin denizaşırı 13. Büyük üssü. Aynı zamanda Orta Asya ve Ortadoğu'daki ABD hava kuvvetlerine açık en büyük askeri üs.
Bugün toplam değeri 1 milyar 743 milyon dolar.
İncirlik’te yaklaşık 1500 ABD askeri bulunuyor. Türkiye’de toplam ADB askeri sayısı ise yaklaşık 1600.
Sabit filo bulunmuyor. İncirlik’te Hava kuvvetleri 39'uncu Kanat Komutanlığı görev yapıyor.
İncirlik Üssü ise Türkiye’nin Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü’ne (NATO) 18 Şubat 1952’de girişi ile oldu. Anlaşmanın üçüncü maddesi “Anlaşmanın amaçlarına daha etkin biçimde ulaşabilmek için Tarafların, tek tek ve ortaklaşa olarak, sürekli ve etkin öz yardım ve karşılıklı yardımlarla, silahlı bir saldırıya karşı bireysel ve toplu direnme kapasitelerini korumalarını ve geliştirmelerini” karar bağlamıştı. Anlaşmanın bu bölümü üs kurmayı sağlıyor ama kısıtlayıcı birçok madde var ve sonuçta ortaya sadece savunma amaçlıdır ve NATO alanı dışındaki alanlara saldırı için kullanılamıyor. NATO üyeleri bu anlaşmayla çelişecek herhangi bir uluslararası anlaşmaya imza atamıyor.
1943’te gündeme gelen ABD hayali 1952’de vücut buldu. Soğuk Savaş boyunca ve tabii sonrasında da ABD için en önemli askeri üslerinden biri oldu İncirlik; hatta Türkiye’deki varlığının simgesiydi.
Askeri kullanımları
Soğuk Savaş’ın ilk dönemlerinde Türkiye’de çeşitli amaçlarla 30 üs kurmasına, yaklaşık 25 bin asker bulundurmasına rağmen, ABD için merkez her zaman Adana İncirlik oldu. Ancak askeri faaliyet olarak –bilindiği kadarıyla- çok kullanılmadı. 1958’de Lübnan’ın bombalanması, 1970’te Kara Eylül katliamı döneminde Ürdün’e silah sevkiyatında, 1967 ve 1973’te Arap-İsrail savaşında acil inişler ve 1979’da İran Devrimi’nde ABD vatandaşlarının ülkeden kaçırılması sırasında kullanıldı.
Askeri olarak kullanılması oldukça nadir olmasına karşın İncirlik, ABD’nin elinde tuttuğu geniş imtiyazlar ve Türkiye’nin sınırlı kontrolü nedeniyle NATO üssünden çok Amerikan üssü olarak görülür; ki 1980’lere kadar pratikte de öyledir.
Üs mü? Tesis mi?
Ancak 1960’ların sonlarında tüm dünyada başlayan ABD karşıtlığı ve 1968’in etkisi Türkiye’de İncirlik sorunu, Meclis’e taşındı. Özellikle sol muhalefetin baskısı dönemin başbakanı Demirel’e “üs yok, tesis var” dedirtecektir. İktidarın İncirlik’te ABD varlığını yumuşatma çabası 1960’de imzalanan Ortak Savunma İşbirliği Anlaşması (OSİA) ve 1980’de imzalanan Savunma ve Ekonomik İşbirliği Anlaşmaları’yla (SEİA) İncirlik’in statüsü ABD için üs değil tesis durumuna getirildi. Artık İncirlik hukuki olarak ABD kullanımına tahsis edilmiş Türk Silahlı Kuvvetleri’ne ait bir hava üssüydü. Dolayısıyla üssün kullanımı için TBMM’nin özel izni gerekiyor. 1991 yılında Birinci Körfez Savaşı sırasında bu şekilde kullanıma açıldı. Ancak 2003’te ise 1980’de imzalanan SEİA kapsamına girmediği için asker rotasyonu ve malzeme taşıma için ana sevkiyat noktası olarak kullanımına izin verilmedi.
Gizli kararname
ABD'nin İncirlik Üssü'nü bu kullanımı 2003'ten bugüne Bakanlar Kurulu'nun 23 Haziran 2003 tarihli 5755 sayılı kararı çerçevesinde düzenleniyor. İçeriği bir süre gizli tutulan ama 2004'te açıklanan kararname asker rotasyonu, teknik ve insani yardım kullanımı için TBMM'nin izninin alınmasının gerekli olmadığını düzenliyor. Bu kararnameyle ABD, Irak Savaşı süresince asker sevkiyatını İncirlik üzerinden gerçekleştirdi. Bir yıllık düzenlenen kararname 2004 sonrası açıklanmadı ama her yıl otomatik olarak uzatıldı.
Tüm tarihine bakıldığında İncirlik’in kullanımı meselesinin iki ülke arasında gittikçe artan bir gerilim noktası olması beklenmedik değil. ABD’nin Ortadoğu’daki çıkarlarının tehlikeye girdiği her dönemde İncirlik kullanım izni meselesi gündeme gelecektir. Bu gerilim de her zaman İncirlik'in ADB için anlaşmaların üzerinde stratejik bir değeri olduğunun bilinmesi ve üs hakkında soru işaretlerinin hiçbir zaman tam olarak yanıtlanmamasından beslenecek gibi görünüyor. (HK)
* Kaynak: İncirlik Üssü: ABD'nin Üs Politikası ve Türkiye, Selin M. Bölme, İletişim Yay., 2012
0 notes
Text
Son Dakika..Türkiye Tüm Dünyaya İlan Etti..
Dışişleri Bakanlığı, uluslararası arenada Barış Pınarı Harekatı'nı hedef alan yorumlar için, "AB ve NATO tarafından terör örgütü kabul edilen PKK’nın Suriye kolu PYD/YPG unsurları hedef alınmaktadır. Harekat, uluslararası hukuk temelinde, Birleşmiş Milletler Şartının 51. maddesinden kaynaklanan meşru müdafaa hakkımız ve BM Güvenlik Konseyinin terörizmle mücadeleye ilişkin kararları uyarınca yürütülmektedir." açıklamasında bulundu. Dışişleri Bakanlığı, BM yetkilisinin Suriye'de oluşturulacak güvenli bölge ile Srebrenitsa soykırımı arasında ilişki kuran ifadelerini de şiddetle kınadı. Dışişleri Bakanlığı'ndan yapılan açıklamada şu ifadelere yer verildi: Ulusal güvenliğimize yönelik Suriye kaynaklı çok boyutlu terör tehditler karşısında, 9 Ekim 2019 tarihinde başlattığımız Barış Pınarı Harekâtı’nın nihai hedefi, ülkemiz sınırlarının güvenliğini sağlamak, bölgedeki teröristleri etkisiz hale getirmek ve bu suretle Suriye halkını teröristlerin zulmünden kurtarmaktır. Buna karşın, bazı ülke yetkilileri ve çevrelerce muhtelif uluslararası medya kuruluşlarına da yansıyan bazı iddia ve yorumlar dile getirilmiştir. Harekât, uluslararası hukuk temelinde, Birleşmiş Milletler Şartı’nın 51. maddesinden kaynaklanan meşru müdafaa hakkımız ve BM Güvenlik Konseyi’nin terörizmle mücadeleye ilişkin kararları uyarınca yürütülmektedir. Harekâtın planlama ve icrasında sadece, AB ve NATO tarafından da terör örgütü kabul edilen PKK’nın Suriye kolu PYD/YPG unsurları ile bu unsurlara ait barınak, sığınak, mevzi, silah, araç ve gereçler hedef alınmaktadır. Sivillerin ve sivil altyapının zarar görmemesi için gereken her türlü tedbir uygulanmaktadır. Yeni bir insani krize ve kitlesel göç dalgasına yol açılacağı yönünde tedavüle sokulan iddialar, Türkiye’nin terörle mücadele çabasını itibarsızlaştırmak amacıyla üretilmektedir. Türkiye, Suriye’de DEAŞ terör örgütüne karşı en fazla mücadele veren ve en ağır bedeli ödeyen ülkedir. DEAŞ terörüne karşı bir başka terör örgütüyle mücadele etme hatasını ısrarla sürdüren, PYD/YPG’nin DEAŞ’lı tutukluları çıkarları doğrultusunda serbest bırakmasına göz yuman ve kendi vatandaşı olan yabancı terörist savaşçıları dahi geri almaktan kaçınan ülkelerin, DEAŞ’a karşı mücadele konusunda ülkemize ders verme hakkı yoktur. Türkiye’nin harekât alanının demografisini değiştirmek gibi bir amacı yoktur. PYD/YPG terör örgütü, ihtilafın başından bu yana, Kürtler başta olmak üzere, bölge halkına karşı baskı ve yıldırma politikası uygulamış, yerel halkı zorla evlerinden etmiştir. PYD/YPG’nin etnik temizlik başta olmak üzere işlediği insanlığa karşı suçlar, bağımsız uluslararası kuruluşlarca da belgelenmiştir. Türkiye için komşusu Suriye’nin toprak bütünlüğü ve siyasi birliğinin korunması esastır. PYD/YPG terör örgütünün ayrılıkçı gündemine zımnen veya açıkça destek veren ülke ve çevrelerin bu hususta Türkiye’ye yönelik asılsız ithamları, Suriye’nin bölünmesini hedefleyen planlarının bozulmasından kaynaklanan bir tepkinin tezahürüdür. Barış Pınarı Harekâtı’nın Suriye’de siyasi çözüm çabalarına zarar vereceği iddiası gerçeklikten uzaktır. Türkiye, diğer Astana garantörleri ve BM’yle yakın işbirliği yaparak, Anayasa Komitesi’nin kurulabilmesi için azami ve samimi çaba harcayan az sayıdaki ülkeden biridir. Siyasi çözümün üzerinde inşa edilmesi gereken toprak bütünlüğü ve siyasi birlik ilkesine zarar veren ayrılıkçı bir gündem izleyen ve Suriye halkının hiçbir kesiminim meşru temsilcisi sayılamayacak bir terör örgütüyle mücadele, bilakis siyasi sürecin ilerletilmesine katkıda bulunacaktır. Müttefiklerimiz başta olmak üzere uluslararası toplumdan temel beklentimiz, terör örgütlerine karşı verdiğimiz mücadeleye destek olunmasıdır. Türkiye, geçmişte olduğu gibi bundan sonra da her türlü terör örgütüne karşı mücadelesini kararlılıkla sürdürecektir.
Read the full article
0 notes