#Sade Yaşamın Gücü
Explore tagged Tumblr posts
dipnotski · 9 days ago
Text
Matthias Andreas – Sade Yaşamın Gücü (2025)
Matthias Andreas’ın ‘Sade Yaşamın Gücü: Epikür ve Tao’nun İzinde’ (‘The Simpler Life: Epicurus, Hermits and Dao’) adlı kitabı, Epikürcü, münzevilik ve Taoizm gibi farklı felsefi ve spiritüel geleneklerin ortak paydası olan sade yaşam arayışını inceliyor. Andreas, bu üç farklı yaklaşımın, modern dünyanın karmaşıklığına ve tüketim kültürüne bir alternatif olarak nasıl bir rehber sunabileceğini…
Tumblr media
View On WordPress
0 notes
life-kaan · 15 days ago
Text
En iyi 20 japon yapımı filim
1. The Seven Samurai / Yedi Samuray
Kurosawa’nın ölümsüz eseri, bir köyü savunmak için bir araya gelen yedi samurayın fedakarlık, cesaret ve dostluk dolu destanını anlatıyor. İzlerken, gerçek kahramanlığın ne demek olduğunu yüreğinizde hissedeceksiniz.
2. Rashomon / Rashomon
Aynı olayı farklı bakış açılarıyla sunan bu film, gerçeğin ne kadar gölge içinde kaldığını ve insan algısının karmaşıklığını samimi bir dille gözler önüne seriyor. Her izleyişte farklı bir anlam keşfetmek mümkün.
3. Tokyo Story / Tokyo Hikayesi
Yasujirō Ozu’nun sıcak ve dokunaklı klasiği, aile bağlarını, kuşaklar arası iletişim eksikliğini ve modern hayatın getirdiği yalnızlıkları sade, içten bir dille anlatıyor. Kalplerinizi hafifçe ısıtan bir aile hikayesi.
4. Ikiru / Yaşamak
Kurosawa’nın bu etkileyici filmi, ölüm döşeğindeki bir adamın hayatını anlamlandırma çabasını, umut ve içsel uyanışla dolu sahnelerle sunuyor. Hayatın her anının kıymetini yeniden hatırlatıyor.
5. Harakiri / Harakiri
Samuray kültürünün onur, trajedi ve fedakarlık dolu yanlarını derinlemesine işleyen bu film, bireyin toplumla ve kendi iç dünyasıyla mücadelesini yoğun bir duygusallıkla anlatıyor.
6. Spirited Away / Ruhların Kaçışı
Miyazaki’nin büyülü dünyasında, küçük bir kızın kaybolmuş bir alemde karşılaştığı tuhaf ve sıcak karakterler aracılığıyla, büyüme ve cesaret dolu bir yolculuğa davet ediliyor; adeta masalsı bir rüya.
7. My Neighbor Totoro / Komşum Totoro
Çocukluğun saf neşesini ve doğayla uyum içinde olmanın güzelliklerini anlatan bu sevimli animasyon, aile sıcaklığı ve masum dostluklarla dolu anları ekranlarınıza taşıyor.
8. Akira / Akira
Distopik gelecekte geçen bu çarpıcı animasyon, gençlik isyanını ve teknolojinin gücünü etkileyici görsellerle ve dinamik bir anlatımla sunuyor. İzleyiciyi adeta koltuklarına mıhlayan bir enerjiye sahip.
9. Battle Royale / Battle Royale
Sert ve düşündürücü bir distopyada, gençlerin hayatta kalma mücadelesini konu alan bu film, gerilim dolu atmosferiyle izleyiciyi sürekli tetikte tutarken unutulmaz bir deneyim yaşatıyor.
10. Departures / Veda Eden
Hayatın son dönemlerindeki duygusal vedaları ve kayıpları sevgiyle, saygıyla anlatan bu film, izleyicilere yaşamın geçiciliğini ve anların değerini içtenlikle hatırlatıyor.
11. Suna no Utsuwa / Kumun Kabı
Bir cinayet soruşturması etrafında şekillenen bu film, suçun ardındaki insan hikayelerini ve karakterlerin iç dünyalarını samimi, detaylı portrelerle gözler önüne seriyor.
12. Kichiku Rettou / Canavar Adaları
İnsan doğasının karanlık ve aşırı yönlerini cesurca ele alan bu yapım, rahatsız edici sahneleriyle de izleyiciyi düşündüren, gerçeklikle yüzleşmeye davet eden bir deneyim sunuyor.
13. Ran / Ran
Shakespeare’in trajedisinden esinlenen bu epik film, aile içi ihanet ve savaşın yıkımını görkemli ve duygusal sahnelerle anlatıyor; izleyiciye unutulmaz bir görsel şölen sunuyor.
14. Kagemusha / Gölge Savaşçısı
Kurosawa’nın politik entrikalar ve samuray kültürünü işlediği bu film, güç ve kimlik temalarını görsel zenginlik ve içten bir anlatımla izleyiciye sunuyor.
15. Omoide Poro Poro / Anılar Taneleri
Geçmişin tatlı anılarını, nostalji ve duygusal yansımaları zarif bir dille aktaran bu animasyon, izleyicinin kalbine dokunan yumuşak bir duygusal sel yaratıyor.
16. Shin Godzilla / Yeni Godzilla
Klasik Godzilla efsanesini modern bir yaklaşımla yeniden yorumlayan bu film, doğanın gücü ve teknolojinin sınırlarını aksiyon ve mizah unsurlarıyla heyecan verici bir biçimde gözler önüne seriyor.
17. Your Name / Senin Adın
Zaman ve mekânı aşan gizemli bir aşk hikayesini, muhteşem animasyonlarla ve içten duygularla sunan bu film, izleyiciyi sıcak, umut dolu bir masala davet ediyor.
18. Nobody Knows / Kimsenin Bilmediği
Toplum tarafından terk edilen çocukların gerçek hayat mücadelesini içten ve dürüst bir bakış açısıyla anlatan bu film, izleyicide derin izler bırakıyor.
19. Shoplifters / Hırsızlık Ailesi
Modern toplumun çarpık değerleri arasında kurulan aile bağlarını ve küçük mucizeleri, samimi ve sıcak bir üslupla gözler önüne seren bu film, umut ve sevginin gücünü hissettiriyor.
20. Ugetsu / Ugetsu
Savaşın yıkımını, aşkın ve trajedinin karanlık yüzünü, doğaüstü unsurlarla harmanlayan bu mistik film, izleyiciye unutulmaz, şiirsel ve içten anlar yaşatıyor.
0 notes
eserozetlerim · 2 years ago
Text
Az Bilinen Kısa Şiirler
New Post has been published on https://eserozetleri.com/az-bilinen-kisa-siirler/
Az Bilinen Kısa Şiirler
Az bilinen kısa şiirler, güzel sözleri en basit ve etkileyici şekillerinden biriyle ileten harika bir sanattır. Yukarıda bahsettiğimiz kısa şiirler, sadece birkaç kelimeyle anlamlı mesajlar taşıyarak insanları düşünmeye ve hissetmeye teşvik eder. Kısa şiirler, hayatın anlamını, insanların duygularını ve düşüncelerini anlatmak için etkili bir araçtır. Ayrıca, insanların hayatlarında bazen küçük ama anlamlı anları fark etmelerini sağlarlar.
youtube
Kısa şiirlerin gücü, sadece kelimelerin sayısına değil, aynı zamanda onların seçimine ve düzenlenişine de bağlıdır. Bu nedenle, kısa şiirler yazmak, uzun şiirlerden daha zorlu bir sanattır. Ancak, doğru kelimeleri seçtiğinizde, kısa bir şiir bile okuyucularınızda derin bir etki bırakabilir.
Kısa şiirler, toplumsal olaylardan kişisel duygulara kadar birçok konuyu ele alabilirler. Örneğin, Nazım Hikmet’in şiirleri toplumsal adaletsizliği ve insan haklarını ele alırken, Cemal Süreya’nın şiirleri aşk, hayat ve özgürlük gibi daha kişisel konulara odaklanır.
Az bilinen kısa şiirler, insanların hayatlarında anlamlı anıları hatırlamalarına, hislerini ve düşüncelerini ifade etmelerine yardımcı olan etkili bir sanattır. Birkaç kelimeyle büyük bir mesajı ileten kısa şiirler, güzel sözleri sade ve anlamlı bir şekilde ifade etmenin harika bir yoludur. Aşağıda sıralanan Az bilinen kısa şiirler, ünlü şairlere aittir.
Az bilinen kısa şiirler
Az bilinen kısa şiirler, Türk edebiyatına eşsiz eserler bırakan yazar ve şairlerimize aittir. Bunların her birini inceleyerek hem anlamını, hem de sözlerini öğrenebilirsiniz.
  “Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür Ve bir orman gibi kardeşçesine” – Nazım Hikmet
Bu kısa şiir, yaşamın anlamını ve değerini vurgulayan etkileyici bir mesaj taşıyor. Nazım Hikmet, insanların bir ağaç gibi özgür ve tek başına yaşayabileceğini, ancak aynı zamanda bir orman gibi birlikte ve dayanışma içinde yaşamaları gerektiğini söylüyor.
  “Bir güneş doğuyor her sabah yeniden Bir umut doğuyor kalpte yeniden” – Cemal Süreya
Cemal Süreya’nın bu kısa şiiri, umudun güçlü bir mesajını taşıyor. Her yeni güneş doğuşu ile birlikte yenilenen umut, insanların hayatlarına yeni bir başlangıç yapma fırsatı sunuyor.
  “Bir gün gelir, Yenilgi bile yenilgi olmaktan çıkar” – Nazım Hikmet
Bu kısa şiirde Nazım Hikmet, insanların hayatlarında yaşadıkları yenilgilerin, onları daha güçlü ve dirençli hale getireceğini anlatıyor. Her yenilgi, insanların başka bir deneyim kazanmasına ve gelecekteki mücadelelerinde daha hazırlıklı olmasına yardımcı olur.
  “Susuyorum, konuşmak istemiyorum Her kelime bir acı, bir hüzün getiriyor” – Ataol Behramoğlu
Ataol Behramoğlu’nun bu kısa şiiri, bazen susmanın en iyi seçenek olduğunu vurguluyor. Konuşmak bazen daha fazla acı ve hüzün getirebilir, bu nedenle bazen sessiz kalmak daha iyidir.
Az Bilinen Kısa Şiirler
“Bir çiçeği öpmek kadar basit Ve bir günü öpmek kadar uzun bir öpücük” – Nazım Hikmet
Nazım Hikmet, bu kısa şiirinde, hayatın küçük anlarına dikkat etmenin önemini vurguluyor. Bir çiçeği öpmek veya bir günü öpmek gibi basit eylemler bile, hayatın güzelliklerine dair farkındalık sağlar.
0 notes
meursaultesk · 7 years ago
Text
DAHA KISA DUŞLARI UNUTUN GİTSİN
Aklı başında bir insan evladı çöpe atılmış işe yarar eşyaları toplamanın Hitler’i durduracağını düşünür müydü, ya da kompost yapmanın köleliğe son vereceğini, ya da sekiz saat çalışma hakkını kazandıracağını, ya da odun kesip su taşımanın insanları Çarlık Rusya’sı hapishanelerinden kurtaracağını, ya da bir ateşin etrafında çırılçıplak dans etmenin 1957’deki Oy Hakkı Yasası ya da 1964’teki Yurttaşlık Hakları Yasası’nı getireceğini? Öyleyse neden şimdi tam da tüm dünya tehdit altındayken bu kadar çok insan böyle tamamen kişisel “çözümlere” dönüyor?
Sorun kısmen hepimizin sistematik bir yanlış yönlendirme kampanyasının kurbanları olmamızdan kaynaklanıyor. Tüketim kültürü ve kapitalist zihniyet bize kişisel tüketim (ya da aydınlanma) eylemlerini örgütlü politik direnişin yerine koymayı öğretti. Uygunsuz Gerçek filmi küresel ısınmaya dair farkındalığı arttırdı. Ancak sunulan çözümlerin tamamının kişisel tüketimle ilgili –ampulleri değiştirmek, lastikleri şişirmek, daha az araç kullanmak– olduğunu ve şirketlerin elinden gücü almaya ya da gezegeni mahveden kalkınma ekonomisini durdurmaya hiç atıfta bulunulmadığını fark ettiniz mi? Herkes filmde önerilen her şeyi yerine getirse bile ABD’nin karbon salımı ancak yüzde 22 oranında düşerdi. Bilimsel ortak kanıysa bu salımların tüm dünyada en az yüzde 75 oranında düşürülmesi gerektiği yönünde.
Ya da sudan bahsedelim. Hep dünyadaki suyun bittiğini duyuyoruz. İnsanlar susuzluktan ölüyor. Nehirler susuzluktan kuruyor. Bu yüzden de daha kısa duşlar almamız gerekiyor. Kel alakaya bakın! Duş aldığım için yeraltı su tabakalarının daha diplere çekilmesinden ben mi sorumlu oluyorum? Hiç de bile! İnsanlar tarafından kullanılan suyun yüzde 90’ından fazlası tarım ve sanayide kullanılıyor. Geri kalan yüzde 10 ise belediyeler ve gerçekten yaşayan, nefes alan insanlar arasında bölünüyor. Hepsi bir araya geldiğinde belediyelere ait golf sahaları yurttaşlarla aynı miktarda su tüketiyor. Halklar (hem insan hem de balık halkları) dünyanın suyu tükendiği için ölmüyor. Su çalındığı için ölüyorlar.
Ya da enerjiden bahsedelim. Kirkpatrick Sale durumu gayet iyi özetlemişti: “Son 15 yıldır her yıl aynı terane; bireysel tüketim – hane içi, özel araçlarda vs. – asla toplam tüketimin dörtte birini geçmedi; tüketimin büyük çoğunluğu ticari, endüstriyel, tüzel, tarım sanayi ve hükümet kaynaklı [askeriyeyi unutmuş]. Yani hepimiz geri dönüşüme ve odun sobasına geçsek bile bunun enerji kullanımı, küresel ısınma ve atmosfer kirliliği üzerinde kayda değer bir etkisi olmazdı.”
Ya da atıklardan bahsedelim. 2005 yılında ABD’de kişi başına düşen yıllık atık üretimi (yani yol kenarına atılan her şey) 750 kiloydu. Diyelim ki sıkı bir sade yaşam aktivistisiniz ve bunu sıfıra düşürüyorsunuz. Her şeyi geri dönüştürüyorsunuz. Alışverişe bez çantayla çıkıyorsunuz. Tost makinenizi tamir ediyorsunuz. Eski ayakkabılarınızdan parmaklarınız çıkıyor. Ama bu da yetmez. Belediye atıkları sadece evsel atıklardan oluşmadığı, devlet dairesi ve işyerlerinin atıklarını da kapsadığı için buralara elinizde atık azaltmaya yönelik broşürlerle gidiyor ve onları da sizin payınızı ortadan kaldıracak kadar atığı azaltmaya ikna ediyorsunuz. Ah, ama kötü bir haberim var. Belediyelere ait atıklar ABD’deki atık üretiminin sadece yüzde 3’ünü oluşturuyor.
Açık konuşayım. Sade yaşamayalım demiyorum. Ben de oldukça sade yaşıyorum ama fazla alışveriş yapmamak (ya da çok araç sürmemek, ya da çocuk sahibi olmamak) güçlü bir politik eylemmiş ya da çok devrimciymiş gibi de davranmıyorum. Çünkü değil. Bireysel değişim toplumsal değişime denk düşmüyor.
Peki o zaman nasıl oldu da, hem de tüm dünya risk altındayken, bu büsbütün kifayetsiz tepkileri kabul eder hale geldik? Bence bunun nedeni kısmen iki ucu boklu bir değnekle karşı karşıya olmamız. Böyle bir durumda karşınızda birden fazla seçenek bulunur ama hangisini seçerseniz seçin kaybedersiniz ve çekilme şansınız da yoktur. Bu aşamada endüstriyel ekonomiyi içeren her türlü çözümün yıkıcı olacağını görmek çok da zor olmasa gerek (ki solar fotovoltaik enerjinin bundan muaf olduğunu düşünerek kendimizi kandırmayalım; bunun için de madencilik faaliyetlerine ve üretim sürecinin her aşamasında nakliye altyapılarına ihtiyaç var ve aynını sözümona tüm yeşil teknolojiler için de söyleyebiliriz). Bu durumda birinci seçeneği seçip endüstriyel ekonomiye şevkle dahil olursak servet edinebileceğimizi ve servet de bu kültürde “başarı”nın göstergesi olduğu için kısa vadede kazançlı çıktığımızı düşünebiliriz. Ama aslında kaybetmekteyizdir zira bu şekilde duygudaşlığımızı yani hayvanî insanlığımızı yitirmiş oluruz. Fiilen de kaybederiz zira endüstriyel uygarlık gezegeni öldürüyor ve bu da hepimizin kaybettiği anlamına geliyor. Eğer daha sade bir yaşam sürerek daha az zarar verme “alternatif”ini seçersek kendimizi daha saf hissedeceğimiz ve duygudaşlığımızdan büsbütün vazgeçmediğimiz için (sadece tüm bu dehşete bir son vermemeyi mazur görecek kadarından vazgeçmişizdir) kısa vadede kazandığımızı düşünebiliriz ama yine kaybetmekteyizdir zira endüstriyel uygarlık hâlâ gezegeni öldürüyor ve bu da hepimizin kaybettiği anlamına geliyor. Üçüncü seçenek yani endüstriyel ekonomiyi durdurmak üzere kararlılıkla harekete geçmekse bir dizi nedenden ötürü korkutucu görünür ve bu nedenler arasında alışkın olduğumuz bazı lüksleri (elektrik gibi) kaybedeceğimiz gerçeği ve dünyayı sömürme becerilerine ciddi biçimde köstek olursak iktidar sahiplerinin bizi öldürmeye kalkabileceği gerçeği de yer almaktadır – ancak bunların hiçbiri bu seçeneğin ölü bir gezegenden daha iyi bir seçenek olduğu gerçeğini değiştirmez. Tüm seçenekler ölü bir gezegenden daha iyi bir seçenektir.
Mevcut kültürümüzün bu gezegeni öldürmesine engel olacak değişimleri gerçekleştirmede yetersiz oluşu bir yana, (böylesini tercih ettiğiniz için sade yaşamanın aksine) sade bir yaşamı politik bir eylem olarak görmeye ilişkin en az dört temel sıkıntı daha sayılabilir. Bunların ilki, bu anlayışın temelinde insanların kaçınılmaz biçimde yaşadıkları çevreye zarar verdiği yönündeki hatalı düşüncenin yatmasıdır. Politik bir eylem olarak sade yaşam sadece zararın azaltılması üzerine kuruludur ve insanların Yeryüzü’ne daha az zarar vermenin ötesinde ona aktif bir biçimde destek de olabilecekleri gerçeğini göz ardı eder. Nehirleri yeniden hayata döndürebilir, istilacı türlerden kurtulabilir, barajları kaldırabilir, ibresi zenginden yana dönük bir politik sistemi altüst edebilir, gerçekte somut dünyayı yok eden endüstriyel ekonomiyi yok edebiliriz.
İkinci sıkıntı – ki bu da büyük bir sorun – suçu bu sistemde gerçekte güç sahibi olanların ve sistemin kendisinin değil yanlış bir biçimde bireylerin (bilhassa da güçsüz bireylerin) sırtına yüklemesidir. Yine Kirpatrick Sale’den bir alıntıyla: “Tüm bu bireyci, dünyayı-kurtarmak-için-ne-yapabilirsiniz suçluluk miti zırvadan başka bir şey değil. Bireyler olarak krizleri yaratan biz değiliz ve çözecek olan da biz olamayız.”
Üçüncü sıkıntı bu yaklaşımın, kapitalizmin bizi yurttaş yerine tüketici olarak yeniden tanımlamasını kabul etmesidir. Bu tanımı kabul ederek potansiyel direniş biçimlerimizi tüketmeye ve tüketmemeye indirgemiş oluyoruz. Yurttaşlarsa daha geniş bir direniş taktikleri yelpazesine sahiptir ve bunlar arasında oy vermeyi, oy vermemeyi, seçimlerde aday olmayı, broşür dağıtmayı, boykot etmeyi, örgütlenmeyi, lobi faaliyetlerini, gösterileri sayabiliriz ve bir hükümet yaşam, özgürlük ve mutluluk arayışımıza zarar verdiğinde onu değiştirme ya da topyekûn ortadan kaldırma hakkımız mevcuttur.
Dördüncü sıkıntıysa politik bir eylem olarak sade yaşamın ardında yatan mantığın nihai olarak varacağı yerin intihar olmasıdır. Endüstriyel bir ekonomi içerisindeki her eylemimizin yıkıcı sonuçları olduğu düşünülürse ve bu yıkıma son vermek istiyorsak ama endüstriyel bir ekonomi içerisinde her eylemimizin yıkıcı olmasına neden olan entelektüel, ahlaki, ekonomik ve fiziksel altyapıyı (yok etmeyi geçtim) sorgulamaya niyetimiz yoksa (ya da bunu yapamıyorsak), o zaman en az zararı vermemizin tek yolunun ölmek olduğunu düşünmemiz işten bile değil.
İyi habere gelince, başka seçeneklerimiz de var. Yukarıda saydığım zor zamanlarda – Nazi Almanyası, Çarlık Rusyası, İç Savaş öncesi Birleşik Devletler – yaşamış ve ahlaki bir arılık beyanından öteye giderek çevrelerindeki adaletsizliklere aktif bir biçimde karşı çıkan cesur aktivistleri örnek alabiliriz. Bir aktivistin rolünün baskıcı sistemler içerisinde olabildiğince uyumlu bir biçimde yaşamaya çalışmak değil onlara karşı çıkarak bu sistemleri alaşağı etmek olduğunu unutmayanların izinden gidebiliriz.
Derrick Jensen’in Orion Magazine’de yayımlanan bu yazısı, Etilen için İnan Mayıs Aru tarafından çevrilmiştir.
1 note · View note
e-pifiz · 8 years ago
Text
Kitaplık:
Tumblr media
Kozmos Evrenin ve Yaşamın Sırları - Carl Sagan
İnsanoğlu Uzay Okyanusuna Açılıyor Canlıların ve Evrenin Yapısı Doğa Yasaları Tüm Evrende Geçerlidir Cennet ve Cehennem Başka Gezegenlerde Yaşam Var mı? Keşif Yolculuklarının Öyküsü Samanyolu: Gecenin Belkemiği Zaman ve Mekân İçinde Yolculuk Başka Evrenlerin Kapısı Kara Delikler Sonsuzluğun Kıyısı: Dördüncü Boyut Aklın Evrimi Galaktik Uygarlık Yaşamak ya da Yok Olmak Konusunda Kim Karar Verecek? 
Tumblr media
Küçük Prens- Antoine de Saint-Exupéry,
“Hoşça git,” dedi tilki. “Vereceğim sır çok basit: İnsan ancak yüreğiyle baktığı zaman doğruyu görebilir. Gerçeğin mayası gözle görülmez.” Küçük Prens unutmamak için tekrarladı: “Gerçeğin mayası gözle görülmez.”
Tumblr media
Zamanın Kısa Tarihi -  Stephen Hawking
Zamanın Kısa Tarihi 1988 yılındaki ilk basımından bu yana geçen yıllar içerisinde bilimsel yazın alanında bir başyapıt konumu kazandı. Kırk dile çevrildi ve dokuz milyonun üzerinde baskı yaparak dev bir uluslararası ün kazandı. Kitap o dönemde evrenin doğası hakkında öğrendiğimiz en son bilgiler göz önüne alınarak yazılmıştı, öte yandan o günden bu güne hem atom-altı dünyanın hem de büyük ölçekte evrenin gözlem teknolojilerinde olağanüstü ilerlemeler yaşandı. Bu yeni gözlemler Profesör Hawking’in kitabın ilk baskısında yaptığı kuramsal öngörülerin çoğunu doğrulayan nitelikteydi. Bu gözlemlere, evrenin başlangıcından 300.000 yıl sonrasını araştıran ve Hawking’in varlığını ileri sürdüğü uzayzaman dokusundaki kırışıklıkları tespit eden Kozmik Ardalan Kâşifi COBE uydusunun son bulguları da dahildir.
Tumblr media
Mesaj - Carl Sagan 
Ellie daha önce yüz kere yaptığı gibi uçağın penceresinden aşağı bakıp Dünya’nın böyle 14 kilometre yüksekten uçan ve bizim gibi gözlere sahip bir dünya dışı yaratıkta nasıl bir izlenim yaratacağını düşünmeye başladı. Ortabatı’nın göz alabildiğine uzanan geniş arazisi, tarımsal ya da kentsel yerleşime göre kareler, dikdörtgenler ve dairelerle kesik kesikti; Güneybatı’nın şimdi üzerinde uçtukları bölgesinde ise yaşamın tek belirtisi dağların ve çöllerin arasından uzanan dümdüz bir çizgi. Daha ileri uygarlıklara sahip dünyaların sakinleri tarafından mı inşa edilmişlerdi acaba? Yoksa gerçekten ileri bir uygarlık tek bir iz bile bırakmaz mıydı yaşadığı yerde? Bir bakışta bizim akıllı varlıklar olarak evrimsel gelişmemizin neresinde olduğumuzu söyleyebilirler miydi? Kendini uzaydan gelen radyo frekanslarını dinlemeye adayan Dr. Ellie Arroway yıllar süren araştırmalarının sonunda, tam vazgeçeceği sırada gizemli bir mesaj almaya başlar. Mesaj, Carl Sagan’ın anlatım gücü ile bilimsel hayallerini birleştirdiği muhteşem bir roman.
Tumblr media
Gen Bencildir -  Richard Dawkins
“Gen Bencildir” ilk yayımlandığı 1976 yılında biyologlar ve halk arasında büyük bir heyecan dalgasına yol açmıştı. Genin gözünden hayata bakışı parlak bir şekilde ve sade bir yazımla sunuşu, doğal seçilimin doğasıyla ilgili düşünce dizileri ile birleşerek evrimi anlayışımızla ilgili geniş kapsamlı imalarda bulunmuştu. Zaman, kitaptaki fikirlerin önemini onayladı. Kuvvetli entelektüelliğe sahip olmasına rağmen teknik bir dille yazılmamış olan “Gen Bencildir” birçoklarınca bilim yazıtının başyapıtı olarak görülür ve kitaptaki öngörüler günümüzde bile ilk yayımlandığı gündeki kadar güncelliğini korur.
Tumblr media
Kara Delikler ve Bebek Evrenler - Stephen Hawking
Olay yaratan çok satan kitabı Zamanın Kısa Tarihi’nde, Stephen Hawking, kelimenin tam anlamıyla, fiziğe, evrene, gerçekliğin kendisine bakışımızı değiştirdi. Kara Delikler ve Bebek Evrenler’de Stephen Hawking’in 1976 ile 1992 yılları arasında yazdığı bazı yazılar yer alıyor. Yaygın olarak Einstein’dan beri en parlak teorik fizikçi sayılan Hawking, bu on üç yazı ve bir söyleşide, evrenimizi anlamamıza yarayan şaşırtıcı bir olanaklar dizisini ortaya çıkarıyor.
(Ne yazık ki bu noktadan sonra kitapların kapağını paylaşamayacağım zira Tumblr, daha fazla görsel ile gönderimi yayınlamama olanak tanımıyor :( )
Din Bu Serisi - Turan  Dursun
Elinizdeki kitap, daha güzel bir dünya için açılmış bir çığırın kitabıdır. Daha güzel bir dünyanın, daha özgürlüklü dünya olmadan gerçekleşemeyeceği açık. Daha özgürlüklü bir dünyanın kurulabilmesi için de 'tabu'ların yıkılması gerekli. Her türlü tabu yıkılmalı. En başta da 'din'lerden, 'inanç'lardan kaynağını alan tabular.. Özgürlükleri bağlayan her türlü zincir kırılmalı. En baştanda kafalardaki 'iman zinciri'... Bu zincirlerin geçerli olduğu toplumlardaki insanlar, gerçekte 'insanlar'dan daha başka şeydirler. İnsanın 'düşünme' özelliğine tam yaraşır biçimde düşünemezler. 'İman' kalıpları içindedir düşünceleri. Doğanın yapısına, yasalarına ters doğrultudaki 'değişmezlikler' içinde...
Suç ve Ceza - Fyodor Mihayloviç Dostoyevski
Dostoyevski'nin edebi hayatının olgunluk dönemlerinde yazdığı ve ahlâkın anlamını sorgulayan Suç ve Ceza, içine saplandığı yoksulluk çıkmazında toplum kurallarının bağından kurtulduğuna inanan bir gencin hikâyesini anlatır. Raskolnikov adını taşıyan bu gencin vicdan muhasebesi ve ahlâki hesaplaşması üzerinde yoğunlaşan roman da sarsıcı sorularla yüzleşilir; Raskolnikov, öldürdüğü tefeciden aldığı parayı hayırlı bir amaç için kullanırsa, işlediği suçun doğasını kalıcı biçimde değiştirebilir mi? Cinayet ve hırsızlık gibi suçlar, "yüce" amaçlar için gerçekleştirilmişse vicdanın yükünden ve cezadan muaf olabilir mi? Dostoyevski'nin en çok okunan romanı olan Suç ve Ceza, ilk defa yayımlandığı 1866 yılından bu yana insan ideallerini ahlâki ve felsefi sorularla sınamaya devam ediyor.
Sokrates'in Savunması - Platon
Platon, hiç kuşku yok ki düşünce tarihinin en önemli ve etkili filozoflarından biridir. Felsefenin kurumsallaşmasına ve felsefede yazılı geleneğin oluşmasına katkıda bulunmuş, iki dünyalı metafiziğiyle bütün bir Ortaçağ düşüncesini belirleyecek olan idealist felsefe geleneğinin başlatıcısı olmuştur. Hıristiyan Ortaçağ felsefesine ve İslam düşüncesine etkisi bakımından da ayrıca önem taşıyan Platon, düşünce tarihi boyunca tartışılan tüm problemleri yüzlerce yıl öncesinden ele almış ve ilk büyük felsefi sistemi inşa etmiştir. Sokrates’in ölümünden kısa bir süre sonra kaleme alınan Sokrates’in Savunması, dinsizlik suçu işlediği gerekçesiyle mahkemeye verilmesi etrafında dönen Euthyphron ve hakkında verilen ölüm kararının gerçekleşmesine dek geçen zamanı içeren Kriton’la birlikte Sokrates’i ölüme götüren olaylar dizisinin en önemli noktalarından birisidir. Tarihin en önemli savunmalarından birisi olan bu Savunma’yı konu edinen başka eserler olsa da Platon’un kaleme aldığı Savunma pek çok yönden tarihsel gerçeklere en uygun eser olarak kabul edilir. Platon’un, mahkemede fiili olarak bulunduğuna dair yaptığı göndermeler de Savunma’daki aktarımların birinci elden olduğuna dair düşüncemizi pekiştirir. Sokrates’in Savunması ile Sokrates felsefesinin misyonu ve temellendirilmesi hakkında bilgi edinmenin yanı sıra, Antik Yunan’da mahkemelerin yapısı ve işleyişi hakkında da önemli bilgilere ulaşabiliyoruz.
Tanrı Yanılgısı - Richard Dawkins
“Yaratılışçılar ile Tanrı’ya inanlar, Dawkins’i kendilerinin bas düşmanı olarak görmekte haklılar. The God Delusion’da kendinin ne müthiş bir hasım olduğunu göstermektedir. Coşkuyla ve heyecanla okunan bir yapıt… Tam da Papa ile İslam’ın birbirinden uzaklaştığı bir ortama denk geldi.”
Hayvan Çiftliği - George Orwell 
İngiliz yazar George Orwell (1903-1950), ülkemizde daha çok 1984 adlı kitabıyla tanınır. Hayvan Çiftliği, onun çağdaş klasikler arasına girmiş ikinci ünlü yapıtıdır. 1940'lardaki 'reel sosyalizm'in eleştirisi olan bu roman, dünya edebiyatında 'yergi' türünün başyapıtlarından biridir. Hayvan Çiftliği'nin kişileri hayvanlardır. George Orwell, bu romanında tarihsel bir gerçeği eleştirmektedir. Romandaki önder domuzun, düpedüz Stalin'i simgelediği açıkça görülecektir. Öbür kişiler bire bir belli olmasalar da, bir diktatörlük ortamında yer albilecek kişilerdir. Romanın alt başlığı Bir Peri Masalı'dır. Küçükleri eğlendirecek bir peri masalı değildir; ama roman, bir masal anlatımıyla yazılmıştır.
Sefiller - Victor Hugo
Hayatın içinde yoksulluk ve çaresizlikle savrulanların, toplumun en alt kesimlerinde yaşayanların romanı... Victor Hugo’nun 1862 tarihli başyapıtı Sefiller, ailesine ekmek götürebilmek için hırsızlık yapan ve bu yüzden kürek mahkûmiyetine çarptırılan bir adamın hikâyesi. Aldığı ağır cezanın bedelini ömrü boyunca ödeyen Jean Valjean’ı merkezine alan roman, yoksulluğu, toplumsal adaleti ve dayanışmayı anlatıyor. Tarihsel bir tuvalin ardına gömülen Sefiller, bir kaçak hayatı süren Jean Valjean’ın yaşamı çevresinde 19. yüzyıl Fransası’nın toplumsal ve politik kargaşasını gözler önüne sererek mücadelenin, hayatta kalmanın romanı olarak çıkıyor karşımıza.
Karanlık Bir Dünyada Bilimin Mum Işığı - Carl Sagan
Pek az sayıda bilim adamı, bilimin merak, heyecan ve coşkusunu geniş kitlelere aktarmada Carl Sagan kadar başarılı olabilmiştir. Pulitzer ödülüne sahip Sagan'ın milyonların düş gücünü yakalama ve zor kavramları anlaşılır bir biçimde aktarabilme yetisi okurlar açısından gerçek bir kazanımdır. Akıldışılığın ve batıl inançların egemen olacağı yeni bir Karanlık Çağ'ın eşiğinde olup olmadığımız sorusu Karanlık Bir Dünyada Bilimin Mum Işığı'nın çıkış noktası. Kitapta bir yandan bilimsel çalışmalara neden kara çalındığı sorgulanırken, bir yandan da uzaylılarca kaçırılma, "bağlantı kurma" ve şifacılık gibi konuların içyüzü gözler önüne seriliyor. Karanlık Bir Dünya'da Bilimin Mum Işığı, Sagan'ın bilimle bir ömür boyu süren gönül ilişkisinin bir bildirgesi sayılabilir.
Satranç - Stefan Zweig
Stefan Zweig, çok geniş bir psikoloji birikimini eserlerinde bütünüyle kullanmış ender yazarlardandır. Onun dünya edebiyatında bir biyografi yazarı olarak kazandığı haklı ünün temelinde de bu özelliği, yani yazarlığının yanı sıra çok usta bir psikolog olması yatar. Satranç, Zweig’ın psikolojik birikimini bütünüyle devreye soktuğu bir öyküdür ve bu öykünün baş kişileri, tamamen yazarın biyografilerinde ele aldığı kişileri işleyiş biçimiyle sergilenmiştir. Zweig ölümünden hemen önce tamamladığı birkaç düzyazı metinden biri olan Satranç’ı kaleme aldığı sırada, karısı Lotte Zweig ile birlikte göç ettiği Brezilya’da yaşamaktaydı. Satranç’ta da, olay yeri olarak New York’dan Buenos Aires’e gitmekte olan bir yolcu gemisini seçmiştir. Bu gemide tamamen rastlantı sonucu karşılaşan üç kişi: yeni dünya satranç şampiyonu Mirko Czentovic, sıradan bir satranç oyuncusu olan anlatıcı ve bir zamanlar çok usta bir satranç oyuncusu olan, ama hayli zamandır satrançtan uzak kalmış bulunan Dr. B., öykünün aktörleridir.
Kur'an İncil ve Tevrat'ın Sumer'deki Kökeni - Muazzez İlmiye Çığ
Yurtiçinde ve yurtdışında çok sayıda bilimsel kitabı, makalesi yayımlandı. Muazzez İlmiye Çığ, Sumer kültürü üzerindeki çalışmalarını bugün de sürdürüyor. Yazar, bu kitapta, Sumer dini ve edebiyatından Yahudilik, Hıristiyanlık ve Müslümanlığa; bu dinlerin kutsal kitaplarına ulaşan etkileri ve konuları, belgeleriyle ve karşılaştırmalı olarak sunmaktadır.
Kör Saatçi - Richard Dawkins 
Canlıların mükemmelliği ve karmaşıklığı hem saygıyı hem de "derin" bir soruyu hak ediyor: Mükemmel ve karmaşık canlılar nasıl var oldu? Kimileri her şeyi tasarlayan bir Yaratıcının olduğuna inanıyor, kimileri de karmaşık canlıların rastlantı eseri ortaya çıkabilecek kadar basir olan canlılardan evrimleşerek oluştuğunu savunuyor... Gen Bencildir kitabıyla tanıdığımız zooloji profesörü Richard Davvkins, doğal seçilim yoluyla gerçekleşen evrimin yaşamın karmaşık tasarımını açıklayan tek kuram olduğunu düşünüyor. Kör Saatçi bu düşüncenin kuvvetli ışığında yazılmış, söylemek istediğini berrak bir biçimde söyleyen, anlatan, öğreten bir kitap; ama hepsinden de öte, bütün iyi kitapların j'aptığını yapıp kafa karıştıran, soru sorduran bir kitap...
Olağanüstü Bir Gece - Stefan Zweig
Olağanüstü Bir Gece, seçkin bir burjuva olarak rahat ve tasasız varoluşunu sürdürürken giderek duyarsızlaşan bir adamın hayatındaki dönüştürücü deneyimin hikâyesidir. Sıradan bir Pazar gününü at yarışlarında geçirirken, belki de ilk kez burjuva ahlakından saparak “suç” işler. Böylece yeniden “hissetmeye” başladığını, kötücül ve ateşli hazları olan gerçek bir insan olduğunu fark eder. İçindeki haz dolu esrime, aynı günün akşamında onu gece âleminin son atıklarının arasına, “hayatın en dibindeki lağımlara” sürükleyecek, varış noktası ise ruhani bir uyanış olacaktır.
1984 - George Orwell
Parti’nin dünya görüşü, onu hiç anlayamayan insanlara çok daha kolay dayatılıyordu. (...) Her şeyi yutuyorlar ve hiçbir zarar görmüyorlardı çünkü tıpkı bir mısır tanesinin bir kuşun bedeninden sindirilmeden geçip gitmesi gibi, yuttuklarından geriye bir şey kalmıyordu. George Orwell’in kült kitabı Bin Dokuz Yüz Seksen Dört, yazarın geleceğe ilişkin bir kâbus senaryosudur. Bireyselliğin yok edildiği, zihnin kontrol altına alındığı, insanların makineleşmiş kitlelere dönüştürüldüğü totaliter bir dünya düzeni, romanda inanılmaz bir hayal gücüyle, en ince ayrıntısına kadar kurgulanmıştır. Geçmişte ve günümüzde dünya sahnesinde tezgâhlanan oyunlar düşünüldüğünde, ütopik olduğu kadar gerçekçi bir romandır Bin Dokuz Yüz Seksen Dört. Güncelliğini hiçbir zaman yitirmeyen bir başyapıttır; yalnızca yarına değil, bugüne de ilişkin bir uyarı çığlığıdır.
Evrim Kuramı ve Mekanizmaları - Çağrı Mert Bakırcı
“Türkiye’de popüler bilim sahasında, evrimin tüm mekanizmalarını bir arada ele alan ilk kitaptır. Dolayısıyla bugüne kadar okuduğunuz evrim kitaplarında aklınıza yatmayan bazı noktalar olduysa, bu kitap muhtemelen bu soru işaretlerini çözmenizi sağlayacaktır. Evrim Ağacı’nın kurucusu ve bilim konuşmacısı olan Çağrı Mert Bakırcı tarafından yazılan bu kitap, evrime yeni giriş yapacaklar ve bilgilerini genişletmek isteyenler için çok faydalı bir derleme olacaktır. Bilimin ağır dilini kırmak adına her bölüm başına eklenmiş ve bölüm içeriğini özetleyen kısa hikâyeler sayesinde kitabı bir solukta okuyacak ve her zaman yardımcı bir kaynak olarak kullanabileceksiniz. Kitabın Türkiye’deki evrimsel”  
Benim Gözümden Dünya - Albert Einstein 
20. yüzyılın en önemli fizikçisi Albert Einstein’ın Siyasi ve Felsefi Yazıları: Özgürlük, İyi ve Kötü, İnsanın Gerçek Değeri, Toplum ve Birey, Ölüm, Zenginlik, Eğitim, Din ve Bilim, Savaş ve Barış, Silahsızlanma, Dünya Ekonomik Krizi, Kültür ve Refah, Üretim ve Alım Gücü, Azınlıklar, Avrupa’nın Mevcut Durumu… Benim Gözümden Dünya'da, Albert Einstein'ın hayata, yaşadığı dünyaya ve bilimsel çalışmalarına dair görüşlerini bulacaksınız. Büyüleyici, esprili ve zekice gözlemler, büyük bir kalbi ve az rastlanır bir aklı açığa vuran samimi itiraflar...Benim Gözümden Dünya, bu özel kişiliği, kendi yazdığı ya da başkası tarafından kaleme alınan hiçbir kitapla kıyaslanmayacak bir açıklıkta gözler önüne seriyor. Einstein insanlığa, yardımlaşmanın hakim olduğu barış dolu bir dünyaya ve bilimin yüce amaçlarına inanıyordu. "İyi ve Kötü", "Din ve Bilim", "Aktif Pasifizm", "Hıristiyanlık ve Yahudilik" , "Azınlıklar" ve "Bir Arap'a Mektup" gibi farklı konu başlıklarının ele alındığı Benim Gözümden Dünya, işte bu inançların savunması niteliğindedir.
Hayvanlardan Tanrılara Sapiens - Yuval Noah Harari
- Homo sapiens neden ekolojik bir seri katile dönüştü? - Para neden herkesin güvendiği tek şey? - Kadınlar üstün sosyal becerilere sahipken, neden çoğu toplum erkek egemen? - Güç elde etmekte böylesine yetenekli olan insanlar neden bu gücü mutluluğa dönüştürmekte başarısızlar? - Geleceğin dini bilim mi? - İnsanların miadı çoktan doldu mu? 100 bin yıl önce Yeryüzü’nde en az altı farklı insan türü vardı. Günümüzdeyse sadece Homo Sapiens var. Diğerlerinin başına ne geldi ve bize ne olacak? Çoğu çalışma insanlığın serüvenini ya tarihi ya da biyolojik bir yaklaşımla ele alır, ancak Harari 70 bin yıl önce gerçekleşen Bilişsel Devrim’le başlattığı bu kitabında gelenekleri yerle bir ediyor. İnsanların küresel ekosistemde oynadıkları rolden imparatorlukların yükselişine ve modern dünyaya kadar pek çok konuyu irdeleyen Sapiens, tarihle bilimi bir araya getirerek kabul görmüş anlatıları yeniden ele alıyor. Harari ayrıca geleceğe bakmaya da zorluyor okuru. Yakın zamanda insanlar, dört milyar yıldır yaşama hükmeden doğal seçilim yasalarını esnetmeye başladılar. Artık sadece dünyayı değil, kendimizi ve diğer canlıları tasarlama becerisi de kazandık. Peki bu bizi nereye götürüyor, bizi neye dönüştürebilir? 30’dan fazla dile çevrilmiş bu kışkırtıcı çalışma özellikle Jared Diamond, James Gleick, Matt Ridley ve Robert Wright’ın eserlerine aşina okurlar için muhteşem bir kaynak. “Sapiens, tarihin ve modern dünyanın en büyük sorularını gayet yalın bir dille ele alıyor. Çok seveceksiniz!” Jared Diamond, Tüfek, Mikrop ve Çelik’in yazarı “Harari’nin eseri kabul görmüş doktrinlerin karşısında duran fikirler ve şaşırtıcı gerçeklerle bezeli.” 
- John Gray, Financial Times
İki Büyük Dünya Sistemi Hakkında Diyalog - Galileo Galilei
Üzerinde on altı yıl çalıştığı İki Büyük Dünya Sistemi Hakkında Diyalog nedeniyle engizisyonda yargılandı, ev hapsine mahkûm edildi. Mahkûmiyeti sırasında ikinci başyapıtı İki Yeni Bilim Üzerine Diyalog’u tamamladı. Her iki yapıt da kısa sürede pek çok dile çevrildi ve modern bilimin başlangıcı olarak tarihe geçti. Diyaloglar ne yalnızca astronomi ne de fizik kitabıdır. Otoriteyi temsil eden Aristoteles düşüncesiyle sıkı bir polemik yürütürken, aynı zamanda gözlemsel, deneysel, kuramsal birikimiyle Galileo, “doğanın yazıldığı dili” yeniden keşfederek, matematiği temel alan kendi yeni fiziğini kurar. Galileo’nun hakim sınıfa değil, sıradan okura sunduğu diyaloglar anlaşılması kaygısıyla Latince yerine İtalyanca kaleme alınmıştır.
(Bilgi asla tükenmez, ilerledikçe ne kadar geride olduğunuzu anlarsınız. Bilginin bitmeyeceği gibi bu listede bitmeyecek, aklıma ilk gelenleri ve meşhur olan kitapları sizlerle paylaştım devamı mutlaka gelecek... İyi okumalar ^^)
190 notes · View notes
asktodustsposts · 8 years ago
Photo
Tumblr media
Niçin Taşrada Kalıyorum? 
Kara Orman’ın güneyinde, engin bir dağ vadisinin sarp yamacında 1150 metre yükseklikte, küçük bir kayak kulübesi bulunuyor. Kulübenin zemin planı altıya yedi metre ölçülerindedir. Alçak asma çatı üç odayı örtüyor: aynı zamanda da oturma odası olan mutfak, bir yatak odası ve bir çalışma odası. Vadinin dar yatağının her yerinde ve eşit biçimde karşı karşıya duran sarp yamaçta geniş aralıklarla dağılmış olan aşağı doğru sarkan asma çatılarıyla çiftlik evleri bulunuyor. Yamacın daha yukarısında, çayırlar ve mera arazileri yaşlı ve çok yüksek olan siyah köknarlarıyla koruluklara yol veriyor. Her şeyin üstünde, tertemiz bir yaz seması uzayıp gidiyor ve onun pırıl pırıl enginliğinde iki şahin geniş daireler çizerek süzülüyorlar. Burası bir gözlemci, konuk ya da yaz tatilcisinin gözüyle benim çalışma dünyamdır. Doğrusunu söylemek gerekirse, şahsen ben, asla kır manzarasını gözlemlemiyorum. Mevsimlerin muazzam geliş ve gidişlerinde, gündüz ve gece her saat başı bu manzaranın değişimlerini yaşıyorum. Dağların cazibesi ve kayaların tarih öncesi devirlerden kalma sertliği, köknar ağaçlarının yavaş ve muntazam gelişimleri, yeşillikler içindeki çayırların göz alıcı sade ihtişamı, uzun bir sonbahar gecesinde dağ boyunca akan nehrin gürül gürül çağlaması, karla kaplı düzlüklerin katı sadeliği-bütün bunların hepsi günlük yaşamın içine akar ve içine işler, ancak bu, yüzeysel empatinin ya da “estetiksel” dalmışlığın zoraki anlarında değil de sadece kendi varlığınızın çalışmanızla iç içe olduğu zamanlarda olur. Gerçekliğin kendisi olan bu dağlara yer veren sadece bu çalışmadır. Bu çalışmanın seyri o bölgede olup biten şeylerle şekillenir. Uzun bir kış gecesinde ortalığı kasıp kavuran sert bir tipi kulübenin etrafında dönüp dolaştığında ve bu kar fırtınası her şeyi çepeçevre sarıp sarmaladığında, işte bu an felsefe için bulunmaz zamandır. Diğer bir husus da, ele alacağınız felsefi sorular sade ama çok önemli olmalıdır. Her bir düşünce üzerinde kafa yorabilmek ancak onu titiz ve sağlam bir şekilde yapabilmek ile olur. Bir şeyi sözcüklere dökebilmeye çabalamak, dev köknar ağaçlarının fırtınaya karşı direnmeleri gibidir. Ve bu felsefi eser bazı ekzantriklerin mesafeli çalışmalarına benzer rotada gitmez. Tam da köylülerin işinin ortasında yer alır.Genç bir çiftlik işçisi ağır kızağını yokuş yukarı çekip, kayın ağacı kütükleriyle yüklü  bu kızağı evine giden tehlikeli inişte idare ettiğinde; düşüncelere dalıp adımlarını yavaşlatan bir çoban, sürüsünü yokuşa sürdüğünde; çiftçi, kulübesinde çatısı için sayısız padavra hazırladığında, benim işim tam da bu türdendir.   İşim köylülerin yaşamına derinlemesine kök salmış ve onunla yakından ilişkilidir. Bir şehirli, bir köylü ile uzun bir sohbet etme lütfunda bulunur bulunmaz “insanların arasında yalnız” kaldığı fikrine kapılır. Ama akşamları iş paydosunda köylülerle yanan bir ateşin başucunda ya da “Lordun Köşesinde” bir masa etrafında oturduğumuzda çoğunlukla tek bir kelime bile etmeyiz. Sessiz bir şekilde pipolarımızı içeriz. Bazen birileri çıkıp ormandaki ağaç kesiminin tamamlanmak üzere olduğundan, bir sansarın geçen gece kümese dadandığından, bir ineğin muhtemelen sabaha yavrulayacağından, falanın amcasının felç geçirdiğinden, havaların yakında “değişeceğinden” bahis açabilir. Benim kendi çalışmamın Kara Ormanla ve insanları ile olan bu içten ilişkisi, geçmişi bir asır öncesine dayanan ve yeri doldurulmaz bir şekilde Alman-Suev toprağına kök salmışlıktan ileri gelir. Bir şehirli, sözüm ona bu türden bir kırsalda kalmakla en fazla “neşelenir”. Ama benim bütün çalışmalarıma bu dağların dünyası ve insanları kılavuzluk ediyor ve çalışmalarımın devamını sağlıyor. Son zamanlarda arada bir benim buradaki çalışmam, uzun zamanlı konferanslardan, seminer vermek için gittiğim yerlere yaptığım gezilerden, komite toplantılarından ve benim Freiburg’daki hocalık mesleğimden dolayı sekteye uğruyor. Ama, tekrar o yere döner dönmez, bu kulübeye geleli daha birkaç saat olmasına rağmen, önceki meselelerin o koca dünyası, ben burayı terk ederken ki zamanda olduğu gibi tüm ağırlığı ile üzerime abanıyor. Kendimi, basit bir şekilde çalışmamın ritmine bırakıyorum ve temel olarak bu çalışmanın gizli yasasının buyruğu altında da değilim. Şehirde yaşayan insanlar, bu denli uzun ve monoton geçen bu zaman sürecinde, köylülerle bu dağlarda birlikte olmanın insanı yalnızlığa itip itmediğini merak ediyorlar. Ama diyeceğim o ki, bunun adı yalnızlık değil, inzivadır. Büyük kentlerde insan, rahatlıkla başka herhangi bir yerde olamayacak kadar yalnızlaşabilir. Ama buralarda inzivaya çekilemez. İnzivaya çekilmenin tuhaf ve özgün gücü bizi soyutlamasında değil fakat bizim bütün varoluşumuzu, her şeyin mevcudiyetinin (Wesen) sonsuz yakınlığına doğru itmesindedir. Kamuoyunda birisi geceleyin gazeteler ve dergiler tarafından bir anda “meşhur” yapılabilir. Bu, kişinin en mahrem niyetlerinin yanlış yorumlanmasına ve çabucak ve tamamıyla unutturulmasına giden en kesin yol olarak kalacaktır. Aksine, köylünün hafızasında, hiç unutmayan, sade ve güvenilirbir sadakat vardır. Geçenlerde, burada yaşlı bir köy kadını ölmek üzereydi. Sık sık benimle sohbet etmek istiyordu ve bana köye ait bir pek çok eski hikâye anlattı. Kadın, imgelerle dolu o canlı anlatımında, pek çok eski kelimeyi ve köydeki gençler için bugün anlaşılmaz olan ve bu yüzden konuşma dilinde bulunmayan çeşitli özdeyişleri hala kullanıyordu. Geçmiş yılda, haftalar boyunca sıklıkla kulübemde tek başıma yaşadığım zamanlar, bu köylü kadın 83 yaşında olmasına rağmen beni ziyaret etmek için hala o sarp yamacı çıkardı. Arada bir, bu köylü kadın, kendi deyimi ile “hala orada mıyım yoksa biri beni gafil avlayıp kaçırdı mı?” diye kulübemin içine bakıyordu. Öldüğü geceyi ailesi ile sohbet ederek geçirmişti. Ölümünden tam bir buçuk saat önce “Profesör”e selamlarını yollamıştı. Böyle bir anı, kıyas kabul etmez bir biçimde uluslar arası bir gazetenin benim şu veya bu olduğu iddia edilen felsefem hakkında yazılan en kurnaz haberden daha fazlasına değer. Kent yaşamı yıkıcı bir hataya düşme riskini taşır. Çok ses getiren, çok canlı, çok moda bir yılışıklık, kendini dünyaya ve köylülerin varlığına bir merak nedeni gibi satar. Ama bu durum bir şey ile kesinlikle çelişir ki, o şey şimdi yapılması gereken tek ama tek şeydir, yani köylülerin yaşamından uzak durmak, varlıklarını her zamankinden daha fazla kendi kurallarına bırakmak ve edebiyatçıların “toprağa kök salmışlık” ve “halk karakteri” gibi hususlara dair iki paralık lafazanlıklarına konu olmaması için elini eteğini çekmek. Köylü bu, şehirli işgüzarlığı istemiyor ve buna ihtiyaç duymuyor. Onun istediği ve ihtiyaç duyduğu, söz konusu kendi yaşam şekli ve bağımsızlığı olduğundan kendi halinde olmak ve etlisine sütlüsüne karışmamaktır. Ama bu günlerde şehirli pek çok insan, başını kayakçıların çektiği işlerin girdisini çıktısını bilen bu tür şehirlerdeki eğlence merkezlerinde “eğlenirken” nasıl hareket ediyorlarsa, köyde ya da bir çiftçinin evinde de aynı şekilde hareket ediyorlar. Bu tür gelişmeler bir gece içerisinde halk karakterine ve halk bilimin ilerleme kaydedebileceği ümidine yönelik verilen yüzlerce yıllık alimane öğütlerden daha fazla yıkıma yol açar. Ne olur bu küçümseyici aşinalığı ve halk karakteri için bu yapmacık ilgiyi bırakalım artık ve ne olur buralardaki sade ve hoyrat varoluşu ciddiye almayı öğrenelim. Ancak o zaman, bu insanlar bir kez daha bizimle konuşacaklardır. Geçenlerde, Berlin Üniversitesi’nde öğretim görevlisi olmam için ikinci bir davetiye daha aldım. Bu durum üzerine Freiburg’u terk ettim ve kulübemde inzivaya çekildim. Dağların, ormanların ve çiftlik alanlarının ne söylediklerini dinledim ve kendisi 75 yaşında yaşlı bir çiftçi olan eski bir arkadaşımı görmeye gittim. Benim Berlin’e çağrılışımı gazetelerden okumuş. Acaba bana ne diyecekti? Tek kelime etmeden, kesinlik bildiren o temiz gözlerini yavaşça benim gözlerime dikti ve nazik bir şekilde o dostane elini omzuma koydu. Yavaşça kafasını iki yana salladı. Bu şu anlama geliyordu: Kesinlikle hayır!
Martin Heidegger 
Philosophical and Political Writings, 1934
4 notes · View notes
psikologrehber · 5 years ago
Text
Anın tadını doya doya çıkarın
İçinde bulunduğunuz ana dikkatinizi verir vermez hayatın ne kadar kutsal olduğunu fark edersiniz. “Dinginliğin Gücü” adlı kitabında Eckhart Tolle “Anı yaşadıkça, var olmanın sade ve bir o kadar derin olan mutluluğunu hisseder, tüm yaşamın kutsal tarafını fark edersiniz” der. Zamanın elinizden kayıp gitmemesi için, o an orada ne olduğunun bilincinde ve hislerinizle iletişim halinde olmanız oldukça önemli. Bunu yapabilmek için, gelecek hakkında kurgulayan ve geçmişte gezinen zihinsel aktivitelerden sıyrılmak ve onu etkileyen bütün duygu ve hisleri karşılamak için bedende olmak gerekir. Psikoterapist Béatrice Millêtre bu durumu, “Bedende olmak; önce hislerimize kulak vermek, daha sonra da onları adlandırmaktır. Bu, anın gerçekliğine hislerimiz aracılığıyla bağlanmamızı ve duyguların getirilerini anlamamızı sağlar. Aynı zamanda, ihtiyaçlarımızdan ve arzularımızdan yola çıkarak bir düşünce ya da tasarı oluşturmamıza yardımcı olur” diyerek anlatıyor. Size önerdiğimiz egzersizler, yaşadığınız anlara renk ve huzur katmanıza, dolayısıyla da anlardan daha çok keyif almanıza yardımcı olacak. Otomatikleşmekten kaçının : Uyumadan önce, yatağınıza rahat bir şekilde yerleşin ve geçirdiğiniz günü bir film şeridi gibi adım adım gözünüzün önüne getirin. Yaptığınız işin otomatikleştiğini düşündüğünüz bir ana gelince orada durun (market alışverişi yapmak, yemek yapmak ya da sofrayı hazırlamak gibi). Daha sonra, bu işleri anın daha çok farkında olarak yapsaydınız, neler hissedeceğinizi aklınızda canlandırın ve kendinizi sorgulayın. Bir sonraki gün uyandığınızda, önceki gece hissettiklerinizi mümkün olduğunca net bir şekilde hatırlamaya çalışarak gününüzü programlayın. Akşam, otomatik olarak yaptığınız aktiviteleri yeniden not edin ve bunları ertesi sabah daha yavaş ve anın farkında olarak yapmak için bir program oluşturun. Zamanla duygu ve hislerinizin daha çok bilincinde olarak, hem kendinize hem de bulunduğunuz ana karşı olan dikkatinizin ve farkındalığınızın arttığını, bunun da gün içerisinde her anın tadını çıkarmanıza olanak sağladığını göreceksiniz. Güzeli övün: Fransız düşünür Charles Pépin, “Gizem çoğu zaman bizi korkutur. Anlamadığımız şeylerden korkarız. Güzellik, bize gizemin mutluluk veren bir deneyimini sunar. Belki de güzelliğin en büyük meziyeti, anlayamadığımız şeyleri sevmeyi bize öğretmesidir” diyor. Hiç şüphesiz ki güzelliği iliklerimize kadar hissettiğimiz manzaralarda zaman yavaşlar; ışık ve gölge oyunları, gün doğumunda veya batımında oluşan renkler, uzaklardaki küçük bir vadinin tatlı manzarası ya da bir deniz kıyısının muazzam sessizliği… Güzelliği görmek ve hissetmek, kendimizden çok daha büyük ve engin olana ulaşmak anlamına gelir. Bir yüceliğin yansımaları olan bu güzellikler, basit bir teşekkürle, meditasyonla, çizimle, fotoğrafla ya da bir duayla övülmeyi hak ediyor. Güzelliği methederek yaptığımız aslında hayatın kendisini övmek ve kendi hayatımızı büyütmektir. Zamanı durdurun : Güzel anlar her zaman çok çabuk geçer. Bunu geçmişi yâd ederek kim bilir kaç kez düşünmüşüzdür. Ve bu anları bilinçli ve duygularımızla iletişim halinde yaşamadığımızda, zaman daha da hızlı geçer. Psikiyatr ve psikoterapist Christophe André, fiziksel ve ruhsal rahatlığın daha uzun sürmesi adına, pozitif psikolojiden doğan bir egzersiz öneriyor. Kendinizi iyi hissettiğiniz bir anı yakalayın ve o resme bakın. Daha sonra dikkatinizi ne hissettiğinize verin: Rahatlık, dinginlik, genişlik, ferahlık ya da canlılık… Bunun tadını çıkarın. Bu anı oluşturan bütün öğeleri aklınıza kazıyın: Işık, sesler, koku, tatlar, renkler, eşyalar ve ifadeler. Aklınızdan sizi çevreleyen yüzlerin, manzaranın ve ortamı oluşturan bütün unsurların bir fotoğrafını çekin. Size ait olan bu anıyı belleğinize kaydedin, ruhunuz ve bedeninizle tadını çıkarın. Hayata bu hediye için teşekkür edin. Mutluluğunuzu sizi çevreleyen insanlarla da paylaşabilirsiniz. Mutlu anlarınızı daha da pekiştirecek kelimeler seçin ve kullanın. Yaşadığınız güzel anları yazıya dökmeyi de deneyebilirsiniz. Güzel anıları bu imajlar aracılığıyla yeniden yaşamak, o anlarda yaşadığınız güzel hislerin de içinizde canlanmasını sağlar. Keyif almayı ritüeliniz haline getirin : Ailenizle veya dostlarınızla kahvaltı yapmak, sevgilinizle romantik bir yemek yemek, duş almak, alışveriş yapmak, yemek yapmak… Bu anların hepsi ritüelleştirilebilir. Tek yapmanız gereken, bu anların eşsiz ve değerli buluşmalar olduğunu fark etmek. Bu sayede otomatikleşmekten ve içinde bulunduğunuz anlara olan bakışınızın sıradanlaşmasından uzaklaşacaksınız. İşe tepkilerinizi yavaşlatıp hislerinizi yaşayarak başlayın. Daha sonra bu anları nasıl daha güzel kılabileceğinizi hayal edin, (dekorasyon, aksesuarlar, mimikler, müzik, kıyafetler…). Ortaklaşa gerçekleştirdiğiniz ilk ritüelinizde o anın ne kadar değerli olduğunu dile getirmekten çekinmeyin, çevrenizdeki kişilerle beraber o an orada olmanın bir lütuf olduğunu söyleyin. Bu tutumunuz etrafınızdaki diğerler kişileri de iyi bir ruh haline sokarak onları anın tadını çıkarmaya davet eder. Şükredin : İsterseniz yüksek sesle, isterseniz içinizden… Sıcak ve iyilikle dolu bir ortamda, her huzurlu, mutlu ve hayat dolu hissettiğinizde, her yemekten sonra, güzel bir uykudan ya da şekerlemeden uyandığınızda şükredin. Evrene, kadere, Tanrı’ya, hayatın kendisine teşekkür edin. Pozitif psikolojinin esaslarından biri olan minnet duygusu; kalbinizi açar, yaşam enerjinizi yükseltir, sizi daha mutlu ve güzel fırsatları yakalamak konusunda hevesli kılar. Bu aynı zamanda, şu anda, burada olarak ne kadar şanslı olduğumuzu görmemizi sağlayan önemli bir farkındalık egzersizidir. Güzel anlarınızdan bir hatıra defteri oluşturun : Zamanı durdurmak, keyif almayı ritüelleştirmek ve güzeli övmek konularında pratik yapmaya başladınız. Peki, neden bu güzel anlardan bir defter oluşturarak yaşadığınız deneyimleri kaydetmeyesiniz? Yazmak, deneyimlediğiniz anların büyüsünü tekrar yaşamanızı sağlar. Ayrıca bir hatıra defteri oluşturmak, moraliniz bozuk olduğunda veya hiçbir zaman tamamıyla mutlu olamayacağınızı ve hayatınıza renk katma konusunda yetersiz olduğunuzu düşündüğünüzde, sizi rahatlatacak değerli bir yoldaş olur. Elinize çok küçük olmayan bir kâğıt alın ve belleğinizden ışıldayan anıları yazıya dökün. Yazarken “güzeli” aramayın (bu şekilde hislerinizin içtenliğini ve doğallığını kaybedebilirsiniz) ve deneyimlerinizi olabildiğince detaylı bir biçimde betimleyerek yazın. Şiir yazmaktan korkmayın, çizimler ve kolajlar yapın. Read the full article
0 notes
sizekitap · 7 years ago
Text
Yalnız Nar
Yalnız Nar Sinan Antun Aylak Adam Kültür Sanat Yayıncılık
Gasilhane sahibi, geleneksel bir Şiî aileden gelen genç Cevat, aile geleneğini bir kenara itip heykeltıraş olmaya, ölüm yerine yaşamı yüceltmeye karar verir. Babasının isteklerini hiçe sayarak 1980’lerin sonunda Bağdat Güzel Sanatlar Akademisi’ne yazılır. Fakat Tarih, koşullarını aksi yönde kabul ettirir. Yalnız Nar, çaresiz bir ailenin yaşam mücadelesi aracılığıyla Irak’ın karmaşık ve şiddet dolu yakın tarihini gözler önüne seriyor. Yaşamla ölüm arasındaki sınırların bulanıklaştığı yerlere ve bitmeyen kâbusların derinliklerine inen Sinan Antûn, okurları sade, etkiletici ve alegorik bir hikâyeye davet ediyor.
Kitap Hakkında
“Sinan Antûn bu olağanüstü romanında, 1980’lerin ilk yarısındaki İran savaşına, Kuveyt’in işgalinin ardından patlak veren Körfez Savaşı’na ve son olarak da 2003’teki savaşa tanık olan alelade bir Iraklı adamın yaşadıklarını anlatıyor.”
− Three Percent   “Sinan Antûn’un romanı acı-tatlı güzelliklerle dolu. Yalnız Nar’ı birikmiş acılardan örülü bir trajedi olarak tanımlayabiliriz, Antûn’un kullandığı üslup −yalın, dolaysız, yoğun bir şiirsellikle dolu− ise yaşamın ve kültürün bir yansıması gibi.”
− Minneapolis Star Tribune
“Romanın gücü, karmaşık ve insanî bir savaş ve şiddet hikâyesi anlatmasından ileri geliyor …Yalnız Nar, 2003 sonrası Irak’ın durumunu ve genel olarak savaşların yaşattığı dramı anlamak isteyenler için çok güçlü bir kaynak.”
− Kevin Alexander Davis
Ödülleri
Seyf Ğabaş Banipal Edebiyat Ödülü
En İyi Arap-Amerikan Romanı Ödülü
Lagardère & Arap Dünyası Enstitüsü En İyi Roman Ödülü
Uluslararası En İyi Yabancı Kitap Ödülü Adayı
Yazarı Sizekitap’da Ara Yazarı Twitter’da Ara Kitabı Twitter’da Ara Yazarı Facebook’ta Ara Kitabı Facebook’ta Ara
devamı burada => https://goo.gl/8vCkDr
0 notes
cncizmirescort-blog · 8 years ago
Text
Senden Vazgeçmesi Mümkün Değil
Senden Vazgeçmesi Mümkün Değil
Alıp bırakıyor ve cennetin tonlarında öyle söylemek için hiçbir itaatsizlik İzmir Rus Escort anteni kırık radyolarla işi olmaz olursa bütün olarak resmedilmeye devam ediyor.Ancak bu yaşamın bu kadar eksik tasarımları hiçbir yerde mükemmelleştirilmez.İnsanların İzmir en sevimli projelerinin o kadar sıkça kürtajı,dünyanın egemenliğine,dindarlığa veya dehaya bedenselleştirilen şeylerin,ruhun egzersizleri ve tezahürleri dışında değer taşımadığının İzmir Escort bir kanıtı olarak alınmalıdır.Cennette,tüm olağan düşünce Milton’un şarkısından daha yüksek ve daha melodiktir.O halde burada bitmemiş bıraktığı gerginliklere başka bir ayet ekleyecek mi?Ama Owen Warland’e dönmek için.Hayatının amacına ulaşmak onun için iyi ya da kötü bir servetti.Uzun bir uzay yoğun düşünce,özen çaba,dakikalık bir uğraşı geçin ve kaygı anı harcayarak bir anda İzmir yalnız zafere ulaşın: bunları hayal edelim; Ve daha sonra sanatçıyı,kış akşamı Robert Danforth’un yanan çemberine girmek isteyen görün.Orada demir adamını buldu,büyük maddesini iyice ısındı ve evdeki etkilerle kapladı.Ve Annie de,şimdi kocasının sade ve dayanıklı doğasının çoğuyla bir matrona dönüştü,ancak Owen Warland’ın hala daha ince bir lütufla inandığına göre,onun gücü ve güzelliği arasındaki tercümanı olmasını sağlayacak şekilde takındı.Aynı şekilde,yaşlı Peter Hovenden’in bu akşam kızının şömininde konuk olduğu ortaya çıktı.
İzmir Rus Escort anteni kırık radyolarla işi olmaz
Eski arkadaşım Owen! Başlangıçta Robert Danforth’u ağlarken,sanatçının zarif parmaklarını,demir çubuklarını sıkmaya alışmış bir elin içine sıkıştırdı. Sonunda bize gelmek nazik ve komşu bir yer Seni sürekli hareketinin eski zamanın hatırından uzaklaştırdığından İzmir korktum.Sanatçı hemen yanıt vermedi,halının üstünde dönen genç bir çocuğun hayaleti tarafından ürküyordu gizemli bir şekilde sonsuzdan çıktı küçük bir kişilik,ancak kompozisyonunda çok sağlam ve gerçek bir şey İzmir Escort vardı O,dünyanın sağlayabileceği en yoğun maddeden kalıplaşmış gibi görünüyordu.Robert Danforth’un duruşu ifade etmesiyle birlikte bu umut dolu bebek,yeni gelenlere yöneldi ve kendini durdurmaya karar verdi; annesi,kocasıyla gururlu bir bakış izlemesine yardımcı olamayacağına dair böylesine gösterişli bir gözle Owen’e baktı.Ancak sanatçı,Peter Hovenden’in alışılmış ifadesi ile benzerliğini İzmir hayal eden,çocuğun bakışıyla rahatsız edildi.Eski saatçinin bu bebek şekline sıkıştırıldığını ve o bebek gözlerinden baktığını düşünebilirdi,Elbette,ben geldiğimi ifşa etmek dedi Owen Warland. Sen de biliyorsun,göreceksin,dokunacaksın ve sırrına sahip ol! Annie için eğer o isimle arkadaşımıza benim çocuksu yıllarımı anlatabilirsem,Annie,gelin hediyen için sahip olduğum şey bu Bu ruhsallaştırılmış mekanizmayı,hareketin bu uyumunu,bu güzellik gizemini geliştirdi: Gerçekten geç geldi; ancak İzmir Escort hayatta ilerledikçe,nesneler renk tazeliğini ve ruhlarımızı algılama inceliklerini İzmir kaybetmeye başladığında,Güzellik ruhuna en çok ihtiyaç duyuluyorsa Annie Affedersen,Annie,eğer nasıl biliyorsan,bu hediyeye değer İzmir Rus Escort anteni kırık radyolarla işi olmaz veriyorsan asla geç gelemez.
http://cncizmir.com/senden-vazgecmesi-mumkun-degil/
0 notes
sosyalmedyablog · 8 years ago
Text
New Post has been published on Edebiyat Kulübü
New Post has been published on http://edebiyatkulup.com/aski-en-iyi-anlatan-kitap-varolmanin-dayanilmaz-hafifliginden-cok-agir-15-ozel-baski/
Aşkı En İyi Anlatan Kitap "Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği"nden Çok Ağır 15 Özel Baskı
Milan Kundera’nın herkes birbirinden hoş olan eserlerinin içinden Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği’nin yeri öyle çok okur için apayrıdır. Aşkı, insanı, yaşamı en iyi tahlil eden bu başyapıtın, sade ve dostça diliyle sorduğu sorular bize öğrenmek istemediğimiz cevapları sunar.
1. “Güçlüler güçsüzleri incitemeyecek değin kuvvetsiz olunca, güçsüzler çekip gidecek değin kuvvetli elde etmek zorundaydı.”
2. “Gerçek insan iyiliği, ancak karşısındaki cılız bir yaratıksa tüm saflığı ile, özgürce ortaya çıkabilir. “
“İnsan soyunun hakiki ahlâki sınavı, esas sınavı(ayrıntılarıyla derinlere gömülmüş, gözlerden uzak sınavı) onun, merhametine bırakılmışlara davranışında gizlidir: Hayvanlara.”
3. “Cennete duyulan arzu insanın insan olmamaya duyduğu özlemdir.”
4. “Peşine düştüğümüz hedefler her zaman bir parça sislerle örtülüdür. Evliliği özleyen genç kız bilmediği bir şeyi özler. Ün ardındaki koşan gencin ün denen şey hakkında en minik bir bilgisi yoktur.”
5. “Sevgi insanın gücünden vazgeçmesi demektir.”
“Franz için aşk kamusal yaşamın bir uzantısı değil, antiteziydi. Kendini eşinin merhametine bırakmayı özlemek demekti. Bir savaş tutsağı gibi teslim olan birey bununla beraber silahlarını da ayrılmak zorundadır. Gelebilecek darbeye aleyhinde daha her tarafta savunmasız olduğu için de darbenin ne vakit geleceğini merak edip durmaktan kendini alamaz. Franz için aşk sürekli bir darbe bekleyişiydi diyorsam, işte bundan.”
6. “Dünya böylece çirkindi ki, kimsecikler kalkmadı mezarından.”
7. “Bir kadınla sevişmek ve bir kadınla uyumak iki bambaşka tutkudur, sadece ayrı yok bununla beraber da zıt tutkulardır. “
” Aşk çiftleşme arzusunda (sonsuz sayıda kadına dek uzanabilecek bir tutku) duyurmaz kendini, uykuyu paylaşma arzusunda duyurur (tek bir kadınla sınırlı olan bir istek).”
8. “Tatlı sözler söyleyen, saygılı, kibar biriyle ortak oturdunuz mu , onun söylediği hiçbir şeyin dogru olmadığını, hiçbir şeyin dürüst olmadığını kendi kendinize hatırlatmanız dünyanın en kuvvet işidir.”
9. “Her iki tarafı da mutlu edecek tek ilişki, duygusallığa yer vermeyen ve sevgililerden ne birinin, ne de ötekinin birbirlerinin yaşamı ve özgürlüğü üstünde hak öne sürdükleri ilişki biçimidir.”
10. “Gözü ‘daha yükseklerde bir yerde’ olan herkes günün birinde gözünün kararabileceğini hesaba katmalıdır.”
“Nedir göz kararması? Düşme korkusu mu? Peki lakin gözcülük yapma kulesinin sapasağlam trabzanları da olsa bu korkuya kapılırız; neden? Yok, göz kararması düşme korkusundan farklı bir şey. Bizi çağıran, bizi kışkırtan, altımızdaki boşluğun sesidir göz kararması; düşme arzusudur, bu arzunun karşı dehşete kapılır, kendimizi korumaya çalışırız.”
11. “İçinde yaşadığı yeri terk etmek isteyen kişi mutsuz kişidir.”
“Üniversite mezunu ile kendi kendini yetiştirmiş birey arasındaki ayrım, bilgi düzeyinden çok dirim gücü ve kendine güven düzeyinin yüksekliğinde ortaya çıkar.”
12. “Aşk kaybettiğimiz yarıyı özleyişimizdir işte.”
13. “Hayat ne değin acımasız olursa olsun, mezarlıkta her zaman rahat vardır. Savaş sırasında, Hitler’in zamanında, Stalin’in zamanında, tüm işgaller sürüp sırası gelmişken bile.”
“Mezarlar çimle ve renk renk çiçeklerle kaplıdır. alçak gönüllü mezartaşları yeşilliğin içerisinde kaybolurlar. Güneş battığında kabristan ufak küçük mumlarla ışıl ışıldır. Ölüler bir çocuk balosunda dans ediyorlardır sanki.Evet, çocuk balosunda, çünkü ölüler çocuklar dek masumdur. Yaşam ne değin acımasız olursa olsun, mezarlıkta her zaman rahatlık vardır. Savaş sırasında, Hitler’in zamanında, Stalin’in vaktinde, bütün işgaller sürüp bu vesileyle bile.”
14. ”Bu dünyada gençlik ve güzelliğin bir anlamı yoktu; birbirinin tıpkı eşi, ruhları görünmez olmuş bedenlerle doymuş uçsuz bucaksız bir birleştirme kampından diğer bir şey değildi yaşadığımız dünya.”
15. “Beni seviyor mu? Benden daha çok sevdiği bir başkası var mı?”
“Aşkı değerlendirmek, denemek, sınamak ve kurtarmak için aşka yönelttiğimiz tüm bu sorular olur ya de her şeyin yanısıra aşkı kısaltmaya da yarıyor. Belki de sevemememizin nedeni çok hoşlanmak istememiz, yani karşımızdaki kişiden hiçbir istekte bulunmaksızın, ondan onunla birlikte olmaktan diğer bir şey istemeksizin kendimizi ona verecek yerde ondan bir şey (aşk) istek etmemizdir.”
Onedio IQ’yu Facebook’tan takip etmeyi unutmayın!
0 notes