#Sabahattin Er
Explore tagged Tumblr posts
yesilhaber · 2 years ago
Text
Eksim Enerji, Kalyon PV’den 187,5 MW güneş paneli alacak
Eksim Enerji, Kalyon PV’den 187,5 MW güneş paneli alacak
Eksim Holding’in yüzde 100 yenilenebilir enerji şirketi Eksim Enerji, Şanlıurfa’nın Viranşehir ilçesinde kuracağı güneş enerjisi santrali için Kalyon PV şirketinden 187,5 MW gücünde solar panel satın alma anlaşması yaptı. Şirketten yapılan açıklamada, Eksim Enerji’nin geçtiğimiz aylarda Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı tarafından düzenlenen YEKA GES-4 ihalesi kapsamında Şanlıurfa’nın…
Tumblr media
View On WordPress
0 notes
gecebekcisikiz · 8 months ago
Text
Birbirine küflenmeye yüz tutmuşcasına kenetlenmiş iki kalbin, aslında çokta birbirlerine ait olmadıklarını er ya da geç anlıyoruz. Belki de anlamak zorunda kalıyoruz. Nasıl mı? Acıyla, yaralarla, görünmez kanlarla...
Ne acı ama öyle değil mi?
Hadi ama sizce de hata bizde değil mi? Kimse bizi zorla kandırmadı. Biz kör değildik, elimize verilen bastonun malzemesine bakmamamız bizim aptallığımızdı. Hazmedebilene!
Peki ya Kalplerin kenetlendiğine inanmakta mı aptallıktı? It's very crazy! Tabi ki, hayır. Bu varoluşumuzun temeli, gerçek olduğunu biliyoruz çünkü inanıyoruz. Eğer onunla kenetlendiğinize inandıysanız, gerçektir. Ya daa...Belki de değildir. Kainat aldatmacalarla dolu. Üzerine düşünülecek kocaa bir evren dolusu ihtimal varken, ne diye kalplerin kenetlenmesi üzerine düşünüyoruz ki? Ha illa diyorsan,bu kenetlenme -yani namı diğer aşk denilenin- olayı, ne ki bu kadar dillere. destan, anlatıla anlatıla bitmiyor.. Çok basit.
Sabahattin Ali'nin bir sözü var, belki onunla açıklayabilirim:
"Bu akşam anladım ki bir insan, diğer bir insana bazen hayata bağlandığından, çok daha kuvvetli bağlarla sarılabilirmiş."
Tabii günün nihayetinde bir insanın hayatla bağları kopabildiği gibi, diğer bi insanla da bağları kopabiliyor. Demem o ki, bir rüyaydı.Uyandık, lakin bir beşeri cennete...
4 notes · View notes
aykutiltertr · 7 months ago
Video
youtube
Yeşil Ördek Gibi - Timuçin Esen - Ritim Karaoke Orijinal Trafik (Sivas D...  Ayrıcalıklardan yararlanmak için bu kanala katılın: ( Join this channel to enjoy privileges.) ✩ https://www.youtube.com/channel/UCqm-5vmc2L6oFZ1vo2Fz3JQ/join Şarkının Orijinal Versiyonunu Linkten Dinleyip Ritim Karaokesiyle Çalışabilirsiniz. ✩ https://youtu.be/NbXSh3e2zTk Aykut ilter Ritim Karaoke Kanalıma Abone Olun Beğenip Paylaşın. Yeşil Ördek Gibi - Timuçin Esen - Ritim Karaoke Orijinal Trafik (Sivas Düğünü THM KORO) YEŞİL ÖRDEK GİBİ DALDIM GÖLLERE Yöresi- İli SİVAS   İlçesi- Köyü Zara   Kaynak Kişi SABAHATTİN ALPARSLAN Derleyen OSMAN ÖZDENKÇİ Notaya Alan OSMAN ÖZDENKÇİ İcra Eden Makamsal Dizi HÜSEYNİ Konusu - Türü Aşk Sevda Karar Sesi La Bitiş Sesi La Usül 4/4 En Pes Ses Sol En Tiz Ses La Ses Genişliği 9 Ses TÜRKÜNÜN SÖZLERİ A               Bm     Em           Yeşil Ördek Gibi Daldım Göllere Bm          Em    D       A   Sen Düşürdün Beni Dilden Dillere Em        Bm       A     Bm Başım Alıp Gidem Gurbet Ellere   D           A     G        Bm Ne Sen Beni Unut Ne De Ben Seni A               Bm      Em         Sevdiğim Cemalim Güneşim Mahım Bm        Em    D      A Seni Seven Aşık Çeker Ezvahın   Em       Bm      A      Bm Getir El Basayım Kelamullahın   D           A       G      Bm Ne Sen Beni Unut Ne De Ben Seni GEL SENİNLE AHD-Ü PEYMAN EDELİM BAĞLANALIM BİR KARARA VARALIM SÖYLEDİĞİN SÖZDE HEMEN DURALIM NE SEN BENİ UNUT NE DE BEN SENİ Türkünün 3. kıtasının ilk notasındaki hali : SEVDİĞİM CEMALİM GÜNEŞİM MAHIM SENİ SEVEN AŞIK ÇEKER EZVAHIM GETİR EL BASAYIM KELAMULLAHIM NE SEN BENİ UNUT NE DE BEN SENİ EZVAH : EZVA : İncitme, kırılma DİLE DÜŞMEK : Hakkında dedikodu yapılmak AHD-Ü PEYMAN : Söz verip anlaşma CEMAL : Yüz güzelliği MAH : Ay (yüzü güzel) KELAMULLAH : Allah'ın sözleri, Kur'an Yeniden yazılan notada yapılan değişiklikler : * Türkünün bağlantı bölümü, saz bölümü olarak yazılmış.. * Repertuar kitabında olmasına rağmen, türkünün notası üzerinde eksik olan Kaynak Kişi, Derleyen ve Notaya Alan bilgileri yazılmış... * Eski notada "SİVAS - TOKAT" olarak görünen yöre bilgisi "SİVAS/Zara" olarak değiştirilmiş... * Türkünün 3. kıtasındaki sözler değiştirilmiş... Türkünün yeniden yazılan notası siteye yüklenmiş olup, ilgilenenler için eski notası da yayınlanmaya devam edilmektedir. "Sivas türküleri" kategorisindeki sayfalar Bu kategoride yer alan toplam 171 sayfanın 171 adedi aşağıdadır. A Ah Edip Ağlama Zülfü Siyahım Ah Edip Çırpınan Bülbüle Döndüm Aklın Başına Yar İse Akşam Olur Karanlığa Kalırsın Ala Gözlü Nazlı Pirim Alçacık Duvar Üstü Anlatamam Derdimi Dertsiz İnsana Arayı Arayı Bulsam İzini Asrı Gurbet Harap Etmiş Köyümü Açıl Mor Menevşem Ağ Gül ile Kırmızı Gül Ağgül Seni Camekânda Görmüşler Ağılın Altı Kenger Aşağıdan Acı Poyraz Acılar Aşağıdan Bir Yel Esti Aşağıdan Gelir Eli Develi B Bad-ı Saba Selam Söyle O Yare Bahçelerde Vez Olur Bak Şu Feleğin İşine Baydığın Başında Duman Irımaz Bağlandı Yollarım Galdım Çaresiz Beklerim Selamın Seher Zamanı Belkama’da Yatan Hasta Ben Garibim Sen Garibsin Ben Gidersem Sazım Sen Kal Dünyada Ben Gidiyom Rüştü Bey'im Ağlama Beni Görüp Yüzün Öte Dönderme Beni Hor Görme Gardaşım Benim Adım Dertli Dolap Bey Dağın Başında Kardır Borandır Beydağı'nın Başı Kardır Borandır Beş Günlük Dünyada Bico Nerden Geliyon Bin Cefalar Etsen Almam Üstüme Bir Kararda Durmayalım Bir Kökte Uzamış Sarmaşık Gibi Bir Ulu Ağaçtan Bir Yaprak Düşse Biz Canları Güle Vermişiz Bu Yarayı Dosttan Aldım Ezeli Bu Yıl Bu Dağların Karı Erimez Bugün Ben Güzeller Şahını Gördüm Bugün Dost Yaralanmış Bugün Yine Duman Sardı Başımı Bundan Sonra Ben O Yare Küskünüm D Daim Kış Olmaz Dam Üstünde Çul Serer Dedim Dilber Didelerin Islanmış (Sivas) Derdimi Dökersem Derin Dereye Dolanı Dolanı Gelir Dost Bağının Meyvaları Erişti Dost Dost Diye Hayalına Yeldiğim Dumluca'nın Bayırına Durnamın Kanadı Yeşil E Ekini Biçer Oldum El Ne Bilir Yar Aşkına Yandığım Ela Gözlü Nazlı Dilber Entarisi Dım Dım Yar Er Kalkan Aşıklar Menzile Yetti Eridi Kalmadı Dağların Karı Evlerinin Önü Yonca Ey Sevdiğim Sana Şikâyetim Var Ey Şahin Bakışlım Bülbül Avazlım (Sivas) Ezim Ezim Eziliyor Yüreğim Ezrail Serime Çöktüğü Zaman Eşimden Ayrıldım Yoktur Kararım F Fincanı Taştan Oyarlar (Sivas) G Gam Elinden Benim Zülfü Siyahım Gel Gönül Gidelim Aşk Ellerine Gel ha Gönül Havalanma Gel Seninle Danışalım Sevdiğim Geldim Şu Alemi Islah Edeyim Geline Bak Geline (Sivas) Gelmiş İken Bir Habercik Gine Dertli Dertli İniliyorsun Gine Gam Yükünün Kervanı Geldi Gönlüm Viran Oldu Senin Elinden Gül Menevşe Senden Almış Kokuyu Güzelliğin On Par'etmez H Hacel Obasını Engin mi Sandın Halay Başı Kim Çeker (Sivas) Havalanma Telli Durnam Hazan ile Geçti Şu Benim Ömrüm Helkeler Golunda Suya Gidiyor I Irmağın Geçeleri (Sivas) K Kale Kaleye Karşı (Sivas) Kaleden İndim İniş Kaleden İniş m'olur (Sivas) Kapının Önünde Durur Araba Kar Yağar Bardan Bardan Kara Duta Yaslandım Kara Tiren Gelmez m'ola Karlı Dağlar Karanlığın
0 notes
fisiltihaberleri · 1 year ago
Text
Tumblr media
Kütahya Hava Er Eğitim ve Tugay Komutanlığı 2023-8 dönem bedelli askerler için yenim töreni
Törene Kütahya Belediye Başkan Yardımcısı Abdullah Damcı, Fısıltı Haberleri Genel Yayın Yönetmeni Sabahattin Birinci'nin Biricik oğlu Ahmet Serdar Birinci Kütahya Hava Er Eğitim ve Tugay Komutanlığı’nda 2023/8 dönem and içme toreni ile askerliğini tamamladı. Kütahya Hava Er Eğitim ve Tugay Komutanlığı’nda 2023/8 dönem bedelli askerler için düzenlenen yemin törenine katılanlar arasında, Gaziler, Şehit Alileri ile binlerce asker aileleri yerlerini aldı.
0 notes
dediadam · 3 years ago
Photo
Tumblr media
Hiç mi özlemedin kadın nefesin de mi tutulmadı - ki ay bile tutulur.Hiç mi soluğun kesilmedi şu merdiveni çıkarken, hiç mi bu küf kokan pasajın içinden geçmedin -ki bazen içimden küfretmek geçer... Hiç mi çay içmedin, aklına hiç mi gelmedim.Hiç mi bir lain sana haram leylakları sunmadı.Hiç mi hicaz çalmadı o hain radyoda. Şarkılar diyorum; hiç mi pusu kurmaz sana, yatağını hep sıcak mı tutar yorganın. Hiç özlemedin mi kadın. - Ben seni bildiğim tüm pozisyonlarda sevdim... "Yüklemlerin yüklerini bıraktığı tek cümlede adın geçiyorsa bil ki başlıyoruzdur sevişmeye" Üstümüz açık,cam açık, tüller savruluyor yatağa.Senin adın, ağzımın tadı olmuş bekçiler not düşüyor halimize minarelerden: - Aşıklar gelmesin ibadete devam edelim diye... Mabed addediyor,daha bir sokuluyor çeviriyorum yüzümü saçlarının boynuna dokunduğu yere... Tenin tenime eş, yokluklar eski önemini taşımıyor, hatta kimse hiçbir şey taşımıyor üstümüzdeki avret kumaşlarından arınmışız ne güzel baksana manzara.Tüm yük kalkmış bozuk dünyanın kasıklarından, bitmiş tüm üç-beş nöbetleri kışlalarda, herkes silahını indirmiş tüm çelik başlıklar yağmur duasında kadın, avuç açmış biriken ter damlalarımıza... Nefesim kol geziyor, volta atıyor bütün gece teninin kuytularına. Telaş etme kadın; Varlığımız saklanmış tüller ardına, utana sıkıla sevişiriz nasılsa gözlerimizi kapatır, susuzluğu serabını dudaklarda buluruz. Ne dersin susarız belki, kana kana... Sen ki kaçamak dokunuşların müptelası.! En kuytulara taş atıp kaçarsın bilirim devrimci çocuk edası en çok sana yakışır o gece.Sabah olur birkaç cam kırmanın mutlulukla aşık olunca.Fikrinin tenhalarından henüz tanışmadığımız çocuklarımıza isimler koyarsın... Ve güneş savururken insanları beton bloklara, ben çarşaflara sarılır saçlarına hapsolurum.Elim yüzüm sen olmuş, ne ala; ben ki mahallenin en kirli çocuğu hiç yıkamam yüzümü...! Neyse vesselam, Bir iyilik yapta. Sev beni.. Vehayut siktir et.. Ekmeleddin'i sev.. Ya da Demirtaş'ı.. Rte peygamberi yobaz milletin.. Bak aslında ben oruç tutmam, namaz da kılmam.. Zekat? Vermem.. Sen beni seversen Filistin"e bile gideriz.. İçeriz, sevişiriz.. Sonra "tsira"isminde bir kızımız olur.. Sana benzer bence.. Peşin söyleyeyim lan. Seni artık sıtarbaksa falan götürmem.. Sevmem oraları.. Samimiyetsiz insan dolu.. Sen beni seversen ben sana kitap okurum bozuk diksiyonumla.. Ben cok cok kitap okudum.. Bi boka yaramadı Ali Lidar'in deyimiyle.. Sonra göğe bakarız.. Reyhanlı'ya gider 53 sunni vatandaşımızın mezarını ziyaret ederiz..hrant'ı anarız.. Madımak'ı da... Amed'e de gideriz hocam.. Ama benle kal.. Öncesinde sev beni tabii.. Cahit Berkay abimize gideriz.. Yolum Seninle'yi dinleriz.. Kimsin, nesin, nerdesin gerçek manada bilmiyorum ama senden öncekiler hep parasız-fukara oldugum icin terketti beni.. Sen benzeme onlara.. Benzemez kimse sana... Umut ol.. İçkiyi bırakırım.. Namaza falan başlamam ama güzel adam olurum.. Sabahattin Ali'yi anlatırım sana.. Ahmet Kaya da gelir o zaman.. Ferhan Şensoy izleriz.. Alp Er Tunga oldu mu? Utopyalar güzeldir.. Ben Çirkin.. Sen? Hoşgelirsin belki.. Beklerim.. Seni anan benim icin doğurmuş canım.. Herkese selam, sana hasret...
5 notes · View notes
yurekbali · 5 years ago
Text
Tumblr media
Bize kıyılara çıkmayan dalgalar, çocukları yutmayan sular borçlusun İstanbul... Boğaz’ı geçen balıkları sayan deli bir muhasebeci, balıkların peşine takılıp Haliç’e giren şaşkın bir yunus, yunusa yalanırken rakı bardağına düşen bir kedi, kediye kaftanlardan kefen diken bir terzi borçlusun. Bize dipsiz çöp kutuları borçlusun İstanbul... Kız Kulesi’nin ağzına çatal bıçak sokanları, bahçeleri otopark yapanları içine atmak için, atmak için ayakkabı kutularında banka şubesi açanları, İstanbul sen bize gökdelenlere çarpıp sakat kalan rüzgârın son nefesini ve Saatleri Ayarlama Enstitüsü’nde işe devam eden bir Tanpınar borçlusun. Bize akasya dalına asılı bir dülgerbalığı borçlusun İstanbul... Binlerce “Hişt! Hişt!”le Ada’da yürüyen bir Sait Faik, nice İstanbullu göz indirmemişken öykülerine, vapurlara, rıhtımlara ve çapaların denizin dibini kazıya kazıya öpmesine âşık öfkesi bile güzel bir adam borçlusun. Bize bir Mimar Sinan borçlusun İstanbul... İsteseydi bir cami sığdırırdı sarı bir lalenin içine, gök kubbeler kurardı boşluğuna yumurtaların, bıraksalar kim bilir kaç aşk çıkarırdı Mihrimah Sultan’dan, kavrasaydık ruhunu ustalığının işe bisikletle gidip gelirdi şimdi Belediye Başkanların. Bize ak saçlı bir Orhan Veli borçlusun İstanbul... Öldüğü gün Boğaz’ın üstünden bir harf sürüsü geçmiş diyorlar, “Vasiyetidir!” diye düşünmüştür Sabahattin Eyüboğlu ve mırıldanmıştır senin kulağına eğilerek eminim, “bize Rumelihisarı’ndan göğe uçan Yaprak adlı bir kayık borçlusun”. Bize bir Takiyyüddin er-Râsıd borçlusun İstanbul... Bir zaman kuyumcusu, bir ışık düşçüsü borçlusun ve Samanyolu’nun başımızı döndüreceği geceler, sokaklarından tek tek yıldızların sayılacağı semtler, gazlanarak söndürülen ateşböceklerinin gözlerini borçlusun. Bize “yok etmek istediğini kör eder tarih” diyen bir Onat Kutlar borçlusun İstanbul... Barbarlara ve onların köpeklerine kucak açtığın, son atımızı kurtlara yedirdiğin için, unutturduğun için ”baharın isyancı” olduğunu bize, geleceğimize ekemediğimiz bir Yasemin borçlusun. Bize bulutların arasından geçen bir Hezarfen borçlusun İstanbul... Uçmadı diyenler olsa da Galata Kulesi’nden o hep var olsun isterim gökyüzünde, martılara çırak olsun ve bıyık altından gülümseyerek softalara, yere öyle insin isterim, diyeceğim, İstanbul bir çift kanat da borçlusun bize. Bize memleketinde bir Nâzım borçlusun İstanbul... Münevver’in kucağından babasına uzanan bir Memet, Varşova’dan gerisin geriye dönen saman sarısı bir tren, kederi dudaklarla silinmiş bir sonbahar Prag Garı’nda ve Leipzig’de ölümün ellerinden çıkarılan eldivenler, ha bir de Anadolu’nun bir köyünde, çınar altında haksızlıklara kalkmış yumruklar borçlusun. Bize Haliç’in ağzında bir Leonardo Da Vinci köprüsü borçlusun İstanbul... Göl eyledik sandığımız Akdeniz’den okyanusa açılmayı başarabilen gemiler, kayıp parçalarını Piri Reis haritasının, babaları seferden sağ dönmüş çocukların sevincini ve anlatılmamış anılarını Endülüs’ten yola çıkan Osmanlı kalyonlarının, başındaki bulutlarla gökyüzüne şunu da yaz, bize havalanan uçaklarını gülümseyerek izleyen bir Vecihi Hürkuş borçlusun. Bize içinden doğru sevilmiş bir Edip Cansever borçlusun İstanbul... Kapı yanında herkesten habersiz ölmekten korkan bir gülcü, şairler çıkıp gittiğinde şiir taslaklarını süpürmeyip toplayan garsonlar, saniye kadar sümbüller, sonsuzluk kadar unutmabeniler ve yere dökülen unun alın teriyle alınmış ekmeğe geri verilecek sessizliğini borçlusun. Bize herkesten çok bir Türkan Saylan borçlusun İstanbul... Olanları ah nasıl da seyrettin, horlanırken aydınlar nasıl gülümsedin bıyık altından, gözaltına alınırken “At Kız”, başka tarafa nasıl çevirdin başını, ruhlarımızın kurutma kâğıdısın sen İstanbul, nüfus kâğıdısın toplumsal cinnetimizin, başını karanlığa çarpmışsın çarpmamışsın ne fark eder, geleceğimize binlerce aydın binlerce Türkan Saylan borçlusun. - Akgün Akova, Türkan (Baba Bana Bağırma, Serpme Şiirler) - Görsel: Erhan Cihangiroğlu
58 notes · View notes
baybaykus · 5 years ago
Text
ARA
BÖLÜMLER
Ana Sayfa
Video
Yazarlar
Çok Okunanlar
Kategoriler
İletişim
Gizlilik, Şartlar, Kullanım Sözleşmesi
COPYRİGHT 2018 ODATV.COM
Erdoğan’ın İsmailağa ziyaretinin perde arkası
Sabahattin Önkibar yazdı
13.01.2020
5.5k
Shares
Bayram değil, seyran lakin Tayyip Erdoğan sürpriz bir şekilde İsmailağa Cemaati’ni “öptü”, pardon dergahını ziyaret etti.
Ziyarette cemaatin veliahtı Hasan Kılıç Hoca ile Cemaatin halen hasta olan şeyhi Mahmut Hoca’nın oğlu Ahmet Ustaosmanoğlu hazır bulundu.
Peki, bu sürpriz ziyaret niçin mi?
İslamcı cenahın önder ismiyle yaptığımız telefon sohbetinden bir kesit:
- “Sabahattin Bey sizin yazdığınız gibi Tayyip Bey galibe baskın bir seçime hazırlanıyor.”
- “Bilgileriniz, duyumlarınız mı var?”
İSMAİLAĞA ZİYARETİ
-“Evet var… Mesela Sayın Erdoğan’ın İsmailağa Cemaatini ziyaret etmesi ve bunu kamuoyuna duyurması bunun içindir.”
- “Ayrıntı verebilir misiniz?”
- “Bu cemaatin içinde 3 siyasi eğilim var. En ağırlıklı olanı Ahmet Davutoğlu taraftarları. Şeyh Mahmut Hoca’nın yakın çevresi bu cenahta... İkinci kesim Saadet Partisi’ne sıcak bakanlar. Ak Parti bu cemaat içinde üçüncü konumda yani en zayıf halka… Tayyip Bey de bunu gördü ve ilişki tazeleme atağında.”
- “Sonuç alabilir mi?”
- “Bu sorunun iki cephesi var. Birincisi cemaatler malum çıkarları ekseninde hareket eder. Cemaat yönetimleri iktidardan bir şey ister ve alır. Karşılığında seçimden iki gün önce ‘Rüya görüldü oylar Tayyip Bey’e’ denilir ve müritler buna yüzde yüz uyar. Cemaatlerde sorgulama yoktur.”
ERDOĞAN’LA KADER BİRLİĞİ
- “İkinci boyut nedir?”
-“Sadece  İsmailağa’da değil, bütün İslamcı cemaatlerde Tayyip Erdoğan’ın siyaseten sona yaklaştığı  bakışı  egemen... Buradan hareketle cemaatler yarın, yani yakın gelecekte hesap vermeme adına çok dikkatli. Tayyip Erdoğan ile kader birliği içinde görünmek istemiyorlar. İlaveten…”
- “Evet!”
- “Seçimde Sayın Davutoğlu veya Saadet Partisi ile ilişkide olmayı ve onları desteklemeyi yarınları  adına teminat olarak görüyorlar… Bütün cemaatlerin kurmayları, devran döndüğünde büyük bir hesaplaşmanın olacağının farkında ve ona göre pozisyon alma söz konusu.”
AHMET DAVUTOĞLU ETKİSİ VE MENZİLCİLER
- “Ahmet Davutoğlu’nun diğer İslamcı cemaat ve guruplarda etkisi nedir?”
- “Abartmıyorum Erdoğan’ın 10 katı bir etkiye sahip… Tayyip bey oralarda sadece iktidar imkanları ve devlet gücü ile var… Sayın Erdoğan’ı paniğe sokan biraz da budur. Özellikle Güneydoğulu Şeyh ve Meleler Davutoğlu ile yakın temasta.”
- “Menzilciler?”
-“O cemaat iktidarı karşısına alamaz zira, devlet ile iç içe durumdalar. FETÖ’nün boşalttığı pek çok alanda şimdi onlar var... Ancak seçime iki gün kala, güce-anketlere yani var olan iklime göre tavır değiştirebilir ve ‘Rüya görüldü AKP’ye oy yok’ diyebilirler.”
NURCULAR VE SARAYCI GURUPLAR
- “Nurcu Guruplar?”
- “Çok büyük bölümü Davutoğlu’nu destekliyor… Nakşi gurupların içindeki Süleymancılar da ikiye bölündü ve büyük kesim AK Parti’nin karşısında.”
- “Tayyip Bey’i kayıtsız destekleyen yok mu?”
- “Var... Hak-Yolcular, Ensarcılar, Işıkçılar, Erenköy Cemaati ve Uşakilerin bir bölümü. Ancak bu cemaatlerin oy tabanları çok küçük.”
- “Hükmünüz!”
-“Ahmet Bey Tayyip Bey’in İslamcı tabanda var olan halısını çekiyor. Öyle bir görüntü var.”
Sohbetimizin yorumunu okurlarıma bırakıyorum…
Sabahattin Önkibar
Odatv.com
5.5k
Shares
13.01.2020 17:51
Sabahattin Önkibar- Tüm Yazıları
Diğer Tüm Yazarlar
Bu habere tepkiniz:
4833950
Ufak bir yatırımla başladı ve bilgisayar başında 1 ayda zengin oldu!
Crypto Protrader
Altın yatırımcısına servet kazandırdı!
Markets Pro
İLGİLİ HABERLER
Aynı yer farklı fotoğraf
Er
1 note · View note
letsclemini · 2 years ago
Text
Tag 2 - Istanbul
Nach einem Schwumm, Pide/Ayran Stärkung und Dusche waren wir bereit für unsere erste Istanbul Entdeckungstour.
Unser hiesiger Hügel ist zum Glück nicht so unbezwingbar wie die beiden Hügel zuvor und man ist relativ schnell unten. Unten angekommen und Recht abgebogen ist man direkt im Ägyptischen/Gewürz Basar. Da quietscht das Herz vor Freude! Selbst Clemens fand den Basar spannend und wir entschieden schnell dass wir ihm Mal gebührend viel Zeit widmen sollten. Gewürze, Oliven, getrocknetes Obst, Tee, und und und in Hüllen und Füllen und vor allem in jeder Farbe! Wir haben noch nie so viele unterschiedliche Oliven gesehen!
Nachdem man den Basar, oder eine Gasserl davon, passiert hat ist man auf einem großen Platz, bei einem weiteren überdachten Basar der allerdings täglich um 19.00 schließt, einer Moschee und einer Unterführung die zur Brücke Bzw zum Pier führt. Dort sind wieder Standeln. Ein Essensstandl nach dem anderen bietet die scheinbar bekannten Fisch-Kebabs und Fischbrote an.
Überall in zentraler Lage ist ein Gewusel an hektisch gestikulierenden, diskutierenden und schreienden Menschen - an das muss man sich erst Mal nach zwei im Vergleich dazu menschenleeren Ländern gewöhnen.
Wir ließen und am Pier entlang weiter schieben. An schreienden Anbietern der besten Bosporus Touren und Mais/Maroni Verkäufern vorbei. Neonschild nach Neonschild bot Souviniere und selfmade Produkte an. Touris gefühlt genauso aufgeregt wie die Verkäufer. Keiner geht aus dem Weg und man muss sich seinen Weg durchschlängeln. Ein faszinierendes Schauspiel, das ich da ich leider ziemlich verkühlt bin nicht ganz so genießen konnte wie gehofft. Es ging bergauf, die Straßen leerten sich langsam, bis wir zu einem großflächig abgezäunten Gelände kamen, bei dem viele Security Guides standen. Schnell stellte sich raus das es der Park war wo Hagia Sophia ist. Beim Security Check der einen nicht Mal anschaut vorbei steht man auch schon vor ihr, heroisch beleuchtet bei Nacht. Bisheriges Fazit: ja sie ist sehr groß!
Den Park gegenüber von ihr wieder verlassen und wieder ein Gasserl eingebogen - schon ist man am großen Basar. Wie wir angekommen sind waren schon fast alle Standeln geschlossen. Aber an sich wirkt er wie die etwas herausgeputztere Version des hektischen Gewürzbasars.
Wir waren auf der Suche nach einem Fischrestaurant - endlich gab es Fisch! Man würde zwar schnell fündig werden, aber die Lokale wirkten irgendwie nicht so vertrauenswürdig auf den ersten Blick. Alle die selben Bilder, alle aufgeregt blinkende Neonlichter und Schilder. Viele lärmende Musik wo man sein eigenes Wort nicht mehr versteht.
Wir zogen tatsächlich unseren Reise zu Rate und der führte uns in ein nahe gelegenes Restaurant namens Balikci Sabahattin
Der Garten war lieb und vor allem ruhig. Die Kellner wuselnd aber zuvorkommend. Bestellen kann man bei den Vorspeisen nur ab 2 Personen. Wir nahmen uns eine kalte Vorspeisen (marinierte Seebrasse), eine warme Vorspeisen (gegrillte Calamaries) und einen Fisch (Blaufisch). Dazu bekam man noch als Geschenk des Hauses Wasser, rote Beete Salat und einen wirklich sehr scharfen Tomatenaufstrich. Dazu eine Flasche Weißwein von einer Rebe die wir nicht kannten. Es schmeckte alles gut, aber die Portionen waren sehr klein! Hätten wir wirklich Hunger gehabt, wäre nicht Mal eine/r von uns davon satt geworden!
Als Nachspeise gab es eine türkische Hausmansskost-Spezialität - auch sehr lecker, wenn auch wirklich wirklich süß - ohne dem eher neutralen Eis darauf wäre es uns beiden zu pickad gewesen.
Wir waren ca. 30min von Zuhause entfernt und ich war mittlerweile wirklich schlapp, die Frage war zufuß heim oder Taxi? Da ich nicht einsehen möchte dass ich gerade in Istanbul so verkühlt sein soll entschieden wir uns für die Pedes - Taxi kann man noch immer bestellen.
Die Straßen waren am Heimweg bei weitem nicht mehr so überfüllt - vielleicht da wir im muslimischen Teil der Stadt sind und es hier kaum Lokale gibt die Alkohol anbieten?
Google Maps führte uns wieder über einen komplett anderen Weg. Vorbei an viel zu schnell rasenden Müllwagen, Mülldurchstöbernden Straßenkatzen und leider auch Bettlern und Händlern die versuchten den letzten Fußgängern des Tages noch irgendwas anzudrehen.
Eine wieder steile Straße rauf waren wir bei einer großen Moschee. Deren Turm sah aus wie der den wir gestern am Spaziergang auch gesehen haben - es war also die große Moschee bei uns ums Eck. Die um die Uhrzeit natürlich schon zugesperrt war. Leider auch ihr Park, weshalb wir rundherum spazieren durften. Zum Glück stellte sich heraus, dass sie wirklich bei uns ums Eck war und schon in einigen Minuten waren wir wieder in unseren hellhörigen Gemächern und schliefen in Windeseile ein.
0 notes
seninderdinneha · 7 years ago
Photo
Tumblr media
Türk yazınında bir düello (vuruşma) daveti... Atsız fikirlerinin çeliştiği Sabahattin Ali'yi fikir sahasından er meydanına çağırıyor. #türkedebiyatı #hüseyinnihalatsız #sabahattinali
1 note · View note
dileksahin82 · 8 years ago
Photo
Tumblr media
‘Ela Gözlü Pars Celile’ Kitap Yorumum; Osman Balcıgil’i ilk Sabahattin Ali’yi anlattığı ‘Yeşil Mürekkep’ kitabıyla tanıdım, kitabın tesirinde o kadar çok kalmıştım ki diğer eserlerini de okumam gerektiğini düşünmüş ve ikinci hakkımı Nazım’ın da içinde çokça geçtiği, Nazım’ın annesinin hayatını konu alan ‘Ela Gözlü Pars Celile’den yana kullanmak istedim. Kitap geçtiğimiz yıl Mart ayında Destek yayınlarından çıkmıştı, bir senesinin dolmasına bir ay kala 60. Baskısını yaptığını görüyorum elimde ki kitabın kapağından. Kitaba duyulan ilginin açık bir kanıtıdır baskı sayısı, ne kadar talep gördüğünü de buradan anlamak mümkün zaten.. Yazar üslubunda beni yine şaşırtmadı demekten büyük kıvanç duyuyorum, zira roman tadında kaleme alınan ve beni uzun süre tesiri altına bırakan Yeşil Mürekkep’ten sonra daha azına razı olamazdım doğrusu. Celile hanımla, Nazım’la ve o dönemin birçok tanıdık ismiyle ilgili ne kadar az bilgiye sahip olduğumu öğrendiğimde yüzüm hayli kızardı diyebilirim. Ama er ya da geç öğrenmenin vermiş olduğu haz gerçekten de paha biçilmez ve buna vesile olduğu için yazarımıza teşekkürü borç bilirim.. Gelelim kitapla ilgili detaylara, iki ayrı dönem aynı anda işleniyor, yani şimdiki zaman ve geçmişin ustaca harmanlandığını söyleyebilirim. Kitabın başladığı noktada Nazım’ı açlık grevinden kurtarmak için Celile hanımın planlamak üzere olduğu bir protesto gösterisinin hazırlıklarını anlatırken, birden Celile hanımın Nazım’a hamile olduğu döneme dönüyorsunuz yani tarihler 1902’yi gösteriyor ve Nazım’ın doğumuna sayılı günler var. Selanik’te başlıyoruz Celile hanımı tanımaya, eşi Hikmet beyin görevi münasebetiyle iki yıl yaşıyorlar Selanik’te. Osmanlı İmparatorluğunda görev yapmış bir paşanın torunu, bir paşanın kızı ve bir diğer paşanın da gelini Celile hanım, yani sözün özü ailesi itibariyle sarayın müdavimlerinden.. Çok alımlı, çok iyi eğitim görmüş genç bir kız olduğundan küçük yaşta fazlaca ilgiye mazhar oluyor ve daha genç bir kız bile değilken görücüleriyle tanışmak zorunda kalıyor, kendine en münasip aday olan Mehmet Nazım Paşanın oğlu Hikmet’te karar kılıyor. Şimdiler de çocuk dediğimiz yaşta dünya evine giriyor sosyetenin göz bebeği Celile ve daha ilk gecelerinden anlıyor Hikmet’i seçmekle ne yanlış bir karar verdiğini. Tek tesellisi kendisinden 40 yaş büyük olmasına karşın onu kendi oğlundan bile fazla benimseyen sevgili kayınpederi Mehmet Nazım Paşa ile yaptığı sohbetler, aynı çatı altında geçirdiği zamanlar, onun sanatına karşı duyduğu ilgi alakadır. 14 yıla 3 çocuk (2’si sağ 1’i ölü), bir çok şehir ve bir çok anı sığdırıyor Celile ve sonrasında da yaptığı yanlışı daha fazla uzatmak istemeyerek son veriyor Hikmet’le olan evliliğine.. Dönemin yeni yeni filizlenen genç şairlerinden olan Yahya Kemal’e kaptırıyor gönlünü güzel kadın, onun için evlatlarının ve çevresinin tepkisini hiçe sayıyor, hatta işi daha da abartarak adada birlikte yaşamaya kadar götürüyor. Lakin işler ciddiye dönüp de evlenme vakti gelip çattığında uğruna şiirler yazan, gözyaşları döken, onunla konuşabilmek pahasına türlü oyunlar çeviren genç şairin güvercin yüreği kadar bir yüreğe bile sahip olmadığını anlıyor. Şair, el alem ne der korkusuyla ela gözlü pars diye uğruna şiirler yazdığı güzel Celile’ye sırtını dönüyor ve Celile’de bu aşkı kalbine gömerek ülkeyi terki diyar ediyor, genç kızlıktan beri mektuplaştığı fakat 20 yıldır görmediği Paris’te yaşayan sevgili dostu Marcel’in yanına gidiyor.. Tabi bunlar olurken aynı zamanda çok çalkantılı bir dönemin sorunlarıyla da boğuşmak zorunda kalır, babası ve kayınpederi iki önemli paşa olan Celile, saraya istediği gibi girip çıkabilen sayılı kişilerdendir. Bu yüzden de en önemli hadiseleri birinci ağızdan ilk öğrenen kişiler arasındadır. Dönemin padişahı Vahdettin, Osmanlı imparatorluğunun son halifesi olarak ülkesini ve topraklarını ardında bırakarak bir gemiyle kaçmak durumunda kalır. Yeni Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşu Atatürk’ün başlattığı Anadolu Hareketinin başarası, ardı ardına imzalanan ve günümüz Türkiye’si için olmazsa olan anlaşmalar derken Celile’nin hayatının üzerinden bir imparatorluğun çöküşüne ve yeni bir devletin doğuşuna tanıklık ediyorsunuz. Öyle ki okuduğunuz kitabın bir biyografiden ziyade tarihi bir roman olduğunu düşünmeniz bile çok olası. Ben biyografi diyorum lakin sizi yanıltmış olmak istemem aslında kitabın türü roman, lakin bende bıraktığı tadı tam olarak tarihi bir biyografidir.. Kitabın altında numaralandırma sistemiyle açıklamalar kısmı yine çok şahane düşünülmüş bir detay, zira bahsi geçen isimlerin ve olayların tam hali ve tarihleriyle birlikte okuyucuya alt yazı mahiyetinde sunulmuş, çok da iyi düşünülmüş doğrusu. Bunca bilgiyi toplayıp, harmanlamak ve bir kurguyla okuyucuya sunmak gerçekten büyük bir emek, üstün bir çaba ve üst düzey bir bilgi birikimi demektir. Bu açıdan dönemin olaylarını tüm çıplaklığıyla gözler önüne seren yazar bu işte ne kadar usta olduğunu bir kez daha okuyucusuna kanıtlamış oluyor. Tıpkı Yeşil Mürekkep’te anlatılan Sabahattin Ali’nin hayatından notlar gibi Celile hanımın hayatında da tarihimizin tozlu sayfalarını çeviriyor ve o dönemin zorluklarını bir kez daha idrak ediyorsunuz.. Aynı zamanda dönemin ilk kadın Nü ressamı olan Celile hanımı okurken resimle ilgili bilmediğiniz o kadar çok şey öğreniyorsunuz ki, çizdiği tabloları anlatırken bir an gözlerinizi kapatıp hayal etmeye başlıyorsunuz, ya da o piyanosunun başına her oturuşunda çaldığı ezgiyi duyuyormuş hissiyatına kapılıyorsunuz. Öylesine içine alıyor ki kitap sizi, 416 sayfa ne ara bitti diye hayıflanırken buluyorsunuz kendinizi. Her şey bir yana Nazım’ı doğumundan başlayarak annesinin gözünden görüyor, onun bakış açısından analiz etmeye çalışıyorsunuz. Çünkü o özverili bir anne ve kaç yaşında olursa olsun evlat hep evlattır deyip Nazım’ın peşinde şehir şehir dolaşan cefakar bir kadın.. Çevresi, yaşadığı şaşalı hayat, ailesi, arkadaşları, sosyal durumu geçirdiği zaman zarfında öylesine değişkenlik gösteriyor ki bir ömür nerede başlayıp, nerede son buluyor akıl erdiremiyorsunuz. Nazım’ın en umutsuz anlarında yanında olan ve tutunduğu birkaç kişiden biri olan annesi Celile hanım ona sanatın hep içinde olmasını umut ederek vermişti aynı zamanda kayınpederinin de adı olan Mehmet Nazım adını, üstelik çok da isteyerek yapmıştı bunu ama sonrasında Nazım’ın şiir tutkusu ve şiirlerinde kullandığı sivri dili ilerleyen hayatı boyunca hep derde sokmuştu başını. Lakin o hep onun biricik oğlu, ele avuca sığmaz bahriyelisi Nazım’ıydı, hangi kuvvet ondan vazgeçirebilirdi ki Celile hanımı? Geçiremedi de! Her daim yanında ve destekçisi oldu oğlunun, zaman zaman zıt taraflarda olsalar dahi bu gerçeği hiçbir şey değiştirmedi.. Çok uzattım lafı farkındayım ama bu denli emek verilerek yazılmış bir kitabı daha az anlatmaya gönlüm razı gelmezdi doğrusu. Nazım’ı bir de annesinin gözlerinden okumanızı katiyetle tavsiye ederim. Onun şiirleriyle süslenmiş kısımları da benim gibi pür dikkat okuyacağınızı taahhüt ederim. Ve dahası hiçbir bölümünde sıkılmayacağınız, nadide güzellikte bir kitap olduğunu da söyleyebilirim. Tarihe, şiire, resme meraklıysanız, sanatın her dalından esintiler bulabileceğiniz bu güzel eseri mutlaka okumalısınız. Ben yazara bu güzel serüvene beni de ortak ettiği için bir kez daha teşekkür ediyor, kaleminize zeval gelmesin diyorum, okuyucusunun zaten bol olduğunu bildiğimden bu konuda yorum yapmayı es geçiyorum. Başka bir kitap yorumunda daha görüşmek üzere kitaplarla kalın sevgili dostlar..✋📚🤓 Dilek ŞAHİN 23.02.2017 Osman Balcıgil Destek Yayınları
6 notes · View notes
wepicy · 4 years ago
Text
Sabahattin Eyüboğlu - Köy Enstitüleri Üzerine Kitabından 17 Adet Kitap Alıntılarını Sizler Için Derledik
Sabahattin Eyüboğlu – Köy Enstitüleri Üzerine Kitabından 17 Adet Kitap Alıntılarını Sizler Için Derledik
“Halk aldanmasına aldanır, ama er geç de görür aldatıldığını.” Sabahattin Eyüboğlu – Köy Enstitüleri Üzerine
“Halk aldanmasına aldanır, ama er geç de görür aldatıldığını.” Sabahattin Eyüboğlu – Köy Enstitüleri Üzerine
“Milyonların temizliğe doğru bir adım atması, birkaç yüz kişinin mis sabunuyla yıkanmasından çok daha güzeldir.” Sabahattin Eyüboğlu – Köy Enstitüleri Üzerine
“Mil…
View On WordPress
0 notes
yesilhaber · 2 years ago
Text
YEKDEM tüketicinin elektrik maliyetini azaltıyor
YEKDEM tüketicinin elektrik maliyetini azaltıyor
Eksim Holding’in yüzde 100 yenilenebilir enerji üretim şirketi Eksim Enerji Genel Müdürü Sabahattin Er, Yenilenebilir Enerji Kaynaklarını Destekleme Mekanizması (YEKDEM), kapsamında faaliyet gösteren yenilenebilir enerji santrallerinin piyasa fiyatlarının altında satış yapması nedeniyle tüketicinin elektrik faturasını azalttığını söyledi. Eksim Enerji’nin 2022 yılı içerisinde Türkiye genelinde…
Tumblr media
View On WordPress
0 notes
vatankocaeli-blog · 6 years ago
Text
Hüseyin Nihal Atsız kimdir? Hüseyin Nihal Atsız'ın ölüm yıldönümü
Son Dakika https://www.vatankocaeli.com/huseyin-nihal-atsiz-kimdir-huseyin-nihal-atsizin-olum-yildonumu-16584h.html
Hüseyin Nihal Atsız kimdir? Hüseyin Nihal Atsız'ın ölüm yıldönümü
Tumblr media
Hüseyin Nihal Atsız’ın ölümünün üzerinden 43 yıl geçmiş olmasına rağmen bugün bile geriede bıraktığı eserleri ve düşünceleri ile büyük beğeni kazanmaya devam etmektedir. Yazarlığın ve düşünürlüğün yanı sıra Hüseyin Nihal Atsız öğretmenlikte yapmıştır. Peki Hüseyin Nihal Atsız kimdir?
HÜSEYİN NİHAL ATSIZ KİMDİR?
Hüseyin Nihâl Atsız (12 Ocak 1905, Kadıköy, İstanbul – 11 Aralık 1975, İstanbul), Türk yazar, şair, düşünür ve öğretmen. Türklerin tarihini konu edindiği edebî eserleri, tarih araştırmaları vardır. Türkçü-Turancı dünya görüşüne sahiptir.
Ailesi
Atsız’ın babası Gümüşhane’nin Torul kazasının Midi köyünün Çiftçioğulları ailesinden Deniz Güverte Binbaşısı Mehmet Nail Bey, annesi Trabzon’un Kadıoğulları ailesinden Deniz Yarbayı Osman Fevzi Bey’in kızı Fatma Zehra Hanım’dır.
Çiftçioğulları ailesinin tespit edilen ceddi 19. asrın başlarında yaşadığı tahmin edilen Ahmed Ağa’dır. Ahmet Ağa’nın İsmail, Süleyman, Hüseyin ve Şakir adlı dört oğlu olmuştur. İsmail Ağa’nın çocukları Midi’den, Yozgat’ın Akdağmadeni ilçesinin Dayılı köyüne göçmüşlerdir. Şakir Ağa’nın evladı olup olmadığı bilinmemektedir.
Ahmet Ağa’nın üçüncü çocuğu olan Hüseyin Ağa (1832 – 1894) ise 1850-1852 şıralarında Deniz eri olarak Istanbul’a gelmiş, okumayı ve yazmayı asker ocağında öğrenmiş, askerliğinin nihayetinde de teskere bırakarak Donanma-yı Hümayun’da kalmış ve makine önyüzbaşlığına Çarkçı Kolağalığı’na terfi etmiştir.
Hüseyin Ağa’nın eşi Emine Hayriye Hanım’dır. İki çocukları olmuştur. Nevber Hanım ile Mehmet Nail Bey (1877- 1944). Mehmet Nail Bey de Osmanlı Donanması’na girmiş ve Deniz Kuvvetlerinde Deniz Güverte Binbaşılığı’ndan emekli olmuştur.
Mehmet Nail Bey’in ilk eşi 1903 yılında Yüzbaşı iken evlendiği Fatma Zehra Hanım (1884 – 1930)’dır. Fatma Zehra Hanım, Deniz Yarbayı (Bahriye Kaymakamı) Osman Fevzi Bey ile Tevfika Hanım’ın kızıdır. Osman Fevzi Bey, Trabzon’lu olup ailesi Kadıoğulları namı ile maruftur.
Mehmet Nail Bey’in ilk eşinden üç çocuğu olmuştur. 12 Ocak 1905’te Hüseyin Nihal (Atsız), 1 Mayıs 1910’da Ahmet Nejdet (Sançar) ve Aralık 1912’de Fatma Nezihe (Çiftçioğlu) dünyaya geldi.
1930 yılında ilk eşinin damar sertliğinden vefatı üzerine Mehmet Nail Bey, 1931 yılında yeniden evlenmiştir. İkinci eşinin adı da Fatma Zehra’dır. İkinci eşinden 1932 yılında Necla (Çiftçioğlu) adlı bir kızı olan Mehmet Nail Bey ikinci eşiyle geçinememiş ve iki yıl sonra ayrılmıştır.
Nejdet Sançar’ın ağabeyidir, Yağmur Atsız ve Buğra Atsız’ın babasıdır. Tarihçi, Türkolog Rıza Nur’un manevi evladıdır.
Yaşamı
Hüseyin Nihâl Atsız, 12 Ocak 1905’te İstanbul’da doğdu.
İlköğrenimini Kadıköy’deki çeşitli okullarda, orta öğrenimini Kadıköy ve İstanbul Sultanilerinde (İstanbul Lisesi) yaptı. Buradan mezun olunca Askerî Tıbbiye ye yazıldı.
Atsız, yükseköğrenim çağına gelip Askerî Tıbbiye’ye kaydolduğu çağlarda Türkçülük fikrinin etkisi altına girmeye başladı. Ziya Gökalp’in cenaze töreninin yapıldığı günün gecesi Türkçülük fikrine karşı öğrencilerle kavga ettiği ve daha sonrasında ise aralarında bir takım problemler geçen Arap asıllı Bağdatlı Mesut Süreyya Efendi adlı bir mülazım (teğmen)’a selam vermediği gerekçesi ile 4 Mart 1925 tarihinde 3. sınıf talebesiyken Askeri Tıbbiye’den çıkarılmıştır.
Bu olaydan sonra üç ay kadar Kabataş Erkek Lisesi’nde yardımcı öğretmenlik yapan Atsız, daha sonraları Deniz Yolları’nın Mahmut Şevket Paşa adlı vapurunda kâtip muavini olarak çalışmış ve bu vapurla İstanbul-Mersin arasında birkaç sefer yapmıştır.
ÜNİVERSİTE YILLARI
1926 yılında İstanbul Dârülfünûnu’nun Edebiyat Fakültesi’nin “Edebiyat Bölümü”ne ve İstanbul Dârülfünûnu’nun yatılı kısmı olan Yüksek Muallim Mektebi’ne kaydolan Atsız, bir hafta sonra askere çağrılmış, Atsız askerliğini 9 ay olarak 28 Ekim 1926-28 Temmuz 1927 tarihleri arasında İstanbul’da Taşkışla’da 5. piyade alayında er olarak yapmıştır.
Ahmet Naci adlı arkadaşı ile birlikte hazırladığı ‘Anadolu’da Türklere Ait Yer İsimleri’ adlı makalenin Türkiyat Mecmuası’nın ikinci cildinde yayınlanması ile hocası Mehmet Fuad Köprülü’nün dikkatini çeken Atsız, 1930 yılında Edirneli Nazmî’nin divanı üzerinde mezuniyet çalışması yapmıştır (‘Divân-ı Türkî-i Basit, Gramer ve Lügati’, 1930, 111 s. Türkiyat Enstitüsü Mezuniyet Tezi, no 82). Aynı yıl Edebiyat Fakültesi’nden mezun olmuştur.
Atsız’ın sınıf arkadaşları arasında Tahsin Banguoğlu, Ziya Karamuk, Orhan Şâik Gökyay, Pertev Nâilî Boratav, Nihad Sâmi Banarlı gibi isimler yer alıyordu.
Mezuniyetinden sonra Edebiyat Fakültesi Dekanı olan hocası Prof. Dr. Mehmet Fuad Köprülü, Maarif Vekâleti’nde Atsız için girişimde bulunarak, Yüksek Muallim Mektebi’ni öğrenci olarak bitirdiği için, liselerde yapması gereken 8 yıllık mecburi hizmetini affettirmiş ve 25 Ocak 1931’de Atsız’ı kendisine asistan olarak almıştır.
Atsız, yine 1931 yılında Dârülfünûnun felsefe bölümünden mezun olan ilk eşi Mehpare Hanım ile evlenmiş, ancak 1935 yılında ayrılmıştır.
Atsız, 15 Mayıs 1931’den 25 Eylül 1932 tarihine kadar Atsız Mecmua’yı çıkarmaya başladı. Mehmet Fuad Köprülü, Zeki Velidi Togan, Abdülkadir İnan gibi edebiyat ve tarih bilginlerinin de içinde bulunduğu bir kadro ile yayın hayatına atılan bu Türkçü ve Köycü dergi, devrinde ilim, fikir ve sanat alanında çok tesir yaratan Türkçü bir çığır açmış, âdetâ Cumhuriyet devri Türkçülüğünün öncüsü olmuştur.
Atsız, kendini tanıtmaya başlayan ilk yazılarını “H. Nihâl” imzasıyla, hikâyelerini de “Y.D.” imzasıyla, bu dergide yayınlamaya başlamıştır. 1932 Temmuzunda Ankara’da toplanan Birinci Türk Tarih Kongresi esnasında, Prof. Dr. Zeki Velidi Togan’a Dr. Reşid Galib’in yaptığı eleştiriler üzerine Atsız, içerisinde ikinci eşi Bedriye Atsız ile Pertev Nâilî Boratav’ın da bulunduğu 8 arkadaşı ile, Dr. Reşid Galib’e “Zeki Velîdî’nin talebesi olmakla iftihar ederiz” diyen bir protesto telgrafı çekmiş ve bu telgraf üzerine de Reşid Galib’in tepkisini üzerine çekmiştir.
19 Eylül 1932’de Reşid Galib, Maarif Vekili olmuştu. Kısa bir süre sonra da Mehmet Fuad Köprülü’nün dekanlıktan ayrılması üzerine Edebiyat Fakültesi Dekanlığı’na vekâleten bakan Ali Muzaffer Bey asâleten tâyin edilmiştir. Reşid Galib, Atsız Mecmua’nın 17. sayısındaki ‘Dârülfünûn’un Kara, Daha Doğru Bir Tabirle, Yüz Kızartacak Listesi’ adlı makalesi nedeniyle Edebiyat Fakültesi Dekanı’na baskı yaparak, 13 Mart 1933 tarihinde Atsız’ın üniversite asistanlığına son vermiştir.
Üniversiteden çıkarılmasından birkaç gün sonra Atsız, Edebiyat Fakültesi’nin Dekanı’nı Tokatlıyan Oteli’ndeki bir çayda yakalayıp yüzlerce kişinin önünde tokatlamıştır. Atsız’a bu hadise için hiçbir şekilde tepki gösterilmemiştir
MEMURLUĞU
Üniversite asistanlığından çıkarılan Atsız, Malatya Ortaokulu’na Türkçe öğretmeni olarak tayin edilmiştir, Malatya’da kısa bir müddet (8 Nisan 1933-31 Temmuz 1933) Türkçe öğretmenliği yapan Atsız, Edirne Lisesi edebiyat öğretmenliğine tayin edilmiştir. Atsız’ın Edirne’deki edebiyat öğretmenliği de 3-4 ay kadar kısa bir müddet devam etmiştir. (11 Eylül 1933-28 Aralık 1933).
Atsız, Edirne’de iken Atsız Mecmua’nın devamı mahiyetindeki aylık Türkçü dergi Orhun’u (5 Kasım 1933-16 Temmuz 1934, sayı 1-9) yayımlamıştır. Orhun dergisinde, Türk Tarih Kurumu tarafından çıkarılan ve liselerde ders kitabı olarak okutulan dört ciltlik tarih kitaplarında bulunduğunu iddia ettiği yanlışları ağır bir şekilde eleştirdiği için 28 Aralık 1933’te bakanlık emrine alınmıştır ve Orhun dergisi de 9. sayısında Bakanlar Kurulu kararı ile kapatılmıştır.
Dokuz ay bakanlık emrinde kalan Atsız, 9 Eylül 1934 tarihinde Kasımpaşa’daki Deniz Gedikli Hazırlama Okulu’na Türkçe öğretmeni olarak tayin olunmuştur.
��ubat 1936 tarihinde ikinci eşi olan Bedriye Hanım ile evlenen Atsız’ın bu evlilikten 4 Kasım 1939 tarihinde Yağmur Atsız ve 14 Temmuz 1946 tarihinde de Buğra Atsız adlı iki oğlu olmuştur. Atsız, ikinci eşi Bedriye Atsız’dan da Mart 1975 tarihinde ayrılmıştır.
Atsız, Kasımpaşa’daki Deniz Gedikli Hazırlama Okulu’nda Türkçe öğretmeni olarak 4 yıl kadar çalışmış ve 1 Temmuz 1938 tarihinde bu görevinden ihraç edilmiştir.
Bunun üzerine Özel Yüce-Ülkü Lisesi’ne geçen Atsız, burada 1937 yılından 1939 yılının Haziranının sonuna kadar edebiyat öğretmenliği yapmıştır. Atsız, 19 Mayıs 1939 ile 7 Nisan 1944 tarihleri arasında yine özel bir lise olan Boğaziçi Lisesi’nde edebiyat öğretmenliğinde bulunmuştur.
Atsız, Boğaziçi Lisesi’nin Türkçe öğretmeni iken Basın ve Yayın Genel Müdürü Selim Sarper’in de teşvikiyle Orhun dergisini (1 Ekim 1943-1 Nisan 1944, sayı:10 ile 16 arası, 7 sayı) yeniden yayınlamaya başlamıştır.
1944 Irkçılık-Turancılık Davası
II. Dünya Savaşı sürerken Türkiye’de komünist faaliyetlerin arttığını düşünen Atsız, Orhun’un Mart 1944’te yayınlanan 15. sayısında, daha önce 5 Ağustos 1942 tarihli meclis konuşmasında “Bizim için Türkçülük bir kan meselesi olduğu kadar ve lâakal o kadar bir vicdan ve kültür meselesidir.” diyen devrin Başbakanı Şükrü Saracoğlu’na hitaben bir açık mektup yayımladı.
Atsız, Nisan 1944’te yayımlanan 16. sayıda, Şükrü Saracoğlu’na hitaben ikinci açık mektubunu yayımlayarak Ahmed Cevat Emre, Pertev Nâilî Boratav, Sabahattin Ali ve Sadrettin Celâl Antel’in Marksist faaliyetlerde bulunduklarını ve Millî Eğitim Bakanı’nın “komünistleri kolladığını” ileri sürerek devrin Millî Eğitim Bakanı Hasan Âli Yücel’i istifaya çağırdı Bu ikinci açık mektup, Türkçü çevreler içinde büyük bir galeyana sebep olarak başta İstanbul ve Ankara olmak üzere birçok şehirde, antikomünist gösterilere yol açtı. Bunun üzerine Hasan Âli Yücel, 7 Nisan 1944’te Atsız’ın Boğaziçi Lisesi’ndeki edebiyat öğretmenliğine son verdi.
Orhun dergisi de Bakanlar Kurulu kararı ile yeniden kapatıldı. Sabahattin Ali’nin arkadaşı ve Atsız’ın da yakın arkadaşı olan Ankara Musiki Muallim Mektebi Müdürü Orhan Şaik Gökyay’ın arabuluculuğuna rağmen dava açmak zorunda kaldı. Aleyhine dava açılan Atsız, trenle Ankara’ya gitmiş ve Türkçü gençler tarafından istasyonda karşılanarak bir otelde misafir edildi.
Hakaret davasının 26 Nisan 1944 günü yapılan ilk oturumu olaylı geçti. Bunun üzerine 3 Mayıs 1944 tarihinde yapılan ikinci oturuma üniversite öğrencileri alınmamış, bu yüzden de öğrenci gösterileri olmuş ve yüzlerce kişi tutuklanmıştır. Davanın 9 Mayıs 1944 günü yapılan karar oturumunda, Sabahattin Ali’ye “vatan haini” dediği için 6 aya mahkûm edilen Atsız’ın cezası hâkim tarafından “millî tahrik” gerekçesi ile 4 aya indirilmiş ve 4 aylık bu ceza da ertelenmiştir. Atsız, cezasının ertelenmesine rağmen 9 Mayıs 1944 tarihinde mahkemenin kapısından çıkarken tevkif edilmiştir.
19 Mayıs 1944 törenlerinde Cumhurbaşkanı İsmet İnönü, Atsız ve arkadaşlarını ağır şekilde eleştiren nutkunu söylemiş ve bu nutuk üzerine de Atsız ve 34 arkadaşı İstanbul 1 Numaralı Sıkıyönetim Mahkemesi’nde yargılanmaya başlanmışlardır. Aralarında Alparslan Türkeş gibi subay, üniversite profesörü, öğretmen, doktor ve üniversite öğrencilerinin de bulunduğu sanıklar, sorguya çekilmişler; Atsız dahil sanıklar, daha sonra tabutluk diye adlandırılan hücrelerde işkence gördüklerini belirtmişlerdir. 7 Eylül 1944 günü yargılama başlamış, ‘Irkçılık-Turancılık davası’ adı verilen ve haftada 3 gün olmak üzere 65 oturum devam eden mahkeme, 29 Mart 1945 tarihinde sonuçlanmış ve Atsız 6 yıl 5 ay hapse mahkûm olmuştur.
Atsız, bu kararı temyiz etmiş ve Askerî Yargıtay, 1 Numaralı Sıkıyönetim Mahkemesi’nin kararı esastan bozmuştur. Böylece Atsız, bir buçuk yıl kadar tutuklu kaldıktan sonra, 23 Ekim 1945 tarihinde tahliye edilmiştir.
5 Ağustos 1946 tarihinde 2 Numaralı Sıkıyönetim Mahkemesi’nde tutuksuz olarak başlayan Atsız ve arkadaşlarının davası (bu dava Kenan Öner-Hasan Âli Yücel davası adı ile tanınmıştır), 31 Mart 1947 tarihinde sonuçlanmış ve 29 oturum devam eden mahkemede bütün sanıkların beraatına karar verilmiştir. Bu dava ile ilgili Hayri Yıldırım tarafından 3 Mayıs 1944 Irkçılık Turancılık Davası adında bir kitap yazılmıştır.
Dava sonrası
Nisan 1947’den Temmuz 1949’a kadar kendisine iş verilmeyen Atsız, Ekim 1945-Temmuz 1949 tarihleri arasında geçinmek için kitaplarından bazılarını satmak zorunda kalmıştır. Bir müddet Türkiye Yayınevi’nde çalışan Atsız, Türk-Rus savaşlarının özeti olan “Türkiye Asla Boyun Eğmeyecektir” adlı kitabını da Sururi Ermete adlı şahsın adı ile yayınlamak zorunda kalmıştır.
Atsız’ın sınıf arkadaşlarından Prof. Dr. Tahsin Banguoğlu Millî Eğitim Bakanı olunca, Atsız’ı 25 Temmuz 1949’da Süleymaniye Kütüphânesi’ne “uzman” olarak tayin etmiştir.
Bir müddet bu vazifede çalışan Atsız, Demokrat Parti’nin iktidara gelmesinden sonra 21 Eylül 1950’de Haydarpaşa Lisesi Edebiyat Öğretmenliği’ne tayin olmuştur.
4 Mayıs 1952 tarihinde Ankara Atatürk Lisesi’nde vermiş olduğu “Türkiye’nin Kurtuluşu” konulu bir konferans üzerine Cumhuriyet gazetesi, Atsız’ın aleyhine haberler yayımlamıştır. Hakkında bakanlık tarafından soruşturma açılan Atsız’ın konuşmasının bilimsel olduğu tespit edilmiştir. Fakat Atsız 13 Mayıs 1952 tarihinde Haydarpaşa Lisesi’ndeki edebiyat öğretmenliği görevinden “muvakkat” kaydı ile alınarak yine Süleymaniye Kütüphânesi’ndeki görevine tayin edilmiştir.
31 Mayıs 1952 tarihinden itibaren emekliliğini istediği 1 Nisan 1969 tarihine kadar Süleymaniye Kütüphânesi’nde çalışan Atsız’ın en uzun süreli memuriyeti bu kütüphânedeki memuriyet olmuştur.
Atsız, 1950-1952 yıllarında yayımlanan haftalık Orkun dergisinin başyazarlığını yaptı. 1962’de kurulan Türkçüler Derneği’ nin genel başkanlığını üstlendi. 1964’ten vefatına kadar Ötüken dergisini yayımladı.
Devrin Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay, Gaziantep’e giderken bir işçinin kendisine “idareciler Araplara toprak veriyorlar, biz Türklere vermiyorlar” sözlerine karşılık, “Türk topraklarında yaşayan herkes Türk’tür.” demiş; Atsız bunun üzerine, Ötüken’in Nisan 1967’de yayınlanan 40, sayısından itibaren “Konuşmalar, I” (Sayı 40), “Konuşmalar, II” (Sayı 41), “Konuşmalar, III” (Sayı 43), “Bağımsız Kürt Devleti Propagandası” (Sayı 43), “Doğu Mitinglerinde Perde Arkası” (Sayı 47) ve “Satılmışlar-Moskof Uşakları” (Sayı 48) adlarıyla yayınladığı seri makalelerinde, Marksistlerin Doğu bölgelerinde gizli çalışmalarda bulunduklarını iddia etmişti. Bu makaleler hakkında savcılıkça soruşturma açılmış fakat Atsız’a hiçbir suçlamada bulunulmamıştır.
Ancak bu yazılar üzerine, Ankara sokaklarında Atsız aleyhine hazırlanmış, ayrılıkçılığı ilan eden bildiriler dağıtılmış ve aynı günlerde Adalet Partisi Diyarbakır senatörlerinden biri, Senato kürsüsünden Atsız aleyhine ağır bir konuşma yapmıştır.
Hasan Dinçer’in Adalet Bakanı olduğu dönemde, bakanlık tahkikat açmış ve Atsız mahkemeye verilmiştir. Davanın devam ettiği 6 yıl içerisinde 12 Mart (1971) muhtırası verilmiş ve arkasından sıkıyönetim ilân edilmiştir.
Uzun duruşmalardan sonra mahkeme, Ötüken’in sahibi Atsız’ı ve Sorumlu Yazı İşleri Müdürü Mustafa Kayabek’i on beşer ay hapse mahkûm etmiştir. Mahkeme başkanının karara katılmadığı ve 2-1’lik ekseriyetle verilen bu karar, temyiz edilince Yargıtay tarafından bozulmuştur. Fakat aynı mahkeme 2-1’lik kararda ısrar edince, Yargıtay kararı onaylamıştır. Atsız ve Mustafa Kayabek “Tashih-i karar” isteğinde bulunmuşlar ancak bu istekleri mahkemece kabul edilmemiştir. Böylece mahkûmiyet kararı kesinleşmiştir.
Kronik enfarktüs, yüksek tansiyon ve ağır romatizmadan rahatsız olduğu için Haydarpaşa Numune Hastanesi’ne yatan Atsız’a, Haydarpaşa Numune Hastanesi tarafından “cezaevine konulamayacağı” kaydı bulunan rapor verilmiştir. Ancak 4 aylık bir rapor Adlî Tıp tarafından kabul edilmemiş ve “reviri olan cezaevinde kalabilir” şeklinde değiştirilmiştir.
Bunun üzerine infaz savcılığı 14 Kasım 1973 Çarşamba günü sabahı Atsız’ı evinden aldırarak Toptaşı Cezaevi’ne sevk etmiştir. 40 kişilik adi suçlular koğuşuna konulan Atsız, bir müddet sonra reviri olan Sağmalcılar Cezaevi’ne nakledilmiştir.
Atsız, kesinleşen 1.5 yıllık cezasını çekmek için hapse girince, üniversite hocaları ve öğrencilerinden oluşan bir grup Cumhurbaşkanı’na başvurup Atsız’ın affını istemiştir.
Atsız, suç işlemediğini belirterek bizzat af talep etmediği halde, Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk, kendi yetkisini kullanarak Atsız’ın cezasını affetmiştir.
22 Ocak 1974’te Bayrampaşa Cezaevi’nden tahliye edilen Atsız, 1.5 yıllık cezasının 2.5 ay kadarını cezaevinde geçirmiştir.
İbnülemin Mahmut Kemal İnal’ın tarifi ile “Atlıyı atından indirecek derecede şiddetli yazılar yazan” Atsız, ateşli ve keskin bir üslûba sahip idi.
Ölümü
Atsız, 1975 yılının kasım ayının ortalarında hasta olduğundan şüphelenmiş, ancak yapılan muayene ve testler sonucunda bir hastalık bulunamamıştır. 10 Aralık 1975 Çarşamba gününün akşamı kalp krizi geçirmiş, gelen doktor enfarktüs olduğunu anlayamamıştır. Ertesi akşam Atsız yeni bir kriz geçirmiş, 11 Aralık 1975 Perşembe günü vefat etmiştir.
13 Aralık 1975 tarihinde Kurban Bayramı’nın ilk günü Kadıköy Osmanağa Câmii’nde Kılınan ikindi namazını müteakip Karacaahmet Mezarlığı’na defnedilmiştir.
Osman Ağa Camii’nde cenaze namazı kılındıktan sonra İmam’ın ”Merhumu nasıl bilirdiniz?” sorusuna Fethi Gemuhluoğlu yüksek sesle: ”Bu musalla taşı, Atsız kadar gerçek bir er kişiyi az görmüştür, hoca efendi!” demiştir.
0 notes
bubiricdokus · 7 years ago
Text
*Bir gün bu kapıdan sen gireceksin
Biliyorum
Er geç bu bekleyişin bir sonu gelecek
Yıllarca sonra
Öldüğüm gün bile gelsen
Bütün bu bekleyişlerimi ve öldüğümü unutup
Çocuklar gibi sevineceğim
Kalkıp sarılacağım ellerine
Uzun uzun ağlayacağım
 | Ümit Yaşar Oğuzcan
    *Bir biz varız güzel öbürleri hep çirkin
| Turgut Uyar
    *Ölüm geliyor aklıma birden ölüm
Bir ağacın gövdesine sarılıyorum.
| Cemal Süreya
    *Benim doğduğum köyleri
Akşamları eşkıyalar basardı.
Ben bu yüzden yalnızlığı hiç sevmem
Konuş biraz!
| Cahit Külebi
    *Benim doğduğum köylerde
Kuzey rüzgârları eserdi,
Ve bu yüzden dudaklarım çatlaktır
Öp biraz!
| Cahit Külebi
   *Kendimizi emanet edebileceğimiz kişiyi bulana kadar canımız çıkmasa.
Ah Muhsin Ünlü
   *Ve sen gelmiyorsun,  çünkü gelmeye kendin ihtiyaç duyana kadar  bekliyorsun.
| Franz Kafka
    *Göreceksen şimdi  gör beni  Çünkü tabutlar ışık geçirmez.
Ahmet Erhan
            *İnsanların ayrıntılara boğulmadığı günlerden kalma, güzel bir cümle vardır: Göz gördü, gönül sevdi. | Ah Muhsin Ünlü
   *Şiir bizim eski suç ortağımız
Biz ne işledikse onunla işledik.
| Gülten Akın
  *“Her nasip için ayrı ayrı Rahmet şekillenir.” — Cahit Zarifoğlu
    *
"Birini çok sevmek gibiyim."
Didem Madak
  * İnsanların hesap makinesine dönüştüğü bir dünyada; yakın çevre deyince, artık aklıma kuş, çiçek, ağaç, kitap gibi şeyler geliyor. Üzgünüm.
İbrahim Tenekeci
   * “Ne tuzsuz şeydi şu dünya be. Geldin, buldun, şenlendirdin, insan ettin beni. Yemeyip-içmeyip, yatmayıp-uyumayıp, seni anlatmalı bu yürek.”
— 
Ahmed Arif 
  * “Tanıyınca bir hoş oldu yaşamak ben ancak böyle çoğalırdım seninle.”
— 
Cahit Zarifoğlu
    * Çok uykum var ölsem geçer mi dersiniz?
Ya da ölmek için uyusam günaha mı girerim sahiden?
~ İsmet Özel ~
    * ben seni arıyorum diyorum ya.. bilmem. belki de..  belki de bir gün hiç beklenmedik bir yerde karşıma çıkmandan, “işte geldim” demenden, “hadi gidelim buralardan” demenden korkuyorum. 
ben senin uzaklığını seviyorum.  ben senin uzaklığını seviyorum.  ben senin upuzaklığını seviyorum.
 Tarık Tufan
    *S ustu konuşmak gereksizdi. bundan sonra kimseye ondan söz etmeyecekti. biliyordu; anlamazlardı.
-Yusuf Atılgan/ Aylak Adam.
    * “Sen yeter ki içinden de olsa bir seni seviyorum de; benim kulaklarım çınlasın kâfî !”
— 
Cemal Süreya
   * “Acıdığım yere dokunduğun zaman Bana iyi geliyorsun Ama her zaman değil Seni beklemektense Oraya taze bir yaprak koyarım daha iyi”
— 
Lale Müldür
   * “insan alıştığı, güzel bulduğu, kendine yakın bulduğu yerlerden ayrılırken sanki vücudunun bir kısmını orada bırakıyormuş gibi üzülür.”
— 
Sabahattin Ali
   * “Bir demli çayla kandırırdık acıyı..”
— 
Ahmet Erhan
   * “Her anı, ne yapmam gerektiğini düşünerek geçirdiğim için çabuk yoruldum. Bana müsaade.”
— 
Oğuz Atay
    * “Bu şehir baştan başa sen.”
— 
Ümit Yaşar Oğuzcan 
    * “Şimdi yanımda olsaydı böyle üşümezdim albayım.”
— 
Oğuz Atay
   * Beni sev, bu iyiliğini hiç unutmam.. -Nazan Bekiroğlu
    * “Hadi ansızın çık gel Vera Beraber dağıtalım hüzünlerimizi, bir bardak çayın buğusunda..”
— 
Nazım Hikmet 
  * “
Bazı günler güzel biter. Bir kadın elindeki şiir kitabına dokunur.
 Şiiri seven her kadın, kitabı neredeyse dokunarak okur.
— 
Ah Muhsin Ünlü
  * “Bir âyete sımsıkı tutundum.
”Allah sabredenlerle beraberdir.”
Bırakırsam kaybederim, biliyorum.”
— 
Ertuğrul Bayam
    * “Yutkunmak, konuşmaktan daha sesli bir eylem oluyor bazen.”
— 
Yasin Kara
   * “Sesinde varmış, duyanlarla konuştum,  Kimsesi olmayan o diller gibi.”
— 
İ. Tenekeci
   * “Nasıl oluyor da bu gök hâlâ başıma devrilmiyor.”
— 
 Elif Nuray
   * “Sen hiç bilmedin  Ama ben hangi eve varsam  Oradan her gün ölü çıktım…”
— 
Bülent Parlak
   * “Bazı cümlelerin altı senin için çizilmişti.”/tumblr
   *  Ey, iki adımlık yerküre          senin bütün arka bahçelerini                    gördüm ben!
                                      — Nilgün Marmara 
   * evet hatırladım küçük basit şeyler yetiyor kederlenmeye Cahit Zarifoğlu
 * “Özledim diyebiliyorum ya, yeter bana. Evet özledim seni.”
— 
Ahmed Arif, Leylim Leylim
   * “Umutlar her zaman bâkidir ama, Zaman kısa,  Ben yorgunum,  Yol uzun…”
— Faruk Nafiz Çamlıbel
  * “Ben bu içimin yankısı,  Ben bu içimin koruyla bu narı daha fazla taşıyamam.”
— 
Birhan Keskin
  * “Ne tuzsuz şeydi şu dünya be. Geldin, buldun, şenlendirdin, insan ettin beni. Yemeyip-içmeyip, yatmayıp-uyumayıp, seni anlatmalı bu yürek.”
— 
Ahmed Arif
    * Kapını gökyüzüne dayayıp da bekle  Yolunu şaşırmış bir yıldız düşer belki üstüne”
— 
Ahmet Erhan
   * ”Kimsenin yaşantısını beğenmedim. Kendime uygun bir yaşantı da bulamadım.”
Oğuz Atay
   * “Sonra biri çıkar ve seni mutlak bir isabetle anlayabileceğini, anlatabileceğini düşündürür. Ama olmaz hiç.. Hayat denen şeyin her yeni insanla yeniden sıfırdan başlaması ne büyük bir saçmalık aslında..”
— 
Ali Lidar
   * Derdiniz dünya değilse eğer, burada mutlu olamazsınız. Onca haksızlığa, merhametsizliğe, hatta ahlaksızlığa şahitlik edip de mutlu olmak, dürüst ve namuslu kimseler için çok zor. O halde, şöyle diyelim: Ne mutlu, mutsuzum diyene.”
— 
İbrahim Tenekeci 
  * Zaten hiçbir şeyi kararında bırakamamak ve ortasını bulamamak gibi bir sorunum var benim.
Didem Madak
    * “Ben bu içimin yankısı,  Ben bu içimin koruyla bu narı daha fazla taşıyamam.”
— 
Birhan Keskin
   * şimdi söylüyorum dilimdeki küfrü, büyülü sözü kalbimdeki: tekrar karşılaşsak ölür müsün?”
— 
Birhan Keskin 
   * Ve ellerin uçuşan yapraklar gibi birden nasıl yalnız olduğumu anladım, kimseler yoktu ikimizden başka birbirine bakan..” Zarifoğlu 
    *Çok canım sıkılıyor, kuş vuralım istersen
| Ülkü Tamer
   *“İçimden geçenleri bilse koşup boynuma sarılır. Oysa sadece anlatabildiğim kadarını biliyor. Anlatabildiğim kadarını. Anlatabildiğim kadarıyla ne yapılabilir? Birer çay içilebilir belki…”
— 
Ali Lidar
 *Biz hep sakalları şiirle karışık, yüreği Allah’la barışık adamları sevdik
-zarifoğlu
  *Ve her şeye rağmen bazen şuna inanıyorum: Eğer mutluluktan ölünüyorsa, bu benim başıma gelmeli. Ve eğer ölüme yazgılı biri mutluluk sayesinde hayatta kalıyorsa, o zaman hayatta kalacağım.. |Franz Kafka / Milena’ya Mektuplar|
 *“ah aşk! bir topluluğun fotoğraf çekildikten sonra  dağıldığı an.”
— 
ah muhsin ünlü
  *“Kışın ortaya çıkan güneş gibisin. Yani içimi ısıtmaya  çalışman hoş bir davranış ama ne vakit kaybolacağın belli olmuyor. Onu nasıl  yapalım?”
— 
Burak Aksak
   *
 Neleri alıp götürmedi benden ayrılık ; kilometrelerle umut , tonlarla keder, taradığım saçlar, sıktığım eller.
Bir sen bir de ben 
[Nazım Hikmet Ran]
   *Sesinden başka suçum, yüzünden başka iyiliğim kalmamıştı, sana neden sığındığımı anlıyor musun?”
— 
Şükrü Erbaş
0 notes
leavesoccer-blog · 8 years ago
Text
3 Kız 1 Ana (Tam Kayıt)
Yeni yazı var! https://maiotik.com/3-kiz-1-ana-tam-kayit/
3 Kız 1 Ana (Tam Kayıt)
Hikayesi olan bir türkü ile daha yeniden merhaba dostlar. Bu sefer kötü bir alışkanlığımızdan da bahsetmeden geçemeyeceğim. Maalesef biz türkülerimizin şarkılarımızın özüne hiç sadık kalamayan bir toplumuz. Hep kulaktan dolma yaşantımız bunu da bozuyor. Duyuyoruz ekliyoruz çıkarıyoruz uyduruyoruz ve sonra da alışıyoruz. Birçok şeye alışmak zaten ülkemizin en büyük sorunlarından biriyken bari türkülerimize sadık kalalım derim. Bunun gibi birçok türküde hikayede ve söz konusunda değişikler olduğunu bildiğim ve sağlam araştırmalar sonucu elde ettiğim bilgileri yine sizlere sunacağım. Saygılarımla…
(Yazının kaynağı Yalçın Ergir’in kişisel web sitesidir.) 
YALÇIN ERGİR: Sabahattin ya muayenehaneden çıktığımdan beri “Üç Kız Bir Ana”yı dinliyorum; dokunsan ağlayacağım keşke sana da dinletebilseydim.
SEBAHATTİN SÜRMEN: Ne kadar buruktur onun sözleri ezgisi; ne olmuştur da bu üç kızla anası bir dama çıkmış yana yana ağlamaktadırlar?
YALÇIN ERGİR: Biraz Güvenpark’ta oturalım mı?
Bir gün Düş Hekimi Yalçın Ergir ve Sabahattin Sürmen; Halk Ozanı Kurbani Kılıç tarafından Kars’ta yakılmış bu türkünün öyküsünün peşine düşerler. Ankara’dan trenle Kars’a gidip Kurbani’nin köyünü bulacaklar tanıyanlara sual edeceklerdir. Tam Doğu Ekspresi tren biletlerini alırlarken hikayenin geçtiği dönemde Bolu Vali yardımcısı olan Abidin Ünsal’dan haber gelir:
ABİDİN ÜNSAL: Ben oğlu Halk Ozanı Ali Feza Kılıç’ı tanıyorum; kendisi Ankara’da yaşıyor.
1940’lı yılların sonunda Sarıkamış’ın Iğdır Köyü’nden Halk Ozanı Kurbani Kılıç tarafından yakılmış olan bu Kars türküsünün dinlemekte olduğunuz kaydı bir stüdyo kaydı değildir.  Babasının sazıyla sözüyle büyümüş Ali Feza Kılıç’ın (Kurbani Kılıç’ın oğlu) odasında çalıp söylediği basit bir cihazla kaydedilmiş ham bir kayıttır. Muzaffer Sarısözen’in 1950’de Kars’ta 373 ezgi derlediği 14. derleme gezisi ertesi 22 Mayıs 1951 tarihinde Ankara Radyosu Türk Halk Müziği Repertuarı’na: “Yaylasından İnmişler” ismiyle kaydedilen ve Kurbani türküsünde yer almayan sözleriyle orijinal vurgularıyla tam bir kayıttır.
[Düş Hekimi Yalçın ERGİR]
TÜRKÜNÜN ÖYKÜSÜ
Bin dokuz yüz kırklı yılların sonları Kars’ın Sarıkamış ilçesinin Iğdır Köyü. Her sene temmuz ayında bütün köy halkı iki aylığına yaylaya göç eder. Büyük ve küçükbaş hayvanlarıyla çadırları kovanları kazanları kızanları ocaklarıyla yolda yemek için hazırlanmış katmeri peyniri ketesiyle muhteşem bir göçtür bu. Bu yiyecekler yolda rastlanılanlara da ikram edilir. Varılan gece büyük bir ateş yakılıp halay çekilir. Kekikli otlarla beslenen çevresi nane kokan sulardan içen hayvanlardan sağılan sütten peynir çökelek kaymak yoğurt yapılırken kırpılan koyunlardan da yün elde edilir.
Şehirlinin hayatından çok farklıdır yayla hayatı gün ışığında hep iş vardır yaylada. Sabah 4’te kalkılır akşam 8 olduğunda idare lambaları söndürülmüş herkes yer yataklarında uykudadır. Ertesi gün de sırtlarında Sazak Yeli sac ekmeği pişirmekten hayvan otlatmaya kışlık erzak oluşturmaktan yeşillik toplayıp kurutmaya – tadına doyulmaz bir çalışma vardır. Tabii türküler de vazgeçilmezlerindendir yaylanın.
“Güneş Güneş gibiyken gündüzlerinde Ay da Ay gibidir yayla gecelerinde türküler de türkü gibiyken Iğdır Köyü’nün yükseklerinde.”
KURBANİ KILIÇ
1 Temmuz 1923’te Kurban Bayramı’nda doğmuş Kurbani Kılıç da köyün türkü yakanlarındandır. Önceleri Azeri tarzda türküler üretirken türkü yolculuğuna Sarıkamış havalı türküleriyle devam etmiştir. Baba İbrahim Kılıç Anne Adile Kılıç ve 9 kardeşiyle göçerler yaylaya.
Günümüzde yaylaya gidenler oldukça azalırken o yıllarda yazın kimse kalmaz köyün taş üstüne taş konmuş hanelerinde. Hane reisleri arada köye dönse de çoluk çocuk yaylaya gitmek yaşamsal bir zorunluluktur o devirde. Köylülerinden bir hane reisi hastalanır o yaz. Üç kızı ve karısıyla yaylaya gidemeyecektir ama yaylaya da gidilmelidir. “Siz gidin…” der anaya. “Ben burada kalır kendime bakarım; sizin dönüş yolunuzu gözlerim – ama ben gidemeyeceğim…” Er kişinin sözü buyruktur. Üç kız bir ana düşerler yayla yollarına. Akılları bir yaz boyu göremeyecekleri köyde bir başına yaşayacak kocada – babalarında kala kala giderler suları buz gibi yaylalara. İmece usulüdür yaylada hayat. Hab olayında kertli çubuklarla ölçülen sütler birbirine ödünç verilir. Herkes yardım eder üç kız ve anasına. Derken güz gelmeden Alem Yeli esmeden Iğdır Köyü’ne dönüş vakti gelir. Döndüklerinde üç kız bir anayı büyük acı beklemektedir. Dönmelerine çok az kalana kadar idare etmiş baba son nefesini tüketmiştir.
“Yaylasından inmiş köy yolunu tutmuş üç kız bir ana
köylerine varıp acı haberi duyunca çıkıp dama
“oooy oyyy…” diye ağlamaktadırlar yana yana.”
Köyün ozan delikanlısı Kurbani Kılıç da sokulmuştur yanlarına; üç kız bir ana ağlarken yana yana gözyaşları düşerken yanaklarına çanak tutmaktadır yüz yıllarca gönüllerden akacak bir türkünün ilk damlalarına.
0 notes
dogumgunumesajlari · 8 years ago
Text
Kırgınlık Sözleri, Kırgınlık İle İlgili Sözler
Sayfa İçeriği: Kırgınlık İle İlgili Güzel Sözler, Kırgınlık İle İlgili Söylenmiş Sözler, Kırgınlık İle İlgili Anlamlı ve Özlü Sözler, Kırgınlık İle İlgili Kısa ve Uzun Sözler, Kırgınlık İle İlgili Sözler Tumblr ve Facebook
Dal rüzgarı affetse bile dal kırılmıştır bir kere. Anonim Kızgınlık geçer de, kırgınlık ne olacak? Anonim Dal kırıldığı yerden, insan da kırıldığı kalpten koparmış. Anonim Kırgınım. Kime olduğunu, neden olduğunu bilmeden. Belki hɑyɑtɑ, belki kendime, belki de kıymet bilmeyen herkese. Anonim Hɑni derler yɑ insɑn sevdiğine hiç kırılır mı? Aslındɑ insɑn en çok sevdiğine kırılır. Anonim Güvendiğin insanın yaşattığı kırgınlık affedilse bile unutulmaz. Hannah Richell Belki de sevgi aynı zamanda buydu: Diğer insanın kırgınlıklarını kendininmiş gibi hissetmek. Amy Engel Kızgınlık gürültülüdür, kırgınlık sessiz. Necip Fazıl Kısakürek Başkasını suçlamanın sonucu kırgınlık, dargınlık, öfke, kin ve intikam hisleridir. Muhammed Bozdağ Bir kırgınlık yok değil içimde. Buluyorum nedenini. En çok sevilen olmamak. Turgut Uyar Küskünlüğüm hayata değil, içindeki beş para etmez insanlara. Bıkkınlığım ise, onların yüzüne bakmak zorunda kalmam aslında. Cemal Süreya Neye yaklaşsam, sonu uzaklık ve kırgınlık; Anla ki, yok, Allahtan başkasıyla yakınlık… Necip Fazıl Kısakürek Kırgınlık olmaz aşkta.Seviyorsan , gerçekten aşkını yüreğinde hissediyorsan bırakacaksın sevgiliyi özgürce kanat çırpsın ve nerede , kiminle mutluysa tadına vararak yaşasın … O’nun mutluluğunu uzaktan seyrederek yaralarını sarmayı da öğrenmek gerekir. Sinan Yağmur Hayatta en güvendiğim insana karşı duyduğum bu kırgınlık, adeta bütün insanlara dağılmıştı; çünkü o benim için bütün insanlığın timsaliydi. Sabahattin Ali Nefret ve kırgınlık kişinin içsel özgürlüğünü geçici bir süreliğine korur, fakat kişi er ya da geç bu nefret duygusunu kullanarak gerçek özgürlük ve onurunu asıl hayatta da geri kazanmalıdır, aksi takdirde nefreti kendi kendini yok eder. Rollo May Kırgınlık kimlik değiştirdi ve vazgeçiş oldu benim için. Cezmi Ersöz Kırgınlık, uzun zaman boyunca gömülü kalarak birikmiş olan öfkedir. Kırgınlıkla ilgili temel sorun, bedende genellikle aynı yerde kalması ve zaman içinde bedeni kemirerek sık sık tümörlere ve kansere dönüşmesidir. Dolayısıyla, öfkeyi bastırmak ve bedende tutmak, sağlık için kesinlikle iyi değildir. Yine, bu duyguları salıverme zamanı gelmiştir. Louise L. Hay
0 notes