#Erhan Cihangiroğlu
Explore tagged Tumblr posts
Text
Bize kıyılara çıkmayan dalgalar, çocukları yutmayan sular borçlusun İstanbul... Boğaz’ı geçen balıkları sayan deli bir muhasebeci, balıkların peşine takılıp Haliç’e giren şaşkın bir yunus, yunusa yalanırken rakı bardağına düşen bir kedi, kediye kaftanlardan kefen diken bir terzi borçlusun. Bize dipsiz çöp kutuları borçlusun İstanbul... Kız Kulesi’nin ağzına çatal bıçak sokanları, bahçeleri otopark yapanları içine atmak için, atmak için ayakkabı kutularında banka şubesi açanları, İstanbul sen bize gökdelenlere çarpıp sakat kalan rüzgârın son nefesini ve Saatleri Ayarlama Enstitüsü’nde işe devam eden bir Tanpınar borçlusun. Bize akasya dalına asılı bir dülgerbalığı borçlusun İstanbul... Binlerce “Hişt! Hişt!”le Ada’da yürüyen bir Sait Faik, nice İstanbullu göz indirmemişken öykülerine, vapurlara, rıhtımlara ve çapaların denizin dibini kazıya kazıya öpmesine âşık öfkesi bile güzel bir adam borçlusun. Bize bir Mimar Sinan borçlusun İstanbul... İsteseydi bir cami sığdırırdı sarı bir lalenin içine, gök kubbeler kurardı boşluğuna yumurtaların, bıraksalar kim bilir kaç aşk çıkarırdı Mihrimah Sultan’dan, kavrasaydık ruhunu ustalığının işe bisikletle gidip gelirdi şimdi Belediye Başkanların. Bize ak saçlı bir Orhan Veli borçlusun İstanbul... Öldüğü gün Boğaz’ın üstünden bir harf sürüsü geçmiş diyorlar, “Vasiyetidir!” diye düşünmüştür Sabahattin Eyüboğlu ve mırıldanmıştır senin kulağına eğilerek eminim, “bize Rumelihisarı’ndan göğe uçan Yaprak adlı bir kayık borçlusun”. Bize bir Takiyyüddin er-Râsıd borçlusun İstanbul... Bir zaman kuyumcusu, bir ışık düşçüsü borçlusun ve Samanyolu’nun başımızı döndüreceği geceler, sokaklarından tek tek yıldızların sayılacağı semtler, gazlanarak söndürülen ateşböceklerinin gözlerini borçlusun. Bize “yok etmek istediğini kör eder tarih” diyen bir Onat Kutlar borçlusun İstanbul... Barbarlara ve onların köpeklerine kucak açtığın, son atımızı kurtlara yedirdiğin için, unutturduğun için ”baharın isyancı” olduğunu bize, geleceğimize ekemediğimiz bir Yasemin borçlusun. Bize bulutların arasından geçen bir Hezarfen borçlusun İstanbul... Uçmadı diyenler olsa da Galata Kulesi’nden o hep var olsun isterim gökyüzünde, martılara çırak olsun ve bıyık altından gülümseyerek softalara, yere öyle insin isterim, diyeceğim, İstanbul bir çift kanat da borçlusun bize. Bize memleketinde bir Nâzım borçlusun İstanbul... Münevver’in kucağından babasına uzanan bir Memet, Varşova’dan gerisin geriye dönen saman sarısı bir tren, kederi dudaklarla silinmiş bir sonbahar Prag Garı’nda ve Leipzig’de ölümün ellerinden çıkarılan eldivenler, ha bir de Anadolu’nun bir köyünde, çınar altında haksızlıklara kalkmış yumruklar borçlusun. Bize Haliç’in ağzında bir Leonardo Da Vinci köprüsü borçlusun İstanbul... Göl eyledik sandığımız Akdeniz’den okyanusa açılmayı başarabilen gemiler, kayıp parçalarını Piri Reis haritasının, babaları seferden sağ dönmüş çocukların sevincini ve anlatılmamış anılarını Endülüs’ten yola çıkan Osmanlı kalyonlarının, başındaki bulutlarla gökyüzüne şunu da yaz, bize havalanan uçaklarını gülümseyerek izleyen bir Vecihi Hürkuş borçlusun. Bize içinden doğru sevilmiş bir Edip Cansever borçlusun İstanbul... Kapı yanında herkesten habersiz ölmekten korkan bir gülcü, şairler çıkıp gittiğinde şiir taslaklarını süpürmeyip toplayan garsonlar, saniye kadar sümbüller, sonsuzluk kadar unutmabeniler ve yere dökülen unun alın teriyle alınmış ekmeğe geri verilecek sessizliğini borçlusun. Bize herkesten çok bir Türkan Saylan borçlusun İstanbul... Olanları ah nasıl da seyrettin, horlanırken aydınlar nasıl gülümsedin bıyık altından, gözaltına alınırken “At Kız”, başka tarafa nasıl çevirdin başını, ruhlarımızın kurutma kâğıdısın sen İstanbul, nüfus kâğıdısın toplumsal cinnetimizin, başını karanlığa çarpmışsın çarpmamışsın ne fark eder, geleceğimize binlerce aydın binlerce Türkan Saylan borçlusun. - Akgün Akova, Türkan (Baba Bana Bağırma, Serpme Şiirler) - Görsel: Erhan Cihangiroğlu
#Akgün Akova#Türkan#Şiir#Türkan Saylan#İstanbul#Boğaz#Haliç#Kız Kulesi#Galata Kulesi#Borç#Biz#Yürekbalı#Erhan Cihangiroğlu
58 notes
·
View notes
Text
Öncesi
Erhan Cihangiroğlu - Yeni Hayat
“Kendim ele aldım kendimi, yeniden iyileştirdim.” Friedrich Nietzsche - Ecce Homo
Öncesi
Annem eşyalarını topladı, taşınmaya hazır. Ama Pazar öğleden sonra, son anda arayıp bizi yemeğe çağırıyor. “Buzdolabımın buzları çözülüyor,” diyor bana. “Bozulmadan şu tavuğu kızartmam gerek.” Kendi tabaklarımızı ve çatal bıçağımızı getirmemizi söylüyor. Tabak çanağının ve mutfak eşyalarının çoğunu toplamış.
Telefonu kapayıp pencerenin başında bir dakika daha duruyor, bu meseleyi kavrayabilmek istiyorum. Göğsüm sıkışıyor. Anlamıyorum.
Telefonuma not alıyorum, “Çalışmadığım halde Pazarları akşamüzeri neden damağıma buruk bir tat düşüyor? Pazartesi, bir şeylerin başlangıcı, bir dinginliğin ertesi.”
Dışarıda fırtına var. Kestane karası zamanı gelmiş demek. Doğa yapması gerekeni yapıyor. Kestaneler düşecek. Sonra pastırma sıcakları gelecek. Ve ardından kış. Havalar bozmadan halledeydi şu işleri ya. İyi de bu soğukta buzlar nasıl çözülür? Anlamıyorum. Neden acele etmek zorundayız hep? Telefona sarılıyorum.
“Seni hiç anlamadım Anne.”
Sustu. Ben de susuyorum, belki birkaç saniye, sessizlik çok uzun geliyor.
“Nesini anlamadın, tavuk kızartıyorum. Uzatmayın da gelin.”
Telefonu kapatıyorum. Kerem’e sesleniyorum. Kahvaltıdan beri uyuyor, gece uyku tutmamış. Geçen Pazar gibi. Ondan önceki Pazar gibi. Boyuna uyuyor.
Yatak odasının kapısını itiyorum. Uyanık.
“Annem çağırdı.” “Depocular yarın sabah gelmeyecek miydi?” “Ne bileyim… Tavuk kızartacakmış. Gel gidelim, yardım mı istiyor nedir?”
Uykusunu alamamış, gelmeyecek. Geçen Pazar gibi. Ondan önceki Pazar gibi. Hiç uyanmayacakmışçasına uyuyor.
Yatak odasının kapısını çekiyorum. Çantamı alıyorum, omzum burkuluyor ağırlığından. Bedenim tanıyor bu ağırlığı. Ayaklarım kendiliğinden gidiyor, rüzgardan sendeliyorum. Yanaklarım buz tuttu. Acele ediyorum. Neden sonra annem kapıyı açıyor, çantamı alıyor.
���Yine kaplumbağa gibi doldurmuşsun çıkınını, evden mi kaçacaksın kız bu yaştan sonra?”
Gülümsüyor. Rimeli akmış.
“Belki depocular beni de alırlar.”
Kahkahayı patlatıyor. Kızarmış tavuk kokusu kolilerin kokusuna karışmış. Allah kahretsin, tabak almayı unuttum.
“Bir gün kendini bir yerde unutma da. Kerem nerede? Neyse ben alırım.”
Bir gün kendimi bir yerde unutmam, keşke unutsam.
Yüzünü çeviriyor, göremiyorum. Bir hışımla dışarı çıkıyor, marketten plastik tabak alacakmış. Kapı kapanıyor. Durduramıyorum, kollarım kalkmıyor, ağırlık hala omzumda. Biraz daha beklese miydik? Mutfağa gidiyorum. Buzdolabının kapısı kapalı. Üstünde bir magnet var, Kerem’le balayındayken aldığımız. Buzdolabının kapısını açıyorum. Magnet yere düşüyor, ikiye ayrılıyor. Dolabın içi buz gibi, yanaklarım acıyor. Belki ben de onunla uyusam.
Magnetin iki parçasını elime alıyorum. Yapışır değil mi? Gözlerim yaşarıyor. Bu sefer ağlamayacağım. Kapı açılıyor. Annem elimdeki magnet parçalarını görüyor. Elini yüzüne götürüyor, ben ağlıyorum. Elime bir peçete uzatıyor. “Önemli değil canım, aldım işte tabakları. Sen de her şeyi abartıyorsun.”
Tavukları aldığı plastik tabaklara koyuyor. Salondaki sandalyelere oturuyoruz karşılıklı, sehpa niyetine kolilerden birini önüme çekiyorum.
Neden sadece o magneti bıraktın? Buzdolabı da soğuk hala. Ne istiyorsun? Babamın gitmesine neden izin verdin? Ben de mi izin vermeliyim? Sormak istiyorum, bugüne kadar soramadığım tüm soruları sormak. Omzumdaki ağırlığı bir anda yere atıp o aptal magnet gibi parçalamak.
“Depocular mesaj attı mı?”
Zil çalıyor. Birbirimize bakıyoruz.
Çok uzun zamandır beklenen biridir kapıdaki, bilirsin. Miden kasılır, yüzündeki kaslar kendiliğinden gülümser, öyle bir gülümseme yüzümde, kapıya koşuyorum. Hayır, süzülüyorum. Zaman geçmiş, yaralı kanatlarım iyileşmiş. İlkinde ürkek sonra hızla çırparak. Ta ki kanat çırpmaya ihtiyacım kalmadığını anlayıncaya kadar.
Kerem.
“Geldim.”
#öncesi#erhan cihangiroğlu#friedrich nietzche#ecce homo#öykü deneme#ayrılık#buluşma#yeni hayat#zaman#şifa#iyileşmek
3 notes
·
View notes
Photo
Rüya ikinci yaşamdır. Bizi görünmeyen dünyadan ayıran o fildişi ya da boynuz kapılardan geçerken hep titremiş, ürpermişimdir. Uykunun ilk anları ölümün imgesidir; belirsiz bir uyuşukluk yakalar düşüncemizi ve ben' in bir başka biçim altında varoluş yapıtını sürdürdüğü belirsiz anı tanımlayamayız. Yavaş yavaş, azar azar aydınlanan garip, örtülü bir yeraltı dünyasıdır bu ve orda cennetlik çocuk ruhları gibi yaşayan devinimsiz solgun şekiller karanlıktan ve geceden kurtulurlar. Sonra tablo biçimlenir ve yeni bir parıltı tuhaf görünümleri aydınlatıp devinime geçirir; ruhların dünyası artık açılmıştır bize.
1 note
·
View note
Photo
#Erhan Cihangiroğlu#şifa ıı#suluboya#baskı#karışık teknik#desen#kırmızı çocukluk#roots#art#draw#çizim#sanat#woman
6 notes
·
View notes
Photo
Mühürlenmiş Zaman / Erhan Cihangiroğlu @galeri_a_izmir ‘de... #art #artgallery #paint #painter @erhancihangiroglu #mühürlenmişzaman (Galeri A) https://www.instagram.com/p/B4FzsfRpjZu/?igshid=1edvmuk84nty2
0 notes
Text
“İnsan inandığı şeyler uğruna muhteşem hatalar da yapabilir. Kızmamalısın.” - küçük İskender, Bir Nedeni Yok Yalnızca Öptüm - Görsel: Erhan Cihangiroğlu
#küçük İskender#Bir Nedeni Yok Yalnızca Öptüm#İnanmak#Hata#İnsan#Hayat#İnanç#Yürekbalı#Erhan Cihangiroğlu
31 notes
·
View notes
Photo
Transparan kafiyelere boğardım huzursuz cümlelerimi. Anılara ani dönüşlerde başım dönerdi ve uçuşurdu saçlarım kabuslarımda. Gıli Gıli Salih kokusunu severdi ojenin ben ise kırmızısını.
0 notes
Photo
Kuşlar kuşların yanına..
Yapraklar yaprakların yanına..
Hiçbir şey yalnız kalmıyor..
İnsandan başka dünyada..
0 notes
Text
okyanuslar kadar siz
... Ancak beni,ismini diline mıhlamış kadından,”siz” zamirine muhtaç edilmiş bir özneye dönüştürdün.Bu yüzden mektubumun bundan sonraki kısmına ancak “siz” zamirine muhtaç edilmiş bir kadın olarak devam edebileceğim.
Mutlu ettiğiniz kadar kahrettiğinizi söylemem gerekir. Kendi etrafında döne döne, aşkla eteklerini uçuşturan bir kadın olarak sevmeye başladım sizi. Şimdi kalbinizin dibine vurmuş "birisiyim" sadece. Beni kendi içinizde, boşlukta bir yerde tam ortada, çıplak ve çaresiz bıraktınız. Üstüme kilitler sürgülediniz. Sordular size, yalnız inkar edebildiniz.
Aramızda betondan evlerin, dönemeçli yolların ve maalesef, yalnız zamanın olduğunu sanmıştım. Çok daha fazlası mümkün. Belli ki aramızdaki en büyük duvardan biri de içinde hapsolduğum kaledir. Siz bu kaleye veya içinde eksikliğin vasıf olduğu sarayınıza bir duvar daha ördünüz bugün. İşte bunun telafisi, mümkün değil. Bana küçük bir pencereyi layık gördünüz. Ben her gece penceremden bir savaş görebildim, içinde sizin olduğunuz. Hayır, yalnız kendinizle savaşıyordunuz. Öldüren de sizdiniz, nefretinize kurban ettiğiniz de... Birbirimizi görmemiz, iyi olduğumuzu anlamak için yeterli mi? Uzaklarda bir yerde kendi savaşınızda kendinizi kurban edeceksiniz. İntihar değil de nedir bu?
Kendinizi bana aşık olmakla kandırmayın,lütfen. Siz imkansızlıklar nehrine kapılmış küçük bir çocuksunuz daha,büyümeniz gerek.
Erhan Cihangiroğlu “Denize ağıt”
#kafka okur#melissa keçeli#okyanuslar kadar siz#erhan cihangiroğlu#alıntı#ne okudum#mourn for sea#denize ağıt
5 notes
·
View notes