#Orman Çocuğu
Explore tagged Tumblr posts
Text
Elim kırılsaydı da bu şiiri yazmasaydım
Ahmet Muhip Dıranas'a şöhret getiren 'Fahriye Abla' şiiri, Türk edebiyatının da en ünlü ve gizemli şiirlerinden biri oldu. Önce 'Fahriye Abla'nın gerçekten var olup olmadığı üzerine tartışmalar yapıldı, sonra sinema filmi çekilen ilk şiir oldu. 1984 yılında Yavuz Turgul tarafından sinemaya uyarlandığında büyük yankı yaptı. Yeşilçam'ın unutulmazları arasına giren film, o dönem Fahriye Abla'yı oynayan Müjde Ar'ın da ününe ün kattı.
Peki, filmde, 'mahallenin güzel, ancak haksız dedikodulara konu alan Fahriye Abla'sı', gerçekte nasıl biriydi? Fahriye Abla, Ahmet Muhip'in hayali miydi yoksa gerçek miydi? Dıranas, 'Fahriye Abla' şiirini yazdığı için hiç pişmanlık duydu mu? Kollarında öldüğü eşi Münire Dıranas'a 'Fahriye Abla' konusunda ne vasiyet etti?
Bu soruları, gazeteci Ebru Toktar Çekiç, Münire Dıranas’a sordu.
Ahmet Muhip Dıranas ile nasıl tanıştınız?
Babam öldüğü zaman, annem bir avukatla evlendi. Bu yüzden annemin babası olan dedemin evinde büyüdüm. Dedem, Ankara'da eski Orman Bakanlığı yakınlarında bir konak aldı. Ankara'da Ticaret Lisesi'nde okurken, Çocuk Esirgeme Kurumu'nda çalışan teyzemi sık sık ziyaret ederdim. Muhip Bey, müdürle görüşürken beni görmüş. Beni görünce gözlerini öyle dikti ki bana, hiç ayırmadı. Tabii belirteyim ki o zaman dünya güzeliyim. Şimdi bakmayın cildimin bozulduğuna! Her neyse Dıranas da yakışıklı, şöhret sahibi bir adam. O sırada 17-18 yaşlarındaydım. Muhip Bey, 32 yaşında. Beni takip etti, okula gidiyorum, kapıda bekliyor, eve gidiyorum, önünde bekliyor... Ve bir gün evlenme teklif etti. Önce karşı çıktım, fakat o çok ısrar etti. Liseyi bitirmiştim, dedem de ölünce onunla evlendim.
‘Muhip’i baba gibi sevdim’
Muhip Bey'i sevdiniz mi peki?
17 yaşında bir çocuk, 32 yaşında bir adama o sırada 'Seni sevdim' diyemez. Annem, babam, dedem hepsi ölmüştü. Yalnız kalmıştım. Evlenmek zorunda kaldım. Ama Muhip Bey ile evlenmekten hep memnun kaldım. Ona, bohem yaşantısı olduğu halde, hiçbir zaman karşı gelmedim. Ben daima dürüst ve saygılı bir şekilde hayatımı sürdürdüm.
O sizi çok sevdi anlaşılan?
Herkes 'Fahriye Abla' şiirini konuşur ama Ahmet Muhip Bey, tek şiir kitabını bana ithaf etti. Kendisi bohem adamdı. İçkisini devam ettirdi benimle beraber. Ben hiçbir zaman karşı çıkmadım. Ama o da bana her zaman sevgi, saygı besledi, daima beni methetti. Ben onu hep baba gibi sevdim. Fakat maalesef, bu büyük adamın çocuğu olmuyormuş. Ama ben ondan ayrılıp, başkasıyla evlenmedim.
Hayatından çok kadın geçmiş
Çocuğunuzun olamaması Muhip Bey'den kaynaklanıyor yani?
Sorun ondan kaynaklanıyor. 17 yaşında genç kızım, çocuğum olmaz mı?
Peki, Dıranas'ın çocuğu niye olmuyor?
Çünkü Muhip Bey, benden önce birçok kadınla macera yaşamış. Müthiş bohem yaşamış. O kadarını açıklamayalım artık.
O öldükten sonra genç yaşta dul kaldınız, ama evlenmediniz. Kararınızdan pişman mısınız?
Benim acayip huyum vardır. Namus mefhumu beni her şeyde engellemiş, fakat birçok konuda da başarıya ulaştırmıştır. Çok şükür, şerefimle ayaktayım, ama tabii ki yaşlandım ve yorgunum. Baksanıza yüzüm çok bozuldu benim. Çünkü bin bir dert içinde yaşıyorum. Yalnızlık zor. Ama ben ikinci bir erkeğin koynuna girmedim. Hasan åli Yücel'in annesi beni çok severdi. 'Münire bir büyük adam geldi, onunla evlenirsen Kapalıçarşı'dan ne istersen alacağını, seni dünya turuna çıkaracağını, malvarlığını bile vereceğini söylüyor; gel evlen, bak çocuğun olur, daha çok gençsin' dedi. 'Benim hayatıma sadece eşim girmiştir, başka biri daha giremez' dedim ve kabul etmedim.
'Fahriye Abla' şiiri ne zaman yazılmış?
Benimle evlenmeden yazılmış bir şiir.
‘Fehriye abla sübyancıymış’
Peki, kim bu Fahriye Abla?
Halk bu şiire bayılıyor! Ben evlendiğimde Fahriye kim bilmiyordum. Bu ünlü şiiri öğrenince 'Kim bu Fahriye?' diye sordum. İlişkisi olan bir komşusuymuş. Yani olay şu: Muhip Bey'in babası askeri fabrikalarda çalışıyor. O sırada işçiler için Cebeci'de yaptırılan İşçi Evleri'nde kalıyorlar. Fahriye de Muhip Bey'in annesinin komşusu. Sürekli evlerine girip çıkarmış. Aslında Fahriye evli, çoluk çocuk sahibi bir kadın. Ama başkalarıyla da düşüp kalkan hafifmeşrep bir kadın. Zannediyorum Muhip Bey'i de tavlamış o dönem. Muhip Bey, o sıralarda bir sübyan. Yeni erkek olmuş yani. Sanıyorum 15-16 yaşlarında. Fahriye de galiba sübyancıymış!
İlginç vasiyet
Adına şiir yazılan bu kadını kıskandınız mı hiç?
Allah Allah, bu çok saçma bir soru! Ben dünyaya gelmeden 3 yıl önce Muhip Bey, Fahriye Abla'yı tanımış. Fahriye'yi görmedim hayatımda! Muhip Bey benle evlendiğinde Fahriye işi çoktan bitmişti.
Merak ettiniz mi Fahriye Hanım'ı?
Ben, hayatım boyunca Fahriye ismi ile hiç ilgilenmedim. Çünkü benden önce yaşadığı bir kadın. Benden sonra değil bu! Ama Ahmet Muhip Bey, kollarımda ölürken bana ağlayarak ne dedi biliyor musunuz? İlk kez açıklıyorum; Kuran çarpsın ki doğrudur. 'Münire sakın Fahriye'yi gündeme getirme! Elim kırılsaydı da bu şiiri yazmasaydım. Sen bu konuyu kimseye açma, bu konuyu film yapmak isterler, sakın yaptırma, mani ol' diye vasiyet etmişti. Ben de hiç konuşmadım. İlk kez konuşuyorum. Kitap da yapacağım anılarımı.
Fahriye Abla, herkesin kafasında farklı bir imge değil mi?
Tahsilli, edebiyat bilenler bu işi o zamandan beri bilir. Fahriye Abla'yı çok yetenekli, çok güzel veya saygın biri gibi g��steriyorlar. Fahriye, sanki mahallede harika bir insanmış gibi herkes ona hayran! Halbuki öyle değil. Fahriye Hanım'ı kimse örnek almasın. Fahriye Hanım bir hafif meşrep. Ama şimdiki kadınlar pek mi hırlı! Hangisinin yeri Münire Dıranas gibi! (Gülüyor)
Sinop'ta müze kurulacak
Vakfı ne zaman kurdunuz?
Ahmet Muhip Dıranas Vakfı'nı, Dıranas öldükten hemen sonra 1980 yılında kurdum. Çünkü evlatsız kaldığım için yüreğim kan ağlıyor. Fakir çocuklara burs veriyorum. Gelenleri çevirmiyorum. Ama kimse vakfı desteklemiyor.
Müze kurma girişiminiz de var sanırım?
Sinop'a müze yaptırıyorum. Müzede, Ahmet Muhip Dıranas'ın şiir kitapları, fotoğrafları, eşyaları olacak. Orada yaşamak istiyorum, ama vakfı da bırakmak istemiyorum.
Maddi sıkıntılar var mı?
Gazeteciler Kooperatifi, Ankara'da İş Bankası Blokları'nın oralarda arsa dağıtmıştı. Muhip Bey de ölmeden buradan arsa almıştı. Ancak Muhip Bey, 'Arsayı Münire adına verin' demiş.
Tapu da var elimde. Arsanın inşaatı için Muhip Bey'in anlaştığı kişi, Muhip Bey ölünce arsayı 'Muhip Dıranas bana verdi' diyerek kayıtlar çıkarıp, imza taklit ederek, arsayı ve buraya yaptığı bütün daireleri almış. Bu konuda dava açıp, haklarımı isteyeceğim. Çünkü belgeler var elimde! Korkunç bir memleket bu Türkiye! Muhip Bey ölünce olmuş hepsi... Şu andaki vakfımızın Gazi Mustafa Kemal Bulvarı'ndaki yerini bize rahmetli eski Başbakan Bülent Ecevit verdi. Kendisi bizi çok severdi.
Uzun bir yazı ama ben çok sevdim.
Fotoğraf Ahmet Muhip Dranas ve eşi Münire hanıma ait
12 notes
·
View notes
Text
Arkama bakmadan emin adımlarla geçiyorum. Önümde sönen mum dikkatimi çekiyor ilk, sonra da aynadaki yansımam. Sabah olmuş, bir gün daha başlıyor. Bir gün daha bitmek için başlıyor. Bir gün daha uyumak için yaşıyorum. Gerçek olarak gördüğümüz bu mu gerçekten? Kendimizi kandırıyor olmalıyız. Ayağa kalkıyorum, bacaklarım uyuşmuş. Ah, radyoda Charles Aznavour çalıyor. Bu Fransız şarkıları, beni çok etkiliyor. Gözlerime düşen saçlarımı geriye atıyorum. Dudaklarım, küsmüş. Sesim, kurumuş. 1 saniyeden kısa bir süre içinde kendime geliyorum. Günaydın Charles, La Boheme. Gülümsüyorum. Günüm başladı, sevgilim. Günaydın diyorum ve bir öpücük konduruyorum yanağına. Yüce ağaçlar nasıl uyanır hep merak ederim, hiç uyumazlar mı? Hışırtıları esnemeleri midir? Merak ederim Romanya'da sabahları nasıldır. Kahve ve taze ekmek kokan Paris'in sokaklarını özledim. Sanırım pek çok şeyi özledim, ama hiç biri aynı değil. 1890'ların Paris'i, sadece özel aracımla gidebildiğim geçmişte saklı. Bir dahakine çocuğu oraya götüreceğim. Parlayan gözleri ile etrafı seyrederken rüzgardan uçuşan saçları.. Masum kokusu, minik elleri. Bir balerin gibi nazik ve ceylan kadar korkak adımları Paris'in sokaklarını notalarla dolduracaktır. Ah düşünürken yerimde duramıyorum. Uyan sevgilim, bu güzel şarkıda eşlik edelim bulutlara. Üstümüzden geçen kuşlar koro halinde söylüyor kaderimizi, kargalar izliyor ve haber taşıyor düşmanlarıma. Üstüme bir şey giymek için yelteniyorum, gerek yok aslında. Vazgeçip mutfağıma doğru gidiyorum. Siyah, koyu kahvenin dumanını takip ediyorum. Benim için hazırlanmış bir kahve… Ah mutfak cinleri, ne de düşüncelisiniz. Her sabah aksatmadan kahvem hazır olur, camın kenarında beni bekler. Elime alıp balkona çıkıyorum. Orman çok güzel gözüküyor… Kuşlara ve ormanda çalışan çiftçiye selam veriyorum. Çiftçi bize mahsullerinden sunuyor, ona ne kadar teşekkür etsem az. Verdiği yeşilliklerin tadı hiçbir yerde yiyemeyeceğiniz kadar güzel. Bitti Kinyas, kazandık. Bitti artık, durmalısın. Bitti artık, kazandık. Bitti…
4 notes
·
View notes
Text
YouTube'da "Kazım Koyuncu - Narinom" videosunu izleyin
youtube
Orman gülleri açmış yeşilin maviyi öptüğü Karadeniz yamaçlarında..hadi şair ceketli çocuğu dinleyelim..🐞
5 notes
·
View notes
Text
ÇOK KÖTÜ DURUMDAYİZ COCUKLARİNİZA DİKKAT EDİN !
Uzun zamandır yazmak için derin araştırmalar yaptığım bir konu vardı.
"Metavörs!"
Dostlarımla beraber yerli ve yabancı kaynakları araştırıyor ve tam 7 dilden çeviriler yaparak bu meselenin aslını astarını kavramaya çalışıyorduk ki bayram ziyaretlerinde tevafuk olduğum 7 yaşındaki bir kız çocuğu bütün okuduklarımı unutturdu bana.
Öyle bir cümle kurdu ki çocuğa cevap veremeden dondum kaldım, onca yabancı makaleyi boşuna okumuşum dedim.
Bu yavruyu öptüm ve bayramdır diye harçlık vereyim dedim.
Baktım uzattığım bayram harçlığını elinde evirdi, çevirdi, buruşturdu, katladı.
Anladım ki bir şey söyleyecek.
Nihayetinde bana yaklaştı ve fısıldayarak;
-Bu parayı benim oyunuma yükleyip "Robux" yaparmısın? Dedi.
Robux bu oyunda alışveriş yapmak için kullanılan para birimiymiş.
Belli ki annesinden tepki görmüş ama içindeki o isteğide bastıramıyor gizlice yapmaya benide ortak etmeye çalışıyordu.
Sesli sesli okuyun bunu.
"Ona toka, oyuncak, çikolata vs alsın diye verdiğim parayı bana geri uzatarak bunu "robux" yap dedi!"
7 yaşındaydı..
Bedeni yanımdaydı ama aklı, fikri, kalbi, sanal alemdeydi..
Resmen çırpınıyordu ruhu telefon ekranının içinde kurduğu dünyaya girebilmek için.
Kahroldum ve uzun uzun düşündüm.
Bizler sanıyoruz ki bu tuzaklar hep bizim için..
Asıl yanıldığımız yer tam olarak burası işte.
Sen, ben ne yapıyoruz ki telefonda?
2 yemek tarifi, 3 trendyol linki, o onu demiş, bu bunu giymiş en fazla bu yani.
Ama çocuklarımız böyle değil kardeşler, inanın böyle değil.
Bu tarz uyarılar yaptığımızda ekserimiz;
"Amaaaan canım kim inanır buna? Ne'me lazım!" Diye burun kıvırıyor ama şu tuzaklar hep gelecek nesiller için.
Evet sen, ben bir yere kadar kanarız belki.
Çünkü bizim nenelerimiz elektriksizliği görmüş, annelerimiz televizyonsuzluğu, bizler telefonsuzluğu..
İstisnalar olmadıkça bizi zaten çekemezler bu hayatın içine.
Fıtratında doğan ve yaşayan son nesildik çünkü.
Biz ağaçlara çıktık, misket oynadık, yırtık çorabımızı yamadık, leblebi tozuna sevindik, gazete kağıdı külah yapılıp içine çay bardağıyla koyulan çekirdek bizi mutlu etti!
Biz böyle saf ve temiz yaşadık.
Biz bir orman havası alsak, iki çekirdek çıtlasak yine mutlu oluruz.
Ama eline para verdiğimiz çocuklarımız mutlu olmuyor, önüne dağları sersek hevesi 3-4 dakika sürmüyor.
Sadece ekrana bağımlı hareket etmeden "izliyorlar" ve ne yazık ki böyle giderse biraz büyüyünce de varını yoğunu o ekranın içine taşımaya çalışacaklar.
Bu küresel güçler sana bana değil, çocuklarımıza yapıyor bu alt yapıyı.
Hasılı kelam;
Bu kız çocuğuna dedim ki;
-Ama bak çok güzel bi boyama takımı var bu para ona yeter boşver sen robuxu mobuxu..
-Hayır, orda da bir tane "ben" varım, kendime çok güzel pet (hayvan) alacağım orada param yok, bunu napayım burda! Diyerek kızdı gitti.
Hayır, hayır abartmıyorum.
2016 yılında çipler geliyor derken,
2017 yılında yapay et hazırlıyorlar derken,
2018 yılında sahte salgınlarla vuracaklar derken linçlendim.
Hakaretlere uğradım, ajan dendim, moralimizi bozuyor bu kadın dendi..
Ama ne oldu?
Belki söylenenlere kulak verilseydi birlikte bir şeyler yapabilirdik.
Ama geç değil.
Şuan biz bu gidişatı engelleyemeyiz.
Çünkü bu kıyamet kopacak, bunlar alametleri.
Dünya iyiye gitmeyecek, bizler kötüye giden bu dünyada "insan kalmaya" çalışacağız.
Evlerimiz sığınağımız olacak.
Çocuklarımızı daha çok ilgi ile, şefkat ile, alaka ile koruyacağız.
Unutmayın;
İzledikleri ekran onlara hiç kızmıyor(!)
Oynadıkları karakter onlardan hiç bıkmıyor(!)
Son iki cümlemi çok iyi düşünün.
Alıntı.
2 notes
·
View notes
Text
Narin Cinayeti, Kollektif Failler Ve Ortak Suçlular Toplamı
✍🏻 Prof. Dr. Doğan Göçmen
https://www.gundemarsivi.com/narin-cinayeti-kollektif-failler-ve-ortak-suclular-toplami/
Toplum olarak haftalardır körpecik bir yavru olan NARİN kızımızın önce kaybolduğuna dair haberlerle sonra da ne yazık ki öldürülmüş olması gerçeğinin yaratmış olduğu duygu durumu ve psikolojik haliyle boğuşup duruyoruz. Tüm anlayışımız adeta büyük bir teste tabi tutuluyor.
Sanki bütün bir toplum kriminolog olduk. Yeniden ve yeniden durum analizi yapıyoruz, durumu tekrar ve tekrar değerlendiriyoruz, katilin kim veya kimler olabileceği konusunda sonsuz tahminlerde bulunuyoruz, aklı yürütüyoruz.
Ama olanlar karşısında şaşkına dönmüş durumdayız, kanımız donuyor, artık aklımız ermiyor: Bu nasıl olabilir, o güzelim kız çocuğu dünyaya gülümsemenin dışında kime ne etmiş olabilir ki öldürülüyor?
Bütün bir toplum olarak, uzmanlarıyla, ilgilileriyle, profesyonelleriyle, amatörleriyle küçücük bir köyde işlenen bir cinayeti çözmeye çalışıyoruz. Konu hakkında edinilen bilgi arttıkça içinden daha çok çıkılmaz oluyor. Oysa artan bilginin canice işlenen bu cinayetin çözümüne yardımcı olması gerekir. Ama olmuyor. Konu derinleştikçe sanki hep beraber dipsiz bir kuyuya veya bataklığa battıkça batıyoruz.
Günlerdir konuya ilişkin bir şeyler yazmak istiyorum. Ama içimdeki bir güç elimi kolumu bağlıyor. İsteksizlik içinde gelen haberlere, söyleşilere, yapılan yeni analizlere bakıp duruyorum. Ben de mi bir analiz işine girişmeliyim, yoksa yaygın olarak yapıldığı üzerine öfkemi mi ifade etmeliyim? İçimde oluşan suçluluk duygusundan nasıl kurtulabilirim? Zira görünüşe göre benim NARİN cinayeti ile uzaktan veya yakından bir ilişkim yoktur. Görünüşe göre…
İçimden bir ses, NARİN’in öldürülmesiyle birlikte, yani toplum olarak en masumlarımızdan küçücük bir yavrucağımızı koruyamamış olmamız beni içinde bulunduğumuz duruma ilişkin daha geniş ve genel düşüncelere itti. İçimde beliren düşünceyi kaç gündür kendimle taşıyıp duruyorum. Düşüncelerimi kağıda döküp, onu karşıma alarak ona bakmaktan korkuyorum. İçimde bu defa önceden hiç olmadığı kadar derin bir “ortak suçluluk” duygusu oluşmuş bulunuyor. Yapacağım hiçbir eleştiri, hiçbir protesto beni bu ortak suçluluk duygusundan kurtaramayacak gibi. Toplum olarak bundan sonra “normal” gündemimize devam edemeyiz. NARİN cinayeti hep elimize ayağımıza dolaşacaktır.
Beni düşündüren, hiç bu kadar derinden hissetmediğim bu suçluluk duygusunun içime saplanması. Kadın cinayetleri, çocuk istismarları, depremlerde ve orman yangınlarında göz göre göre yapılan ve yaşanan ihmalkârlıklar, hayvan katliamları; hep bir suçluluk duygusu olur içimizde doğal olarak. Ama NARİN’in öldürülmesi ile toplum olarak bir sınırı geçtik artık. NARİN’i koruyamamış olmamış olmamıza dair gerçek tüm masumiyet duygumuzu elimizden aldı. Artık sadece failler ve sorumlular yoktur. Bütün bir köy her şeyi biliyor, ama susuyor, potansiyel fail veya failler sanki bir “görünmez el” tarafından, bir “üst akıl” tarafından korunuyor. Küçük NARİN’in canice cinayetinde ortak suçluların yanında artık “kollektif failler” de var.
Oluşan bu yeni durumun kanımca hiçbir telafisi yoktur. Bu yeni durumu tüm boyutları ile tanımlamaya çalışıyorum. Hangi kavramları kullanmak gerekir? Bu yeni durumda artık sadece hukuk sistemini, erkek-egemen sistemi, hükümeti, siyasi kişilikleri vs. eleştirmek yetmeyecektir. Yapacağımız hiçbir şey bizi içine düştüğümüz suçluluk duygusundan kurtaramayacaktır.
Bütüne bakalım, somutu görelim. Toplumumuz en masumlarını koruyamaz duruma gelmiştir. Kitlesel hayvan katliamını engelleyememiştir. Ormanların talan edilmesini ve yakılmasını engelleyememiştir. Çocuk istismarlarını ve cinayetlerini engelleyememiştir. Kaç yüz bin kişinin öldüğünü bilmediğimiz depremden sonra gösterilen tüm çabalardan kısa bir düre sonra normal gündemimize geri döndük ve devletin günlerce yardım elini uzatmasını engelleyenleri yeniden göreve getirdik. Kadın cinayetleri yıllardan beri kanayan bir yara. İşçi cinayetleri, alın teri ile ekmeğini kazanmak isterken ihmalkârlıklar nedeniyle öldürülen işçiler, emekçiler.
Hukuk sistemi adalet dağıtmıyor, tersine, neredeyse mağdurlar yaratmaktan başka bir işe yaramaz duruma gelmiş bulunuyor, sürekli yeni hukuk skandallarına yol açıyor. İdari sistem idare edemez duruma gelmiştir, kendisini neredeyse yalnızca güvenlik ve maliyeyi ilgilendiren görevlerle sınırlıyor. Sanki sadece şiddet üretiyor. Yıkıntıların altından bir çocuğun elini uzatıp babasının elini tutuğunu gösteren fotoğraf gözlerimin önüne geliyor. Ya o dehşetle ağlayan çocuğun fotoğrafı… Kimsesiz kız çocuğu yazıyor bir mezarda…
NARİN cinayeti tüm bunların, kollektif faillik ve ortak suçluluk durumunun toplumun her alanına ve en küçük birimlerine kadar derinlemesine nüfuz ettiğini gösteriyor. Belki mezarında faili belirlenemedi yazan kim bilir. Belki biz herkes fail olduğu için failleri belirlenemedi diye düşüneceğiz.
Toplumumuzun en masum kesimlerini koruyamıyor olması, insanlığını koruyamaz duruma geldiğini gösteriyor. Toplumumuz insanlığını sürekli ayaklar altına almakta ve ayaklarının altında çiğneyip paramparça etmektedir. Ve bu sistematik olarak gerçekleşmektedir. Ve bu sürekli yeniden üretilmektedir.
Toplumsal sistemimiz kendi masumiyetini, yani kendisine insanlığını kazandıranı ve böylece birazcık da olsa yaşam gücü ve sevinci vereni sistematik olarak yok etmektedir. Durum kabaca budur. Bu durumu nasıl bir kavram ile ifade etmek gerekir? Durumu, korkarak ve çekinerek KOLEKTİF FAİLLİK ve ORTAK SUÇLULUK durumu olarak tanımlıyorum. Bu kavramları kullanırken hiç rahat değilim, ama durumunuzu ifade etmek için başka bir kavram gelmiyor aklıma. Nazi Almanya’sına dair çağrışım hem yerinde yerinde olur gibi geliyor hem de korkutuyor.
Neden? Toplumun bir yarısı kendi özünü çürüten, tuzuna kadar konuşmasına neden olan bu durumu, bu sistemi ayakta tutmak için ısrarla ve var gücüyle çalışmaktadır. Bu kesim bu nedenle toplumun “kollektif failler” kesimini oluşturmaktadır. Toplumun diğer yarısı “ortak suçlular” kesimini oluşturmaktadır, çünkü faillerin tüm araçları kullanarak, tüm yöntemlere başvurarak yürüttüğü bu suçlular sistemini değiştirememektedir.
Öyleyse kısa ve özet olarak ülkemizde oluşan sistem sürekli bir kollektif failler ve ortak suçlular toplumu üretmektedir. Yeniden ve yeniden… Bu durumda artık hiç kimse ben suçsuzum diyemez. Güzel kızımız NARİN’in canice cinayeti bunu göstermiştir. Narin kızımızın öldürülmesiyle birlikte toplum bir bütün olarak masumiyetini yitirmiştir. Herkes suçludur. Olayın neresinde olursak olalım. Hepimiz suçluyuz.
Toplumsal sistemimiz sistematik olarak KOLLEKTİF FAİLLER ve ORTAK SUÇLULAR toplumunu sürekli yeniden üretmektedir. Buna dur demenin, ben bu suça ortak olmak istemiyorum, diyebilmenin tek koşulu, uzun yıllar içinde oluşmuş ve oluşturulmuş olan bu sisteme artık dur demektir. Çizgiler buna göre çekilmeli, ayrılıklar buna göre belirlenmeli. Kollektif faillik ve ortak suçluluk durumunu sürdürmek isteyenler ve içine düştüğümüz bu bataklıktan radikal bir şekilde kurtulmak isteyenlere göre.
Evet, kullandığım kavramlar Nazi Almanya’sına dair çağrışım içeriyor ve karşılaştırma yapılmasını talep ediyor. İçinde bulunduğumuz kollektif failler ve ortak suçlular toplumunda da bir soykırımı yaşanmaktadır. Bu soykırımı toplumun bir kesiminin başka bir kesimine karşı giriştiği bir soykırımı değildir. Bu soykırımı toplumun kendi insanlığına karşı giriştiği bir soykırımıdır. İnsanlığını yitiren bir toplum uzun süre bir toplum olarak varlığını sürdüremez. Masumiyet artık müzelerde bile korunamaz. Toplum olarak tuzumuz artık iyice çürümeye başladı, soyumuz kuruyor – kurutuluyor…
Doğan Göçmen
2 notes
·
View notes
Text
CHP Lideri Özel: "Kentsel dönüşüm için uyarı düdüğü çalacağız"
https://pazaryerigundem.com/haber/187000/chp-lideri-ozel-kentsel-donusum-icin-uyari-dudugu-calacagiz/
CHP Lideri Özel: "Kentsel dönüşüm için uyarı düdüğü çalacağız"
CHP Genel Başkanı Özgür Özel ile İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Dr. Cemil Tugay, 93. İzmir Enternasyonal Fuarı’nın açılışının ardından stantları gezdi. Özgür Özel, Belediye Sokağı’nda Büyükşehir iştiraki Ege Şehir Planlama’nın standında çocuklarla birlikte deprem düdüğü çalarak, “İzmir’in kentsel dönüşüm bekleyen birçok yeri var. Ama Ankara’daki amcalar imzaları atmıyorlar. Deprem çok tehlikeli. Ankara’da imzaları bekleten amcalara ‘Hadi artık imzaları atın’ diye uyarı düdüğü çalacağız” dedi.
İZMİR (İGFA) – CHP Genel Başkanı Özgür Özel, İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Dr. Cemil Tugay, protokol ile birlikte bugün kapılarını açan 93. İzmir Enternasyonal Fuarı kapsamında Belediye Sokağı’nda kurulan stantları gezdi. İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin stantlarını dolaşan Özel, Veteriner İşleri Halk Sağlığı Dairesi Başkanlığı standında bilgi aldı. Özel, “Belediyelerimize yazdığımız talimat sonucunda ilk olarak İzmir Büyükşehir Belediyesi, Veteriner İşleri Halk Sağlığı Dairesi Başkanlığı’nı kurdu. Şimdi bütün belediyelerimiz, veteriner işlerini daire başkanlığı düzeyinde kuruyor” diye konuştu. Özgür Özel, CHP Genel Merkezi’nin Bal ve Mayıs isimli köpekleri için Büyükşehir’in ürettiği ödül mamalarından aldı.
DEPREM DÜDÜKLERİ İLE ANKARA’YA UYARI CHP Genel Başkanı Özgür Özel, İzmir Büyükşehir Belediyesi şirketi Ege Şehir Planlama’nın standında da çocuklarla buluştu. Buradaki deprem düdüklerini çocuklarla birlikte çalan Özel, “Hep birlikte deprem düdüğü çalacağız. Çünkü İzmir’in kentsel dönüşüm bekleyen birçok yeri var. Ama Ankara’daki amcalar imzaları atmıyorlar. Deprem çok tehlikeli. Ankara’da imzaları bekleten amcalara ‘Hadi artık imzaları atın’ diye uyarı düdüğü çalacağız. İmzaları, pazartesi günü atacaklar” diye konuştu.
İZMİR İTFAİYESİNE YANGIN TEŞEKKÜRÜ İzmir Büyükşehir Belediyesi İtfaiye Dairesi Başkanlığı standında İtfaiye Dairesi Başkan Vekili Yaşar Korkmaz’dan bilgi alan Özel, “Yangınların şehre ulaşmasını engelliyorsunuz. Bir de üstüne laf yiyorsunuz. Üzülmeyin hiç. Herkes neyin ne olduğunu görüyor. Orman yangınlarını söndürmüyorlar. Sonra da ‘CHP’li belediye yangınları söndürmedi’ diyorlar. Hepinize emekleriniz için teşekkür ediyorum” ifadelerini kullandı.
“BAKANLIK VERİLERİNE GÖRE YÜZDE 99 ORANINDA İÇİLEBİLİYOR” İzmir Büyükşehir Belediyesi İZSU Genel Müdürlüğü’nün standını ziyaret eden Özel musluktan akan suyu içti. İZSU Genel Müdürü Gürkan Erdoğan da “Sağlık Bakanlığı verilerine göre İzmir’de çeşme suyu yüzde 99 oranında içilebiliyor. Birçok noktadan örnek alıp, inceliyorlar. Kendi sitelerinden de sonuçları yayımlıyorlar” dedi. CHP Genel Başkanı Özel ile Başkan Tugay, İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin çocuklara süt dağıttığı önemli proje olan Süt Kuzusu standında da bir bardak süt içti. Özel, sütü çok beğendiğini söyledi.
SANAL GÖZLÜK İLE KEYİFLİ ANLAR İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Dr. Cemil Tugay, CHP Genel Başkanı Özgür Özel ile sanal gözlük deneyimini de yaşadı. Sanal gözlükleri takan Özel ile Tugay, Leonardo da Vinci’nin ünlü eseri Mona Lisa portresine gözlüklerle bakarak, sanal sanatı deneyimledi. Özel, yapay zeka destekli ESHOT otobüsünde de direksiyona geçti ve güvenli yolculuk sisteminin tanıtıldığı otobüs ile ilgili bilgi aldı. Özgür Özel, çocuklarla da yakından ilgilendi. Fotoğraf çektirmek isteyen bir kız çocuğu, gözyaşlarını tutamadı. Protokol, 93. İEF’in onur konuğu kenti olan İstanbul Büyükşehir Belediyesi stantlarını da gezdi. Başkan Tugay 30 Ağustos Zafer Bayramı kutlamaları kapsamında Gündoğdu Meydanı’nda düzenlenen dron gösterisini de Kültürpark’tan bir süre izledi.
BU Haber İGF HABER AJANSI tarafından servis edilmiştir.
0 notes
Text
1964’de shel silverstein tarafından yazılmış bir masal var, bu gece onu anlatacağım, uykusuza masallar: the giving tree.
bir zamanlar bir ağaç varmış
ve küçük bir çocuğu çok sevmiş.
her gün o çocuk gelir ve
onun yapraklarından toplarmış
ve onlardan taçlar yaparmış.
onun gövdesine tırmanır,
ve dallarında sallanır,
ve elmalarından yermiş.
beraber saklambaç oynarlar, çocuk yorulduğunda,
onun gölgesinde uyurmuş.
ve ağaç çocuğu çok sevmiş, mutluymuş.
ama zaman geçmiş ve çocuk büyümüş.
ağaç genelde yalnızmış.
çok.
bir gün çocuk ağacı görmeye gelmiş: “gel gövdeme tırman ve dallarımda sallan. elmalarımdan ye ve mutlu ol” demiş.
ama çocuk “tırmanmak ve oynamak için çok büyüğüm” diye karşılık vermiş.
“bir şeyler almak ve eğlenmek istiyorum. “üzgünüm,” demiş ağaç “ama hiç param yok.”“sadece yapraklarım ve elmalarım var.
elmalarımı al, onları şehirde sat. paran olacak ve mutlu olacaksın.”
çocuk tırmanmış ağaca ve toplamış elmalarını.
ve ağaç mutluymuş.
ama çocuk uzun süre gelmemiş, ağaç mutsuzmuş.
bir gün çocuk geri gelmiş, ağaç mutluluktan titremiş. “gel gövdeme tırman ve dallarımda sallan ve elmalarımdan ye mutlu ol” demiş.
“ağaçlara tırmanmak için çok meşgulum” demiş çocuk:
“beni sıcak tutması için bir eve ihtiyacım var.” eşim ve çocuklarım olsun istiyorum, yani bir eve ihtiyacım var.
bana bir ev verebilir misin?”
“benim evim yok” demiş ağaç.
orman benim evimdir, ama sen benim dallarımı kesebilir, bir ev yapabilirsin. ve mutlu olursun.”
ve çocuk dallarını kesmiş ve evini inşa etmek için götürmüş. ve ağaç mutluymuş. ama geri geldiğinde,
zar zor konuşuyormuş.
“gel, çocuk” diye fısıldamış “gel ve oyna.”
“ben oynamak için çok mutsuz ve yaşlıyım” demiş çocuk.
“beni uzaklara götürecek bir tekne istiyorum. bana bir tekne verebilirmisin?” “gövdemi kes ve bir tekne yap,” demiş ağaç.
ve ondan bir tekne yapmış ve denize açılmış.
ve ağaç yine mutluymuş ama o kadar da değil.
ve çok uzun zaman sonra
çocuk geri gelmiş.
“üzgünüm, çocuk,” demiş ağaç “ama sana verecek
bir şeyim kalmadı –
elmam yok.”
“benim dişlerim elmalar için çok zayıf artık” demiş çocuk. artık dallarım yok,” demiş ağaç.
“onların üstünde sallanamazsın” “dallarda sallanmak için çok yaşlıyım,” demiş çocuk.
“gövdem yok,” demiş ağaç.
“tırmanmaya yorgunum” demiş çocuk.
“üzgünüm,” diye gülümsemiş ağaç.
“keşke sana verebileceğim bir şeyim olsaydı. ama hiçbir şeyim kalmadı. sadece eski bir kütüğüm.”
“artık bir şeye ihtiyacım yok,” demiş çocuk.
“sadece dinlenecek bir yere ihtiyacım var.”
“peki” demiş ağaç,
gel, otur, dinlen.”
ve ağaç, mutluymuş.
böyle bitmiş ağaçla çocuğun masalı. sadece oturmak isteyen birer yaşlı olmadan, gövdesi kesik bir ağaç gibi olmayı öğrenelim diye.
0 notes
Text
Orman Çocuğu
9 sonuç Boyut Önizleme İndirme Okul Öncesi Eğitimde Alternatif Yaklaşım: Orman …Ağ6 Oca 2024 · yapan yönetici ve öğretmenler ile çocuğu bu okula devam eden velilerin bu uygulamalara yönelik görüşlerinin incelenmesidir. Bu amacı gerçekleştirmek için; orman …Kaynak: https://acikbilim.yok.gov.tr/bitstream/handle/20.500.12812/264840/yokAcikBilim_10240342.pdf?sequence=1 KB Önizle İndir Peter Low’un…
View On WordPress
0 notes
Video
youtube
ORMAN ÇOCUĞU SESLENDİREN :İPEK KARAMAN
0 notes
Text
Esmez tabii Akbelen ormanı gibi doğa hazinesini;limak/kolin/cengize peşkeş çekersen Türkiye ormanlarını arapa satmak için yaktırırsan her yere zevksiz beton mağaralar yaparsan ucube yazlık saray için güzelim okluk koyunun içine edersen esmez de gürlemez de bir gazeteci"Atatürk vatandaşla polimik yapan(ki sıradan vatandaş değil paralı aktrol)mahmut tanalı bastonla kovalardı" demiş kovalamazdı hep yakınıp hep oyunu aynı kişi ve partiye veren arap sürtükler gibi giyinip afgan talibanı kisveli kişileri kovalardı sen orman kesiliyor/pahalılık aç bırakıyor/baskı var maaş az /mülteci işgâli var vs de sonra seçim sandığını görünce git gine o yerdiklerine oy ver bu bir psikolojik rahatsızlıktır hele seçimlerden önce muhalefeti göklere çıkartıp rus destekli seçim kaybedişte korkudan muhalefete yüklenen bunca zamma sesini çıkarmayan paralı gazeteci,Chp'nin başına emir aldığı şekilde İmamoğlunu getirmek isteyen derin Türk ve İngilizlere hizmet eden sözde ülkücü asenaları görseydi o bastonu nasıl kullanırdı ben biliyorum iktidara lâf diyemiyorsunuz çünkü para alıyorsunuz korkuyorsunuz hiç değilse sinema/edebiyat yazıları yazın da ülkede muhalefet yok muhalefet denenler:koltuk sevdalısı imamoğlu onu yönlendiren derinlerin kuklası akşener bir de kasayı dolduran şantaj kasetiyle yüzünü solduran ince Chp ve Kılıçdaroğlu avanaklığından meclise giren eski Akp devşirmesi babacan mülteci istilası mimarı fetönün uslu çocuğu davutoğlu ve kokmaz bulaşmaz fetöcü uysal derseniz ülkede muhalefetin zerresi olmadığını herkes anlar hadiii işinizi yapmıyorsunuz göbek atın muktedirleri eğlendirin para havadan geliyor zaten pek aktrol yok ortada çünkü bu gazeteciler daha iyi satılık trol çıktılar üzerine alınan şikayet etsin aptal değiliz herşeyin farkındayız😤😠😈
instagram
1 note
·
View note
Text
TARIM VE ORMAN BAKANI YUMAKLI KASTAMONU HEYETİ İLE BİR ARAYA GELDİ
Bakanlık Mehmet Akif Ersoy Konferans Salonu'ndaki kabulde, AK Parti Kastamonu Milletvekilleri Fatma Serap Ekmekci ve Halil Uluay, Kastamonu Belediye Başkanı R. Galip Vidinlioğlu, ilçe belediye başkanları, siyasi partilerin yöneticileri, şehit aileleri, tarım meslek ve sivil toplum örgütlerinin temsilcileri ile Kastamonulu vatandaşlar yer aldı. Kabulde konuşma yapan Bakan Yumaklı, Kastamonulu bir işçi çocuğu olarak hiçbir zaman değerlerinden kopmadıklarını belirterek, “Bizi biz yapan değerlerimizi, köklerimizi unutmamalıyız." dedi. Kastamonuluların desteğini her zaman yanlarında hissettiklerini ifade eden Yumaklı, “Bu nedenle sizlerle birlikte olmaktan, Kastamonu'muzun geleceği için bir araya gelmekten ve istişare etmekten hem heyecan hem de sevinç duyuyorum." diye konuştu. Bakan Yumaklı, tarımsal faaliyetlerin yoğun olarak yapıldığı Kastamonu'nun zengin bir tarihe ve kültürel geçmişe de sahip olduğunu vurgulayarak İnebolu halkının Kurtuluş Savaşı'nda bütün dünyaya örnek teşkil edecek nitelikte bir kahramanlık gösterdiğini anlattı. Kastamonu'nun dinamiklerini yakından bildiklerini dile getiren Yumaklı, bunların farkında olarak çalışmalarını sürdüreceklerini sözlerine ekledi. Bakan İbrahim Yumaklı, kabulde yöresel hediyeler takdim eden heyettekiler ile hatıra fotoğrafı da çektirdi. Read the full article
0 notes
Text
STORM BRINGER: Giriş
Wattpad Linki
-169. Olasılıktı.
“Geciktin, kardeşim.”
Kader savaşçıya fısıldadı,
“Fırtınaya karşı savaşamazsın.”
Savaşçı cevap verdi,
“Ben fırtınayım.”
Cao Zhi, Ode to the Nymph of the Luo River
Orman, geceleri günahlarını saklar.
Hangi dönemde hangi ülkede olursa olsun geceleri ormanın uğursuz olmadığı bir zaman olmamıştır.
Ancak bu uğursuzluğun büründüğü şekiller farklıdır. Kimi zaman ayaklarınızı yutan karanlık, kimi zaman eve gideceğiniz yolu gözden kaçırmanıza neden olan labirent, bazense salya kaplı dişleriyle aç bir canavar...
O gün ormanın uğursuzluğu "ışıktı".
Turuncu ışık... yalnızca kendisinin duyabileceği müzikle bir sağa bir sola dans eden, uğursuzca parlayan ışık...
Işık...
O gece bir kuytu köşe, korkudan donup kalan tüm canlıları saklamaktan başka bir şey yapamadı.
Işık, orman yangınından çıkıyordu.
Ağaçlar kısık çığlıklarıyla yandılar. İnsanların aksine ateş ayırt etmezdi. Önüne çıkan ne varsa her şeyi yakıp kül etti ve büyüdükçe uğursuzlukları yayıldı.
Sabaha karşı ormandan geriye bir avuç kara kömür kalacak ve orman ölecekti. Belki yeniden dirilirdi ancak bunun olması yüzyıllar sürerdi.
Ormanı ölümüne terk eden suçlu alevlerin ortasında uzanıyordu.
O suçlu, bir yolcu uçağının enkazıydı.
Aracın pervanesi daha yeni indiğini gösterircesine hala dönüyordu. İki kanadı da gövdesinden kırılmış, dikmesine yere saplanmıştı. Mezar taşına benziyorlardı.
Çevre bölgenin köylüleri yangını söndürmek ve hayat kurtarmak için toplanmışlardı. Ancak çok geçmeden köylülerin yüzü umutsuzlukla doldu. Böyle bir kazada hayatta kalanların olması mümkün değildi.
Uçağın kopan gövdesi sıcaktı ve alevler uçağın içine yayılmış olacak ki metal tiz bir sesle sanki çığlık atıyordu. Bu haldeyken uçağa bindiğinizi varsayarsak ayakkabılarınız muhtemelen yerde erirdi.
Köylüler çaresizlikle kazadan geri kalanları aramaya başladı.
Uçak molozlarına çevre köylerin birinden gelen bir çocuk yaklaştı.
Elinde ağaç kesmek için kullanılan bir balta tutuyordu. Yangının daha da yayılmasını engellemek için çocuk, ağaç kesmenin işe yarayacağını düşünerekten baltayı getirmişti. Gerçekteyse sadece yetişkinleri taklit ediyordu. Oysa ufacık baltası dedesinin bonsai ağacını bile kesemezdi.
Buna rağmen çocuk enkaza yaklaştı. Kazazedeler olabilirdi. Birisini kurtaracak olursa yetişkinlerin övgüsünü kazanırdı. Çocuk, kendisini genç bir kahraman gibi hayal etti ve kalbi çarpmaya başladı.
Bu hevesinin sonu ölümü olacaktı.
Enkaza zar zor tutunan demir kapılarından birisi tık sesiyle koptu ve direkt çocuğun üstüne düşmeye başladı.
Kimse çocuğu kurtarabilecek kadar yakın değildi.
Demir kapı yüksek rakımda atmosfer basıncına dayanıklı olabilmesi için sağlam ve ağır yapılmıştı. Bir çığlık sesi yükseldi.
Demir kapı çocuğun kafasını tam ezecekken—
Bir el demir kapıyı tuttu.
O el, hiçbir köylüye ait değildi. El, yolcu uçağının demir kapısından çıkmıştı.
"Sonunda geldim mi?" dedi elin sahibi, sakin sesiyle.
Yolcu uçağından çıkan uzun boylu adam mavi takım giyiyordu. Avrupalıydı ancak tam yaşı belli değildi –muhtemelen ya yirmilerinde ya da otuzlarındaydı. Gözleri yanan alevlerin aksine soğuktu ve yolcu uçağının enkazı her yana dağılmış olsa bile bedeninde tek bir çizik yoktu.
"İniş biraz sertti ama neyse, tecrübe olmuş oldu. Sana gelince, iyi misin?" Mavi takımlı genç adam demir kapının altındaki çocuğa döndü. "Seni kurtardım diye bana geri ödemene gerek yok. İnsan hayatlarını koruyup kurtarmak benim işim. Ama yine de böyle bir yerde yaralanıyorum. Bu kapı standartlar gibi düştü mü eski haline dönemez."
"Huh... eh?"
Çocuğun gözleri yaptığı haylazlığın suçluluğu ve masumiyetiyle parıldıyordu.
O sırada mavi takım elbiseli genç adam yere atlayıp etrafına bakınmaya başladı.
"Ne? Dış belleğin veri tabanında böyle bir şey yoktu. Japonya'nın havalimanları cidden börtü böceğin ortasına mı kurulu? %67'si orman olan bir ülke olsa da havalimanını ağaçların ortasına yerleştirmek saçma değil mi? Yol bile yok, hedefine kadar yürümek zorundasın. İnsanların ne düşündüğünü hiç anlamıyorum."
Genç adam kasvetli bir ifadeyle başını salladı.
"Uh... um, sen..."
Çocuk ürkek sesiyle sordu.
"Um... kimsiniz?"
"Oh, özür dilerim. İnsan topluluğunda kendini tanıtmamak edepsizlikti." Konuşmayı bitirdikten sonra genç adam takımının cebinden siyah bir rozet çıkardı.
Çocuk rozetin ortasına yazılı gümüş sicimli yazıyı okuyamadı.
"Gördüğünüz makine Avrupa Polis Teşkilatında dedektiftir ve iş amaçlı kullanılmaktadır. Model numarası 98F7819-5'tir. Polis teşkilatları arasında, yetenek kullanıcısı mühendis Dr. Wollstonecraft tarafından üretilen dünyadaki ilk yüksek hızlı, bağımsız bilgisayar; insansı robotum. Kod adım Adam. Adam Frankenstein. Tanıştığımıza memnun oldum. Gitmem gereken bir görevim var o yüzden müsaadenizi istemek zorundayım.
Genç adam eğilip gitmeye hazırlanırken "Oh, doğru ya" dedi ve başını yine köylülere çevirdi.
"Bir ihtimal, Nakahara Chuuya diye birisini tanıyor olabilir misiniz?"
171 notes
·
View notes
Text
Giriş Bölümü
Kader, savaşçıya fısıldadı:
"Fırtınaya karşı koyamazsın."
Savaşçı cevap verdi:
"Fırtına benim."
Gece ormanda kötülük vardı. Hangi ülkede veya zaman diliminde olursa olsun, orman asla kötü olmadı. Ama kötülük, farklı şekillerde gelir. Bazen seni yutacak derecedeki karanlık, bazen yolunu kaybedeceğin bir labirent. Bazen de aç bir canavarın salyası ve dişlerindedir.
Bu sefer ormanın kötülüğü "ışıktı". Turuncu bir ışık.
Uğursuz bir parıltı duyulmayan bir müzikte dans ediyor.
Ateş.
Gecede her yaratığı korkutan bir delik.
Bu bir orman yangınıydı.
Ağaçların yanma sesi, kuru bir çığlık gibiydi. İnsanlardan farklı olarak ateş, beğenip beğenmeme arasında seçim yapmaz. Şikayet etmeden önündeki her şeyi tüketir ve geliştiği kadar kötüleşir.
Sabah olduğunda orman, sıkıcı bir kül yığınından başka bir şey olmayacaktı. Ormanlar böyle ölüyor. Tekrar canlanmasından önce yüz yıldan fazla süre geçecek.
Ormanı öldüren suçlu, alevlerin ortasında yatıyordu. Bir yolcu uçağının enkazı. Motorun fanı hala dönüyor. Uçak az önce çökmüştü. Gövdesi ortadan ikiye kırılmış, kanatları dik bir şekilde yere çakılmıştı; mezar taşları gibi. Çevredeki köylüler, ateşi söndürmek ve yaşayan biri varsa kurtarmak için toplanmışlardı, ama yüzlerini umutsuzluk kapladı. O kazadan birinin sağ çıkması mümkün değildi.
Uçağın gövdesi parçalandı ve alevlerin ısısına maruz kaldı. Metalin sesi delici bir çınlama gibiydi. Alevler uçağın içine yayılıyordu. Eğer biri uçağın içinde yürüseydi muhtemelen ayakkabıları eriyecek ve zemine yapışacaktı. Köylüler umutsuzca enkazı incelemeye başladılar.
Enkaza doğru yaklaşan bir erkek çocuğu vardı. Yakındaki köyden gelen bir çocuk. Elinde kerestecilik için bir balta vardı. Yangının yayılmasını önlemek için ağaçları kesmek için getirmişti. Ancak o yalnız yetişkinleri taklit ediyordu. O küçük balta muhtemelen büyükbabasının bonsaisini bile kesemezdi.
Çocuk enkaza yaklaşmaya devam etti. Birileri yaşıyor olabilir. Eğer onları kurtarırsa yetişkinlerden büyük övgüler alabilirdi. Kendini genç bir kahraman olarak hayal edince içi kıpır kıpır oluyordu.
Bu hırs, ölümc��l oldu. Enkaza sıkışmış bir kapı, metalik bir çınlamayla beraber çocuğun üstüne düştü. Çevredeki kimsenin onu kurtarmaya zamanı olmadı. Kapı, çok güçlü rüzgar akımlarına yetecek kadar ağır ve sertti.
Biri çığlık attı.
Kapı çocuğun kafasını küçük bir şeker gibi ezebilirdi.
Ama olmadı.
Bir el kapıyı yakaladı ve düşüşünü durdurdu. Bu köylülerden birinin eli değildi. Demir kapının ardında ortaya çıkan bir eldi, uçağın içinden çıkan bir el.
"Sonunda ulaştık!" dedi sakince bir ses.
Uçağın içinden mavi takım elbiseli uzun bir adam çıktı. Kesinlikle bir Avrupalıydı. Yaşı belirsizdi, yirmili-otuzlu yaşlar arasında bir yerdeydi. Etrafındaki alevlerin aksine, gözleri soğuk bakıyordu. Uçağı yerle bir eden kazaya rağmen bir çizik bile almamıştı.
"Bir yolcu uçağının bu kadar sallanabildiğini bilmiyordum. Ne olursa olsun deneyim her şeydir- bu arada, iyi misin?" mavi takım elbiseli adam çocuğa sesleniyordu.
"Hayır bana teşekkür etmene gerek yok, insanları korumak ve hayatlarını kurtarmak benim görevim. Ama biraz daha öyle bir yerde kalırsan canın yanacak. Kapı normal gibi görünüyor ama bir kere açıldığında bir daha yerine girmeyecekmişçesine ayrılmak için yapılmış gibi."
"Ha ne-?" diye sordu çocuk şaşkınlıkla. Mavi takım elbiseli adam, bu sırada sıçradı ve yere çöktü. Etrafına bakıyordu.
"Ah? Bu harici bellek veri tabanında yoktu. Japon havaalanları bu kadar yoğun ağaçlarla mı doludur? Ancak, Japonya'nın büyük çoğunluğunu ormanlar kapladığı halde bu mimari düzeni seçmek mantıksız değil mi? Burada yol yok, gideceğim görev alanına yürüyerek gitmek zorunda kalacağım. Bu insanlar ne düşünüyor anlamıyorum."
Genç adam ciddi bir yüzle kafasını eğdi.
"Şey-..." çocuk korkuyla sordu, "Sen nesin?"
"Ah, kusura bakmayın. İnsan topluluğunda kendini tanıtmamak kibarca bir hareket değildir, değil mi?" Genç adam bunu söyledikten sonra göğsünün yanındaki siyah rozete uzandı. Çocuk, ortasına işlenmiş olan gümüş harfleri okuyamadı.
"Ben Avrupa Suçüstü Polis Teşkilatı müfettişiyim ve profesyonel ekipman olarak kullanılan iş amaçlı bir makineyim. Model numaram 98F78195 ve ben parlak mühendis Dr. Wollstonecraft tarafından yapılmış, dünyadaki herhangi bir polis teşkilatındaki ilk insansı otonom yüksek hızlı bilgisayarım.
Kod adım 'Adam. Adam Frankenstein'. Sizlerle tanışmak isterdim ama izin verirseniz bir görevim var."
Genç adam gitmek üzereyken omzunun üzerinden arkasına baktı ve şöyle dedi:
"Bu arada, Nakahara Chuuya adında birini tanıyor musunuz?"
25 notes
·
View notes
Photo
Sayısal her hafta devrediyor, altılı ganyanı bir türlü tutturamıyor, iddiada oynadığım maçlar yekten yatıyor, piyangoda amorti bile vurmuyor, çalıştığım iş yeri maaşıma zam yapmıyor, faturalar gün geçtikçe birikiyordu. Askerliğimi zar zor bitirdim. Şansa ölmedim. Ama yanımda genç bir çocuk öldü. "Bir şey oldu sonra, kimsenin beni öldüremeyeceğini fark ettim."diyor ya Umay Umay, bu duyguyu yirmili yaşların sonlarına doğru türlü badirelerden sağ çıktığımda hissettim.
Kendimi kaybettim, o dönemler hükümsüzdür ilanı verdim. ... Bodrum'da bir yaz gecesiydi, uzaklardan bir müzik sesi, şarkının adı Gülümse. "Belki şehre bir film gelir. Bir güzel orman olur yazılarda. İklim değişir, Akdeniz olur. Gülümse." Sonsuza gidiş bileti elimdeydi, bileklerimin sızısı ruhumu kamçılarken, tın sesine babam koştu. Nabzımda tümör vardı, Nutella yüzünden dişlerimin çürüyüşü gibi kalbim de yavaş yavaş acıdan çürüyordu. Göğsüne başımı yasladım. En sıcak havalarda da üşürüm bilirsin, battaniyeyi örtündük, en sevdiğimiz filmi bir daha izleme telaşına girdik. Eski Yeşilçam filmlerini seviyorduk zaten. Ben, Ah Müjgan Ah filmini hayatımın filmini seçtim. Böyle anlatmak istedim içimden gelenleri. Rotam bu filmdi. Film teknolojik yetersizlik ve zamanın eksiklikleri ile dolu olsa da duygu kokan aşk dolu, ders niteliğinde bir film. Hüsnü ile Müjgan'ın yolda tesadüfen karşılaştıklarında aralarında geçen konuşma sonrasında, Hüsnü'nün gözünü ıraklara daldırarak kendi kendine söylediği dört kelime, ilk defaymış gibi beni benden aldı. -Senin çocuğun mu Müjgan? Biz evlenseydik bizim çocuğumuz olacaktı. İsmi de Koray değil, Ali, Ahmet gibisinden bir şeyler olacaktı. -Hüsnü, halen beni unutamamışsın gibi, beni halen seviyormuş gibisin. Aralarındaki kısa konuşma, Müjgan'ın yere düşen çocuğu yüzünden kesildi. Hüsnü'nün ise dudaklarından, şu sözler döküldü: "Müjgan'ı unutmak, Müjgan'ı sevmemek!" Beni anlamanı en çok o gece istedim. Ruhumun sıkıştığı bu bedenden daha fazlası var zihnimde, haykırasım var. Oğuz Atay gecenin yarasından aklıma düştü o an. "Beni hemen anlamalısın, çünkü ben kitap değilim, çünkü ben öldükten sonra kimse beni okuyamaz, yaşarken anlaşılmaya mecburum."
Önder Deniz Çavuşlar
#Önder Deniz Çavuşlar#hüsnü neşedenyana#sadri alışık#müjgan#bodrum#kitap#edebiyat#edebi yazılar#Kitap Alıntıları
15 notes
·
View notes
Quote
Günler koşuşturmakla geçip giderken Neden var olduğunu unuttun Neden olduğun sorunlarınsa farkında değilsin Gülmek eğlenmek istiyorsun Hayat zaten çok zor O yüzden müzik seni eğlendirsin Gerçeklikten uzaklaştırsın istiyorsun Ama biz müziğin bir şeyler değiştirebileceğine inanıyoruz Bizimle gel Başlayalım mı? Cengiz Han zamanı akan nehirde Elini yıkamanın bedeli ölümdü Göç edip çürüdük Çöp kusarak üç denize sıçan bi hale büründük Egzoz gazı soluyan Sağı solu belli olmayan Mangala gitti maganda Orman yanar Tabiatın gözleri kan ağlar Kibir yaptı tavan Fabrika bacası basar Atom reaktörü, çöpü hasar Electro smoke ile her an atakta İnsan en büyük parazit Gezegene bak lan! Hayvan kadar olamadı beşer Ortama uyamadı revize eden Faturasını gelecek nesil öder Kıyamet şurada mal gibi izle Abi yapma Atma şu izmaritini denize Geri alamazsın Gün gelir o pisliğini attığın denize hasret kalırsın, bakamazsın Kurak Afrika görüntüleri uzak değil Çocuğun büyüdüğü yer sulak değil Çünkü yok ettik gölleri, nehirleri, ırmakları, hepsini Nasıl acımadık? İnanamıyorum Elimizde varken hiç değerini bilmedik Plastikle dolmuş mideleri hayvanların buna hiç mi üzülmedin? Nette paylaşmaksa yetmez Bi şeyler yapmalı Suyu kirletmeyin Su gibi aziz olsun ülkem Onun can damarlarına Bu zehri vermeyin Gel, gün olur hapsolur bu suçlu cümleler! Yenilir hiç olurum fark etmezler! Susmam, susamam! Korkma yanıma gel! Gün olur hapsolur bu suçlu cümleler! Yenilir hiç olurum fark etmezler! Susmam SUSAMAM! Ben bi' beyaz Türk'üm Yasalarım Anglosakson ama kafam Ortadoğulu Apolitik büyüdüm, hiç oy vermedim Kafamı tatile, gezmeye, borca yordum Adalet öldü, ucu bana dokunana dek sustum ve ortak oldum Şimdi tweet atmaya bile çekiniyorum Kendi ülkemin polisinden korkar oldum Üzgünüm ama senin eserin ülkedeki umutsuz nesil Senin eserin bu mutsuz kesim ve bu kurşun sesi! Sebebi nedir bilmeden hapiste çürüyen o suçsuz sefil Senin, senin eserin, senin eserin bu korkunç resim Bu yorgun sesim Fakirin vergisiyle yatına, katına katana salak Haşere geri yolsuz vekil seni, senin eserin! Sen hiç yıkanmadın Ölümle bi' kez bile tıkanmadın Elinde 3. dalga karton bardak kahve Tek derdin o özenti "Start-Up"ın Şimdi kapını kollaması gereken adalet gelir acımaz Vurur kırar kapını Çünkü çocuk öldü vuran memurdu diye "Haklıdır" dedin Sesini çıkarmadın, yani suçlusun! Çünkü iki gün üzülüp sonra gözündeki nehri kuruttun Tuğçe ve Büşra'nın katilini serbest bırakan hakimin adı neydi unuttun! Şimdi başına bi' şey gelse şeh'rin hukuk mu? Bi' gece haksızca alsalar içeri seni Bunu haber yapıcak gazeteci bile bulamazsın HEPSİ TUTUKLU! Salınan katillerin aldığı canlar (Geri gelmeyecekler!) Haksız yere hapiste geçen yıllar (Geri gelmeyecekler!) Sen sustun, ses etmediğinden bindiler tepene Haklarını elinden aldılar ve güzellikle geri vermicekler "Adalet" sözde mülkün temeli Tıkamış kulağını duymaz ne dediğini Âdeti, töresi, geleneği söyle Giden kötüydü de gelen iyi mi? Bu medeni mi? Biz yiyemiyo'ken senin kürkünün bile yemediğini Sizin polisiniz silahını çekip güpegündüz ortalıkta vuramaz dilediğini Medya, basın, hukuk, asker hepsi sizin için çalışırken Aslen güneş bile üzerine doğuyo bu çocukların İşe gidip geliyolar canlarına kasten Silahınız kin! Bu çektiğimiz bizim günahımız değil Planınız iyi! Ben bilmem bunun inananı kim? Ama bilirim, gel Silahımız dil! Ben sesiyim kayıp neslin Sansürü olamam ayıp resmin Ekibimi bu mezardan çıkarabilmek için Hep gözlerim açık, uyanık ayık gezdim Sopa, bıçak ne yazar ki? Zayıf hepsi! Öncelikle olmalı akıl keskin Sabır bey'nimi yiyip bitirirken yağmur gibi yağanları yakıp geçtim! Müzik yapmak dışında bi' bok yemedim! Polis tutukladı bi' şeyleri problem edip Yine duruşmadayım sen konsere git Ben aynı takım elbisemle 10 senedir Biri dönüp desin bana "Çaban boş yere değil" O gün kalbimi, ruhumu komple veriyim ama Yargı gelip arıyor bedeli Yaşıyorum cehennemi, yanıyor bedenim Merhaba Türkiye Bende var hüviyet Yaşamaya çalışıyoruz hasbelkader gitmeden katakulliye Ekrana süs diye çıkan şarlatan, hep fanatik biri! Fesatlık, kötü niyet salgın gibi Eder daha manipüle! Bu bir temsil ya da piyes! Bu uçaksa bu türbülans! Komşumuzdu Suriye Şimdi bu gemideki vatandaş mı? (Yurttaş mı?) Huzurda değil ölü bile topraktakilerin ahı var Sadece gazeteydi "Hürriyet" Sen olabildiğince özgür ol! Hepimizi bi' lokmada yutuveriyo' Pis boğazlı İstanbul! En iyi zamanları törpülüyo' Çözülemeyen gizemli esrar bu! Taşı toprağı altın (altın) Eli verdim, kolu kaptı (saldır) Ulaşım, eğitim, yargı (yardım) Şeytan zehrini saldı (saldı) Paranız olmalı, ya da birileriyle aranız olmalı Kodamanlarda numaranız olmalı Aksaray'da bir adamınız olmalı Bizim yatımız katımız bi' de yalımız olmadı Kumbaramız dolmadı da bununla doğmadım Ki metropolde biraz amacın olmalı Yapıcı olmadın, yakıcam ormanı Beton ormanda hayvan olman normal Tutsak göz altların yine morlar Yönetenler çağ dışı dinozorlar Bu ormanda herkese göre rol var Sustukça sıra sana gelecek Aydın beyinleri bekliyor karanlık gelecek Mezun olucam Cash para, diploma ver bana Para yoksa ter dökmeliyim Eğitimde fırsat eşitliğini fırsata çeviren bi' üniversiteliyim Ben mezun oldum Yarattığınız sistem yüzünden bi' serseriyim Ben mezun oldum Ya kasiyer olayım, ya da sinemada sana yer göstereyim! Sokak başı üniversite ama köy okulları çok terste Başa gelenin ideolojisi neyse o anlatılır her derste Zengin, fakir ayrı Torpile ya da parasına göre kayırır Eğitim endüstridir İnşaattan rant sağlamaka aynı! Kiminin kitap alıcak bi' parası yok Öğretmen atanıcak ama "arası" yok! Milletvekili bi' tanıdık mı, wow Beni anlaman da bu mantıkla zor Bari bi' köy okulunun yardımına koş Her tarafı kaos Sen de biraz boğuş Bu gece uyudu zorla çocuk Okula gidecek YOL YAP! Neden bu gök, bu yıldızlar, bu galaksiler, gezegenler Neden, neyden bu evren? Neyden bu dünya? Neden ben, neden sen, neden biz? Sorgula, hele bi' sor lan bi' "Neden ben varım? Nereden geldim ve neden bi' insanım? Nasıl oldum? Nasıl olduk? Nası' oluyo'? Nası' anlam kattık? Nası' doluyo' bu kafa? Neye tapınıyo' hayat kimi kayırıyo'?" Hasat ne doyuruyo' hesap Anlasak, anlatıp her şeyi kavrasak da len Anlamak mı yasak olabilir Ama sadece bi' yanıtı yok bi' sürü cevap var koş git yanıt ara Peşine düş mutlaka kanıt ara Ruhunu demle hep yakıt ara lan Kalbini tut ve de buna tanık ara Hadi nefesini gör ve git sanat ara Sorgula sorgula atomları Işık hızını düşün ve de git kanat ara sonra Uç uçabildiğin kadar Uçabildiğin kadar uç Uçabildiğin kadar uç Bırak kendini Ben bilmem hiç kendimi korumak zorunda kalmadım Bilmem ben bi' çocuğu düşünmek zorunda olmadım Hiç evlendirilmedim Evde dayak görmedim Kendi evimde kendi odama zorla hapsedilmedim Sözlerinizi kusmadım Yurdumdan edilmedim Nefretinizle yanmadım Yakılarak can vermedim Hiç kardeşim olmadı Hiç abimden korkmadım Okuldan alınmadım BEN HİÇ ÖLDÜRÜLMEDİM Kadına el kalkmaz ulan beyinsiz Erkeksin ama insan değilsin Aslında o en iyiye layık Kadına şiddete hayır! Ülkede erkek neden en üstte minibüste, evde ya da metrobüste Taciz şiddeti hiç bitmiyo' Kınamakla falan iş bitmiyo' Uh, Ah, ADAM olamadınız bu kalıbının ADAMı mı para babalarınız? Beşiktaş'ta beş tokat, leş hareketler Cebi dolu ciğerin beş para etmez Yaşadığın kafa ne? İnsan mısın? Biz utandık ulan! İnsan mısın? İnsan mısın? Bu hale nasıl gelir insan? Nasıl? Dünya Dönsün başım gibi Aklımı kaybederek Rüya Nefesim, iç sesim Düşerim derinlere Dünya Dönsün başım gibi Aklımı kaybederek Rüya Nefesim, iç sesim Düşerim derinlere Kaptı kafamı çarptı duvara Beni koruması gereken tenime bastı cigara Kaldırdı geri bütün derileri kattı dumana Yattım falaka motherfucker bu mu yargı burada Hangi kurala denk? (denk) Cenk için hazırım, karışır her yer Öğretilen bu işte Şiddeti sevmek ve ipleri germek Bak Almanya buz gibi morg Bana sor sana diyim Gençlerin çoğunda amfetamin, Tilidin ya da weed, kokain ya da speed, crack Sana göre güzel ama bana göre değil Bana göre değil, kafana göre yürü bas mayına geber Ederi kaç? Kaç? Kaç? Kaç paraya bedel? Yeter artık dönme teker gibi Dost ol yeter bana Geliyorsan dosdoğru gel Bi' kap su ver çok mu zor Vicdanlı ol be lanet Anlamak istemiyo'sun ama bütün bu canlar sana bana emanet Lan bi' düşün: "Soğukta kışta dışarda tek başına yaşıyo'sun Dilini anlayan kimse yok hep tehlike, hep felaket, hep afet" Kazanamazlar, ya yaraya rastlarlar Ademe bir türlü yaranamazlar Vicdana bakar paraya bakmaz Toplayıp ormana atmak çözüm değil Bunlar kurt değil, ormanda kendi başlarına yaşayamazlar Onları sen savun, onlar kendi haklarını arayamazlar Barınaklar dolu Memleket acı Seması kara Sokak hayvanlarına tecavüz etmenin, işkence etmenin cezası para "Büyük ahlaksızlıklar için büyük aptallar lazımdır" Bütün insanlar suçlu değildir ama Bütün hayvanlar masumdur Gel, gül olur hapsolur bu suçlu cümleler! Yenilir hiç olurum fark etmezler! Susmam, susamam! Korkma yanıma gel! Gül olur hapsolur bu suçlu cümleler! Yenilir hiç olurum fark etmezler! Susmam SUSAMAM! Gitme, Gitme, Gitme, Gitme Daha çok şeyi değiştirebiliriz bu hayatta İnat etme Hepimiz pes ettik vaktiyle Şimdi sık yumruğunu Sustur şu suskunluğunu Unutma kafan atınca nasıl da dimdik durduğunu İçin dışın nefret Gel Hiçbir şeyi yaşamak kadar sevme Sana bi dünya yaratamam da elini tutarım elbette Varsın herkes terk etsin seni Sen dünyayı terk etme Seni yargılamıyorum Acını tam olarak anlamam mümkün değil biliyorum Kaldıramadığım yükleri bırakıp kendi yolumdan gidiyorum ben Sen de aynaya bak lütfen "Seni seviyorum" de Ey! Faşizm ney mi? En amiyane deyimiyle faka basacağız Beynelmilel el birliğiyle Tek bildiğiniz siz Ve de pek çok kazanın asıl sebebi aşırı hırs Bu hırs bi' ebedi his Evde eşine kız Sokakta kriz Fıss, tokatla köpeği Cins ise değil de miks ise tabii Akılsız, ey Kendinden çalan hırsız Polisten tırs, ey Ol ister sistem Hiç çiğ sığ birey Bir neyin ne olduğunu Bi' de bizi bil Biz façası pis de eli temiz bir nesiliz Bu işin selesi siz de Tekeri gidonu biz Ey, e bi tabi biz de biz gibi bir nesilin peşindeyiz Ey, bu tek emelimiz saygı, tohum Torun, ayna ol Kaygı bol da yol Ey, tam da bu Ya boğul ya doğ Tonla yanlışa, gırla doğru Olsun torun, saygı tohum Yüzüne bakamam yüzüm düşer o yerlere Ayakları çıplakken gözleri dalar düşlere Başı önünde ama beden çıkıyor sefere Yok mecal dizinde Bak, her bi' günü sürgüne Kaçamıyo' kovalıyo' zalimler Ele güne, ele bakıyor o gözler Kodamanın parasını ateşe ver Ve de koyduğumun egosunu bi' yere ser Sokağa bakanın adını değil Yoksulumun, yetimimin adını ver Zabıtaları seyyara değil Gökdelenlere gönder Fırtınadan kopup giden dalların bi' tanesiyim Fazla yol almış ve yıpranmış İçimde neler dönüp durur anlatsam tarifi yok Bazen evsiz bi' çocuğun hikayesiyim Fırtınadan kopup giden dalların bi' tanesiyim Fazla yol almış ve yıpranmış İçimde neler dönüp durur anlatsam tarifi yok Bazen evsiz bi' çocuğun hikayesiyim Can pazarı, otobanlar can pazarı 365 günün riskli Bitmiyo' gamsız magandası Öde kan parası Bi' kaza bayrama matem düşürür Yürek dağlar acılar cabası Bir sela çınlar kulaklarında Hiç dinmez yarası Trafik terörüne eşlik eder alkol, şiddet, hız tutkusu 25 yaşında yüz binlik arabaya binen gençlerin yok korkusu Önce emniyet sonra hoşgörü Sabır, selamet gerekiyor insan Ufacık bir hata her şeyi karartır inan yok dönüşü
Susamam Şanışer, Fuat, Ados, Hayki, Server Uraz, Beta, Tahribad-ı İsyan, Sokrat St, Ozbi, Deniz Tekin, Sehabe, Yeis Sensura, Aspova, Defkhan, Aga B, Mirac, Mert Şenel, Kamufle
7 notes
·
View notes
Text
⭐⭐⭐⭐⭐
Şu malum ‘Siz’ ve ‘Biz’ davası var ya, bir türlü bitmeyen ve bitecekmiş gibi görünmeyen.
Bir ‘Biz’ var elbet;
O’na kulluğu iradesiyle kabul edenler ve iradesiz de olsa O’na kullukta boyun eğenler, râm olanlar.
Ama bir ülkenin yurttaşları olarak ‘Biz-Siz’ ayrımı yaptığımızda, bu tasnif ile bir yere varamıyoruz.
Bir Zafer veya başarı mı var?
Bak bakalım, başarı kime ait?
‘Onlar’ dan mı, ‘biz’ den mi?
Onlardan ise, başarıyı görmezlikten gel, ‘biz’den ise, sahiplenelim hatta allayıp pullayıp süsleyelim başımıza tâç yapalım.
Sırf bu ‘öteki’leştirme huyumuz yüzünden
Ülkemiz adına kimsenin başarısı çoğunluk olarak kabul göremiyor;
takdir ve taltifte bulunacak olanlar da kendi ‘mahalle’ sinin baskısından çekiniyor.
��u güzel ‘Vatan’ınımızın hali,
boşanan çiftlerin ortada kalan çocuklarının haline benziyor. Hani her iki taraf da çocuğun iyiliğini ister de,
biri ‘onu en iyi ben yaparım!’ der, diğeri de ‘hayır, asıl ben daha iyi yaparım!’ diyerek çocuğu çekiştirip dururlar.
İnsanlık kocaman bir orman ise
biz bir ağacız;
insanlık bir ağaç ise biz onun bir dalındayız.
O dalda bizi bir arada yaratan demek ki o dala sığışabilecekmişiz ki orada yaratmış.
İki kuşun sığdığı dala
üçüncüsü de neden sığmasın?
Vatan’ ın menfaati tek ama çok büyük bir paydamız.
Bu paydamız uğruna bir başarıya şahit olup sevindiğimizde,
mutluluktan gözlerimiz dolduğunda, orada bayrağımız dalgalanıyorsa 🇹🇷 ‘kimlerden-hangi mahalleye ait acaba?’ diye düşünmeyelim ne olur!
Daim olması ve Vatan’ ımıza hayr bereket getirmesi için sadece duâ edelim...
Sevdiklerinizle birlikte hârika sevgi dolu akşamlar diliyorum...🌺
____________°🌺💞🌸°______________
🎀
10 notes
·
View notes