biz bir Zehra değiliz, ismimize şiirler yazılmayacak. biz bir Leyla değiliz, yokluğumuzda ciltlerce mektup almayacağız. biz bir Milena değiliz. biz bir Müjgan değiliz. hiçbiri değiliz.
Mücerred aklımın ucundan geçiyorsun. Freyad tohumları ekiliyor aklımın ucuna, körpecik bir heyecanın travmatik caddesinde karşılaşıyoruz beni unutmanın bankında. Lügatımda sakallarını tıraşlayıp röpdöşambırını giydiriyorum benden gidişine. Yine devrik cümlelerden intihar eden bir hece vakası yaşanıyor bu gece. Çünkü sen onunla sevişeceksin. Yaratıcılığım bir mektup merhaba yırtıyor bu acının el insafında. Sükûnetin saadetinin sebep köprüsünde onunla öpüşmenden ileri geliyor, biliyorum. Tahrip ediliyor kalbimde hissettiğim namuslu duygular. Beynimde mürekkep, bedenimde hijyenik absürtler seni çağırıyor. Afedersin, unutmak sabıkası geniş olur senin sevmelerinin. Bilememek Müjgandan döküldü. Unutma: Müjgan, kirpik demekti. Ağladı saçları sonbahar, yaz biterken sağanak yağmurun yüzsüz esareti ağır yaralıydı, can verdi.
Yazarların doğum günü anlaşılmanın Nisan’ıdır, pastası paragrafları, mumları kalemi.. Biraz da okuyanlar üfler kelimelerin alevini. Satır başında geçen onlarca yılın kederi. Mekanlar ve partiler ilhamı katleder; şiirlerle kutla ölümün yakınına ilerlemeyi. Balonlar uçar yazı kalır. Tabii kalemler de konuşur bazı geceleri, ağırdır kağıda sırdaş bir mürekkebin sözleri, yazdığın ev tam ortasıdır dünyanın. Müslümanlar ilk ayet “oku” derler ama sen yine de hep yaz, zira bir tanrı varsa “o” da yazmış, hem de tam alnımızın ortasına kaderi. Doğduğun günün gecesini düşünerek, yazdıklarını bize ulaştıramayan ölü yazarların şerefine yaz. Hep yaz. Kağıt yoksa gökyüzüne yaz. Gökyüzü çok mu karanlık? Haydi al eline o kudret kalemini. Hep yaz.
sona bırakman, en sona, planlı veya plansız en güzel mesajı doğum günümün son raddesinde 00.00'da bana ulaştırman, gözümden kaçmadı. senin zafer'in ismin, benim zafer'im ise bu mesajın olsun ağabey. okuyacak olanlar kelimelerin alevini üflerler mi bilmem, ama pastam paragrafım, kalemler mumlarım olsun. benim içimi acıtan bir şey var bir süredir. üzüldüm geçti, acıdım geçti, şifa diledim geçti diyemediğim. insanlar her gün en güzel çıktığı fotoğrafları böyle salgın gibi sosyal hesaplarına yüklerken, makyajlar, göz kalemleri, dekolteler bacaklar, kaslar, sakallar ilerlerken zaman, cidden çok üzülüyorum. bir babanın kızının son kalan tek bir tel kirpiğini fotoğraflaması olayı var, gözümün önünde sürekli o kirpik var. çok acıyor gerçekten. düşmemek için direnen o kirpik gibi hissediyorum bazen, bazen de düşmüş ama, kafamda o kirpik hâlâ bende sevgilim çalıyor. bir kirpiğe lütfen düşme diye yalvarıyorum günlerdir. başkasının acısı deyip geçemiyorum. o kız oluyorum bazen ve kirpiklerim ne zaman çıkacak diye soruyorum, bazen de babası olup melekler kirpiksiz olur o da düştüğünde gerçek bir melek olacaksın deyip moral veriyorum. bir yerden umut buluyorum sürekli. atamadım ya içimden. o kirpikten bir türlü kurtulamadım. attila ilhan'ın bahsettiği kirpik o işte, ağlanılması gereken en özel müjgan o. sanırım bunu yapıyorumdur. belki de vicdan rahatlatıyorumdur. deniyorumdur. ama rahatlamıyordur. o küçücük kızın kirpiklerine tutundukça düşüren ağırlık neyse hafiflesin istiyorum artık. içimde gerçekten felaket bir his var anlatamıyorum. bu kadar dökülmek bile istememiştim, bu kadar biriktiğimi bile bilmiyordum. sanki acının otobüsü içimden geçerken birden bozulmuşta, acıların hepsi inmiş ve o otobüs çoktan çürümüş gibi. olsun. ölümümün yakınına ilerlemeyi şiirle kutlayacağım, seni de asla unutmayacağım ağabey. iyi ki varsın, iyi ki tanımışım seni.
Zemine çakılınca anlıyor insan; asıl acı verenin zeminle buluşma anı olmadığını, düşüş anının acımasızlığını.
Ölürüm sanıyordum o gece, ölmedim. Oysa öyle ölüm gibi kokmuştu ki o birkaç hafta, öyle ceset tadı gelmişti ki boğazıma, çürümeye başladığıma emindim. İçten bir çürüme, önce göğüs kafesinin küflenmesiyle başlayan türden. Neyse Müjgan, ölmedim ben. O kadar da emindim ölümden ama ölesim gelmedi. Nerede pencere görsem sarkıyordum, balkon görsem bacakları boşluğa salıyordum. Bıçaklarla dans ediyor, eski intihar notlarına tütün sarıp cigara yapıyordum. Yemek bile seçmiyordum o haftalarda ben. Düşüş anı dedikleri işte, boşlukta sallanır gibi yapıyor adamı. Gözlerini kapatıyorsun, dişlerini sıkıyorsun, kasların kasılıyor ve o anı bekliyorsun. Ama nasıl, sanki tenine tonlarca diken batacak, bir yerlerini kıracak, kemiklerin iç içe geçecek ve öleceksin sanıyorsun düşünce. Öyle olmadı, olmuyormuş öyle. Ayrılık korkusu ayrılıktan daha ağır geliyormuş bedene, sonradan öğrendim. Kopacak mı diye endişe ettiğin ipi koparmak gerekiyormuş. Hani derdi ya Rüstem, şu kafayı bir gün koparıp atacağım böylece baş ağrılarından kurtulacağım diye. Aynen öyle Müjgan. Ağrıyan dişi çekmek gerekiyormuş ağrıdan kurtulmak için. Öyle de yaptım ben. Gerçi ben yapmadım, zaman öyle işledi. Bir kere ayağı kayınca insanın mecbur düşüyor, doğal olarak. Engellenemez düşüşler vardır, işte onlardan benimkisi de. Neyse ne diyordum ben? Ölmedim. Ölmeyeceğim ulan dedim, haykırdım. Aynen öyle. Kim lan bu ölüm? Tavlayı alsın gelsin karşıma, ölmüyorum dedim. Vardı ya bir filmde, şövalye satranç oynuyordu ölüm ile. Ben de tavla oynayacağım dedim. O da yense ben de yensem ben kazanacağım, ölmeyeceğim. Ölmedim. Şaşkınlığı var üzerimde yaşamın. Yaşam, hayat tadı var ağzımda. Rüzgar esince falan durup hissediyorum, birkaç adım atıp kollarımı iki yana açıyorum. Ayağımın kaydığı yerden daha güzelmiş düştüğüm yer. Yabancılık çekmiyorum. Zaten ben, hiç yerimi de yadırgayan bir insan olmadım Müjgan. Taştan yumuşak neresi olsa uyurdum, hiç yabancılık çekmezdim. Buraya da alıştım. İnsanına, suyuna, havasına, doğasına. Dizlerimi kanatacak sandığım zemin pamuklara sardı sanki bedenimi. Korkmamak gerekiyormuş acıdan. Korkunun üzerine gittikçe küçülür, kaybolur diyordu eskiler. Harbiden de öyleymiş. Yatağın altında saklanan canavar ancak onu görmeye çalışırsan ortadan kaybolur, olmadığını anlarsın. Varlığından korktuğun yaraya ancak görmek için eğilirsen ortadan kaybolur, iyileşirmiş. Ben de öyle yaptım. Hiç yüzümü çevirmedim, saklanmadım, gözlerimi kapatmadım yarama. Öylece iyileşti işte. Acıdan haz duyacak kadar acizleşmedim. Acıyı iyileştirdim. Şimdi iyiyim, tekrar gencim. Ve Müjgan, Rüstem duymasın ama seninle konuşmak daha keyifli geldi bana. Hep gel böyle, uğra arada.