#Kadın son bölüm
Explore tagged Tumblr posts
Text
Örgü Yazlık Çanta Yapımı
Sıcakta çanta hiç de pratik değil. İşte bu yüzden, Ezgi Sertel’le Kadınlar Bilir atölyesinde Sibel Kavaklıoğlu’nun uygulamalı anlatımıyla yaza özel örgü yazlık çanta yapıyoruz! Hemen izleyin. Teve2’de yayınlanan Ezgi Sertel’le Kadınlar Bilir programının bugünkü kazananları öğrenmek için: Sürpriz ödüller, yaratıcı paylaşımlar ve dahası için bizi yakından takip edin! Çünkü ailesi ve kendisi için…
View On WordPress
#çanta modelleri#Ezgi Sertel#ezgi sertel bugünkü programı#ezgi sertel ile kadınbilir#ezgi sertel kadın#ezgi sertel kadınlar#ezgi sertel kadınlar bilir#ezgi sertel kadınlar bilir son bölüm#ezgi sertel kimdir#ezgi sertel le#ezgi sertel le kadınlarbilir#ezgi sertel tv2#ezgi sertel tv8#ezgi sertelle#ezgi sertelle kadınlar bilir#Kadınlar Bilir#örgü çanta#örgü çanta modelleri#örgü çanta yapımı#örgü telefon çantası yapımı#saplı çanta yapımı#Sibel Kavaklıoğlu#yazlık çanta modelleri#yazlık çanta örgü#yazlık çanta yapımı
0 notes
Text
Heaven Official's Blessing ▪︎
245. BÖLÜM - Fenerler & Bilmeceler - Yuanxiao'nun tadı, yeniden bir araya gelmenin tadı -
Yuanxiao (fener) festivali, gün batımından bu yana güzel bir gece.
Baharın başlangıcı sayılmasına rağmen, kış hala buralardaydı ve rüzgar ısırıcı bir soğuklukta esiyordu.
Xie Lian yolun kenarında yavaş adımlarla yürürken kocaman bir çuvalı kaldırıyordu, yüzü rüzgardan soluk kırmızıya dönmüştü.
Çuval, topladığı karmaşık hurdalardan oluşuyordu. Kullanılabilirler mi bilmiyordu ama kullanılıp kullanılmayacağını gözetilmeksizin bundan sonra onun tek geçim kaynağı bu olacaktı.
Çok geçmeden caddesinin kenarında bir standa denk geldi.
Bu standa ‘heji xiaoshi’ denirdi, bazı küçük atıştırmalıklar satılırdı. Tezgah sahibinin üç kişilik ailesinin şeride doğru yerleştirilen küçük masada oturduğu ortaya çıktı. İnce yapılı ve oldukça güzel bir kadın sıra sıra dizilmiş masaların arasında koşuşturuyordu; kendisine koşuşturmayı bırakıp masaya oturması için seslenen tezgâh sahibine kulak asmadı, onun yerine sadece "Birazdan orada olurum" demekle yetindi. Sesi bir sarı asma kuşunun çağrısı gibiydi.
Müşteriler diğer masalarda ikişerli ve üçerli olarak otursa da hepsi de bir süre sonra evlerine gitmeden önce oturup sohbet eden genç bayanlar için orada bulunuyor gibiydi. Ne de olsa bugün Yuanxiao festivaliydi.
Tezgâhın önünde küçük bir çömlek duruyordu. Tencerenin içindekiler - beyaz, yuvarlak, pırıl pırıl küçük nesneler, fokur fokur kaynıyordu - adımlarını yavaşlatmasına neden oldular.
Xie Lian içinden "Ah, bugün yuanxiao" diye geçirdi.
Küçükken her Yuanxioa festivalinde Xianle'nin kral ve kraliçesi onunla birlikte yuanxiao yerdi. Xie Lian son derece seçici bir yiyiciydi ve yuanxiao'yu sevmezdi. Ünlü şefler tarafından yapılan ve kendisine altın ve yeşim taşından tabaklarda sunulan küçük lezzetler bile onun hoşuna gitmezdi. Çok tatlı olmalarından, yerken dişlerini tuhaf hissettirmelerinden hoşlanmazdı; ne o dolguyu ne de bu dolguyu yerdi; birkaç ısırık alırdı ve bırakırdı.
Daha sonra, biraz büyüdüğünde ve Taicang dağında xiulian uygulamaya başladığında, sadece ara sıra yuanxiao festivali için eve giderdi ve sonuçta sadece birkaç öğün yemek yerdi. Şimdi düşününce, Xie Lian yuanxiao'nun tadının neye benzediğini tam olarak hatırlayamadığını fark etti.
Xie Lian tezgâhın yanından dikkatle birkaç bakış fırlattı, kocaman, çirkin bir çuvalı dikkatle omzundan aşağı indirdi ve sonunda temkinli adımlarla tezgâha doğru ilerledi.
Hasır şapkasını çıkardı ve elinde tutarak şöyle dedi; Merhaba, bir kase yuanxiao alabilir miyim? Burada hiç var mı?
Tezgâh sahibi oldukça yaşlıydı ve Xie Lian'a bir bakış attı, ancak o cevap vermeden önce, zayıf genç hanım gülümseyerek cevap verdi, "Evet, önce buyurun oturun!" bununla birlikte, bir kase hazırlamak için acele etti. Xie Lian, tezgâh sahibinin başını salladığını gördü. Bunu tuhaf buldu ve kirli göründüğü için mi böyle davrandığını merak etti, bu yüzden hiç hoşuna gitmedi ve kıyafetlerini incelemek için kasıtlı olarak aşağı baktı. Kirli olmadığından emin olduktan sonra biraz rahatlamış hissetti ve "Ne oldu?" diye sordu.
Tezgâhtar çuvalı içeri sokmasından hoşlanmadıysa, çuvalı dışarıya koyabileceğini düşündü. Ama tezgâhtar ona bir kez daha baktı ve başını sallayarak "Yazık, ne kadar yazık" dedi.
Xie Lian “Ah, ne dediniz?” dedi.
Tezgâhtar, "Yuanxiao festivalinde, tek bir kişinin soğukta dışarıdaki bir tezgâhta oturup yianxuao yemesi çok acınası, kesinlikle" dedi.
"..." Xie Lian dedi ki, "Böyle yapma. Sen iş yapmıyor musun..."
Tezgâh sahibi onunla daha fazla konuşmadı ama kâseleri toplamaya başladı. Bir süre oturduktan sonra Xie Lian etrafındaki insanların onu incelediğini, daha doğrusu onu ve arkasındaki olağanüstü ve beklenmedik büyüklükteki çuvalı incelediğini hissetti.
Dükkân sahibinin kızı sinsice yaklaştı, içindeki iri parçaların ne olduğunu merak ediyormuş gibi çuvalı kurcalamak için çömeldi. Ancak annesi birkaç kez seslendikten sonra geri döndü. Şu anda Xie Lian, gelecekte sahip olacağı, bıçakların ve mızrakların bile delip geçemeyeceği vurdumduymaz bir kişiliğini geliştirmemişti.
Elinde olmadan bacaklarını kullanarak kocaman çuvalı masanın altına tekmeledi ve yoldan geçenlerin göremeyeceği bir yere koymayı umdu. Ne yazık ki, tezgâh küçüktü ve masaları, sandalyeleri ve bankları da küçüktü, öyle ki böyle bir şeyi saklamak imkânsızdı.
Xie Lian'ın hafifçe öksürmekten ve etrafındaki insanların bakışlarını görmezden gelmek için elinden geleni yapmaktan başka çaresi yoktu. Buna alışacaktı. Önemli bir şey değildi.
Birden aklına bir şey geldi ve aceleyle ellerini cübbesinin göğüs kısmına sokup etrafı yokladı. İfadesi değişti ve şöyle düşündü: "Şimdi bu daha da acınası! Yuanxiao festivalinde, soğukta açık havada bir tezgahta tek başıma oturup yuanxioa yemekle kalmıyorum, yeterli param bile yok!!!"
Aceleyle kaçmaya niyetlenmişti ama tam o sırada tezgâh sahibi elinde büyük bir porselen kâseyle geldi ve "Beş kuruş para" diyerek kâseyi masaya bıraktı.
"..."
Xie Lian, "Ah... ben..." derken sanki nefes alamıyormuş gibi hissetti.
Birkaç kez öksürdü, yumruğunu ağzının önüne kaldırdı ve tezgah sahibinin "Yoksa yok mu?" dediğini duydu.
Xie Lian tam tüm utanmazlığını sahiplenip ayağa kalkmak üzereydi ki, büyük porselen kâsenin bir gümbürtüyle önündeki masaya konduğunu gördü.
Dondu kaldı ve tezgah sahibinin "Unut gitsin. Ne kadar zavallı olduğunu görünce sana bir kâse vereceğim. Bunu bitirdikten sonra tezgahı kapatmam gerekecek, o yüzden acele et ve geri dön. Bugün yuanxiao festivali, ailenle birlikte olmalısın!"
"..."
Xie Lian tekrar oturdu ve kendi kendine bu yuanxiao kâsesini bitirdikten sonra geri dönecek hiçbir yeri olmadığını söylemese de yumuşak bir sesle "Teşekkür ederim" dedi.
Tezgâh sahibi de, "Dışarısı da çok geç oldu, yuanxiao festivalinde bu kadar geç saatte geri dönmek çok acımasızca!" dedi.
Karısı, "O da çok çalışmış gibi görünüyor ve yakında ayrılacak, bu arada onu azarlamayı bırak. Miao-er, Miao-er, koşuşturmayı bırak. Sürekli yardıma geliyorsun, bu bizi kötü hissettiriyor. Buraya gel ve bizimle ye."
Genç kadın, "Etrafta koşuşturmuyorum!" diyerek son masayı da kaldırdı ve onlarla birlikte oturup bir porsiyon yuanxiao yemek için yanlarına gitti.
Dört kişi bir yandan konuşup bir yandan gülerken bir yandan da başka birinin gelip aralarına katılmasını bekliyor gibiydi. Xie Lian onlara baktı, kâsesini yukarı kaldırdı, ağzına bir parça attı ve tatlı çorbadan bir yudum içti.
Ama hâlâ tadının ne olduğunu bilmiyordu.
"Gege, Gege?"
Xie Lian ancak o zaman dikkatini topladı. Hua Cheng yanı başındaydı ve ona bakıyordu. Kırmızı cübbesinin içinde Hua Cheng'in kaşları ve gözleri daha da parlaktı ve fenerlerin ışığı solgun yüzüne yumuşak bir renk katıyordu. Xie Lian bakarken biraz dikkati dağıldı ve "Ne?" dedi.
Hua Cheng, "Gege yorgun mu? Yoksa yürüyemiyor mu?"
Xie Lian fazla düşünmeden başını salladı. Hua Cheng, "Üzgünüm. Dün gece biraz fazla abarttım." dedi.
Ancak bir süre sonra Xie Lian onun söylediklerine tepki verdi ve aceleyle ellerini sallayarak, "… Ne diyorsun sen? Öyle bir şey değil! Bunun onunla hiçbir ilgisi yok!"
Hua Cheng kaşlarını kaldırarak, "Eğer bunun onunla bir ilgisi yoksa, demek ki aşırıya kaçmamışım? Yani, ben şey yapabilirim...?"
Xie Lian aniden hâlâ Hayalet Şehrin ana caddesinin ortasında olduklarını hatırladı ve etrafına ürkek ve temkinli bir bakış attı. Gerçekten de bilinmeyen bir zamanda, etrafları şekilsiz ve tuhaf yaratıklardan oluşan büyük bir kalabalık tarafından sarılmıştı; kulakları uzun olanlar kulaklarını uzatıyor, kulakları kısa olanlar boyunlarını uzatıyor ve görünüşe göre hepsinin gözleri bakır bir çan kadar açılmış, ikisine sert bir şekilde bakıyorlardı. Xie Lian o kadar şaşırmıştı ki, bir an için ne diyeceğini bilemedi. Sonunda haykırdı, “San Lang ah!”
Hua Cheng hafifçe gülümseyerek ellerini arkasına sakladı, “Pekala, pekala. Benim hatam, daha fazla bahsetmeyeceğim.”
Xie Lian da bakışlarını çoktan sokağın kenarındaki yuanxiao yaratığının tezgahından çekmişti. Hayalet şehrin ana caddesinin her iki tarafında da çok sayıda parlak kırmızı fener asılıydı ve fenerler bilmecelerle kaplıydı. Hayalet kalabalığı haykırdı, “Bir bilmece tahmin edin! Bir bilmece tahmin edin! Bilirseniz ödül bile var! hem de bir sürü ödül!”
Hua Cheng Xie Lian’a “Gege, denemek ister misin? Ödül de var.” dedi.
Xie Lian yürüyerek, “Bir denerim o zaman.” Dedi.
Hayalet kalabalığı heyecanlanarak birbirlerini itmeye başladılar; “şşt, şşt, Büyük amca bir tahminde bulunacak! Büyük amca bir tahminde bulunacak!!!”
"..." Sanki dans etmesini bekliyorlarmış gibi kalabalığın ezici yaygarası karşısında Xie Lian gülse mi ağlasa mı bilemedi. Tam rastgele bir bilmece seçmeyi düşünürken, kim bilir nereden gelen bir dokunaç onu bekledi ve ona bir fener uzatarak "Lütfen! Lütfen!" dedi.
Xie Lian’a göre, herhangi gibi olurdu. Ona verilen feneri aldı ve bir baktı. Bilmeceli fenerin kenarında yalnızca üç kelime yazılıydı; “Beyaz kafalıyı buldum.”
Bilmece; 我到白头
我到 buldum.
白 beyaz.
头 kafa.
Cevap; 白’in başından丿karakteri çıkartın. Ve 我 karakterinin üstüne koyun. Ve böylece 我 elde edersiniz.
Xie Lian’ın cevabı verirken düşünmesine gerek bile yoktu; “Benim.”
Hua Cheng överek alkışladı, “Gege, harikasın.”
Etrafını saran hayalet kalabalığı da onunla birlikte alkış tuttu, çığlık attı ve uludu; hatta belli belirsiz, simsiyah bir şekil tezahürat yaparken havada taklalar bile attı ki bu biraz fazla geldi.
Xie Lian utandığını hissederek “Aslında, bu… oldukça kolaydı.” dedi.
Dokunaç ona ikinci feneri verirken yine “Lütfen, Lütfen!” diyordu.
Xie Lian feneri aldı ve bu seferi bilmeceyi okudu; “Bahar Festivalinde bir gün.”
Bilmece; 春节一日
春 bahar.
节 festival.
一 bir.
日 gün.
Cevap; 一 ve 日karakteri 春’in yarısından çıkartın. Böylece 夫(koca) elde edersiniz.
Aynı şekilde düşünmeye bile gerek olmadan Xie Lian cevabı söyledi, “Eş (koca).”
Hua Cheng yine ellerini kaldırdı ve alkışladı. Xie Lian, “Gerek yok. Bu da kolaydı.” Dedi.
Hua Cheng ona gülerek şöyle dedi, “Cidden mi? Ama, ben Gege’nin harika olduğunu içtenlikle düşündüm.”
Xie Lian içten içte “Şaçmalık, saçmalık. Eğer sen kendin bilmece feneri ile gelseydin ve ben onu çözseydim, işte o zaman harika olurdu…” diye düşündü.
O sırada dokunaç şarkı söyleyerek tekrardan üçüncü bir feneri uzattı, “Lütfen! lütfen!”
Xie Lian baktı ve kaşları biraz çatıldı. Kalabalık da haykırdı, “Waa! Bu seferki zor geldi!”
Xie Lian kafasını salladı. Cidden, bu bilmece tek bir bakışla çözülemezdi; “Hayranlığını ifade etmek için utançla başını eğmek.”
Ama, çok da zor değildi. Bir süre sonra, Xie Lian “ ‘utançla’ kelimesi küstüm çiçeğine atıf yapıyor. Bitki için olan kısmı çıkarınca; ‘başını eğmek’, ‘eğmek’ kelimesinin başını al; ‘hayranlığını ifade etmek’, ‘dökmek’ kelimesinin başını al. Üçünü bir araya getir ve sonuç… ‘Hua’” dedi. Bilmecenin cevabı ‘Hua’.
Beklendiği gibi, bilmecenin cevabını verdiğinde, etraflarındaki hayaletler herhangi bir kısıtlama veya edep olmaksızın, neredeyse mide bulandırıcı bir şekilde çılgınca dans etmeye başladılar. Hua Cheng ona bakarak gülümsedi ve "Gege, bu sefer, cidden harikaydın." dedi.
Dokunaç bir kez daha fenerini kaldırdı ve belli belirsiz uzattı. Xie Lian kendi gülümsemesiyle, "Aklımda daha da şaşırtıcı bir şey var. Bu sefer bilmeceye bakmadan bile cevabı tahmin edebileceğimi söylesem bana inanır mısınız?"
Hua Cheng gözlerini açtı ve "Ah, gerçekten mi? Gege'nin böyle özel bir hareketi mi var?" dedi.
Xie Lian feneri aldı ve "Tahmin ediyorum, bu sefer cevap 'Cheng'. 'Hua Cheng'deki 'Cheng', değil mi?"
Feneri kaldırıp baktı, gerçekten de "hançerin sapı ve bıçağı hareket ettiğinde Güney yönüne doğru sabitlenirler." dedi Xie Lian, "'Hançer ve sapı hareket ettiğinde', 'sap' kelimesini ters çevirin, 'toprak' kelimesini elde edersiniz; 'bıçak' kelimesini koruyun; 'Güney yönüne doğru sabitlenir', 'yön' kelimesini Güney kısmı olarak alın ve 'toprak' ve 'bıçak' kelimelerini merkezde sabitleyin, 'Cheng' olur. Bu en zor bilmece olabilirdi, ne yazık...”
Ne yazık, oyunun kurallarını baştan tahmin etmişti. Dört cevabı bir araya getir ve ne elde ettiğine bak! ‘Benim Kocam Hua Cheng.’
Xie Lian onların hilesini anladığından, hayalet kalabalığı tezahürat yapmaya cesaret edemedi, bunun yerine her biri gökyüzüne doğru bakarak öksürmeye başladı. Hua Cheng'in bakışları yavaşça üzerlerinde gezindiğinde, sanki çok korkmuş gibi görünüyorlardı, bazıları fenerlere daldı, bazıları yere daldı, her biri başlarına sarıldı ve "Chengzhu, kızma!!! Benim fikrim değildi!!!" diye ağladı.
“Benim de değildi!!”
"Saçmalık! en yüksek sesle kabul eden sendin!!!"
Hua Cheng yumuşak bir sesle "Dağılın." dedi.
Bir anda Sokaktaki tüm insanlar ve hayaletler rüzgârla savrulan bulutlar gibi yok oldu ve geride kimse kalmadı. Xie Lian feneri tekrar askısına astı ve gülümseyerek şöyle dedi, “Hadi geri dönelim.”
İkisi birlikte omuz omuza Qiandeng tapınağına doğru yürüdüler. Onlar yürürken, Hua Cheng ciddi bir bakışla, "Gege, lütfen bana öyle bakma. Bunu yapmalarına gerçekten ben izin vermedim."
Xie Lian gülümseyerek, "Biliyorum. Eğer sen olsaydın, bilmeceler kesinlikle bu şekilde tasarlanmazdı."
Hua Cheng, "Öyle mi? O zaman Gege benim bilmeceleri nasıl tasarlayacağımı düşündü?"
Xie Lian umursamaz bir tavırla, "Elbette 'Benim kocam San Lang' olurdu..." dedi.
Xie Lian ancak bu noktaya kadar konuştuktan sonra, söylememesi gereken bir şey söylediğini fark etti ve aceleyle ağzını kapattı. Ancak artık çok geçti. Hua Cheng yüksek sesle gülmeye başladı ve "Gege, yakaladım seni! Çok güzel!"
"... sinsi, sinsi..."
Tam o anda, ikisi birlikte Qiandeng tapınağına geri döndüler. Büyük salona girdiklerinde, Xie Lian beklenmedik bir şekilde yeşim platformun üzerine bir masa dolusu eşya yerleştirildiğini fark etti. Şaşkınlıkla yukarı çıkıp bir göz attı. Bunlar iki kase yuanxiao idi.
Arkasına baktı. Hua Cheng platformda ona katılmıştı ve şöyle diyordu: "Gege'nin biz dışarıdayken baktığı şey buydu, değil mi?"
Xie Lian başını salladı.
Hua Cheng, "Otur ve benimle birlikte ye, Gege."
"..."
Ancak Xie Lian oturmak yerine kendini Hua Cheng'e doğru attı ve başını onun göğsüne gömdü. Kollarını Hua Cheng'e sıkıca sardı ve bırakmayı reddetti.
Buna karşılık Hua Cheng de ona sarıldı.
Yıllar sonra nihayet yuanxiao'nun tadının ne olduğunu bir kez daha hatırladı.
#tian guan ci fu#ling wen#feng xin#jian lan#jun wu#xie lian#hualian#hua cheng#heaven official's blessing#heavenlyblessing#pei su#pei ming#yushi huang#ban yue#shi wudu#shi qingxuan#hexuan#mei nianqing#xuan zhen#mu qing#nan yang#yin yu#quan yizhen#bai wuxiang#wu ming#lang qianqiu
18 notes
·
View notes
Text
TERZİ, 0. BÖLÜM: BİR KATİL NASIL DOĞAR?
"her sese gidilmez, her kelime konuşulmaz. terzinin yarattığı bu oyunda, insanlık bulunmaz."
29.01.1963
Sıkı dur, birazdan sana bir adam ve bir kadının nasıl iki yabancı haline geldiği; kadının gittiği, adamın yanarak keder içinde öldüğü ve lanetli bir ruha büründüğü o hikâyeyi anlatacağım.
Ama önce beni tanımalısın.
Ben bir terziyim.
En azından bir zamanlar öyleydim.
O beni bulmadan önce.
Bazı kadınlar dünya üzerindeki en tehlikeli atomlardan yaratılmış varlıklardır, bilirsiniz. Yok etmek için doğmuş, kalbini yalnızca bir kişiye teslim etmek üzere yaşamış ölene dek ve emin olamadığı herkesi oyuncağı haline getirip sonra da bir köşeye atmış kadınlar...
Onlardan biri ile tanışma fırsatım oldu.
Onlardan biri ile tanışmama vesile olan tanrıya lanet ettiğim çok gün oldu, o günlerin sonunda ise hem tanrıyı kendi içinde yok edip kendi dünyasının tanrısı olan hem de başkalarının laneti olan o adam bendim.
Ne diyordum? Doğru, şeytan tüylü o kadın. Adını anmayacağım çünkü isminin geçtiği her cümle tüylerimi ürpertiyor.
Onunla tanışmamız şöyle oldu: Ne hayallerle kurduğum, işletmeye yeni başladığım dükkânımda her zamanki gibi iğne ve ipliklerle, kumaşlar ve dikişlerle uğraşıyordum. İşini tutkuyla yapan biriydim, bu tutku beraberinde başarıyı getirince kısa süre içinde şanım duyuldu, adım uzandı dillerden dillere. Her şey tıkırında gidiyordu, başıma talih kuşu konmuş gibiydi! Mutluydum. Geliştirdiğim, güzelliğine güzellik kattığım dükkânımdan içeri topuklusunun tıkırtısı ve pahalı parfümünün her yere yayılan hoş kokusuyla içeri o girene dek sahiden mutluydum. Üzerinde siyah, en göz alıcı ve pahalı kumaşlardan biriyle ustalıkla yapılmış bir elbise vardı. Omuzlarında şaşalı bir kürk duruyordu, sarı saçlarını yana doğru ayırarak dalgalı bir şekil vermiş ve dikkat çekici, kan kırmızısı ruj sürmüştü. Gerdanında parlak incilerle dizili, şaşalı bir kolye vardı.
Tehlike kelimesi eğer insan formatına uyarlanacaksa günün birinde, yanlarına çağıracakları kişinin ilk önce bu kadın olduğundan eminim, diye düşünmüştüm onu ilk gördüğümde.
Etrafa yaydığı aura kanımı harekete geçirmiş, yoğun bir ateş beni sarmıştı. Ben mest olmuş bir haldeyken son derece asil, insanın dokunmaya kıyamadığı bir çiçek edasıyla bana doğru gelmeye başladı. Bir zamanlar inandığımı sandığım tanrı şahidim olsun ki o an, canımı karşımdaki kadına bağışlayacağımı sandım.
Yakınıma geldiğinde bana bir şeyler söyledi fakat ben hiçbirini duyamadım çünkü tamamen ona kapılmıştım, sanki esiri olmuştum. Zarif elini gözümün önünde salladığını gördüğümde kendime gelip heyecan içinde konuştum bu kez. Ağzından çıkacak her bir kelimeye hazine değerinde bakıyordum artık. "Lütfen kusuruma bakmayın hanımefendi, hatamı mazur görün. Ne istemiştiniz?"
İçine derin bir nefes çekip tekrar anlatmaya başladı. "Buraların en gözde terzisi sizmişsiniz, beyefendi. Yakın zamanda bir baloya katılacağım, bunun için elbiseye ve sizin pek kusursuz işçiliğinize ihtiyacım var. Kumaşlar çoktan hazır, yalnızca tasarımı ve dikilme aşaması kalmıştı. Kendimi herkese öyle kolay teslim etmem ancak bir arkadaşım bana sizi ve yaptığınız işleri anlatıp dükkanınıza uğramam konusunda epey ısrar etti, takdir edersiniz ki ben de hayli meraklandım. Soluğu burada aldım."
Gülümsedim. "Siz hiç merak etmeyin hanımefendi, sizi pişman etmeyeceğim." Duraksadım. "Yalnız... Vaktinizin büyük bir kısmını burada geçirmeye hazır mısınız?"
O an bana zehirli gülümsemesini sundu, altın yansımalı bir tepsi içinde. "Elbette, tüm vaktim sizindir."
Elimle dükkânın içerisini işaret ettim. "Buyurun, önce ölçülerinizi alayım sonra da oturalım ve isteğiniz doğrultusunda beraber tasarım taslakları çıkartalım."
Griye çalan soğuk mavi gözlerini, siyah renginde olan gözlerimden bir an olsun ayırmadı ve gülümsemesini sürdürdü. Sonra da işaret ettiğim yere doğru adımlamaya başladı. Bir kasırga gibi ben de onun peşinden, ona doğru savruldum.
Gel zaman, git zaman. İstediği tasarımı yaptım, sonucu gördüğünde iltifatlara boğdu beni. Şimdi iş, tasarımı gerçeğe dökmeye gelmişti. Sonraki gün bana kumaşı getirdi, aslında istesem o gün içerisinde elbiseyi bitirebilirdim fakat bitirmek istemedim. Benimle işi bitince yanımdan geçip gittiği ve bir daha onu göremeyeceğim günlerin hayalini gerçek hayata uyarlamak istemedim. Bu yüzden olabildiğince ufak adımlarla elbiseyi tamamlamaya çalışıyordum. Bir yandan da bana günler önce söylediği balo tarihine yetişsin istiyordum.
İnce eleyip sık dokudum, her bir dikişte ustalığımı konuşturdum ve balo gününden yalnızca bir gece önce elbiseyi tamamladım. Günlerdir dükkânımı ziyaret eden zehirli çiçeğim, o gün de geldi ancak diğer günlere nazaran geldiği saat epey geçti. Hava çoktan kararmış, ıssız sokaklara vuran ay ışığında in cin top oynamaya başlamıştı.
Sabahlara kadar çalıştığım dükkânın camdan kapısı tıklatılınca merak içinde ilerledim, kapıyı açtığımda ise zehirli çiçeğimi gördüm. Sırılsıklam ve nefes nefeseydi, bu hali kanıma karıştırdığı ateşi harlamaya yetti. Adını andım o an fakat dile getirmeyeceğim çünkü içinde adı geçen her cümle sanki beni tekrardan bir yangının içinde mahsur bırakıp yeniden cayır cayır yakıyor. "İyi misiniz?"
"Değilim. Bu gece sizinle..." Yutkundu. "Kalsam olur mu?"
Benim için hava hoştu ama yine de şaşırmıştım. Onu içeri buyur ettim, derdini tasasını dinledim. Gece bitene, ufuk çizgisinde güneş görünene dek konuştuk ve o geceden sonra bir şeylerin değişeceğini aklımın dolambaçlı bir köşesinde, 7.2'lik bir depremin şiddetiyle hissettim. Öyle de oldu. Artık aramızda resmiyet yoktu, senli benli diyaloglar döndürüyorduk zehirli çiçeğimle. Sabah olduğunda ve artık gitmesi gerektiğinde arkasını döndü ancak kapıyı açtığı sırada arkasını dönüp bana son kez baktı. "Yarınki baloda yanımda seni istiyorum, sevgili terzim. Sen bana denksin." İnci gibi parıl parıl dişlerini ortaya sermekten çekince duymadan gülümsedi. "Birkaç saate yeniden geleceğim, sen de o zamana dek her zamanki el çabukluğunla," Ah, lafı burada bana dokunduruyordu. Sanırım elbisesini bilinçli olarak yavaş diktiğimi tahmin ediyordu. "Yanıma yakışacak bir takım elbise dikersin kendine diye düşünüyorum."
Zehirli çiçeğim, sen her zaman böyleydin. Her zaman en ufak hareketimin altında yatan nedeni sezer fakat bana belli etmezdin, bazen ufak dokundurmalarla bazense cevabını bildiğin sorularla bunu bana belli ederdin ve ben de her seferinde beni nasıl bir bulmacaymış gibi kolayca çözebildiğine ve kafatasının içine gizlenmiş zehir zemberek aklına hayret ederdim.
O gün seni onayladım, birkaç saat sonra geldiğinde ise yapımı günler süren göz alıcı elbise ile bütünleşmiş bedeninin karşısında yalnızca birkaç saatimi alan, yanına yakışan bir takım elbise ile dikildim. Gülümsedi. Yapabileceğimi biliyordu. Gülümsedim. Onu tanımıyordum.
Balo gecesinden sonra hep bir bahane bulup bir araya geldik, saatlerce sohbet edip sınırlarımızın üzerine kurulu dikenli telleri bir bir söküp attık. Bir zaman sonra biz dost değil, sevgiliydik. Ona deliler gibi âşık olmuştum, onun da bana âşık olduğunu sanmıştım. Neredeyse tüm hayatımı ona adamış ve kariyerimi farkında bile olmadan bir köşeye atmıştım. Ben ki, evini otel gibi kullanan adam evden çıkmaz olmuştum çünkü dört duvar arasında yalnız değildim, artık o da vardı. Benimle kalıyordu. Bazen gidiyordu, saatler boyu gelmediği oluyordu ve ben de yoksunluk krizine girmiş uyuşturucu bağımlısı gibi bana geri dönmesini bekliyordum. Bunu neden yaptığımı bile bilmiyordum, sorgulamadan öylece oturuyor ve sadece gelmesini bekliyordum.
Bir gece yarısı pencereden dışarı baktım, seni gördüm. Yanında bir adam vardı ve o ben değildim. Boyu uzundu, kılık kıyafeti âdeta ben soyluyum der gibi bağırıyordu. Kaşlarım çatıldı, anlamaya çalışır gibi baktım. O ânı, hissettiğim çarpıntıyı bugünmüş gibi hatırlıyorum. Parmak uçlarında yükseldin, o adamı dudaklarından öptün. Hayır, öptüğün ben değildim. Başka biriydi. Başka bir adam. Gözüm döndü, bir anlığına pencereyi kırıp aşağı atlayacağımı sandım.
Ben öfke problemleri olan bir adamdım bir zamanlar, sırf bu yüzden yıllar boyu terapilere gitmiştim. En sonunda kendimi terzilik yaparken bulmuştum çünkü dikiş, nakış, kumaş parçaları ve iğne ile iplik benim tutkum, ilgi alanımdı. Tüm bunlar bir arada olduğunda sakinleşiyordum, diğer insanların normlarına uyan insan profiline bürünüyordum fakat zehirli çiçeğimin hayatıma girmesiyle ben artık terzi olmaktan çıkmış, bir kadına bağlı yaşayan herhangi bir insan haline gelmiştim.
Şeytan tüylü kadın benden kendi de dahil olmak üzere her şeyimi almış, elde avuçta bir şey bırakmamıştı. Ben artık kaybedecek hiçbir şeyi olmayan, gözü öfkeden başka hiçbir şeyi görmeyen o adam olmaya geri dönmüştüm.
Tüm bunlara o sebep olmuştu.
Gülüşü dikenli, içten içe sinsi, zehirli çiçeğim.
Yine de bekledim. Yukarı çıkmasını ve bana açıklama yapmasını bekledim. Kapı çaldı, birkaç koca adım atıp kapıyı açtım. Bir zamanlar bana masum gelen gülümsemesini sergiledi. Öylece durdum ve karşıya baktım. Kollarıma atıldı, bana sarıldı. Tepki vermedim. Kollarımı kaldırıp sarılmaya tenezzül etmedim. Halimi fark etmedi, ya da görmezden geldi ve gününü anlatmaya başladı, salona yürürken bir yandan da üzerindekileri çıkarıyordu. Peşinden giderken kasırga gibi hissetmedim bu kez çünkü buz kesmiştim, gözlerimi kırpmayacak kadar hareketsizdim.
Salonun ortasında durduğumuzda sonunda halime aldırmaya başlamış olmalı ki, "Sevgilim, sorun ne?" diyerek söze girdi. Zarif, aklımı bulandıran elleri yapılı kollarımı buldu ve boydan boya okşamaya başladı. Beni parmağında oynatacak güce sahip bakışları yerli yerindeydi, bir cevap bekler gibi gözleri yüzümde geziniyordu. Elleri, kollarımı aşıp omuzlarıma vardığında az önce onu aşağıda, başka bir adamla nasıl gördüysem aynı şekilde parmak uçlarında yükseldi ve kırmızı rujunu eksik etmediği dolgun dudaklarını boynumda gezdirirken ardına birçok öpücük bıraktı. Bir gram etkilenmedim, oysaki şimdiye onu kollarımın arasına almam gerekirdi ama bir şeyler de��işmişti, geçmiş zamanın saltanatı son bulmuştu.
Geriye çekilip dudaklarını büktü, gözlerimin içine baktı. "Yapma böyle."
Son derece duygusuz bir sesle, "O adam kim?" diye sordum.
Kaşlarını çattı. "Nasıl yani, canım?"
Bağırdım. "O adam kim?!"
O an elini eteğini benden çekti, kendini kapatmış çiçeğin bir damla suyla tekrar açması gibi birkaç katman açıldı ifadesi. Artık o bir yabancıydı.
Ağzını açtı, bir şeyler söyledi fakat kelimeler bana bir ninni, bir ezgi gibi geldi. Son derece tiz ama rahatsız etmeyen, pamuk yumuşaklığındaki sesi dolandı kulaklarımda ve ben ne olduğunu çözemedim çünkü beynim gerçeklik algısını yitirmişti. Konuştuğunu görebiliyordum ama kulağıma kelimeler değil, bir ağıtın sözleri geliyordu. Deliriyor muyum, diye düşünmüştüm o an.
Ne olduğunu anlayamadan üzerimde bir ıslaklık hissettim, hareket ettiremediğim gözlerimin ucuyla etraftaki ıslaklığı da fark ettim. Kokusu burnuma çalınan şey, kesinlikle benzindi.
Ona baktım. Gülümsedi. Bana baktı. Artık onu tanıyordum.
Nereden çıktığını bilmediğim, aslan şeklindeki çakmağı elindeydi. Yanıyordu. "Her şey bitti," dedi ve çakmağı yere fırlattı. Hareketsizdim, üstelik bu bilerek yaptığım bir şey değildi. Bir şey beni ve hareketlerimi engelliyordu, büyülenmiş gibiydim. Bağırmak istedim, kıpırdayıp buradan gitmek istedim fakat bir duvar kadar hareketsizdim.
Çakmağın yere düşmesiyle birlikte tesir ettiği her yer alev aldı, evimin her yanını ateşler sardı. Alevler ayak ucumdan bedenime yükselmeye başladı. Evim yanıyordu. Ben yanıyordum. Acıdan kavruluyordum, dünya üzerinde cehennemi yaşıyordum.
Büyüleyici elinin yüzümde gezindiğini, gözlerinin ise eliyle dokunduğu her yeri takip ettiğini istenmeyen hareketsizliğimle izledim. Nasıl olurdu da eli yanmazdı? O da ateşin içindeydi, nasıl olurdu da bedeni tutuşmazdı?
Gördüklerimin gerçek olduğuna inanamamıştım o an, sevgili çiçeğim çünkü seni de kendimi de fani sanıyordum.
O gece yarısı ben cayır cayır yandım, boğuk çığlıklarım içimde yankılandı; sen ise bir ışığın yanıp sönmesi kadar kısa bir sürede ortalıktan kayboldun. Yürümedin, koşmadın; yok oldun. Pencerenin hizasındaydım, dışarıyı görebiliyordum. Dışarıdaydın, yanında yine o adam vardı. O an anladım; ben senin için tecrübeydim, o adam ise kalbini adayacağın kişi. El eleydiniz. Bir savaş meydanından galip olarak ayrılmış gibi gözüküyordunuz birbirinize bakarken. Sonra birden bana döndün yüzünü, sinsice gülümsedin belki de ilk kez tüm gerçekliğinde. Sonra da önüne döndün, yanındaki adamla birlikte yürüyerek evimin önünden ayrıldınız.
Yana yana kül oldum, etrafa küllerim saçıldı. Evin içindeki tüm eşyalar yandı, duvarlar boylu boyunca simsiyah is lekeleriyle kaplıydı. Evin içinde yanmış et kokusu vardı; evet, benden kaynaklıydı.
O geceden sonra sana musallat oldu lanetli ruhum, seni öldürene dek de peşini bırakmadı.
Bir katil nasıl doğar, sevgilim? İşte böyle. Benim sonum sendin, senin sonun ise bendim, zehirli çiçeğim ve senin soyuna ait her bir kadını öldüreceğim; diktiğim her bir elbiseyi, parçalara ayırıp sonra da birbirine yamadığım ölü bedenleriniz üzerinde sergileyeceğim. Ben eski ünümü geri kazanacağım, şanımı cümle alem duyacak.
Ben bir terziyim.
Bu böyle.
Hiç değişmeyecek
❦
x/kuldikeni & ig/aksvedia
11 notes
·
View notes
Text
Kadinlaraozel - Gold
Bir kadın sitesi için ele alınan konulardan biri de sağlık ve zindeliktir. Bu bölüm, üreme sağlığı sorunları, gebelik ve doğum komplikasyonları, şiddet ve istismar ve cinsel yolla bulaşan enfeksiyonlar dahil olmak üzere kadın sağlığının çeşitli yönleri hakkında bilgi sağlar. Kadınların ve kız çocuklarının sağlıkla ilgili endişelerini öğrenmeleri ve tartışmaları için güvenli bir alan yaratmayı amaçlar. Site ayrıca, sağlıklı beslenme ipuçları, egzersiz rutinleri ve zihinsel sağlık stratejileri gibi genel refahı korumaya yönelik makaleler içerebilir. Site, güvenilir ve erişilebilir bilgiler sağlayarak, kadınların sağlıklarını kontrol altına almalarına ve bilinçli kararlar vermelerine olanak tanır. Bir kadın sitesi için ele alınan bir diğer önemli konu da moda ve stildir. Bu bölüm, kadınların çeşitli moda tercihlerine hitap eder ve kadın giyiminde ilham, tavsiye ve en son trendleri sunar. Farklı kıyafetlerin nasıl şekillendirileceğine dair makaleler, doğru aksesuarları seçmeye yönelik ipuçları ve moda etkinlikleri ve tasarımcılarla ilgili güncellemeler içerebilir. Site ayrıca kadınların çok çeşitli giyim seçenekleri bulabileceği çevrimiçi alışveriş platformlarına bağlantılar sağlayabilir. Modanın önemini bir kendini ifade etme ve güçlendirme biçimi olarak sergileyerek, site kadınları kişisel tarzlarını benimsemeye ve görünüşlerine güvenmeye teşvik ediyor. İlişkiler ve güçlendirme, bir kadın sitesinde ele alınan bir diğer önemli konudur. Bu bölüm sağlıklı ilişkiler kurmaya, kişisel bakıma ve kişisel gelişime odaklanmaktadır. İletişim becerileri, çatışma çözümü ve güçlü ve destekleyici ilişkileri sürdürmek için ipuçları hakkında makaleler içerebilir. Site ayrıca, zorlukların üstesinden gelen ve başarıya ulaşan, diğerlerine amaçlarının ve hayallerinin peşinden gitmeleri için ilham veren kadınların hikayelerini de içerebilir. Ek olarak, toplumsal cinsiyet eşitliğini ve ekonomik güçlendirmeyi teşvik etmeyi amaçlayan programlar gibi kadınlara özel olarak güçlenmesi girişimleri hakkında kaynak ve bilgi sağlayabilir. Site, bu konuları ele alarak, kadınları anlamlı bağlantılar geliştirmeleri, kişisel bakıma öncelik vermeleri ve kişisel ve mesleki tatmin için çaba göstermeleri için güçlendirmeyi amaçlıyor. Daha fazla bilgi için web sitemizi ziyaret etmeyi unutmayınız.
570 notes
·
View notes
Text
Merhaba sanal dostilerim, seksen milyon yıl sonra yine yine yeniden söylenmeye ve birine anlatsam derdini s*kim diyecekleri derdimi yazmaya geldim buraya. Zaten tumblr başka ne için kullanılıyor ki skfkskvkss birtakım muhteşem blogları ayrı tutuyorum ama onlar dışında hepimiz öyle günlük gibi kullanıyoruz, bu da sorun değil bence bu arada zaten ben de aynısını yapıyorum.
Neyse derdim şudur elimden gelen bir şey yokturdkfskcx
Diplomalı bir psikologum ama oturup klinik psikolojiye hiç ilgim olmadı neredeyse, ben hep işin cognition tarafına çekiliyordum ama o akademik tarafta da fırsatlar o kadar açık değil her neyse bu hiç kimsenin umrunda olmayan bambaşka bir derdim, güncel derdime atlayayım. Şu ana kadar hiç para kazanmış olmasam da ilk mesleğim öğretmenlikti, mesela onuncu sınıfta mı ne beş yıl boyunca barajı aşamayan uzak akrabamızın benden büyük kızlarına ders vermiştim ve o sene kız iki senelik de olsa bir bölüm tutturmuştu, çok sevinmiştim o zaman ama öğretmenlik benim için tutku boyutunda değil o kadar da. Şu son sene içinde de ingilizce öğretiyorum insanlara sürekli yani bu noktaya nasıl geldim onu anlayamadım ilk kuzenime ders vermiştim bir ay kadar sonra deprem olunca okula gelmedi o yüzden de aynı şehirde değildik devam etmedi. Ama devam edebilseydik motivasyonu artacaktı ve sevecekti bence tam çünkü ben hiç anlamam diyen çocuk dikkatini çok da dağıtmadan, dağıtsa da kendi kendine tekrar toplar ve derse döner hâle gelmişti :/ sözde ben de emeğimin karşılığını alacaktım ama üç hafta dolduğu için alamadım yandı... Üç hafta ama günde dört saat hafta içi her gün filan diye hesap edince aslında bir miktar elime para geçerdi neyse.
Şimdi de babamın iş arkadaşının kızlarına veriyorum ders üç kız kardeşe, ve yine para meselesini bir türlü netleştirmedik yani parasız tipler değiller, anne baba mühendis memur, kızlarla çalışmak da güzel ama sanki tüm bu olay babamın beni kontrol altında tutma çabası gibi geliyor (bence gibisi fazla, ben yüzde doksan dokuz eminim böyle olduğuna, yani o yüzde birlik kısım da şey benim iyiliğimi düşündüğü kısım ama yüzde bir kadar bir düşünce kafasının geri kalanı nasıl herkesi ve her şeyi kontrol edip sonsuza kadar uzvu gibi davranmaya devam edebilir onun hesabını yapıyor.)
Kızları da sevdim aslında anneleri de tatlı bir kadın. Ama keşke babam aracılığıyla tanışmasaydık diyorum.
Bir de emin olamıyorum babama sorup durdum kaç kez ben bu işten ne kazanacağım diye, hep kaçak göçek cevap verdi. Kızların babası teklif etmiş babama senin kız ders verir mi diye, ama ne kadar ödeyecekler saat başı ona dair zerre bilgi yok. Babam sadece şey diyor onlar emeğinin karşılığını verir merak etme... Şu şartlar altında bir tek kardeşime ders anlatmaktan para almam ondan gerisine taksimetre gibi açarım yani niye merak etmiyorum ki zaman harcıyorum en temelde ders hazırlıyorum, etkinlik hazırlıyorum, eve geliyorum ödev kontrolü, gidiyorum gırtlak patlat tekrar vs.
Babam da kendince utanıyor mu napıyor bilmiyorum. Ama yarın kızların annelerine sorasım var kibarca, çünkü ben böyle belirsizlik içinde mesai harcamak istemiyorum yani ne kadar teklif edecekler bilmek istiyorum az veya çok oturup orta yol bulunur yani bence, ama bayağı vaktimi alıyor bu dersler, sabah çok erken saatte uyanıyorum yani çok erken demeyeyim de alıştığım saate göre erken diyeyim.
Neyse buraya kadar okuyan varsa ona sanal dostilikte sanal madalya takıyor ve önerisini bekliyorum, paragöz değilim sadece belirsizlik içinde yaşamak istemiyor ve emeğimin karşılığını almak istiyorum.... Bunda da utanılacak bir şey yok bence ama babam öyle hissetirmiyor sanki ne kadar kazanacağımı sormak hırsızlıkla, görgüsüzlükle eş değer bir şeymiş gibi davranıyor. Ben kendim açayım diyorum o yüzden ama bu para mevzusunu karşımdakini kırmadan veya iletişimde bir garipliğe yol açmadan nasıl yaparım tam bilmiyorum, çünkü bu konuda neredeyse hiç deneyimim yok...
#son bir senedir evde yatıp depresyon ağacımı ve totişimi büyütünce sabahları zaruri erken kalkıp dışarı çıkmak neymiş onu unutmuşum...#yani yine erken uyanıyordum ama erkenden ders çalışmaya ya da keyif yapmaya uyanıyordum dışarı çıkmak bir de bu Adana'nın cehennem sıcağınd
51 notes
·
View notes
Text
7th Time Loop - 3. Bölüm
wattpad / manga tr / instagram
Cilt 1 Bölüm 1 Kısım 3
Yolunun üzerinde son derece yakışıklı bir adam duruyordu.
Zarif, asil yüz hatları ve acımasız, ince dudakları vardı. İnce ama güçlüydü; Rishe, kıyafetlerinden bile vücudunun oldukça formda olduğunu söyleyebilirdi. Simsiyah saçları kulaklarını kapatıyor, ensesine kadar iniyordu. Saçlarının uçları hareketleriyle birlikte hareket ediyordu. Dokunulduğunda yumuşak görünüyorlardı.
Tepeden tırnağa, ona bakmak bir zevkti ama Rishe'nin dikkatini çeken şey gözleriydi. Uzun şekilli ve inanılmaz derecede maviydi ama bıçak keskinliğinde bir yoğunluğa sahipti. Bakışları berrak, güzel ve buz gibi soğuktu. Kirpikleri çarpıcı yüzüne gölgeler düşürüyordu. O bir sanat eseriydi.
Şu anda, bu sanat eseri onu öldürebilecek bir bakışla süzüyordu.
O güldü. "Direk üzerime atladın. Bir an için bir yaban domuzu tarafından saldırıya uğradığımı düşündüm."
Bir yabancıya söylemek için son derece kaba bir şeydi, ama şansa bakın ki, bu adam yabancı değildi. En azından Rishe için değil.
"Burada ne işin var?" diye devam etti adam. "Parti şu anda-"
Rishe sözsüz bir dehşet çığlığıyla onun sözünü kesti. Adam geri çekildi ve refleks olarak kılıcına uzandı. Gözle görülür bir güçlükle kendini toparladı. "Kimsin sen? Herhangi bir soylu kadın gibi görünüyorsun, ama tavrın..."
"İmparator Arnold Hein!"
Adamın gözleri büyüdü. Kızın yükselen saygısızlığını yanlış anlamadı. Rishe bu adamla kılıç çarpıştırmıştı. Yakın geçmişte. Altıncı hayatının sona ermesinden o sorumluydu.
Ziyafete davetli olmalı. Kulağa mantıklı geliyor.
Arnold Hein, Rishe'nin anavatanı olan ve şu anda içinde bulundukları Hermity'den çok da uzak olmayan askeri bir ulusun soyundan geliyordu. Krallıkları, yakın zamandaki savaşta, göstermelik bir barış anlaşması yapmıştı, iki kraliyet ailesi zaman zaman bir araya geliyordu. Veliaht Prens Dietrich'in nişan partisi de böyle bir durum olabilirdi. Sevgili Mary'siyle tanıştırmak için çok uzaklardan elit kesimleri bir araya getirmişti.
Adam artan bir merakla Rishe'ye baktı. "Beni tanıyor musun? Bu benim Hermity'ye ilk gelişim."
Eyvah. Zihni daireler çizerken Rishe bir gülümseme takındı. Bu adam tehlikeliydi. Her ne pahasına olursa olsun onunla ilişkiye girmekten kaçınmalıydı. Bundan beş yıl sonra Arnold Hein, Hermity'yi işgal edecekti.
Olağanüstü yetenekli bir kılıç ustasıydı ve arkasında güçlü bir orduyla krallık üstüne krallık fethetmek kaderinde vardı. O, ikinci, üçüncü, dördüncü ve beşinci hayatlarında da aynı şeyi yapmıştı. Altıncı yaşamında, Rishe onunla savaşta bizzat karşılaşmış ve onun ellerinde ölmüştü.
Hiç şansımız yoktu. O savaş daha başlamadan kaybedilmişti.
Arnold'un dehası kılıç kullanmasında değil, bir taktik uzmanı olarak becerisinde yatıyordu. Fetih için ülkeler belirledi ve onları teker teker yutarak yere serdi.
Ben onu tanıyorum ama o beni tanımıyor. Bu hayatta hiç tanışmadık. Hemen bir bahaneye ihtiyacım var.
Rishe yavaşça reverans yaptı. "Benim adım Rishe Irmgard Weitzner. Hiç tanışmadık ama adınızı duymuştum."
Arnold eğlenen bir gülümseme takındı. "Eğitimli bir kılıç ustası gibi ağırlığını koyuyorsun. Ağırlık merkezin mükemmel."
"Abartıyorsunuz," diye karşı çıktı Rishe. "Bu sadece saygıdeğer bir davetliye reverans yapmaktı."
"Yanlış duymuş olmalıyım ama az önce bana 'imparator' dediğine yemin edebilirim."
Rishe donup kaldı.
Arnold, "Babam hâlâ yaşıyor," dedi. "Ben sadece bir veliaht prensim. Neden bana böyle seslendin?"
"Ahh, ıııı..." Rishe cevaplarken bocaladı.
Ne kadar aptalca bir hata yapmıştı. Arnold'un bakışları onu delip geçti. Sanki söylediği her yalanı ruhuna kadar görecekmiş gibi hissediyordu. Bunu savaş alanından hatırlıyordu-sadece onun dikkati bile bir kılıç darbesi gibiydi.
Ama neden yalan söyleme zahmetine girsin ki? Bir daha asla karşılaşmayacaklardı, o halde onun hakkında ne düşündüğü kimin umurundaydı? Elbette, yakın zamanda gerçekleşen öldürme olayı yüzünden içinde bir iki kötü his barındırıyordu ama bunu Arnold'a şikayet etmenin bir anlamı yoktu. Ona imparator demek kabalıktı ama Rishe zorla sürgün edilme sürecindeydi. Neden diplomasi oynayalım ki?
Derin bir nefes aldı ve eğilerek selam verdi. Bu asil bir hanımefendinin değil, efendisine yalvaran bir hizmetçinin reveransıydı.
"Naçizane özürlerimi sunarım, Ekselansları. Acelem vardı. Ne kadar da kaba bir dil sürçmesi." Başını kaldırdı. "Eski nişanlım nişanımızı bozdu, bu yüzden aklımda çok şey var. İzninizle."
"Nişanını mı bozdu?"
Bunun üzerine Rishe dönüp kaçtı.
Arnold'la yaşadığı bu beklenmedik çarpışma çok değerli zamanını almıştı. Balkonun kapısını açıp eteklerini yukarı kaldırdı ve bir ağaca atlama beklentisiyle ayakkabılarını çıkarıp fırlattı. Aşağı baktığında, yerin korktuğundan çok daha yakın olduğunu fark etti.
Mükemmel! Bahçeye inebilirim!
O ana kadar nutku tutulmuş olan Arnold, Rishe korkuluğa tırmanırken kendine geldi. "Hey!"
♡♡♡
Açıkçası noveli iyi ki çevirmişim diyorum çünkü bu sahneler hem animede çok hızlı geçti hem de karakterimizin duyguları novelde olduğu kadar iyi yansıtılamadı. Aslında bu yüzden de noveli çevirmek istemiştim. Şuan bile ne demek istediğimi anlıyorsunuzdur ama 1. Bölüm tamamiyle bitince daha iyi anlayacaksınız.
Normalde bölümleri wattpad üzerinden yayınlıyordum ama şu sıralar wattpad uygulamasına ne telefondan ne de bilgisayardan giremiyorum ve ne kadar doğru bilmiyorum ama internette wattpad uygulaması kapandı diye bir yazı okudum bu yüzden wattpad uygulaması düzelene kadar ya geçici ya da kalıcı bölümleri burada yayınlamaya devam edeceğim, iyi okumalar☆☆☆
#anime#novel#fantasy#love#light novel#lightnovel#isekai#josei#loop#time#7th time loop#translation#villainess#prince#princess#romance#wedding#türkçe novel#çeviri
2 notes
·
View notes
Text
#Gaddar 15. bölüm Özeti ve Kareleri: Dağhan’ın, Korkut ve kardeşleri yüzünden yaşadıkları onun dünyasında büyük etkiler bırakır. Gaddar olmanın bedelini ailesine ödettiği için pişmanlık duyan Dağhan, babasının ölmeden ona verdiği nasihatlere kulak vermeye ve hayatını değiştirmeye karar verir. Ailesine ve babasının emaneti olan dükkâna sahip çıkar. Aydan’ı da kaybetmek istemediği için ona bir randevu teklif eder. Oya kızını bir beladan daha kurtardım diye sevinirken Dağhan’ın yaptıklarıyla yeniden çaresiz kalır. Dağhan yeni hayatı için adımlar atmaya başladığında Müdür’ün ona ayarladığı bir iş ve Mesut’un kapısına gelen bir kadın dengelerini yeniden alt üst eder. Arif Mübarek adında bir adamın elinden kaçan bu kadının anlattıkları Mesut’u çılgına çevirir. Dağhan’dan yardım ister ama Dağhan onun yardım teklifini reddedince tek başına kalır. Mesut ne olursa olsun kızı kurtarmaya karar verir, çünkü kız giderek Mesut’un zaafına dönüşmeye başlamıştır. Olaylar sırasında Mesut’un başına gelenler Dağhan’ı hiddetlendirir. İçindeki ve dışındaki ‘’gaddar’’ seslerine kulaklarını tıkayıp yola devam etmeye çalışırken bu işten öyle kolay kolay sıyrılamayacağını bir kez daha anlar. Çünkü gaddar onun bir parçası olmuştur. Son bir iş diyerek bu belayı da alt etmeye karar verir. Fakat Dağhan’ın kararı Enver’i rahatsız eder, yaşanacaklar Enver’in yok saymaya çalıştığı bir sırrını ortaya çıkaracaktır. Bu sır Enver ve Dağhan’ı yeniden karşı karşıya getirir. Dağhan kimseyi dinlemeden savaşmaya kararlıdır ancak işler sandığı kadar basit değildir. Dağhan kendini büyük ve tehlikeli bir örgütün ortasında bulur. Yaptığı her hareket onu giderek örgütün hedefi haline getirmeye başlar.
2 notes
·
View notes
Text
Meursault'la Konuşmalar 33
Aşırı derecede uykum var, canım hiçbir şey yapmak istemiyor ve dosyanın hala başında sayılırım. Hoca nihayet mailime döndüğü için şimdi bir an önce ona bölüm göndermem gerekiyor. Ama metin gerçekten çok sıkıcı. :( Halbuki abdestimi alıp oturdum bilgisayarın başına, biraz olsun hevesim gelebilirdi yani.
Sabah hava güzel olduğu için modum bir tık iyiydi, bir buçuk aydır ertelediğim bir işi hallettim bu iyi. Pazar alışverişini de yaptım ama şimdi onları yerleştirmem gerekiyor. Kim yapacak şimdi bu işi? Depresyonun en nefret ettiğim kısmı bu, basit bir işi halletmek için bile güç toplamamı gerektirmesi. Nefretlik değil de ne?
Bu ay param kalırsa kafa masajına tekrar giderim diyordum ama bayramdan önce mümkün olmayacak gibi. Telefon değiştirmem gerekmese biraz daha rahat olacağım para harcarken, gerçi baya da rahat harcamışım bu ay ki birikim olsun dediğim paranın da dibini görmüşüm, anında çürüttüm kendimi tebrikler. Gerçi gelmesi gereken birkaç ödeme var, onun için de böyle oldu ama olsun yani. Hoş değil ay başında paramın bitmiş olması.
Potansiyel bir iş imkanı var, olmasını çok istiyorum dua edebilir miyiz hayırlısıyla olsun diye?
Aç Yol'a başlayalı 15 gün olmuş, elli sayfa okuyup bırakmışım. Booker Book Club'da konuşulana kadar bitirmem lazım ama bilin bakalım ne yok, hevesim evet.
Bu telefonu depresyona girmeden hemen önce almıştım. Bu yüzden galerisi tam bir çöplük. Temizlemeye birkaç kez başladım ama hep yarım kaldı. Her gün ama her gün zihnimi meşgul eden küçük rahatsızlıklardan biri. Orada ama değiştiremiyorum. Aferin bana.
Acaba uyusam mı?
23.06 güncellemesi
Tam bir saat önce ben yatıyorum deyip çıktım salondan, sabah nevresimlerimi çıkarmıştım mecbur yenilerini geçirdim, sonra pazardan getirdiklerimin durduğunu hatırladım, laf yememek için onları yerleştirdim. Yeşillikleri sofra bezine serip masaya yerleştirdim ki nemleri gitsin. Bunu yaparken eskiden pazar dönüşü her demeti içlerindeki çürükleri ayıklayıp böyle serdiğimi sonra suya koyduğumu, iki günde bir sularını değiştirdiğimi hatırladım. Hayat enerjim varmış bir zamanlar.
Fesleğen çıkmış, bir demet aldım ama amacım yemek değil. Balkon bahçemi yeniden canlandıracağım inşallah. İki filizi ayırıp ayarlayıp suya koydum. Annem görümce söylenmesin diye de odama aldım. Odam sabahları çok güzel güneş alıyor zaten.
Sonra yüzümü temizledim kremledim yine işe yaramadığını kızarıklığımın olduğu gibi durduğunu fark ettim ama üstünde durmadım. Bayramdan sonra spora gittiğim yerde cilt bakımına gideceğim inşallah, kadın spor paketi aldığım için hediye etti. Sonra belki cilt bakımına yeni bir aşama eklerim. Bu üç aşamayı bir hafta sürdürmüş olmam büyük başarı çünkü. İnşallah devam ederim.
Odama gelince masamın üstünü biraz toparladım. Son kitap siparişimden gelenler öylece duruyor çünkü yer yok. Tahrirlenmeyi bekleyen son çini tabağım da aynı şekilde masada bekliyor. Şu dosyayı bitirsem onu yapacağım ama bitmiyor aksi gibi.
İyot siparişim geldi bugün. Onu da aradan çıkardı az önce ama direkt ağzıma damlatıp üstüne su içtiğim için çok kötü bir tat kaldı ağzımda. Siz siz olun yapmayın.
Hee şeyi bitirdim, çayı sofraya getirdim, bir bardak içtim ve yatmaya geldim. İnşallah uyuyacağım, inanıyorum.
2 notes
·
View notes
Text
Nietzsche Ve Torino Atı
BÖLÜM-1-
Friedrich Nietzsche, bir sabah şehir merkezine doğru yürürken, yürümediği için faytoncu tarafından kırbaçlanan bir at gördü. Hayvancağız, aldığı kırbaç darbelerinden ötürü bitkin düşmüş, kendini yere bırakmıştı. Nietzsche, hızla faytoncunun yanına gitti ve ona mâni oldu.
Ardından çökmüş at'ın yanına gitti ve ona sarıldı.Ağlamaya başladı. At'ın gözlerinin içine baktı. Bazı kaynaklar bu esnada Nietzsche'nin, ''Anne ben bir aptalım.'' diye mırıldandığını yazar.Ardından Nietzsche, bilincini yitirdi ve zihni sonsuza kadar sürecek bir değişime uğradı. Nietzsche, bir daha hiç eskisi gibi olmadı. 10 yıl boyunca akıl hastanesinde, kimse ile tek kelime etmeden yaşadı ve hayatını kaybetti. Nietzsche, '' Bir şeyler öğrendiğim tek psikolog Dostoyevski'dir der. '' Suç ve Ceza kitabında, Raskolnikov rüyasında kırbaçlanan bir atı kurtarmaya çalışırken babasına sarılır ve ağlar. Belki de bu iki bilgi, Nietzsche'nin iç dünyasında birbirine tutkun iki temel taştır..Bu arada Nietzsche'nin sarıldığı at'a ne olduğunu merak edenler, The Turin Horse filmini izleyebilirler. Yazıyı Nietzsche'nin en sevdiğim cümlesi ile bitirmek istiyorum. Nietzsche der ki; '' Yaşamak, acı çekmektir. Hayatta kalmak ise, bu acıda bir anlam bulmaktır. '' aşağıdaki görsel Bela Tarr’ın Torino atı filminden bir karedir.
Filmin bitiminde akılda kalan sahnelerden birisi de kızın kuyuya doğru güçlükle ilerlerken rüzgâra yaslandığı bir çekim… Gördüğümüz bu sahnenin anlamı, mutlak umutsuzluğa karşılık gibi geliyor
Macaristanlı yönetmen Bela Tarr’ın, dokuzuncu uzun metrajlı ve son filmi olan “Torino Atı”, 20. yüzyılın şafağında rüzgârın estiği bir kulübede yaşayan ve hep patates yiyen baba ve kızın hakkında 149 dakikalık siyah beyaz bir Macar dramasını sunuyor.
Filmin yönetmeni Tarr, Macaristan’ın en ünlü yönetmeni, uzun çekimlerin yoğun olarak kullandığı ve çoğu zaman akılda kalacak şekilde yaratıcı ve etkileyici uzun filmleriyle tanınıyor.
Tarr, umutsuz sloganın ustasıdır. Filmleri yalnızca acı verecek kadar yavaş, uzun ve yorucu olmakla kalmıyor, aynı zamanda nihilist bakış açısıyla da besleniyor. Alman yazar ve filozof Friedrich Nietzsche bu filmdeki ana etkidir. Bedenen görünmese de, Nietzsche’nin nihilist ruhu, film boyunca fazlasıyla hissediliyor.
Film, basit bir tema üzerinde ve ağıt benzeri müzikle ilerliyor ve neredeyse hiç diyalog yoktur. Ancak Tarr, maksimum etki için kamerasını tam olarak nereye yerleştireceğini biliyor ve hedeflediği kesin etkiyi elde etmek için değil, hareket etmesi gerektiği kadar hareket ettirmek için bir ustalık sergiliyor.
İzleyici kendini hikâyeye kaptırdığında, başka yöne bakmak imkansızdır. Filmin hipnotik bir deneyim yaratması kuşkusuz tuhaftır, ancak Tarr’ın film tekniğindeki ustalığı, insanın varoluşunun kalbinde gördüğü umutsuzluğu ve korkuyu ifade etmeye yönelik amansız girişiminin katıksız kabadayılığından başka bir şey değil. Tarr’ın karanlığa, zorluğa ve atavari bağlılığını sergiliyor adeta.
Karakterlerin gülmeyen yüzleriyle çekilmiş “Torino Atı”nda izleyicileri kasvetli, umutsuz melankoliye bırakan, buz gibi tempolu bir kâbus yaşatıyor. Film, Tarr sinemasının minimalist bir damıtmasıdır: bir erkek, bir kadın, bir at, bir kulübe, sefil bir hava ve çok az kelimeden biraz daha fazlası…
Film, Nietzsche ile ilgili bir anekdotla başlar:
“3 Ocak 1889, Torino… Friedrich Nietzsche, Via Carlo Alberto 6 numaralı evinden dışarıya gezinmek ya da mektuplarını almak için postaneye gitmek üzere çıkar az sonra yukarıda bahsettiğim olay gerçekleşir…
Tarr, Nietzsche’nin çektiği acılar neticesinde çöküşünü tetikleyen o ata ne olabileceğini hayal etmesi gerektiğini düşünerek ve filmi hiçbir zaman açıklığa kavuşturmadan çekmeye karar verir.
Film boğucu bir deneyimdir. İki buçuk saatlik film, yalnızca 30 çekimden oluşur; bunlardan ilki, yoğun sis ve şiddetli bir fırtınada bir arabayı çeken bir attır. Kamera, ata farklı açılardan zum yapar, birkaç saniyeliğine sürücünün kendisine odaklanır, ancak odak noktası hayvan olarak kalır. Ne at, ne adam, ne de izleyiciler için kaçacak bir yer yok. Beş dakika boyunca kamera sadece bu ikisine farklı bakış açılarından odaklanır. Bu arada müzisyen Mihaly Vig’in akıldan çıkmayan, neredeyse kıyamet niteliğindeki müziği izleyiciyi açıklanamaz bir korkuya boğar. Vig’in film için bestesi bir ağıt gibi, bir ruhun yavaş yavaş aşınması gibi geliyor kulağa.
Diğer 29 çekimin çoğu, felçli bir kolu olan yaşlı bir çiftçinin ve kızının ölümü beklediği küçük bir kulübede geçiyor. Dışarıda hava soğuk ve şiddetli rüzgar esiyor. Bu çorak dünyada at bile yaşama isteğini kaybetmiştir. Onları bir kavanoza hapsolmuş ateşböcekleri gibi izliyoruz.
Filmde pek bir olay örgüsü yok ve aslında filmin çoğu altı gün boyunca belirli olayların tekrarını içeriyor: kızı babasının giyinmesine yardım ediyor, kuyudan su getiriyor, akşam yemeği için patates kaynatıyor, söz konusu patatesleri yemek, ölmekte olan atlarının acıklı durumunu kontrol etmek, pencereden ıssız, rüzgârlı araziye bakmak.
Bu angaryayı kıran anlar, filmdeki karamsarlık ve teslimiyet duygusunu çoğunlukla pekiştirse de, ek bir anlam kazanıyor. Amansız bir rüzgâr, çorak topraklarını savurarak, yaprakları döndürerek ve gökyüzünü ayrım gözetmeyen bir griye dönüştürerek hayatı daha da zorlaştırıyor.
10 notes
·
View notes
Text
BİZ KİMDEN KAÇIYORDUK ANNE?
Hey tumblr sayfam merhaba. Uzunca bir süre seni ihmal ettiğimin farkındayım, beni mazur gör. Yine yeniden döndüm. Dizi ve film analizlerini frizbi tv'de yazıyorum. Oranın da linkini bırakırım aşağıya.
Bugün ise dün başlayıp bir solukta bitirdiğim Perihan Mağden'in aynı adlı romanından uyarlama "Biz Kimden Kaçıyorduk Anne'yi" burada inceleyeceğim. Biraz özet gibi olabilir, eh bir de spoiler verebilirim. Şimdiden kusura bakmayın.
Biz Kimden Kaçıyorduk Anne, 24 Mart'ta Netflix'te seyircisiyle buluştu. İlk sezonu 7 bölümden oluşan dizinin ana konusu bir anne ve kızın, düşmanlarından kaçış hikayesi. Aslında sadece düşmanlarından nasıl kaçtıklarını anlatmıyor. Psikolojik durumlara, travmalara da yer veriyor.
Anne, kendi anne ve babasından sevgi görmemiş, ailesi ve akrabaları tarafından 'uğursuz' olarak anılan bir kadın. Babasının yanında çalıştırdığı gence aşık oluyor ve bu aşkın meyvesi olarak da kızı dünyaya geliyor. Ailesinin, kızını öldüreceği korkusuyla minik yavrusunu, Bambi'sini alıp, kaçıyor. Ve yıllarca hayatlarını kaçarak sürdürüyorlar. Amerika, Almanya, Hindistan ve niceleri... Asla gerektiğinden fazla kalmıyorlar gittikleri yerde. Sonunda yurtlarına geri dönüyorlar.
Anne, kızını aşırı derecede seviyor ve onun asla üzülmesini istemiyor. Kızını üzenlerin, ona kötü bir laf söyleyenlerin de biletini hiç düşünmeden acı bir şekilde kesiyor. Ülkelerine döndüklerinde gerektiği kadar bir otelde kalıp bazılarının hesabı görüldükten sonra kaçıyorlar. İlk başlarda oldukça lüks otellerde konaklayan anne kız, en son bölümde pansiyonda kalıyor. "Hazıra dağ dayanmaz" diyor anne, kendi buz kraliçesi annesinden bahsederken. Annesinin kendisine veremediği sevgi ve güveni kızına veriyor. Bambisi de annesine tabii. Bu yüzden asla ve asla Bambisi'ni yanından ayırmamaya çalışıyor. Ondan uzaklaştığında kızına neler olduğunu görüyoruz. Dizinin ikinci bölümünde Cennet Otel'de sapık doktorun kızına taciz-tecavüz girişimini Bambi söylemese de hisseden anne, doktora hayatıyla ödediği bir ders veriyor.
Buzlar Kraliçesi annesinin ölümüne sebep olan anne, ne kadar yaptığının doğru olduğunu düşünse de zaman zaman kabuslar görüyor. Babasıyla da yüzleşen anne, onu asla affetmediğini bize gösteriyor.
Otel odalarını ev düzenine sokmaları, ev hasreti çektiklerindendi. Aslında ilk bölümde resepsiyonist kızın da arkadaşına dediği gibi, onlar burayı evi bilmişlerdi ve evlerine yabancı sokmak istemiyorlardı, bu yüzden house keeping ekibini bile odalarına sokmadılar. Beni etkileyenler arasında, annenin kızına söylediği canavarla savaşmayı göze alırsan canavar olmayı da göze alırsın, cümlesi var. Gerçekten de öyle. İblislerle ve canavarla savaşırken nazik, tatlı dilli biri olmanın imkanı yok.
Spoiler Alert!
Dizinin son bölümünde annenin ölümü aslında bir son değil bir başlangıç gibiydi. Minik yavrusu Bambi artık tek başına. Bakalım gelecek sezonda Bambi'yi hangi maceralar bekliyor. İkinci sezon gelecek mi tam bilmiyorum ama gelmeli.
---
Dizi hakkında genel olarak konuşmam gerekirse şunları söyleyebilirim. İlk üç dört bölümünün aksiyon hızı diğer bölümlere oranla fazla. Son iki üç bölüm de elbette hareketli fakat biraz daha psikolojik ilerliyor. Kapadokya'daki bölümde Koray Candemir'i gördüm. Ne de yakışmış, sesini ve kendisini çok beğenirim. Biraz daha görebilsek keşke. Bir de Bambi'nin babasına neler oldu bilmiyoruz, büyük ihtimalle annenin babası öldürmüş yahut öldürtmüştür. Yine de baba kısmı aydınlanmadı.
İlk bölümden beni acayip sardı ve bir günde bitirdim. Uzun süredir ilk bölümden kendine bu kadar çeken dijital dizi izlememiştim. Bütün oyuncuların, yapım ekibinin eline sağlık. Puanım 9/10
Şimdiden iyi seyirler.
Daha fazla dizi ve film analizi için aşağıdaki linki ziyaret edebilirsiniz
https://www.frizbitv.com/2023/04/01/kizilcik-serbeti-yine-yeniden/
4 notes
·
View notes
Text
Menopoz sürecinin zorlukları ele alındı
https://pazaryerigundem.com/haber/197581/menopoz-surecinin-zorluklari-ele-alindi/
Menopoz sürecinin zorlukları ele alındı
İstanbul Beylikdüzü Belediyesi tarafından düzenlenen Menopoz Okulu’ndakatılımcılara menopoz döneminde karşılaşabilecekleri sorunlar ve bu sorunlarla baş etme yolları anlatıldı.
İSTANBUL (İGFA) – İstanbul Beylikdüzü Fatih Sultan Mehmet Kültür ve Sanat Merkezi’nde iki bölüm halinde gerçekleşen seminer ve söyleşiler ilçe halkı tarafından ilgiyle takip edildi.
Beylikdüzü Belediyesi, Medicana Sağlık Grubu işbirliğiyle “Menopoz Okulu” seminerleri düzenledi. İki bölümden oluşan seminer ve söyleşilerin ilk bölümünde; diyetisyen Melek Aksoylu, ortopedi ve travmotoloji uzmanı Osman Görkem Muratoğlu ve kadın hastalıkları uzmanı Op. Dr. Burak Demirdelen, ikinci bölümünde ise psikolog Tuğçe Çolakoğlu, kadın hastalıkları ve doğum uzmanı Op. Dr. Mehmet Fatih Kaya ve nefes teknikleri uzmanı ve psikolog Özge Aygan tarafından katılımcılara menopoz döneminde karşılaşabilecekleri sorunlar ve bu sorunlarla baş etme yolları anlatıldı.
‘GÜNDE EN AZ 30 DAKİKA YÜRÜMEZSENİZ, KİLO ALMANIZ KAÇINILMAZ”
Beylikdüzü Fatih Sultan Mehmet Kültür ve Sanat Merkezi’nde gerçekleşen söyleşinin ikinci bölümünde menopoz psikolojisinin kişiden kişiye değiştiğini vurgulayan Tuğçe Çolakoğlu, kadınların yüzde 75’inin duygusal zorlanmalardan mustarip olduğunu ve uyku bozukluğunun baş edilmesi gereken en büyük sorun olduğunu açıkladı. Bu dönemde östrojen seviyesinin düşüşüne bağlı olarak vücut formunu korumanın zorlaştığını hatırlatan Mehmet Fatih Kaya ise “günde en az 30 dakika yürümezseniz, kilo almanız kaçınılmaz” dedi. Son olarak doğru nefes almanın önemini anlatan Tuğçe Çolakoğlu ise şunları söyledi: “Doğru nefes alırsanız kandaki oksijen miktarı artar, kronik ağrılarınız azalır. Metabolizmanız da hızlanır ve kilo vermekte zorlanmazsınız. Kaygılarınız azalır, zihniniz sakinleşir ve karar mekanizmanın işlemeye başlar.”
0 notes
Video
youtube
Balzac " Köylüler " I Podcast # Bölüm 1 I
balzak köylüler Türkçesi zaven biberyan [Müzik] seslendiren Özgür tokmak birinci kısım toprağın var cengin var Şato bay naana sen ki fantezilerin halkı pek tatlı hayallere daldırın şimdi ben sana fanteziler değil gerçekler anlatarak Hayal kurdur İçinde bulunduğumuz Yüzyıl 1823 nath hanlarına ve blond etlerine bu gibi Düşler aktarabilecek mi acaba sonra bana söylersin 18 yüzyılda yaşamış florinel uykudan kalktıklarında kendilerini aes gibi bir şatonun sahibi buldukları çağdan ne kadar uzak bulunduğumuzu kendin ölç çok Sevgili dostum mektubumu Eğer sabahleyin alınsa Paris'ten aşağı yukarı 50 fersah uzaklıkta bir Kraliyet anayolu üzerinde yeşil boyalı bir tahta perdeyle birleşmiş ya da ayrılmış kırmızı tuğlalı iki ufak pavyon görüyor musun acaba işte posta arabası orada bırakıverdi dostunu pavyonların iki yanında köklü bitkilerden oluşmuş yılan bir çitten darmadağınık saçlara benzeyen bölenler fışkırmış ötede Berde küstahça süren ağaçlar görülüyor hendeğin meyinde kökü yemyeşil durgun suda kaybolan güzel çiçekler varem ormanın kenarına varıyor ve iki Çayırı kuşatıyor bu çayırlar ormandaki ağaçlar kesilerek açılmış Kuşkusuz bu tozlu bomboş pavyonlardan öteye şemsiye biçiminde tepeleri birbiri üzerine eğilen ve uzun şahane bir beşik oluşturan yüzy yıllık kara ağaçlarla çevrili görkemli bir yol başlıyor yolun üzerinde BM tekerlek çizgileri ancak seçiliyor Kara ağaçların yaşı yan yolların genişliği pavyonların saygı Telkin eden görünüşü taş bağlamaların esmer rengi her şey yörede bir kral Şatosu bulunduğunu gösteriyor Daha o tahta perdeye varmadan Biz Fransızların kurula kurula dağ diy adlandırdığımız Tepelerden birinin Uz Vadisini görü verdim tepenin Eteğinde Son Durak olan kz Köyü var vadinin sonunda anayol bir yay çizerek dostumuz Lal yeğeninin kuruluğu villa aues ilçesine gidiyor Doğru ufukta geniş bir Tüzer seraks Egemen durumda tepenin kenarından bir ırmak akıyor uzakta ufak bir İsviçre olan morva dağları Vadiyi çerçeveli bu sık ormanlar avu güves Ron Markis ve soes ktun ait bu şatoları bu parkları bu köyleri uzaktan ve yüksek bir yerden seyredince insan fantastik peyzajların gerçeğe uygun olduğu kanısına varıyor Eğer bu anlattığım ayrıntılar sana Fransa'da kurmak istediğin bütün o İspanya şatolarını andırı şaşkına dönmüş Bir parisin bunları sana anlatmasını hak etmedin demektir sonunda öyle bir kır buldum ki orada s haşır neşir olmuş Ne sanat doğayı ne de Doğa sanatı bozmuş sanat doğalmış gibi geliyor ve doğa sanat yapıtı yaratıyor okuduğumuz birkaç romanın etkisiyle sık sık hayallerimizde canlandırdığımız Baha ile karşılaştım işte taşkınlık fışkıran bereketli süslü bir bitki cümbüşü karmakarışık olmayan engebeler sıradanlıktan uzak dağınık gizli Vahşi bir şey tahta perdeyi Aş da yürüyelim meraklı gözüm güneş ışınlarının ancak doğarken ve batarken yandan girebildiği Ağaçlı Yolu boydan boya seyretmeye heveslenir arazinin yükseldiği bir noktada bir kiz görüşü engelledi Sonra ufak bir Koru yolu kesiyor bir dört yol ağzına varıyoruz Orta yerde hayranlıkla seyredilen sonsuz bir kalıntı gibi bir dikili taş yükseliyor ucunda dikenli bir toprak bulunan bu anıtın temelinden mevsime göre kırmızı ya da sarı çiçekler sarkıyor kuşku yok ki Ages bir kadın tarafından ya da bir Kın iin yaptırılmış bir erkeğin aklına gelmez böyle süsler buranın mimarına özel bir yönerge verilmiş olsa Gere nöbetçi gibi kondurmuş o koruyu geçtikten sonra arazinin nefis bir kıvrımın vardım dibinde köpüren dereyi bir Kemerli köprüden geçtim köprünün yosun tutmu taşları zamanın işiği mozaiklerin en güzeli derenin ters doğrultusunda hafif bir yokuş halinde yükseliyor uzaktan İlk göze çarpan tabloda şunlar var bir değirmenle Bendi su seti ağaçlar ördekler serili çamaşırlar saman Damlı evler ağlar canlı balık havuzu beni dikizleyen Değirmen uşağını sayım daha nerede bulunursanız bulunun yalnız olduğunuzu sandığınız zaman bile bir Pamuklu takke altından bir çift gözün sizden ayrılmadığını bilmeniz gerekir Bir işçi çapasını bırakır bağda çalışan bir köylü yerinden doğrulu verir keçi inek ya da koyun Günen bir küçük kız bir söğüde tırmanır ve hepsi de sizi gözlerler biraz gidince Kara ağaçlı yol akasyalı yola dönüşüyor bu yolun sonunda parmaklıklı bir eski zaman kapısı var Usta bir hattatın elinden çıkmış sarmal çizgiler gibi ince zarif çizgilerle süslü telkari bir kapı parmaklığın yanlarında uzanan engel hendeğin iki Tepesi Oklar mızraklarla kaplı bir kirpiği andırıyor geride Versa ile sarayın benzer İki kapıcı pavyonu bulunuyor tepesinde de dev çiçeklikler altın arabeskler Kızıla çalmış demirin pasına karışmış fakat Ağaçlı yolun kapısı diye anılan Bu kapı Bu haliyle daha da güzelleşmiş benziyor Belli ki oğlu yaptırmış bu kapıyı hendeklerden her birinin sonunda sıvasız duvarlar başlıyor taşlar kırmızım trak Topraktan Bir harçla tutturulmuş her türlü renk var şekilleri hiç birbirini tutmayan Çakmak taşının canlı sarısı tebeşirin beyazı değirmen taşının kızılımsı esmeri ilk bakışta Park lo ştur duvarları tırmanıcı bitkiler 50 yıldır Balta sesi duymamış ağaçlar arasında gitmiştir doğal bir olay sonucu yeniden bakirle Şen bir orman gibidir sarmaşıklar Bir ağaçtan öbürüne atlayarak gövdelerini sarmış dalların nemli kalabilmiş bütün çatal noktalarından parlak yeşil renkte ökse otları sarıyor ancak Paris'ten 50 fersah uzaklıkta arazinin üzerine titrk kadar pahalı olmadığı yerlerde gelişen bu dev sarmaşıkları yabani arabeskleri Burada da gördüm sanatı böyle anlarsak çok geniş araziye gerek vardır hiçbir şeye çeki düzen verilmemiş burada İnsan eli değmemiş tırmık işlememiş tekerlek izi su dolu içinde Kurbağalar rahatça yavrularını bırakıyor en güzel orman çiçekleri bitiyor buralarda süpürge otu sanki Ocak ayında Florin getirdiği gösterişli saksı kabı içinde şöminenin üzerlerini süslüyor gibi güzel bu güzem sarhoş ediyor insanı ne olduu belirsiz istekler uyandırıyor en basit yosunlardan bile hoşlanan ş bayıldığı orman kokuları en zehirlen çiçeksiz bitkiler ıslak Topraklar Söğütler ağaçlardan sızan reçine yabanıl kikler bir birikintinin durgun yeşil suları yuvarlak birer yıldız gibi duran sarı nilüferler güçlü bir döllenme ile topraktan fışkıran her şey koku organına doluş insana birer düşünce belki de ruhunu veriyor Ben bu sırada kavisli yolda dalgalanan pembe bir fistanı düşlüyorum kayınlı ve diğer titrek ağaçlardan oluşan son bir kümeyle akasyalı yol birdenbire bitiyor Bunlar Narin gövdeli zarif Edalı akıllı bir Familya serbest Aşk ürünü ağaçlar orada Azizim yüzü beyaz nilüferlerle geniş yaygın ya da ufak ince yapraklarla kaplı bir Gölcük gördüm üzerinde seyin nehrinde çalışan bir sandalcının şalı gibi Nazenin bir ceviz kabuğu gibi hafif beyaz siyah boyalı bir tekne çürüyor geride güzel kırmızı renk tuğlalardan yapılı 1560 tarihini taşıyan bir yükseliyor duvar köşelerinde ve küçük camlı pencerelerinde taş bağlamalar ve süslü motifler var taşlar Elmas şeklinde ama Venedik dojlar sarayının iniltiler köprüsünün cephesi gibi içe dönük biçimde yontulmuş bu şatonun tek düzgün bölümü ortadaki ana yapıdır aşağısı ince üst kısmı basık yuvarlak parmaklıklı çifte merdivenli Ulu bir peron kıvrılarak iniyor binadan bu bölümde Kurşundan çiçeklerle süslü kulekler galeriler ve Yunan stilinde küplerin bulunduğu pavyonlar var işte Azizim bunlarda bakışım arama Rastgele bir araya gelmiş bu yuvalar sanki İçine saman doldurulmuş cans var M gibi duruyor birkaç yeşil ağaç camların üzerinde binlerce esmer diken silili yosunları besliyor ve gözün irişti çatlakları genişletiyor bu ağaçlar arasında görkemli şemsiyesi ile Kızıl kabuklu İtalyan köknarı 200 yıllık bir sedir Salkım Söğütler bir Kuzey köknarı boyu Onunkini geçen bir Gürgen var başlıca kulenin önünde en acayip ağaççıklar yer almış yok olan bir Fransız bahçesini akla getiren budanmış bir porsuk ağacı manolyalar ortancalar Kısacası bahçıvanlık sanatının Gaziler Yurdu Burası zaman gelmiş moda olmuş zaman geçmiş unutulmuş Bu ağaç bütün kahramanlar gibi bir köşede buram buram tüten Özgün oymalı bir baca bu nefis görünümün bir Opera dekoru olmadığını gösterdi bana Madem ki mutfak vardı canlı yaratıklar da vardı demek Ve ben Saint clouda bulunduğum zaman kendimi Kutup bölgesinde sanan ben blond bu ateşli burgon görü böyle şey tasavvur edebiliyor musun Güneş en yakıcı ışınlarını serpiyor Dere kuşu gölcüğün kenarında dolaşıyor Ağustos böcekleri ötüyor cırcır böceğinin yaygarası ortalığı veleye veriyor bazı tanelerin kabukları çatırlı haşlar moram Ak üzerinde açık seçik beliriyor böceklerle çiçekleri sarhoş eden gözlerimizi yakan yüzümüzü esmerleştiren bu doğal punç neşeli alevleri yükseliyor taraça kızılım tırak toprakları üstünde üzümler inci gibi sarıyor dalında beyaz tellerden oluşan zar dantel fabrikalarını utandıracak incelikte boydan boya mavi çiçekleri Şafak rengi Latin çiçekleri kokulu bezelyeler parlıyor gerideki birkaç portakal ağaçları havada hoş kokuları yayıyor ve sonuna bak feronun üzerinde beyazlı bir kadın duruyor baş açık beyaz ipek astarlı Bir şemsiye tutmuş saçları üstünde ama kendisi ipekten daha beyaz yüzsüzce trabzanın aralarına sokulan Zambaklar Rusya'da doğmuş bir Fransız kadını bu geleceğinizi umuyordum artık dedi bana Ben daha yolun dönemindeyken görmüştü beni kadınların en safların bile miz ne kadar Usta olduklarına şaşmak gerekir hağ güs barışına kadar kahvaltının geciktirilmiş olduğunu belli ediyordu bana hanımefendi beni karamaya gelmekten çekinmiş İşte bu değil mi bizlerin hayali bütün şekilleriyle güzele Tutkun herkesin hayali değil mi bu İster luin saraki Meryem ananın izdivacı frese gören Meleklerle yaraşır güzellik olsun rubens'in termon Muhaberesi çarpışma sahnesi için bulduğu güzellik olsun ister 500 yıldır Sevilla ve Milano katedraller sergilenen güzellik olsun yahut Müslümanların gırnata 14 luis'in vers yarattıkları güzellik Alerin güzelliği güzelliği olsun güz velam şu malikanenin ne prenslere ne de para babalarına yakışır bir görünüşü vardır Bundan ötürüdür ki 2000 hektarlık ormanı 900 dönümlük Parkı değirmeni ortakçı Çiftliği kest uçsuz bucaksız bir çiftliği ve bağları var Bunlar tümü 72 sağlasa gerek işte Azizim budur aug dediğin yıldır beni bekliyorlardı burada ve şu anda ben sevilen dostlara ayrılan Acem odasında bulunuyorum parkın yukarısından kavuç yönünden bir düzüne kadar berrak kaynak fışkırır bunlar morvan gelir sıvı bir şerit halinde parkın görkemli bahçelerini süsler ve hepsi de gölcüğe dökülür az adı Bu sevimli akarsulardan geliyor buan sözcüğü kaldırılmış Çünkü eski belgelerde arazinin adı aes bibes olarak geçer ve aes mores karşıtıdır gölcüğün fazı k Salkım Söğütler bulunan geniş düz bir kanaldan geçerek Ağaçlı yolun ırmağına boşalır bu şekilde süslü kanalın pek güzel bir görünüşü vardır akan suların üzerinde Sandal gezintisine doyum olmaz insan kendini kocaman bir katedralin içinde sanır batan güneşin aralıklı gölgelerle kesilen turuncu tonları şon üzerine düşüp pencere camlarını tutuşturdu mu karşınızda Alev Alev vitraylar görür gibi olursunuz kanalın bitiminde bir köy görülür blang köyü Aşağı yukarı 60 hanesi rahibin oturduğu bir bina Bir de burjua evi var Kilisesi ahşap bir Çan kulesi olan köhne bir evden ibaret Bunun birlikte Bucak epeyi geniştir 200 hane sayılabilir blang bucağın merkezidir arazi ufak ufak bahçelere bölünmüştür Yollar meyve ağaçlarıyla gösterilmiştir Bahçeler tam köylü bahçesi ne ararsan var içinde çiçekler soğan lahana asma çardakları renk üzümü ve bol bol gübre köyün naif bir görünüşü var tam köy havası Egemen ressamların pek aradıkları hem basit hem süslü köy havası her biri nefis üsluplu dört kapusu olan bu parkta gezinirken mitolojinin arkadası bius gibi tatsız gelir insana arkadya Yunanistan'da değil burgonya arkadya aeste başka yerde aramamalı onu parkın alt kesiminde derecikler oluşan bir ırmak yılan Kavi akarak huzur ve serinlik veriyor buradaki Yalnızlık havası manastırları andırıyor adeta ve gerçekten de yapay bir adada adam akıllı yıkık dökük bir Manastır bulunmaktadır ii onu yaptıran Para babasının beğenisine yaraşır bir incelikte evet Azizim augin bir zamanlar sahibi bmi hani birinde 15 lisi ağırlamak için 2 milyon harcayan b var ya o bu güzel yeri çıkak için Kim bilir k atli biru bir zeka elverişli koşullar bir araya gelmiş 4 Henry'nin bir metresi şatoyu şimdiki yerinde baştan kurdurmuş Ormanla birleştirmiş aug 4 Henry'nin oğlunun gözdesi madmazel shoe verilmiş O da birkaç Çiftlik katmış malikaneye B Paris operasının bir uğruna özene bözene Paris'in ufak evleri biçiminde düzenl şatoyu zemin katını da 15 Luis üslubuyla restore ettirmiş yemek odasını hayranlıkla seyrederken şaşkına döndüm İtalyan beğenisine göre çizilmiş tavan fresklerde en çılgın arabeskler uçuşuyor yapraklarla son bulan yalancı mermerden Belirli aralıklarla meyve sepetleri tutuşturuyor sepetlerin üzerinde tavanın dal biçimi bezekleri oturuyor kadınlardan her birini öbüründen ayıran tahta aynalarda bilinmeyen bir sanatçının çizdiği nefis yağlı boya resimler sofra zenginliğini gösteriyor son balıkları yaban domuzu kelleleri haylar Yani dünyada yenecek ne varsa ve bütün bunlar akıl almaz bir benzerlikle erkeği kadını çocuğu andırıyor Çin'in en acayip tasvirlerine taş çıkartır uşaklar yerli yersiz içeri girip tatlı bir söyleşiyi ya da iç bir pozisyonlar ev sahibesi zaman çağırsın diye hanımefendinin ayağı altında bir çıngırak yayı yerleştirmişler kapıların üst pervazındaki süsler şehvet sahnelerini canlandırıyor bütün kapı pencere çerçeveleri mermer mozaikten Yemek Salonu alttan ısıtılıyor her pencere nefis bir manzaraya açılıyor ah [Müzik]
0 notes
Text
Bölüm 283: Ailenin, krallığın ve yeryüzünün ağır yükü
Başkent, imparatorluk sarayının meclis salonu.
İmparatorluk cübbesi içindeki Nangong Jingnu en yüksekteki koltukta sırtı dik bir şekilde oturuyordu. Salonda meclis yetkililerinden oluşan büyük bir kalabalık diz çökmekteydi. Bir talepte bulunuyor gibilerdi, kadın imparatorun yüzünde ise nadir görülen sert bir ifade vardı. Kalın dudakları sımsıkı kapatılarak ince bir çizgi haline gelmişti. Öfkesi, gözlerinin kenarlarından ve kaşlarının tepelerinden bile okunuyordu.
Altmışlı yaşlarındaki Maliye Bakanı üç kez eğilip kalktı, ardından diz çökmeyi sürdürürken sırtını dikleştirdi. Yeşimden plaketini göğsünün önüne kaldırdı. "Majesteleri, krallığın geleceği, yüce Wei Krallığı'nın ileriki nesillerini ilgilendiriyor. Majesteleri merhum imparator bu yaştayken daha meşru evlat sahibi değildi, evet, ama halihazırda iki prensi vardı. Kadınlar erkeklerden farklıdır, varis sahibi olmak çok daha uzun vakit alır. Majesteleri bu sene yirmi dört yaşına giriyor; bu, halktan insanların dünyasında olsa birkaç çocuk annesi olunacak bir yaştır. Ne demişler, krallık başında bir hükümdar olmadan bir gün bile geçiremez ve Arka Saray'ın bir efendisi olmadan günün sonu edilemez. Yas süreci çoktan sonlandı. Arka Saray'ın başında bir efendi yok, Majestelerinin yeni bir İmparatorluk Eşi seçmesinin vakti geldi!"
Kalabalık: "Efendi Maliye Bakanı haklı. Majesteleri tekrar düşünsün!"
Ayin Bakanı: "Bu yetkili de hemfikir. Majesteleri... Meclisin başına yıllardır hiç iyi bir olay gelmedi. Saraylar bölgesindeki havayı tazelemek için iyi bir gelişme sağlanmalı."
Nangong Jingnu: "Daha önce söylediğim gibi. Ekselansları Chionghua daha yeni hayata gözlerini yumdu, öyle bir şey..."
Sağ Başbakan* yüksek ve net bir sesle Nangong Jingnu'nun lafını böldü. "Majesteleri yanılıyor. Ne demişler, üst statüdeki bir insanla alt statüdeki bir insan arasında fark vardır. Halk Majestelerinin Ekselansları Chionghua'yla arasında yakın bir kardeşlik bağı olduğundan haberdar olsa da aranızda bir statü farkının olduğu gerçeği değişmiyor. Tarihte hükümdarın bir bakan için kendini kısıtlaması ne zaman mantıklı görülmüş? Ayrıca Chionghua Prensesi'nin vefatının üstünden yüz günden fazla bir süre geçti. Majestelerinin düğünü ertelemek için bir bahanesi kalmadı. Kaldı ki İmparatorluk Eşi seçimi son derece kompleks ve törensel bir meseledir. Sırf insan seçimi ve kişinin sekizli doğum numaralarının hesaplanması epeyce vakit alır. Krallığın geleceği daha fazla sürüncemede bırakılamaz. Majesteleri tekrar düşünsün!" (Ç/N: Eskiden Sağ/Sol Danışman diye çeviriyordum artık Başbakan diye bir değişiklik yapmaya karar verdim, ileride editten geçiririm eski bölümleri de.)
Kalabalık: "Majesteleri tekrar düşünsün..."
Sanki bu meclis yetkilileri meseleyi öncesinde aralarında tartışmış gibiydi. Sol ve Sağ Başbakanla diğer bakanlar günlerdir devretme taktiği uyguluyordu. Sırayla yeni bir İmparatorluk Eşi seçimi konusunda uyarıda bulunuyorlardı. (Ç/N: 车轮战 devretme taktiği: birden çok insanın sırayla bir muhalife karşı savaşarak onu yıldırmaya çalışması)
Nangong Jingnu şimdiye kadar birçok kez öfkeden meclisi terk etmek zorunda kaldığı durum yaşamıştı, fakat kötü bir şekilde ortamdan ayrılışlarının hiçbiri bu meclis yetkililerini caydırmamış gibi görünüyordu. Ertesi gün gündelik siyasi raporlar üzerine tartışmayı bitirince illa birisi ortaya çıkıp bu meseleyi gündeme getiriyordu.
Nangong Jingnu imparatorluk basamaklarının altında diz çökmekte olan kalabalıkta göz gezdirirken şakaklarının zonkladığını hissetti.
Onu bıktırmışlardı ve şu noktada öfkesi bu inatçı meclis yetkilileri tarafından törpülenmişti. Güçsüz bir şekilde iç geçirdi. "Evlilikle ilgili meselelerimde kararı kendim verebilirim. Fazla öteye burnunuzu sokmaktan kaçının. Zamanı gelince... düşüneceğim."
Maliye Bakanı: "Majesteleri yanılıyor. Krallığın geleceği, yeryüzünün geleceği demektir. Bizler bakan olduğumuza göre yüce Wei Krallığı'nın mirasını korumak için elimizden geleni yapmak zorundayız. Krallığı, dolayısıyla da yeryüzünü ilgilendirdiğine göre öylece oturup izlememiz mantıklı mı olur?"
Nangong Jingnu: "Maliye Bakanı! Sen..."
Maliye Bakanı: "Majesteleri, bu yaşlı yetkili ne diyorsa sadakatinden diyor. Eğer bu ihtiyar yetkili o sebeple küstahlık suçu işliyorsa cezasını da çekmeye hazır. Fakat krallığın varisi meselesi... daha fazla ertelenemez!"
Kalabalık: "Bu yetkili hemfikir, Majesteleri tekrar düşünsün!"
Nangong Jingnu tekrar tekrar tahtın kol dayanaklarını sıktırdı. Sonuç olarak son birkaç gündür verdiği kararın aynısını verdi— meclis oturumunu bitirdi.
Neyse ki meclis yetkilileri imparatorun yoluna çıkacak cüreti göstermedi...
Odasına dönerken yolda Nangong Jingnu ağır adımlarla yürüyordu. Şu an kalbinde bir tek her türden pişmanlık barındırıyordu.
Zamanında bu kadar toy davranmış olduğu için bir tek kendini suçlayabilirdi. İmparator babasını kendi elleriyle öldürenin Agula olduğunu ilk öğrendiğinde sakin kafayla durup düşünememişti. O esnada biraz daha olgun davranmış olsaydı, farklı bir karar verebilir miydi?
Aklına bu düşüncenin gelmesiyle Nangong Jingnu'nun adımları durakladı. Başını kaldırıp bulutsuz mavi gökyüzüne baktı. En sonunda, uzunca bir iç geçirdi.
Muhtemelen... veremezdi.
Öyle bir durumda kendine hakim olmayı başarsa da başaramasa da evliliklerinin adını korumak imkansızdı. Li Qiaoshan'ı idam ettirmemiş olsaydı... ortalıkta durmaya devam ederse daha fazla bilgi yayabilirdi. İlk ihbarda bulunan kişi olarak onu öldürmek davanın kapandığı anlamına gelirdi, bu yüzden gerisin geri ilerlemek zorunda kalmıştı. O gerçeği resmi olarak tanımak zorundaydı. Ancak öyle meclis yetkililerinin çenesini kapayıp Agula'yı sağ bırakmayı sağlayabilirdi...
Öyle bir kriz anında içinde bir bencillik parçası taşımaya izni var mıydı hiç? Tek bir yanlış adım dahi atsa Agula'yı koruma olanağını kaybederdi.
Kaldı ki çoktan Agula ile birlikte yaşlanmaya karar verdiği halde nasıl bir baskıyla yüzleşmek zorunda kalacağını ve nasıl bir bedel ödemek zorunda kalacağını bir tek o biliyordu. Da-jie'yi imparatorluk mozolesine gömmesinin bir sebebi vardı: bir yandan duyduğu suçluluk ve keder, diğer yandan imparatorluk mozolesinin boş kalmasını istememesi. Babasının katiline karşı derin hisler besleyen biri imparatorluk mozolesine girecek hakkı nereden bulabilirdi ki? Atalarının karşısına çıkacak yüzü nereden bulabilirdi?
Nangong Jingnu kararını çoktan vermişti. Dokuz pınarlar gerçekten varsa bile tüm sorumluluğu üstlenecekti. Bıçaklarla kaplı bir dağa tırmanmak da olsa, kaynayan yağ dolu bir wok'a girmek de olsa, sonsuza dek lanetlenmeye... hazırdı.
Ne var ki insanın bu dünyada yaşamak istiyorsa çaresizce yapması gereken bazı seçimler olurdu. Bir imparator bile bundan muaf değildi. Artık imparator olduğuna göre yüce Wei Krallığı'nın nehirlerini ve dağlarını devretme sorumluluğu ve zorunluluğu taşıyordu. Eğer imparatorluk kudreti dengeli bir şekilde devredilemezse kim bilir ne kadar daha kan dökülmesi gerekecekti.
En iyi durumda, acısı halktan insanlardan çıkardı. En kötü durumda, acısı halktan insanlardan daha bir ağır çıkardı.
Nangong Jingnu imparatorluk ailesindeki uygun yaşta olan bütün çocukları gözden geçirdi. En Büyük Prens Nangong Ping alt tabakaya mensup biriydi; öldükten sonra bir Derebeyi olmanın görkeminin bile tadına varamamıştı. Doğal olarak onun çocukları seçenekler arasında değildi.
İkinci ve Dördüncü Prens hâlâ hayattaydı, fakat altın albümlerine ve yeşim belgelerine büyücülük vakası nedeniyle el konulmuştu. Her ne kadar saraylar bölgesine hapsedilmiş olsalar da ellerindeki imparatorluk ailesinin ferdi olma statüsünü çoktan kaybetmişlerdi. Onların çocukları da seçeneklere dahil olamazdı.
San-ge'nın... bir oğlu vardı, fakat bu oğul Nangong Jingnu ile hemen hemen aynı yaştaydı. Doğal olarak Nangong Jingnu onu evlat edinemezdi.
Yu Beyi olan wu-ge isyan çıkarma suçu işlemişti. Meclis davanın peşini bırakmış olsa da... meclis yetkilileri onun çocuklarını evlat edinmesine onay vermezdi.
Liu-ge'nın hiç oğlu yoktu. Yedi numara kayıplara karışmıştı ve sekiz numara zaten olmazdı.
Geriye bir tek Fu-er ve kütüğü er-jie'ye geçirilmiş o oğlan kalıyordu. Ama bu ikisinin de farklı soyisimleri vardı. Eğer Nangong Jingnu menopoza girerse diye son seçenek olarak durabilirlerdi, fakat daha yirmi dört yaşındaydı...
"Ai..." Nangong Jingnu uzun bir iç çekti. Yorgun adımlarla yürümeye devam etti.
Evlat edinme yöntemi imkansız görünüyordu. Gerçekten mi...? Gerçekten yabancı bir adamla bir oğul sahibi olmak mı zorundaydı?
Nangong Jingnu'nun dudaklarının kenarları seğirdi. Yüzünde buruk bir gülümseme belirdi: Agula'nın kadın olduğunu daha erken öğrenebilseydi... İmparator babasına bu mirası devam ettireceğinin sözünü verir miydi yine de?
Bu yolculukta çok fazla şey yitirmişti. Kardeşleri birbiri ardına onu geride bırakmıştı. Sayısız kez kendini tehlikeli durumların içinde bulmuş, sonunda tarihin ilk kadın imparatoru olarak tahta çıkabilmişti. Peki ama ne uğruna?
... ...
O gece, Nangong Jingnu bir kez daha elinde bir küp şarapla Qi Yan'ın yanına gitti. Gu Rolan erken uyumaya alışık olduğu için çoktan yatmıştı, Qi Yan ise ışıltılı incinin ışığında kitap okuyordu.
Nangong Jingnu doğrudan yatak odasına giriverdi. Qi Yan onu karşılamak için ayağa kalktı, "Majestelerine selamlar."
Nangong Jingnu sakince, "İçerken bana eşlik et," dedi.
Akşam yemeği vakti çoktan geçmişti ve masanın üzerinde şarabın yanına meze olarak tüketilebilmeye anca yetecek iki tabak hamur işi vardı. Qi Yan kaşlarını çatarak Nangong Jingnu'yu çaktırmadan şöyle bir süzdü. Yüzünden bir şeyler okumayı ne kadar denediyse de Nangong Jingnu içindekileri iyi saklamıştı. Sakin ifadesini koruyarak hiçbir şeyin farkında değilmiş gibi davrandı ve Qi Yan'ın dilediği gibi süzmesine izin verdi.
Qi Yan dikkatini çeken bir şey bulamadığından, "Majesteleri niye... içiyor yine?" diye sordu.
Nangong Jingnu: "Canım istediği için. En sonunda imparatorluk mevkisine geçebilmişim, arada sırada keyfime bakmamda bir sakınca mı var?"
Qi Yan: "Elbette yok, bu kul Majestelerinin kabını doldursun."
... ...
Qi Yan onu vazgeçirmeye çalışmadı, Nangong Jingnu da dur demedi. Böylelikle Qi Yan Nangong Jingnu'nu kabını boşaldıkça doldurdu. Görünüşe göre Nangong Jingnu'nun şarap karşısındaki sarhoşluk eşiği de yükselmişti, çok geçmeden küpün dibi gözüktü ve anca o zaman Nangong Jingnu'da sarhoşluk belirtileri baş gösterdi.
Qi Yan küpte kalan az bir şarabı da kaba doldurdu, "Majesteleri, bu sonuncu kap."
Nangong Jingnu "mm"ladı, ardından yarısı dolu kabı eline aldı ve hafifçe daire şeklinde salladı. Birdenbire gülümsemeye başladı.
Qi Yan'ın bir şey demesine kalmadan kabı kafasına dikti.
Geri masaya bıraktığında başının döndüğünü hissetti. Nangong Jingnu tek elini masaya dayayıp diğer eliyle alnını tuttu, ardından gözlerini kapattı.
Qi Yan: "Majesteleri sarhoş oldu, bu kul sana ayıltıcı çorba kaynatsın."
Nangong Jingnu: "Gerek yok. Zaman ve enerji harcatıyor, uğraşma."
Qi Yan: "Bu şarap etkisini belli etmeden gösterir. Majestelerinin ertesi sabah başı ağrır."
Nangong Jingnu Qi Yan'ın elini yakaladı, "Gerek yok dedim!"
Qi Yan: "...Anlaşıldı."
Nangong Jingnu iç geçirdi, ardından Qi Yan'ın elini bıraktı. "Özür dilerim, sinirimi senden çıkarmamam gerekirdi," diye mırıldandı.
Qi Yan: "Majestelerinin canını sıkan bir şey mi oldu?"
Nangong Jingnu ağzını bir miktar açtı. Ama bu sefer ne kadar keder ve buruklukla dolu olursa olsun karşısındaki bu kişiye içini dökemezdi. Önündeki bu insanın sağlık durumu iyi değildi ve bir düşünmeye başlayınca beynini sınırlarına kadar zorluyordu. Söylerse onun durumunu kötüleştirebilirdi, bu da asla görmeyi istemediği bir şeydi.
Nangong Jingnu: "Bu gece senin yanında kalabilir miyim?"
Qi Yan: "Elbette."
Qi Yan gidip yatağı düzeltti, ardından Nangong Jingnu'nun yatağa geçmesine yardım etmeye gitti.
Şarap etkisini göstermeye başlamıştı. Nangong Jingnu ayakta dengesini sağlayamadığından Qi Yan'ın Nangong Jingnu'yu belinden tutup destekleyerek yatağa doğru götürmesi gerekti.
Qi Yan Nangong Jingnu'nun tıknefes ve kızarık yüzüne, odağını yitirmiş gözlerine bakarken, hafif şarap kokusunu içine çekerken içine bir ağırlık çöktü.
Nangong Jingnu dile getirmemiş olsa da, Qi Yan ters bir şeyler sezmese de kollarının arasındaki bu insanın yine can sıkıcı meselelerle uğraştığını tahmin edebiliyordu. Şu an için hazmetmesi zor olan ve kolaylıkla icabına bakılamayacak olan da bu tür can sıkıcı meseleler oluyordu.
Qi Yan daha önce yaptığı gibi Nangong Jingnu'nun endişelerini paylaşamadığı için kendinden nefret etti. Nangong Jingnu bu dünya için çabalarken oturup izlemekten başka bir şey yapamıyordu. Endişelerini dağıtmasının tek yolunun bu şarap küpleri olduğunu fark edince Qi Yan kendi işe yaramazlığından daha bir tiksindi.
Nangong Jingnu: "Neye bakıyorsun?"
Qi Yan: "...Elbette, Majestelerine."
Kalbindeki sızıya rağmen Nangong Jingnu'nun yüzünde parlak bir gülümseme belirdi, fakat... bu gülümseme Qi Yan'ın kalbini daha da acıtmıştı.
Nangong Jingnu karşılık olarak Qi Yan' sarıldı, ardından yüzündeki ifadeyi saklamak için alnını Qi Yan'ın omzuna yasladı. Şakayla karışık bir tonda, "Acaba... krallığın sonunu getirecek bir hükümdar olmuş olabilir miyim istemeden?" diye sordu.
Qi Yan anında meclisin bir sorunla karşılaşmış olabileceğini düşündü. Hafifçe Nangong Jingnu'nun başını okşayarak yumuşak bir tonda teskin etti. "Öyle bir şey olmayacak. Majesteleri krallığı refaha kavuşturmak için büyük çaba sarf etti. Siyasette azim gösterdin ve halkı önemsedin. Kesinlikle krallığın sonunu getiren bir hükümdar olmayacaksın."
Nangong Jingnu Qi Yan'ın kollarına sokuldu ve gözlerini yavaşça yumdu.
... ...
O gece, Nangong Jingnu Qi Yan'ın kıyafetini çektirdi ve onunla olmak istedi.
Bunu takip eden geceler boyunca Nangong Jingnu geceleri hep Qi Yan'ın yanında geçirmeye başladı, fakat her sabah meclis giysilerini giyip tek başına ayrılıyordu...
Ne var ki o olaydan sonra Nangong Jingnu meclis salonuna gitmeyi bıraktı. Oraya gitmek yerine tek başına Ganquan Sarayı'na gidiyor ve kendini içeri kapatıyordu.
Qi Yan Nangong Jingnu'nun her sabah meclis toplantısına katıldığını sanıyordu fakat gerçekte: Majesteleri Kadın İmparator meclisi durduralı on gün geçmişti.
Bunun ardındaki sebebi meclis yetkilileri de biliyordu, ama şu noktada hiçbiri daha ileri gitme planı yapmadı. Her gün meclise gelmeye devam ettiler. Bekleme odasında hadımdan meclisin bugünlüğüne durdurulduğunu bildiren imparatorluk emrini aldıklarında, kadın imparatordan ciddiyetle krallığın geleceğine öncelik vermesini ve yakın zamanda bir İmparatorluk Eşi seçmesini isteyen raporlarını sunuyorlardı. Sonra üç ila beş kişilik gruplar halinde ayrılıyorlardı.
O yüzden de Nangong Jingnu meclis salonundan kaçmış olsa da meclis yetkililerinin kurduğu baskıdan kaçamamıştı. Tahta çıktığından beri raporları hep bizzat işaretlemiş, hiçbir zaman işi üç departmana devretmemişti. Ama şimdi bu mesele içine oturmuş en ağır engel halini almıştı.
Nangong Jingnu her gün dağ gibi yığılmış raporları gördüğünde büyük bir isteksizlik duyuyordu. Ama başka meselelerle ilgili olan raporların da arada kaynayacağından korktuğu için sabrının sınırlarını zorlayarak hepsini tek tek okuyordu. Her seferinde de bu onu incitiyordu.
Kadın imparatorun meclisi durduruşunun on beşinci gününde Sol ve Sağ Başbakan ile Bakanlar Ganquan Sarayı'na geldi. Sol ve Sağ Başbakanın başını çektiği grup hep birlikte yere diz çöktü.
Kadın imparatoru krallıkla ilgili meselelere öncelik vermesi için saygıyla geri meclise davet ediyorlardı.
Nangong Jingnu'nun yeniden meclis salonuna dönmekten başka şansı kalmadı, fakat meclis yetkilileri hiç de "derslerini almış" gibi durmuyordu. Sanki demir külçeleri yutup kalplerine zırh takmışlar, gelmiş kadın imparatora yakın zamanda bir İmparatorluk Eşi seçmesini tavsiye etmeye devam ediyorlardı...
O ay, Nangong Jingnu'nun şimdiye kadar deneyimlediği en uzun ay oldu... Ama, Qi Yan ile asla çocuk sahibi olamazdı.
Nangong Jingnu başka biriyle evlenerek Qi Yan'ı terk etmektense ölmeyi yeğlerdi.
En sonunda gazı alınamayan bu baskı patlak verdi... Nangong Jingnu meclisin önünde Sol Başbakan Lu Boyan'ı azarladı, ardından da üç senelik maaşına el koyarak cezalandırdı. Bir ay hanesinde oturup tefekkür etmeye gönderildi.
Majesteleri Kadın İmparator'un hiddetini görünce meclis yetkilileri artık durdu.
Chengqi üçüncü yıl, onuncu ay.
Bu sene meclis için çok büyük önem arz eden bir seneydi. Genel af ve herkesin vergilerden muaf tutuluşundan beri meclis ilk defa tekrar vergi toplayacaktı. Bu güz, krallığın deposunun doldurulup doldurulamayacağı belli olacaktı.
Maliye Bakanı ve Tarım Bakanı vakitlice adamlarını yerel makamlarla vergi toplanmasını denetlemek üzere çeşitli vilayetlere göndermişti. Nihayet iyi haber geldi; çeşitli bölgelerden Maliye Bakanlığına bildirilen vergiler başarıyla toplanmıştı. Krallığın deposu artık epeyce dolmuştu.
Tam Nangong Jingnu en sonunda durup nefeslenmesini sağlayacak iyi bir şey gerçekleştiğini düşünürken imparatorluk masasına başka bir rapor daha geldi...
Bu yetkili Luo'nun Güneyi'nin Genel Valisi Lu Xing, bin ölüm cezasını hak ediyor. Majestelerine bildiriyorum: Chengqi üçüncü yıl, dokuzuncu ayın üçüncü gününde Luo Nehri'nin güney kıyısında konuşlanmış bir askeri birlikte veba salgını patlak verdi. İlk başta taburdan bir askerin kol ve bacaklarındaki güç kesildi. Kusuyordu ve ishaldi. Tabur hekimi hava değişikliğindendir dedi, ama daha üç gün geçmeden hastalık tam şiddetiyle patlak verdi.
Bu mektubu yazdığım an itibarıyla ordunun yarıdan fazlası vebadan hayatını kaybetti. Savaş güçlerimizin yüzde seksenini kaybettik, kararı Majesteleri versin.
... ...
Bu raporu bitirdiğinde Nangong Jingnu neye uğradığını şaşırdı. Luo'nun Güneyi'nin Genel Valisi, Nangong Jingnu'nun daha yeni ayarladığı garnizon birliğinin başındaydı. Unvanı Genel Vali olabilirdi ama esasen Luo Nehri'nin güney kıyısına konuşlanmış tek bir ordunun yönetiminden sorumluydu. Orduda toplam seksen bin asker vardı.
Bu orduyu Nangong Jingnu, Luo'nun kuzeyine dönerken Jiya'ya destek olması için Luo Nehri'nin oraya göndermişti. Jiya planladıkları gibi Kuzeyin Dokuz Vilayetinin Genel Valisi olunca Nangong Jingnu Qi Yan'ın önerisine kulak vererek bu orduyu bir garnizon birliğine çevirmişti. Aslında Qi Yan'ın yeminli kardeşinin Luo Nehri'nin ötesine geçmesini önlemek için oradalardı...
O ordunun başına bir şey geldiğini öğrendiğinde Nangong Jingnu'nun omurgasından aşağı bir ürperti yayıldı. Adamlarına son birkaç gündür sunulan tüm raporları getirmelerini emretti, fakat gördü ki o bölgenin bitişiğindeki ilçelerden gelen neredeyse tüm raporlar sadece hasatla ilgiliydi. Salgın durumundan bahseden tek bir yerel yetkili dahi yoktu.
Eğer... Yerel makamlar bu meseleyi gizliyorsa, mümkündü. Ama şu an önemli bir senedelerdi; meclis vakitlice çeşitli bölgelere yetkililerini göndermişti. Bu yüzden de sunulan raporlar hep iki parçadan oluşuyordu. Biri oralı bir yetkiliden, diğeri ise meclisin oraya gönderdiği bir yetkiliden.
Nangong Jingnu içi şüphe ve hayret dolu bir şekilde tekrar raporların sayfalarını çevirdi. Gözden kaçırdığı bir şey olmadığından emin oldu. Luo Nehri'nin güneyindeki ilçelerin hepsi sadece hasatla ilgili raporlar sunmuştu, salgınla ilgili tek bir haber bile yoktu.
Yoksa... Bu veba sadece ordu arasında yayılmış olabilir miydi? Ama böyle bir şey nasıl olabilirdi? Her ne kadar ordu epey kalabalık olsa da nispeten yüksek hijyenik imkanları vardı ve su kaynağının yakınında duruyorlardı. Orada nasıl veba çıkabilirdi ki?
Nangong Jingnu'nun kalbinde alarm zilleri çalmaya başladı. Şu an onuncu aydalardı. Her ne kadar daha güzün başında olduklarından başkentte hava sıcak olsa da Luo Nehri'nin orada sonbaharın sonlarına ulaşmış olmalılardı. Her zamanki döngüyü takip ettiklerinde, on birinci ayda Luo'nun kuzeyinde ilk kar düşecekti ve çok geçmeden Luo Nehri'nin güneyindeki birkaç ilçe de onları izleyecekti. Böyle bir mevsimdelerken büyük çaplı bir veba salgınının patlak vermesi imkansızdı!
Yoksa...?
— — —
Yazarın notu:
İşte bugünün bölümü, 2600+ kelime
Buraya kadarki desteği, bağışlayıcılığı, anlayışı ve güzelim nezaketi için herkese teşekkürler.
Romanımızın bitmesine az kaldı.
0 notes
Text
Zehirsiz Sofralar - İşlevsel Ormanlar -II-
Çiftçilerde Zehrilenme vakaları, Kanser ve Kısırlık
Bir Şeftali üreticisi veya bir çiftçi nasıl kanser olabilir? Yediği bir meyveden, ya da içtiği sudan mı? Yoksa oksijen alabilmek için soluduğu havadan mı?
Çocuk sağlığı ve hastalıkları uzmanı Dr. Tamer Güvenir, çalıştığı hasatahanede karşılaştığı zehirlenme vakalarından bahsederken, çiftçilerin ilaçlama yaparken maske, eldiven veya çizme gibi korunma araçlarını kullanmadıklarından dolayı birçok kez akut ve kronik zehirlenme sonucunda hastahanin acil bölümünde müdahele ettiklerini söylüyor. Bu vakalarda hızlı müdahele edilmememsi durumunda ölüme sebeb olacağı ve hızlı müdahelede ilk olarak kıyafetlerin çıkartılıp iyice yıkadıktan gerekli tedaviye başlandığını alnattı.
Bu çıplanma halini çok yanlış anlayan bazı çiftçilerin soyunup, çıplak halde tarlarda çalışmaya başladıklarını ve zehirlenme vakalarında, zehirlenmeyi çok daha hızlı yaşayan çiftçilerin sayısında bir artış olduğunu, ölüm oranlarının arttığını ve daha bir çok acıklı ve traajik hikayelerin olduğunu anlattı bir de.
İnsanda en büyük zarar akut ve kronik zehirlenme. Çocuklar büyüme ve gelişme evreleri daha hızlı olduğundan dolayı yetişkinlere göre daha kolay zehirlenirler, ve bu zehirlenme sonucunda hormonal değişim ve nörolojik bileşim üzerinde baskılanma gerçekleşiyor.
GDO’ lu ürünlerin 80%’ inde ot ilacı denilen (herbisit) en etkin maddesi olan Glifosat’ ın (Glyphosate) , WHO (Dünya Sağlık Örgütünün) kanser arşatırmaları bölümü, Kanser Araştırmaları Kurumu (IARC) “insanlarda muhtemelen kanser yapar” açıklamasını yaptı. Glisofat en yaygın herbisit olarak tarım, orman, şehir ve konutlarda uygulanıyor. GDO’ lu ürünlerde daha da fazla artmış durumda. GDO, soya ve mısır üretimlerinde kullanılır ve Roundup adı ile satılan glisofat, havada, suda ve yiyeceklerin yanı sıra, tarım işçilerinin kan ve idrarlarında da tespit edilmiştir.
Kadın Doğum Uzmanı ve Çiftçi, Dr Sertaç Kayın, Dünyada hastanelerdeki en yoğun bölüm Onkoloji bölümü olmaya başladığını, kanser oranlarının ivmelenerek arttığını ve bunların en önemli sebebinin tarım ilaçları ve pestisistler olduğunun artık aşikar olduğunu söylüyor. Artık ana sütünün bile temizlik ve saflık anlamına gelmediğinin, onun bile zehirli olduğunun altını çiziyor.
Fransa’ da Sağlık ve Tıbbi Araştırmalar Merkezi doktoru Dr. Luc Multigner, tarım ilacı kullanımının en yüksek olduğu Arjantin’ de, tarım ilaçları ile düşük sayıda sperm ve erkeklik hormonu arasındaki bağı ortaya çıkardı.
1995-1998 yılları arasında kısırlığına çözüm arayan 225 çiftçi üzerinde yapılan araştırma da, içinde çözücü bulunan böcek ilaçları ile kimyasaların, erkek üreme sistemine zarar verdiği sonucuna vardı. “Araştırmalar, düşük sperm parametresine sahip erkeklerin, geçtitğimiz son birkaç yıl içinde sık aralıklarla böcek ilacı ve çözücülere maruz kaldığını gösterdi.” diye konuştu. Dr. Multigner, böcek ilaçlarının erkeklerde testesteron oranını düşürürken, kadınlık hormonu olan österejen hormonunu ise artırdığına da işaret etti.
Gelişmekte olan ülkelerde çevre yasalarının sanayileşmiş ülekelere göre çok daha gevşek oluğuna dikkat çeken Dr. Multiger,
“Sorun şu ki, az gelişmiş ülkelerde az gelişmiş yasalar var ve insanlar sorunun tam olarak da farkında değil” i ne kadar da güzel söylemiş.
Yaşadığımız coğrafya ve Yurdumuz’ da görülen kanser vakalarının ivmeli bir şekilde artış sebebinin, sağlıklı diye yediğimiz bir sebze veya meyve, içtiğimiz bir bardak su ve temiz oksijen diye içimize çektiğimiz zehirlerden olduğunu bilmek, ne kadar gelişmiş bir ülke ve yasaları olduğunu ve insanların sorunun tam olarak da ne oluduğunun bile farkında olmamaları çok üzücü ve acı bir gerçeklik değil midir?
Haftaya devam...
0 notes
Note
Kanadın 4 ya da 6 olabilir zaten, çok emin konuşmak istemem ama sende 6 gerginliği yok, muhtemelen 4sün. 6lardaki gerginlik çok çok hissediliyo, tuhaf bi hava yayıyolar. Arkadaşınla olan konudaysa, bence iyi yapmışsın. Öyle bir anda yanında olmamakla kabalık etmiş ama intjler biraz tuhaf, özellikle de aşılması gereken bir eşik var ordan önce daha da tuhafız. Öyle zor anlarda yakın arkadaştan beklenen desteğin gelmemesi çok yük oluyo çok da koyuyo insana, inşallah daha iyi olur ve hissedersin dua edicem senin için 🎩 Evet İstanbul'dayım. Sevgim fazla olduğu ve kendimi bir kişiye adamayı sevdiğim için manipülasyona açık olduğum anlar oluyodu eskiden ama artık imkansız. Erkekliğin asalet ve şerefle ilgili oluşundan bahsedince daha 10 dakika önce başladığım Martin Eden kitabından bi bölüm geldi aklıma. Ordaki kadın da erkekte inceliği ve asaleti seviyo ama buna biraz ters olarak tanıştığı nazik olmaya çalışan kşçi erkeğin kuvvetli oluşundan etkileniyo. Bu çok normal, hatta en normal şey olabilir ama bunu keko olmakla, şiddete meyille karıştırmamak gerek. Son zamanlarda hiçbir şey yapmaman seni npc yapmaz ki sadece varlığınla, fikirlerinle ve karakterinle bile npc olmaktan uzaksın, olamazsın istesen de. Sigara konusunda bağımlı olman beni üzer, dikkat edeceğine eminim ama yine de dikkat et lütfen. Hannibal sadece 1 bölüm izledim ve dedim ki tamam bu dizi baya iyi kenarda dursun izlerim ve izlemedim henüz whxjebdj ısrarla öneririm diyosan ki diyo gibisin ana karakterin rblerini görüyorum, izlerim. Amasyalılarda şive var mı? Asıl senin şiven var mı bunu nasıl sormam o.o Kayserili gibi mi konuşuyosun çok merak ettim. Hiçbir maddi kaygın olmasa da oyun mu yapmak isterdin?
ben de öyle düşünüyorum. duan için teşekkür ederim🥺 hazır dua demişken din ile aran nasıl? çözdün mü eski problemleri? sevgi gerçekten en güçlü insanın en zayıf noktası oluyor bir anda. bu yüzden sevmeye ve sevilmeye karşı çok çekimserim. umarım benim için de bu geçerli olur. kadınların içgüdüsel olarak kendini koruyabilecek ve idare edebilecek mental ve fiziksel kuvvete sahip kişileri seçtiklerini okumuştum bir yerde. haklısın. bu, öfkesini kontrol edemeyen, bela arayan karakterlerle ilişkilendirilmemesi gereken bi konu gerçekten çünkü mental ve fiziksel olgunluk, sorumluluk bilinci ve yetkin olma hissiyle beslenen şeyler gibi geliyor bana, yanlışsam düzelt. varlığım, fikirlerim ve karakterim son zamanlarda ortaya elle tutulur bir şey bırakmadığı için olduğum gibi hissetmekte zorlanıyorum bu aralar. silik bi tip oluyormuşum gibi sanki, bilmiyorum. otokontrol sahibiyim diye düşünüyorum 💪🏻 ömrüm boyunca hiçbir şeye bağımlı olmaya izin vermedim kendime. burdan devam. endişen için teşekkür ederim. hadi ya çok mu rbliyorum dkwlwsmslw (öldüm hannibal hannibal diye) güzel dizi. gerçekten. öneriyorum. üzerine tartışmak isterim. evet var, bi anda çok şirin bir şekilde "Hemiiiiii" diyolar falan. ama öyle çok baskın bir şive görmedim. şöyle kiiii, babannemle ve babamla konuşurken var (heyecanlı bişeyler konuşurken özellikle çıkıyor bi anda bende anlamadım) dışarıdaki diğer insanlarla konuşurken yok onun dışında resmi ve kurum ortamlarında sistem default istanbul türkçesine geçiyor. hiçbir maddi kaygım olmasa oturur dizimi kırar öğrenebildiğim ne kadar ilmi konu varsa öğrenir kendimi yetiştiririm. ama illa ki bir iş yapacaksam yine oyun geliştirmeden devam edebilirim, sıkılmadığım tek şey oyunlar herhalde.
#23#eskiden intj havasını çok veriyordun anonim ama şimdilerde bi feelerlık seziyorum senden#kendini duygusal açıdan geliştirmiş gibisin
0 notes
Video
youtube
Al Yanak Allanıyor - Beyazıt Öztürk ✩ Ritim Karaoke (Kırşehir Hicaz Majö... ⭐ Video'yu beğenmeyi ve Abone olmayı unutmayın 👍 Zile basarak bildirimleri açabilirsiniz 🔔 ⭐ KATIL'dan Ritim Karaoke Ekibine Destek Olun (Join this channel to enjoy privileges.) ✩ ╰┈➤ https://www.youtube.com/channel/UCqm-5vmc2L6oFZ1vo2Fz3JQ/join ✩ ORİJİNAL VERSİYONU 🢃 Linkten Dinleyip Canlı Enstrüman Çalıp Söyleyerek Çalışabilirsiniz. ⭐ 🎧 ╰┈➤ https://youtu.be/NQgMCb5uqFU ✩ (MAKE A LIVE INSTRUMENT ACCOMPANIMENT ON RHYTHM IN EVERY TONE) ✩ Aykut ilter Ritim Karaoke Ekibini Sosyal Medya Kanallarından Takip Edebilirsiniz. ✩ İNSTAGRAM https://www.instagram.com/rhythmkaraoke/ ✩ TİK TOK https://www.tiktok.com/@rhythmkaraoke ✩ DAILYMOTION https://www.dailymotion.com/RhythmKaraoke ⭐ Al Yanak Allanıyor - Beyazıt Öztürk ✩ Ritim Karaoke (Kırşehir Hicaz Majör 4/4 Anonim) ❤ @RitimKaraoke Müzisyenlerin Buluşma Noktası.... ESER ADI : AL YANAK ALLANIYOR SÖZ GÜFTE : ANONİM BESTE - MÜZİK : ANONİM USÜL : 4/4 MAKAM - DİZİ : HİCAZ - MAJÖR YÖRESİ İL İLÇE : KIRŞEHİR KAYNAK KİŞİ : NEŞET ERTAŞ ARANJÖR : ? Beyaz Türküler © 1998 ESEN MÜZİK ŞARKI SÖZÜ ve AKORU B Al yanak allanıyor B Aman al yanak allanıyor Em Am C B Aman yazması pullaniyor vay vay Em Am C B Aman yazması pullaniyor vay vay B O yar çıkmış karşıma B Aman o yar çıkmış karşıma Em Am C B Aman dal gibi sallanıyor vay vay Em Am C B Aman karşımda sallanıyor vay vay Em Am C B Aman etme bana bu nazı Em Am C B Aman gel bize bazı bazı Em Am C B Aman yar ben seni alırdım Em Am C B Aman baban olsaydı razı Al yanak pembe pembe Aman al yanak pembe pembe Aman sevdan uyandı bende Aman sevdan uyandı bende Sevdan ile yanıyorum Aman sevdan ile yanıyorum Aman hiç insaf yok mu sende Aman hiç insaf yok mu sende Aman etme bana bu nazı Aman gel bize bazı bazı Aman yar ben senı alırdım Aman baban olsaydı razı Al yanak gül gül olur Aman al yanak gül gül olur Aman sırma saç tel tel olur Aman sırma saç tel tel olur Yarim çıkma dışarı Aman yarim çıkma dışarı Aman seni görenler olur vay vay Aman seni görenler olur vay vay Aman etme bana bu nazı Aman gel bize bazı bazı Aman yar ben seni alırdım Aman baban olsaydı razı Beyazıt Öztürk Doğum Beyazıt Öztürk 12 Mart 1969 (55 yaşında) Bolu, Türkiye Diğer ad(lar)ı Beyaz Eğitim Anadolu Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Meslek Şovmen, sunucu, oyuncu, yapımcı, radyo programcısı, komedyen Etkin yıllar 1995-günümüz Boy 1,84 m (6 ft 1⁄2 in) Beyazıt Öztürk ya da kısaca bilinen adıyla Beyaz (d. 12 Mart 1969, Bolu); Türk sunucu, şovmen, televizyon ve radyo programcısı, şarkıcı, oyuncu ve komedyen. Televizyon programları Yarışma programları Yıl Program Kanal Notlar 1998-1999, 2009 Aileler Yarışıyor Kanal D (1998-1999) Star TV (2009) Sunucu[17] 2009 Ucunda 1 Milyon Var Star TV Sunucu[18][19] 2009 Yetenek Sizsiniz Türkiye Show TV Konuk jüri üyesi[20] 2009 Var Mısın Yok Musun Show TV Konuk[21] 2010 Yok Böyle Dans Show TV Konuk jüri üyesi[22] 2018-2022 O Ses Türkiye TV8 Jüri üyesi Güncel programları Yıl Program Kanal Notlar 1996-2018 Beyaz Show Kanal D (1996-2000 / 2001-2018) Star TV (2000-2001) Sunucu 2006-2007 Biri Bana Anlatsın NTV Eş sunucu[23] 2007-2009 Nası Yani? CNN Türk Eş sunucu[24] 2018 Gel Konuşalım TV8 Konuk Diğer çalışmaları Çalışma Pişti (Show TV, 2006) Başka Yerde Yok (2006, 1 bölüm) Filmografisi Televizyon Yıl Yapım Rol Notlar 2002 Biz Size Aşık Olduk Cem Başrol oyuncusu 2004 Karım ve Annem Levent Başrol oyuncusu 2006 En Son Babalar Duyar Kendisi Konuk 2008 Çok Güzel Hareketler Bunlar Kendisi Konuk 2009 Kurtlar Vadisi Pusu Kendisi Konuk 2012 1 Erkek 1 Kadın Kendisi Konuk 2012-2014 Yalan Dünya Rıza Kocabaş Başrol oyuncusu 2018 Jet Sosyete Kendisi Konuk Sinema Yıl Yapım Rol Notlar 1997 Nihavend Mucize Nejat Başrol oyuncusu 2001 Dansöz Taksi Şoförü Konuk 2002 Sır Çocukları Kendisi Konuk 2005 O Şimdi Mahkum Kendisi Konuk 2006 Hacivat Karagöz Neden Öldürüldü? Hacivat Başrol oyuncusu 2011 Eyyvah Eyvah 2 Kendisi Konuk Tiyatro oyunları Yıl Gösteri Notlar 2005 Yıldızların Altında Müzikal oyun[25] Diskografi Albüm 1998: Beyaz Türküler Tekliler 2016: Bağdat (Ayla Çelik ile düet) 2020: Parti (Şiki Şiki Baba) (Ayla Çelik ile düet) 2024: Bekar Gezelim (Kubat ile düet) Ödül aldığı kurumlar Ankara Atatürk Lisesi 2011 Boğaziçi Üniversitesi '98 Beykent Üniversitesi 2009 İstanbul Üniversitesi '98 Ankara Üniversitesi '98 Altın Kelebek '98 Castrol '98 Eskişehir Odunpazarı Lions Kulübü Zirvedekiler '99 Marmara Üniversitesi '99 Nokta Dergisi '99 Ankara Polis Akademisi (Yılın "En"leri Ödülleri) İstanbul Üniversitesi Eczacılık Fakültesi İstanbul Üniversitesi Bilişim Kulübü Pertevniyal Lisesi Radyo Televizyon Gazetecileri Derneği 2. OMÜ Medya Ödülleri - En İyi Showman '12[26] Uludağ Üniversitesi 8. Medya Ödülleri - En İyi Talk Show programcısı 43. Altın Kelebek Ödülleri - 2016 - En İyi Erkek Sunucu
0 notes