#Filinta
Explore tagged Tumblr posts
filintasy · 3 months ago
Text
Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media
Hacı Giray Khan founded the Crimean Khanate after winning over the khans of the Great Horde (heirs of the Golden Horde).
5 notes · View notes
how-much-for-a-whump · 2 years ago
Text
Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media
Filinta 10. Bölüm
52 notes · View notes
azad30altug · 8 months ago
Text
CELAL BAŞLANGIÇ'IN KALEMİNDEN: YEŞİLYURT'TAKİ DIŞKI YEDİRME HABERİNİN HİKAYESİ
68 yaşında vefat eden gazeteci Celal Başlangıç, Cizre'nin Yeşilyurt Köyü’nde köylülere dışkı yedirilmesini ortaya çıkardığı haberinin hikayesini şu sözlerle anlatmıştı: "İnanamıyordum. Üstüne basa basa sordum: Size insan pisliği mi yedirildi?'"
Artı Gerçek - Kürtlerin hedef alındığı hak ihlallerini ifşa eden haberleriyle hatırlanan gazeteci Celal Başlangıç, uzun süredir tedavi gördüğü Almanya'da vefat etti. Artı TV ve Artı Gerçek'in kurucu yayın yönetmeni olan Başlangıç, Cizre’nin Yeşilyurt Köyü’nde köylülere dışkı yedirilmesini ortaya çıkaran isimdi. 1989 yılında yaşanan olay bir ilk değildi ama Başlangıç'ın haberiyle, sorumlusunun mahkum edildiği ilk olaydı.
Başlangıç, o gün Yeşilyurt köyünde yaşananları ve haberin Cumhuriyet gazetesinde yayımlanmasına giden süreci Bianet için kaleme aldığı yazıda şöyle anlatmıştı:
Play Video
"Buluşma saati gelmişti.
Dışarıda yağmur, karanlık, bir de soğuk var.
Elektrikler biraz önce kesildi. Otuz kişilik yer sofrasından geriye tabaklardaki artık kalmıştı. Sıyrılmış kuzu kemikleri ve pirinç tanelerine, solgun mum ışığı vuruyordu.
Günlerdir yaşananlar, derin çizgilere dönüşüp sofranın çevresindeki herkesin yüzüne yapışmıştı gölge gölge. Suskunluğu sesi egemendi; iç çekme, öksürük, tesbih şakırtısı, çakan çakmak, sönen çakmak...
Yeşilyurt köylüleri bekliyordu. Soğuk bir karanlıktaydılar mutlaka.
Kalkmam gerekiyor.
"Ben gidiyorum."
Sanki boşluğa düşmüştü bu ses. Gözler gizliden gizliye birbirine değdi.
Gözlerin birleştiği noktada Cizre'nin Sosyaldemokrat Halkçı Partili (SHP) Belediye Başkanı Tahir Vesek vardı. Belli ki gecenin bu saatinde evinden bir kişinin tek başına çıkması onu tedirgin ediyordu.
Yemek boyunca ayakta dikilip duran ince uzun gence parmağının ucuyla belli belirsiz bir işaret yaptı. Fırlayıp çıktı dışarı, işareti görünce.
Dışarıda yağmur, soğuk, bir de karanlık vardı. Tahir Vesek cama doğru uzattı elini:
"Şimdi gidebilirsin. İşin bitince çocuklar seni geri getirir. Sakın sokaklarda yalnız gezme."
Oda geniş bir avluya açılıyor, avlunun çevresi kale gibi yüksek duvarlarla çevrili. Amansız bir kan davasının ürünü bu duvarlar. Avludan dış kapıya kadar uzun bir koridor var. Her girintide filinta boylu gençler bekliyor.
Dış kapı açıldı. Çevredekiler kartal bakışlı, elleri kabzaya bir solukta uzanacak tetiklikte.
Hala bekliyordur Yeşilyurt köylüleri.
İki koldan iki insan kümesi, elektrik direklerinin diplerinden karanlığa doğru daldı. Bir "U" biçiminde sarmışlardı çevremi. Ceketlerinin yırtmacı, bir kabza kalınlığında açılmıştı. Soğuğa ve yağmura, bir de karanlık eklenince ortalık olduğundan da fazla ürkünçleşiyordu.
Bölgede yaşanan işkence olaylarını incelemek için yola çıkan SHP heyetiyle birlikte Batman üzerinden İdil'e, oradan Cizre'ye gelmiştik. Yol boyunca korkunç işkence öyküleri dinlemiş, büyük bir gözaltı dalgasının yarattığı tedirginliğe tanık olmuştuk.
Her yerde karşımıza işkence yaralarını hala üzerinde taşıyan, gözaltına alınan yakınlarının akıbetini merak eden insanlar çıkıyordu.
İdil'den Cizre'ye geçerken SHP Merkez Disiplin Kurulu Üyesi olan İdilli avukat Hasip Kaplan kalabalıktan sıyrılıp yanımıza gelmişti. İşkence ve gözaltı belgeleri vardı Kaplan'ın elindeki dosyalarda. Bunlardan biri de elle yazılmış iki sayfalık dilekçeydi ve işte bu dilekçe beni Cizre'nin karanlık sokaklarından Yeşilyurt köylülerine doğru götürüyordu.
Günlerdir süren bir kabus yaşanıyordu Cizre'de.
İdil Caddesi'nden gelen polis aracı, yolun soluna yanaşmış. Kapıları açan resmi giysili iki polis tam araçtan inerken çapraz ateşe tutulmuşlar.
Günün tam ortası. Tarih 13 Ocak 1989... Saat 13.25...
İki kişiymiş ateş edenler. Cizre'de bir yıldır süren "kaldırımüstü cinayetleri"nin bir benzeriymiş yaşanan. İki tetikçi 14'lü tabanca, yakın mesafeden çapraz ateş... Ancak bir farkla ki, bu kez öldürülenler ihbarcılar değil, polisti!
İşte bu olay, bir dönüm noktası olmuştu Cizre'de. İki polisin öldürülmesiyle ilçede büyük bir operasyon ve gözaltı dalgası başladı.
Mahalleler tutuldu, girişler çıkışlar yasaklandı. Çarşıya ancak "ekmek alabilecek kadar küçük çocuklar" gidebildi. Büyük bir gerginlik yaşanıyordu Cizre'de. Bir yandan operasyon sürüyor, evlerin kapıları kırılıyor, içerdekiler dövülüyor, kimi gözaltına alınıyor, diğer yandan da halkın tepkisi giderek artıyordu. Geceleri "ilan edilmemiş bir sokağa çıkma yasağı" uygulanıyordu. Anlatılanlara göre, gözaltına alınanların sayısı 300'ü aşmıştı.
celal-baslangic-001.jpgCelal Başlangıç milletvekilleri Cüneyt Canver, Fuat Atalay ve Yeşilyurt Köyü Muhtarı Abdurrahman Müştak ile birlikte Yeşilyurt köyünde. (Fotoğraf: Cengiz Mumay)
İşte böyle bir Cizre'de, gecenin karanlığında, Yeşilyurt köylüleriyle sözleştiğim dükkanı arıyordum. Tahir Vesek'in evinden birlikte çıktığım gençler de bir bir bakıyorlardı kararlığın gölgesindeki tabelalara. Biri, "Tamam, buldum" dedi , "Kent Gıda Pazarı..."
Dükkanın aralık kapısından içeri girdim.
İçerde sekiz kişi oturuyordu. Sekizi de Yeşilyurtlu. Hasip Kaplan'ın bana İdil'de verdiği dilekçenin fotokopisini uzattılar:
"Okun mu bunu?"
Okumuştum ama, inanılır gibi değildi. Dilekçe önümde duruyordu. Mumun titrek ışığında gördükleri daha bir inanılmaz geliyordu insana.
"Cumhuriyet Savcılığı'na,
Sanıklar: 14-15 Ocak 1989 günü Yeşilyurt köyüne gelen güvenlik kuvvetleri.
Suç: Efrada suimuamele, işkence
Olay: 1) 14-15 Ocak 1989 gece saat 02.00'de Cizre'ye bağlı Yeşilyurt köyümüz, jandarma, komando, özel tim ve diğer güvenlik güçlerince sarılmıştır. Sabaha doğru köy yakınında bir eşek ve iki sıpa karaltı olarak görülmüştür, açılan ateş üzerine eşek yaralanmıştır.
2) Köye giren güvenlik görevlileri ise köyden üç kişinin kaçtığını söyleyerek tüm köylüleri kadın erkek bir araya toplamışlardır. Evler aranmış, hiçbir suç unsuru bulunamamıştır. Kadınların tek tek ağızları açılarak bakılmış, üstleri aranmış, tüm erkekler yüzükoyun yere yatırılmıştır. Burada sürekli olarak "Siz PKK besliyorsunuz, düşmansınız, bu köyü yıkacağız" denilerek her türlü küfür edilmiştir. Köy muhtarına 'Sen devletin değil, PKK'nin muhtarısın' denilmiş, yere yatırılan köylülerin sırtında, karda kışta saatlerce güvenlik güçleri gezmiş, kaba dayak atılmıştır.
3) Muhtar Abdurrahman Müştak, amcası Kamil Müştak, Abdullah Gündoğan ve Bahattin Müştak soruşturmaya alınmış, saatlerce dayak atılarak yaralanmışlardır.
4) Çevreden insan pisliği toplatılarak, muhtarın amcası Kamil Müştak'a, zorla, tek tek, yaşlı genç demeden pislik ağızlarına verilmiştir. Daha sonra bu insan pisliği, Kali Müştak'ın oğlu olan Bahattin Müştak'a zorla babasının ağzına verdirilmiştir. Yaşlı olan Kamil Müştak yaralanmıştır. Abdurrahman Müştak yaralanmış, Abdullah Gündoğan yaralanmıştır.
5) 15 Ocak günü köylü bırakılmamış, şikayet etmeleri önlenmiş, Kamil Müştak ve Ahmet Kaya yalınayak karda yedi kilometre ötedeki Cizre ilçesine götürülmüştür.
6) Köyde hiçbir suç unsuru bulunmadığı halde, her türlü aşağılık, yakışıksız ve yaslara aykırı olarak bize suimuamelerde bulunulmuş, işkence yapılmıştır."
Karanlıkta bir daha yüzlerine baktım. Okuduklarıma inanamıyordum. Üstüne basa basa sordum:
"Size insan pisliği mi yedirildi?"
Sekizi birden kafasını salladı:
"Evet, hepimize birden insan pisliği yedirilmiştir."
ARKA BACAĞI YARALI TERÖRİST!
Yeşilyurt köylülerinin başına gelenler pek öyle inanılır cinsten değildi. Aslında 12 Eylül'den bu yana yaşadıkları sözün dar gelmeyeceği bir öyküydü. Ama onlar sadece 14-15 ocak gecesi başlarına gelenleri bir dilekçeye yazıp önce Cizre Cumhuriyet Savcılığı'na, ardından Cumhurbaşkanlığına [Kenan Evren], Anavatan Partisi (ANAP), Sosyal Demokrat Halkçı Parti (SHP), Doğru Yol Partisi (DYP) genel merkezlerine, İçişleri Bakanlığı'na [Mustafa Kalemli], Genelkurmay Başkanlığı'na [Necip Torumtay], İnsan Hakları Derneği'ne göndermişler, bu baskı belki bir gün biter diye.
12 Eylül'den bu yana hiç boş bırakılmamış Yeşilyurt köylüleri. "Korucu ol" baskısı, "Bize silah teslim etmezseniz..." tehdidi, gece baskınları, gündüz baskınları... 12 Eylül 1980'de 120 ev ve yedi mezrasıyla Cizre'nin en büyük köyü olan Yeşilyurt'ta ev sayısı 80'e inmiş. Onlar yıllardır yaşadıklarını değil, sadece bir gece başlarına gelen utanç verici öykülerini son bir umutla duyurabileceklerine inandıkları her yere dilekçe yazıp göndermişler.
Aslında resmi makamlara verilen bu dilekçede anlatılanların çok daha ötesindedir Yeşilyurtluların yaşadıkları.
13 Ocak'ta iki polisin öldürülmesinden sonra ilçe merkezinde başlatılan operasyonlar, bir gece sonra köylere kaydırılmış. Cizre'ye yedi kilometre uzaklıkta olan Yeşilyurt köyünün çevresi, komando, özel tim, jandarma ve yörede görev yapan "sivil zevat" tarafından sarılmış.
15 Ocak başlayalı daha birkaç saat olmuştur. Saat 02.00'de kuşatma tamamlanmıştır. Köye birkaç yüz metre uzaklıktaki mezrada üç karaltı hareket eder. Askerler yaylım ateşine başlarlar. Karaltılar kaybolur. Köyün dört bir yanından ateş edilmektedir. Sıcak yataklarındaki Yeşilyurtlular neye uğradıklarını anlayamazlar. O anda anons duyarlar:
"Başını çıkartan öldürülür. Herkes evine gitsin. Pencerelerin kepekleri kapatılsın."
Köyü bir sessizlik basar. Köy halkı evlerine çekilmiş, ne olacak diye beklemektedir.
Bir süre sonra görevli binbaşı, herkesin evlerinden çıkmasını ister. Kadın erkek, çoluk çocuk... Hatta çocukların beşikleriyle kapının önüne konulması emredilir. Bütün köy halkı alanda toplanmıştır. Komutan, kadınlarla erkeklerin ayrılmasını ister. Sonra, erkeklere döner, yaşlılara gençlerin iki ayrı grup oluşturmasını söyler. Yörede yaşlılık ölçüsü altmış ve sonrasıdır. Komutan genç gruba döner, "Yere yat" emri verir. Sonra köyden üç teröristin kaçtığını söyleyerek bunların bir an önce bulunmasını ister. Muhtar Abdurrahman Müştak ile amcası Kamil Müştak, köyde terörist olmadığını anlatmaya çalışırlar. Bunun üzerine muhtarla amcası "sorguya" alınır. Yörede "sorgu", aslında kaba dayaktır. Ardından komutan, askerlere emir verir ve onlar da yere yatmış gençlerin üzerinde dolaşırlar bir süre.
Köydeki tüm evler aranır. Hiçbir suç unsuru bulunmaz. Ama jandarma, köylülerin ilçeye inip şikayet etmesini önlemek amacıyla köyden ayrılmaz. Bu arada köyün çevresindeki göçebeler, muhtara bir haber salarlar. İş anlaşılmıştır. Köyden sabaha karşı çıktığı sanılan üç terörist, köyün eşeğiyle onun sıpalarıdır. Muhtar, açılan ateş sonucu arka ayakları parçalanan eşekle başında bekleyen sıpalarını alır, ahıra kapatır.
Ertesi gün binbaşı gelir, "Teröristleri buldun mu?" diye sorar muhtara. "Evet" der muhtar, "Buldum". Komutan duyduklarına inanamaz. Nerede olduklarını merak etmektedir. Muhtar ahırı gösteri; "İşte orada". "Ne işleri var orada?" diye bağırır komutan. Muhtar sakindir, yanıtlar:
"Eşekle sıpalarıdır. Dün terörist diye onları vurmuşsunuz."
Sonu dışkı yedirmeye kadar varacak olan baskı ve işkenceler işte bu olaydan sonra bir dilekçeye dönüşür ve ilgili olduğuna inandıkları her kişiye, kuruma başvururlar. Bir de raporları vardır ellerinde işkence gördüklerine dair.
'GİTMEYİN SİZİ VURACAKLAR'
"Bir kazaya kurban gitmemek" için yazıyı bölgeden ayrıldığım gün yazdım.
Ancak, 1989'un Ocak ayında "Yeşilyurt köylülerine asker dışkı yedirdi" diye bir haber girebilir miydi?
Bu soruya "Evet" demek pek kolay değildi.
Bu yüzden haber olarak değil de izlenim olarak yazdım. Dışkı yedirme olayını yazının sondan bir önceki paragrafına deyim yerindeyse "gizledim". Başlığını da "Münferit bir işkence öyküsü" diye attım.
22 Ocak 1989 tarihli Cumhuriyet'te, birinci sayfadan tek sütuna anonslanarak yayınlandı yazı.
Ancak korktuğum başına gelmişti.
Sondan bir önceki paragrafa gizlediğim "dışkı yedirme" olayı, köylülerin bu konuyla ilgili anlatımları tümüyle çıkartılmıştı yazıdan.
O zamanlar böyle durumlarda akla ilk gelen soru "Bu mesleği bırakmalı mı artık?" oluyordu.
Değişik duyguların git-gelinde yaşarken telefon çaldı. Arayan Genel Yayın Müdürü Hasan Cemal'di.
"Yazın çok güzel olmuş eline sağlık" diyordu.
Durumu anlattım, atılan bölümü aktardım ve artık gazetecilik yapmanın pek anlamlı olmadığını, bu yüzden istifa etmeyi düşündüğümü söyledim.
O da şaşırmıştı.
"Köye bir daha girer misin?" dedi. Hiç tereddüt etmeden "Evet" deyince, "Sen köye git, ben de manşet yapacağım" diye söz verdi.
Cumhuriyet'in Adana'daki bürosunda yeniden Yeşilyurt'a gideceğimi duyan herkes aynı görüşte birleşiyordu:
"Gitme, senin vururlar."
Bu tartışma sırasında, bürodan içeri SHP Adana Milletvekili Cüneyt Canver girdi. "Gitmeli mi, gitmemeli mi" tartışmasına o da karıştı. sonunda Canver kararını açıkladı:
"Gidersen ben de seninle gelirim Yeşilyurt'a."
Bu kimsenin görüşünü değiştirmemişti:
"Gitmeyin, bu sefer ikinizi de vururlar."
'DEMEK Kİ DAHA KALABALIK GİTMEK GEREKİYORDU'
Demek ki, daha da kalabalık gitmek gerekiyordu.
SHP Diyarbakır Milletvekili Fuat Atalay'ı aradım. "Tamam" dedi Atalay, "Ben de gelirim."
Sonunda bir plan yapıldı. Canver'le ben Adana'dan Cizre'ye gidecektik. Atalay da ilk uçakla Ankara'dan Diyarbakır'a gelecek, orada Siirt muhabirimiz Cengiz Mumay'la buluşacaktı. Birlikte Cizre'ye geçeceklerdi. Buluşma yerimiz de Cizre Belediye Başkanı Tahir Vesek'in makamıydı.
Hemen Tahir Vesek'i aradım "Biz geliyoruz" diye.
Daha bu telefonun üzerinden yarım saat geçmemişti ki Vesek, Cizre'den soluk soluğa arıyordu.
"Senin telefonun ardından bana 'faili meçhul' bir telefon geldi. 'Gelmesin, vurulacak' diye."
Belli ki telefonlar çok sıkı dinleniyordu. Hatta dinlemeye kalmayıp tehdit etmeye de sıvanmışlardı.
Tumblr media
8 notes · View notes
turkmenogluavm · 11 months ago
Text
Tumblr media
Vestel x Aslı Filinta Retro NFK37201 Bej Çini Buzdolabı
Taze Hava Teknolojisi
Akıllı Sensör Teknolojisi
Şişe Rafı (Tel Yatay Şişelikler)
Çok Yönlü Soğutma Sistemi
0°C Bölmesi
134.799 TL
Vade farksız 9 taksit ile ayda 14.978 TL
7 notes · View notes
raconroll · 6 months ago
Text
A-Bacchus - Keşke Bilmeseydim (Bu şarkı ile tüketiniz.)*
Bilal öldü ben hiç ağlamadım. Bilal öldü ben çok ağladım.
Uzun süren bu suskunluğumu bu gece ne yazık ki tam da burada bozmak istiyorum… Yine sıcak bir yaz sabahıydı. Ortak ve yakın bir arkadaşımızın kız kardeşinin düğününde buluştuk. Herkes filinta gibiydi. Keyifler gıcırdı. İçkiler içildi bol bol eğlenildi, danslar edildi, halaylar çekildi. Her şey olması gerektiği gibiydi ve o davette 50'li yaşlarının ortalarında bir abimiz, alkol sofrasında bir cümle kurdu: "Her sabah bir yakın arkadaşımın ölüm haberini alıyorum ve hayatımın geri kalanını böyle yaşıyorum." diye. Kitabın ortasından girmiş bir pasaj gibi değil mi? Aynı benim şu anda kitabın ortasından hikayeye başlamam gibi. Ama merak etmeyin. Hikaye bir anda sona kavuşacak. Çünkü Bilal artık yok. Belki de hiç olmadı…
Gecesinde de bol bol eğlendiğimiz bir günün sonunda herkes bir yana bayılmış bir biçimde sabahı ettik ve sabahında güzel bir kahvaltının sonunda eğlence devam etti. Biz erkekler olarak bir hamam organizasyonu düzenledik yorgunluğumuzu atmak ve rahatlamak için. Toplaşıp gittik. Orada da herkesin keyfi yerindeydi. Ayrıca dünün yorgunluğunu hamam tam anlamıyla almıştı diyebilirim. Bilal'le yaptığımız son organizasyon. Cenazesini ve defnettikten sonra tüm yakın arkadaşlarıyla buluşup şarap içmemizi, onunla geçirdiğimiz güzel anıları birbirimize anlatışımızı saymazsak…
Bu müthiş 2 günde çekildiğimiz fotoğrafları birbirimize atmak için bir whatsapp grubu kurmuştuk. O grup hala var ve çıkamıyorum. Nedenini bilmiyorum.
Herifin instagramı hala duruyor. Bazen durup dururken oradan yazabilme ihtimali beni değişik hissettiriyor. Nedenini bilmiyorum.
Bilal iyi adamdı. Dünyaya erken göç eden iyi adamlardan. Görüntü yönetmeniydi. İyi bir fotoğrafçıydı. Siyah-beyaz fotoğraflara sevdiği kadınlardan daha çok inanan bi adamdı. Bir dizi projesinde birlikte çalışma fırsatımız oldu ve 1 seneye yakın da ev arkadaşlığımız. Aynı sofraya oturduğum, yılbaşında bayılana kadar içip aynı koltukta sızdığım, "Abi şöyle bi film var birlikte izlememiz lazım, fikirlerin benim için çok önemli" diyen bi adam. Birlikte saatlerce online oyunlar oynadığım bi adam. Sadece birlikte eğlendiğimiz replikleri birbirimize art arda yapsak dahi sıkılmadan aynı samimiyette ve coşkuyla gülebildiğim adam. Bilal iyi adamdı. Mücadelesi kalmadı. Ben pek iyi bi adam sayılmam. Mücadelem devam ediyor.
Hamam sonrası, benim gece çalışmam gerektiğinden düğün ekibinden erken ayrılmak zorunda kaldım. İşler birikmişti ve yetiştirmem gerektiğinden, yanlarından erken ayrılmak zorunda kaldım. Bir daha onu göremeyeceğimi ve aramızdan zamansız ayrılacağını bilseydim ne yapar ne eder 3 gün uyumadan çalışırım yine de kalırdım diyorum şimdi kendi kendime. Belki son sigaramızı ve biramızı içer, birlikte son müziğimizi dinler, son filmimizi izler, kadınlardan konuşurduk.. Dahasında fotoğraflar, fotoğrafçılar, yönetmenler hakkında uzun uzadıya tartışırdık. Sonra ne mi oldu? Sonra ben eve geldim. O akşam bizimkiler benim işimden dolayı buruk da olsa son kez Bilal'le vakit geçirme fırsatı buldular. Benim Bilal'i gördüğüm son akşam oydu.
Aradan 1 hafta geçti. O gün öğlene doğru yattığımdan geç uyanmıştım fakat başımda inanılmaz bir ağrı ve içimde inanılmaz bir huzursuzlukla ve huysuzlukla uyandım. Kalktım ve "Artık bir şeyler hazırlamalıydım kendime yemek için." dedim söylenerek. Zaten yeni uyandığımda huysuz olurum. 2-3 sigara içmeden bir şey yemem içmem ama bu sefer durum farklı gibiydi. Çok aldırmadım. Televizyondan bir şeyler açtım yemek yerken izleyeyim dedim. Yemekten önce de bir tane ağrı kesici attım iyi gelir belki diye. Fayda etmedi. İlk lokmamı ağzıma atmamla içeride odamda duran telefonumun çalması bir oldu. Lokmamı çiğnerken bir yandan salondaki üçlü koltuktan doğruldum ve içeriye odama gittim telefonu elime aldığımda Tolunay arıyordu. Yakın arkadaşım. Zamanında Bilal'le beni tanıştıran adam. "Efendim" dedim "Ne arıyon lan beni bu saatte?" hafif şakacı hafif dalga geçer bir üslupla. "Abi 4 kere aradım neden açmadın" dedi. Muhtemelen mutfakta yemek yaparken aramıştı. Der demez sesindeki telaşı kalbimi gıcıkladı. "Noldu oğlum? Bişi mi oldu dedim."
Ağlamaklı sesiyle:
"ABİ BİLAL İNTİHAR ETMİŞ" dedi.
O an çiğnediğim lokmayı yutkunamadım. Sadece "Ney?!" dediğimi hatırlıyorum yüksek bir sesle. Bir yandan onu dinlerken bir 20-30 saniye durumu idrak etmeye çalışırken; "Nasıl olur amına koyayım" "Ciddi misin ?" "Nasıl olmuş?" "Neredesin şu anda?" sorularım da üst üste geldi. Hemen geliyorum dedim ve telefonu kapattım. Masadaki dolu bardakta olan içeceğimden bir yudum alıp yutkunamadığım son lokmayı da onun yardımıyla yuttuktan sonra ekipmanlarımı giyip yola çıktım. Tolunay'la aramda bir 30 km'lik mesafe vardı. Düşünmemem lazımdı. Düşünmeden Tolunay'a ulaşmam. Sonrasında bakarız diyordum. Kazasız belasız. Müzik dedim. Müzik açayım. Kaskımın interkom'undan rast gele bir şarkı açıp, motorumu çalıştırıp gazlamaya başladım ve hiç bir şey söylemeden. ne çaldığını bilmeden. yola ve müziğe odaklı bir şekilde Tolunay'ın semtine vardım. Nasıl gittiğim konusunda şu an dahi hiç bir bilgim yok. Vardım ve aradım. Caddede Postane'nin karşısında beni bekle dedi. Bilal'in abisinin yanındayım. Cenaze evinde. Beni oraya bırakacaklar. Tamam dedim. Motoru park edip beklemeye başladım. O an. İşte o an müzik sesi kesilmişti. Rüzgar sesi. Motor sesi. Tüm sesler. Artık kafamın içindeki sesle baş başa kalmıştım. Kaçtığım ve ertelediğim. Kapalı bir dükkanın önünde, sadece sokak lambalarının aydınlattığı ve insanların birer birer seyrekleştiği bu matem saatlerinde; tam olarak ne ile baş başa kaldığımı o an yavaş yavaş idrak etmeye başladım. Sonra Tolunay geldi. Sarıldık. Ağladı. Güçlü kalmaya çalıştım. Başaramadım. O ağlayınca ben de kendimi tutamadım. Ağladım. Ağladım. Ama kendimi bırakmadan. Gözyaşlarım birer birer içime aktı. Çaktırmadım. Birinin güçlü kalması lazımdı çünkü. Çünkü Tolunay'ın 2. yakın arkadaş kaybıydı. İlk yakın arkadaşını motosiklet kazasında henüz 20'lerin başındayken kaybetmişti. Biraz da sağ salim beni buraya getiren şey buydu. Tolunay. Açık bir yer aradık. Alkol ayarladık. Tolunaylara geçtik…
Tam 1 ay sonra Bilal'in ölümünün yıl dönümü. Ve ben buradan sonrasına şu an için devam edemiyorum. 1 ay sonrasına kadar yine ara ara yazmaya çalışıp, hikayenin devamını bitirmeye çalışacağım. Umarım başarırım ve tam ölüm yıldönümünde bu hikaye de böylelikle bir şekilde hem ölümsüz olmuş olur hem de canım kardeşimin anısı internetin karanlık boşluğunda oradan oraya savrulur. Çünkü onun isteği de hikayesine yakışan da bu olurdu.
Rest in Peace B. B.
3 notes · View notes
yandikalbim · 6 months ago
Text
Gençlik fotomu koydum filinta gibi delikanlıymışım
5 notes · View notes
keemlenyekun · 2 years ago
Text
Hogwarts'tan merhabalar
Sevgili defter, sana bu yazıyı yağmurlu bir havada Hogwarts kütüphanesinden yazıyorum diye başlamak isterdim açıkçası. ahahahah.
Ama ne mümkün? Sana bu yazıyı bir avukatlık bürosundan, her şeyden kaçmak için arkada şunu açarak yazıyorum.
youtube
Evet rüyam gerçekleşiyor adım adım. Adam kazandı. Kazanması değil ama onca şeye rağmen bu kadar sevilmesi ne yalan söyleyeyim hayal kırıklığı oldu. Öngörüm adamın kazanmasına rağmen sevilerek değil de eleştirerek kazanmasıydı. Ülkemizin engin ve sert bir kamplaşma içinde nihayete erdiği kanaatindeyim. Artık kimseyi kampından ayırmak ve iki tane milli maç için birlikte olması dışında birlikte tutmak hiç olmadığı kadar zor olacak. En büyük örneği ise görülen oy oranları sonrası depremzedelere karşı oluşan tepki.
Biz duygusal bir milletiz tüm doğu toplumu gibi. Aklımızla karar vermeyiz. Ve bu duyguya da vatan sevgisi gibi ideoloji katmaya çabalarız ne yazık ki. İnandığım din ve peygamber milliyetçiliği yasaklamışken bu kadar müslümanım diyen insan milliyetçilik rüzgarına kapıldı gitti. Dünya tarihinde ne kadar savaş varsa ekserisi milliyetçilik sebebiyle çıkmamış gibi! Dünya konjonktürü böyle deyip mevzuyu kapatalım. Her devlet milliyetçi olurken biz de olmayalım mı yani? Onu da olalım elhamdülillah.
Daha önce dediğim gibi kimin kazandığının hiç önemi yoktu benim açımdan. Biz halk olarak kaybettik çünkü. Kim kazanırsa kazansın kaybetmiştik. İfrat ve tefrit arasında düşünmeyen bir toplum kaybetmeye mahkumdur. Kaybettik. Aksini iddia eden var mı ki? Siyaset bilimciler tartışabilir bu konuyu anlayan varsa tabi? Aslında seçimle dayatılan bu sistem bir demokrasi midir? Parti ayırt etmeyelim. Hepsi için geçerli bir soru: Aklıyla oy veren kaç kişi var? Duygularını bu işe alet etmeden. Milliyetçilik bir duygu olmuşken hele de.
Ne diyorduk? Toplum olarak kaybettik. Yargıda birlik derneği -ki mevcut hakim savcılarda oldukça fazla üyesi olan dernek- başkanı bir yargıtay üyesi seçim öncesi tercihini açıkça propaganda yaparak paylaştı. Siyasi görüşü olmalı bir yargıcın ama bunu kabullenemiyorum işte.
Dur. Amaaaann boşver.. Bundan sonra böyle anam babam. Umurumda değil. Ekmeğime bakarım. Siyasallaşan yargıda avukat olmama çok az kaldı. Sus oğlum serco.
Hogwarts da bu sene çok soğuk yaptı biliyor musun?
Yine yeni yeniden diyete başladım. 2009 yılından itibaren diyetteyim ama 134 kiloyum. Nasıl oluyor yahu bu? ahahahaha. Bir de sen beni ağustosta gör. Adli yıla filinta gibi giriyorum.
Samsunspor şampiyon oldu. Kombinemi alıyorum. Her maçta stattayız ailemizin erkekleri olarak. Oğlumu da götürürüm. Stat raconunu öğrensin.
Galatasaray şampiyon olmak üzere. Onu kaçak yayından devam. ahahahah.
Ruhsatımı Bakanlık bir ay beklettikten sonra nihayet onaylamış. Bir iki haftaya avukatım.
Yani hogwarts'ta durumlar iyi.
Millet mi? aahahhaah.
Umurumda mı?
Bu müzikle yazı yazdıktan sonra gidip dilekçe yazacağım. Kanser ilacının parasını devletten almak için. İş mahkemesi bakıyordu diye açtık meğer emekli sandığı saçmalığı devam ediyormuş. Hukuk devleti budur işte: usul içinde boğulmak. İdare mahkemesine bir dilekçe yazayım da görsünler onlar.
Bu müzik bitmeden bir de makale yazmam gerekiyor. İdari yargıda hukuka aykırı delil meselesi diye. Konuya bakar mısın? İdari yargının da çok umurunda ........ diye küfür etmek istiyorum. Ediyorum da.
Neyse.
Sayın defter,
Hogwarts'tan selamlar.
vesselam.
3 notes · View notes
jonnytanna · 2 years ago
Photo
Tumblr media
Dirty Laundry 04 - 27 November 2022 hosted by KEIV, Athens with Hyperlink Athens, ThunderCage, mcg21xoxo, BSMNT, Underground Flower, Galerie A.M.180, Harlesden High Street, SUB, PLAGUE, KEIV. *You Win White People, Saapo’s Gaaahn* is a site specific installation in High Street Harlesden, near St Mary’s road in an abandoned Saapo’s caribbean takeaway. The takeaway was the most generous joint on the street. One time, a customer bought a patty and the cashier took it, tapped it on the marble worktop and it wouldn’t crumble ‘I can’t serve you this, as I wouldn’t eat it’. A store with ethics lost to rapid gentrification happening across the city of London. Three artists, Joe Cool, Andre Morgan and Amanda Ali, with only one residing in Harlesden have taken up residence in the space to express their thoughts of the death of a young black owned business outpriced by a greedy landlord who’s only raised the rent for the place to be rented by a sellout estate agent named ‘Victoria’. Reactions to how useless the police are in the neighbourhood, Los Angeles gang related graffiti and anti-gentrification imprints exist on the wall, marking it’s territory, you may have bought the joint but our colourful presence will always haunt it. All the works were made with spray paint and ink markers 1. Joe Cool 2pac on the blue side circa 1994 Airbrush and pro markers on glass 2. ACAB Grafitti compilation, 2022 Spray paint, pro markers and pig's blood 3. Joe Cool Nutty Loc vs the filth, 2002 Ink Marker (shown at Dirty Laundry with various video works by the 3 artists) 4. Joe Cool Memories of ICG, 2022 Ink Marker 5. Joe Cool Black Starbucks, 2022 6. Andre Morgan You may have bought the joint, but our colorful presence will always haunt it, Long Live Freddie 2022 7. DJ Pooh Deadly Threat - Nowhere to Hide (Unreleased Remix), 1996 8. Saapo's interiors 9. RIP Leah 10. Saapo's as we remember it on Craven Park/High Street, Harlesden *You Win White People, Saapo’s Gaaahn* curated by Harlesden High Street and its peoples Dirty Laundry is curated by Torre Alain, Gözde Filinta and Marian Luft. Extra special thanks to Ece Cangüden (at Saapo's) https://www.instagram.com/p/CnGcE49oyUo/?igshid=NGJjMDIxMWI=
6 notes · View notes
filintasy · 6 months ago
Text
Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media
Saadi Shirazi, a revered medieval Persian poet, is best known for his timeless works "Bustan" and "Gulistan," which explore themes of morality, love, and wisdom, whose poetry remains influential even today.
1 note · View note
how-much-for-a-whump · 2 years ago
Text
Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media
Filinta 46. Bölüm
40 notes · View notes
motleystitches · 3 months ago
Text
Plot-driven period detective dramas with unique aesthetic highlight
Please add to this list:
Strange Tales from the Tang Dynasty (8th cent. China) - fight scenes
Filinta (19th cent. Turkey) - wears fez
The Adventures of Sherlock Holmes (19th cent. Britain) - Jeremy Brett
0 notes
tferyal · 7 months ago
Text
Tumblr media Tumblr media
Güzel Sanatlar’ın heykel bölümünde okuyan genç adam dönem ödevi olarak babasının büstünü yapmaya karar verir…
Her akşam baba oğluna modellik yapmakta ve büst ortaya çıkmaktadır.
Haftalar sonra genç adam yaptığı heykeli beğenmez ve ani bir kararla kırar…
Çocuğunu üzgün gören baba yanına yaklaşır: “Üzülme oğlum, model nasıl olsa elinin altında, yenisini yaparsın”…
Ama ne var ki, bir gün sonra babası son nefesini verir ve ayrılır hayattan…
Genç sanatçı zaman geçtikçe ustalaşır ve birbirinden güzel heykeller yapar…
Ama babasının yüzüne bakarak yaptığı büstü kırmış olmanın acısı hiç silinmez yüreğinden…
Heykeltraşın adı Filinta, babasının adı ise Ahmed Arif’tir!..
Büyük ustamızın anısına saygı, sevgi ve her yıl daha da artan özlemle…
Not:
(Ahmet Arif'in oğlu Filinta Önal ve Tolstoy'un torunu Natalie'nın evli olması edebiyat dünyasında az bilinen gerçeklerdendir)
Alıntıdır
1 note · View note
nnnebula · 8 months ago
Text
Hani Kurşun Sıksan Geçmez Geceden
Yiğit harmanları, yığınaklar,
Kurulmuş çetin dağlarında vatanların.
Dize getirilmiş haydutlar,
Hayınlar, amana gelmiş,
Yetim hakkı sorulmuş,
Hesap görülmüş.
Demdir bu...
Demdir,
Derya dibinde yangınlar,
Kan kesmiş ovalar üstünde Mayıs...
Uçmuş, bir kuştüyü hafifliğinde,
Çelik kadavrası korugan'ların.
Ölünmüş, cânım, ölünmüş,
Murad alınmış...
Gelgelelim,
Beter, bize kısmetmiş.
Ölüm, böyle altı okka koymaz adama,
Susmak ve beklemek, müthiş
Genciz, namlu gibi,
Ve çatal yürek,
Barışa, bayrama hasret
Uykulara, derin, kaygısız, rahat,
Otuziki dişimizle gülmeğe,
Doyasıya sevişmeğe, yemeğe...
Kaç yol, ağlamaklı olmuşum geceleri,
Asıl, bizim aramızda güzeldir hasret
Ve asıl biz biliriz kederi.
İçim, bir suskunsa tekin mi ola?
O Malta bıçağı, kınsız, uyanık,
Ve genç bir mısrâdır
Filinta endam...
Neden, neden alnındaki yıkkınlık,
Bakışlarındaki öldüren buğu?
Kaç yol ağlamaklı oluyorum geceleri...
Nasıl da almış aklımı,
Sürmüş, filiz vermiş içimde sevdân,
Dost, düşman söz eder kendi kavlince,
Kınanmak, yiğit başına.
Bu, ne ayıp, ne de yasak,
Öylece bir gerçek, kendi halinde,
Belki, yaşamama sebep...
Evet, ağlamaklı oluyorum, demdir bu.
Hani, kurşun sıksan geçmez geceden,
Anlatamam, nasıl ıssız, nasıl karanlık...
Ve zehir - zıkkım cıgaram.
Gene bir cehennem var yastığımda,
Gel artık...
Alıntı
0 notes
turkmenogluavm · 11 months ago
Text
Tumblr media
Vestel x Aslı Filinta BM 5001 Retro Bej Çini Bulaşık Makinesi
5 Programlı
E Enerji Sınıfı
Bej
13 Kişilik Kapasite
Bardak Ve Cam Koruma
62.299 TL
Vade farksız 9 taksit ile ayda 6.922 TL
7 notes · View notes
sadecetugce · 1 year ago
Text
Tumblr media
Hani Kurşun Sıksan Geçmez Geceden
Yiğit harmanları, yığınaklar,
Kurulmuş çetin dağlarında vatanların.
Dize getirilmiş haydutlar,
Hayınlar, amana gelmiş,
Yetim hakkı sorulmuş,
Hesap görülmüş. Demdir bu...
Demdir, Derya dibinde yangınlar, Kan kesmiş ovalar üstünde Mayıs...
Uçmuş, bir kuştüyü hafifliğinde,
Çelik kadavrası korugan\'ların.
Ölünmüş, canım,ölünmüş Murad alınmış... Gelgelelim, Beter, bize kısmetmiş.
Ölüm, böyle altı okka koymaz adama,
Susmak ve beklemek, müthiş
Genciz, namlu gibi, Ve çatal yürek,
Barışa, bayrama hasret Uykulara, derin, kaygısız, rahat,
Otuziki dişimizle gülmeğe,
Doyasıya sevişmeğe,yemeğe...
Kaç yol, ağlamaklı olmuşum geceleri,
Asıl, bizim aramızda güzeldir hasret
Ve asıl biz biliriz kederi.
İçim, bir suskunsa tekin mi ola?
O Malta bıçağı,kınsız,uyanık, Ve genç bir mısradır Filinta endam...
Neden, neden alnındaki yıkkınlık,
Bakışlarındaki öldüren buğu?
Kaç yol ağlamaklı oluyorum geceleri...
Nasıl da almış aklımı,
Sürmüş, filiz vermiş içimde sevdan,
Dost, düşman söz eder kendi kavlince, Kınanmak, yiğit başına.
Bu, ne ayıp, ne de yasak,
Öylece bir gerçek, kendi halinde,
Belki, yaşamama sebep...
Evet, ağlamaklı oluyorum, demdir bu.
Hani, kurşun sıksan geçmez geceden, Anlatamam, nasıl ıssız, nasıl karanlık...
Ve zehir - zıkkım cıgaram.
Gene bir cehennem var yastığımda,
Gel artık...
- Ahmed Arif✍️
0 notes
dakikamagazin · 2 years ago
Link
Tatil sezonunu açan Berrak Tüzünataç, bikinili pozunu paylaştı
0 notes