#Evcilik Oyunu
Explore tagged Tumblr posts
selin-n · 3 months ago
Text
Bazen sevinirim,
Sevinmek nedense hep yedi yaşında.🥀
🎼🎶🎵
Çocuk olmak vardı,
En masum yerinde durmak hayatın.
Belki bir evcilik oyunu mutluluk,
Belki uçan balonlar,oyuncaklar
Elma şekeri tadında hayat,
Tutunca sımsıkı ellerinden,
Sevinç dolar gözleri,
İçleri de bir o kadar rahat........
Tumblr media Tumblr media Tumblr media
Akşamınız huzurla geçsin, sevdiklerinizle birlikte ___))🦋🕊️🍂🍁
Tumblr media
155 notes · View notes
hazanla · 5 months ago
Text
...
Bolu'da imam nikahıyla evlendirilen 11 yaşındaki kız çocuğunun sekiz aylık hamile olduğu ortaya çıktı. Samsun'da otomobil çarptı diye koma halinde hastaneye getirilen 14 yaşındaki kız çocuğunun, imam nikahlı eşi tarafından odunla dövüldüğü, sonra da kaza süsü vermek için motosikletle üzerinden geçildiği anlaşıldı. Ordu'da 13 yaşındayken para karşılığında evlendirilen kız çocuğu, sürekli dayak yediği 40 yaşındaki herifin evi terketmesi üzerine, kendi ailesi tarafından kabul edilmedi, henüz 17 yaşındayken üç çocuğuyla ortada kaldı. Gaziantep'te özel hastanede 18 yaşında birinin kimliğiyle doğum yaptırılan kız çocuğunun, aslında 12 yaşında olduğu tespit edildi. Adana'da 13 yaşındaki kız çocuğuna düğün yapıldı. Sakarya'da kuzeniyle evlendirilen 15 yaşındaki kız çocuğu, evden kaçıp polise sığındı. Tekirdağ'da bir noterin, 14 yaşındaki kızlarını evlendirmek isteyen ana-babaya muvafakatname verdiği belirlendi. Tokat'ta evlendirilen 12 yaşındaki kız çocuğunun dört aylık hamile olduğu anlaşıldı. Ağrı'da 16 yaşında evlendirilen kız çocuğu, işkence yapılmış, tuvalette eli kolu bağlanmış halde bulundu. İzmir'de 12 yaşında evlendirilen kız çocuğu, sezaryenle doğum yaptı. Adana'da imam nikahıyla evlendirilen 16 yaşındaki kız çocuğu, trenin önüne atladı. Korunması Gereken Çocuklar Sempozyumu'nda konuşan Gümüşhane Üniversitesi öğretim üyesi, bizzat yaşadığı hadiseyi anlattı, “yol kenarında bir kız çocuğunu kucağında bebeğiyle ağlarken gördüm, 16 yaşındayken evlendirilmiş, anne olmuş, bebeğinin eli yanmış, ne yapacağını bilmiyor, bebeğiyle birlikte ağlıyordu, aslında orada bir anne ağlamıyordu, iki çocuk ağlıyordu” dedi. Kayseri'de para karşılığında evlendirildiği herif tarafından sokağa atılan, kamyonet kasasında yaşayan 15 yaşındaki kız çocuğu, av tüfeğiyle canına kıydı. Konya'da 16 yaşındayken evlendirilen kız çocuğu, inşaatın yedinci katından atladı. Siirt'te dünyaya geldi, ismi Kader'di, 12 yaşında evlendirildi, 13 yaşında anne oldu, 14 yaşında canına kıydı, adı üstünde kaderi böyleymiş denildi, geçildi. 12 yaşındayken iki bilezik karşılığında 40 yaşındaki evli herife kuma verildiği ortaya çıkan kız çocuğu “yanına yatmaya korkardım, bana oyuncak almayınca ağlardım” dedi. 11 yaşındayken 40 yaşındaki herifle evlendirilen kız çocuğu “çocuk doğuramıyor diye dövüldüğünü, üç dört sene kaynanasının koynunda yattığını” söyledi. 30 yaşında biriyle evlendirilen 13 yaşındaki kız çocuğu, seneler sonra gazete röportajında anlattı: “İlk gece beni tek başıma odaya soktular, korkudan bayıldım, kolonya verdiler, evlendirildiğim kişi odaya geldi, ‘hadi gel seninle evcilik oyunu oynayalım' dedi, bu cümleyi hayatım boyunca unutmayacağım…” 12 yaşındayken okulundan alınıp, başlık parası karşılığında 50 yaşındaki herifin koynuna sokulduğu anlaşılan kız çocuğu “derslerim çok iyiydi, rüyamda sürekli mezun olduğumu, diploma aldığımı görüyorum” dedi. Henüz 14 yaşındayken 10 bin lira karşılığında, beş çocuk, dokuz torun sahibi 70 yaşındaki herife verilen kız çocuğu, seneler sonra bu konuda araştırma yapan üniversite ekibine anlattı, “annemi asla affetmeyeceğim, hayatımı değiştirme imkanım olsaydı, en önce babamı değiştirirdim” dedi.
*
Akp hükümeti, işte bu sapıklara af kanunu çıkarmaya çalışıyor.
*
Geceyarısı sessiz sedasız meclisten geçirirken muhalefet partilerine yakalanan Adalet bakanımız “bunlar tecavüzcü değil, cinsel istismar suçunu zorla işlemiş kişiler değil, tamamen ailelerin ve küçüğün de rızasıyla yapılmış işler” diyor… Adalet bakanımızın “küçüğün de rızasıyla yapılmış işler” dediği işler, işte bu işler!
*
Ve bu işler… Sadece ahlaksız babalar, utanmaz dünürler, sapık damatlarla yapılmıyor. İmamlarla yapılıyor.
*
İmamlar nikah kıyıyor.
İmamlar onaylıyor.
Babalar istedikleri kadar ahlaksız olsun, dünürler istedikleri kadar utanmaz olsun… İmamlar rıza göstermese, bu insanlık suçu işlenebilir mi?
İmamlar, nikahını kıy diye kendilerine getirilen kız çocuklarını polise, jandarmaya, savcıya bildirse, bu talihsiz kız çocukları, babaları hatta dedeleri yaşındaki sapıkların yatağına sokulabilir mi?
*
İmamlar, bu işlerin olmazsa olmazıdır.
Tumblr media
25 notes · View notes
pandorababa · 4 months ago
Text
GÖRÜCÜ USULÜ // BXB
21 | Alışveriş
Önceki Bölüm <- // -> Sonraki Bölüm
Bölüm Listesi
Tumblr media
Medya: Melih Şarkı: Tarkan - Başına Bela Olurum
Tumblr media
youtube
"Gitgide alışıyorum sana. Hiçbir alışkanlık bu kadar güzel olamaz..." 
-Ümit Yaşar Oğuzcan. 
* * *
Atakan onu gördüğü ilk gün başına bunların geleceğini hiç tahmin etmemişti. Kalbinin birine tekrar atacağını, yine bir ergen gibi elinin ayağına dolanacağını, yeniden aşık olacağını... Ama olanlar olmuştu işte. Her geçen gün Melih'e biraz daha alışmış, alıştıkça da aşkın büyüsüne daha kolay kapılmıştı. Ve bu, alışkanlıkların en güzeliydi.
Aytaç'la yaptıkları telefon konuşmasından sonra Melih'e takım elbise almak amacıyla yola koyulmuş, tatlı tatlı sohbet ede ede on beş dakika sonra caddede bir AVM'de almışlardı soluğu. Hızlıca -Atakan'ın da ısrarıyla- birer lahmacun gömdükten sonra da sıra sıra dizilmiş erkek giyim mağazalarının olduğu kata çıkmışlardı vakit kaybetmeden. 
"Bitti yani her şey kesin olarak?"
Mağazalardan birine girerken teyit etmek ister gibi bir kez daha sordu Atakan. Melih'in kız kardeşiyle romantik bir ilişkisinin olmadığını zaten biliyordu ama yine de bu güzel haberin gerçek olduğuna inanası gelmiyordu bir türlü. O yüzden tekrar sorma gereği duymuştu.
"Bitti de... Biraz tek taraflı bitti sanki."
Atakan'ın kalbi sıkıştı. 
"Nasıl yani?"
Melih onun yüzünün aldığı şekle anlam veremeyerek güldü. Cana yakın bir gülüştü bu.
"Demek istediğim... Biz yalandan ilişkimizi bitirdik ama annelerimiz yalandan dünürlüğü bitiremedi."
Atakan rahat bir nefes aldıysa da hemen sonra garip bir açıyla kaşlarını kaldırmıştı.
"Bi' dakika bi' dakika! Benim annem ve senin annen... ilişkinizi bitirmenizi istemiyor? Öyle mi?"
Melih de bir mânâ veremiyordu buna:
"İlginç ama evet. Ne kadar 'Biz artık konuşmak istemiyoruz.' dediysek de vazgeçiremedik. 'Az daha tanıyın birbirinizi, hemen kestirip atmayın.' deyip durdular. Bizi çok yakıştırdılar herhalde..."
Yakıştıracağım ben şimdi birini birine... Zorla güzellik mi olur ya? diye geçirdi içinden Atakan. Siniri bozulmuştu bu emrivakiye.
"El mahkum, bir süre daha rol kesip işler ciddiye binmeden 'Denedik olmadı.' diyeceğiz herhalde. Ama bunu benim tek başıma demem de bir şey ifade etmez. Şebnem'le danışıklı dövüş yapıp aynı zamanlarda, iki tarafı da işkillendirmeden söylememiz lazım. Gerçi... kafedeki olaydan sonra Şebnem'le aramız limoni. Anlaşmayı açığa döktüm ya. Sen öğrendin falan... Sinirli bana. Yüz yüze oturup konuşma şansımız olmadı o yüzden. Telefondan da en fazla bu kadar yönetebildik krizi. Annelerimize boyun eğerek..."
Atakan, Melih'in bu durumdan epey rahatsız olduğunu konunun bahsi geçince bile neşesinin kaçmasından, suratının iki karış olmasından anlamıştı. Onun asık yüzünü görünce sanki içinden bir şeyler kopuyormuş gibi hissetmesi de cabası... Bu yüzden tüm kalbiyle onu teselli etmek için aralamıştı biraz sonra dudaklarını:
"Aldırma. Sen doğru olanı yaptın Melih. Sakın bunun için kendini kötü hissetme. Ben o gün kafede sizi basıp olay çıkartmasaydım, kim bilir daha ne kadar onun elinde oyuncak olacaktın? Daha hangi mekânlarda, hangi konulara manken olacaktın?"
Başını yana eğip vakur bir duruşla devam etti konuşmasına.
"Tamam... Bahsi geçen kişi benim kız kardeşim. Ama eğri oturup doğru konuşalım. Burada utanıp mahcup olması gereken biri varsa o sen değilsin, Şebnem. Yüz vermişsin, astarını istemiş Küçük Hanım (!) Bir de güya ailemizin gözünde kendini aklayacakmış. Karga bok yemekten vazgeçer mi? Ne demek ya elin oğluyla evcilik oyunu oynamak? Adım gibi biliyorum ben onun sırf o Caner puştunu kıskandırmak için böyle bir işe kalkıştığını ama... Neyse daha konuşmayayım şimdi senin yanında. Aile meselemiz."
Sen 'aile meselemiz' deyip susarsın ama kız kardeşin senin nişan atma olayını elin oğluna ballandıra ballandıra anlatır. Ah be Atakan... Bazen harbiden üzülüyorum senin için.
Melih iç sesini susturmaya çalışarak onayladı Atakan'ı başını sallayarak. Her ne kadar sonlara doğru biraz atarlanmışsa da güzel bir teselli sayılırdı bu dedikleri. 
"Ya, orası öyle de..."
Reyonlara göz gezdirirken hâlâ içine sinmeyen bir şeyler vardı:
"Ne bileyim? Keşke en başta ben kabul etmeseydim. Şimdi işler buralara gelmezdi."
O zaman seni tanıyamazdım ki? diye geçirdi içinden Atakan. Ama aklından geçeni ona olduğu gibi söyleyemeyeceği için Melih'in mahcup ifadesine karşılık sırtını sıvazlayarak "Boş ver, takma kafana. Olan oldu bir kere." diyebildi sadece.
"...Her şey zamanla hallolur, sen bana güven."
Ama Melih yine de tedirgindi:
"Bilmiyorum Atakan. İki günden aileler tanışıp kaynaşmak ister diye ödüm kopuyor. Ama neyse... şimdi bunu düşünmeyeceğim. Doğru diyorsun, bize biraz zaman lazım. En azından annemlerin hevesinin geçmesi için..."
Birazdan bir görevli gülümseyerek yanlarına geldiğinde konuşmaları yarıda kesilmişti.
"Buyurun efendim, ne aramıştınız?"
Atakan ve Melih bir an birbirlerine baktılarsa da ilk konuşan Atakan olmuştu.
"Abicim bizim yarına bi' düğünümüz var. Şöyle güzel, sofistike bir şeyler arıyoruz. Rahat olsun ama... Anahtar kelimemiz: Rahatlık." 
Son anda tekrar Melih'e bakarak eklemişti bu detayı. Çünkü Melih'in gündelik hayatında da içinde rahat edeceği parçaları seçtiğini çok iyi biliyordu. Takım elbise de giyse tabi ki rahatlığından ödün vermek istemeyecekti.
"Hay hay efendim, beni takip edin lütfen. Size yeni koleksiyonumuzdan parçalar göstereyim."
Takım elbiseli, yakışıklı, janti mağaza görevlisinin peşine takılıp kocaman mağazanın derinliklerine doğru yolculuğa çıktıklarında Melih'in telefonu cebinde titremeye başladı. Delikanlı durup ekranına bakarken, Atakan çoktan görevlinin peşinden arka taraflara ilerlemişti. Melih için bulacağı güzel parçaların heyecanı vardı içinde.
(Şebnem Polat arıyor...)
Melih, arayanın o olduğunu görünce bir an şaşırdıysa da tereddüt etmeden açıp kulağına götürmüştü telefonu. 
"Efendim Şebnem?"
Dünkü tartışmadan sonra (İstemeden de olsa ona sesini yükseltmişti.) baya bir trip yiyeceğinden emindi. Şimdi ilk onun araması garip gelmişti hâliyle. Bir şey mi olmuştu?
"Hah, Melih... Sana bir şey söyleyeceğim ama panik yapma olur mu?"
İnsanlar "Panik yapma." dediklerinde aslında "Panik yap ama belli etme." demek isterlerdi. Melih bunu çok iyi biliyordu.
"Şebnem n'oldu? İyi misin?"
Şebnem'in sesi epey endişeli, hatta korkmuş geliyordu:
"Ya sorma... Sabah annen bizi Gelin Hamamı'na çağırdı. Senin bir arkadaşın mı ne evleniyormuş. Annen çok ısrar edince biz de gittik. Okey, başta her şey güzeldi. Yedik, içtik, eğlendik. Ama sonra şey oldu..."
"Ne oldu?"
"...Hatun teyze bayıldı."
"Ne?!" 
Melih bunu duymayı beklemiyordu. Endişelenmişti ister istemez.
"Nasıl oldu, bir düzgünce anlatır mısın olayı?"
Şebnem koşturmasına bir son vermiş olsa gerek, sakince anlattı olayı:
"Ya işte... Abla beni evire çevire keselerken, kazayla peştemalım kaydı. Annen de belimdeki dövmeyi gördü. 'Kızım o ne belindeki? Kına mı?' falan diye sorunca ben de 'Kalıcı.' dedim. Demez olaydım. Kadıncağız önce bir çığlık attı, sonra da göbek taşına yattı kalkamadı. Tansiyonu düşmüş galiba, bayıldı. Ay hayır yani... Bu ne drama queenlik anlamadım ki. Sanki ilk defa dövmeli kız gördü."
Melih elinde olmadan algıda seçicilik yapıp annesi hariç hiçbir detayı dinlememişti.
"Annem nasıl şimdi? İyi mi?"
"İyi iyi... Apar topar hamamın revirine getirdik. Serum falan bağladılar, kendine geldi. Ciddi bir şeyi yok yani. Gözünü açar açmaz 'Sıcaktan oldu herhalde. Melih'i aramayın, endişelenir çocuk.' falan dedi ama benim içim rahat etmedi. O yüzden aradım seni haberin olsun diye. Ayrıca bir şey diyeceğim... Sıcaktan falan bayılmadı annen. Gayet de keyfi yerindeydi keselenirken. N'olduysa, dövmemi görünce oldu. Hayır anlamadım, dövmeli kızdan gelin olmaz mı yani? Nedir?"
Ani gelen rahatlamayla o ana kadar tutmuş olduğu nefesi bir anda dışarı üfledi Melih. Annesinin iyi olduğu haberi içine su serpmişti. Olayın magazin kısmıyla pek ilgilenemeyecekti. Tam bir vakit kaybı olurdu çünkü.
"İyi yapmışsınız. Sağ ol, annemle ilgilendiğin için."
Şebnem uzun süre sessiz kaldı. Konuşmanın devamında ne diyeceğini bilemiyordu. Dün telefonda -çirkin bir şekilde- tartıştıklarından beri kendini kötü hissediyordu. Annelerinin inadı yüzünden Melih gibi iyi, saf, temiz kalpli birini üzmüş olmak canını sıkıyordu. Bütün plan ve sorumluluk kendine ait olmasına rağmen üste çıkmak ve Melih'i suçlamak bencilce bir hareket olmuştu. Farkındaydı.
"Melih... ben özür dilerim."
Melih afalladı.
"Ne için? Pardon?"
"Ya duydun işte. Uzatmasana. O kelimeleri bir araya getirip söylemek benim için ne kadar zor, sen biliyor musun?"
Şebnem uzun zaman sonra utanma duygusunu yeniden kazanmış gibiydi:
"Dün akşam... Biraz kabalık ettim sana telefonda. Gündüz kafede olanlardan dolayı hâlâ sinirliydim. Bir de sen üstüne 'Oyunu bitirelim artık.' deyince... Patladım birden kusura bakma. Halbuki her şeyi ben planlamıştım. Senin bir suçun yoktu..."
Melih elinde olmadan sırıttı. Şebnem'in hatasını kabul etmesi bir nebze yükünü hafifletmişti. Sonunda ortada buluşabilecekleri bir zemin oluşmuştu hiç değilse.
"Ha dertsiz başıma dert açtığını kabul ediyorsun yani? İyiymiş. Özeleştiri yapabilmene sevindim."
Şebnem o görmese de göz devirdi. Daha fazla ezik duruş sergilemeyecekti. Zira pişmanlık en nefret ettiği duyguydu. Hemen başından savdı bu özür muhabbetini:
"Neyse ne... Annenin durumu iyi. Endişelenecek bir şey yok. Benim annem yanında şimdi, ilgileniyor onunla. Akşama da kına varmış. Gelinin yanından ayrılmayacaklar yani anlayacağın. Ama bana afakanlar bastı Melih. Benim acilen buradan kaçmam lazım. Neredesin sen? Konum at da yanına geleyim, konuşuruz." 
Melih bir an durup uzakta görevlinin tuttuğu takımları inceleyen Atakan'a baktı. Yeniden konuştuğunda sesi biraz tereddütlüydü:
"Yanıma gelmek istediğinden emin misin?"
"Evet, niye?"
Melih dudaklarını dişledi biraz gergin. İki kardeşin yan yana nasıl hareket edeceklerini merak ediyordu. 'Kavga etmeden kaç dakika dayanabilirler acaba?' diye düşünmeden edememişti.
"Şey... Abin de burada. Bir sıkıntı çıkmasın? En son kavga etmiştiniz."
Şebnem'in sesi hiç de endişeli gelmiyordu:
"En son seninle de kavga etmiştik hatırlarsan? Bir şey olmaz. Ayrıca ben doğduğumdan beri o kıroyla aynı evde yaşıyorum. Sen kimin için endişeleniyorsun hayatım? Gönder hadi konumu, yarım saate oradayım."
O da abisi gibi inattı. Bu yüzden hiç vazgeçirmeye uğraşmadı Melih. Bir tanesi yetip artarken, iki Polat'la nasıl uğraşacağını düşünerek telefonu kapatıp konum yolladı Şebnem'e. O gelmeden burayı terk etmiş olmayı umuyordu ama... Atakan'ın kollarına dizdiği takımlara bakılırsa, buradan o kadar da çabuk çıkamayacaklardı anlaşılan. 
"Melih! Neredesin, Melih?! Gelsene buraya!"
Atakan'ın pazar esnafı gibi bağırarak kendisine seslendiğini duyunca adımlarını onun olduğu tarafa yöneltti vakit kaybetmeden.
"N'aptın? Bulabildin mi ✨sofistike✨ bir şeyler?" 
Melih'in takılmak için sorduğu bu soru Atakan'ı gülümsetmişti. 
"Buldum gibi... Bir sabit dur bakayım."
Atakan koluna dizdiği askılıklarda duran gömlek-ceket kombinlerini -ona yakışıp yakışmayacağını gözüyle ölçmek için- sırayla Melih'in üstüne tutup 'Bu değil, bu da değil, bu hiç değil...' dercesine değiştiriyor; dakika başı görevlinin elinden -kumaşı farklı- başka bir siyah takım elbise alıp onun üstüne tutuyordu.
"Merak etme Melih, seni jilet gibi yapacağım." dediğinde, Melih gülmemek için dudaklarını birbirine bastırmıştı kuvvetle. 
Daha düne kadar 'Bacımla ilgili hayaller kuramazsın. Zeytin dalını bir tarafına sokarım. Bıdı bıdı...' diyen adamın şimdi ona karşı bu ilgili hallerini komik bulmuştu. Ama yine de sesini çıkartmadan bir süre kurbanlık koyun gibi hareketsiz kalmaya razı oldu. Bir yandan da karşıdaki kocaman aynada kendini, üzerine tutulan hilkat garibesi kara kara takım elbiseleri ve adeta kendinden Junior bir Atakan çıkartma hevesiyle yanıp tutuşan Atakan'ı inceliyordu. Fakat bu manzaraya en fazla beş dakika dayanabilmişti.
"Ohooo! Oğlum bunlar ne ya? Bırak, bırak..."
Üzerine tuttulan takımları itekleyerek kendinden uzaklaştırdı Melih. 
"Hayret bi' şeysin ya! N'apacağız? Buradan çıkınca Karadenizli mafyaların dizisine figüran mı olacağız? Ulan bir insan ne diye gömleğine kadar siyah giyer? Onu da anlamıyorum ya, neyse..."
Bu hafif sitemli, hafif alaylı eleştiri karşısında görevli bıyık altından gülerken, Atakan'ın ciddiyet saçan gözleri onunkilerle buluştuysa da Melih sululuğundan asla taviz vermedi. Aksine, Atakan'ın gücenmiş suratıyla daha bi' keyiflendi.
"Ne bakıyorsun lan öyle kötü kötü? Bir de 'Az buçuk tanıdım artık seni.' falan diyordun arabada gelirken. Bu mu lan beni tanımış hâlin? Dolabımı da gördün üstelik. Ben bu kadar siyah giymiyorum ki oğlum. Kendine mi seçtin bu takımları? Kaldır hepsini kaldır, gözüm görmesin."
Melih yarım ağız gülerek konuşmuştu ama Atakan buna epey bozulmuş gibiydi. O kadar uzun zamandır siyah giyiyordu ki, farkında olmadan eli önce siyah takımlara gitmişti. Ne yapsın? 
Ama yine de her zaman olduğu gibi kuyruğu dik tutacaktı.
"Allah Allah! Aslanlar gibi siyah takım işte, nesi var? Akarı yok kokarı yok. İstediğin beyaz gömlek olsun, içine gene giyerdin. Ama yoook... Beyefendi ille bizi mafya dizisine figüran yapacak. Nankörsün lan sen! Pis nankör!"
"Nankör mü? Ben?"
Melih sinirleri bozularak başını eğip burun kemerini sıktı kısa bir anlığına. Atakan'la makul bir zeminde buluşacaklarına olan inancı giderek azalıyordu. Her an alışverişi siktir edip düğüne eşofman takımıyla gitmeye karar verebilirdi. Ama neden pes eden o olsundu ki?
Derin bir nefes alarak zihninin içinden çıktığı gibi ortama geri döndü Melih. Birlikte geçirdikleri bu kadar zamandan sonra elbette şirret bir Atakan Polat ile nasıl baş edileceğini öğrenmişti. Sonuna kadar sakinliğini koruyacak ve makaraya devam edecekti.
"Dün akıllıydım, sanayide tulum giyiyordum. Bugün ise bilgeyim, siyah takımı reddediyorum."
"Ne?"
Atakan'ın yüzünde beliren alık ifadeye 'Zınk Erenköy!' diyemeyeceği için kahkaha atmakla yetindi Melih. Deminden beri gülmemek için kendini sıktığı için yanakları kızarmıştı şimdi.
Tumblr media
Atakan onun kahkaha atarkenki doğallığını ve yer çekimine yenilerek alnına düşen sarı tutamları seyretti bir süre hayranlıkla. Neredeyse hiç çaba harcamadan almıştı bütün gerginliğini yine. Bu çocukta farklı bir şeyler vardı.
"N-Ne? Neye güldün bu kadar?"
Dilini yanaklarının içinde gezdirerek bundan rahatsız olmuş gibi görünmeye çalıştı ama bıraksalar dikildiği yerde saatlerce onu izleyebilir, hatta biraz cesareti olsa tutup öpebilirdi de.
"Ulan Atakan..."
Melih ufak kıkırtılarla kendini toparlarken 'Acaba derdimi anlatabildim mi?' diye düşünüyordu. Aytaç'ın düğününe Atakan'ın ucuz bir kopyası olarak değil, kendi gibi gitmek istiyordu. Mümkünse renkli...
"Hiç güleceğim yoktu var ya. Allah da seni güldürsün."
Amin, dedi Atakan içinden. 
Duam belli, duyan belli.
Melih gülmekten yaşaran gözlerini elinin tersiyle sildikten sonra muzip bir tonda "Tartışmaya nokta koymak için 'Zevkler ve renkler.' diyeceğim ama sen şimdi onun için de kavga edersin benle." dediğinde görevli de güldü onunla beraber. Atakan anında kurulmuştu:
"Şşş... N'oluyor birader? Sen niye gülüyo'n bizim aramızdaki mevzuya? Komik mi?" 
"P-Pardon, kusura bakmayın."
Atakan'ın atarlı çıkışına ve sert bakışlarına maruz kalınca bir tatsızlık çıkmasın diye elindeki askılıklarla beraber ufak ufak uzaklaştı görevli ama ilgili bakışları hâlâ Melih'in üzerindeydi. Her ne kadar Melih fark etmemiş olsa da Atakan bunun gayet farkındaydı. Ve Melih bunu gay olmadığı için (ya da gay radarı olmadığı için) değil, tamamen saf olduğu ve herkesi kendi gibi iyi niyetli sandığı için göremiyordu. 
Her güzelin bir kusuru vardır, diye iç geçirdi delikanlı. Melih'in süt gibi temiz olması ona aşık olma nedenlerinden biriydi zaten. Kaldı ki, küfür ederken bile (sinkaflı küfürleri bir kenara bırakırsak) "lan" ve "anasını satayım" dan ileri gidemeyen biri için çok da elzem bir özellik değildi bu gay radarı. Pekâlâ Atakan onun yerine yapabilirdi bunu. Ve diğer tüm pis işleri...
Yeter ki Melih yanında ve güvende olsun.
"Ulan Atakan ne kasıntısın ya... Niye tersliyorsun adamı? Gülemez mi?"
Sırıttı elinde olmadan: 
"Komikti ayrıca. Sen de güldün, gördüm."
Atakan onu duymamış gibi yüzünü buruşturup bakışlarını etrafındaki diğer raflara ve askılıklarda gezdirmeye başladığında "İlle herkes tek tip mi olacak?" diye sordu Melih düz bir sesle.
"...Bırak kim neye gülerse gülsün. Kim ne renk giyerse giysin. Düğüne gidiyoruz, mahkemeye değil. Sal kendini biraz. Neşelen ya!" diye isyan etti sonunda delikanlı. Atakan'la ikinci boktan kavgalarını ettiklerine inanamıyordu.
"Hee... Bırakayım da Cizreli Aziz Amca gibi git düğüne. Çorabına kadar turuncu, kırmızı falan..? Kafana da sim dökeriz?"
"Ulan..."
Melih alt dudağının içini dişleyerek sert sert baktı bir süre. Hem ona 'Neyin var lan senin?! İstediğimi giyerim. Sana ne?!' diye çıkışmak istiyor; hem de bu kadar küçük, siktiri boktan meseleden olay çıkartmak istemiyordu. Bu yüzden derin nefesler alarak kendini sakinleştirmeye çalıştı.
Öte yandan, Atakan onu kızdırdığının gayet farkında fakat geri adım atmayan bir pozisyonda durmaya devam ediyordu. Giyim kuşam, hassas olduğu birkaç noktadan biriydi. Karşısında kim olursa olsun, moda anlayışını sorgulanmasını asla olgun karşılayamıyordu. Bu yüzden Melih'in ısrarla onun tarzını eleştirmesi hoşuna gitmemişti. O da çareyi onun "renk" muhabbetine takılmakta bulmuştu. Ama bu çocukça bir kayıkçı kavgasından başka bir şey değildi tabi. Melih de zaten ciddiye almamış, gülüp geçmişti. Sinirlenince de susmuştu. Ciddiye alsa kavga çıkardı. Ne gerek vardı? 
"Tamam ulan, tamam... Ağlama."
Elini uzattı ona doğru.
"Hadi ver hangisini beğendiysen de giyeyim, üstümde gör. Gönlün olsun."
Atakan'ın gözleri parladı birden. Mağazaya girdiklerinden beri istemsizce Melih'in onun gibi göründüğü bir senaryo çiziyordu kafasında. Çocuksu bir heyecanla 'Baştan aşağı siyah giymiş bir Melih nasıl görünür?' diyordu içinden. Ve birazdan görecekti. Ayrıca... Melih'in hiç istememesine rağmen sırf onun gönlü olsun diye siyah giymeyi kabul etmesi de onu gözünde bir üst konuma yükseltmişti farkında olmadan. Atakan bu fedakârlığı en son tabağındaki karnıyarığı kendi tabağına koyup yediğinde görmüştü. Bir de şimdi görüyordu. Ve Melih'in gözlerindeki merhamet timsali yumuşak ifadeye bakılırsa... Daha da görecekti. 
Melih gerçekten merhametli bir insandı. Ve Atakan'ın onu sevme sebeplerinden biri de kesinlikle buydu.
Emin olmak için sordu:
"Harbi mi?!"
Atakan'ın ona uzattığı takımı alırken güldü Melih pes ettiğini belli eder biçimde, muzip.
"Harbi." 
'Ne takımmış arkadaş, giyeyim de bitsin şu tantana.' diyordu içinden de. Asla bir mağazada bu kadar oyalandığını hatırlamıyordu. Takımı aldığı gibi kabinlere doğru ilerledi. Yaklaşık on dakika sonra daracık kabinde cebelleşe cebelleşe eteklerini siyah kumaş pantolonun içine soktuğu, jilet gibi ütülü siyah gömleğin yakalarını düzelterek kabinden çıktığında Atakan da görevli de bakakalmıştı ona.
"Al sana siyah takım!"
Melih bir eliyle saçlarını geriye atarken diğer elinin parmak uçlarına astığı siyah ceketi omzuna atıp özgüven dolu bir edayla karşısındaki dev aynaya doğru birkaç adım yürüdü. Bu takım onu olduğundan daha geniş omuzlu, daha uzun boylu göstermişti sanki. Ve... Tam da olmaktan korktuğu kişilere, o bayat mafya dizilerindeki façalı elemanlara benzemişti. Üstelik, bu kadar sarı bir mafya da görmemişti hiç. Kendisi ilk oluyordu. Gülesi geldi.
"Nasıl olmuş?"
Atakan gözünü kırpmadan onu seyrediyor; sanki ayaklarına beton dökülmüş gibi olduğu yerden bir milim oynamıyordu. Tahmininden daha çok yakışmıştı siyah Melih'e. Belki beyaz giyse bu kadar dikkat çekmezdi, diye düşündü Atakan.
Melih bu takımın içinde muhteşem görünüyordu. Hafif güneşten kızarmış buğday teni, ara ara altın ışıltılarla parıldayan sarı saçları, aralık pembe dudaklarının altında köşeli çenesi ve boynunun iki yanında uzanan siyah yakalar... Ölüm gibi bir şeydi onu seyretmek ama ölmüyordu.
"G-Güzel... Çok güzel olmuş. Tam oturmuş üstüne. Potluk falan da yok..." diye geveledi Atakan, gözlerini bir an olsun ondan ayırmadan.
"Hakkaten hee... Tam bedenimi bulmuşsun, aferin."
Olduğu yerde sağa sola dönüp poz vererek aynada kendini inceledi Melih. Uzun zaman sonra ilk defa üstüne bu kadar oturan bir şey giyiyordu. Genelde kıyafetleri ya bol ya uzun ya da dar olurdu. Bolsa salaş giyer, uzunsa paçasını kıvırır, darsa kışın içine giyer ya da en kötü ihtimalle temizlik bezi yapsın diye annesine verirdi. O da babası gibi 'Ne gerek var kıyafete çok para harcamaya?' derdi. Hatta okula giderken babasının gençliğinde giydiği hırkaları, gömlekleri, ceketleri kombinler; soran olursa "Vintage bunlar." deyip devam ederdi. Sevmezdi alışverişe çıkmayı. Hem buna ayıracak bütçesi yoktu hem de AVM'ler başını döndürüyordu. Ayrıca günlük kıyafetlerin marka ya da çok şık olması gerekmediğini biliyordu. Melih'e göre eski de olsa temiz giyinmek yeterliydi. Tabi bu da Melih'i başkalarının karşısında ✨pespaye✨ gösteren birkaç nedenden biriydi. Hele ki her giydiği marka olan bir ağır abinin karşısında...
"Dur bir dakika, ceketi de giyeyim."
İki parmağıyla omzuna astığı ceketi düzgünce kollarından geçirip sırtına giyerken "...Bir de böyle bak." dediğinde, Atakan heyecanını gizleyemeyerek gülümsedi kocaman. Bu da laf mıydı? Zaten kabinden çıktığından beri gözlerini ondan alamıyordu ki.
"Nasılım?"
Melih cilveli bir edayla kendi etrafında dönüp -kendince- havalı bir bakış attı ona. Farkında olmadan kalbini tam 12'den vurmuştu yine.
"Eee tabi..."
Atakan onu baştan aşağı süzerken kalp atışlarını dizginlemeye çalışarak  "...Bütüne baktığımızda çok klas göründüğünü söyleyebilirim." diye devam etti futbol yorumcusu gibi. Sakinliğini korumakta zorlanıyordu. 
"Şaptın şeker oldun!" diye ekledi gergince gülerek. Saçmalamıştı ama elinde değildi. Bakmalara doyamadığı Melih, onun için seçtiği takımın içinde parıl parıl parlarken dilinin tutulmadığına şükrediyordu.
"Ne diyorsun oğlum? Olmuş mu olmamış mı?"
"Ehe, eee... Olmuş olmuş! Çok güzel olmuş."
"Ay inanmıyoruuum!" 
Tam Melih başını çevirmişken ve eline onu doya doya izleme fırsatı geçmişken, arkalarından gelen cırtlak sesle yerinden sıçradı Atakan birden. Panikten eli ayağına dolanmıştı.
"...Melih!! Bu sen misiiin?"
Melih ve Atakan aynı anda birbirlerine bakıp gözlerini mağazanın kapısına çevirdiler hemen. Bu tiz sesi nerede duysalar tanırlardı.
"Ş-Şebnem?"
Şebnem abisinin -sanki iş üstüne yakalanmış gibi- şaşkın bakışlarına ve bocalayan hareketlerine aldırmadan yanlarına gelirken, bir yandan da tepelerine eleştiri yağdırıyordu:
"Hayatım kim giydirdi ya seni böyle kara böcek gibi?"
Melih bir an istemsizce dudaklarının arasından bir kıkırtı kaçırdıysa da Atakan'ın demir gibi sert bakışlarıyla karşılaşınca tuttu kendini.
"Eee... Şey..."
İki kardeş arasındaki negatif elektrikten o da nasibini alacak gibiydi. Bu yüzden her ikisinin de ne lehine ne aleyhine bir şey söyleyip de okları kendine çekme riskini göze alamamıştı.
Tumblr media
Sonunda dilinin bağı çözüldüğünde "H-Hoş geldin Şebnem." diyebilmişti sadece. 
"Pek hoş bulmadım! Ama neyse..."
Şebnem hafif iğneli bir sitemle elleri belinde ikisine tepeden bakarken, yutkunup en iyisi susmak, diye geçirdi içinden Melih. 
En iyisi susmak ve olacakları izlemek...
"...Altın gibi çocuğun ışığını söndürmüşler ya resmen! Kim yaptı bu kötülüğü sana Melih? Ay dilim varmıyor ama... Abime benzemişsin. Tövbe tövbe..."
Atakan yüzünü buruşturdu kardeşine dönerken:
"Senin ne işin var burada lan?! Nereden öğrendin burada olduğumuzu? Ayrıca ne olmuş Melih bana benzediyse? Bununla bir sorunun mu var?"
Onunla göz teması bile kurmadan direkt laf sokmaya girişti Şebnem. Abisiyle uğraşmak için her zaman formundaydı:
"Yooo benim ne sorunum olacak? Ama görünüşe bakılırsa senin bizimle epey bir sorunun var. İlk buluşmada çocuğa 'Bacımla yanınızda ben olmadan buluşamazsınız. Bensiz bir yere gidemezsiniz car curt.' diye esip gürledikten sonra, ilk fırsatta beni ekip gizli gizli buluşmak ne oluyor abicim? Bir de bana 'Ne işin var burada?' diye soruyorsun. Asıl senin ne işin var burada pardon? Hani hiç haz etmiyordun sen Melih'ten?'İtici ana kuzusu.' diyordun.'Bir tokatlık canı var diyordun.' N'olduu? Başına saksı falan düştü herhalde? Pek bi' kaynaşmış gördüm sizi."
Şebnem'in taramalı tüfek gibi ardı ardına soluksuz konuşmaları Atakan'ın içini şişirmişti. Derin nefes alarak, bıkkınlıkla cevapladı bütün soruları delikanlı:
"Ya bi kes kızım ya! Amma tatava yaptın. Erkek erkeğe buluşmada ne var? Sen yalnız buluşamazsın dedim, o kadar. Adamı kontak ediyorsun iki dakkada ya, Allah Allah... Hem biz Melih'le ✨kanka✨ olduk. Kankamla da buluşamayacaksam kimle buluşacağım anasını satayım? Sen de bi' alemsin."
Kanka mı? 
"Ne?"
Melih garip bir açıyla büktüğü kaşlarıyla gülmeye başladı içine içine. Atakan'la samimiyeti bu kadar ilerlettiklerini kendi de bilmiyordu. Komiğine gitmişti. Sonuçta esip gürleyip azarlama faslından bağırmadan konuşma, insanca muamele etme faslına yeni geçmişlerdi. Kanka olduklarını pek sanmıyordu Melih. 
Öte yandan Atakan da bu söylediği lafa gülmek istemişti ama yüzünü ifadesiz tutmaya o kadar alışmıştı ki artık, mimik oynatmamıştı.
Şebnem ise sadece kıskançlıkla karışık bir şoka girmiş gibiydi. 
"Hah! Kankasınız demek? Ne yani sevap olsun diye müstakbel kankana (pardon eniştene) damatlık bakmaya geldin buraya?"
Müstakbel enişte derken? 
"Ne damatlığı salak? Melih'in arkadaşı ev-"
"Benim yerime sen mi evleneceksin yoksa Melih'le?" Şebnem nefes almadan konuşuyordu. 
"...Eğer öyle bir niyetin varsa abicim baştan söyle, aradan çekileyim."
Hassiktir...
Melih duydukları karşısında kahkahalarla gülmemek için dudaklarını dişleyerek -herhangi bir şiddet içerikli eyleme karşılık- Şebnem'i korumak için aralarına girmiş beklerken; Atakan nutku tutulmuş vaziyette, öylece kalakalmıştı. 
"...Bilirsin, aşka saygım vardır benim." 
Şebnem hiçbir şey bilmeden her şeyi bilmesiyle soğuk duş etkisi yapmıştı abisine. 
"N-ne diyorsun kızım sen?..."
Delikanlı bir an diyecek kelime bulamayıp bocaladıysa da, ilk şaşkınlığı attıktan sonra gözlerinden ateşler saçarak "NE ALAKASI VAR LAN?!" diye çıkışmıştı öfkeyle. Sesinin bu kadar gür çıkması genç kızı olduğu yerde titretirken, Melih'e yüzünü dirseğine gömdürerek güldürmüştü. 
"Ahahhaha!"
"Off! Kulak zarımı patlattın be! Ne böğürüyorsun ayı gibi?"
Atakan hızını alamayıp Şebnem'in üzerine yürüdü bir an. Yanakları kıpkırmızı olmuştu.
"Aradan çekilecekmişmiş... Ayarsıza bak!" 
Melih'in arkasından uzanıp Şebnem'in kafasını itti işaret parmağıyla sertçe. Kızın kafası araba konsolundaki oyuncak köpeğin kafası gibi bir ileri bir geri sallandı iki saniyeliğine. Melih bu görüntüye kahkahayla gülmek istese de insanlık vazifesini yapmalıydı.
"Hey hey! Sakin. Atakan..."
Melih anında gülmeyi kesip kollarını açarak iki kardeşin arasında etten bir duvar oluşturduysa da Atakan şu an onu görmüyordu.
"Kızım sen kuaförde fön çektire çektire yaktırdın galiba en sonunda o fındık beynini! Kafada kurup kurup sarıyorsun millete. Hatırlat da bi' ara doktora götüreyim seni, kalıcı hasar var mıymış bi' baksınlar kafanın içine. Saçma sapan konuşuyorsun!"
Şebnem alnını ovalayarak göz devirdi abisine:
"Off... Şaka yaptık herhalde! Abartmaz mısın?"
Kız kardeşi elbette onun yönelimini bilmiyordu ama az önceki ima Atakan'ın tüylerini diken diken etmeye yetmişti. Çünkü Şebnem bu durumunu "EN" bilmemesi gereken kişiydi. 
Çünkü Şebnem bilirse, herkes bilirdi.
"Neyse... Güleyim de boşa gitmesin bari bu acınası laf sokma çaban. Hayır, nereden bulursun bu lafları da bilmem ki? Hakkını yemeyeyim ama son kalan iki beyin hücrenle iyi iş çıkarıyorsun. Tebrik ederim."
"Kes lan!"
Şebnem abisini tiye alarak, sanki onu hiç duymamış gibi yargılayıcı bakışlarını Melih'e çevirdi bu sefer:
"Sana da teessüf ederim Melih. Gerçekten... Ben bu oyunu iki kişilik sanıyordum. Üçe çıkartmışsın, şoktayım."
Melih ne diyeceğini bilemedi. Ama az çok tahmin edebiliyordu şimdi maruz kaldıkları bu tavrın asıl sebebini. Şebnem şımarık yetişmiş (bir evin bir kızı) bir çocuktu. Ayrıca da eski sevgilisini hâlâ unutabilmiş değildi. Tabi ki Melih'i çok sevdiği için (!) abisinden kıskanmıyordu. Melih onun için bir oyuncaktı ve her çocuk oyuncağı elinden alındığında yaygara koparırdı. 
"Biliyorsun ki, annelerimiz bizim konuşmaya devam etmemizi istiyor. Bir süre daha oyunumuza devam edeceğiz. Yani, teknik olarak benimle buluşman lazımdı şekerim, abimle değil. Hem ayrıca... Sen n'apıyorsun burada pardon?"
Sonlara doğru çatılan sarı kaşlarının altına gizlenen kısık, yargılayıcı bakışları yeniden abisine mıhlandığında, havalanan topu göğsünde yumuşatmak maksadıyla öne atıldı hemen Melih.
"Ee şimdi Şebnemciğim... Biliyorsun ki yarın benim çok yakın bir arkadaşımın düğünü var. Aysu'yla tanışmışsındır?"
Şebnem başını salladı. 
"Hah işte... Aysu ve Aytaç'ın düğününe giyecek takım elbisem yoktu benim. Çok da anlamıyorum bu işlerden. O yüzden abine ricada bulundum. Sağ olsun o da kırmadı beni. Birlikte takım elbise bakıyorduk bana." 
Melih araya girince ortam biraz yumuşadıysa da iki kardeş hâlâ çatık kaşlarla bakıyordu birbirine. Şebnem buraya güdümlü bomba gibi abisinin üzerine patlamaya gelmişti belli ki ama konu moda olunca dikkati biraz dağılmışa benziyordu.
"Hah! Abim mi giydirecek seni? Benim abim?"
Duyduklarına inanamamış gibi gözlerini ardına kadar açıp bir süre öyle kaldıktan sonra bir kahkaha patlattı Şebnem. Öyle içten öyle dalga geçerek gülüyordu ki, kasada duran görevli ve mağazada gezinen birkaç müşteri hususi dönüp onlara bakmıştı.
"Ağzının üstüne bi' tane patlatacağım şimdi. Ne gülüyorsun kızım? Komik mi? Bak hâlâ..."
Atakan ya sabır çekerek gözlerini mağazanın tavanına mıhlarken, Melih ikinci bir saldırıya karşı gayet temkinli, iki kardeşin arasında etten duvar örmeye devam ediyordu.
"K-Kusra bakma Melihciğim... Sinirlerim bozuldu da bir an."
Melihciğim lafını duyan Atakan'ın öldürücü bakışları anında Şebnem'i bulmuştu.
"Şebnemciğim, bozulan sinirlerini de al terk et burayı canım! Hadi... Saçını başını yoldurtma bana."
Atakan böyle diyordu demesine ama hayatında kardeşlerine bir fiske vurmuş adam değildi. Şiddet söylemleri sadece dilindeydi. Ama bu sefer hakikaten biraz ileri gitmişti Şebnem. Sevdiği çocuğun yanında onu küçümsemesi Atakan'ın canını çok sıkmıştı. 
"Ayh sen olmayan moda zevkinle Melih'e takım elbise mi bakıyorsun? Bir de kapkara giydirmişsin çocuğu veba doktoru gibi. Bu mu moda? Tek renk, tek tip mi giyinmek moda? Bırak Allah aşkına..."
Atakan tabi ki altta kalacak değildi:
"Haspama bak... Ekoseli etek üstüne fiyonklu bluz giyince Ivana Sert mi oldun başımıza? Sen ne anlarsın lan modadan? Bi' kere bu işin doğayeni benim. Bak seçtiğim takıma..."
Tuzluk şekline getirdiği parmaklarının ucunu öptü abartıyla. "...Kutu gibi oturdu çocuğun üstüne şerefsizim."
Üzerinde malını öven esnaf özgüveni vardı. 
"Şu duruşa, şu kaliteye bakar mısın? Dön bakayım Melih, endamını görsün bu Şebnem şıllığı."
Atakan biraz sonra aynı Recep İvedik'in terzisi gibi ayıla bayıla (onu ve takımı överek) onu kendi etrafında döndürmeye başladığında Melih gülmemek için tutmadı kendini daha fazla. Gözlerine yaşlar dolmuştu artık. İki kardeşin bu -Hacivat&Karagöz misali- atışmaları ilginç (ve aşırı komik) bir hâl almaya başlamıştı. Çekirdeği olsa kenara oturur çitleyerek izlerdi. O derece. Ayrıca... Atakan'ı hiç bu kadar heyecanla bir şeyleri savunurken görmediği içindi herhalde, bu tartışma her açıdan ilgisini çekmişti Melih'in.
"Sen de iyice saçmaladın hee! Burada yılların moda bloggerı Şebnem Queen dururken, sana mı kaldı bu işler ya? Hadi kes şovunu, çekil kenara off!!"
Şebnem abisini gram iplemeden uzun, protez tırnaklı elleriyle "kış kış" hareketi yapıp Melih'i kolundan tutup kendinden tarafa çekmeye kalkınca... Atakan adeta önünden kemiği alınan pitbull misali gerildi. Dişlerini sıkarken kirli sakallı çenesinin ucundaki kesik izi bile gerilmişti. Hatta iki dakika öncesine kadar teninin altında usulca akıp yolunu bulan kanı bile daha deli atmaya, içten içe fokur fokur kaynamaya başlamıştı. 
"Hoop hoop!! Orada dur küçük hanım..."
Hissettiği bu şey, bu kıskançlık... Ona her şeyi yaptıracak cinsten bir kuvvet doğurmuştu içinde.
Kendi kendine 'Hayır, kardeş katili falan olmayacaksın. Sakin ol lan!' dese de bakışları hâlâ öldürücülüğünü koruyordu.
"Bana kaldı bu işler var mı? Bana kaldı!"
"Eyvah..."
İki kardeş arasında 'paylaşılamayan' olmak başta komik olsa da gittikçe tehlike arz etmeye başlamıştı. Adım adım tırmanan gerilimin sıcak nefesini yüzünde hissediyordu artık Melih.
"Mis gibi siyah takım işte lan! Nesi var? Gayet de güzel yakıştı Melih'ime. Ayrıca benim zevkim iyidir."
Melih'ime mi?
Hitap şeklindeki ✨sahiplenici tutuş✨ Melih'in kaşlarını değişik bir açıyla kaldırmasına sebep olurken, Şebnem konuşmanın (savunmanın) geneline kusacakmış gibi bir hareket yapıp göz devirmişti.
"Zevkine tükürsünler senin! Bulgur pilavına yoğurt katıp yiyen bi' adamsın sen. Neyi tartışıyorsun benle ya?"
"Şebneeem!"
"Hey hey! Gençler bi' sakin olun ya... Tamam. Alt tarafı bir takım elbise alıp çıkacağız. Sizce de çok abartmadınız mı?"
Zavallı Melih'i takan yoktu tabi. Ortamdaki konumu sivri sinekten halliceydi.
"Ne Şebnem? Ne?! Hanımefendi çizgimden kaydırttın beni en sonunda. Sana inat ben giydireceğim Melih'i. Var mı?!"
Atakan göz açıp kapamalık bir anda Melih'i kolundan tutuğu gibi kendine çekerken aşırı korumacı davrandığının farkında değildi. Bir anda sırtı onun göğsüne çarpınca neye uğradığını şaşırmıştı Melih:
"Yavaşş..."
"Hadi bi' dene! Hadi... Pabucumun hanımefendisi seni!"
Şebnem geri adım atacak gibi değildi.
"Yaa... Demek öyle? Tamam, ben de küçükken nasıl giyindiğini anlatırım o zaman Melih'e."
"Ne?"
Şebnem'in neden bahsettiğini çakozlayınca anında iri iri açılmıştı gözleri.
"Sakın!" 
"N'oldu? Korktun mu? O çok önemsediğin karizman boydan boya çizilsin istemiyorsun herhalde?" 
Melih hiçbir şey anlamadan güldü bu tehdide. Atakan'ın küçükken de (patron bebek gibi) simsiyah, mafya tarzında giyindiğini hayal edemiyordu. Ya da o masum çocuk yüzüyle, sümüklerini çeke çeke, elinde horoz şekeri, bakkal önünde arkadaşlarıyla top koşturduğunu... Atakan'ı genel olarak "çocuk" formunda hayal edemiyordu ya neyse.
Şebnem konudan gayet zevk alarak "Bu var ya bu... Bir keresinde annemin odasına girip dol-" diye başladığı sırada Atakan şimşek gibi fırlayıp yaba misali kocaman eliyle ağzını kapattığında cümlenin devamı boğuk bir serzenişten ibaret kalmıştı.
"Şebnem!.. Sen Melih'e takım bakmayacak mıydın kardeşim? Çok çene çaldın, çok eleştirdin beni. Hadi git bi' de senin bulduğuna bakalım? Hadi abicim, hadi abisinin gülü... Git bak oradaymış yeni gelenler. Koş, koş..."
Şebnem'i beyaz ağırlıklı (kır düğünü konseptli) takımların olduğu tarafa iteklerken kan ter içinde kalmıştı Atakan. Kız resmen abisini rezil etmeye şerefi üzerine yemin etmiş de gelmişti buraya. Ve (kısmen) başarmıştı da. Cümlesini tamamlamasa da Melih az çok tahmin edebiliyordu yaşanan hadiseyi.
"İyi peki, madem bu kadar ısrar ediyorsun... Bi' bakayım o zaman. Ben gidince sakın arkamdan dedikodumu yapmayın ha! Kulağımı burada bıraktım ona göre..."
Şebnem ikisine de tembihleyen bakışlar atıp yüzüne yerleştirdiği zafer gülüşüyle çeşit çeşit kumaşların arasında kaybolurken, Atakan 'moda' ile ilgili katı tutumundan ciddi taviz vermek zorunda kalmış olsa da onu son anda susturduğuna memnundu. Melih'in yanına döndü biraz mahcup. Az kalsın kestaneyi çizdiriyordu. Çocukluğunda en hatırlamak istemediği anıyı ulu orta hoşlandığı çocuğun önünde anlatmak gibi bir acımasızlığı ancak Şebnem gibi empati yoksunu bir şımarık yapabilirdi zaten.
"Sen Şebnem'i boş ver. İstediği olsun diye her yolu mübah sayar o kendine. Ben alışkınım. Sen de alış."
Atakan eli ayağına dolaşmış vaziyette sakallarını kaşıyor, faydasız bir çabayla kızarık yanaklarını gizlemeye çalışıyordu fakat Melih her şeyin fakındaydı. Atakan çok utanmıştı. Konunun bahsinden bile... Bu yüzden -her ne kadar merak etse de- üstüne gidip soru sormaktan vazgeçti. Onun yerine "Başka çarem yok zaten." dedi gülümseyerek. "...Bir süre daha böyle sürecek durumumuz."
Atakan onun konuyu değiştirmedeki isteğini ve yüzündeki anlayışlı ifadeyi görünce biraz olsun rahatlamıştı. Hem zaten (tahmin ettiği gibi) Melih insanların zaaflarıyla oynayacak, onların çekindikleri şeyleri dalga konusu yapacak tıyniyette biri değildi. Ve... Atakan böyle anlayışlı birini sevmekle ne kadar doğru bir iş yaptığını şimdi fark ediyordu.
Melih onun sevgisini sonun kadar hak ediyordu.
"Ee... Ne diyorsun? Üstündekini alalım mı?"
✩ ✩ ✩ 
Bölümü iki parta böldüm (daha doğrusu bir gün içinde geçecek olan olayları) diğerini tamamlar tamamlamaz atacağım. Aklınızda bulunsun baya sıcak 🔥bir bölüm olacak 😉 terleteceğim sizii eheheh güneş kremlerinizi sürün öyle gelin 😆🤭
Bundan sonra hız kesmeden devam edelim. Yeteri kadar durakladık.
Bölüm hakkında size soracağım birkaç soru var:
✯ Şebnem kötü karakter olmak için çok müsait ama iyi olmasını ister misiniz? 
✯ Şebnem'in bu bölümde Melih ve Atakan'la şaka yollu atışmasını sevdiniz mi? Melih'i (oyuncak gibi) sahiplenip kıskanması falan... Ne düşünüyorsunuz bu konuda?
✯ Atakan Melih'e açıldığında Melih'in tepkisi nasıl olur sizce?
Sorularım bu kadar :)
Yeni bölümde görüşmek üzere... 
Kendinize iyi bakın, hoşça kalın efenim. <3
Önceki Bölüm <- // -> Sonraki Bölüm
Bölüm Listesi
11 notes · View notes
yamanates34 · 2 months ago
Text
Tumblr media
Televizyon karıncalı, insan netti
Dertlinin derdi, dertsize dertti
Evcilik oyunu, oyundan ibaretti
Eskiden hayat daha güzeldi...
Herkesin evi, herkesin eviydi
Veresiye defteri yoksulun cebiydi
Her semtte yalnız bir kişi deliydi
Eskiden hayat daha güzeldi...
Büyüklere saygı çok büyüktü
Şimdi büyükler boynunu büktü
Elmalar elma, erikler erikti
Eskiden hayat daha güzeldi...
Köyler, şehirlerden farklıydı
Gelinler utangaç, duvaklıydı
Damlar üzümlü, sokak kavaklıydı
Eskiden hayat daha güzeldi...
Her kapıda ikram edilen su vardı
Kavunun, karpuzun kokusu vardı
Eskiden hayat daha güzeldi....
Doyardık, ekmeğe sürülen salçayla
Kumaşcı teyzeler gezerdi bohçayla
Yastık altını değişmemiştik bankayla
Eskiden hayat daha güzeldi...
Eksik olmazdı yatılı misafir
Hasta etmezdi ne çamur, ne kir
Zenginden daha çok gülerdi fakir
Eskiden hayat daha güzeldi....
Nineler göz nuru kazaklar örerdi
Abiler eskitir, kardeşler giyerdi
Mahalle dünya kadar bir yerdi
Eskiden hayat daha güzeldi..
Diziler bile mahalleyi anlatırdı
Dönmeyen asker mahalleyi ağlatırdı
Jeton sarı sarı, mektup satır satırdı
Eskiden hayat daha güzeldi....
Kavgalar nadir, küslükler günlüktü
Ev sobalı, merdiven altı kömürlüktü
Pantolon yamalı, nikahlar ömürlüktü..
Eskiden hayat daha güzeldi...
Kadir Fırın
8 notes · View notes
iyikililim · 11 days ago
Text
2. Şans
48 yıl, 585 ay, 17830 gün…nasıl ne zaman?   22 yıllık evlilik, 2 genç evlat ve anlık kocaman bir yalnızlık… böyle de görünebilir tabii ama yok öyle değil, herkes gibi zaman zaman çok mutlu, bazen kırgın üzgün hatta yazık ki mutsuz, çoğu zaman birbirinin aynı geçen günlerle dolu 48 yıl, 585 ay, 17830 gün.
Detayları yeri geldikçe konuşalım önemli bugün bunları yazmama sebeptir çünkü. Yapım gereği iyimser bir insanım beni değil bizi düşünür ona göre hareket ederim. Olaya değil çözüme odaklanırım. Evet evet sütten çıkmış ak kaşığım… İnsan kendini beğenmese çatlarmış nerden geldiyse aklıma… kötü huylarımda var tabii fazla alınganım , duvarlarım var , fazla duygusalım ve sanki zayıflıkmış gibi saklama çabasındayım, eleştiriye çok açık değilim çalışıyorum üzerinde ama😊
Yaş alıp tecrübe ettikçe bir zamanlar çok önem verdiğim pek çok duygunun kişinin beni ne kadar hırpaladığını fark ediyorum. Çok moda bir kavram var ya anda olmak farkında olmak içine sindirip yaşayabilmek o kadar değerli ki. Yarın yokmuş gibi yaşamak. Bu yaşımda böyle düşünmek garip gelebilir ama duygum bu yarın var mı bilmiyorum. Elimde şuan var ve hakkını vermek gerek. Hayatımdan hatırladığım karelere bakıyorum düşünüyorum. Çocukluğum klasik 80 ler sokakta oynayan nesildenim. Gençlik lise üniversite ilk aşklar ikinci aşklar platonik aşklar hayal kırıklıkları. Yeterli harçlığın varsa sınavdan da geçer notun varsa bu akşam nereye gidelim in en büyük derdin olduğu en mutlu 8-10 yıl.
Sonrası iş hayatı entrika ve dedikoduyla tanışma dönüşme zamanı.. Ardından evlenme bir iki harika yıl oda şanslıysan. Sonra çocuk ve annelik batağı yetmez ikinci çocuk ..Mükemmel anne ve aile olma çabalarında kendini ve eşini yavaş yavaş kaybetme dönemi . bunu o kadar doğal ve farkında olmadan yapıyorsun ki ancak çocukların ergen olduğunda aydınlanma yaşıyorsun. Ama üzgünüm geçmiş olsun.  Günden güne kendinden birbirinden uzaklaştığın anne baba olma çabasıyla sevgili olmayı unuttuğun anlık farkına varsan da kavgalar küsmelerle geçiştirip üstünü örttüğün evcilik oyunu… Böyle anlatınca sanki tek fatura çocuklara çıkıyor gibi görünebilir. İlgisi yok aslında çocuk sahibi olmak öyle bir doyum ki insan egosunda çok kolay kayboluyor yazık… Düşünsenize senin bakımına beslemene ilgine o kadar muhtaç ki ilk kalp atışı içinde gün be gün büyümesi mucizen oluyor. Doğduğu an öyle bir büyüleniyorsun ki başka hiç kimsenin önemi kalmıyor .
Kırılma noktaları oluyor çokça bazıları bunu çok hızlı fark edip toparlıyor bazıları hiç fark etmiyor. Ben farkına vardığım da çoktan yabancılaşmıştık. Benim aşık olduğum adam değil di o . Hiç konuşamıyorduk artık . Yıllarca sadece çocukların okulları ihtiyaçları arkadaşları sınavları vs hakkında konuşmaktan ebeveyn olmaktan biz olmayı unutmuştuk ve tekrar hatırlayamadık, ayrıldık…
Sonrası garip bir ferahlama hayata farklı bir bakış kendinle tanışma. Öyle düşündüğüm gibi unutmamışım eğlenmeyi gülmeyi sadece kendim için sofra kurup istediğim diziyi açıp keyifle izlemeyi. Tek başına tatile gitmek ne güzelmiş mesela. Kendimi ne kadar sevdiğimi yeni fark ediyorum yaş 48….
Hayat gerçek bir mucize neye ihtiyacın varsa onu veriyor sana.  
2 notes · View notes
halimecan · 25 days ago
Text
Tumblr media
Yeni Nesil Ebeveynlik Üzerine
Son yıllarda, evlilik ve ebeveynlik anlayışındaki değişiklikler, toplumsal cinsiyet rollerine dair önemli soruları gündeme getiriyor. Çevremde gözlemlediğim bir olgu, özellikle kadınların evlilikteki sorumluluklarının giderek daha fazla arttığı, erkeklerin ise evliliğin sorumluluklarını paylaşma konusunda daha az çaba sarf ettikleri bir gerçeklik. Çoğu kadın, çocuk sahibi olduktan sonra yalnızca fiziksel değil, duygusal ve finansal açıdan da yüklerin çoğunu taşımak zorunda kalıyor. Oysa modern evlilik, eşitlik, paylaşım ve karşılıklı sorumluluk anlayışını gerektiriyor.
Birçok erkek, evliliği, çocukken oynadıkları evcilik oyunlarına benzetiyor. Yani, evliliğin başındaki heyecan ve eğlence, bir noktadan sonra sorumluluk yükü haline gelince geri çekiliyorlar. Evliliğin, bir çocuk oyunu gibi görülmesi, sadece kadının ev işlerini ve çocuk bakımını üstlenmesiyle sonuçlanıyor. Erkekler, bu yüklerden kaçmak için çeşitli bahaneler buluyor. Kadın doğuruyor, ama erkek evliliğin yükünü taşımıyor. Çocukların bakımı, ev işleri ve günün her saatinde değişen sorumluluklar sadece kadına ait gibi kabul ediliyor. Erkek, "Benim işim para kazanmak" diyerek evdeki diğer işleri göz ardı ediyor.
Ebeveynlik kavramı son yıllarda büyük bir dönüşüm geçirdi. Artık “AVM babası” veya “hamburger babası” tabirleri, yeni nesil babaların çocuklarıyla olan ilişkisindeki yüzeysel yaklaşımı tanımlamak için kullanılmaya başlandı. Çocuklar için en iyi oyuncakları almak, eğlenceli aktiviteler yapmak, ama onları büyütme, eğitme ve gerçek sorumlulukları üstlenme konusunda geri durmak, erkeklerin ebeveynlik anlayışını özetliyor. Çocuklar, babalarını daha çok tüketim odaklı figürler olarak görüyorlar, duygusal bağ ve sorumluluk ise arka planda kalıyor.
Boşanma sonrası, birçok kadın, eski eşlerinin çocuklarıyla olan bağlarını tamamen koparmasından şikayetçi. Bu, sadece bir duygusal eksiklik değil, aynı zamanda çocuğun psikolojik gelişimi üzerinde derin etkiler yaratabilecek bir durum. Erkekler boşanmanın ardından, “boşanmış baba” kimliğini kabul ettiklerinde, bu kimlik bazen sadece tatil zamanlarında veya “eğlenceli” anlarda devreye giriyor. Çocuklarının temel ihtiyaçlarına duyarsız kalıyor, maddi destek sağlamıyor ve duygusal bağ kurmakta zorlanıyorlar.
Kadınlar, günümüz dünyasında bir yandan iş hayatının getirdiği baskılarla mücadele ederken, bir yandan da ev işlerinin ve çocuk bakımının sorumluluğunu üstleniyor. Kadınlar, eşitlik için mücadele ederken, evde hala geleneksel rollere hapsolmuş durumda. Çalışmak, yemek yapmak, çocukları büyütmek, evin düzenini sağlamak gibi bir dizi görevi tek başlarına yapmaya devam ediyorlar. Erkeklerin bu konularda duyarsız kalması, kadınların yalnızca eş değil, aynı zamanda evin tüm yükünü sırtlayan bir figür olmasına yol açıyor.
Evlilik, iki insanın birlikte kurduğu bir yaşamı temsil eder. Eşitlik, karşılıklı destek ve sorumlulukların paylaşılması evliliğin temeli olmalıdır. Ancak bugünün toplumunda, kadınlar çoğunlukla sadece evin ve çocukların bakımından sorumlu kabul edilirken, erkekler dış dünyada daha çok varlık gösteriyor. Bu dengesizlik, sadece kadınların değil, aynı zamanda çocukların da sağlıklı bir ebeveyn modeliyle büyümelerini engelliyor.
Evlenmek, çocuk sahibi olmak ve bir aile kurmak, sadece bir kadının sorumluluğu olmamalıdır. Evlilik, eşitlik ve paylaşımdan beslenmelidir. Kadınlar, sadece “doğuran” değil, aynı zamanda eşit haklara sahip, özgür ve desteklenen bireyler olarak kabul edilmelidir. Erkekler de sadece eğlence sağlayıcıları değil, sorumlulukları paylaşan, çocuklarıyla duygusal bağ kuran ve onlara rehberlik eden babalar olmalıdır. Bir toplumun geleceği, evliliklerin ve ailelerin sağlıklı temeller üzerine inşa edilmesine bağlıdır.
3 notes · View notes
aynodndr · 1 year ago
Text
Tumblr media
ESKİDEN...
Televizyon karıncalı, insan netti
Dertlinin derdi, dertsize dertti
Evcilik oyunu,oyundan ibaretti
Eskiden hayat daha güzeldi.....
Herkesin evi, herkesin eviydi
Veresiye defteri yoksulun cebiydi
Her semtte yalnız bir kişi deliydi
Eskiden hayat daha güzeldi...
Büyüklere saygı çok büyüktü
Şimdi büyükler boynunu büktü
Elmalar elma,erikler erikti
Eskiden hayat daha güzeldi...
Köyler, şehirlerden farklıydı
Gelinler utangaç, duvaklıydı
Damlar üzümlü,sokak kavaklıydı
Eskiden hayat daha güzeldi...
Her kapıda ikram edilen su vardı
Kavunun, karpuzun kokusu vardı
Çocuklarda bile Allah korkusu vardı
Eskiden hayat daha güzeldi....
Doyardık, ekmeğe sürülen salçayla
Kumaşcı teyzeler gezerdi bohçayla
Yastık altını değişmemiştik bankayla
Eskiden hayat daha güzeldi...
Eksik olmaz dı yatılı misafir
Hasta etmezdi ne çamur, ne kir
Zenginden daha çok gülerdi fakir
Eskiden hayat daha güzeldi....
Nineler göz nuru kazaklar örerdi
Abiler eskitir, kardeşler giyerdi
Mahalle dünya kadar bir yerdi
Eskiden hayat daha güzeldi..
Diziler bile mahalleyi anlatırdı
Dönmeyen asker mahalleyi ağlatırdı
Jeton sarı sarı,mektup satır satırdı
Eskiden hayat daha güzeldi....
Kavgalar nadir,küslükler günlüktü
Ev sobalı, merdiven altı kömürlüktü
Pantolon yamalı,nikahlar ömürlüktü
Eskiden hayat daha güzeldi...
7 notes · View notes
bunecileapt · 1 year ago
Text
çocuklar yazmadığım bazı güncellemeler mevcut, bi şeyi o kadar halının altına attım ve sadece psikologla konuştum ki bu mesele biraz yoluna girince bile tüm süreci hatırlayıp hiç bahsedemiyorum ama bu aralar kök salmayı deniyorum denebilir, bir de bu meselenin üzerine kocam da kocam bi kadın oldum ya her şeyin çok yolunda gitmesi bana oyun oynuyormuşum gibi hissettiriyor arada sevgilimi de evcilik mi oynuyoruz diye darlıyorum, her şey nasıl süper olabildi böyle bi anda, yoo diyo ne oyunu yaza evlencez bana kalsa baharda evlencez bu arada ama iyi ki bana kalmıyor, bi anda her şey hafiften düzeliyormuş gibi oldu ya öyle rahatım ki 3. sayfa haberi olacağıma inandıran karanlık biraz geriye gitti, hala çok yüksek bir yerdeyken atlarsam klimanın zımbırtısına takılırım diyorum ama bi yandan da niye atlayayım ki, teşekkürler allahım ya çok zorladın ama demek ki ben de bu kadar zorlanmaya müsait bi yapıya sahipmişim, hayatta kalma becerilerim fena değilmiş
4 notes · View notes
keemlenyekun · 2 years ago
Text
Fildişi Kulemden merhabalar
Zafer mi? Haklı olmak mı?
Sevgili defter, sana yine fildişi kulemin burçlarından sesleniyorum. Ben bu ülkede hor görülmüş, dışlanmış, damgalanmış, kolundaki yahudi kolluğuyla gezen bir adamım.
Bu adam için ülkenin diğerlerinin yaşadığı saçma sıkıntıların beni bağlamaması çok normal değil mi? Evet normal. Seçimlere bakışım da buydu.
Ülkemiz 2017deki Türk tipi başkanlığı 15 temmuzun gazıyla evet dediği gün biz ülke olarak ne kaybettiğimizin farkına varamadık. Yapılan değişiklik ülke zaten ayrışmış yanarken ocağı tamamen dağıtmak ve tüm köyü yakmaya benziyordu. Saçmaydı. Siyasetsiz hali bile saçmaydı. Ve o gün biz ülke olarak mağlup olmuştuk. Bu mağlubiyetten sonra ülke olarak tek temennim demokrasiye yakınlaşmak olacaktı. Sonraki iki seçim de gösterdi ki konu demokrasiyi kazanamamak bile değildi, toplum olarak net şekilde ikiye ayrılmış olmaktı. Hem de her kesim kendi ifrat ve tefritinde boğulurken.
Kamplaşma mı diyorlar. Heh işte o.
Bir tarafın diğer tarafa koyduğu. Evet. Seçim zamanları böyle değil mi? En sakin insanlar bir anda seçim sonunda koyduk mu diye bağırmaya başlamadılar mı?
Ülkemiz her kesimden cahillik içinde savrulmakta. İşlerinin uzmanı olanlar işlerini bilmiyorlar. Genel olarak halk yoğun propaganda altında ne düşüneceğini bilemez halde, düşünmeden milliyetçilik oyunu oynuyor. Benim açımdan milliyetçilik sonu her türlü kavgayla biten bir evcilik oyunu. Tarih boyunca öyle de oldu daima.
Fildişi kulemden konuşmak kolay. Hele bir de samsunda konuş bunları. Ahahah. Ben yaklaşık olarak 10 yıldır cahille sohbeti kestim. Şaka değil, normal bir vatandaş hukuk bilmiyor malum, ben o adama anayasa, evrensel hukuk ilkesi falan anlatmam, sen haklısın der geçerim. Susarım. Varsın o beni salak sansın. Yendim sansın. Yalan değil. Bu tavrımı bir defa aştım onda da ofiste müvekkilin yanında gelen adamın üzerine yürüyordum dövmek için. Ahahahah. Kimse gelip ofiste siz hukuk bilmiyorsunuz diyemez, hele hele bir sanayi ustası hiç diyemez. Burası samsun ve şiddet doğaldır. Ahahahah. Şaka şaka. Ama adamı kovdum o başka.
Ne anlatıyordum? Fildişi kulemde hava da esiyor biliyor musun sayın defter.
Dur bak. Ben bu tumblrı on yıldır kullanıyorum. Ben tumblr vesilesiyle evlendim sayın defter. Ahahah. Şaka değil bu arada. O sebeple burası benim defterim ve not düşmek isterim. Sonra gelip okurum beş yıl sonra. Yaş 38 olduğunda.
Bir kaç tespit daha yapmam lazım. Beş yıl ya da daha erken gelip haklılığımı ölçmek için.
Demokrasiyi kazananların yönettiği bir sistem sanmamız aslında en büyük yanılgımız. Zira demokrasi bu tezin aksine kaybeden olarak geçen diğer herkesin yönetime bir şekilde katıldığı bir yönetim şekli. Öyle değil mi sayın defter.
Bunu sağlamanın çeşitli yolları var, yani dünyada yaşanan deneyimlerin bize gösterdiği yollar. En bilindiği bağımsız yargı, bağımsız anayasa ve anayasa mahkemeleri. Sonra 4.güç basının özgürleşmesi, reklamların düzenlenmesi, iş adamlarının gazete yönetiminden uzak tutulması vb. Onlarca yol ve yöntem.
Ülkeme dair yapılacak ilk tespit bu olmalı: biz demokratik bir ülke değiliz. Bu şimdinin sorunu değil yanlış anlaşılmasın. Biz cumhuriyet kurulduğundan beri demokratik olmadık. Sistemlerin bir önemi olmadığını, başkanlık yarı başkanlık ya da parlamenter sistem olmasının hiç önemi olmadığını da belirlemek gerekir.
Getirilen sistem bizim neyi, hangi programı seçmemiz üzerine kurulu değil. Evet, buna negatif siyaset diyorlar sanırım. Bir şeytan belirle ve o şeytanın yanında olan ya da olmasa da yanında görünen herkesi şeytanlaştır. Bu sistem boşuna bizim ölüm fermanımız diye demiyorum. Biz kimin yönetmesini seçmiyoruz, kim yönetmemeli diye oylama yapıyoruz, böyle olmadı mı? Oysa bizi kim, nasıl yönetmeli diye seçim yapmalıydık. Olmadı, olmayacak da. Bunu en ileri dediğimiz demokratik toplumlar bile sağlayamıyor. Oyun düşünce kalitesinin yükselmesi gerekiyor. Bu da demokratik olmayan devlet düzenlerinde mümkün olmuyor. Sonuç ne: şeytan diye gösterilen bizi yönetmemeli. Yönetenin bir önemi yok.
Bu arada bu tespitin hükümete yönelik olarak yapılmadığı da belli değil mi? Muhalefet için şeytan kimdi? Ve o şeytan yönetmesin diye oy verilmedi mi? Partilerin programını kimler okudu. Muharrem ince gibi elinde dosyadan başka ne vardı partilerin. Hükümet partisinin hiç yoktu o başka. Ama muhalefette oyu yüzde ikinin üzerinde olmayan deva partisinin bir kaç ışık veren programı dışında kimin programı vardı elle tutulur. Yok. Sıfır. (bu arada altılı masanın parlamenter sistem ve geçiş süreci programı genel hatlarıyla güzeldi. Ama misal ekonomi de kişi adlarından başka program var mıydı? Halledeceğiz, bakacağız, getireceğiz. Hükümet zaten allahlık, onlar ekonominin yumuşak karnı olduğunu bildiğinden konusunu bile geçirmediler.)
İşte ülkenin bu duruma gelmesinin onlarca sebebi varken en temel sebebi bu Türk tipi başkanlık sisteminin bu şeytanlaştırma siyasetinden doğması ve yürütülmesidir. Öncelik bu sistemden kurtulmak olmalıydı. Çözüm parlamenter sistem değil belki ama demokratik kurumların daha etkinleştirildiği her türlü sistem bu sistemden iyidir. Yüzde üç alan partinin amacının hükümet kurmak olmadığı kendi azınlığını savunacağı konuşacağı bir sistemin inşası gerekiyor. Bu olur mu peki? Mümkünü kalmadı artık.
Neye layıksak öyle yönetiliriz. Layık olduğumuz durum bu.
İnşallah olmaz ama durum gösteriyor ki ekonomik olarak sonumuz pek hayırlı değil. Zaten çok kötü durumdayız, ve daha kötüsü kapıda. Üzülür müyüm?
Bu çok önemli soru. Beni taşlayanlara hiç üzülmem demiştim içerdeyken, adımı bilmeden, yandaş basında yayınlanan listelerde bu da vatan haini diyen babam olsa affetmeyeceğim diye söz vermiştim. Bu hesap ahiret gününe bırakılmış bir hesaptı. ancak allah nasip ederse bir kaç cenaze namazına iştirak edip açıktan söylemeyi hayal ediyorum: hakkımı haram ediyorum, haram zıkkım olsun, allah bildiği gibi yapsın. İçerden çıktıktan sonra bu toplumdan nefret ediyordum. Üç yıl kadar sürdü bu. Yumuşadık. Ben eskiden ölümlü trafik kazası haberinde ağlayan adamdım. Şimdi ağlayamıyorum ama üzülüyorum. Samsundaki topluluğun da etkisiyle halkı pek sevdiğim söylenemez. Üzülür müyüm? Ekonomi daha kötü olduğunda mecbur üzüleceğim. Kendim de yanıyorum zira. Ama bir nebze -oh çekme vaziyeti de olabilir. ahahah. Mevcut düzene oy verenlerin ekonomi hakkında eleştirme haklarının sonuna gelmiş durumdayız. Sülaleden birisi ekonomi hakkında ya da başka bir kötülük hakkında konuşursa açıkça da söyleyeceğim: sen artık konuşamazsın bu konuda konuşma hakkını sandıkta nihayete erdirdin. Kabullendin ve bize kabul ettirdin artık yaşama zamanı.
Kaç ay ya da yıl sonra bakacağız bakalım bu yazıya tekrar?
Mevzu sadece ekonomik değildi. Hatta ekonomi onca sorunun belki en kolay halledilecek yanıydı. Asıl önemli olanın hukuk olduğunu düşünmekteyim. Anayasal ilkelerden demokratik devlet düzeninin sağlanmasının en temel yöntemi hukuk devleti olmak zira. Hukukla ilgili bu hükümet öyle sınıfta kaldı ki. Hükümet yanlıları dahil bu sistemden memnun olan kimse görmedim. Öyle halkla ilgili de değil sadece, hakimler savcılar avukatlar katipler herkes mutsuz bu sistemde. Nasıl bir şeydir bu?
Gelelim yazının sonuna: zafer kazanmak umurumda değil, haklı olmak güzel. Cezaevinde de tüm duygum buydu, ben suçsuz şekilde buradayım, haklıyım, ister beş yıl ister on yıl ne fark ederdi. Yusuf değiliz ama haklıyız.
Bu yazı burada dursun.
Cemil Meriç'in fildişi kulesine çekilmesi gibi ben de çekilmiştim, şöyle bir pencereden baktıydım o kadar. Yoksa kulemden seyrediyorum her şeyi. Ekmeğimdeyim. Ruhsatım da geldi. Oh mis. Bu hafta içi tören falan olursa takdim edilir. Az buçuk para da kazanırsam tamamdır. Umurumda mı dünya?
vesselam.
5 notes · View notes
bernamegeh · 3 months ago
Text
Remziye Fırtına Kimdir
Sinema oyuncusu Remziye Fırtına, 1916 senesinde dünyaya geldi.Babası Mehmet bey, annesi Şükriye hanımdır.1964 senesinde Göksel Arsoy, Belgin Doruk, Cevat Kurtuluş, Ahmet Tarık Tekçe gibi isimlerin rol aldığı Evcilik Oyunu isimli filmde rol alarak sinema sanatçılığına başladı.Korkusuz Korkak, Umudumuz Şaban, Küçük Hanımın Şoförü, 5 Milyoncuk Borç Verir misin, Nereye Bakıyor Bu Adamlar, Beklenen…
0 notes
selin-n · 2 months ago
Text
💙💙
🎼🎶🎵🖤
Çocuk olmak,
En masum yerinde durmak hayatın.
Belki bir evcilik oyunu mutluluk,
Belki uçan balonlar,oyuncaklar
Elma şekeri tadında hayat,
Çimenlere yatmak uzanmak
Kumdan yıkılmaz kuleler yapmak.
Çocuk olmak,
Yalandan çıkardan,hesaptan uzak
Mutluluğu en doruklarda yaşamak.........
Tumblr media Tumblr media Tumblr media
138 notes · View notes
lolonolo-com · 3 months ago
Text
Özel Eğitime Giriş 2023 2024 Bütünleme Soruları
Özel Eğitime Giriş 2023 2024 Bütünleme Soruları Özel Eğitime Giriş 2023-2024 Bütünleme Soruları 1. 6-12 aylık süreçte bebekle hangi oyunun oynanması önerilmektedir? A) Araba yarışı B) Evcilik C) Cee oyunu D) Yakar top E) Hırsız polis Cevap: C) Cee oyunu Açıklama: Bebeklerin bilişsel gelişiminde yüzlerini saklayarak “cee” yapma oyunu, 6-12 aylık dönemde sıklıkla önerilmektedir. 2.…
0 notes
aykutiltertr · 5 months ago
Video
youtube
Sev Dedi Gözlerim - Zerrin Özer ✩ Ritim Karaoke Orijinal Trafik (Oryanta...  ⭐ Video'yu beğenmeyi ve Abone olmayı unutmayın  👍 Zile basarak bildirimleri açabilirsiniz 🔔 ✩ KATIL'dan Ritim Karaoke Ekibine Destek Olun (Join this channel to enjoy privileges.) ✩ ╰┈➤ https://www.youtube.com/channel/UCqm-5vmc2L6oFZ1vo2Fz3JQ/join ✩ ORİJİNAL VERSİYONU 🢃 Linkten Dinleyip Canlı Enstrüman Çalıp Söyleyerek Çalışabilirsiniz. ⭐ 🎧 ╰┈➤ https://youtu.be/22PCOY2Qf3Y ✩ (MAKE A LIVE INSTRUMENT ACCOMPANIMENT ON RHYTHM IN EVERY TONE) ✩ Aykut ilter Ritim Karaoke Ekibini Sosyal Medya Kanallarından Takip Edebilirsiniz. ✩ İNSTAGRAM https://www.instagram.com/rhythmkaraoke/ ✩ TİK TOK https://www.tiktok.com/@rhythmkaraoke ✩ DAILYMOTION https://www.dailymotion.com/RhythmKaraoke ⭐ Sev Dedi Gözlerim - Zerrin Özer ✩ Ritim Karaoke Orijinal Trafik (Oryantal Muhayyer Kürdi Arabesk) Gördü gözlerim, gördü gözlerim Bir gerçeği gözlerinde, gördü gözlerim Bir heves değil, bir arzu değil Sevgilin budur senin, sev dedi gözlerim Seni yıllardır bekliyordum Bir sevgilim yok, yok diyordum Hasretin yokluktan zehrolmuştu Dünyadan bir zevk almıyordum Sen de bahtım gibi bana vefasız olma sevgilim Ömrümce aradım seni yaşla dolmasın gözlerim Her arzunun ötesinde bir ağ gibi hep sen vardın Aşkların en güzeliyle uzandı sana ellerim Hasretim sensin, tek çaremsin Yıllardır beklediğim aşkımsın benim, aşkımsın benim Bıktı artık gönlüm gamdan, kederden Ayrılık isteme sakın ne olur benden Şu benim bahtımı bilemezsin ki Yerden yere vurdu beni ne gelir elden Sen de bahtım gibi bana vefasız olma sevgilim Aşkların en güzeliyle uzandı sana ellerim Hasretim sensin, tek çaremsin Yıllardır beklediğim aşkımsın benim, aşkımsın benim Zerrin Özer Genel bilgiler Doğum 4 Kasım 1957 (66 yaşında)[1] Ankara, Türkiye Tarzlar Pop, arabesk, caz Meslekler Şarkıcı Etkin yıllar 1975-günümüz Müzik şirketi KentFonoTempa & FoneksPrestijKissClassTanTMCOzanAtlasPDNDPollKemal AslanDMCİrem Müzik Resmî site www.zerrinozer.org Eş Alper Önal (e. 1990; b. 1991) Levent Süren (e. 2006; b. 2008) Murat Akıncı (e. 2019; b. 2020) Zerrin Özer (d. 4 Kasım 1957, Ankara), Türk şarkıcıdır. Yaşamı 1970'li yılların popüler sanatçılarından Tülay Özer'in küçük kardeşi olan Zerrin Özer ilk, orta ve lise eğitimini aynı zamanda doğum yeri de olan Ankara'da tamamladı. Anne ve babasının ayrılığı çocukluk yıllarına damga vurmuş, müziğe olan tutkusu Amerikalı şarkıcı Janis Joplin hayranlığı ile büyümüştür. Kariyeri İlk yılları Kendi çalışmasıyla 1975'te katıldığı bir TRT yarışmasında birinci olmuş, müzik kariyeri yolunda ablası Tülay Özer'in büyük desteğini almış, ilk plağı olan Bizler ve Sizler / Yalvarırım'ı 1976 yılında, uzun yıllar birlikte çalışacağı Kent Plak tarafından yayınlandı. Müzik kariyerini takip eden dönemde İstanbul Gelişim Orkestrası ile caz ve dans müziği yapan Zerrin Özer, 1979 yılında ilk dikkat çeken çalışması Esin Engin aranjeli, sözlerinde ve müziğinde Orhan Gencebay imzası bulunan "Gönül" şarkısı ile patlama yaparak, 1980 yılının en iyi 45'liği seçilen ikinci ve son çalışması Gönül / Yaman Olurum ile Altın Plak Ödülü almaya hak kazandı. 1980 yılında ilk stüdyo albümü Seni Seviyorum adıyla piyasaya çıktı, onu aynı yıl içerisinde Sevgiler izlemiştir. 1981 yılında Ve Zerrin Özer albümüyle arabeske yönelmiş, bu yöneliş sanatçının eserlerine olan ilgiyi artırmıştır.[kaynak belirtilmeli] İlk yurt dışı konserlerini 1982 yılında Türkiye'yi tanıtmak için Paris'te 'Binbir Gece' adı altında vermiş, bir yıl sonra Olympia'da bir resital için sahne almış, yine aynı yıl Gelecek Misin? albümünü yayınlamıştır. Kariyerinde müzikal değişiminde gerçekleştiği seksenli yıllar Zerrin Özer için birçok albümün yayınlandığı on yıl kuşağı olmuş, sırası ile 1984'te Mutluluklar Dilerim, 1985'te Evcilik Oyunu ve Kırmızı adlı albümleri yayınlanmıştır. Kırmızı albümünde değişikliğe giderek "Eminem" ve "Dom Dom Kurşunu" şarkılarını "İntuv Ene" ve "Merhaba Ya Habeyip" adlarıyla Arapça seslendirdi. Diskografi Stüdyo albümleri 1980: Seni Seviyorum 1980: Sevgiler 1981: Ve Zerrin Özer 1982: Gelecek misin? 1984: Mutluluklar Dilerim 1985: Kırmızı 1985: Evcilik Oyunu (Sanatçının izni olmaksızın piyasaya sürülmüştür.) 1987: Dayanamıyorum 1988: Dünya Tatlısı 1990: İşte Ben 1991: Sevildiğini Bil 1992: Olay Olay 1996: Zerrin Özer 1997: Zerrin Özer 97 2000: Bir Zerrin Özer Arşivi 2002: Ben (Sanatçının izni olmaksızın piyasaya sürülmüştür.) 2002: Ölürüm Ben Sana 2005: Ve Böyle Bir Şey 2007: Ömür Geçiyor & Zerrin Özel 2009: Emanet (Sabiha Akdemir ile) 2023: Basit Numaralar 45'likler 1976: Bizler ve Sizler / Yalvarırım 1979: Gönül / Yaman Olurum Tekliler 2001: Dünya Tatlısı 2009: Fire 2010: Yerin Hazır 2010: Alim 2012: Giden Gitti 2014: Keşke (Ensar Cantürk ile) 2014: Sevda Zindanları 2015: Yağmurlar (İlker Özdemir ile) 2016: Zerrin Özer ve Saz Arkadaşları 2017: 1 Şarkı 2 Zerrin 2018: Beni Tanıma 2020: Arap Kızı (Bohem ile) 2020: Wonderful Surprise 2021: Ben Hep Buralardayım 2022: Can Hüseyin 2023: Basit Numaralar 2023: Harbiden Git (feat. Saz Arkadaşları) 2023: Basit Numaralar 2023: Külfet
0 notes
baybaykus · 7 months ago
Text
👇👇👇
Bolu'da imam nikahıyla evlendirilen 11 yaşındaki kız çocuğunun sekiz aylık hamile olduğu ortaya çıktı. Samsun'da otomobil çarptı diye koma halinde hastaneye getirilen 14 yaşındaki kız çocuğunun, imam nikahlı eşi tarafından odunla dövüldüğü, sonra da kaza süsü vermek için motosikletle üzerinden geçildiği anlaşıldı. Ordu'da 13 yaşındayken para karşılığında evlendirilen kız çocuğu, sürekli dayak yediği 40 yaşındaki herifin evi terketmesi üzerine, kendi ailesi tarafından kabul edilmedi, henüz 17 yaşındayken üç çocuğuyla ortada kaldı. Gaziantep'te özel hastanede 18 yaşında birinin kimliğiyle doğum yaptırılan kız çocuğunun, aslında 12 yaşında olduğu tespit edildi. Adana'da 13 yaşındaki kız çocuğuna düğün yapıldı. Sakarya'da kuzeniyle evlendirilen 15 yaşındaki kız çocuğu, evden kaçıp polise sığındı. Tekirdağ'da bir noterin, 14 yaşındaki kızlarını evlendirmek isteyen ana-babaya muvafakatname verdiği belirlendi. Tokat'ta evlendirilen 12 yaşındaki kız çocuğunun dört aylık hamile olduğu anlaşıldı. Ağrı'da 16 yaşında evlendirilen kız çocuğu, işkence yapılmış, tuvalette eli kolu bağlanmış halde bulundu. İzmir'de 12 yaşında evlendirilen kız çocuğu, sezaryenle doğum yaptı. Adana'da imam nikahıyla evlendirilen 16 yaşındaki kız çocuğu, trenin önüne atladı. Korunması Gereken Çocuklar Sempozyumu'nda konuşan Gümüşhane Üniversitesi öğretim üyesi, bizzat yaşadığı hadiseyi anlattı, “yol kenarında bir kız çocuğunu kucağında bebeğiyle ağlarken gördüm, 16 yaşındayken evlendirilmiş, anne olmuş, bebeğinin eli yanmış, ne yapacağını bilmiyor, bebeğiyle birlikte ağlıyordu, aslında orada bir anne ağlamıyordu, iki çocuk ağlıyordu” dedi. Kayseri'de para karşılığında evlendirildiği herif tarafından sokağa atılan, kamyonet kasasında yaşayan 15 yaşındaki kız çocuğu, av tüfeğiyle canına kıydı. Konya'da 16 yaşındayken evlendirilen kız çocuğu, inşaatın yedinci katından atladı. Siirt'te dünyaya geldi, ismi Kader'di, 12 yaşında evlendirildi, 13 yaşında anne oldu, 14 yaşında canına kıydı, adı üstünde kaderi böyleymiş denildi, geçildi. 12 yaşındayken iki bilezik karşılığında 40 yaşındaki evli herife kuma verildiği ortaya çıkan kız çocuğu “yanına yatmaya korkardım, bana oyuncak almayınca ağlardım” dedi. 11 yaşındayken 40 yaşındaki herifle evlendirilen kız çocuğu “çocuk doğuramıyor diye dövüldüğünü, üç dört sene kaynanasının koynunda yattığını” söyledi. 30 yaşında biriyle evlendirilen 13 yaşındaki kız çocuğu, seneler sonra gazete röportajında anlattı: “İlk gece beni tek başıma odaya soktular, korkudan bayıldım, kolonya verdiler, evlendirildiğim kişi odaya geldi, ‘hadi gel seninle evcilik oyunu oynayalım' dedi, bu cümleyi hayatım boyunca unutmayacağım…” 12 yaşındayken okulundan alınıp, başlık parası karşılığında 50 yaşındaki herifin koynuna sokulduğu anlaşılan kız çocuğu “derslerim çok iyiydi, rüyamda sürekli mezun olduğumu, diploma aldığımı görüyorum” dedi. Henüz 14 yaşındayken 10 bin lira karşılığında, beş çocuk, dokuz torun sahibi 70 yaşındaki herife verilen kız çocuğu, seneler sonra bu konuda araştırma yapan üniversite ekibine anlattı, “annemi asla affetmeyeceğim, hayatımı değiştirme imkanım olsaydı, en önce babamı değiştirirdim” dedi.
*
Akp hükümeti, işte bu sapıklara af kanunu çıkarmaya çalışıyor.
*
Geceyarısı sessiz sedasız meclisten geçirirken muhalefet partilerine yakalanan Adalet bakanımız “bunlar tecavüzcü değil, cinsel istismar suçunu zorla işlemiş kişiler değil, tamamen ailelerin ve küçüğün de rızasıyla yapılmış işler” diyor… Adalet bakanımızın “küçüğün de rızasıyla yapılmış işler” dediği işler, işte bu işler!
*
Ve bu işler… Sadece ahlaksız babalar, utanmaz dünürler, sapık damatlarla yapılmıyor. İmamlarla yapılıyor.
*
İmamlar nikah kıyıyor.
İmamlar onaylıyor.
Babalar istedikleri kadar ahlaksız olsun, dünürler istedikleri kadar utanmaz olsun… İmamlar rıza göstermese, bu insanlık suçu işlenebilir mi?
İmamlar, nikahını kıy diye kendilerine getirilen kız çocuklarını polise, jandarmaya, savcıya bildirse, bu talihsiz kız çocukları, babaları hatta dedeleri yaşındaki sapıkların yatağına sokulabilir mi?
*
İmamlar, bu işlerin olmazsa olmazıdır.
*
Yılmaz Özdil.
1 note · View note
Text
Poison Thanks for Nothing - Türkçe Çeviri
Müzik ve Şarkı Sözleri: Jayn
Orijinal Videolar: Cyber DIVA Jayn Cover
Çevirili Videolar: Yakında Youtube'a yüklenecektir.
Zehir (Poison)
I never wanted to play make-believe
Evcilik oyunu gibi olsun hiç istemedim
I tried to stay within reality
Gerçekliğe bağlı kalmaya çalıştım.
And from a real young age
Ve de daha küçük yaşlardan itibaren
I learned to cope with pain
Acı ile başa çıkmayı öğrendim.
I never was the same
Aynıları gibi değildim.
I didn't want you to be superman
Süpermenmiş gibi davranmanı beklemedim
I only wanted you to hold my hands
Sadece elimden tutmanı istemiştim.
I guess I asked too much
Galiba senden çok şey istedim
Or wasn't worth enough
Ya da senin için bu kadar değerli değildim.
But I kept faith because
Fakat yine de sana olan inancımı kaybetmedim, çünkü
You're supposed to love & protect me
Senin beni koruyup sevmen gerekliydi.
Sorry that I didn't turn out the way that you wanted, but I just wanted you to stay
Senin istediğin şekilde birisi olamadığım için üzgünüm fakat benim yanımda olmanı istemiştim.
You're supposed to love & accept me
Senin beni kabullenip sevmen gerekliydi.
Instead, I waited wasting so much time, and without you - I really had to sacrifice -
Bunun yerine, beklerken boşa zaman harcadım ve sen yanımda olmayınca-
the part of my heart that believed dreams could come to life
Hayallerin gerçekleşebileceğine olan inancımı feda etmek zorunda kaldım.
I played my part (I did my part) You had my heart (You had my heart)
Ben kendi rolümü oynadım (Kendi görevimi yerine getirdim.) Sana tüm gücümle güvenmiştim. (Sana tüm gücümle güvenmiştim.)
Believed it all would work out without a shred of doubt (I believed, you'd be there for me)
Bir sorun çıkmadan işe yarayacağına inanmıştım. (Yanımda olacağına inanmıştım.)
But in your eyes (But in your eyes) I couldn't fly (I couldn't fly)
Ama senin gözünde (Ama senin gözünde) Uçamazdım.(Uçamazdım)
Why wasn't I good enough?
Neden, yeterince iyi değil miydim?
Guess I just don't mean much
Sanırım sana göre pek bir şey ifade etmiyorum.
Is it too late
Bu oyunu bırakmak için
To quit this game?
Çok mu geç oldu?
Fill me with poison make me numb
Zehrin ile doldur, uyuştur beni
I don't care if my heart stops
Kalbimin durmasına aldırış etmem
Feed me your bullshit, hope it works
İşe yarayacağını düşünerek saçmalıklarda doldurdun beni
That's all you're fucking good for
Tek yapabildiğin şey bu zaten
Thanks for nothing
Hiçbir yararda bulunmadığın için sağ ol.
Should I apologize for giving up?
Pes ettiğim için özür dilemeli miyim?
Should I be sorry that I've had enough?
Artık sınırıma geldiğim için üzülmeli miyim?
Of broken promises
Tutulmayan sözler
Excessive harsh judgements
Aşırı sert yargılar
And subtle rejections
Ve katı davranarak karşı çıkmalar
Are you aware of what you've done to me?
Bana ne yaptığının farkında mısın?
Or are you so just blind that you can't see
Yoksa göremeyecek kadar kör müsün
The scars that you've left here
Bende bıraktığın bu yaralar
Mutating into fear
Bana yakınlaşan insanlardan
Of people getting near
Korkmama yol açtı.
You're supposed to love & accept me
Senin beni kabullenip sevmen gerekliydi.
Instead, I waited wasting so much time, and without you - I really had to sacrifice -
Bunun yerine, beklerken boşa zaman harcadım ve sen yanımda olmayınca-
the part of my heart that believed dreams could come to life
Hayallerin gerçekleşebileceğine olan inancımı feda etmek zorunda kaldım.
You had a chance (You had a chance)
Bir şansın vardı (Bir şansın vardı)
I took it back (I took it back)
Bu şansını geri aldım (Bu şansını geri aldım.)
Why should I let you go free (I'm sorry)
Canımı yakmayı sürdürürken(Üzgünüm)
When you can't stop hurting me? (But you're the one who chose to leave)
Neden seni serbest bırakmalıyım? (Ayrılmak isteyen sendin)
Wish I were strong (Wish I were strong)
Keşke yeterince güçlü olabilseydim (Keşke yeterince güçlü olabilseydim.)
Enough to hold ... on ( I could hold on)
Buna dayanacak kadar (Dayanabilirim)
But the ache grows and grows
Ama acı büyümeye devam ediyor
As long as I still can't say 'no'
Ben 'hayır' diyemeyeceğim süre kadar.
So ... you've got to go
Bu yüzden ... senin (hayatımdan) gitmen gerekli.
Swallow your poison, just one gulp
Zehrini sadece bir yudumda tat
I want you to drink it all
Hepsini içmeni istiyorum.
Have just a taste of what you serve
Yaptığın şeyin bir tadına bak
This is how bad your lies hurt
Yalanların bu derece can yakıcıydı.
Thanks for nothing
Hiçbir yararda bulunmadığın için sağ ol.
I'm not too sensitive, And I'm not incompetent
Çok hassas değilim, Ve ben beceriksiz değilim.
You failed the job that you were meant to have in my life
Hayatımda yapman gereken bu işi başaramadın.
No, I'm not incompetent. No, I'm not too sensitive
Hayır, beceriksiz değilim. Hayır, çok hassas değilim.
And if you really cared then you'd just say you're sorry!
Ve eğer umurunda olsaydı en azından özür dilerdin!
The saddest part is that you won't even hear this song
En üzücü yanı da bu şarkıyı muhtemelen duyamayacaksın bile...
I wish
Keşke
That things had been different
Olaylar farklı olsaydı.
But now I just can't leave it all behind
Fakat şimdi bütün hepsini geride bırakamam.
If I could heal the wounds within
Eğer ki bu yaraları iyileştirirsem
Maybe we both could start again
Belki ikimiz yeniden başlayabilirdik
For now I can't, my heart is cracked
Artık yapamam, kalbim kırıldı.
So until then ...
Bu sebeple de ...
Can't let you in
Seni kabul edemem
This is the end
Sonu bu şekilde.
Fill me with poison make me numb
Zehrin ile doldur, uyuştur beni
I don't care if my heart stops
Kalbimin durmasına aldırış etmem
Feed me your bullshit, hope it works
İşe yarayacağını düşünerek saçmalıklarda doldurdun beni
That's all you're fucking good for
Tek yapabildiğin şey bu zaten
Thanks for nothing x8
Hiçbir yararda bulunmadığın için sağ ol. x8
Hak sahiplerinden çevirmek için izin alınmıştır.
Çevirmen Notları:
'Thanks for Nothing' sözünün tam bir karşılığı Türkçede olmaması üzerine şarkının konusuna göre çevirdim. Duruma göre farklı anlamlar taşımaktadır.
Çevirme yetkisi verdiği için Jayn'e çok teşekkür ederim. Bu şarkı aslında benim çevirisini yapmak istediğim ilk şarkıydı ve 2019 yılı civarı çevirmeye uğraşmıştım, tabi o zamanki bilgilerimle bazı deyimleri anlayamamıştım ve Türkçeye nasıl uyarlamam gerektiğini bilmiyordum. Sözleri beni derinlemesine etki etmişti daha o zamanlar ve dinlerken duyguyu anlıyordum. Jayn çok sevdiğim bir müzik yapımcısıdır bu yüzden lütfen kanalına göz atmayı unutmayın (๑>◡<๑)
-Kiseki
0 notes
hopefulkidshark · 1 year ago
Photo
Evcilik Oyunu
1975 film
Initial release: 1975
Director: Orhan Aksoy
Music composed by: Bora Ayanoğlu
The Game of House is a Turkish film directed by Orhan Aksoy, produced by Türker İnanoğlu, and starring Gülşen Bubikoğlu and Tarık Akan.
PlayersGülşen Bubikoğlu , Tarık Akan, Hulusi Kentmen , Hülya Tuğlu , Mürüvvet Sim , Mumtaz Ener , Sami Hazinses
Evcilik Oyunu (film, 1975) - Vikipedi (wikipedia.org)
Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media
Tarık Akan & Gülşen Bubikoğlu ~ Evcilik Oyunu, 1975
158 notes · View notes