#En iyi kız oyunları
Explore tagged Tumblr posts
Text
LÜTFEN DİKKAT
OKUMANIZDA FAYDA VAR.
Geç bir vakitte, Messenger’e gelen mesajı ve mesajı gönderen kişiyi görünce, ekranın karşısında kala kaldım.
Mesaj yazan daha on beş, on altı yaşlarında küçücük bir kızdı ve “Benimle arkadaş olur musun?” diye yazmıştı.
Tekrar şaşkınlıkla saate baktım.
Bu saatte, bu kızın yatağında olması gerekmiyor muydu?
Onu sosyal medyada arkadaş aramaya kadar iten yalnızlık nasıl bir yalnızlıktı?
“Merhaba kızım.” dedim. “Öncelikle yaşını öğrenebilir miyim?”
“On beş.”
“Ben kaç yaşındayım, biliyor musun”
“Hayır bilmiyorum.”
“Ben de elli yaşındayım ve hemen hemen senin kadar bir kızım var. Kusura bakma ama böyle geç bir saatte, internette arkadaş aramana çok şaşırdım.”
Önce bir süre cevap gelmedi.
Ardından “Ben çok yalnızım.” diye yazdı.
Bilmiyorum neden ama o anda içim acıdı.
Ben kalabalığı da yalnızlığı da çok iyi bilirim. Gel gelelim, bir çocuğun kendini bu denli yalnız hissetmesi bana çok farklı gelmişti.
“Annen baban neredeler?”
“Uyuyorlar.”
“Peki, sen neden uyumuyorsun?”
“Konuşmak istiyorum.”
“Ne üzerine?”
“Fark etmez. Ne olursa artık.”
Bu sefer de ben sustum bir süre.
Ne yazayım diye kara kara düşündüm önce.
“Annenle ve babanla konuşsan daha iyi olmaz mı kızım? Bak bu saatte, sosyal medya da, karanlık sokaklara benzer. Karşına kimin çıkacağı belli olmaz. Belki sana yaşlı bir adamın abartısı gibi gelecek ama inan seni üzerler.”
“Ben de çok isterim annemle, babamla konuşmayı ama onların hiç vakitleri yok ki. Hep çok yoğunlar. Hep gelenimiz gidenimiz var. En ufak bir şey sormaya kalksam, kızıyorlar bana. Mesela bugün okulda bir çocuk beni merdivenlerden aşağı itti. Sonra da küfür ederek yanımdan geçti gitti. Okuldan eve gelir gelmez bunu anlatayım istedim ama annem telefonda arkadaşıyla konuşuyordu, babamsa bilgisayarının başındaydı. Konuşamadım. Sustum.”
Sohbet derinleştikçe, karşımdaki zavallı kızı daha iyi anlıyordum.
Adını hatırlamıyorum. Bir yazardı sanırım. Şöyle demişti.
“Yalnızlık, yanında kimsenin olmaması değildir. Yalnızlık, yanında seni dinlemeyenlerin, anlamayanların ve sevmeyenlerin olmasıdır.”
Kız gerçekten çok yapayalnızdı.
Yoksa neden gecenin en karanlık saatlerinde, içinde bir umut kırıntısıyla, arkadaş peşine düşsün?
İyi de,
Ya ona denk gelen ben değil de, başka biri, başka niyetleri olan bir herif denk gelseydi. Ve kız da o herife inansaydı, onunla sohbet etseydi, hatta daha da ileriye gidip buluşmaya, görüşmeye kalksaydı.
Aklıma küçücük yaşlarında tecavüze uğrayan, işkence gören ve öldürülen kızlar geldi.
O kızların gözlerini hayal ettim.
Umutlarını, düşlerini, gülüşlerini düşündüm.
Sanki kalbime bıçak saplanır gibi oldu.
Ya bu kız da…
“Ah güzel kızım. Seni anlıyorum. Yalnız şunu unutma lütfen. Benim yaşımda olan erkeklerin seninle paylaşacak çok şeyi olmaz. Hele de bu kirlenmiş, kimin ne olduğu bilinmeyen, kötülüklerin fır döndüğü sosyal medyada hiç olmaz. Senden ricam, lütfen şimdi yatağına git ve güzelce uyu. Yarın sabah uyandığında annene ya da babana bu gece benimle yaptığın sohbeti anlat…”
Sözümü kesti.
“Hayatta olmaz. Çok kızarlar bana.”
“Kızsınlar” dedim. “Sen yine de anlat. Onlara de ki, Tamer amca diye biriyle tanıştım. O bana dedi ki ‘Bütün işler bekler ama çocuk kalbi beklemez.’ Ve selamlarımı ilet.”
Durdu, düşündü ve “Tamam söz söyleyeceğim.” dedi.
Birbirimize iyi geceler diledik ve ayrıldık.
Sonra bir haber alamadım.
Baktım hesabını da kapatmış.
Şimdi nerededir, kiminledir, hala yapayalnız mıdır?
Bilmiyorum.
Bildiğim tek şey var.
Bu yüzyılın asıl bahtsızları çocuklarımızdır.
Onlar boyunlarından büyük bedeller ödeyerek büyümeye çalışıyorlar.
Sevgisiz bireyler, sevgisiz toplumlar, şiddet, ölüm, savaş, tecavüz, taciz, hastalıklar, ekonomik sıkıntılar, internet, telefon, bilgisayar oyunları, tüketim çılgınlığı ve kalabalık yalnızlıklar.
Onlar,
O çocuklar yürekleri ağlaya ağlaya büyüyorlar.
Neresinden tutacağız, neresinden tutup da çocuklarımızı düştükleri yerden kaldıracağız?
Kimse bilmiyor.
Ve bilmemek bizi dirhem dirhem öldürüyor.
N’olur, çocuklarımızı gece yarıları kimseye “Benimle arkadaş olur musun?” yazdıracak kadar yapayalnız bırakmayalım. Varsın paraları, işleri, güçleri, evleri, kredileri, taksitleri, dolarları, altınları onların olsun. Hepsinin canı cehenneme..!🙏🙏💖💖
Yadigâr Gidici
7 notes
·
View notes
Text
SAS Voleybol Akademi iddialı geliyor
https://pazaryerigundem.com/haber/186778/sas-voleybol-akademi-iddiali-geliyor/
SAS Voleybol Akademi iddialı geliyor
Türk voleybolunun efsane isimlerinden Bursalı Hüseyin Koç, şehrin bu branşta potansiyelini ortaya çıkarmak için kolları sıvadı. Koç, bu topraklardan milli takıma oyuncu göndermeyi amaçladıklarını dile getirdi.
BURSA (İGFA) – Kariyerinde Çankaya Belediyesi, Ziraat Bankası, İstanbul Büyükşehir Belediyesi, Halkbank, Arkas, Galatasaray ve Bursa Büyükşehir Belediyesi forması giyen,3 lig şampiyonluğu, Akdeniz Oyunları birinciliği, ÜNİVERSİAD Dünya Şampiyonluğu, Süper Kupa, Türkiye Kupası, Balkan Kupası, 1 Avrupa şampiyonluğu, 3 Avrupa en iyi pasör ödülü, Şampiyonlar Ligi ikinciliği ve 25 madalya kazanan, 240 kere oynayarak Milli Takım forması terleten Bursalı eski voleybolcu Hüseyin Koç, bu şehre hizmet için kollarını sıvadı.
Aktif voleybol kariyerinin ardından takım menajerliği görevlerinde bulunan Koç, Ertuğrul Güler’in kurucusu olduğu SAS Voleybol Akademi ile yepyeni bir sayfa açtı. Kendi yaşadığı şampiyonlukları, çocuklara öğretmeyi amaçladığını kaydeden efsane voleybolcu, “30 yıl önceden bildiğim voleybol altyapılarda hala gösterilmiyor. Her çocuğumuzun yeteneği var. Sporcuyu şekillendirmek antrenörün elinde” diye konuştu.
200 yaş grubu 40 kızdan oluşan bir ekiple çalıştığını vurgulayan Hüseyin Koç, “SAS Voleybol Akademi, oyuncu yetiştirip, milli takıma göndermek, üniversitelerden spor bursu aldırmayı hedefliyor. Önemli bir kariyere sahip sporcu olarak birinin altyapıya girmesi gerekiyordu, kimse cesaret edemiyor. Voleybolu en doğru şekilde, teknik, oyun sistemi, profesyonel antrenmanla sistematik bir şekilde öğretmeyi amaçlıyoruz.
Büyüdüklerinde görecekleri sistemi küçük yaşta görüyorlar. 3 senede yapacakları antrenmanları alt yaş grubunda alıyorlar. Bursa’nın bir değeriyim. SAS Akademi’de 40 kız öğrenci var. Bursa’nın gelmiş geçmiş en iyi voleybolcularından birisiyim.
Eski TOFAŞ SAS oyuncusu, SAS Voleybol Akademi kurucusu Bursaspor’un eski basketbol menajeri Ertuğrul Güler’le birlikte spora hizmet için çalışıyoruz. Oyuncu yetiştirelim, Bursa’ya hizmet etmek istiyoruz. Turhan Tayan Anadolu Lisesi’nde salı, perşembe, cumartesi ve pazar günleri voleybol antrenmanlarımız var. Basketbol ise her gün yapılıyor” diye konuştu.
BU Haber İGF HABER AJANSI tarafından servis edilmiştir.
0 notes
Text
Gökçe Bahadır Kimdir?
Gökçe Bahadır Kimdir?
Geçen sezona damga vuran Ufak Tefek Cinayetler’in Oya’sı Gökçe Bahadır kimdir? Gökçe Bahadır kaç yaşında? Gökçe Bahadır Aslen Nereli? Gökçe Bahadır Hangi Burç? Gökçe Bahadır biyografisi ve Gökçe Bahadır hakkında bilmeniz gerekenler tüm detaylarıyla haberimizde… Gökçe Bahadır kaç yaşında? Gökçe Bahadır Aslen Nereli? Gökçe Bahadır Hangi Burç?Gökçe Bahadır Saç Rengi? 9 kasım 1980’de İstanbul’da doğan Gökçe Bahadır İstanbulludur. Şu an 39 yaşında olan Gökçe Bahadır akrep burcudur. Gökçe Bahadır kimdir? 2003 yılında yayın hayatına başlayan ve o dönemin en çok izlenen gençlik dizisi Hayat Bilgisi’nde canlandırdığı Törpü karakteri ile yıldızı parlayan daha sonra yine başarılı yapımlardan Yaprak Dökümü dizisi ile şöhretini devam ettiren Gökçe Bahadır kimdir? Ünlü oyuncunun kariyeri ve özel hayatı ile ilgili tüm merak edilenlere haberimizden ulaşabilirsiniz. Gökçe Bahadır, 9 Kasım 1981 tarihinde İstanbul’da dünyaya geldi. Akademi İstanbul Radyo Televizyon bölümünde lisans eğitimi aldı. Daha sonra Müjdat Gezen Sanat Merkezi’nde oyunculuk üzerine eğitim aldı. Okuduğu yıllarda Fenerbahçe FM’de radyo programında sunuculuk yaptı. Okuldan mezun olduktan sonra ise Best TV’de VJ’lik yaptı ardından da Show TV’de Sinyal programınını sundu. 2001 yılında Tatlı Hayat isimli dizi ile profesyonel oyunculuk kariyerine başlayan Gökçe Bahadır, daha sonra 2002 yılında Beşik Kertmesi, 2003 yılında Mühürlü Güller gibi o dönemin ses getiren yapımlarında konuk oyunculu olarak yer aldı. Hakan İşleyen Kimdir? 2003 yılında yayın hayatına başlayan 2005 yılına kadar devam eden ve o dönemin başarılı yapımlarından biri olan Hayat Bilgisi dizisinde Törpü karakterine hayat verdi. Bu dizi ile adını geniş kitlelere duyurmayı başardı. Daha sonra Digiturk’te yayınlanan JoJo adlı çocuk programında sunuculuk yaptı. Ardından yine bir dönemin büyük ses getiren dizilerinden Yaprak Dökümü dizisinde Leyla karakterini canlandırdı. 2012 yılında yayınlanan Kayıp Şehir dizisinde başrollerde izleyici karşısına çıktı. 2010 yılında Penti’nin çorap reklam filminde oynadı. Özel Hayatı: Ünlü oyuncu, 22 Temmuz 2011 tarihinde merhum oyuncu Kemal Sunal’ın oğlu Ali Sunal ile dünya evine girdi. Ancak bir takım nedenlerden dolayı 23 Şubat 2012 tarihinde bu evliliğini sonlandırdı. 2015 yılının Ekim ayında yayınlanmaya başlayan “Hatırla Gönül” adlı dizide rol alan Gökçe Bahadır dizide Engin Öztürk, Onur Saylak ve Selen Öztürk gibi ünlü isimler ile birlikte oynadı. Gökçe Bahadır Filmleri 2017 – Aşk Uykusu (Yonca) 2014 – Bana Masal Anlatma (Neriman) 2013 – Aramızda Kalsın 2012 – Kayıp Şehir 2011- Alvin ve Sincaplar 2011 – Dedemin İnsanları 2011 – Sensiz Olmaz 2009 – Hırçın Kız Kadife Gökçe Bahadır Dizileri 2018 – Ufak Tefek Cinayetler (Oya Toksöz) 2017 – Adı Efsane (Bahar) 2015 – Hatırla Gönül (Gönül) 2012 – 5’er Beşer 2006-2010 – Yaprak Dökümü 2005 – Yine de Aşığım 2004 – Yol Palas Cinayeti 2004 – Hayat Bilgisi 2003 – Mühürlü Güller 2002 – Beşik Kertmesi 2001 – Tatlı Hayat Gökçe Bahadır Tiyatro Oyunları 2014 – 2015 Kuru Sıkı Gökçe Bahadır Reklam filmleri 2010 – Resim 2010 – Zeytin Gökçe Bahadır Ödülleri 2013 Mimar Sinan Güzel Sanatlar Lisesi En İyi Kadın Oyuncu (Aramızda Kalsın) 2013 Elle Style Awards Türkiye Elle Style Kadın Oyuncu (Aramızda Kalsın) 2013 12.magazinci.com İnternet Medyası (En İyiler) Yılın Kadın Dizi Oyuncusu (Kayıp Şehir) 2013 2. Kristal Fare Ödülleri En İyi Kadın Dizi Oyuncusu (Kayıp Şehir) 2013 Antalya Televizyon Ödülleri Dram Dizisi En İyi Kadın Oyuncu (Kayıp Şehir) 2012 Siyaset Dergisi Ödülleri Yılın Tv Kadın Oyuncusu (Kayıp Şehir) 2012 44. SİYAD Ödülleri En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu Performansı (Dedemin İnsanları) 2012 17. Sadri Alışık Sinema ve Tiyatro Ödülleri En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu (Dedemin İnsanları) 2012 Bilkent Üniversitesi En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu (Dedemin İnsanları) Read the full article
0 notes
Text
“BENİMLE ARKADAŞ OLUR MUSUN?
Geç bir vakitte, Messenger’e gelen mesajı
ve mesajı gönderen kişiyi görünce,
ekranın karşısında kala kaldım..
Mesajı yazan daha on beş, on altı yaşlarında küçücük bir kızdı ve ‘Benimle arkadaş olur musun?’ diye yazmıştı..
Tekrar şaşkınlıkla saate baktım..
Bu saatte, bu kızın yatağında olması gerekmiyor muydu?.
Bu saatte, bu kızı sosyal medya da arkadaş aramaya kadar iten yalnızlık nasıl bir yalnızlıktı?.
‘Merhaba kızım.’ dedim..
‘Öncelikle yaşını öğrenebilir miyim?’
‘On beş.’
‘Ben kaç yaşındayım, biliyor musun’
‘Hayır bilmiyorum.’
‘Ben de elli yaşındayım ve hemen hemen senin kadar bir kızım var. Kusura bakma ama böyle geç bir saatte, internette arkadaş aramana çok şaşırdım.’
Önce bir süre cevap gelmedi.
Ardından ‘Ben çok yalnızım.’ diye yazdı..
Bilmiyorum neden ama o anda içim acıdı..
Ben kalabalığı da yalnızlığı da çok iyi bilirim.. Gel gelelim, bir çocuğun kendini bu denli yalnız hissetmesi bana çok farklı gelmişti..
‘Annen baban neredeler?’
‘Uyuyorlar.’
‘Peki, sen neden uyumuyorsun?’
‘Konuşmak istiyorum.’
‘Ne üzerine?’
‘Fark etmez. Ne olursa artık.’
Bu sefer de ben sustum bir süre..
Ne yazayım diye kara kara düşündüm önce..
‘Annenle ve babanla konuşsan daha iyi olmaz mı kızım?
Bak bu saatte, sosyal medya da, karanlık sokaklara benzer. Karşına kimin çıkacağı belli olmaz. Belki sana yaşlı bir adamın abartısı gibi gelecek ama inan seni üzerler.’
‘Ben de çok isterim annemle, babamla konuşmayı ama onların hiç vakitleri yok ki.
Hep çok yoğunlar. Hep gelenimiz gidenimiz var. En ufak bir şey sormaya kalksam, kızıyorlar bana.
Mesela bugün okulda bir çocuk beni merdivenlerden aşağı itti. Sonra da küfür ederek yanımdan geçti gitti. Okuldan eve gelir gelmez bunu anlatayım istedim ama annem telefonda arkadaşıyla konuşuyordu, babamsa bilgisayarının başındaydı.
Konuşamadım. Sustum.’
Sohbet derinleştikçe, karşımdaki zavallı kızı daha iyi anlıyordum..
Adını hatırlamıyorum bir yazardı sanırım şöyle demişti..
‘Yalnızlık, yanında kimsenin olmaması değildir. Yalnızlık, yanında seni dinlemeyenlerin, anlamayanların ve sevmeyenlerin olmasıdır.’
Kız gerçekten çok yapayalnızdı..
Yoksa neden gecenin en karanlık saatlerinde, içinde bir umut kırıntısıyla, arkadaş peşine düşsün?.
İyi de, ya ona denk gelen ben değil de,
başka biri, başka niyetleri olan bir herif denk gelseydi..
Ve kız da o herife inansaydı, onunla sohbet etseydi, hatta daha da ileriye gidip buluşmaya, görüşmeye kalksaydı..
Aklıma küçücük yaşlarında tecavüze uğrayan, işkence gören ve öldürülen kızlar geldi..
O kızların gözlerini hayal ettim..
Umutlarını, düşlerini, gülüşlerini düşündüm..
Sanki kalbime bıçak saplanır gibi oldu..
Ya bu kız da…
‘Ah güzel kızım. Seni anlıyorum.
Yalnız şunu unutma lütfen.
Benim yaşımda olan erkeklerin seninle paylaşacak çok şeyi olmaz. Hele de bu kirlenmiş, kimin ne olduğu bilinmeyen, kötülüklerin fır döndüğü sosyal medyada hiç olmaz.
Senden ricam, lütfen şimdi yatağına git ve güzelce uyu. Yarın sabah uyandığında annene ya da babana bu gece benimle yaptığın sohbeti anlat…’
Sözümü kesti..
‘Hayatta olmaz. Çok kızarlar bana.’
‘Kızsınlar’ dedim.
‘Sen yine de anlat. Onlara de ki, Tamer amca diye biriyle tanıştım. O bana dedi ki
-Bütün işler bekler ama çocuk kalbi beklemez.’ Ve selamlarımı ilet.’
Durdu, düşündü ve
‘Tamam söz söyleyeceğim.’ dedi..
Birbirimize iyi geceler diledik ve ayrıldık..
Sonra bir haber alamadım..
Baktım hesabını da kapatmış..
Şimdi nerededir, kiminledir, hala yapayalnız mıdır bilmiyorum..
Bildiğim tek şey var..
Bu yüzyılın asıl bahtsızları çocuklarımızdır..
Onlar boyunlarından büyük bedeller ödeyerek büyümeye çalışıyorlar..
Sevgisiz bireyler, sevgisiz toplumlar, şiddet, ölüm, savaş, tecavüz, taciz, hastalıklar, ekonomik sıkıntılar, internet, telefon,
bilgisayar oyunları, tüketim çılgınlığı ve kalabalık yalnızlıklar..
Onlar,
O çocuklar yürekleri ağlaya ağlaya büyüyorlar..
Neresinden tutacağız,
neresinden tutup da çocuklarımızı düştükleri yerden kaldıracağız kimse bilmiyor..
Ve bilmemek bizi dirhem dirhem öldürüyor..
N’olur, çocuklarımızı gece yarıları kimseye ‘Benimle arkadaş olur musun?’ yazdıracak kadar yapayalnız bırakmayalım.
Varsın paraları,
işleri, güçleri, evleri, kredileri, taksitleri, dolarları, altınları onların olsun.
Hepsinin canı cehenneme!..“
(Alıntıdır…)
HAYIRLI AKŞAMLARINIZ OLSUN DOSTCANLAR..🙋♀️
20 notes
·
View notes
Text
Bungou Stray Dogs Dazai, Chuuya, 15 Yaş - 3. Bölüm
Wattpad Linki
Dazai ile Chuuya’nın yumruğu çarpıştı.
“Suçlunun kim olduğunu söyle!”
“Olmaz!”
Chuuya, Dazai’nin cevabını bitirmesini beklemeden hızlıca yanaştı. Alttan güçlü bir yumruk attı.
Dazai zıpladı ve yumruktan kaçındı. Havada yuvarlandı, düşme hızını silahını aşağıya doğrultmak için kullandı.
Chuuya siyah metal çubuktan, yetişkin bir erkeğin boyunda olsa bile, korunmak için iki elini de kaldırdı. Dazai’nin zemine indiği andaki duraklamasından yararlandı, yağmur kadar hızlı bir yumruk attı.
“Suçlunun kim olduğunu anladığın falan yok!”
“Hayır, senin gibi bir ortaokul öğrencisine karşın gayet iyi anladım.”
Bir seri yumruktan sonra, Dazai’nin savaşmaktan başka seçeneği kalmamıştı. Dazai geriledi, savaş alanının köşesine çekildi.
“Hadi! Hadisene! Savunma yapmak sana savaşı kazandırmaz!”
Sonunda Chuuya epey cüretkar bir yolu seçti, yumruğunu kaldırdı. Rakibini yerinde dikine döndüren güçlü bir teknikti ve havadayken Dazai’yi tekmeledi.
Ancak Dazai, Chuuya vurmadan önce aralarındaki mesafeyi açtı.
“Evet! Kötü oldu!”
Dazai düğmeye basar basmaz karakteri bir ışık yaydı. Savrulan metal çubuktan yakıcı bir ışık yayıldı ve Chuuya’nın karakterine vurdu.
“Hayır! Bekle!”
Chuuya’nın bağrışı, şiddetli elektronik seste kayboldu. İnen metal çubuk durmadı ve sayısız ışık ekranda yanıp söndü. Saldır, saldır, saldır, saldır. Saldırı bir fırtına gibi akın etti ve Chuuya şaşkınlıkla olan biteni seyretti.
En sonunda, Chuuya’nın bedeni Dazai’nin karakteri üstünde “zafer” kelimesi parlarken yere yığıldı.
“Ve son. Oyun yeteneklerinden bihaber miydin?”
“Kahretsin! Bir tur daha!”
İkisi şehir merkezindeki bir atari salonundaydılar. Her taraftan yüksek elektronik sesler ve müşterilerin konuşmaları duyuluyordu. İkisi oyun salonunda karşı karşıyaydılar ve bir dövüş oyununda kendilerini yarışmaya kaptırmışlardı.
“Bir kez daha savaşabiliriz ancak sonuç aynı olacak. Öyle görünmese de ellerim marifetlidir.” dedi Dazai ellerini sallarken. “Şimdi… sözümüzü hatırladın mı? ‘Kaybeden kazananın emirlerine itaatkar bir köpek gibi uyacak.’ Sana ne yapsam acaba?”
“Kahretsin! Kazanacağımdan çok emindim…!”
Randou’nun evinden uzaklaştıktan sonra, fikir ayrılığına düşmüşlerdi. Bekleyip suçluyu daha kolay yakalamak için dikkatlice hazırlanmayı isteyen Dazai, suçlunun yerini hemen bulmak isteyen Chuuya’ya karşı çıkmıştı. Tartışma sırasında Dazai bulduğu suçlunun ismini söylemeyi reddetti. Ve sorunlarını şiddetle ya da tehditle çözmeleri Mori tarafından yasaklanmıştı.
Sonuç olarak atari oyunları, diğerinin isteğinden vazgeçmesi için adil bir çözüm olarak seçilmişti. Sonra, kaybedenin kazanana boyun eğeceği bahisleriyle şehir merkezine gittiler.
Dahası, ikisi gelecekte de yüzlerce kez aynı oyunu, aynı bahisle, aynı yerde oynayacaklardı –bu konuya ayrı bir yerde değinilecek.
“Bakıyorum da özgüvenin yerlerde.” dedi Dazai hafifçe bedenini sallarken. “Yeteneğin yüzünden yenildin. Çok güçlü bu yüzden taktiksel düşünmeyi ya da kurnazlık yapmayı öğrenememişsin. Hala boyunun gösterdiği gibi çocuksun. Bu yüzden kazanamazsın. İster video oyunlarında ister bulmacalarda, kazanamazsın işte.”
“Bulmaca mı?” Chuuya Dazai’ye baktı. “Kaybetmek bir kenara bulmaca falan çözdüğümü hatırlamıyorum. Muhtemelen ‘bulduğun suçlu’yu bencilliğin yüzünden kaçırdın. İnanamıyorum buna.”
“Doğru.” Dazai başını salladı. “Ama suçlunun kim olduğunu bilmiyorsun, değil mi?”
“Huh?”
“Suçlu kim biliyor musun?”
“…suçlu...” Chuuya somurttu ve diğer tarafa döndü.
“…hatırlarım…”
“Hm? Ne dedin?”
“…karar… verdim…”
“Ne? Seni duyamıyorum?”
“Anladık be!" Chuuya oyun makinesinin üzerinde tepindi ve sinirli bir sesle bağırdı. “Aptal olduğun halde- sapık herif!”
“İyi madem. Öyleyse ilk kimin suçluyu yakalayacağına dair bir yarışma yapalım. Sen kazanırsan girdiğimiz bahis geçerli olur. Ama ben kazanırsam hayatının geri kalanında köpeğim olursun.”
“Hmph. Zor şartlar koydun diye bocalarım mı sanıyorsun?” Chuuya tehditkar gözlerlerle Dazai’ye baktı. “Boş blöfler yapıyorsun. Elinden geleni ardına koyma, bahsi kabul ediyorum. Taktiksel düşünemeyip kurnaz olmadığımı mı sanıyorsun? Ortalıkta senin gibilere kozumu gösterip dolaşamam.”
“Tebrikler, sözlerini etkileyici bir biçimde söylediğinde gayet iyi oluyor! Hayranım sana kuçu kuçu, hanimiş iyi çocuk(1)~”
“Saçımı okşama!”
Chuuya kafasını dalga geçer gibi okşamaya çalışan Dazai’nin elini tekmeledi.
O sırada, Chuuya’nın elleri hala ceplerindeydi.
“Aklıma gedi de…” aniden dedi Dazai, Chuuya’nın tekmesini izlerken. “Daha önce ellerinle savaştığını hiç görmedim. Hirotsu-san ile de GGS ile de savaşırken saldırılarını yalnızca tekmelerinle yapıyordun. Ellerin hep ceplerindeydi. Neden? Tırnakların kırılır diye mi korkuyorsun?”
“Hayır. Sadece savaşma şeklim öyle.”
“Ahh, anladım. Ellerini bilerek kullanmıyorsun.” Dazai sinsice gülümsedi. “Anlaşılan içinde bir ikilem var, Chuuya-kun… ikilemlerinin arasında ise sınır. Önce, iki aynı tür yeteneğe sahip yeteneklilerin savaşında ne olacağını kestirememiştim. Sen ve Hirotsu-san’nın savaşında, doğal bir avantajın vardı bu yüzden bilmediğin bir yetenek doğal düşmanın olabilirdi. Ve yeteneğin ne olduğunu, görene kadar bilemezdin. Bundan dolayı, bu sektörde, bu tip yeteneklilere karşı her zaman hazırlıklı olmak gerekir. Tabi ben, etkisizleştirme yeteneğimden dolayı istisnayım… savaşırken ne düşünüyordun? Neden o teknikle kendini sınırlıyorsun?”
“Bilmene gerek yok.” Chuuya bakışlarını kaçırdı.
“Öyleyse sorumu değiştireyim. Güçlü Tanrı ‘Arahabaki’yi… neden arıyorsun?”
“Çünkü…” bir şey söylemek üzere olan Chuuya ağzını açık bıraktı ve birisini görmesiyle kaskatı kesildi.
“Hm? Sorun nedir, Chuuya-kun?”
Chuuya hızlıca sırtını Dazai’ye döndü ve ceketinin kapüşonuyla yüzünü sakladı.
“Adımı söyleme!” Chuuya kısık sesiyle fısıldadı. “Benimle konuşma! Onlar gidene kadar sessizce ekrana bak!”
“Onlar mı?”
Dazai, oyun salonunun girişine gözlerini çevirdi.
Üç genç bir şeyi arıyormuş gibi etraflarına bakınıyorlardı; iki erkek ve bir kız, Dazai ve Chuuya’yla aynı yaştaydılar.
Şehir merkezinde, belli bir özellikleri olmayan, sıradan üç genç gibi duruyorlardı. Ancak her birinin bileklerinde mavi bir sargı bağlıydı.
“O mavi sargı… Tüm koyun üyelerinin taktığı, Koyunlardan olduklarını belirten işaret.” Dazai üçlüye baktı ve Chuuya’ya döndü. “Onlarla karşılaşsan kötü mü olur?”
“Bu şartlar altında karşılaşmamızın iyi bir fikir olacağını düşünmüyorum!”
“Ah… Anladım.”
Dazai parmakları çenesindeyken bir süre düşündü ama çok geçmeden geniş bir gülümseme yüzüne yayıldı. Sonra bağırdı.
“He~y, Chuuya-kun! Hemen işe koyulmamız lazım~! Patron öyle emretmemiş miydi~ ?”
“Seni…!”
Chuuya’nın tehditkar fısıldamasıyla beraber, üçlü Chuuya’nın isminin söylenmesine tepki verdi. Sonra yüzleri aydınlandı.
“Chuuya! Sonunda bulduk! Seni arıyorduk!”
Chuuya elini salladı ve derin bir iç çekip üçlüye seslendi. Sonrasında, üç genç kendisine doğru gelirken soğukkanlı bir ifadeye büründü.
“Güvende misiniz? Sevindim.” Dedi Chuuya yetişkinlere benzeyen bir sesle. Yüzünde en ufak bir duygu parçası yoktu. İfadesi taşa benziyordu.
“Burada neler oluyor, Chuuya?” üçlü grubun ortasında bulunan gümüş saçlı çocuk kaşlarını çattı. “Akira ile Shougo’nun mafya tarafından yakalandığından haberin var mı?”
“Endişelenme.” Dedi Chuuya duygusuz bir sesle. “O sorun şimdi hallediliyor. Yakalanan sekiz kişi zarar görmeden eve dönebilecek.”
“Hallediliyor… Nasıl? Organizasyonda dedikodular dolaşıyor. Mafya etrafını sarmış, sen de onların ayak işçisi olup köpek gibi ne isterlerse yapıyormuşsun! Bu dedikoduları bastırmak benim için ne kadar zordu, biliyor musun? Eh, neyse ne. Üsse dönüp hadlerini bildirelim! Hep yaptığımız gibi!”
Dazai gözlerinde keyifli bir ifadeyle Koyunları sessizce seyretti, konuşmalarını dinledi.
“Ama önce, Arahabaki hakkındaki söylentilerden başka ne buldunuz?”
“Huh? Ah…” gümüş saçlı çocuk kafası karışmış gibi arkadaşlarıyla bakıştı. “Soruşturmamız devam ediyor. İstediğin gibi, dedikoduların sayısını ve kaynağının izini sürdük ve tahmin ettiğimiz gibi, söylentilerin çoğu iki hafta öncesine dayanıyor. Anlaşılan dedikodular sadece savaş sahalarına geri dönenlerden öğrenilebiliyor…”
Aniden Dazai sözünü kesti. “Öyleyse doğruluğu kanıtlanmış en eski dedikoduya göre Arahabaki ilk ne zaman çevresine zarar vermiş?”
Herkes Dazai’ye baktı.
“Hey… Chuuya? Bu kim? Bize mi katılmak istiyor?”
“Eh… onun gibi bir şey.” Chuuya Dazai’ye baktı ve gözlerini Koyun üyelerine geri çevirdi. “Pardon, sorusuna cevap verebilir misiniz?”
“Tabi, sanırım…” Gümüş saçlı çocuk aklı karışmış bir biçimde Dazai ile Chuuya’ya baktıktan sonra konuştu. “Çevresine zarar verdiği söylenen en eski, kanıtlanmış dedikodu yaklaşık sekiz yıl öncesine dayanıyor. Dünya savaşının son yıllarında Suribachi semtini oluşturan büyük bir patlama yaşanmış. O olaydan öncesinde Arahabaki’nin verdiği başka bir zarar yok.”
“Düşündüğüm gibi…” dedi Dazai tatmin olmuş bir yüzle.
“Hey Chuuya, bu adam gerçekten Koyunun yeni üyesi mi? Ne kadar istesen de geri kalanımıza danışmadan yeni birisinin katılmasına izin veremezsin. Organizasyona en çok katkısı olan ve organizasyonun en güçlüsü olduğun doğru ancak şimdilik, kurulun on üç üyesinden birisiyim. Diktatör gibi davrandığın için herkes tarafından eleştirilirsin.”
“Biliyorum.” Chuuya kısık bir sesle sözünü kesti.
“Öyle mi… tamam madem, sorun yok. Söylemem gerekenleri söyledim. Dürüst olmak gerekirse, herkes gücüne güveniyor. Bunda şüphe yok.” Gümüş saçlı çocuk arkadaşça Chuuya’nın omuzlarına samimi bir şekilde dokundu. “Kurtarma planı hazırlamamız lazım. Akira nehir kenarındaki fabrikada kaçırıldı. Aslında kaçırıldığı sırada yanındaydım. Zar zor saklanabildim.”
“Bekle, fabrikaya mı gittiniz?” Chuuya keskin bir sesle sordu. “Yine alkol mü çalıyordunuz? Çatışmanın ortasındayken hem de! Ve o fabrika mafyanın üssüne de yakın… size oradan uzak durun demiştim!”
“Bağırma.” Çocuk kaşlarını çattı. “İnsan öldürmeye gitmedik. Savunma planımıza uyuyordum sadece. Mükemmel bir fırsat değil mi? Koyunun tek bir saldırı kural vardır, ‘Ellerini Koyuna uzatırsan yüz kat daha güçlü bir biçimde geri vururuz’ değil mi?”
“Evet… Ama-“
“Chuuya, sen hep demiyor muydun ‘Diğerlerinin ellerinde olmayana sahip olanlar sorumluluğu üstlenmelidir’ diye? Yetenekli birisi olarak sorumluluk al, Chuuya!” Gümüş saçlı çocuk Chuuya’ya doğru yürüdü ve omuzlarını kavradı. “Hadi, gidelim artık!”
Ani bir alkış sesi duyuldu.
“İlginç.” Dedi Dazai. Gülümsüyordu ve yavaşça alkışlıyordu. “Sizler oldukça ilginçsiniz. Chuuya-kun, savaşa olan isteğiniz tıpkı kurtların gözünden bir koyununkisi gibi. Anlaşılan bir organizasyonun başında durmak sandığımdan daha zor. Sonraki görüşmemizde Mori-san’ın başını okşayacağım.”
“İntihar manyağı piç…”
“Siz Koyunlar. Chuuya-kun’u yanınızda götüremezsiniz. Şu anda Liman Mafyasının emrinde, bir işin ortasında çünkü.”
“Ne?” Gümüş saçlı çocuk küçük dilini yutmuş gibi Dazai’ye baktı. “Dedikodu değil miydi? Ama imkansız! Chuuya’nın mafyaya boyun eğmesi için bir neden olmalı…”
Chuuya’ya bakmasıyla beraber, ciddi ifadesinden bir şeyi fark etmiş gibiydi. “…Cidden mi?” fısıldayarak ellerini Chuuya’dan çekti. Kuşkuyla bir adım geriledi.
“Chuuya, şaka mı bu? Yoksa stratejin mi? Mafyaya gizlice sızıp içeriden yok edersen…”
“Hayır, doğru.” Chuuya sert bir sesle başını salladı. “Mafyanın patronu ciddi. Kendisini kurnazlıkla yenmek pek mümkün değil. Beni gözetliyor.”
“Gözetliyor mu?”
Chuuya bakışlarıyla Dazai’yi gösterdi. Birkaç saniye sonra Koyun durumu anladı ve irkildi.
“O çocuk mu…?!” Üç Koyun üyesi birkaç adım geriledi. Daha önce mafya üyeleriyle çatışmış olsalar da, ilk kez görevlendirilmiş bir astla karşılaşıyorlardı.
“Doğru. Tanıştığımıza memnun oldum.”
“H…Hey, Chuuya! Orada öylece durup ne yapıyorsun? Bu adam Liman Mafyası patronunun gözetmeni! Hemen rehin olarak alıp yaralamalı… hayır, öldürmeliyiz!”
“Amanın, çok korktum!” Dazai dalga geçer gibi iki elini kaldırdı. “Pes ediyorum, dörde bir kazanmam mümkün değil. Her şeyi yaparım, yeter ki canımı bağışlayın. Ne yapacağımı biliyorum, Mori-san’nın rehinleri salmasını sağlayacağım.”
“…Ne?”
Dörtlünün şaşkınlığını göz ardı ederek Dazai, göğüs cebinden telefonunu çıkardı, numarayı tuşladı ve telefonu kulağına koydu.
“Alo, Mori-san? Karnındaki derin kaygının ağırlığıyla nasılsın, başedebiliyor musun? Oh, geçti mi?” Dazai telefonda neşeli neşeli konuştu. “Soruşturma gayet iyi gidiyor. Yakında bitireceğiz. Hazır konusu açılmışken, bir isteğim var –Koyundan aldığımız rehineleri bırakabilir misin? Hemen. Zarar görmesinler. Sorun değil, şu ders verme alışkanlığın… Tabi, bay.”
Dazai konuşmayı bitir tuşuna bastı ve telefonu geri koydu, “Artık rehinler serbest.”
Bir süre, ne olduğunu anlamayan Koyunlar birbirine baktı.
“Hey çocuk, rehinleri bırakma yetkin bile var mı? Telefonda konuşurken patronunu parmağında oynatıyormuşsun gibiydin de-“
Gümüş saçlı çocuğun şüpheli bir ifadesi vardı ve telefonu çaldığında şaşırmıştı. “Vay- Doğruymuş! Herkesin sağ salim döndüğüne dair bir telefon aldım!”
Üç Koyun üyesinin keyifleri yerindeydi. Sadece Chuuya, tatmin olmamış bir yüzle Dazai’ye kuşkuyla bakıyordu.
“Sen… ne oyunlar çeviriyorsun?”
“Arkadaşlığımın bir kanıtı.” Dazai gizemlice gülümsedi. “Hadi gidelim artık. Bitirecek bir işimiz var.”
“İş mi?” gümüş saçlı çocuk aptal gibi güldü. “Chuuya mafyanın işini yapmayacak. Artık elinizde rehininiz yok.” Gümüş saçlı çocuk Chuuya’nın koluna asıldı. “Gidelim Chuuya. Herkes seni bekliyor!”
Ancak Chuuya kıpırdamadı.
“Hey…”
“Üzgünüm. Siz önden gidin.” Chuuya kafasını salladı.
“Huh? Ne diyorsun öyle?”
“Bu suçluyu yakalayacağım.” Chuuya’nın ifadesi sertti.
“Hayır… demek mafya seni tehdit ediyordu?” çocuğun gülümsemesi yüzünde takılı kaldı. “Şu anda yapmamız gereken daha önemli bir iş var. Akira ve diğerlerini kaçıranlardan intikam almamız lazım. Çoktan kaçakçıları biliyoruz. ‘Kara Kertenkele’ adında silahlı bir grup. Zorlu düşmanlar ama yanımızdaysan önemsemiyorum. Gidelim hadi.”
Gümüş saçlı çocuk Chuuya’nın omzunu tuttu ve geri çekti. Ancak Chuuya hala kıpırdamıyordu. Yerinde sabitti.
“Hey, Chuuya. Saçma davranıyorsun.”
“Arahabaki önce gelir.” Chuuya hareket etmeyi unutmuş gibi yerinde sabitti. “Bu adamla suçluyu ilk kimin yakalayacağına dair bahse girdim. Kaybedemem.”
“Ne? Bahis mi?” gümüş saçlı çocuk bağırdı. “Senin sorunun ne? Herkes düşmanı yenmeni bekliyor! Saldırının ünü, Koyunun bu şehirdeki bölgelerini yerinde tutuyor –‘Bizimle uğraşanlar affedilmez’ sözünü herkes bilir çünkü senin saygınlığın var! Kendi iyiliğin için bizimle gel!”
“Onu rahat bırak, Koyun.” Dazai arkalarından konuştu. “Yeteneğini kullanıp kullanmayacağına karar veren kişi Chuuya-kun, sizin onayınıza ihtiyacı yok. Muskanız için daha önemli bir şey buldum bu yüzden onayınızı alacağım.”
Koyun Chuuya’ya kuşkuyla baktı.
“Hey, Chuuya… ciddi misin? Yeteneğinin gücü olmazsa Koyun’un saldırı gücü yeterli olmaz. Bölgelerimiz bir hafta geçmeden elimizden alınır! Yoksa…”
Gümüş saçlı çocuk bir adım geriledi.
“Dedikodular… doğru muydu? Koyuna ihanet mi ettin… ve ödül için mafya üyesi olarak iş yapmaya mı başladın?”
“Mafyanın bu konuyla alakası yok. Bu, benim sorunum.”
“Öyle mi? Nasıl kanıtlayacaksın?”
“Kanıt vermek imkansız. Sadece ona inanmanız lazım.” Dazai aralarına girdi. “Yetmez mi? Arkadaşınız sonuçta… Hadi, gidelim.”
Dazai’nin isteksiz Chuuya’yı çekmesiyle üçlü istediklerini elde edemeyeceğini fark etti. Chuuya’nın yüzünde sert bir ifade vardı ve ardına bakmadı.
“Unutma Chuuya! Geçmişte yok yerden ne tanıdığın ne kimliğin varken ortaya çıktığında Koyun seni kabul etmişti!” Gümüş saçlı çocuk Chuuya ayrılırken seslendi. “Bu yüzden sorumluluk al, Chuuya! ‘Üstünlüğünü’ kabul et. Biz değil, sen dedin ‘Güçlüler sorumluluğu üstlenmeli.” Bu sözünü gözden geçirip bir kez daha düşünmen gerekmez mi?”
Chuuya cevap vermedi.
Gerisine bakmadan sessizce Koyunları ardında bıraktı.
***
(1)Burada aslında yosh yosh kelimesi kullanmış. Bizim köpekler için kullandığımız kuçu kuçuya benzeyen bir kelime.
71 notes
·
View notes
Note
Tpn 2. Sezon hakkındaki düşüncen ne 🤡 daha 5 bölüm çıkmış olmasına rağmen bu kadar saçma bir hale getireceklerini düşünmezdim benim için tamamen bir hayal kırıklığı
*boğazını temizler*
The Promised Neverland 2. Sezon Neden Çöp?
Tpn benim üç yıldır takip ettiğim, okuduğum en iyi seri diyebileceğim manga. Türü Gerilim/Psikolojik. İç karmaşa, akıl oyunları ve zihin savaşı hikayenin genelini oluşturuyor. Mangayı okuyanlar bilir ki bu seri fazlasıyla diyalog ağırlıklı. Tek bir sahnede karakterin aklından geçen yüzlerce şeyi okuyoruz. Çünkü bir Shounen mangası olmasına rağmen Tpn'de savaşlar fiziksel değil zihinsel. Akıl savaşı. Bu yüzden karakterlerin düşündüğü her şey önemli; geri dönüşler, simgelemeler, ihtimaller, akıllarından geçen her şey. Mangada bu tür akıl oyunları okumak fazlasıyla zevkliydi benim için. Ancak pek sevgili anime stüdyosu Cloverworks, anime uyarlamasında içsel konuşmaların gereksiz olduğuna kanaat getirmiş. Bu yüzden ta ilk sezondan itibaren anime, Mangadakinin yarısı kadar güçlü savaşlar sunamadı izleyiciye. Diyalog ağırlıklı bir psikoloji mangasına yapabilecekleri en kötü şey içsel konuşmaları çıkarmak olurdu, ve bunu yaptılar. Bu sebeple anime zaten baştan beri manga kadar iyi değildi. İlk sezon mangaya kıyasla zayıftı, atlanan kısımlar sebebiyle kurguda delikler oluşmuştu. Ancak yine de ilk sezon güzeldi, dramını da gerilimini de iyi verdiğini düşünüyorum. Her ne kadar manga kadar olmasa da, izletiyordu, ağlatıyordu.
2019 Mart ayında ilk sezon bitti ve ikinci sezonun geleceğini duyurdular. Her şey buradan sonra boklaşmaya başladı. Önce tarih olarak Ocak 2020 denildi, sonra Ekim 2020, en son Ocak 2021'e kadar ertelediler. Kısaca biz bu sezonu iki yıldır bekliyorduk. Bu kadar beklettiklerine göre harika bir şey geliyor herhalde falan diye düşündük, yanıldık.
The Promised Neverland 2. Sezonda olması beklenen şeyler:
Sözü Edilen Orman Arcı: Ormanda yaşadıkları birkaç gün, Mujika ve Sonju'nun gelişi, onlardan yemek yapmayı, avlanmayı, ilaç yapmayı ve Şeytan toplumunun genelini öğrenmeleri, B06-32'ye varış
Buraya kadarki kısım animede yine aceleye getirilmiş olsa da düzgün sayılabilecek şekilde verildi, tamam.
Tek problem, Arcın sonunda bahsi geçmesi gereken Yedi Duvar'dan bahsedilmemiş olmasıydı. Yedi Duvar hikayenin devamında önemli yeri olan bir arc ve o arcın yaşanması için Mujika'nın Emma'ya "Yedi Duvar'ı bul." demesi gerekiyordu. Animede bu yaşanmadı. Ve bu fazlasıyla saçmaydı açıkçası.
Ancak daha sonra, asıl en saçma, en geri zekalıca olan şey oldu:
B06-32'de olması gereken Yuugo debut
Gerçekleşmedi. Girdiklerinde oda boştu.
Ve Yuugo animeye sonradan da dahil olmadı. Koca karakteri, manganın en önemli karakterlerinden biri olan bu adamı hikayeden çıkardılar.
Şimdi neden bunun fazlasıyla salakça bir karar olduğundan bahsedelim.
Yuugo bu manganın fan kitlesi tarafından en sevilen karakterlerden biri.
Popülerlik testlerinde ilk 10'dan asla düşümüyor. Fandom ona bayılıyor.
Mangadaki sayılı mizah kaynaklarından biri. Onun gidişiyle sıkıcı havayı dağıtacak olan bir sürü komik sahne yok olmuş oldu.
Çiftlik sistemlerini anlamak için önemli bir taş olacaktı.
Manganın işlediği en büyük karakter gelişimlerinden birine sahipti. Psikolojik analizleri o kadar mükemmel yapılmıştı ki. Depresyonu, atakları, yalnızlıktan delirmesi, hepsi manganın psikoloji boyutunda ne kadar güçlü olduğunun bir kanıtıydı ve düzgün işlenseydi üzerine analiz makaleleri yazılacak bir karakter olurdu.
Çocukların o dünyada hayatta kalmasının en büyük sebeplerinden biri bu adamın savaş becerileriydi. Onları koruyordu. Ok atmayı yeni öğrenmiş bir avuç bebenin tek başına hayatta kalmasının bir mantığı yok.
Yuugo onlara savaşmayı öğretecekti. Silah kullanmayı öğretecekti.
Yuugo onlara kaybettikleri aile sevgisini ve güven hissini verecekti.
Arc finalinde olacaklar serinin en dramatik olayları arasındaydı ve okuyan herkesi salya sümük ağlatmıştı. Animede bunların hiçbiri yaşanmayacak.
Peki hikayede böyle köklü bir değişiklik yapıp koca karakteri çıkardıklarında anime nereye vardı?
Öncelikle Yuugo ile birlikte koca bir arc olan ve mangada yaklaşık 30 bölüm kaplayan Altın Havuz savaşını animede atladılar. Altın Havuz'la birlikte gelmesi gereken onlarca karakter, harika savaşlar, dram, aksiyon, gerilim; hepsi çöpe atıldı.
Üstelik Altın Havuz'un eşsiz bir estetiği vardı. Bu konuda saatlerce konuşabilirim. Her taraf rengarenkti ama çocuklar ölüyordu. Arkada neşeli bir müzik çalıyordu ama etraf kan gölüydü. Rengarenk kıyafetler giyiyorlardı ama ellerinde tüfekler vardı. Tezatlardan doğan harika bir havası vardı arcın. Üstelik bu havayı siyah beyaz bir mangada bile hissettirebilmişti bize. Animede o kadar harika olurdu ki tüm bunlar. Görmeyi çok istemiştik, hevesimiz kursağımızda kaldı...
Animede ne mi oldu? Altın Havuz sonrası geçen iki yılın sonunda olması gereken patlama sığınağa vardıklarından bir iki gün sonra oldu. Olay: Peşlerindeki askeri birlik Minerva'nın sığınağını buluyor ve tesisi havaya uçuruyorlar. Çocuklar arka geçitten kaçıyor.
Mantık hataları: B06-32 sığınağı şifreli kalemle zar zor bulunabilen bir yer. Çölün ortasında, yer altında. Mangada askerlerin orayı bulması yıllar sürmüştü, uzun süre yaşadılar o sığınakta. Askeri birlik orayı nasıl bu kadar çabuk bulmuş olabilir? Bulması bu kadar kolay olsaydı Minerva sığınağı oraya yapmazdı. Düşmanın bakış açısından düşünelim; kaçak çocuklar arıyorsun, ilk bakacağın yer çölün ortası mı olur? Neden orada olsunlar ki? Görünürde yemek yok, su yok. Kaçak ararken son bakılacak yerdir orası. Zaten o yüzden sığınak orada. İki günde Minerva'nın süper gizli sığınağını bulup patlattılar. Bunun senaryosunu kim yazıyor Allah aşkına ;-;
Peki sonra ne oluyor? Arka geçitten kaçıyorlar ve kendilerine yaşayacak başka bir yer bulmaya gidiyorlar. Sonrasında bir yıllık bir time-skip, ve bum, buradayız:
Eski bir tapınak. Kırık dökük bir bina. Burada yaşıyorlar. Bu gördüğünüz tapınak bir şeytan şehrinin hemen dibinde, ama terk edilmiş olduğu için kimse girip çıkmıyor.
Burada yaşıyorlar. Evet, şaytan şehrinin dibinde. Ve onları çölün ortasındaki yer altı sığınağında bulan Ratri askeri birlikleri, burada bulamıyor.
Kusura bakmayın bu çok komik. Trajikomik.
Gerçekten. Sadece mangadan sapmış olmalarında değilim, her şey o kadar mantıksız ilerliyor ki.
Mesela bu tapınakta yeni kıyafetleri var ama o kıyafetleri nereden buldular? Kendileri yaptılar diyelim, peki neyden? Bunu soruyorum çünkü animenin kurgusuna göre şu an sefil haldeler. Yemek bulamıyorlar, açlıktan ölmek üzereler.
Peki neden yemek bulamıyorlar? Emma avlanmayı biliyor. Diğerleri de az buçuk ok atabiliyor. Ormanlarda meyve sebze de toplayabilirler, yemek yapmayı da biliyorlar. Bu çocuklar neden aç?? Neden kir pas içindeler? Kıyafetlerini yıkamayı biliyorlar. Kolayca bir göl bulabilirler. Neden sefil haldeler? Her şey o kadar saçma ki.
Son bölümde çatıdan çatıya atlıyorlardı mesela. Yuugo yok, Altın Havuz Savaşı hiç yaşanmadı, peki bu veletler böyle atlayıp zıplatmayı nereden öğrendi? Hikayeye göre son bir yılda karınlarını bile doyuramadılar. Ne ara akrobat oldu bunlar?
Ve her şeyden öte, artık bu animeden tamamen ümidi kesmiş olmamın sebebi: Emma'nın karakterini yanlış lanse ediyorlar. Son bölümde Emma şunları söyledi, "Kendimden nefret ediyorum. Hiçbir şey beceremiyorum. Gidip diğerlerini kurtarmam lazım ama yapabilir miyim bilmiyorum."
Emma. Emma ve umutsuz konuşmak? Emma ve kendinden nefret etmek? Emma ve depresyon? Emma ve dram kasmak?
Bu, açık söylüyorum, bu karaktere yapılmış bir saygısızlık.
İlk sezonda da vardı, ama görmezden gelmeye çalışmıştım. Ama artık çizgiyi aştılar çünkü bu karakteri aslıdna o kadar farklı gösteriyorlar ki. Emma çok güçlü. Emma çok zeki. Ve hepsinden önemlisi Emma çok sakin ve düzenli bir zihne sahip. Mangada Yedi Duvar denen bir yer vardı, oraya ulaşmak için kendi zihninizdeki en büyük korkularınız ve endişelerinizin somutlaşıp karşınıza dikildiği bir boyutu aşmanız gerekiyor. Oraya Emma ve Ray birlikte gitti ve Ray geçemedi, Yedi Duvar'ı sadece Emma geçebildi. Bu bile onun hakkında bize çok fazla şey söylüyor. Emma basit prensipleri olan biri. Ne istediğini biliyor, kendi gücünün farkında. Elindekilerle istediği şeye ulaşmak için ne yapabileceğini düşünüyor ve onu yapıyor. Basit, ama zor bir düşünme şekli. Onda bu var. Yani Emma morali bozulup yelkenleri suya indirecek bir insan değil. Emma kendinden nefret edecek, umutsuzluğa kapışacak bir insan değil. Emma şeytan dünyasındaki yaşayan tüm insanların lideri, koruyucusu. Emma animede gösterilen kişi değil, o çok daha güçlü biri. Anime onu basitleştiriyor. İyi olduğu her konuyu çöpe atıyor, savaş yeteneklerini de zekasını da plan becerisini de liderliğini de her şeyini silip sadece salak ama şirin bir kıza dönüştürüyorlar onu. Bu, bir anime yapılabilecek en iğrenç şey. Ana karakterini basitleştirmek. Sırf kız diye onu klasik kalıplara uydurmaya çalışmak. Bu çok şerefsizce. Bu gerçekten, gerçekten çok aptalca. Stüdyonun bu karakteri harcadığına inanamıyorum.
Son bölümde Norman geri geldi. Mangaya göre iki yıl sonra olması gereken bir şeydi bu yine.
Bu kadar erken yaşta geldiğine göre sanırım animede Norman'ın büyüyüp soykırım yaptığı kısımları alsa göremeyeceğiz. Başkent Savaşı Arcı da büyük ihtimalle çıkarılacak. Bu da serinin final savaşına, Norman'ın karakter gelişimine, her bölüm beni salya sümük ağlatan dram sahnelerine ve dünyanın en duygusal manga arcına veda ediyoruz demek.
Toparlamam gerekirse, animenin şu anki gidişatına göre bir sürü arc, bir sürü savaş, bir sürü karakter, bir sürü önemli sahne atlanacak ve bodoslama finale gidecekler. Karakterler yanlış lanse ediliyor, serinin yarısını kesmelerinin yerini doldurmak için bölümler gereksiz sahnelerle uzatılmaya çalışılıyor, canım manganın içine ediliyor. Bu ikinci sezon fiyaskonun daniskası ve bu sezon yüzünden efsanelerle yarışacak potansiyeli olan bu hikaye unutulup giden bir anime olarak kalacak. Şu saatten sonra beklentim sıfır, zaten animenin içine ettiler ve devamında olacak saçmalıkları az çok tahmin edebiliyorum.
Kısaca, The Promised Neverland 2. Sezon çöptür.
Mangayı okuyunuz.
#The Promised Neverland#Yakusoku no Neverland#Tpn#Ynn#Anime Yorumu#?#Analiz#İçimi döküyorum takmayın#Çok sinirliyim#Bu anonu günlerdir bekletiyorum çünkü cevap veremeyecek kadar moralim bozuk#Güzelim animenin içine sıçtılar#Allah belanı versin Cloverworks
20 notes
·
View notes
Text
“BENİMLE ARKADAŞ OLUR MUSUN?”
Geç bir vakitte, Messenger’e gelen mesajı
ve mesajı gönderen kişiyi görünce,
ekranın karşısında kala kaldım..
Mesajı yazan daha on beş, on altı yaşlarında küçücük bir kızdı ve “Benimle arkadaş olur musun?” diye yazmıştı..
Tekrar şaşkınlıkla saate baktım..
Bu saatte, bu kızın yatağında olması gerekmiyor muydu?.Bu saatte, bu kızı sosyal medya da arkadaş aramaya kadar iten yalnızlık nasıl bir yalnızlıktı?.
“Merhaba kızım.” dedim.. “Öncelikle yaşını öğrenebilir miyim?”.“On beş.”
“Ben kaç yaşındayım, biliyor musun”
“Hayır bilmiyorum.”
“Ben de elli yaşındayım ve hemen hemen senin kadar bir kızım var. Kusura bakma ama böyle geç bir saatte, internette arkadaş aramana çok şaşırdım.”
Önce bir süre cevap gelmedi.
Ardından “Ben çok yalnızım.” diye yazdı..
Bilmiyorum neden ama o anda içim acıdı..
Ben kalabalığı da yalnızlığı da çok iyi bilirim.. Gel gelelim, bir çocuğun kendini bu denli yalnız hissetmesi bana çok farklı gelmişti..
“Annen baban neredeler?” “Uyuyorlar.”
“Peki, sen neden uyumuyorsun?”
“Konuşmak istiyorum.”
“Ne üzerine?”
“Fark etmez. Ne olursa artık.”
Bu sefer de ben sustum bir süre..
Ne yazayım diye kara kara düşündüm önce..
“Annenle ve babanla konuşsan daha iyi olmaz mı kızım? Bak bu saatte, sosyal medya da, karanlık sokaklara benzer. Karşına kimin çıkacağı belli olmaz. Belki sana yaşlı bir adamın abartısı gibi gelecek ama inan seni üzerler.”
“Ben de çok isterim annemle, babamla konuşmayı ama onların hiç vakitleri yok ki.
Hep çok yoğunlar. Hep gelenimiz gidenimiz var. En ufak bir şey sormaya kalksam, kızıyorlar bana. Mesela bugün okulda bir çocuk beni merdivenlerden aşağı itti. Sonra da küfür ederek yanımdan geçti gitti. Okuldan eve gelir gelmez bunu anlatayım istedim ama annem telefonda arkadaşıyla konuşuyordu, babamsa bilgisayarının başındaydı. Konuşamadım. Sustum.”
Sohbet derinleştikçe, karşımdaki zavallı kızı daha iyi anlıyordum..
Adını hatırlamıyorum bir yazardı sanırım şöyle demişti..
“Yalnızlık, yanında kimsenin olmaması değildir. Yalnızlık, yanında seni dinlemeyenlerin, anlamayanların ve sevmeyenlerin olmasıdır.”
Kız gerçekten çok yapayalnızdı..
Yoksa neden gecenin en karanlık saatlerinde, içinde bir umut kırıntısıyla, arkadaş peşine düşsün?.
İyi de, ya ona denk gelen ben değil de, başka biri, başka niyetleri olan bir herif denk gelseydi.. Ve kız da o herife inansaydı, onunla sohbet etseydi, hatta daha da ileriye gidip buluşmaya, görüşmeye kalksaydı..
Aklıma küçücük yaşlarında tecavüze uğrayan, işkence gören ve öldürülen kızlar geldi..
O kızların gözlerini hayal ettim..
Umutlarını, düşlerini, gülüşlerini düşündüm..
Sanki kalbime bıçak saplanır gibi oldu..
Ya bu kız da…
“Ah güzel kızım. Seni anlıyorum. Yalnız şunu unutma lütfen. Benim yaşımda olan erkeklerin seninle paylaşacak çok şeyi olmaz. Hele de bu kirlenmiş, kimin ne olduğu bilinmeyen, kötülüklerin fır döndüğü sosyal medyada hiç olmaz. Senden ricam, lütfen şimdi yatağına git ve güzelce uyu. Yarın sabah uyandığında annene ya da babana bu gece benimle yaptığın sohbeti anlat…”
Sözümü kesti..
“Hayatta olmaz. Çok kızarlar bana.”
“Kızsınlar” dedim. “Sen yine de anlat. Onlara de ki, Tamer amca diye biriyle tanıştım. O bana dedi ki ‘Bütün işler bekler ama çocuk kalbi beklemez.’ Ve selamlarımı ilet.”
Durdu, düşündü ve “Tamam söz söyleyeceğim.” dedi..
Birbirimize iyi geceler diledik ve ayrıldık..
Sonra bir haber alamadım..
Baktım hesabını da kapatmış..
Şimdi nerededir, kiminledir, hala yapayalnız mıdır bilmiyorum..
Bildiğim tek şey var..
Bu yüzyılın asıl bahtsızları çocuklarımızdır..
Onlar boyunlarından büyük bedeller ödeyerek büyümeye çalışıyorlar..
Sevgisiz bireyler, sevgisiz toplumlar, şiddet, ölüm, savaş, tecavüz, taciz, hastalıklar, ekonomik sıkıntılar, internet, telefon,
bilgisayar oyunları, tüketim çılgınlığı ve kalabalık yalnızlıklar..
Onlar,
O çocuklar yürekleri ağlaya ağlaya büyüyorlar..
Neresinden tutacağız, neresinden tutup da çocuklarımızı düştükleri yerden kaldıracağız kimse bilmiyor..
Ve bilmemek bizi dirhem dirhem öldürüyor..
N’olur, çocuklarımızı gece yarıları kimseye “Benimle arkadaş olur musun?” yazdıracak kadar yapayalnız bırakmayalım. Varsın paraları, işleri, güçleri, evleri, kredileri, taksitleri, dolarları, altınları onların olsun. Hepsinin canı cehenneme!..
Tamer Dursun
12 notes
·
View notes
Photo
Trbet Sitesi Canlı Blackjack
İnternet aracılığıyla bağlanabileceğiniz Trbet Sitesi Canlı Blackjack konusunda profesyonel hale gelmenizi sağlamaktadır. Bahis severlerin en çok tercih ettiği oyun türlerinde gelişmiş adımlardan bu sayede faydalanabilirsiniz. Casino tutkunlarının büyük bir merakla inceledikleri oyunda nasıl avantaj kazanacağınızı aktarıyoruz. Her canlı casino oyununda olduğu gibi belirli stratejilere göre oynanmakta olan bu oyun sayesinde hedeflediğiniz tutarlara hızla ulaşabilirsiniz. Gerçek ve güvenilir deneyimleri yaşamanızı sağlayacak olan platformda mağduriyet yaşamanız söz konusu olmayacaktır. Gayet olumlu ve başarılı sonuçlara ulaşabileceğinizin de altını çizmekteyiz. https://trbetanaliz.com/ linkini detaylı şekilde incelemenizde fayda var.
Gerçek Blackjack Oyna Hayalini kurduğunuz yüksek oranlı oyunları elde edebilmek için gerçek blackjack oynayabilirsiniz. Karşınızdaki rakiplerinizin ve kurpiyerin gerçek olduğunu belirtebileceğimiz bu platformda kazanacağınız paralar da gerçektir. Sanal üzerinden gerçek paralı sitelere katılmanızın sizlere kazandıracağı pek çok avantaj olacaktır. Keyfini sürmek ve oyunun tadına varabilmek için acele edin. Hemen üyeliklerinizi gerçekleştirmenizin ardından belirli taktiklere göre hareket edebilir ve oyunda kendinizi ispat edebilirsiniz. Hem rakiplerinizi, hem de kurpiyeri bir adım geride bırakabilmek için elinizdeki kart değerlerine göre yeni bir kart almayı deneyebilirsiniz. Genellikle 17'den daha düşük değere sahip olan eller için riske girilebileceğinin altını çiziyoruz.
Trbet Sitesi Blackjack Oyna Her oyunda olduğu gibi blackjack oyununda belirli amaçlarınız olacaktır. Çeşitli kurallara göre Trbet Sitesi Blackjack Oyna alternatifleriyle karşılaşabilirsiniz. Buna göre sizler de 21 sayısını geçmemek üzere elinizdeki kartların değerlerine göre adım atabilirsiniz. Kurpiyerden daha yüksek bir geliri elde edebilmek için elinizdeki kartların hangi değere sahip olduğunu en iyi şekilde bilmelisiniz. Kız, vale veya papaz gibi renkli kartların değeri 10 olarak hesaplanırken, As kartı ise 1 ya da 11 olarak duruma göre değişen bir değer almaktadır. En popüler oyunlardan birisi olan blackjack ile gelirlerinizi her geçen gün artırabilmek için Trbet Sitesi ile hareket edebilirsiniz. Alacağınız kararların sizler için memnun edici olduğunu bu sayede görebileceksiniz. Casino oyuncuları tarafından en çok tercih edilen oyun türlerinden birisi sizleri bekliyor olacaktır.
Trbet Sitesi Blackjack Güvenilir Mi? Bahis ve casino platformları üzerinden, kumarhanelere gitmeden online olarak oyun oynamanızın ne kadar güvenili olduğunu merak ediyor olabilirsiniz. Bu konuda öncü olan adreslerden birisi olan Trbet Sitesi Blackjack Güvenilir Mi? Sorusunun yanıtını sizlerle paylaşmaya devam ediyoruz. Canlı kurpiyerlerin eşlik edeceği oyunlarınızda, yatıracağınız miktarların kat be katını hesaplarınızda görebilmek için bu platforma öncelik verebilirsiniz. Curacao lisansıyla hizmetlerini sürdürmekte olan firmanın sizlere kazandıracağı pek çok ayrıcalık olacaktır. Güvenilirliği konusunda hiçbir soru işaretini yaşamayacağınız bu siteye giriş yaparak elde edeceğiniz miktarların ne kadar yüksek olduğunu görebilirsiniz. Güvenilir ve kaliteli içeriklerin bu sayede sizlerle olacağının altını çizmekteyiz. Online siteler arasında kalitesinden ödün vermeyen bu platformda güvenilir adımları gönül rahatlığıyla atabilirsiniz.
1 note
·
View note
Text
Sanal Dünyanın En Güzel Oyunları
Oyun severlerin en çok ilgi odağı olma potansiyeline sahip olan sitemiz eşliğinde, sanal dünyanın en kaliteli oyunlarına erişim sağlayabilirsiniz. Alternatif seçeneklerdeki oyun içeriklerinden dilediğinizi seçerek oynamaya başlayabilirsiniz. Her yaşa hitap eden oyun ve detayları için ne bekliyorsunuz?
Kategorize Edilmiş Seçenekler
Oyun dünyasında yer alan en kaliteli oyunları sizler için kategorize ediyor, dilediğiniz oyun türlerini anında bulmanızı sağlıyoruz. Hemen site içeriğinde yer alan onlarca kategori arasından dilediğiniz seçerek, ilgi duyduğunuz en keyifli oyunlara başlayabilir, dilerseniz de oyun dünyasındaki en yeni oyunları keşfedebilirsiniz. Sende hemen oyun oyna! Eğlenceyi yakala!
Her Yaşa Uygun Oyunlar
Oyun, her yaşa hitap eden, keyif veren ve eğlenceli dakikalar geçirilmesine olanak tanıyan üstün eğlence araçlarıdır. Sizler de en iyi oyun seçenekleri ile eğlenceye başlayabilir, yaş ile uyumlu olan, erkek ve kız çocuklarının dahi ilgi odağı olabilecek yüzlerce oyun seçeneklerini anında keşfedebilirsiniz. Dilerseniz strateji, zeka, macera veya evcilik oyunlarından çocukların veya her yaşın ilgisini çekebilecek tüm oyun arşivinin sahibi olarak sizleri beklemekteyiz!
Oyun çeşitlerimiz, özellikle analiz edilerek yaş kategorilerine uygun olarak dizayn edilmiştir. Sizler de kategoriler arasından çocuğunuzun veya kendinizin yaşına uygun olan, yaş ile uyumlu oyunları seçebilirsiniz. Yüzlerce oyun seçenekleri, yaş ile uyumlu oyunlar ve binlerce içerikler ile en eğlenceli site olarak sizleri site içeriğimize davet ediyoruz.
1 note
·
View note
Text
Seviyor mu?
"Ağlamamak için kendimi sıkmaktan yoruldum. Senden nefret ediyorum çünkü kalbim senin için atıyor BENİM İÇİN DEĞİL!? Hayatıma neden girdin? Sende ki yerim hiçbir şeyken bende ki yerin neden her şey?! Senden nefret ediyorum. Seni sevdiğim için kendimden de nefret ediyorum. Seni bir daha görmek istemiyorum. Benim için atmayan kalbim senin için de atmasın. Ne olursa olsun görüşmemek dileğiyle"
Liseli birisi için bazı şeylere dayanmak zordur. Ama aşık bir liseli için bu bazı şeyler daha kapsamlı olabiliyordu.
Elfida gibi...
Herkes liselilerin fazla toy ve aptal olduklarını söylerdi. Ama Elfidayı tanıyanlar onu bu gruba dahil etmezlerdi. Yaşından önce büyümüş ve çoğu yetişkinden daha mantıklı düşünerek hayatına yön vermişti. Korkularını kendi başına yenmiş; daima başarılı olmuştu. Çünkü ailesini bu zalim dünyadan korumak istiyordu. Hiçbir ��ey hayalleri olan bir savaşçıdan daha güçlü değildir. En azından Elfida böyle düşünüyordu. Çünkü bazen düşman içimizdedir. Küçük Elfida'm...
Onun adı Umut! Ama herkes daima adının özelliklerini taşıyamaz. Umut adı gibi değildi. Kimseye umut olamazdı. Ailesine bile; kendine bile.
Okulda arkadaşı yoktu ama bir çetesi vardı. Herkesin kendisinden korkmasını isterdi. O bir Amerikan "bully"siydi. Kendisine böyle hitap edilmesi hoşuna gidiyordu. Ama o sadece aptaldı. Dünya onun etrafında dönüyor sanıyordu. Kendisi dışında kimseyi umursamıyordu. Narsisti ve bundan gurur duyuyordu. Cahildi ve bununla övünüyordu. Onu gören herkes çocukken kötü bir şeyler yaşamış olacağını düşünürdü ama bu yolu kendisi seçmişti. Neden mi? Nedenini kendisi de bilmiyordu o sadece fazla film ve dizi izlemişti.
Ah o beyin yakan, zehir akan dizi ve filmler... Bazı oyunları da unutmamak gerek. İnsanların içindeki şeytanı çıkarmak için tasarlanmış olanları.
Her neyse! Her şekilde okulun kralı Umut'tu ve bu durumu öğretmenler dahi kabul etmişti. Bulundukları okul özel okuldu fakat para her şeyi düzeltemez. Düzeltebilseydi Umut gibi insanlardan daha kötüleri yönetici olmazdı.
Dedim ya burası özel okuldu. Hiç kimse kolay kolay da giremezdi. Ya para istiyorlardı ya da zeka. Her türlü sömürecekleri bir şey lazımdı. Ama buraları kötülememek gerek dünyanın adi kanunlarında bu istekler çok daha masum!
Elfida nasıl geldi peki bu okula? Parayla mı? Hayır. Aklıyla. Zeki kızdı ve hırslıydı da. Önünde hiçbir engeli tanımaz; aşardı. Eh nihayetinde de geldi bu okula. Okul Umut yüzünden kötüydü, berbattı. Ama öğretmenleri bu açığı kapatıyordu. En kaliteli eğitimi burada veriyorlardı. Ah şu branş dersler... İnsanların büyüdükçe unutmaktan kaçınmadıkları; hafızaları dolunca yeni şeyler için siliverdikleri o mazlum dersler. Derslerin bir suçu yoktu. E peki suç öğrencilerde mi, onları sevmedikleri için? Hayır, farklılıkları unutan aptal dünyanın. Elfida'nın hikayesini unutuverdim. Dönelim Elfida'ya!
Zeki kızdı kazanıverdi okulu. Elfida hiçbir konuda eksik değildi; hemen hemen. Tek eksiği duygularını tanımaya vakit ayırmamasıydı. İnsanları anlamadan nasıl başarılı bir hayat sürebilirdin ki? Bu da Elfida'nın bir eksiği işte. Görünmez olmayan en büyük eksik.
Okul her sene başlangıcında klasik olayları da beraberinde getirirdi. Umut'un, Elfida üzerine kurmak için uğraştığı otorite savaşı! Cahildi, narsisti ve yetersizdi. Ama kabaydı ve saldırgandı da. Cahil insanlar kendini korumak için saldırırlar. Hem de her konuda! İnsan beyni o kadar garip ki; korkularına boyun eğmek gibi basit bir seçeneği bünyesinde barındırıyor. Çoğumuzda bu seçeneğin esiriyiz.
Elfida aşıktı ama Umut'a asla boyun eğmedi. Umutsa egosunu nasıl tatmin edeceğinin derdindeydi. Elfida'ya aşıkmış gibi davranıyordu ama o kimseden hoşlanmaz ve kimseyi sevmezdi. En azından o kendisini buna inandırmıştı.
Gurur duyduğu narsistliğiyle ve 'bully' oluşu onun Elfida'ya daha çok baskı yapmasına sebep oluyordu. Aşıktı; bu reddedilemez bir gerçekti. Ama kör insanlar aşkı göremezler. Umut için kör diyebilir miyiz? Sonuçta Umut cahil biri, bilgi edinmeyi reddeden biri; ona kör diyebilmemiz için elimizde gerçekten iyi bir sebebimiz var elbette ama Umut sadece kör değildi. O korkuyordu. Hem de çok! O sevgiden korkuyordu,aşktan korkuyordu,ilgiden korkuyordu. Başta Umut'un dizi,film ve oyunlardan dolayı kötü yolu kendisi seçtiğini söylemiştim, değil mi? Peki onu filmlere, oyunlara, dizilere iten sebep neydi? Bunu hiç düşünmüş müydük? Hayır! Bunu kimse düşünmemişti. Umut kabaydı ve nankördü onlara göre. O kendisine verilen nimetleri reddediyordu. Hem de bilerek. Ergenliği hat safhada yaşıyordu. Kesinlikle toplumdan kopmuş ve eğitilemezdi.
Gerçekten öyle miydi? Umut'un çetesi vardı. Peki ya arkadaşları? Umut'un hiç arkadaşı olmadığını daha en başta söylemiştim. Onu anlamaya çalışan yoktu ki; onu kabullenen vardı. Umut,kimsenin elinden tutmadığı kaybolmuş bir çocuktu. Özlenmeyen, merak edilmeyen...
Bu duyguları tanıyamadı doğal olarakta. Tanımadığınız her şeyden korkmuyor musunuz? O zaman Umut'u neden yargıladınız? Cevap yok mu? Tahmin etmiştim.
Ne demiştik? Umut, Elfida'yı sevmiyordu. Onun üzerinde otorite kurmak istiyordu. Çünkü o okulun kralıydı! Dağın görünen kısmı en azından böyle.
Elfida'nın duygularını bilmem anlatmaya gerek var mı? O saf ve temiz bir hisle seviyor Umut'u. Demiştim ya Umut adını taşıyamıyor, diye. Elfida Umut'un taşıyamadığı isme anlam katıverdi. Elfida için ümniyye, ümid; Umut'tu.
Gel zaman git zaman geldiler son sınıfa. Elfida daha bi' hırslı, daha bi' isteyerek çalışıyor. Tek seferde kazanmalı üniversiteyi. Çünkü yurt dışılarda çalışması ve daha çok para kazanabilmesi için iyi bir üniversiteye ihtiyacı var. Bir parantez açmakta fayda var. Elfida paragöz biri değil. Elfida ailesini bu bertbar dünyadan korumak istiyor. Annesi, Elfida'nın kendini bu kadar yıpratmasından pek bi bedbah ama yapabileceği hiçbir şeyciği de yok. Bir tek destek oluyor biricik yavrusuna. Babası da pek huzursuz bugünlerde. Bir taneciği kendileri için öyle yıpratıyorki narin, naif bedenini içi pare pare oluveriyor onun bu hali karşısında. Baba yüreği kıyamıyor kızına. Hergün kızıyor kendine daha iyi imkanlar sunamadığı için. Ama bilmiyor ki ,Elfida'nın babası, o çok çalıştı ama veren olmadı emeğinin karşılığını.
Kızı için dimdik duruyor; göstermiyor kalbindeki döküntüyü. Çünkü istiyorki kızı arkasında dağ gibi bir babası olduğunu bilsin.
Elfida'nın bir de abisi ve küçük bir kız kardeşi var. Abisi de babası gibi kıs kardeşinin arkasında bir dağ gibi dimdik duruyordu; kalbindekileri göstermeden. Küçük kız kardeşi de pek destek oluyordu Elfida'ya. Hiç mahal vermiyordu üzülmesine, somurtmasına. Elfida'nın yüzünün düştüğünü gördüğü an ablasını güldürmek için didinip duruyordu.
Hal böyle olunca Elfida daha çok çalışıyordu. Aklına koyuvermişti bir kere kazanacaktı en iyi üniversiteyi. O kadar çok çalışıyordu ki gözü hiçbir şeyi göremez olmuştu. Umut'u bile görmüyordu gözü. Bu durum da Umut'un hoşuna gitmemişti Elfida'nın bu ilgisizliği. Daha çok uğraştı Elfida'yla. Daha çok rahatsız etti onu.
Umut yine ismini taşımayı başaramadı. Elfide için bile bir ümit değildi. Bozulmuştu aralarındaki sihir. Ama bozulan sihire rağmen Elfida'nın kalbi hala Umut için atıyordu. Umut ise Elfida'ya olan nefretini herkese göstermek istiyordu; en çokta kendine. Bu yüzdendi tüm acımsızlığı. Dayanamadı Elfida'nın naif ruhu bu acımasızlığa. Yataklara düştü. Kitap kapağı açamaz oldu. Çalışamaz oldu yitirdi tüm değerlerini. Korktuğu gelmişti başına; aşk hastalığına yakalanmıştı. O da aşktan korkanlardandı. Aşktan korkan biri aşkın lanetli, şer getiren illet bir şey olduğuna inanır. Kendi çaplarında haklılarda tabii. Ama öyle aşıklar var ki korkularını haksız çıkartacak, öyle aşıklar var ki aşklarını ruhlarında saklayan; yaralarının ruhlarında yer edinmesine izin veren adı sanı duyulmuş ama hisleri anlaşılamamış aşıklar! Aşkları ruhlarına öyle derin yaralar açar ki o 'öyle aşıkların' kabuk bağlamaz; kanadıkça kanar, derinleştikçe derinleşir. Hiçbir çare yoktur bu yaralara. Aşkınızı ruhunuza almayın; kabuk bağlamaz, kanadıkça kanarsınız.
Elfida bilemedi aldı aşkını ruhuna. Kanadıkça kanadı. Umut ise ümit olmayı başaramadığı gibi Elfida'nın bu aşkıyla egosuna ego kattı. Elfida'nın yarası azmış gibi daha çok yara açtı ruhuna. Elfida yataklara düşüpte ders çalışamadıkça ailesini kurtaramayacağına olan inancı arttıkça arttı. Bu da yarasına tuz bastı, daha çok kanattı Elfida'nın ruhunu. Ne ettiyse durduramadı kanamayı kızcağız. Ruhu kansızlaştı. Hiçbir çare fayda vermedi yarasına. Ölmekteydi ruhu, kansız ve nefessiz...
Elfida yüreğinde daha fazla taşıyamazdı Umut'u.
"Ağlamamak için kendimi sıkmaktan yoruldum. Senden nefret ediyorum çünkü kalbim senin için atıyor BENİM İÇİN DEĞİL!? Hayatıma neden girdin? Sende ki yerim hiçbir şeyken bende ki yerin neden her şey?! Senden nefret ediyorum. Seni sevdiğim için kendimden de nefret ediyorum. Seni bir daha görmek istemiyorum. Benim için atmayan kalbim senin için de atmasın. Ne olursa olsun görüşmemek dileğiyle"
Kalemini zehir zemberek kelimeler için kullandı. Sanki bu kelimeler onun için panzehirdi. Harfleri acımasızca birleştirdi. Bu harfler ona merhamet oluvermişti. Ama kalbine merhamet edemedi Elfida. Geride zehirli bir kağıt; ruhunda yaralarıyla kapatıverdi pek nefret ettiği bu dünyaya gözlerini.
Dağ gibi dimdik bir baba ile bir abi yıkılıverdi. Pare pare yüreği unufacık oldu bir annenin. Yüzü bir daha hiç gülmedi minicik bir kızcağızın.
Umut'u sorarsanız eğer zehiri bir dikişte içti. Zehire bağışıklik kazanmış bünyesi bu defa biraz sendeledi ama ta en başta elfida etmişti o yüreğindekileri...
*elfida: gözden çıkarmak*
3 notes
·
View notes
Text
Ankara Sınırsız Escort
Gecenin en karanlık anlarında sınırsız Ankara escort senin karşına çıksa planların değişir. Hatta kan akışın bile. Çünkü seni hızıma takarım ve de benim gibi yaşamana fırsat veririm. Bunu alıp almamak sana kalmıştır. Seks ile ilgili düşüncelerimi esasen sınırsız mahlasım ile algılayabiliyorsun. Yirmili yaşların sonuna geldiğim vakit kendi kendime düşündüm. Gerçekten yatak ilişkileri öpüşmek sevişmek ve penetrasyondan ibaret midir diye. Nedendir kendini fantezilere kapaman. Hep önyargılar ile yaklaşıp zevklerinden mahrum kaldığım ne varsa gerçekleştirmeye başladım.
Geç anal yapan kızlardanım mesela. Ayak fetişi nedir köle sahibe oyunları ne manaya geliyor bilmez idim. Şu an yapmadığım vakit sanki bir şeyler eksik kalıyor. Yatakta dört mevsimi yaşatıyorum sana. Evimde tek başıma yaşamama karşın namacıyla eve otele gelen Ankara sınırsız escort olduğumu merak ediyorsun. Ya esasen tüm gündüz evde tek başıma canım sıkılıyor. Bir de akşam sen konuk ol bana oldu yani. Beni dışarıya çağıracaksın. Ev olmazsa otel olur. Tamam serzenişlerini duyuyor gibiyim şu an. Yavrum boş yerim yok. Seni çok beğendim geleceğim diye. O vakit Ankara gecelik escort olarak görüşelim. Biraz dışarıda takılalım. Sevişmek amacıyla de bana geçeriz tamam mı? Sana uygunsa bu ben de tavım plana. 33 yaşında esmer güzelliği ile diri memeleri ile var olan birisiyim.
Kuralsız Sevişmek Bana Ayrı Hava Katıyor
Uzun açık kestane saçlarımın yanı sıra 1.70 boyundayım. 64 kiloyum. Biraz dolgun kadın olmak çok yakışıyor bana. Hele milf yaşa da giriyorum ya ufaktan. Saldığım o ateşli cazibeyi yakından tattığın vakit ne demek istediğimi çok daha iyi anlayacaksın. Fantezileri kadar güler yüzlü anlayışlı bayan olmakla da itham ediliyorum örneğin. Saygımı yitirmem. Ayıp yatakta olur orası ayrı. Ancak yüz yüze konuşurken bana seslenirken falan kız arkadaşın gibi narin davran. Bana saygı duy ki bir ayna gibi sana yansıtırken benden de benzerini görebilesin. Gerçek numaralı gerçek bulgular ve resimler ile itimat edilir bir kız var karşında. Esasında ne kadar talihli olduğunu sonra anlayacaksın diyorum sana. Kötü misaller gerçek iyi ile denk geldiği vakit toz olur gider kendini kısıtlama.
20 notes
·
View notes
Text
Perfect Slıces - Mükemmel Dilimler
Perfect Slıces – Mükemmel Dilimler
Herkese merhaba bugün sizlerle yeni ve eğlenceli oyunlarla karsınızdayız. Meyve ve sebzeler, Kesilmiş Kesim! Boş zaman ve eğlence! Kaç seviye geçebilirsin! Mükemmel Dilimler, kullandığımız bir bıçak ile karşımıza çıkan meyve ve sebzeleri dilimleyerek bölümleri geçmeye çalıştığımız eğlenceli bir macera oyunu. Oyunda bir bant var. Bu bantın üzerinde farklı meyve ve sebzeler bulunuyor. Bir bıçak ile…
View On WordPress
#2019 Beceri Oyunları Oyna#2019 giydirme kız oyunları#2019 Kız Oyunları Oyna#2019 Online Oyunlar oyna#2019 Son Çıkan Ücretsiz Oyunlar#2019 Yemek Yapma Oyunları#2019 Yeni Oyunlar Oyna#En güzel kız oyunları#En iyi Beceri Oyunları#En iyi Giydirme Oyunları#En iyi kız oyunları#En İyi Online Oyunlar#Kız Oyunları Oyna#Kız Oyunu Oyna#Online kız oyunları#Son çıkan kız oyunları#Son Çıkan Oyunlar Oyna#Ücretsiz Kız Oyunları Oyna#Ücretsiz Online Oyna#Ücretsiz Online Oyun Oyna#Ücretsiz Online Oyunlar#Yemek Yapma oyunları
0 notes
Text
çok güzel hareketler'in bir tanesi, bir'seli🥳 küçük dünyandan yola çıkıp büyük kitlelere hitap etme yolunda gösterdiğin bütün çabayı somut olarak izlemek o kadar güzel ki... hep mizahın zeka işi olduğunu söylerler, ben de buna inanırım. ve sen çok zeki bir insansın birsel🌝 yazdığın oyunları izlemekten zevk aldığım gibi seni izlemek de bir o kadar keyif veriyor insana. sana bakınca diyorum ki 'neden daha erken hikayelerinle dokunmadın hayatlarımıza?' ama geç olsun güç olmasın, değil mi? birsel kız, iyi ki doğdun, iyi ki çok güzel hareketler'e katıldın, iyi ki yazdın, çizdin, oynadın. iyi ki güldün, iyi ki heyecanlandın. iyi ki o sahneye attığın ilk adımdan itibaren adım seslerini duyurdun. ve iyi ki en güzel iyi ki'lerimize ev sahipliği yaptın. yeni yaşında hep mutlu ol💖
— cansuxmumcu
1 note
·
View note
Text
ÇOCUK TERBİYESİ (Lütfen yayalım)
İmam Gazali rahimehullah en önce anne babanın evladına öğretecekleri ahlâk ve dini şöyle sıralamaktadır:
1— Her anne baba, özellikle baba âmentüden sonra güzel ahlâkı çocuğuna öğretmelidir.
2— Her anne baba çocuğunu kötü arkadaşlardan uzaklaştırmalıdırlar.
3— Her anne baba ziynet, fazla para vermek ve işret yerlerinden çocuklarını sakındırmalıdırlar.
4— Çocuklarda oburluk hasleti tezahür edebilir oldu ise onları menetmeleri gerekir. Yemeğe başlarken besmeleyi okumak, onlara ufak lokmayı aldırıp bolca çiğnemeyi, sağ elle yemeği öğretmelidirler. Böylece oburluk zaafiyeti tedavi olunur. Çocukların sofra üzerine başlarını götürürlerken bundan da onları sakındırmaları gerekir, özellikle sol elle taharet alındığı için sol elle lokmayı ağızlarına götürmemelerini tavsiye etmelidirler. Özellikle sol elin parmaklarını ağıza götürülecek lokmaya değdirmemek gerekir. Bir lokmayı yutmadan evvel ikinci lokmayı ağza götürmesini de engellemeleri lâzımdır. Aksi takdirde oburluk ve cimrilik çocuğun ruhuna hakim oluverir.
5— Çocuğa cömertliği öğretmelidirler. Obur çocukları tenkid etmekle îsarı, kanaati ve cömertliği sevdirmelidirler. Aksi takdirde çocuk büyüdükten sonra faziletlerden mahrum olur. Bunların hepsini hikâye suretiyle onlara tebliğ etmek icab eder. Çünkü çocuklarda henüz idrak tekâmül etmediği için akılları hikaye suretiyle anlamaya daha müsaittir.
6— Hatalarından göz kapatmakla, güzel hareketlerini övmelidirler. Zira fıtraten
insan övülmeyi sever. Gizli hareketlerini de halkın yanında söylememelidirler. Aksi takdirde çocuklar ruhî eziklik içerisine girer ve hantal olurlar. Artık büyüdükten sonra bu huy onlardan geçmez.
7- Gizlemek istedikleri bir fenalığı işlemek anında ana babanın teğafül etmeli (görmezden gelmeli) ve bilahere ustalıkla onları vazgeçirmelidirler. Unutmayalım "Kimin yanında çocuğu varsa ona çocuklaşsın" buyurulmuştur. Yani akıllarının ve mizaçlarının miktarınca muamele etsinler. Hususen iyi hareketlerinde onları övmek, aferin demek ruhlarını okşar ve onları iyiliğe iteler. Pedagoji ilmiyle iştigal edenler de bunun üzerinde çok durmaktadırlar.
8- Gündüz onları yürütmek ve hareketlendirmekle çevikliğe alıştırmalıdırlar.
Aksi takdirde tembelleşirler.
9- Şımarıklıktan, arkadaşlarının üzerlerinde kibirlilik yaptıkları takdirde de onları
sakındırmalıdırlar. Tevazunun güzelliğini ve faziletini öğretmelidirler. Hatta anne babanın
mallarıyla makam ve riyasetleriyle övünmelerini menetmelidirler. "Kimin ameli (hareket ve çalışması) geride ise nesebi onu ilerletmez" mealindeki hadisi kalblerine nakşetmelidirler. Aksi takdirde cahiliye devrinin ayıbını yani ecdatla iftihar etmeyi âdet edinirler.
10- Halkın elinden hediyeyi almamalarını tavsiye etmelidirler, özellikle anne baba
fakirse almanın zilletini, vermenin üstünlüğünü çocuklara sevdirmelidirler. Anne baba zenginse çocuklarını israftan menetmelidirler.
11- Arkadaşlarından sırt çevirmemelerini, üst ve başlarını temiz tutmalarını, temizliğe riayet etmelerini öğretmelidirler.
12- Yeminden, yalandan, çok soru sormaktan onları men etmeleri şarttır. Yerine göre de konuşturmalıdırlar.
13- Dinlemeyi onlara öğretmelidirler.
14- Büyük adamlara, hocalara, âmirlere karşı saygı göstermeyi öğretmelidirler. Bunların gelmelerinde kıyam etmek (ayağa kalkmak) usulünü öğretmeyi ihmal etmemeleri ve ismen bunlara hitab etmelerini menetmeleri gerekir.
15- Dersin dışında oyunlarında göz kapatmakla onları serbest bırakmalıdırlar. Oyundan men edilen çocuklar hileye alışırlar ve zekâları
körleşir. Büyüdükten sonra da hikmet ilimlerini öğrenmekten âciz kalırlar. Öyle ise erkek çocuğa san'at ve ilmin öğretilmesine vesile olacak oyunları öğretmeli, kız çocuklarına da nakış, dikiş, kap kacak, bebek gibi oyuncakları almalı ve onları serbest bırakmalıdırlar. Hülasa herbir nev'i ilerdeki iş sahasına göre yetiştirmek gerekir. Hadîsi şerifte de şöyle buyurulmuştur: "Meşgul olun, oynayınız çünkü ben dininizde ağırlık yapmanızdan ikrah ediyorum" Her şeyde vasat hal şarttır. Nitekim "işlerin en hayırlısı en mütedil olanıdır" buyurulmuştur.
16- Sövmek, kötü laf söylemekten çocukları menetmelidirler. Hayrete şayan ki zamanımızda çocuklara şuna söv, şunu döv, buna şöyle söyle, şuna böyle söyle gibi abur cubur sözler öğretiliyor. Bu ne tuhaf... Buna çok dikkat etmek lâzım.
17- Vatan sevgisini, cihad sevgisini çocukların kalbinde nakşetmelidirler. Nitekim: "Vatan sevgisi imandandır" buyurulmuştur.
18- Taharet, abdest, namaz, nafile oruç ve ibadetlerin keyfiyetlerini fiilen onlara
yaptırmalıdırlar. Sonra onlara tabiat olur.
19- Her türlü haramdan, hırsızlıktan, kız çocuklarını da açıklık saçıklıktan menetmelidirler. İhtilamın, guslün durumlarını zamanında onlara bildirmelidirler. Kısa surelerin ezberletilmesini temin etmelidirler.
İşte buraya kadar saymış olduğumuz vazifeler anne babaya vacib olan hususlardır. Çünkü farzları öğretmek farz, vacibleri öğretmek vacib, sünnetleri de öğretmek sünnettir. (İsmail Çetin Hoca, Mufassal Medeni Ahlak; s:413-414-415)
59 notes
·
View notes
Text
NAZİLLİ.. VENEZUELA.. AZRA AKIN..
Dünya gerçekten küçük..
Hadi okuyalım..
Venezuela Devlet Başkanı Nicolas Maduro Türkiye'yi ziyaret ediyor.
İyi de, bu fotoğrafın Maduro ile ne ilgisi var, diyeceksiniz!
Var, zira Londra'da Dünya güzeli seçildiğinde Azra Akın'ın üzerindeki giysi, Sümerbank Nazilli Basma Fabrikasında üretilmişti.
80 yıl kadar önce Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Atatürk’ün hayata geçirdiği AKILLI PROJE’den; Atatürk’ün SOSYAL FABRİKA PROJESİ’nden söz etmek istiyorum…
O FABRİKANIN VENEZUELLA’DA NE İŞİ VAR?
Gazeteci-yazar Banu Avar, Venezuella’da karşılaştığı bir olayı şöyle anlatmıştır:
'' "Şehri göreceğimiz tepeye doğru tırmanırken, Kemal Atatürk tabelasını geçince şaşırdım ki, tepeye geldik. Genç kız rehber heyecanla ‘şu fabrikayı görüyor musun? yanında nikah salonu, şu sağlık ocağı, şu okul onun arkasındaki de bizim ev.’ ‘Eeee ,dememe kalmadı’ Rehber ‘Biz buna ATATÜRK modeli’diyoruz’ diye yapıştırdı.”
Venezuella’da bu gördükleri ve duydukları üzerine duygulanan Banu Avar: "Venezuella tepesinde tüylerim diken diken, gururum tavan yapmıştı..." diyerek anlatmıştır heyecanını…
Peki ama, Türkiye’den binlerce kilometre uzaktaki Venezuella’da “Atatürk Modeli” diye adlandırılan bir fabrikanın ne işi vardı?
“Atatürk Modeli Fabrika” da nedir?
Türkiye’de bu fabrikadan var mıdır?
İşte bütün bu soruların cevaplarını verebilmek için şimdi hep birlikte Nazilli’ye uzanalım!
ATATÜRK’ÜN DEV PROJESİ: NAZİLLİ SÜMERBANK BASMA FABRİKASI
Venezuella’daki “Atatürk Modeli Fabrika’ya” esin kaynağı olan fabrika, 1937’de Atatürk tarafından açılan Nazilli Sümerbank Basma Fabrikası’dır.
Nazilli Sümerbank Basma Fabrikası, Atatürk’ün kafasındaki “Sosyal Fabrika Projesi’nin” ilk uygulaması olması bakımından çok önemlidir.
Atatürk’ün kafasındaki fabrika, sadece üretim yapılan bir mekan değil, aynı zamanda “ar-ge” çalışmalarının yapıldığı bir laboratuar, eğitim verilen bir okul, her türlü sanat ve spor imkanlarına sahip bir kültür kompleksi, kısacası adeta dört dörtlük bir “yaşam alanı”, bir kampustur.
Atatürk, işçilerin yüksek standartlarda, her türlü imkândan yararlandıkları bu “sosyal fabrikaları” Anadolu’nun her yanına yapmayı planlıyordu. Ama bu projesini yaygınlaştırmaya ömrü yetmeyecekti.
Fabrika, Türk-Sovyet ortak yapımıdır. Makineler ve teçhizatların çoğu Sovyetler Birliği’nden narenciye karşılığında alınmıştır. Fabrika kuruluşundaki işçi açığını kapatmak için 120 Sovyet montör ve mühendisi istihdam etmiştir.
Fabrikanın temelleri 25 Ağustos 1935’te atılmış, yapımı 18 ayda tamamlanmış ve 9 Ekim 1937’de açılmıştır. Bina ve makineler dâhil, 8 milyon liraya mal olmuştur.
Fabrikanın, 28 bin iğ ve 800 otomatik tezgâh ile çalışmaya başlaması ve 2.400.000 kilo iplik işlemesi planlanmıştır. Bununla 20 milyon metre basma imal edilecektir.
Fabrika 15 bin ton kömür yakacaktır.
Fabrika her gün en fazla 2400 işçi çalıştıracak ve ücret olarak senede 1 milyon lira ödeyecektir.
Nazilli Sümerbank Basma Fabrikası, sosyalist ülkeler de dâhil, dünyada görülmemiş bir “sosyal” niteliğe sahiptir. Evet, fabrika kurulurken Sovyet modeli esas alınmıştır, ama genç cumhuriyetin genç mühendisleri Türk devrimine has, çok özgün bir eser ortaya çıkarmayı başarmışlardır.
Nazilli Sümerbank Basma Fabrikası, 1930’ların dünyasında bir benzerine daha rastlanmayacak kadar özgün bir “sosyo-kültürel” ekonomi projesidir.
İşte Nazilli Sümerbank Basma Fabrikası’nın şaşırtan özellikleri:
1. Fabrika, balolar, danslar ve partiler düzenlemiştir: 1930’ların ortalarına kadar kadınlı erkekli hiçbir toplantıya katılmamış halk, fabrikanın organize ettiği balolar, danslar ve partilerle sosyalleşmiş, özellikle kadın ön plana çıkmaya başlamıştır.
2. Fabrikada sinema salonu vardır: 1937 yılında 12 bin kişinin yaşadığı bir kentte, bu fabrika bünyesinde 700 kişilik bir sinema salonu açılmıştır. İki defa memurlara, iki defa işçilere ve iki defa da ustalara olmak üzere haftada toplam altı defa film gösterilmiştir
3. Fabrika Halkevi kurmuştur: Fabrika “Sümer Halkevi” adıyla bir halkevi kurarak halkı her konuda bilinçlendirmeye çalışmıştır. Bir fabrika bünyesinde açılan ilk ve tek halkevi Sümer Halkevi’dir. Halkevinin şubelerinde çalışanların büyük çoğunluğu fabrika işçisidir. Halkevinin, hazırladığı oyunları sergilemesi için fabrika içinde bir sahnesi vardır.
Sümer Halkevi biçki-dikiş kurslarında her yıl birçok genç kız meslek sahibi olmuştur. Halkevi civar köylere geziler düzenlemiş, köylülerin sorunlarıyla ilgilenmiş, köylere ilaç ve sağlık elemanı göndererek hastaların tedavisini sağlamıştır.
4. Fabrikanın korosu vardır: Fabrika çalışanları arasında bir müzik grubu oluşturulmuştur. Klasik müzik seslendiren grup Nazilli, Aydın ve Denizli’de konserler vererek “çok sesli” müziğin Anadolu’da tanınmasını sağlamıştır.
Fabrikada yemek aralarında dünya klasiklerinden eserler okuyan bu koro (grup), işçilerin Beethoven zevke ulaşmalarını sağlamıştır. Fabrikada, çalmayı bilen işçilerin kullanımlarına açık bir de piyano vardır.
5. Fabrikanın hamamı vardır: Fabrika bünyesinde kurulan bir hamam, hem işçilere hem de Nazilli halkına hizmet vermiştir.
6. Fabrikanın Ressamları vardır: Fabrika bünyesindeki desinatörler belli zamanlarda fabrika dışına çıkarak Nazilli ve çevresinin güzel resimlerini yapmışlardır. Fabrika ressamlarının yaptığı bu tablolar açık arttırmalarda satılmıştır. Resim heykel sergileri de düzenleyen fabrika Nazilli’de güzel sanatların gelişmesini sağlamıştır.
7. Fabrikanın spor kulübü vardır: Fabrikanın bünyesinde kurulan lacivert-beyaz renkli Sümer Spor, futbol, basketbol, atletizm, voleybol, bisiklet, güreş, yüzme, boks branşlarında faaliyet göstermiştir.
Fabrika bünyesindeki Sümer Spor futbol Sahası Türkiye’nin ilk “alttan ısıtmalı” futbol sahalarından biridir. Ayrıca yine fabrika bünyesinde, basketbol, voleybol sahaları, güreş minderleri, boks ringi, tenis kortu ve paten pisti vardır. Nazilli’de toplumsal kaynaşmayı güçlendiren “paten eğlenceleri” ve” bisiklet yarışları” Nazilli Sümerbank Basma Fabrikası’nın mirasıdır.
8. Fabrika halka bedava basma dağıtmıştır: Bir sosyal fabrika olarak tasarlanan Nazilli Sümerbank Basma Fabrikası, altı ayda bir halka “ıskarta basma” dağıtmıştır.
9. Fabrikada işçi hakları üst düzeydedir: Çok sayıda işçiyi barındıran fabrika işçi haklarına da çok önem ermiştir. İşçi ve Memur Biriktirme Sandıkları, İşçi Ölüm ve Hasatlık Yardım Sandıkları oluşturulmuş, fabrika içinde işçi sağlığını koruyacak 40 yataklı bir hastane, bir eczane bir de laboratuar kurulmuştur.
Nazilli’nin kâbusu haline gelen sıtma hastalığı fabrikanın sağlık ekibi tarafından kurutulmuştur. İşçilere mesleki eğitim verilen fabrikada ayrıca işçiler için beş sınıflı bir okuma-yazma kursu, daha doğrusu bir küçük okul vardır. Sümer İlköğretim Okulu adlı bu işçi okulunun 980 öğrenciye sahiptir.
Ayrıca bir işçi radyosu ve işçi çocukları için 26 yatak ve 40 mevcutlu bir kreş kurulmuştur. İşçiler ve memurlar, fabrikanın hemen önünde özel olarak inşa edilen 264 dairelik ve 1000 kişilik lojmanlarda çok uygun bir ücretle kalırken, bekâr işçiler için 350 kişilik bir “Bekar İşçi Pavyonu” vardır.
Lojmanda kalamayan işçi ve memurları şehirden fabrikaya taşımak için düzenli seferler yapan GIDI GIDI adı verilen mini bir tren kullanılmıştır. Fabrika işçilerinin yiyecek ve giyeceklerini temin etmek için fabrika bünyesinde bir kooperatif vardır. Fabrikanın, işçilere hizmet veren güzel ve temiz bir fırını, işçi yemekhanesi, memur kantini ve bir de hamamı vardır.
10. Fabrikanın ar-ge bölümü vardır: Daha fabrika açılmadan fabrikada kullanılacak kaliteli pamukların çevrede yetiştirilmesi için 200 adet modern tohum ekme makinesi satın alınmıştır.
Yine pamuk işinde kullanılmak üzere birçok modern tarım aleti ve makinesi bölgeye getirilerek çiftçilere dağıtılmış ve bunları nasıl kullanacakları öğretilmiştir. Fabrika içinde mekanik odası, fizik laboratuar, tarım laboratuarı gibi ar-ge bölümlerinde, fabrikada yapılacak üretimin kalitesini arttırmak için çalışmalar yapılmıştır.
11. Fabrikanın atölyesi vardır: Fabrikanın büyük bir atölyesi vardır. Bu atölyenin demirhanesi, marangozhanesi, dökümhanesi, kaynak ve teneke işleri yapan bir kısmı vardı. Diğer fabrikaların ahşap parça ihtiyacı olan makine vurucu kolları burada yapılırdı.
12. Fabrikanın elektrik ve su santralleri vardır: Fabrika, bir dönem hem kendi elektrik ihtiyacını hem de Nazilli kentinin elektrik ihtiyacını kendi bünyesindeki bir elektrik santraliyle sağlamıştır. Dört kazan ve üç türbinli olan bu santral, 2500 kw gücündedir. Fabrikanın su ihtiyacını karşılamak için bir de su santrali vardır.
İşte Nazilli Sümerbank Basma Fabrikası… İşte Atatürk’ün “Sosyal Fabrika Projesi”nin ilk uygulaması… İşte genç cumhuriyetin, halkına, insanına, işçisine bakışı…
KAYNAK:
Banu Avar
Sinan Meydan
Soner Yalçın
DERLEYEN:
Akif Tanrıkulu
Not: Mustafa Kemal Atatürk'ün Akıllı, Sosyal Fabrika projesi, Köy Enstitülerini kuranlara ilham kaynağı olmuştur.
5 notes
·
View notes
Text
Winter Has Come
Sekiz sezonluk Game of Thrones efsanesinin final sezonuna tanık olduğumuz şu günlerde her konuda yorum yapma dürtüm beni ele geçirdi ve yeni blogumda savaş sahnesinden hemen önce bir yazı yazmak istedim. Malum, henüz bitmemiş olmasına rağmen efsane olarak adlandırılan dizi hakkında söylenecek çok söz, taşlanacak çok karakter, yapılacak çok yorum var. Sekizinci sezonun ilk iki bölümünün bizi, ölülerle yaşayanların savaşına hazırlamak ve karakterlerle, bir çoğu ölmeden önce, son kez kucaklaşmak için yazıldığı oldukça açıktı. Onlarla son kez şömine başında oturduk, son kez içtik, son kez küfrettik ve savaş borusunun duyulduğu an hep birlikte kabullendik ki Eski ve Yeni Tanrılar’ın onlar için yazdığı sondan kaçamayız. Winterfell Kalesi’nde, birçok karakterin yıllar sonra buluşmasına ve hatta hesaplaşmasına şahit olduk. En dikkat çekici olan şüphesiz Bran ve eski dostu Jaime arasındakiydi. İlk karşılaşmalarında Jaime Lannister altın saçlı ve iki eli olan genç bir şövalyeydi ve ufak Bran’i acımasızca kaleden itip nefret edilen GoT karakterleri listesinin tepesine bilindik Lannister kibriyle, bacak bacak üstüne atarak oturmuştu. Yıllar sonra ise karşı karşıya duranlar Bran Stark ve Jaime Lannister değildi.
Jaime artık aşık olduğu kız kardeşinin sinsiliğini kabullenmiş, sağ eli olmayan ve kibrini de sağ eliyle birlikte kaybetmiş bir adam, Bran Stark ise geçmişte ve şu anda istediği gibi fink atabilen Üç Gözlü Kuzgun. Bran, Jaime’nin başına gelenlerden haberdar olmalı ki onu sakat bırakanın Jaime olduğunu söylemedi, onun değiştiğinin farkında ve savaş için bir kişiye bile ihtiyaçları olduğunun altını çizdi. Ama Jaime’nin eski şövalye becerilerinden geriye pek bir şey kalmadığını diziyi izleyen herkes biliyorken Jaime neden Bran’i geceden bekletecek kadar önemli biri? Bu da bizi Azor Ahai teorisine götürüyor. Ben çoğunluğun aksine sevdiği kadının kalbine bıçağı saplayıp Night King’in sonunu getirecek kişinin Jaime olmasından yanayım ve bu da o teori için küçük de olsa bir umut. Tabii hemen sonra Bran “Sonrasının olacağını nereden biliyorsun?” diyerek beni biraz gerse de hala bu teoriye en yakın kişinin Jaime olduğunu düşünüyorum. Sinek incitirken bile elli kez düşünen Jon Snow’un kraliçesi Daenerys’e zarar verebilmesi çok çok uzak bir ihtimal gibi duruyor. Kingslayer Jaime ise halkının çıkarları için neler yapabileceğini bir kez göstermişken lakaplarına bir de Queenslayer eklenmemesi için hiçbir sebep göremiyorum. Öldüreceği kadının ise Cersei değil de kolları arasında can verecek taze şövalye Brienne olma olasılığı ise görmezden gelinemeyecek kadar yüksek. Brienne için fazla mutlu bir bölüm izledik. İstediği şeye kavuştu ve sonunda yüzü güldü. GoT evrenindeki karakterlerin bir amaca yönelik yazıldığını ve görevini tamamlayanın ertesi günü göremediğini düşünürsek bence bu senaryo hala Kuzey’e gelmeyen Cersei’nin ölmesinden daha olası. Jaime o sarı çıyanı öldürsün çok isterim ama Arya’nın listesinde olduğunu da unutmamak gerek. Cersei Lannister’ın ölümünün bir Stark elinden olması her GoT izleyicisinin gizli ıslak rüyasıdır. Çünkü the North remembers, çünkü leave one wolf alive and, the lions are never safe.
Sezonun izleyici için en büyük sürprizlerinden biri de Sansa ve öne çıkan Kuzeyli ruhu. Aslında geçen sezon senaristler bize Sansa’nın dersini iyi aldığını göstermişti. Öyle ki Arya ile iş birliği yapıp, yedi sezon boyunca kaostan yaptığı merdivenlerden ona zıt giden herkesi aşağıya iten Littlefinger da bundan nasiplenen isimlerden olmuştu. Jon’u da önleyemediği saflığı konusunda uyarıp “You have to be smarter than Father. You need to be smarter than Robb.” demişti ama Jon kendisinin King in the North ilan edildiğini ancak Daenerys ile tanışana kadar aklında tutabilmişti. Jon her ne kadar Kuzeyliler’le aldıkları bağımsız olma kararını itelese de Sansa unutmuşa benzemiyor. Birinci bölümde gerilim yaşadığı Daenerys’e ikinci bölümde de savaştan sonra Kuzey’e ne olacağını sordu ve bağımsızlık kararının arkasında durduğunu gösterdi. Savaş bitince kimin sağ çıkacağı bilinmez ama yaşaması durumunda Winterfell’in yöneticisi olmak için en büyük adayın Sansa olduğu aşikar. Küçükken iki hanenin ortaklığı olarak Joffrey ile evlendirilmek istenen Sansa önce gözleri önünde babasını kaybetti, deli olduğu tescilli Joffrey ile yaşadı, Tyrion ile zorla evlendirildi, Littlefinger tarafından başka bir deli olan Ramsay Bolton’a satıldı ve tecavüze uğradı. Bunca zorluğun altından kalkışına, Battle of Bastards’ın kazanılmasındaki rolüne bir de Cersei’den öğrendiklerini eklersek hiç de küçümsenmeyecek bir noktada olduğunu görürüz. Sansa belki Arya gibi dövüşemez, Bran gibi görüleri yok ya da Jon gibi ölümden dönmedi ama hiçbirinin sahip olmadığı stratejik ve politik bilgiye sahip. Hem açıkça görülüyor ki beceriksiz ve diz çökmüş bir King in the North kulağa, tuttuğunu koparan bir Queen in the North kadar çekici gelmiyor. Daenerys de bunu görmüş olmalı ki önce onunla iyi geçinmek için karşılıklı konuşmak istedi ama Sansa’nın kararlı tavrı pek hoşuna gitmedi. Üstüne yeni öğrendiği büyük sırrı da eklersek Sansa’nın Jon’a verdiği tavsiyeye uyarak daha zeki davranması gerek.
Çünkü Daenerys, Jon’un bir Targaryen olduğunu öğrendi. İşin kötüsü bizim saf Jon’un bunu söylemekteki tek amacı hala-yeğen olmalarının aşklarına engel olacak olmasıydı ama Daenerys tahta o kadar odaklı ki ilk aklına gelen şey Jon’un yani gerçek ismiyle Aegon Targaryen’in tahtın asıl varisi olması oldu. Dany, benim son derece overrated bulduğum bir karakter. Devrimci olarak çıktığı bu yolda ona buna “Bend the knee.” deyip ejderhalarıyla tehdit edişini saymıyorum, kendisi politik zekadan da son derece yoksun. Yanındakiler olmadan karar alamayacak kadar özgüvensiz. Son bölümde Cersei’ye güvendiği için Tyrion’ı suçladı ama kraliçe olarak son kararı verecek olanın kendisi olduğunu ve muhakeme yeteneğine sahip olması gerektiğini, her an yanında ona tavsiye verecek biri bulamayacağını unuttu. Krallık yönetmek ejderhalarla köle taciri yakmaya benzemiyor Danyciğim, medeniyete hoş geldin. Taht oyunları kılıçla değil zekayla oynanır. Daenerys her kraliçeyim diye böbürlenip tehditler savurduğunda aklıma hiç de sevmediğim ancak zekasından da şüphe duyulamayacak Tywin Lannister geliyor. “Any man who must say, I am the king, is no true king." George R.R. Martin abimizin de bu sözleri öylesine yazdığı hiç zannetmiyorum ve daha doğrusu öyle umuyorum çünkü benim için olabilecek en kötü son Dany ve Jon’un mutlu ailecilik oynadığı bir final olur. Ned Stark gibi bir adamın kellesini ilk sezonda gövdesinden ayıran diziden daha fazlasını beklemek de hakkım diye düşünüyorum. Daha birçok buluşma gördük ama ilk iki bölümün dişe dokunur kısmı bunlardı aslında. Senaristler konu bulamamış olacaklar ki bize ejderha binmeli sahneleri reva gördüler. O sahnenin ucuzluğunu ve serinin ruhundan kopukluğunu saymıyorum bile. İlk iki bölümü birleştirip 90 dakikalık bir bölüm yapmak, diziye aykırı sahneleri atıp olaya odaklanmak çok daha mantıklıydı. Savaş meraklısı olduğumdan değil ama yazılan sahneler akıl dolu diyaloglar olmaktan çok uzaktı ve senaristlerin karakterlere yazdığı kötü espriler beni Night King’den daha fazla ürküttü. Umarım kalan dört bölüm hevesimizi kursağımızda bırakmaz ve diğer sezon yaşanan tutarsızlıklar tekrarlanmaz. Savaş sahnesi için bir yandan sabırsızlanırken diğer yandan da ölecek karakterlere kendimi hazırlamaya çalışıyorum. Sürpriz olarak bir ana karakter ölümü bekliyorum ama bu Stark ailesinden biri olmasın diye el açacak durumdayım. Bir yüzü gülmesin mi bu çocukların artık? Bitmedi mi çileleri? Dizinin olası bir Dany kraliçeliği/Jon krallığı ile bitmesindense de Night King zaferini yeğlerim. Hazır Night King aslında bir Stark teorisi de ortalarda dolaşırken beni oldukça tatmin eder, üstüne de bir keyif kahvesi içerim. Umarım kalan dört bölüm aksiyon dolu olmakla birlikte sorulara da cevap verir yoksa Game of Thrones, final sezonunda katledilen diziler rafına, tam da Lost’un yanına kaldırılacak.
1 note
·
View note