#Egemen Uysal
Explore tagged Tumblr posts
pazaryerigundem · 5 months ago
Text
Önce Prag’da açıldı şimdi Muratpaşa’da
https://pazaryerigundem.com/haber/176433/once-pragda-acildi-simdi-muratpasada/
Önce Prag’da açıldı şimdi Muratpaşa’da
Tumblr media
Antalya Muratpaşa Belediye Başkanı Ümit Uysal, Çekya’da ‘kardeş kent’ Prag 6’da açılışı yapılan Çek-Türk İş Birliği Parkı’nın ‘karşılıklılık’ esasınca Muratpaşa’da da açılacağını söyledi. Uysal, “Ekim ayında düzenleyeceğimiz Kaleiçi Old Town Festivali’nde, parkın benzerini Muratpaşa’mızda açacağız” dedi.
ANTALYA (İGFA) – Çekya’nın başkenti Prag’da Türkiye Cumhuriyet’inin kuruluşunun ve iki ülke arasında diplomatik ilişkilerin başlamasının 100’üncü yılı dolayısıyla ‘Çek-Türk İş Birliği Parkı’ açıldı. Açılışa Prag Büyükelçisi Egemen Bağış’ın yanı sıra Prag 6 Bölgesi Belediye Başkanı Jakub Starek, Prag’da görev yapan 30 ülke büyükelçisi ve 50’den fazla ülke temsilcisi olmak üzere 200’ü aşkın davetli katıldı. Kardeş Kent Prag 6’da gerçekleşen açılışta Muratpaşa Belediyesi’ni temsilen Başkan Yardımcısı Oya Kansu yer aldı.
Tumblr media
MURATPAŞA’YA TEŞEKKÜR
Türkiye ve Çekya bayraklarıyla süslenen açılışta iki ülkenin milli marşlarının okunmasının ardından Büyükelçi Bağış, Atatürk heykeli koyma talebinin reddedildiğini parkın diplomatik girişimler sonucunda açılabildiğini hatırlattı. Büyükelçi Bağış, “Bu süreçte Prag 6’nın kardeş şehri olan Antalya Muratpaşa Belediyesi’ndeki dostlarımızla da yakın işbirliği içinde hareket ettik, dayanışmaları ve sağduyulu yaklaşımları için takdir ve teşekkürlerimi iletiyorum” diye konuştu.
MEKTUP KARARDA ETKİLİ OLDU
Prag 6 Belediye Başkanı Starek ise demokrasi ve bağımsızlığın iki ülkenin ortak değeri olduğunu dile getirdi ve parkın belediye meclisinde sergilenen muhalefete rağmen açılmış olmasının önemine vurgu yaptı. Starek, bu süreçte Muratpaşa Belediyesi’nin ikili ilişkileri durduracağına yönelik mektubunun meclis üyelerinin parkın açılışı sağlayan kararı almasında etkili olduğunu dile getirdi.  Muratpaşa Belediye Başkan Yardımcısı Kansu ise “Bu birliktelik, bizim barışçıl bir dünya içerisinde yaşama isteğimizin sembolü olacaktır” dedi.
DOSTLUĞUN SİMGESİ
Parka ayrıca Prag 6 Belediyesi ve Muratpaşa Belediyesi dostluğunun bir simgesi olarak Anadolu’dan getirilen meşe palamudu ekildi. Prag 6 bölgesinde Türk Büyükelçilik binasının da bulunduğu Ankara Caddesi’nde 1.5 kilometre boyunca uzanan parkta Tomasz Garik Masarek ve Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün fotoğrafları yer alıyor. Parkta aynı zamanda Atatürk’ün sözlerine de farklı dillerde yer verildi.
EKİM’DE AÇILACAK
Açılış sonrası Başkan Uysal, kardeş kent Prag 6’da açılan Çek-Türk İş Birliği Parkı’nın bir benzerinin ‘karşılıklılık’ esasınca Muratpaşa’da da açılacağını söyledi. Büyükelçiliğin parka Atatürk heykeli koyma talebinin tartışmalı 1915 olaylarından Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ü sorumlu tutan bir anlayışla reddedilmesinin kabul edilemez olduğunun altını çizen Başkan Uysal, “Gelinen aşama, iki ülke, Belediyemiz ve Prag 6 ilişkilerinin devamı açısından önemlidir. Ret kararının belediyenin resmi görüşü olmadığı da süreç içinde sözlü olarak tarafımıza iletilmişti. Şimdi ekim ayında düzenleyeceğimiz Kaleiçi Old Town Festivali’nde, parkın benzerini Muratpaşa’mızda açacağız” dedi.   
Tumblr media
BU Haber İGF HABER AJANSI tarafından servis edilmiştir.
0 notes
benazirrblok · 8 months ago
Text
SEN KADIN Masallar yüzyıllardan bu yana ataerkil sistemi sürdürmenin en temel aracı olarak kullanılagelmiştir. Ataerkil sistem, kadınları edilgen konuma sokmuş, etken olmaya çalışan kadınları ise, ya üvey anne figürü ile ya da amazon kadını tiplemesiyle aşağılamıştır. Kadınların erkeklere boyun eğmesinin yerinde olduğu, aksi takdirde cezalandırılacakları vurgulanmıştır. Erkekler, yeterince uysal olan kadınları korumaya hazır birer kahramandır. Masallarda kadına edilgen bir şekilde kurtarıcısını bekleme rolü verilmiştir. Bu edilgen bekleyiş, başlangıçta bir cinsel erginliğe ulaşma sürecidir. Bu süreç, kimi zaman ocak başında (Külkedisi), kimi zaman da uyuyarak (Uyuyan Güzel) geçer. Ödül de prensin evlenme teklifidir. Daha sonraki süreç ise yaşamsal olgunluğa ulaşma sürecidir. Kadın, çektiği sıkıntıları kendi ailesiyle bile paylaşma hakkına sahip değildir. Sabırla mutlu olacağı günü beklemek zorundadır. Kötülüklere karşı sesini çıkarmadan beklemek onun görevidir. Ama masallar bu süreç içerisinde kadının sabrını ödüllendirmiş, o süreçte kadına doğaüstü güçler vermiştir. Âdem, Havva yüzünden cennetten kovulmamış mıdır? Türk masallarında kadının hamile kalmak için elma yemesi, bu yasak meyvenin cinselliği çağrıştırması değil de nedir? Bu durum aynı zamanda erkeklere, kadınlara olan zaaflarını frenlemeleri gerektiğini anlatır. Âdem, Havva'ya olan zaafı yüzünden yasaklanan meyveyi, yani cinsel ilişki meyvesini yemiş ve cennetten kovulmuştur. Cinsel ilişkiye girmek çıplaklığın fark edilmesi ve utanç demektir. Masal dünyasında erkekler ve kadınlar olmak üzere iki ayrı dünya vardır. Erkek çocuklar farkında olmaksızın kendi rollerini benimser. Kız çocuklar bastırma duygusuyla kendi sırlarını unutur. Erkek çocuklar bağımsız olmak üzere eğitilirken, kız çocuklara her şeyi erkeklerden beklemeleri öğretilir. Böylece erkeklerin sağladığı başarı, kız çocuklarının da başarısı olur. Erkeğin ödülü prensesle evlenmekken, kız çocuğun en büyük arzusu başarılı bir adamla beraber olmaktır. Ve masallar bu davranışa arka çıkar. Başarılı olan kız çocukları ödüllendirilmez bile. Gratel cadıyı fırına ittikten sonra herhangi bir ödül almamıştır. Davranışı Hansel'in evin yolunu bulmadaki becerisinden daha fazla önemsenmemiştir. Oysa bir zamanlar kadın, ateşin koruyucusu ve ocağı tüttüren olarak çok önemli bir konumdaydı. Ocak, gerçek sıcaklığın, samimiyetin ve hayatın bir simgesiydi. Ateş küle dönüştüğünde kadınların gerçek hayata hâkim oldukları varsayılırdı. Ve erkeklere avlanma, evin dışındaki işleri görme buyruğu verenler de kadınlardı. Erkeklerin dış dünyaya egemen olmasıyla başlayan süreç, bir zamanlar üstünlüğün ve kudretin kaynağı olan ocağı bir hapishaneye çevirivermiştir. Cinderella, evinde çile çeken kadınların sembolü ya da rahat günlerini özleyen çalışan kadının özlemidir sanki. Bu tip kadın, kendini tatlı itaatkâr, pasif bir eş olarak görmek isteyen kadındır. Bu kadınlar, ev dışına çıkmaktan ve bağımsız olmaktan korkar. Masallarla büyüyen bir kız, ataerkil sistemdeki rolünün gereklerini hiç bir direnç göstermeksizin kabul etmeyi farkına varmaksızın öğrenmektedir.
1 note · View note
yeniyeniseyler · 4 years ago
Text
EXXEN – Sihirli Annem (1 Ocak 2021 Cuma Yayında!)
EXXEN – Sihirli Annem (1 Ocak 2021 Cuma Yayında!)
1 Ocak 2021’de yayına hayatına başlayan, Acun Ilıcalı’nın sahibi olduğu yeni dijital platform EXXEN‘in tanıtımı yayınlanan beşinci dizisi “Sihirli Annem“ oldu. Platformun yayınlayacağı tüm içerikleri “Exxen 1 Ocak’ta Yayında” başlıklı özel haberimizden takip edebilirsiniz. Exxen – Sihirli Annem Sevilen dizi yeni versiyonu ile yayında olacak. Başlıca rollerde ise; Açelya Topaloğlu, Emre Altuğ,…
Tumblr media
View On WordPress
0 notes
Text
Börü Dizisi Üzerine
Tumblr media
   Dizideki karakterlerin  hepsi deli ve hepsinin bir “tarihi” var.(Bunlar bizim delilere benzemiyor. Maaş alıyor, silahı var, insan boğazlıyor, çoluk çocuğu var ve deli olabiliyor.) Tarihi ile var olmazlar. Hatırlayarak kanarlar. Esridikleri ve kendilerinden geçtikleri anlarda “hatırlarlar”. Neden böyle olduklarının gerekçesidir “hatırladıkları” Kendilerine neden yaralı olduklarını hatırlatmazlar, gerekçe sunarlar. İyi ve kötü arasındaki ayrımı insanın ilk yarığı/ aldığı ilk yara ile ilişkilendirebiliriz. Bu yarıktan/yaradan sonra; iyi ve kötü arasındaki denge kötünün lehinedir. Artık iyi, geçmişe ait bir hatıradır. Karakterler kendinden geçerken hatıralarını dinleriz. Hepsinde paramparça olmuş hayat hikayeleri vardır.
    Sürü ve börü vardır. Yaşam bu dengede anlam bulur. Bir de çakallar vardır, sürüleşen, sürü kılığında bulunan ve sürüyü çürüten. Sürü ve börü ontolojik olarak iyidir. Sürü/Börü iyilik özdeşliği iken çakallar bu özdeşliği bozan bir unsurdur. Çakallar dışsal bir unsur olarak yer alsa da sürü ve börünün içerisine sızma imkanları vardır. Metaforla anlatılan sürü, toplumdur. Börü ise silahlı kuvvettir. Klasik modern devlet tanımı ne diyordu: bir topraksallıkta( teritoriality) belirli bir nüfus ve meşru şiddet tekeli. Burada nüfus:sürü, meşru şiddet tekeli: börüdür. Fakat sürü ve börü arasındaki ilişkide “modern” ögeler tercih edilmez. Çünkü burada bir “devlet geleneği” vardır. Börü toplumu kuran unsurdur. Fakat buradaki kuruculuk gölgede bırakılır. Sürü ise kutsal ve sıradan yaşamına devam eder. Sürünün yaşamı sıradandır; üretmek ve kendine biçilen “küçük” rolü oynar. Fakat mucizevi olabilir. Sürü ise ancak Börü ile temasında/ilişkisinde mucizevi olabilir. Mucizevileşen Sürü, Börüleşen Sürü’dür. Dolayısıyla sürü börüleşir. Yani Börü, Sürü’yü kurar. Sıradan toplum yaşamını bir tarz haline getiren Börüdür. Deleuze’ün ifade ettiği gibi “üretim tarzları ve biçimleri devleti meydana getirmez aksine üretimi bir tarz/form olarak örgütleyen devlettir.” Börü’nün sırtında işte bu kadar  yük vardır. Yüklüdür ve gayretkeştir Börü. Hem mitolojik hem de modern mitolojik anlamda devlet yükünü ve devlet-toplum ilişkilerindeki başat-kurucu rolünü oynamaya çalışır.
            Devletle yüklenen Börü. Modern devlet; egemendir. Egemenliğinin kaynağı yine kendisidir.Kendi egemenlik ve meşruluğunu kendisiyle sınırlayan bir fasit daire çizer. Hukuk okuyanlar veya klasik siyaset bilimi okuyanlar bunu bilirler. Egemenliğin; tek, devredilemez, bölünemez,parçalanamaz, rendelenemez vs. olduğu söylenir. Devlet teorisi bunun üzerine çalışır.( Eleştirel teoriler ve siyaset felsefesinden dolayımlanarak gelen tartışmalar hariç ) Börü; modern anlamda ve mitolojik anlamda bu egemenliğin yükünü sırtlanmıştır. Bunun sonucu olarak Börü’yü mekanla ve zamanla sınayacak ve sınırlayacak hiçbir öge kalmamıştır. Börü her mekanda ve her zamanda iş görür. İş görmesinin nedeni ve meşruiyet kaynağı yine Börü’nün kendisidir. Börü’ye kızarsın, Börü babacan tepki verir, okşar. Börü, babadır. Sürü ise ebedi çocuktur. Çocuk evi terkedemez. Çocuk kendini yönetemez. Çocuk oynar. Oyun ise biter. Bitmeye mahkum veya sınırlandırılabilir bir evreni vardır Börü’nün gözünde oyunun. Çocuk, Börü olamaz. Çocuk, Börü’nün psikanalizindeki kutsal yarıktan önceki “iyilik” temsilidir ve “iyi” rolünü oynar. Çocuk büyürse Börü’nün dengesi sarsılır. 
         Börü Dizisi; Börü/Sürü/Çakal özne konumları üzerinden tarih/toplum/devlet/siyasete ve bunlara ilişkin kuramlara yanıtlar üretir. Tarih döngüseldir. Tarih (ebedi) bengi dönüştür. Tarih döngüseldir ve tarih dengesini arar. Tarihin dengesi; Börü ve Sürü özdeşliğidir. Güncel ve aktüel huzursuzluk ve dengesizlikte; çakallar meydana çıktığında ; özdeşlik ve kutsal denge hatırlanır.Kutsal dengeyi sağlayanların iradesine vurgu yapılır. Tarih; özdeşliği ve dengeyi arar. Tarihin öznesi Börü’dür. Sürü rolünü oynar. Toplum; sürüdür. Topluma dönük bakış klasik felsefenin bir’ini ve formlarını hatırlatır. Klasik felsefede; kurucu ve ilk neden vardır. Her şey o bir’likte ifade bulur.Tarih ve mekan o bir’in dengesini hatırlatır. Toplum buradaki bir’in tamlayıcısıdır. Modern ve çağdaş felsefe ve toplum kuramlarının üzerinden atlanır. Çıplak yaşama dair bir tasvir yapılır.Yaşam ve ölüm. Zorun rolü. Bu toplumu anlamak için temel bir ilkedir. Börü’nün toplum teorisi budur. Zorla kurulduğu inkar edilmeyen ve sürünün mutlak itaat ettiği, itaat ettiği için var olduğu ve itaat ettiği için mutlu olduğu pornografik toplum teorisi. Siyaset; çakal işidir. Börü Sürü’sü ile özdeştir. Siyaset bu özdeşliği bozan bir unsur olarak Börü’nün huzurunu kaçırır. Kendi dışında siyaset ve itiraz kabul etmez Börü. Bu ontolojik sınırsızlık ve börü/sürü özdeşliği; siyasetin ilke ve kuralını Börü’nün iradesi olarak açıklar.
          Börü dizisi; gerçek kişi ve kurumlarla bir ilgisi olmasa da bağının olduğunu ifade ediyor. Börü dizisi; devlet içerisine ve sürü içerisine sızmış; teröristlerle mücadele ediyor. Börü kendinden ve yarattığı efsaneden başka bir özdeşlik/gerçek tanımıyor. Börü; kendi sınırlarını ve kendi var oluş nedenini çiğneyen hiçbir şeyi tanımıyor. Börü’de duygusal temalar var. Hınç ve yetememe/yaralı var oluş. Börü bu yönden hayli kırılgan. Börü; uğultu, itiraz, ses, fark tanımıyor. Börü kendi sesi ve özdeşliği dışındaki evreni tanımıyor. Kırgın ve hınç dolu.
         Börü’ye üzülmemek elde değil. Yıllarca; keko-kıro diyerek şive komedisiyle kültür endüstrisine meze ettiği, tank ve barutla yakıp yıktığı, dilini ve kültürünü yasakladığı, dört farklı devlet içerisinde bilinç ve varlığına yabancılaşan “sürü olmayan sürü” isyan ediyor. Hatta isyan bile etmiyor, kendini kuruyor. Börü; sürü olamayan etnik sürüye ; kendi tanrılarını ateşe atan bu isyancıları görünce çıldırıyor. “Sürü” sürü bile değil. Çünkü “etnik” olarak Sürü-Börü özdeşliğinin efsane ve mitolojisine eşlik etmesi çok zor.Dizide zorlama olarak “etnik” Sürü ile Börü arasındaki temaslar da bu zorluğa işaret ediyor.Pornografik ögeler var. Şevkate ve ilgiye aç etnik Börü. Etnik Börü pek uysal. Fakat etnik Börü’nün sokak sokak köy köy örgütlenip; kendi iradesini ortaya koyması ve 150  gençle 6 ay Sur’da varlığını koruduğunu kimse açıklayamıyor. Börü’nün dengesini bozan, hınçla dolduran ve pornografikleştiren de bu. Börü gerçeklerin üzerinden atlıyor. Ve her bölümde 500 terörist öldürüyor. Sur’daki genç sayısı ise 150. 150 gence karşı 6 ay giremediği topraklara dair fantezi üretiyor.  Bulgar Ozan Veselin Andreev’in dediği gibi:
İki yüz Sovyet uçağı
sardı bütün gökyüzünü
bizim erler kolaylıkla
düşürdüler dörtyüzünü
      Börü’yü böyle alımladım. Her militarist dizide ( silah gördüğüm yerde militarizm var demiyorum. Silahın ve fizik gücün kurucu ve egemen olmasını işlediği temalarla meşrulaştıran diziler ve fikirler militaristtir ) olduğu gibi keyfilik ve duyguların olması egemen. Çatışmaya giderken gülmek ve şakalaşmak olmazsa olmaz. Delilik olmazsa olmaz. Kural koyuculuk ve yasal denetleme yapan yargı kurumu ile takışmamak imkansız. ( hele bir de f tipi çakallardan oluşan yargı meselesi varsa ) Börü; kurucu ve başat gücün kendisi olduğunu; kendinden gayri kalanın sürü ve çakallar olduğunu iddia ediyor. Börü; iradenin ve tarihsel döngünün sürü-börü özdeşliğinin kurucusu ve kollayıcısı. Börü’nün döngüsü ve özdeşliği iyi ve adil. Dolayısıyla Börü kendinin dışında bir yargı tanımıyor. Olağan üstü hallerin, hukukun istisna hali üzerinden işlemesinin ve fizikgücün kurallarıyla dizayn edilmeye çalışılan siyasal-toplumsal atmosferin ideolojik olumlayıcısıoluyor. Fakat bu sefer kahramanlarımız seküler.Balyozcu.Tepenize bombayı nasıl istersiniz dinsel mi seküler mi ?
0 notes
pinarworks · 2 years ago
Photo
Tumblr media
Tekinsiz bir canavar olarak kadın: Barbara Creed ve tersten korku sineması Barbara Creed, 1993 tarihli The Monster Feminine: Film, Feminism, Psychoanalysis adlı kitabında, korku sineması üzerine yazılmış akademik ve medyatik yazılara bakar ve neredeyse her birinin ele aldığı filmlerdeki kadın karakterleri hikayenin kurbanları olarak temsil ettiğini tespit eder. Creed'e göre bu eğilim genelliğini ve güvenilirliğini Freud’un Oedipus kompleksi kavramına borçludur: Bu kavrama göre kadınlar erkekler tarafından hadım edilmiştir. Creed bu genelgeçer perspektifi yeniden değerlendirmek için ana karakterleri kadın olan birkaç klasik korku filmini yeniden ve derinlemesine okur ve bahsi geçen filmlerde aslında tam tersinin söz konusu olduğunu savunarak, “standartlaştırılmış bir kurban olarak kadın” klişesine meydan okur: Bu filmlerdeki kadınlar kurban değil bilakis canavarın ta kendisidir. Yazar bu argümanını desteklemek için Freud'un Oedipus kompleksi üzerine temel metni Küçük Hans’ı yakından okur, aynı zamanda feminist düşünür Julia Kristeva'ya başvurur. Freud’un Küçük Hans vaka analizinde küçük oğlan çocuk Hans annesinin (ya da kız kardeşinin, veya kadın bakıcısının vb.) cinsel organı ile ilk karşılaşmasında onun bir penisi olmadığını fark eder. Freud, Hans’ın annesinin hiçbir zaman bir penise sahip olmama olasılığını düşünmediğini, penisin bir zamanlar mutlaka var olmuş ancak otoriter babası tarafından kesilmiş olması gerektiğini düşündüğünü iddia eder. Hikaye kendiliğinden bir fark üzerine değil (“annemin penisi yok o zaman belki başka bir şeyi vardır?”), özdeşlik içinden dallanan bir eksiklik olarak kurulur. Çocuğun, annesinin bu şekilde iğdiş edilerek pasifize edildiğine inandığı senaryo Oedipus karmaşasının da merkezinde durur. Hans annesinin boyunduruğundan annesini hadım ederek devre dışı bırakan, etkisiz hale getiren babası sayesinde kurtulur ve böylece ortak dünyaya adım atar. Ödipal eşiğin başarıyla aşılması (yani babanın aslî hadım eden/otoriter özne olarak kabulü) çocuğun annesiyle olan romantik ikili ilişkisinden kopmasına ve otoritelerin ve kuralların dünyası olan sembolik sistemde yani kültürel hayat içinde bağımsız bir özne olarak kendini inşasına yardımcı olur. Medeniyet olarak da adlandırılabilecek bu yeni dünyanın en önemli kuralı da malumunuz anneyi arzulama yani ensest yasağıdır. Bu ödipal süreç Freudyen teoride kızlar için oğlanlarda olduğundan farklı şekilde işler. İdeal ve beklenen sonuç oğlan çocukların bu süreçten egemen, güçlü ve otoriter, dolayısıyla hadım edici özneler olarak çıkması iken kızların edilgen ve uysal, yani hadım edilmiş özneler olarak çıkmasıdır. Creed, korku sineması üzerine var olan çoğu eleştirel yazı ve analizin bu formülü takip ettiği için hadım edilmiş, pasif, kurban kadın mitine su taşıdıklarını ancak bunun yanlış olduğunu iddia ediyor ve yeniden okumalar yoluyla Freud'un kavramsallaştırmasındaki belirli eksiklikleri tespit ediyor. Ona göre Freud, Oedipus teorisini oluştururken yüzde yüz dürüst ve tarafsız değildir; örneğin Küçük Hans vakasında aksi yönde başka veriler de bulunmasına rağmen Freud, baba figürünü hadım eden kişi olarak merkeze yerleştiren nihai teorisine uyması için vaka verilerini kasti olarak yanlış değerlendirir. Örneğin Freud’un Hans’ın annesinin ona “senin pipini keserim” dediğinde ne kadar çok korktuğu gibi bazı detayları görmezden geldiğini belirtiyor. Bir yandan da özne olmaya götüren Oedipus sürecinin Freud dışında kavramsallaştırmaları olduğunu da hatırlatan Creed, Julia Kristeva'nın “bedenin ilksel haritalanması” olarak adlandırdığı sürece bakıyor. Kristeva’ya göre ödipal dönemden çok önce çocuğun simgesel olana girişini başlatan başka bir dönem söz konusudur. Tek otoritenin anne olduğu bu evrede çocuk ve anne utanç kavramının olmadığı, ikili ve barışçıl bir ilişki içindedir ve anne çocuğa bedeni ile dünya arasındaki sınırı, çocuğun altını temizlediği tuvalet eğitimi süresinde öğretir. Bu şekilde çocuk benliğinin temiz, kendi içinde bütün, bedensel ve sınırları olan bir şey olduğunu fark eder. Kristeva'nın önermesinde anne hadım edilmekten çok uzaktır, tam tersine ilk hadım edici olarak cisimlenir ancak daha sonra erkek tarafından sınırları aşan, pis (abject) ve çocuğun öznelliğinin önündeki engel olarak görülmek üzere daha büyük bir amaç uğruna, medeniyetin iyiliği uğruna, manipüle edilir. Creed, bu argümanları ışığında Alien üçlemesi, The Exorcist, Carrie ve Psycho dahil olmak üzere birkaç önemli klasik korku filmini yeniden analiz ediyor ve bu filmlerdeki kadın karakterlerin aslında kurban olmadığını ikna edici bir şekilde savunuyor; öyle ki bu karakterler zayıf kurbanlar olarak değil korkunun asıl kaynağı olan otoriter figürler olarak beliriyor. Creed’in argümanı cinsel fark konusunu yeniden düşünmeye ve türün mevcut literatürünün yeniden okunmasına teşvik ederken, ortodoks psikanalizin analitik emperyalizmi altındaki korku sinemasının da biraz nefes almasına sebep oluyor. Creed'in bir sonraki kitabı, Fallic Panic: Film, Horror and the Primal Uncanny benzer bir konunun izini benzer bir şekilde takip ediyor ama bu sefer korku türünde kadınların değil, erkeklerin "korkunç" olarak temsil edilmesine odaklanıyor. Bu sefer Freud'un“Tekinsiz” (Uncanny) makalesini yeniden okuyarak Tekinsiz kavramı içinde, “İlkel Tekinsiz” olarak adlandırdığı yeni bir kategori kuruyor. Bu kavrama göre kadınlar kendilerine atfedilen ve doğuştan taşıdıklarına inanılan üç özellik yüzünden Tekinsiz olarak görülüyor: Doğaya, ölüme ve hayvana olan yakınlıkları yüzünden. Gerçek dünyada kadınlara yapıştırılan “doğallık” (doğuştan duygusallık, anaçlık vs), “hayvanilik” (cinsel arzu, şehvet, ihtiras vs) ve “ölüme yakınlık” (yine cinsel arzu ki ölümler özdeşleştiriliyor, adet kanaması gibi iğrenç ve bedenin sınırlarından taşan özellikler) gibi özellikler, erkeklerde tespit edildiğinde bahsi geçen erkeği tekinsiz ve “korkunç” bir şey haline getiriyor, zira Creed’in argümanına göre erkek bedeni medeniyetin sembolü iken adet gören, çocuk doğuran, cinsel arzu saçan kadın bedeni ise medeniyetten dışlanan her şeyin, hayvanların, doğanın ve ölümün sembolü olarak görülüyor. Yani Creed korku filmlerindeki korkunç olarak gösterilen erkeklerin aslında hadım edici nitelikleri nedeniyle değil (Halloween filminin kötüsü Michael Myers’ı, Freddy Krueger’ı, Frankenstein’ın canavarını ve bilumum vampir ve kurt adamı düşünün) bu ilkel tekinsizlik evrenine yerleştirildikleri için canavar olarak görüldüğünü, onları korkunç kılan ve kimini akıl hastanesi (Michael Myers), kimini rüyalar alemine (Freddy Krueger) hapsederek hemen hemen hepsini medeni dünyanın dışına atan şeyin de onları ele geçiren kadınsı nitelikler olduğunu savunuyor. Velhasıl kadınsı olarak görülen her şeyin erkek sembolik sistemini tehdit ediyor oluşunun aslında bu sistemin ne kadar zayıf olduğunu, sarsılmaya çok meyilli olduğunu gösterdiğini de ekliyor Creed: Kendisini, kadınsı olan her şeyle kurduğu mesafeyle tanımlayan bir medeniyet bu bahsi geçen. Bu argüman aslında erkek sembolik sistemin kadınlık karşısındaki kırılganlığını ve feminenliğe olan alerjisini açık etmesi anlamında epey güçlü bir kavramsallaştırma sunuyor: Ölüme, doğaya ve hayvanlar alemine yakın yani feminen olarak kodlanan her şey medeniyet için bir tehdit unsurudur. Bu tehdit karşısında fallik bir panik yaşayan sistem kendisini sağlama almak için tekrar tekrar kadınsı olana beslenen köklü korkuya bel bağlar. Bu kırılganlığa dikkat çekerek Creed, erkek addedilen sembolik düzene, hadım edici ve otoriterlik gibi özellikler vasıtasıyla kadiri mutlak bir nitelik yükleyen edebi eleştiri geleneğine hakim determinist bakış açısına da bir eleştiri ve alternatif getirmiş oluyor. Velhasıl erkek düzenin gerçekten çok başarılı olduğu bir konu varsa, feminenlik tehdidi karşısında yaşadığı bu fallus paniğini ya edebiyat, sanat ve sinema gibi yaratıcı alanlar vasıtasıyla süblimleştirerek ya da dikkati psikanaliz ve felsefe gibi zihinsel anlamda kurucu alanlara paslayarak nasıl doğallaştırıp gizleyeceğini çok iyi bilmesi olduğu ortaya çıkıyor. Her iki kitapta da canavarlar, cinsel farka dayanan, hâlâ psikanalitik ama aynı zamanda feminist bir mercekle analiz ediliyor ve Creed kadın bedeninin canavar olarak görülmesinin kaynağını yani onun sembolik düzenle ilişkisini tespit ediyor. Aslında bir canavar olarak temsil edilen şey aynı zamanda medeni olmayan, dolayısıyla erkek olmayan ve düzene ait olmayan şey olarak karşımıza çıkıyor. Korku filmlerinde neyin korkutucu olduğuna dair kavramsallaştırmaya bu alternatif bakış, geleneksel psikanalitik temelli eleştirileri ve süregelen tekrarları yanında bugün bile tazeliğini koruyor çünkü bu analiz de bir yandan hâlâ psikanalitik kanon içinde yeşerirken aynı zamanda aynı kaynakları kullanarak kanona ikna edici itirazlarda da bulunuyor. Creed'in iddiasında kendisinin de bu kanon içinde sıkışıp kaldığı, dolayısıyla korku sinemasında kadınların ısrarla tek tipte temsil edilmesinin/okunmasının toplumsal ve sosyo politik nedenlerini ihmal ettiği söylenebilir. Sunduğu kavramlar ve örneklerle yeni bir perspektif açmasına rağmen bu ısrarlı temsillerin gerçek dünyadaki maddi etkilerini gözden kaçırdığını da söylemek mümkün. Bu filmlerde aslında izlediğimiz şey bize gösterilenden ve ana akım sinema eleştirisinin sürekli tekrar ettiği ezberden farklı olarak patriyarkanın gerçekten de kadınlardan ödünün koptuğu gerçeği olabilir zira toplumsal cinsiyet rolleri sanıldığı kadar katı ve yerlerine çivilenmiş değildir ve her an tepetaklak edilebilir ama günün sonunda feminenliğin bu gizli güçlü ve otoriter temsilleri kadınları gerçek dünyada güçlendirme kuvvetine de sahip değildir. Bilakis psikoloji, dünyayı sınıf boyutundan azade pür zihinsel bir evrene indirgeyen neoliberal bir bireyselciliğin izin sürüldüğü diziler, filmler, dikkat çekici İnstagram fotoğraflarına eşlik eden özlü sözler ve kişisel gelişim kanalları ile pratik hayat içinde öyle yaygın ve güçlüdür ki, kurucu ve şekillendirici etkileri sırf yazan tarafta değil izleyici tarafında da gözlemlenir. Creed’in ve diğerlerinin önerdiği alternatif okumaların sadece belirli dillerde erişilebilir olması ve akademik çevreler dışında pek bilinmemesi, bilginin statüsel kabulünün, dolaşımının ve yayılma şeklinin de sembolik düzen için hayati önemde olduğunun bir göstergesi olabilir. Getirilen farklı yorumların radikal bir değişikliğe sebep olması için, sarsılmaz kavram ve teorilerin salt kimler tarafından neden ve nasıl yazıldığı üzerine değil, kimler tarafından dağıtıldığına ve kimler tarafından neden, ne sıklıkla ve nasıl tüketilip içselleştirildiği üzerine de düşünmek gerekir- elbette salt zihinsel haritalara yaslanarak değil, arkalarındaki maddi koşullarla birlikte. https://www.5harfliler.com/tekinsiz-bir-canavar-olarak-kadin-barbara-creed-ve-tersten-korku-sinemasi/
1 note · View note
turkudostu61 · 3 years ago
Text
Vergi mükellefi olarak bakmakla yükümlü olduğumuz kişiler; 1 cumhurbaşkanı 1 TBMM başkanı 16 bakan 600 milletvekili 1800 danışman 5 milyon mülteci Bülent Arınç Cemil Çiçek Faruk Çelik Mevlüt Uysal Egemen Bağış Bilal Erdoğan Onlar bizim karnımızı doyurmuyor,biz onları besliyorz.
0 notes
hetesiya · 3 years ago
Text
Mafyasız Kapitalizm Ol(a)Maz[*]
Tumblr media
Temel Demirer
“Suç, düzenin aynasıdır.”[1]
Kısa bir süre önce AKP’yi alkışlayan bir liberalin dahi, “Son gelişmelerden, Peker’in arka arkaya gelen açıklamalarından sonra Türkiye’de hukuk devletinin ‘yok hükmünde’ olduğu iyice ortaya çıktı… Diğer ifadeyle, bu çetelerin siyasi iktidarın kullandığı, resmi kurumlara ilişkili bir araca dönüştüğü anlaşılıyor… Ağar, Çakıcı, Peker gibi isimlerin korku, tehdit, seferberlik mekanizmasının işlevsel parçaları hâline getirilmeleri... Türkiye suç örgütlerinin siyasallaşması bakımından hiç bu kadar rejimsel bir tehlikenin sınırında olmadı,”[2] diye betimlediği tablo kimileri için “şaşırtıcı” olsa da, bizim için -kapitalizmin bir semptomu olması bağlamında- “doğal”![3] Hayır sadece 1990’lı yılların “Derin (denilen) Devlet, Susurluk, faili (hiç de) meçhul (olmayan) cinayetler, mafya, ihale, yolsuzluk” gibi terimlerle hatırlanandan ötede şeylerden, devletin tarih bilgisine dair hafızadan söz ediyorum. Malum kapitalist devlet, “meşru güç odağı”; mafya da “gayrimeşru güç” olarak sunulurken; görülmesi gereken bu olgular arasındaki sembiyoz (ortakyaşam) ilişkidir. Özellikle coğrafyamızın tarihinde devlet-mafya ilişkisi İttihat-Terakki yönetiminde, 1911’den itibaren etkili olan Teşkilât-ı Mahsusa pratiğinde çok net ortaya çıkar. Mesela hiçbir devlet görevi olmayan İttihat-Terakki’nin katib-i mes’ulü Dr. Bahattin Şakir’in, Diyarbakır Valisi Dr. Reşit’le birlikte yürüttüğü Ermeni Soykırımı’ndaki üzere... Mesela Yunanistan’ın Balkan’lardaki üstünlüğüne devletin bekası için Anadolu’yu Rum’lardan temizlemek amacıyla milli çetelerin devreye sokulması ve çeteleri Marmara ve Ege bölgelerinde Galip Hoca (Celal Bayar) ile Kuşçubaşı Eşref’in, Karadeniz’de ise Giresunlu Topal Osman’ın yönetmesi gibi… Ya da Alevî kırımları; özellikle de Gazi’de tanığı olduğumuz üzere… 1) Diren Satı (Pir Haber Ajansı): Devlet-mafya-siyaset-medya ilişkisi yeniden Türkiye’nin gündeminde. Bu sizin için sürpriz miydi? Söz konusu çerçevede olup da bit(mey)en sürpriz değil, kapitalizme mündemiç hakikâtin ta kendisidir! “Nasıl” mı? Basit bir örnek, ya da işte Mehmet Ağar’ı cezaevinde ziyaret eden isimlerden bazıları: Mustafa Koç, Mehmet Cengiz, Ferit Şahenk, Adnan Polat, Nihat Özdemir, Süleyman Selmanoğlu (dönemin AKP’li Elâzığ Belediye Başkanı), İsmail Cevahir, Yüksel Çağlar, Hikmet Çetin, Gültekin Uysal, Fatih Terim, Rıdvan Dilmen, Yıldırım Demirören, Aziz Yıldırım, Fikret Orman, Haluk Ulusoy, Yılmaz Vural, Ersun Yanal, Sadri Şener, Arda Turan, Hıncal Uluç, Ercan Saatçi… “Derin (denilen) devlet”in içindekilerin ve “yancıları”nın fotoğrafıdır bu! Ya da İranlı uyuşturucu baronu Naci Şerifi Zindaşti ile ilişkileri fotoğraf ve HTS kayıtlarıyla ortaya çıkan eski AKP milletvekili Prof. Burhan Kuzu’nun yeraltı dünyası ile bağıntısı bununla da sınırlı değildi. Kuzu’nun kendisini “Hanım Ağa” olarak tanıtan ve Sedat Peker’i tehdidiyle gündeme gelen Güniz Akkuş’u Meclis’te Anayasa Komisyonu Başkanlığı döneminde makamında ağırladığı ortaya çıktı.[4] Veya Mahmut Alınak’ın, “Kontrgerilla, illegal bir örgüt değil; maaşı, makamları belli olan devletin resmi örgütü,”[5] saptaması anımsanmalıdır. Örnekleri çoğaltarak vakit kaybedecek değilim. Lakin öncelikle ve “Ama”sız, “Fakat”sız görülmeli şu: Her türlü pisliği üreten bataklık kapitalizmdir. Çeteleşmenin, mafyanın önünü açan -egemen sınıfının baskı ve şiddet aracı- devletin kapitalist sistemin aparatı olduğu ve “Kutsal Devlet” yaygaralarının da başka bir anlamı olmadığı görülmeli. Dudak uçuklatan yolsuzluklar, hırsızlıklar, kara para aklamaları, “vergi cennetlerine” servet aktarımları, devlet terörü, kol kola sarmaş dolaş fotoğraflar vd’leri “Kutsal Devlet”in ne olduğunu net biçimde öğretmiyor mu? Nihayetinde her şey “sermaye birikimi”ne yönelik değil mi? Bir kere daha altını çizeyim: Kapitalist devlet, en büyük suç, şiddet ve cinayet örgütüdür. Çünkü Kapitalist devlet her şeyi ile burjuvazinin hizmetindeyken; asalak burjuvalar ise en büyük hırsız, rüşvetçi, yağmacı, soyguncu ve zorba sınıftır. Dolayısıyla da onların devleti suç, şiddet ve egemenlik organıdır. Ya coğrafyamızda olup da bit(mey)enleri “yeni(lenmiş) versiyonu”
mu? Yüce idealleri(?) betimleyen süslü asil sözcükleri, gelenekselleşmiş, kutsallık sıfatlarını, sloganları, söylenceleri, temenni sözcüklerini, törenlerde dile getirilenleri bir yana koyarak; olayı yalın, dürüst ifade edersek bu Charles Darwin’in, “Hırsızlar çalarken değil, paylaşırken kavga eder,” diye tanımladığı bir paylaşım kavgasıdır. Evet Mehmet Ali Güller’in ifadesiyle “dokuz bileşenli” AKP’nin “denizin tükendiği” noktadaki hâlinin özetidir paylaşım kavgası. Her ne kadar son sözü tek adam da söylese, yine de onun “orkestra şefliğini” yaptığı iktidar, çeşitli bileşenlerden oluşuyor: 1) İktidar, ilk günden beri tarikat ve cemaat koalisyonudur. İskenderpaşa dergâhından Fethullah Cemaati’ne kadar pek çok dinci yapı, kabineye temsilcisini vererek iktidarın bileşeni olmuştu. Bu sistem, Fethullah Cemaati’siz olarak hâlâ iktidarın en temel bileşenidir. 2) İçinden çıktıkları ama sonradan parça parça ele geçirdikleri, temsilcisi Numan Kurtulmuş olan Milli Görüş. 3) Cumhur İttifakı ortağı MHP kanalıyla Çakıcı’dan Peker’e uzanan ülkücü mafya yapıları. 4) BBP başta kimi partiler. 5) Temsilcileri Süleyman Soylu olan ve kökleri 90’larda bulunan Çiller-Ağar yapılanması. 6) Temsilcisi Hulusi Akar olan; güvenlik bürokrasisi ağırlıklı devlet organları uzlaşması. 7) En bilineni SADAT olan çeşitli milis grupları. 8) Baronlar: Zarrab, Zindaşti, Mansimov vb. 9) Çeşitli sermaye grupları; başta 5’li çete vd. Görüldüğü gibi siyaset, tarikat, sermaye ve mafya gruplarından oluşan bir yapı var... Orkestra şefi, aynı zamanda tüm bu yapıların yörüngelerinde ahenkle dönmesini sağlayan kütlesi büyük merkezdir. Ancak kütle azalmaktadır ve bu nedenle yörüngeden sapmalar oluşmaktadır. İşte “Peker olayı” bir yanıyla, zayıflayan merkez (Saray) nedeniyle yörüngeden sapmaların başlaması durumudur. Kılıcın eskisi gibi keskin olmayışı, bölüşüm anlaşmazlıklarını daha çok gün yüzüne çıkarır böyle durumlarda...[6] 2) DS: Muhalefetin ve alternatif güçlerin bu süreci doğru yorumladığını düşünüyor musunuz? Kanımca herkes puzzle’ın bir yanını öne çıkarırken, kilit önemdeki aslî yan gölgede kalıyor. Örneğin Nurcan Gökdemir, “Mafya, sistemin önemli ortağı”[7] dese de; “Mafya doğrudan bir devlet organına dönüştü.”[8] “Bir eli mafyanın, çetenin içinde olan devlet değil artık karşımızda olan. Mafyanın, çetenin devlet olduğu bir rejim demektir bu,”[9] gerçeğinden hareketle, mafyanın merkezi rolüne dikkat edilmeli… CHP sözcüsü Faik Öztrak’ın, “Bugün yaşanan her bir skandal, 1996’da kamyon kasasında patlayan, Susurluk skandalından çok daha beter”;[10] Fikri Sağlar’ın, “Susurluk’tan daha vahim bir durumdayız,”[11] saptamaları; Topal Osman’ı bugünlere taşıyan zihniyetin öncel(ler)ini “es” geçiyor… Ertuğrul Kürkçü’nün, “Sedat Peker topluma devleti anlatıyor,”[12] deyişine ise, “bir kısmını” notunu düşerek hatırlatalım: Mafyasız bir kapitalizm olamaz. Devleti mafyayla ile mücadeleye çağırmak devleti de mafyayı da anlamamaktır. Çünkü Dario Bätancourt ile Marta Maria’nın ifadesiyle, “Mafya yasadışı kapitalizm, kapitalizm de yasal mafyadır!”[13] Evet devlet anlaşılmadan mafya kavranamaz. Çünkü Antonio Marchel’in deyimiyle “Mafya devletin bilinçaltıdır,” diyebiliriz.[14] Önceleri kurallara ve kanunlara karşı olarak ortaya çıkan, sonra ise iktidar ve devlet yapısıyla hâlvet olan bu kurum “mafya”dır. Türkiye’den dünyanın herhangi bir coğrafyasına dek artık mafya neredeyse hayatımızın bir parçasıdır.[15] Egemen sınıfın yürütme gücü olarak devlet, zor kullanma tekeline sahiptir. Zor tekelinin kullanılma yöntemi ve meşruluğunu “demokratik devlet”lerde hukuk belirler. Mafya ise, devletin güç kullanan organlarının dışında “zor kullanan” yapılardır. En önemli farkları, “hukuk” dışı olmalarıdır. Devletin zayıfladığı ya da hukukun zor tekelini çeşitli nedenlerle denetleyemediği zemin, mafyanın hayat bulduğu alanken; kürselleşme ile kapitalist devletin, giderek özel teşebbüsün uzantısına dönüşmesiyle, mafya ve benzer tipteki örgütlenmelerin yeri gündelik yaşamda artıyor. “Yeraltı Dünyası” olarak tanımlanan “Mafya” biçim değiştirerek endüstriyelleşiyor. (Mesela uyuşturucu sektörü
gibi!) Sinalao mafyasının El Chapo diye anılan lideri Joaquin Guzman’ın sağ kolu olan sanık Alex Cifuentes; mahkemede verdiği ifadelerde eski Meksika Devlet Başkanı Enrique Penã Nieto’nun seçim kampanyası için El Chapo’yla bizzat görüştüğünü, ona “250 milyon dolar ver, peşini bırakayım!” dediğini, “100 milyon veririm” cevabını alınca da hemen kabul ettiğini iddia etmektedir. Sanık Alex Cifuentes, 100 milyon dolar rüşveti Başkan Nieto’ya elden teslim eden kişidir. Morelos kentindeki rüşvet buluşmasına Başkan Nieto’nun yanında CISEN (Meksika’nın MİT’i) yöneticisi Eugenio İmaz Gispert ile geldiğini söylemektedir.[16] Ayrıca Dünya uyuşturucu ticaretinin büyük bir bölümünü elinde tutan Kolombiyalı Madellin kartelinin lideri Pablo Escobar, ülkesinin hükümetine “Bırakın Kolombiya’nın dış borçlarını biz ödeyelim” önerisinde bulunmuştu. Sahip olduğu sermaye ülkenin bütçesinden üç kat fazlaydı çünkü! Erdoğan’ın yakını hâline gelmiş “işadamı” Sedat Peker’in de, Suriye’deki Bayırbucak Türkmenlerine 4 TIR dolusu yardım gönderdiğini biliyorsunuz değil mi?[17] Şunu görmek/ göstermek gerek: Coğrafyamızda mafya yeraltında değil herkesin gözleri önünde. İktidarın söylemlerine ve uygulamalarına, mahkemelerin kararlarına, seçimlere, Meclis’ten çıkan yasalara, bürokrasiye, kayyumlara mafyöz yönetim biçimi tamamen yerleşti. “Yeni kokain üssü olduğu”ndan[18] söz edilen; “İstanbul, dünyada en çok esrar ve eroin kullanılan ikinci şehir oldu!” diye betimlenen;[19] BM’nin ‘Uyuşturucu Kontrol Kurulu 2020 Raporu’nda, “Uyuşturucu trafiğinde Türkiye üçüncü sırada” notu düşülen;[20] “Güney Amerika’dan Avrupa ve Asya’ya kokain sevkinde yeni rota Türkiye oldu”[21] denilen tabloda devlet-siyaset-mafya üçgenindeki hikâye uyuşturucu sektörü (ticareti) zemininde yükseliyor. Elbette tüm bunların ABD emperyalizmi[22] ile coğrafyamızdaki iktidar bloğunun ilişkileri ve kirli savaş hakikâti dışında gerçekleşmesi mümkün değildir.[23] “Pudra şekeri” realitesini unut(tur)madan tüm bunlara şunları da eklemeden geçmemeli: ‘Avrupa 2019 Uyuşturucu Raporu’na göre, Türkiye’de uyuşturucu kullanımında birçok kategoride korkutucu denebilecek seviyede bir artış söz konusu. Ayrıca uyuşturucu ile ilgili işlenen suç oranlarında yüzde 45 artış var. Aşırı doz uyuşturucudan ölümlerde 6 yılda 9 misli artış olmuş. Türkiye’de bir yıl içinde ele geçirilen uyuşturucu miktarı tüm AB ülkelerinde ele geçirilenden çok fazla.[24] ‘AB Uyuşturucu Ajansı’nın 2019 raporunda Türkiye’de doz aşımı kaynaklı ölümlerin arttığı belirtildi.[25] 10 yılda günde 465 kişi hakkında kullanıcı olduğu gerekçesiyle işlem yapılan Türkiye’de 2009-2019 kesitinde uyuşturucuya bağlı suçlardan toplam 2 milyon 69 bin 868 kişi hakkında Cumhuriyet Başsavcılıklarınca şüpheli sıfatıyla işlem yapıldı. Bu sayı Türkiye nüfusunun yüzde 2’sine denk düşerken aynı zamanda sokaktaki her 50 kişiden 1’inin uyuşturucu kullandığını gösterdi.[26] Milletvekili Gamze Akkuş İlgezdi’in raporuna göre uyuşturucu satışı yüzde bin 36 arttı. Raporda, 12-17 yaş aralığındaki 917 çocuğun cezaevinde olması dikkat çekti.[27] Çocuk Koruma ve Bakım Hizmetleri Programı Öğretim Görevlisi Barış Tuncer, çocuk ve gençler arasında madde kullanımının arttığını, madde kullananların 664 bin 906 kişiye yükseldiğini ve madde kullanımının 5-14 yaş arasında arttığını açıkladı.[28] 3) DS: Toplum bu cenderenin içinden nasıl çıkar? Kapitalizm tarih boyunca kendi yasalarının dışında karanlık bir alanı her zaman bıraktı. Çünkü sermaye birikimini gerçekleştirmek için kendi yasalarını bile çiğnemesini gerektirecek işleri her zaman oldu. Dahası, kirli işlerini gördürecek güçlere her zaman ihtiyaç duydu. Mafya da, “derin (denilen) devlet” de hep bunun için vardı; vardır; var olacaktır da! Bu bağlamda mafyayı da, “derin (denilen) devlet”i de mücadele onu var eden zeminden, yani ücretli kapitalist kölelik düzeninden bağımsız ele alınamaz. O hâlde öncelikle “cendere” denilen şeyin kapitalizm ile yarattığı kültürel iklim olduğu bilince çıkar(t)ılmalıdır. Niccolo Machiavelli’nin, “Eğer bir millet, iktidarda bulunan kişilerin şerefsizliğini, alçaklığını, hırsızlığını,
yalnızca kendi siyasi görüşünden olduğu için görmezden geliyorsa, o millet erdemini yitirmiştir,” biçiminde tarif ettiği kültürel iklimi besleyen ise, aslı astarı olmayan “demokrasi” çığırtkanlıklarıdır. Gerçekten de “Kârlarına kâr katmak için zenginlere hizmet etme bahtiyarlığı ile avuç açmak arasında sıkıştırıldığımız bu dünya”nın[29] neo-liberal ilkeleri, demokrasiye doğrudan saldırı ve imhadan başka bir şey değildir. O hâlde Sedat Peker’in iddialarının araştırılması önergesinin AKP ve MHP oylarıyla reddedildiğini bir an dahi unutmadan; bundan birkaç hafta önce “Erdoğan kuşatmayı yarıp ittifakı bozacak. Reform yapıp derincileri gönderecek, MHP’yi harcayacak! Ciddi değişikliğe mecbur! Seçimler yakında!” türünden sanrıları bırakıp, “Bunlar daha iyi günleriniz,” tehdidiyle yüzleşmek gerekiyor. Daha açık bir deyişle “Müesses Nizamın Muhalefeti”[30] olmaktan kurtulmak gerekiyor! Kılıçdaroğlu, “Ülkede demokrasi yok!” diyor. Peki, ne var? Demokrasi yoksa, seçimler nasıl olacak? “Nasıl olsa bütün bunların tamamı değişecek” iddiasının dayanağı nedir? Kılıçdaroğlu, olup biteni tekrarlıyor; doğru, demokrasinin askıya alındığı, yasaların keyfileştiği, polis şiddetinin orantısız düzeylere yükseldiğini saptıyor. Ancak çözüm olarak hiçbir program, eylem, önlem önerisi yok. Diğer taraftan, kamuoyu yoklamaları istikrarlı biçimde Rejim’in partisi AKP’nin seçmen tabanının (büyük olasılıkla, siyasal İslâmın örgütlü, kararlı ve de silahlı tabanına doğru) daralmaya devam ettiğini gösteriyor. Bu sırada muhalefet kanadı yeni partilerle parçalanmaya devam ediyor. Ana muhalefet partisinin oyu yüzde 20’lerin üzerine çıkamıyor. Böyle olunca da insan düşünmeden edemiyor: Muhalefet, bir taraftan ülkede demokrasi yok diyor, diğer taraftan seçimler yapılacak bunlar gidecek havasında![31] Soru(n) tam da burada! Bunlara bir de coğrafyamızın realitesini eklemek gerek: Şimdi öyle bir ülke düşünün ki, yöneticileri kendilerine darbe yapılmak istendiğini ya da bunun bir “bildiride” ima edildiğini ileri sürüyorlar. Ve bu ülkede: İktidar ortağı partinin başkanı “Anayasa Mahkemesi kaldırılsın!” diyor. İktidardakiler Anayasa Mahkemesi’nin kararlarına uymuyorlar ve bunu açıkça beyan ediyorlar. Mahkeme “adı var, kendi yok” hükmünde. Çoğunluğu iktidarın atadığı üyelerden oluşan Yüksek Mahkeme başkanları iktidara sadakatlerini her fırsatta belirtmeyi bir görev addediyorlar ve yargı bağımsızlığını ortadan kaldıran açıklamalar yapıyorlar. Meclis devre dışı bırakılmış; sadece gölge bir organ olarak varlığını sürdürüyor. Yürütme gücü, yargı organlarına ve diğer idari kurumlara tanınan yetkileri gasp ediyor. Liyakat dışı atamalarla kurumsal yapıların içi boşaltılmış. İktidarın mali denetimi söz konusu değil, mali denetimi sağlayan kurumlar sadece kâğıt üstünde kalmış. İktidar, suç örgütlerini kendisiyle bağlantılı olduğu ölçüde koruyor; bu örgütlerin muhalefet liderlerine yönelik hakaret ve sindirmelerine sessiz kalıyor. Özgür basını savunan ya da olguları-olayları olduğu gibi yansıtmaya çalışan tarafsız gazeteciler ile muhalefetteki siyasetçiler saldırıya uğruyor; saldırganlar iktidar tarafından açıkça korunuyor. İktidarın ideologluğuna soyunmuş kötü kopya (Schmitt’ci) teorisyenler “Hukukun üstünlüğü de neymiş, siyaset güce dayanır!” diye “akademik” yazılar yazıyorlar. İktidarın çıkarlarıyla ya da niyetleriyle çatışan her düşünce-eylem, darbeci ve terörist olduğu gerekçesiyle kriminalize ediliyor. Gerçekte darbe yapmış olanlarla bağlantılı kişiler değil ama darbeci olarak yaftalananlar her tür insanlık, hukuk ve ahlâk dışı muameleye reva görülüyor (Tıpkı sömürgecilerin işgal ettikleri ülkelerdeki yerli halka uyguladıkları “insandışılaştırma” siyaseti gibi). Etkili olması beklenen muhalefet “darbeci” olarak yaftalanmamak için, haksız yere darbeci olarak yaftalananların haklarını savunmuyor. Özgürlük olmadan yoksulluk ortadan kalkmayacağı hâlde, muhalefet, özgürlüğü iktisadi sorunlarını gizleyen ikincil bir sorun gibi görüyor, “yapay gündem” olarak addediyor. Bu liste uzatılabilir, ama gerek yok.[32] Burası “yeni” (ya da “eski(meyen)”!) Türkiye! Ve oynanan oyun,
aktörleri sahneden indirilip, bozulana dek oynanacak; birileri “Yetti gayrı/ Êdî bese” diyene dek… 4) DS: Güçler savaşı nereye kadar sürer? Emekçiler “Hayır” diyene kadar! Malum düzenin mafyalaşması, bir çöküş ve çürümeye işaret ederken; ahlâki, siyasal, kültürel ve toplumsal bakımdan bir tükeniş demektir. Bu toplumsal bir “dekadans”da (çürüme + yozlaşma) ifadesini buluyorsa da; yolun sonunu gelindiğinden söz etmek mümkün değil. Ancak yolumuzu açarak ilerlemek için Gracchus Babeuf’ün, 28 Haziran 1795 ‘Germain’e Mektup’undaki, “Kötülükleri söküp atmanın en iyi yolu, kötülük yuvalarını ortadan kaldırmaktır. Bu yuvalar ortadan kalkmadıkça, onları diriltmek isteyenler olacaktır her zaman. Kilise ve manastır durdukça papaz, saray durdukça zorba, şato durdukça derebeyi, hücre durdukça keşiş, zindan durdukça mahpus, darağacı durdukça cellat ve kurbanı yeniden gelir,”[33] uyarıyı pratikleştirerek haykırmalıyız: “Eğer dünya böyleyse, şimdi olduğu gibi tepetaklaksa, ayakları üzerinde durması için onu ters çevirmemiz gerekmez mi?”[34] 29 Mayıs 2021 16:20:36, İstanbul. N O T L A R [*] 31 Mayıs 2021’de PİRHA’da yayınlandı. [1] Eduardo Galeano, Tepetaklak-Tersine Dünya Okulu, çev: Bülent Kale, Sel Yay., 2018, s.127. [2] Ali Bayramoğlu, “Suç Siyaseti”, Karar, 22 Mayıs 2021, s.6. [3] Bkz: Sibel Özbudun-Temel Demirer, Kara Para Kirli Savaş (Türkiye’de Mafya ve Devlet), Özgür Üniversite Yay., 1996… Sibel Özbudun-Temel Demirer-Jean Claude Grimal-Guilemette de Vericourt, Mafya Narkoekonomi ve Susurluk/ Şemdinli, Ütopya Yay., 2006… Sibel Özbudun-Temel Demirer, “Derin” Milliyetçiliğin Siyasal İktisadı, Ütopya Yay., 2006… Temel Demirer, “Mafya Cumhuriyeti”, Ülkede Gündem, 20 Ağustos 1998/ Özgür Politika, 21 Ağustos 1998/ İktibas Dergisi, Yıl:16, No:237, Eylül-1998… Temel Demirer, “Uyuşturucu Cumhuriyeti”, Ülkede Gündem, 27 Ağustos 1998/ Özgür Politika, 28 Ağustos 1998/ İktibas Dergisi, Yıl:16, No:238, Ekim-1998… Sibel Özbudun-Temel Demirer, “Hayır, Evet’ten Önce Gelir”! Hukuk(suzluk) Yazıları, Ütopya Yay., 2008… Sibel Özbudun-Temel Demirer, “Söylenecek Yalan Kalmadı” İnsan Hak(sızlık)ları, Ütopya Yay., 2008… Temel Demirer, Hak(sızlık), Hukuk(suzluk) mu? “Suçumuz İnsan Olmak”!, Kardelen Yay., 2009… Temel Demirer, Hrant’ın Katil(ler)i… Pêrî Yay., 2009… [4] Seyhan Avşar, “Mafya Sevdalısı Kuzu”, Cumhuriyet, 30 Mayıs 2020, s.5. [5] Nazlı Eda Piyade, “Mahmut Alınak: Kontrgerilla, İllegal Bir Örgüt Değil; Maaşı, Makamları Belli Olan Devletin Resmi Örgütü”, 12 Mayıs 2021… https://artigercek.com/haberler/m-alinak [6] Mehmet Ali Güller, “Neo-Mafyokrasi Düzeni Ve İktidarın Bileşenleri”, Cumhuriyet, 20 Mayıs 2021, s.12. [7] Nurcan Gökdemir, “Mafya, Sistemin Önemli Ortağı”, Birgün, 22 Mayıs 2021, s.9. [8] Yusuf Tuna Koç, “Timur Soykan: Mafya Doğrudan Bir Devlet Organına Dönüştü”, Birgün Pazar, Yıl:18, No:741, 23 Mayıs 2021, s.8. [9] “Ahmet İnsel: Tek Adam Rejimlerinde, Devletin Kendisi Çeteleşiyor”, 26 Mayıs 2021… https://artigercek.com/haberler/tek-adam-rejimlerinde-devletin-kendisi-cetelesiyor [10] “Susurluk’tan Beter”, Cumhuriyet, 22 Mayıs 2021, s.5. [11] Yunus Emre Ceren, “Fikri Sağlar: Susurluk’tan Daha Vahim Bir Durumdayız”, Birgün Pazar, Yıl:18, No:741, 23 Mayıs 2021, s.9. [12] “Ertuğrul Kürkçü: Sedat Peker Topluma Devleti Anlatıyor”, 24 Mayıs 2021… https://artigercek.com/haberler/kurkcu-sedat-peker-topluma-devleti-anlatiyor [13] Dario Bätancourt-Marta Maria, aktaran: Arnd Schneider-Oscar Zarate, Herkes İçin Mafya. [14] Tomas Lappalainen, Mafya, Çev: Ali Arda, Yerdeniz Yay., 2005. [15] Temel Demirer, “Mafya Yasadışı Kapitalizm, Kapitalizm de Yasal Mafyadır!”, Odak Dergisi, No:2008/15 (SN:15), Nisan 2008...   [16] Mine G. Kırıkkanat, “Yolsuzluk Aynı, Kalibre Farklı”, Cumhuriyet, 22 Kasım 2020, s.8. [17] Mustafa K. Erdemol, “Yasadışı Kapitalizm ‘Vatan Savunmasında’…”, Birgün, 24 Kasım 2015, s.2. [18] “Türkiye Yeni Kokain Üssü Oldu”, Karar, 23 Mayıs 2021, s.8. [19] 2017’de Yeşilay ile İstanbul Üniversitesi Adli Tıp ve Adli Bilimler Enstitüsü, atık sudan uyuşturucu madde tespiti yapmak için başladığı “Atık Sudan Bağımlılığa” projesi
çalışmalarının son verileri geçtiğimiz günlerde açıklandı. “Atık Sulardan Uyuşturucu ve Diğer Psikoaktif Maddelerin İzlenmesi” başlıklı proje kapsamında İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Adli Bilimler Enstitüsü akademisyenleri Dr. Selda Mercan, Prof. Dr. Faruk Aşıcıoğlu ve araştırma görevlisi Merve Kuloğlu Genç’in 2019 yılında yaptığı analizler bu yıl Water Research Dergisi’nde “İstanbul’da Geçici-Zamana Bağlı Yasadışı Uyuşturucu, Alkol Ve Tütün Eğilimlerinin Araştırılması: 14 Arıtma Tesisinin Atık Su Analizi” başlığı ile yayımlandı. Prof. Dr. Sevil Atasoy’un Twitter hesabından paylaştığı, 2019’daki veriler üzerinden yapılan araştırmada ise esrar, İstanbul’un en çok kullandığı uyuşturucu madde oldu. Eroin kullanımı ise en çok Sarıyer, Büyükçekmece, Çatalca, Beylikdüzü, Esenyurt, Arnavutköy, Başakşehir Avcılar ve Silivri’de görüldü. İstanbul’da en çok tüketilen esrar, en az tüketilen ise amfetamin olarak belirlendi. Esrardan sonra en çok tüketilen uyuşturucu eroin. Esrarın en çok tüketildiği bölge ise İstanbul’un Avrupa Yakası. Eroin kullanımı Avrupa Yakası’nda yoğunlaşırken Anadolu Yakası da eroin kullanımı istatistiklerine giriyor. Kokain ise en çok şu bölgelerde kullanılıyor: Beylikdüzü, Esenyurt, Arnavutköy, Başakşehir, Avcılar, Sarıyer, Büyükçekmece, Çatalca, Eyüpsultan, Şişli, Beşiktaş, Beyoğlu. En az kullanılan ise amfetamin, ekstazi ve metamfetamin oldu. (“İstanbul, Dünyada En Çok Esrar ve Eroin Kullanılan İkinci Şehir Oldu!”, 4 Nisan 2021… https://www.gercekgundem.com/guncel/263954/istanbul-dunyada-en-cok-esrar... ) [20] “Uyuşturucu Trafiği BM Raporunda: Türkiye Üçüncü Sırada”, 27 Mayıs 2021… https://artigercek.com/haberler/uyusturucu-trafigi-bm-raporunda-turkiye-... [21] “Güney Amerika’dan Avrupa ve Asya’ya Kokain Sevkinde Yeni Rota Türkiye Oldu”, 22 Mayıs 2021… https://noktahaberyorum.com/guney-amerikadan-avrupa-ve-asyaya-kokain-sev... [22] ABD istihbarat örgütü CIA’nın küresel uyuşturucu ağının ana düzenleyicisi olduğu bir gerçekliktir. CIA bu ağı denetiminde tutarak uyuşturucu gelirlerini yönetmektedir. O gelirlerle de terör örgütlerinin finansmanını sağlamakta, darbeler için kaynak oluşturmaktadır. Örneğin CIA, arka bahçesi gördüğü Latin Amerika’da hem solcu iktidarlara karşı darbelerde, hem de solcu-devrimci örgütlere karşı kontra örgütlenmesinde uyuşturucuyu kullanmıştır. Öyle ki pislikler ortalığa serilince konu ABD Kongresi’nde bir soruşturmaya bile dönüşmek zorunda kalmıştır: CIA, Nikaragua’daki solcu Sandinista hareketini önlemek için, faşist grup Contras’a (Kontralar) kokain kaçakçılığı izni vermiş, hatta rotalarını bile çizmiştir. Peki, 2001’den beri ABD işgali altındaki Afganistan’da durum nedir? Rusya, ilk kez dışişleri yetkilisi düzeyinde ABD’nin bu konudaki rolünü deşifre etti. Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in Afganistan Özel Temsilcisi ve Dışişleri Bakanlığı Asya İkinci Dairesi Başkanı Zamir Kabulov 5 Temmuz 2020’de, açık açık CIA’nın uyuşturucu ticareti yaptığını ilan etti: “Amerikan istihbaratının ajanları uyuşturucu trafiğinin içinde. Uçakları Kandahar ve Bagram’dan kontrol edilmeden Almanya’ya, Romanya’ya, akla gelen her yere uçuyor. Bu böyle bir iş ki, Kâbil’de her Afgan size anlatır, tembel kişiler bile bu konu hakkında konuşmaya hazır. Bu sır, artık herkesi bıktıran ve herkes tarafından bilinen bir sırdır. Herkes bunu var olan bir şey olarak kabul etmiş durumda.” (Mehmet Ali Güller, “Modern Sömürgecilik ve CIA’nın Uyuşturucu Ağı”, Cumhuriyet, 6 Temmuz 2020, s.12.) [23] Diyarbakır’ın Lice ilçesinde 8 kilo 660 gram esrarla yakalanan uzman çavuş Ferhat Ö. ve onunla birlikte hareket ettikleri gerekçesiyle 29 Kasım 2019’da tutuklanan Lice Merkez İlçe Jandarma Komutanı Astsubay Hakan K, aynı karakolda görevli uzman çavuşlar Kemal T. ve Osman T. ile mahalle muhtarları Abdullah Y. ve Necat İ. hakkında yürütülen soruşturmada askerler bütün tezgâhı itiraf etti. (“Askerler Lice’deki Uyuşturucu Trafiği”, Yeni Yaşam, 19 Haziran 2020, s.3.) [24] Özlem Yüzak, “Mezun, İşsiz, Borçlu...”, Cumhuriyet, 18 Ekim 2019, s.11. [25] “Uyuşturucu Raporu: Türkiye’de Doz Aşımı Kaynaklı Ölümler Artıyor”, 6
Haziran 2019… http://www.diken.com.tr/uyusturucu-raporu-turkiyede-doz-asimi-kaynakli-o... [26] “Uyuşturucuda Korkutan Artış”, Birgün, 4 Nisan 2021, s.7. [27] “Uyuşturucuda Yaş Küçüldü, Sayı Arttı”, Birgün, 30 Aralık 2019, s.7. [28]  “Madde Kullanımı 5-14 Yaş Arasında Artıyor”, Evrensel, 3 Ocak 2019, s.12. [29] John Holloway, Öfke Günleri, çev: Utku Özmakas, İletişim Yay., 2017 [30] Fikret Başkaya, “Müesses Nizamın Muhalefeti”, Kaldıraç, No:238, Mayıs 2021, s.76-78. [31] Ergin Yıldızoğlu, “Rejim Böyle, Peki Ya Muhalefet?”, Cumhuriyet, 3 Mayıs 2021, s.11. [32] Filiz Zabcı, “Ku-De-Ta”, Birgün Pazar, Yıl:17, No:735, 11 Nisan 2021, s.11. [33] Gracchus Babeuf, Devrim Yazıları, çev: Sabahattin Eyüboğlu-Vedat Günyol, Çan Yay., 1964. [34] Eduardo Galeano, Tepetaklak-Tersine Dünya Okulu, çev Bülent Kale, Sel Yay., 2018, s.309.
https://edebiyatbahcesi.net/kose-yazisi/3062/mafyasiz-kapitalizm-olamaz
0 notes
melih-asik · 7 years ago
Text
Buruk bayramlar!
Bayramlar ve ulusal günler ulusların birleştiği, bütünleştiği, hep birlikte mutlu olduğu günlerdir. Bizde ise her biri kavga gürültü vesilesi...
Çanakkale Zaferi ile ilgili ilkellikleri izliyorsunuz
Diyanet İşleri Başkanlığı dahil birçok kurum Çanakkale Zaferi’nden Atatürk’ün adını çıkartma savaşı veriyor. Atatürk her fırsatta hedef oluyor.
Şeriatçılar Atatürk’e neden düşmandır?
Gelin bunu merhum avukat ve yazar Şakir Keçeli’nin “Şeriat Nedir” adlı kitabından verelim...
“Şeriatçılar 1923 devrimi ile devlete egemen olma haklarını yitirmişlerdir. Bu hak yani egemenlik hakkı onu Tanrı adına kullananlardan zorla alınmış ve halka yani ulusa verilmiştir. Saltanat ve hilafetin bir daha dirilmemesi için de köklü önlemler alınmış adına Atatürk Devrimleri denilen devrimler gerçekleştirilmiştir. İslam’ın siyasallaşmasını isteyenlerin gerçek amacı yitirilen saltanatın yeniden diriltilmesi, elden kaçırılan buyurma yani egemenlik hakkının halkın elinden geri alınmasıdır. ‘Dinimiz elden gitti. Dinimizi yaşamalıyız. Müslümanlar zulüm görüyor’ nakaratlarının insanlarımızı kandırmak böylece kendilerine halk desteği sağlamak için söyledikleri yalanlardır.”
BALON
Bir taziye ziyaretinde geçen konuşmayı orada bulunan biri anlatıyor:
“Afrin’deki çatışmada şehit düşen bir kahraman Mehmetçiğimizin evine taziye ziyaretine gittik…
Şehidimizin 5 yaşında bir kız evladı var... Elinde bir mavi balon…
Sadece onunla meşgul oluyor, kimseye vermiyor…
‘Beraber oynayalım mı’ dedim..
Durdu ‘Olmaz, patlarsa ölürüm’ cevabı verdi…
Şaşırdım..
‘Patlarsa sana binlerce balon alırım’ dedim..
Küçük kızın cevabı ise sözün bittiği yerdi..
Bakın ne dedi;
Babam şişirdi bu balonu. Bunun içinde onun nefesi var.”
(Osman Diyadin-İnternethaber)
AKKART
AKP Arnavutköy ilçe toplantısında konuşan İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Mevlüt Uysal diyor ki:
“Bizim şu anda birinci önceliğimiz metro. Metroda da birinci önceliğimiz en fazla oy aldığımız yerler olacak inşallah.”
İyi... Vergiyi bütün halktan toplayın, Metroyu AKP’ye oy veren semtlere götürün...
Yeter mi? Yetmez.
Bize göre AKP’ye oy verenlere birer Ak Kart verilsin.
Kartı olmayan muhalif parti sempatizanları metroya bindirilmesin.
Hatta metrobüse de alınmasınlar.
Taksiyle gitsinler nereye gideceklerse...
FETÖ borsası!
İddia öyle yenilir yutulur, gözden kaçıp unutulur cinsten değil. İddianın sahibi de öyle sıradan biri değil. AKP Gaziantep milletvekili: Şamil Tayyar. Tayyar, geçenlerde yandaş kanalda dedi ki:
“Gaziantep’te çok ciddi FETÖ borsası var. Milyon dolarlar dönüyor. İtirafçı adı altında işadamları serbest bırakılıyor. Türkiye’nin her yerinde var bu. Örgütün ‘ihanet kısmının’ kaçmasına göz yumuldu. Ben milletvekiliyim. Her konuşmam suç duyurusudur. Daha bugün HSK Teftiş Kurulu’na yeni suç duyurusunda bulundum.”
Şamil Tayyar Cumhurbaşkanı Erdoğan’a dosya sunduğunu, Erdoğan’ın dosyayı okuyunca adeta “çıldırdığını” anlattı. Peki, bu girişimlerinden bir sonuç alabilmiş mi? Demek almamış ki bu konuşmayı yapmış.
Kimi iktidar mensupları darbeyi fırsata çevirmiş olup bu borsadan iyi kazanıyorlar demek..
***
Cehennem acı çektiğimiz yer değildir, acı çektiğimizi kimsenin duymadığı yerdir.
Hallac- ı Mansur...
4 notes · View notes
campplay · 4 years ago
Text
Egemen Uysal Height Weight, Who Is It, Age, Hair and Eye Color, My Magical Mother
Egemen Uysal Height Weight, Who Is It, Age, Hair and Eye Color, My Magical Mother
Who is Egemen Uysal? Egemen Uysal is a Turkish player born in Bursa. She continues her acting studies affiliated with Layla Şirin Agency. In addition to all these, Egemen, who continues his education life at Peyami Safa Secondary School, grew up with guitar, piano and art in addition to acting. He loves to read books. He will be in Exxen with the character Cem played by Buğra Özmüldür in the…
Tumblr media
View On WordPress
0 notes
ssblog33 · 6 years ago
Text
Çarşamba İğneleri
ÇARŞAMBA İĞNELERİ
    UYSAL
Küçükçekmece AKP B. Bşk. Adayı Mevlut Uysal, seçmenlerin soyadına bakıp AKP’ye oy verenleri anladıklarını söyledi.
Adam uzay çağını bile aşmış.
MODA
Yazar Hilal Kaplan, FETÖ’cü dediği Moda Nisa firmasına danışman oldu.
Moda dönmek…
ÇIKAR
Kırşehir’in CHP’li belediye başkanı makam aracını satmak için belediye meclisine başvurdu, AKP’li üyeler ret oyu kullandı.
Satıştan…
View On WordPress
0 notes
komikvideolari · 8 years ago
Text
Yabancı Oyuncu |PARODİ| [Komik MONTAJ]-Teknik PC-
Bugun Farklı Bi Video Geldi bu tarz videoların gelmesini istiyorasanız like atıp yorumlayın:D
Umarım videomu beğenmişsinizdir. Videolardan Haberdar olmak için ABONE OLUN!!!
YENİ KÖPEK (CESUR) enes batur köpek sivas kangalı KÖPEK köpek NDNG NEWDAWNEWGAME #ReiseSor #ReiseYaptır Komedi enes batur challenge Recep İvedik 5 Recep İvedik 5 Full İzle HD Eglence Soru Cevap Parodi Komedi ThugLife TR Türkçe Espiriler Efekler video Efek Nasıl Yapılır tumblr 2017 Oyunlar Komik Anlar Remix komik Videoalrı Gül Bakayım Biliyodum Böyle Olacagını tumblr fotograf Cristiano Ronaldo ve Ümmiye Koçak – Türk Telekom Yeni Reklam Filmi Ronaldo Reklam Filmi Türkiye youtuberlar youtubeden para kazanma Oyun Portal Komedi Trol Parodi recep ivedik 5 full izle hd 2017 orjinal recep ivedik 5 full izle hd Oyun Portal Oyun PORTAL Oyun Portal Geri Döndü Geri Dönüyorum Oyun Portal Komedi Eglence Soru Cevap Eglence Parodi Komedi ThugLife TR Türkçe Espiriler Efekler Efek Nasıl Yapılır 2017 Oyunlar Komik Anlar Remix komik Videoalrı Gül Bakayım Biliyodum Böyle Olacagını Ruhi Çenet Komik Montaj Ruhi Çenet Ruhi Çenet Parodi Youtuberlar Komik Montaj Ruhi Çenet Parodi youtuberlar parodi komik video Youtube Parodi Parodi Youtube Komik VİDDEOALR YOUTUBE KOMİK VİDEOLAR Ruhu Çenet İfşa Türkiye Komik montaj parodi videoları ruhi çenet genç hane intro, genç hane enes batur, genç hane oda vlogu, genç hane tv, genç hane bot, genç hane ne kadar kazanıyor, genç hane bot mu, genç hane aleyna tilki, genç tane bot atıyor, genç hane clash royale, genç hane dudak büyütme, genç hane ekipman, genç hane enes baturla konuştum, genç hane ekipmanlar, genç hane en eski, genç hane enes baturun kuzeni mi, genç hane enes batur kuzenim, genç hane en eski video, genç hane flip, genç hane green screen, genç hane gta 5, genç hane gta, genç hane gamex, genç hane hakkında, genç hane hakkında bilinmeyenler, genç hane ifşa, genç hane kaç yaşında, genç hane kaç para, genç hane kardeşi, genç hane kimdir, genç anne kaç para kazanıyor, genç hane kaç para kazanıyorum, genç hane kazandığı paralarla, genç hane ne kadar kazanıyorum, genç hane oda vlog, genç hane vlog, genç hane velet, genç hane veledi, genç hane veled, genç hane youtube, genç hane bot kanıtlı genç hane bot değil ———-Başarılı Buldugum Kanalların Adları———
K.O.G.A Eray Beyazlar HD Kerem Tekin Oyuncu Ceren Emir Arslan Emrecan Cegil Herşey Bu Kanalda Mehmet Karagümüş Galaxy Pink :3 Dizzy. Yusuf Turer Perfect İbrahim Sakin Minecraft Pe Oyuncusu Ceren Budak Oyuna Geldik Slayer.’ Cherry World MC Gamer seyma mirza Prof Gamer منوعات جديدة Kuzenler MÜZİK neşeli oyuncaklar Ghastman İŞSİZ OYUNCU MckingPL 44 Game’s Fethi rapidelement TV Adnan efe Türen Meryem Kaplan YALINALP FIRTINA Lps Vampire Tv Sema Memmedova Elif Selin İsa AskerOglu Bad & Boy Youtuber’s Lifestyla Oyun Rüzgarı Gereksiz Adam Pro Gamer Ömür Arslan HD O Nedir Sami Tekercioglu Neyin Nesi Minecrft Oyunu Burak tekgezener NDNGGOLDENFREDY Oyunda Sema Production Yusuf Budak kore su Emirhan Ercan HD Bekir Uygun Mehmet Ali Uysal Kravatlı Genç TV Murat’la Eğlence Mücahit Eren OF – Bedo Farkı Ciddi Kerem Kırğın Çiçekler bölüm bilgileri King Games Mc Oyun İnfo Karanlık Sayfa GameHunter Tv Lps Vampire Tv NDNG__ Senan Troll Head Nova Ejder Yıldızlı Günler HardGame HP Elif Selin Murat Kurtaran Eray Yalçınkaya Zamane Oyuncuları DIZIKLIPLERI Ferit Özmen HD Oyunların Şafağı Enjoyable Muhammed DNSV – FeNo İmmortal Players K . O . G .A Gizemli Bilgi TV Emir polat çelik ByEmirhan Hd O NEDİR? Offline Gaming şlakx tv burak ozbay Burak Akın üç KafadaR GaminG TR DeluxeMcpe Furkan Reyiz ABC KEREM dislike afdg Eray Yıldızel Emir YT NihatRT ™ Oyun Evi Kravatlı Genç TV Egemen Günver Blaze Aga Deniz Oyun TR Lego Dünyası Oyun Məkani SEFA ACARHD ENES YENİLMEZ TG-Turkum Game İsimsiz Bilgi Genç Damacana Bay DÜŞMEZ BİLGİN OYUNCU. KN INCE MARAQLAR Enes’Jobs’Soylu Bilim Dünyası Sublime Ömer F.K Flamers_789 Adnan efe Türen Meryem Kaplan YALINALP FIRTINA Lps Vampire Tv Sema Memmedova Barış KaraHD MoR Panda Crush Oyun TeknoMan-NO YER6 Bura Bax TV MCPE EVİ – SERKAN HerTürlü TV
————Aktif olmaya Çalıştığım Hesaplar————
Ücretsiz Kanala Abone Olmak İçin —
Kişisel Facebook Hesabım—
Twitter hesabım—
———————————————————
——–Abone Olamanızı Tavsiye Ettiğim Kanallar——— —İbrahim Deniz Utku–
—Mehmet karagümüş—
—Production Online—
———————————————————
The post Yabancı Oyuncu |PARODİ| [Komik MONTAJ]-Teknik PC- appeared first on Komik Videolari.
Source: http://komikvideolari.com/video/yabanci-oyuncu-parodi-komik-montaj-teknik-pc/
0 notes
pdfkitapindiroku-blog · 8 years ago
Text
Dini Düşüncede Sorunlar ve Yorumlar pdf indir
Kur’an, insana bazı roller biçer ve bu rollerin yaşamda karşılık bulup bulmadığına bakarak da onu ‘değer’lendirir. Bu rollerden ilki, insanın yeryüzündeki halifeliğidir. Bu role uygun yeteneklerle donatılan insan, yeryüzünde, gökyüzünde, bu ikisinin arasında ve yerin bağrında bulunanları ve uzayın uçsuz bucaksız derinliklerinde olup bitenleri algılayabilmekte, Allah’ın evrene egemen kıldığı evrensel yasaları işleterek her geçen gün gayb’ı şehadete, bilinmezi bilinire, görünmezi görünüre çevirmekte ve dışındaki dünyayı gücünün uysal nesnesi hâline getirmektedir. İnsan bu süreçte olağanüstü bir Güç kaynağından yararlanmakta, bu güçle birlikte ve bu gücün sağladığı yasa(l) imkânlarla evrenin bilinmezliklerini keşfedebilmektedir. İlk bakışta insana yabancı, ona tahakküm eder gibi görünen milyonlarca yasa aracılığıyla güçlü bir konuma yükselmekte, hareketlerine yön veren evrensel yasaları emrine alabilmekte ve bu evrensel yasalar aracılığıyla sürdürülebilir bir hayat inşa etmektedir. Hangi misyon, insanın yeryüzünde varlık aleminin önderliğini, idaresini ve gözetimini üstlenmesinden daha büyük olabilir ki! İnsanın ikinci rolü tam da burada devreye girmektedir. Bu rol, üstün bir Güç tarafından yaratılan bu sistemin, kendisi de artık bir güç merkezi olarak tanımlanan insana emanet olarak verilmesiyle ilgilidir. Bu rol insanın bir taraftan, bu emanete karşı işlenen her suça, onu itibarsızlaştırmaya dönük her hamleye, üzerinde hayat sürenlerin onurlarına dokunan her eyleme reaksiyon göstermesini; diğer taraftan da dünyayı insanca ömür sürmeye değer bir mekâna dönüştürmesini zorunlu kılmaktadır. İnsanlık tarihindeki güç çatışmalarının bu iki rol etrafında döndüğünü söylemek abartı olmaz. Tarih, güçlerini bu rollerin gerçekleşmesine harcayarak insanların geleceğini aydınlatanlarla, bu aydınlığı karartmaya çalışanların mücadelesinden ibarettir. Bu iki temel rolün bize yüklediği misyondan hareket ederek başlattığımız Kelam Tematik Toplantılar serisinin ilk eserini yayınlıyoruz. Hayata dokunan sorunları önceleyen, bunları çözemese bile en açından çözümlemeye çalışan serinin ikinci kitabını da 2017 yılı içinde yayınlayacağız.
Dini Düşüncede Sorunlar ve Yorumlar pdf indir oku
0 notes
sizekitap · 8 years ago
Text
Tebaa
Tebaa Heinrich Mann İthaki Yayınları
Heinrich Mann’ın, otoriter kişiliğin oluşumunu canlı bir biçimde betimleyen ve başyapıtı olarak taçlandırılan romanı Tebaa, Alman toplumunun alelade bir karakteri olan Diederich Hessling’in hayat hikâyesi üzerinden 19. yüzyıl şafağındaki Kayzer Almanyası’nın toplumsal ilişkilerini gözler önüne seriyor. İtaatkâr, korkak, medeni cesaret yoksunu, konformist bir iktidar destekçisi olan Hessling, romanda, bir yandan başkalarına acımasızca şiddet uygulamaktan başka yeteneği olmayan ve Kayzer Almanyası’nın o boğucu hiyerarşik ilişkileri sayesinde güce erişmiş bir zorba, diğer yandan egemen toplumsal ilişkiler tarafından yaratılan ve bu gayrişahsi bütünden, acımasız ve insan onurunu hiçe sayan bu mekanik organizmadan muzdarip bir tebaa olarak tasvir edilir.
Mann’ın Birinci Dünya Savaşı’nın arefesinde kaleme aldığı, ancak hemen yasaklandığı için ilk baskısı 1918 yılında yapılabilen bu kitabı, içerik ve yazıldığı döneme ilişkin tipik özellikleri bir yana bırakılırsa, betimlediği ilişkiler ve toplumsal-siyasal atmosferiyle günümüz Türkiye’sinde yazılmışçasına aktüel bir metin.
“O zamanlar olduğu gibi, hâlâ bile müesses düzen, Alman’dan aldı ve Alman’a verdi: Ondan bireysel özgürlüğünü aldı ve ona başkaları üzerinde tahakküm kurmayı verdi. Hepsi uysal uysal tahakküm altına girmeyi kabul etti, tek başkalarına hükmedebilselerdi! Ve hükmettiler. Polis yayaya, astsubay acemi ere, kaymakam köylüye, çiftlik kahyası rençpere, memur kendisine işi düşen vatandaşa hükmetti. Ve herkes, her zaman sadece böyle bir makam, böyle bir mevki elde etmek için çırpınıp durdu elde ettiğinde de gerisi kendiliğinden geldi. Geriye kalan, itaat etmek, yönetmek, hükmetmek ve emretmekti.”
Sayfa Sayısı: 466
Baskı Yılı: 2012
Dili: Türkçe Yayınevi: İthaki Yayınları
ISBN: 9786053751984
Teşekkürler!
0 devamı burada => https://goo.gl/Db9ESo
0 notes
elazigsurmanset · 4 years ago
Text
Emperyalizm ve Gericiliğin İç Yüzü
Tumblr media
Dünya’da toplumsal eylemlilik ve gençlik hareketlerinin ivme kazandığı yıllardı 1960’lı yıllar. O dönemin tam da ortasında uzunca bir şiir yazmıştı Ataol Behramoğlu, 1965 yılında ve “Bir Gün Mutlaka” adında: “Gencim daha, dünyayı görmek istiyorum, öpüşmek ne güzel, düşünmek ne güzel, bir gün mutlaka yeneceğiz! Bir gün mutlaka yeneceğiz, ey eski zaman sarrafları! Ey kaz kafalılar! Ey sadrazam! Sevgilim on sekizinde bir kız, yürüyoruz bulvarda, sandviç yiyoruz, dünyadan konuşuyoruz” Herkesin dünyadan ve güzel şeylerden konuştuğu bireyciliğin bir kâbus gibi toplumumuza henüz çökmediği yıllardı o yıllar. Komşumuzun bahçesindeki erik ağacı hepimizin idi. Çoğumuzun evindeki transistorlu radyolardan en güzel şarkılar beraberce dinlenirdi. Ekmeği veresiye de bulsalar karnımızı doyuruyorlardı. Yine bol sıfırlı olmayan büyüklerimizin verdikleri paralarımızla alıp “şeker de yiyebiliyorduk”… Sanayinin çocuk işçi çalıştırması 18.YY’ın başlarında gerçekleşti… Reformla Rönesans hareketleri öncesi yani 1789 Fransız İhtilali’nden sonra 1801’de buhar gücüyle işleyen makinaların bulunması endüstride gelişmeye yol açınca, ihtilalin itelemesiyle köy ve kasaba topluluklarının büyük kentlere yığılması zaten yoksul olan bu kesimin daha da yoksul kentli sanayi işçilerine dönüşmesine neden olmuştu. O zaman batı toplumlarında egemen olan ekonomik ve toplumsal anlayış, rasyonel insan, ekonomik insan kavramını temel alan “Bırakınız Yapsınlar, Bırakınız Geçsinler” formülasyonuydu. Her bireyin aradığı özgürlük, doğru olan özgürlük anlayışından saparak ekonomik girişim ve yarışma, yani rekabet özgürlüğü haline bürünüyor birey kendi çıkarını kollarken ve yerine getirmeye çalışırken genel yararı yani kamu yararını da en iyi düzeyde gerçekleştirmiş oluyor türünden düşünceye sapıyordu. Türkiye’de sağcı iktidarların mutlak, gerici reformist iktidarların da benzeri her mahallede bir zengin yaratma düşüncelerinin temelinde yatan buydu. Bu da doğal olarak böylesi bir anlayıştan bireyler arasındaki ilişkilerde kimsenin de araya girmeyeceği giremeyeceği bireyler arasında sözleşme yapma özgürlüğü gibi bir özgürlük düşüncesini ortaya çıkarmıştı. İşte, ancak bu özgürlük anlayışı başta aristokrat kentli, soyluların baskılarına karşı verilmiş mücadele sonucunda ortaya konmuşsa da yeni gelişen sınıfsal yapıyla burjuvazinin işçi sınıfına ve örgütlerine yönelttiği bir hak sözde “özgürlük” hakkı haline dönüştü. “Bireysel anamalcı ile bireysel emek karşı karşıya gelip kendi istekleri ile örneğin çok düşük bir ücret ve çok uzun çalışma saatlerini öngören bir sözleşme üzerinde anlaşırlarsa buna kimsenin bir şey diyeceği yoktur”. 18.Yy boyunca gelişen bu egemen anlayışın sonucunda işçiler arasında yaygın bir yoksulluk, hastalık, yüksek çocuk ölümü oranları, çok düşük eğitim düzeyi ve daha birçok olumsuz koşul ortaya çıkmıştır. Çünkü anamalcı karşısında hiçbir korunması olmayan, yalnız kolgücüne sahip tek tek işçiler 16 veya 18 saati bulan işgünleri karşılığında çok düşük ücretlerle ve sağlıksız koşullarda çalışmaya zorlanmaktaydılar. Doğal olarak kadınlar, 5-6 yaşından itibaren çocuklar kıyıcı, yıkıcı felaket düzenden nasibini almışlardır. Onlar da bu düzenin dışında farklı bir konumda düşünülmemişlerdi. Ortaçağda kralın ve ruhban, dinci sınıfın koyduğu yasalar adeta tanrı yasaları sayılmış, krala karşı gelmek yasaklanmıştır. Kralın tanrı buyruğuyla o yere gelen bir kimse olduğu ve davranışlarından dolayı da kimseye hesap vermek zorunluluğu bulunmadığı belirtilmiş ve benimsenmiştir. Bizde Osmanlı padişahının “Zıllullah-ı fil-i Âlem” yani Tanrının yeryüzündeki gölgesi sayılması olayında olduğu gibi. Onun buyruklarına da karşı çıkılmamıştır. Çünkü ferman padişahındı… “Toplumdaki şu basamaklanmayı bir kaldırın, şu çalgının uyumunu bir bozun görürsünüz o zaman kopacak gürültüyü !..” Böyle diyordu William Shakespeare. Gerçekten bir gümbürtü kopuyordu. Artık işler doğaüstü güçlere bırakılmıyordu. Ortaçağın küçük ve kapalı toplulukları yokolmuştu. Onların daha önce benimsenen yasallık ölçütlerinin de geçerli yanı kalmamıştı. Eşitsiz bilincin kaynağı kapitalizmdi ve kapitalistler eğitimli bir insan, bilinçli topluluklar istemediler. Hele bilinçli bir işçi sınıfını hiç istemediler. Ancak “sınıf” 19.Yy’da ideolojisini bulmuştu. Gelişen sınıfsal bilinç yönetim, kendi demokratik anlayış ve kurduğu örgüt yoluyla yapılan köklü değişmeler sonucunda kendi özaygıtı olarak meyvesini sunmuştu işçi sınıfına… 19.Yy’da eskinin formülasyonuyla işçi sınıfıyla ve özörgütleriyle başedilemeyeceğini anlayan kapitalizm ise buna karşılık insanlığa yeni olmayan ilkelliğin ve barbarlığın bir yöntemi olarak savaşı yeniden sundu. Bu defa üstelik hem daha acımasız hem daha da kıyıcı… Burjuvazinin ve emperyalizmin hizmetinde işbirlikçi faşizm dünya işçi hareketine ve gelişen uluslar mücadelelerine de en büyük düşman oldu. Ultra emperyalist sistemin dümeninde ABD odaklı düzenin uşaklığının günümüzdeki uzantı ile dayanak noktaları ve emperyalist sermaye koruyuculuğunun temel direkleri bunun sonucunda yükselmişlerdir: Sözde üretim faktörü olarak sermaye ile ‘emeğin’ ilişkisini köle ve üstün insan arasındaki ilkel ve bağnaz ilişkiye benzeten Nietzsche felsefesi Alman faşizminin temel besini olmuştur. Bu mantığın sermaye diktatoryası nam-ı diğer faşizm’in temel dayanağı oydu. Sosyalizmi ve devrimci işçi sınıfının burjuvaziye karşı ilerici hareketini kölelerin ahlak başkaldırışı olarak gören felsefe savunuculuğu düşünce özgürlüğünün de önünde en büyük engel olarak duran gerici karakterli faşizmdi. Öte yandan emperyalist sistemin ekonomik temellerini kuran ve oturtan kapitalizmin kriz dönemlerinde reformistlerin ortaya attıkları birtakım ikameci sözümona sosyal politikalar ise oportünist bir tavrın örnekleri olarak emeğin cephesine geçici yanılsamalardan başka bir şey vermemiştir. Onlara göre emek ve sermaye arasındaki çelişki sadece bilgisizliğe dayanmaktadır, bilinçsizliğe değil!.. Böylece emek cephesinde yanlış ata oynayanlar kendilerine göre yenilgiye de kılıf uydurmuşlar, bunun teorisini baştan ortaya koymuşlar, üretimlerini de sadece teslimci bir mantaliteye dayandırmışlardır. Sanki yaşanan her türlü çelişkinin; eşitsizliğin altında yatan gerçek neden buymuş gibi. Bugün de dün olduğu gibi faşizmin, gericiliğin karşısında en büyük ve örgütlü güç ilericilik, işçi sınıfının mücadelesi ve devrimciliktir. Tamer UYSAL Yazarın Tüm Yazılarını Görmek İçin TIKLAYINIZ Read the full article
0 notes
hetesiya · 4 years ago
Text
MADAMATO YASALLAŞTIRILMIŞ TECAVÜZ
Tumblr media
İtalyan eski sömürgelerinde, önce Eritre 'de, sonra diğer sömürgelerde, Libya ve Somali' de kullanılan bir terim. ′′ Madamato ′′
Mussolini, sömürgelerin kızlarını (7-8-9-10-11 yaşında) yatağa soktu. Sadece askere değil sivillere de. Böyle bir ahlaksızlığa sadece pedo sapığın izin verebileceği ortada normal bir insanın aklına bile gelmez.
Mussolini ile tanışma talihsizliği yaşayan genç kızlara karşı tecavüzün birçok ifadesi de var. İşte faşist propagandanın İtalya ' da yazdığı dergi ve gazetelerden :
′′ Ölümcül üstünlüğümüzün tam olarak bilincine sahip olmadıkça asla egemen olmayacağız. Zenciler kardeşlik yapmazlar, ve yapmamalılar ".
Madamato, cinsel köleliğin yanı sıra, ikincil değil, başka bir vahşet üretti, bu istismarlardan doğan çocuklar. Fenomen, tek kaderi terk edilmek olan babaları tarafından tanınmayan binlerce çocuğun terk edilmesiyle sonuçlandı. Mussolini 'nin yanı sıra ünlü İtalyan karakter Indro Montanelli, 1982 yılında yaptığı bir röportajda ( YouTube' da bulabilirsiniz) itiraf etti, madamato sayesinde 11 buçuk yıl boyunca küçük bir kız Fatıma ' yı çağırdı ve ona ′′ uysal hayvan ′′ dedi .
Madamato, sömürgecinin otoriter ve mutlak egemenliğini yerli yerine, erkek kadına, yetişkin çocuk özgürlüğüne damga vurdu .
Tutuklu, fakir zengin, zayıf güçlü. Madamato, aynı yıllar sonra yükselen görüntüler yüzünden kızların cinsel sald��rı nedeniyle ölümlerinin ötesinde, hamilelik sırasında ve sonrasında yaşadıkları acıların görüntülerini kaldırdı .
Faşizm hakkında insanlar hala çok az biliyor ve faşistler okumuyor, yazının tamamını okumayacak, kültürleri ve vicdanları yok ve hakaret etmeye başlayacaklar.
Madamato 'da istediğiniz kadar belgeleyebilirsiniz, bloglarda ve faşist sayfalarda bilgi ararsanız yanılırsınız, ancak Montanelli' nin röportajını ve belgelerini internet üzerinden bulmak kolay olacak. Bu acı çok acı hikayeyi örtbas etmeye çalıştıklarında kiminle karşı karşıya olduğunu anlayacaksın.
Hepsini okuduysanız, basit sloganın ötesine geçmeye çalışan insanlar olmaya devam ettiğiniz için tebrikler.
(Kaynak: Antonella Ripani - Önce İnsanoğlu)
https://www.instagram.com/p/CJYpFBUlo_rNFREXk3wJoVw0jQsUyLYUuiPczA0/?igshid=1c53dz20rh912
0 notes