#Dine karşı din
Explore tagged Tumblr posts
Text
Siz hiç fakir Şeyh, fakir tarikat lideri, fakir cemaat lideri gördünüz mü? Göremezsiniz çünkü yoktur. Zira paranın dini yoktur ancak fakirin Şükrü vardır, fakir hakkını aramaz, içinde olduğu bu durum ona TANRI nın verdiği bir sınavıdır, bu dünyada adalet aramaz, her türlü hakkını ilahi adalete devreder, başına gelen hemen herşeye tevekkül etmeyi öğrenmiştir, onun için akılını işletmek bile dine karşı şeytanın vesvesesisidr.. bu dünyada gördüğü bütün eziyet ve yokluğa karşı öbür dünyada ona cennet hazırlanmıştır, peygambere komşu olacaktır, zevki Sefa içinde olanları da görür ama itiraz etmez çünkü Buda TANRI nın bir hikmetidir…
Bu şekilde yaşayan bir de Hindular var, hint fakirleri meşhurdur.. nüfusun büyük çoğunluğu da fakirdir Ancak oradaki toplumda da ses çıkmaz çünkü onlarda bu dünyadaki eziyete karşı çıktıklarında kendilerinin daha beter şekilde dünyaya gönderileceğine inanır
Bu kast sistemleri hemen her inanç sisteminde vardır bu nedenle Din toplumları yatıştırmak için her zaman kullanılmıştır…
Roma imparatoru hıristiyanlığı resmî din yapmasının ardından Paganizmden dönmemiştir zira o dini egemenlik aracı olarak kullanmıştır tarih boyu bir çok toplumda bu silah kullanılmıştır
İnsan hemen her şeye karşı çıkabilir etnik köken sağcılık solculuk vb karşı çıkamayacağı tek şey vardır, sorgulamadığı tek şey..
7 notes
·
View notes
Text
siz kendinize "lâdinî" ismi vermekle, ne dine ne dinsizliğe ilişmemeyi ilân ettiğiniz halde; dinsizliği mutaassıbane kendine bir din ittihaz etmek tarzında, dine ve ehl-i dine böyle tecavüz, elbette saklı kalmayacak! Sizden sorulacak!.. Ne cevab vereceksiniz? Yirmi hükûmetin en küçüğünün itirazına karşı dayanamadığınız halde, nasıl yirmi hükûmetin birden itirazını hiçe sayar gibi, hürriyet-i vicdaniyeyi cebrî bir surette bozmağa çalışıyorsunuz.
Mektubat - 430
3 notes
·
View notes
Text
🎯 Mobbing Bank Türk Fırtınası Kitabı İnsanlık Önünde Türk Ulusunun Haklılığını Savunan Bir Akıl Mahkemesidir 🎯
Bunun ne anlama geldiğini neden bu şekle dönüştüğünü tarihten örnekler vererek anlatmak istiyorum.
Dinciler ve sömürgeci sermaye neden Ortaçağa dönmek istiyorlar?
İlk önce ortaçağ ne? Neler yaşanmış ortaçağda ona bakmak lazım.
İnsanlık tarihinin en karanlık dönemi Ortaçağ, 324’te kilisenin beş kişiyi kara büyü yapmakla suçlayarak, canlı canlı yakmasıyla başlar ve 1216 yıl sonra, kilisenin rönesans’ın gerçek filozofu, bilim adamı Giordano Bruno’yu yine canlı canlı yakmasıyla son bulur...
Brono'yu dört asır sonra anlamış insanlık örneği tarihte varken bugün ülkemizde Mustafa Kemal Atatürk'ün aydınlık devrimlerine karşı emperyalizm destekli tüm ideolojik saldırıların anlaşılması için dört asır mı kaybetmek zorundayız?
İnsanların aydınlatılmasını engelleme çabaları bunun için mi?
Anlam vermek mümkün değil!
Ortaçağda neler yaşandığını kilise denen cadı avcılarının ne tür zulümler yaparak dinin tamamen hükümünü kaybetmesinin önünü nasıl açtıklarını kendileri de biliyorlar.
Bugün ülkemizde dine en büyük zararı vererek din ile aldatmaya dini siyasete alet edenlerin çabaları sebep oldu.
Bruno, doğa, evren ve tanrı konularıyla ilgilenerek kilisenin asla affetmeyeceği suçlar işliyordu...
Ama baskılar sonunda Roma’ya kaçmak zorunda kaldı...
İşlemediği bir cinayetle suçlanınca, buradan da Cenevre’ye gitti.
Bir süre sonra, bazı safsatalara karşı bir bildiri yayınladı, kilise tarafından tutuklandı, aforoz edildi ve ağır işkenceler gördü.
Çok ağır koşullar altında önce İsviçre’ye sonra da Fransa’ya sığındı 1583’te, Oxford Üniversitesinde, Kopernik’in Yeni Evren kuramı konusunda bir dizi konferans verdi..
1585’te Paris’e döndü.
Ne var ki, Paris’te Kiliseler arası barış kavgaya dönüşmüştü.
Bruno bu yeni havaya hiç aldırmadan, katolik kilisesi’nin bağnaz tutumunu acımasızca eleştirdi.
Paris katolik kilisesi’nin egemenliğindeydi; artık Paris’te kalamazdı; Almanya’ya kaçtı...
Burada, “Yüz Altmış Makale” adlı eserini yayınlayarak, bütün dinlerin barış içinde bir arada yaşamaları gerektiğini vurguluyor ve ho��görüyü savunup bağnazlığı yeriyordu.
Bu sefer de, protestan kilisesi tarafından, “Kabul edilmiş doktrinlere aykırı düşünceler”
taşıdığı gerekçesiyle aforoz edildi...
Engizisyon Bruno’yu felsefeci değil, casus olduğu iddiasıyla yakalayıp zindana attı. Yedi yıl işkence ettiler.Bruno’dan, herkesin gözleri önünde, bilimi lanetlemesini istiyorlardı.
Ama Bruno’ya bunu yaptırabilecek işkence yoktu.
Defalarca kendi kendisine şu sözleri tekrarlıyordu:
”-Dayan.
Mert ol.
Cahillerin yargısı seni tehdit etse bile, fikrinden dönme...
Işığı karanlıktan ayıracak bir yüksek akıl mahkemesi vardır...
Kahramanlar bedenin değil ruhun ölümünden korkarlar...”
Bruno, yedi yıl süren baskı ve işkencelere rağmen, geri adım atmıyor, özür dilemiyor,
“Geri alınacak hiçbir sözüm yok...”
diyordu.
Papa VIII. Clemens sıkıldı ve, “Artık bitirin bu işi,” dedi...
Emir yerine getirildi ve Bruno yakılarak ölüme mahkum edildi...
Yüzlerce Romalı, ünlü bir dinsizin yakılmasını seyretmeye koşuyordu. Papa, 50 Kardinal ve bütün ülkelerden özel olarak bu büyük kilise şölenine (!) gelen konuklar meydanı doldurmuştu..
Romalılar, başına taç yapıp övünmeleri gereken bu büyük insanla alay ediyor, ona küfrediyorlardı. Kalabalıkta biri, “Bruno sevinsene!
Pek yakında, var olduğunu söylediğin dünyalara göç edeceksin,”
diye bağırıyordu.
Bruno, bir odun yığınına çıktı.
Korkusuzca seyircilerinin gözlerinin içine bakıyordu.
Odunlar tutuşturuldu.
Papazlar heyecanla Bruno’nun hiç olmazsa bu son dakikalarda fikirlerinden döneceğini ve büyük bir zafer kazanarak mutlu olacaklarını sanıyorlardı.
Hüküm, yüzüne karşı okunduğunda, Bruno, ”-Ölmemi buyuran sizler, şu anda benden daha fazla korkuyorsunuz...”
diye haykırınca, susturabilmek için ağzına bir askerin mendilini tıkadılar...
Öpmesi için uzatılan haça tükürdü...
Dilini kerpetenle kopardılar ve diri diri yaktılar...
Ağzından ne bir söz, ne bir inilti çıktı...
Bilincini de kaybetmemişti...
Tam 400 yıl sonra, haklı bulunarak heykeli dikildi.
Nereye mi?
Yakıldığı, Roma'nın meşhur “Campodei Fiori” meydanına.
Campodei Fiori, “Çiçek Tarlası” demek, İtalyan gençler her gün o heykeli canlı çiçeklerle, çiçek tarlasına dönüştürüyor, hiç çiçeksiz bırakmıyor..
İşte o Bruno tarihten bize seslenerek aşağıdaki sözleri ile bugün yaşadığımız coğrafyayı tehdit eden dinci zulme ve ona destek olmak için ele geçirmiş tüm işbirlikçi ideolojilere karşı insanlığı uyarıyor ve diyor ki;
“Tanrı, iradesini hakim kılmak için yeryüzündeki iyi insanları kullanır;
Yeryüzündeki kötü insanlar ise kendi iradelerini hakim kılmak için Tanrı’yı.”
Tarih ders almak içindir ders vermek için değil.
İnsanlığını seven bunu iletişim halinde bulunduğu her insana anlatsın ve içine düştüğümüz durumdan bir an önce kurtulalım.
Türk ulusu 1950 yılından bugüne kadar müslüman görünümlü haçlı bir engizisyona maruz kalmıştır.
Aziz Nesin, Uğur Mumcu ve bu uğurda mücadele edenler bu toprakların Bruno'ları olarak haklı çıktılar.
Son yirmi iki yılda yaşanan Ergenekon, Balyoz, 15 Temmuz ve sonrası ile bugün Anayasa değişikliği girişimi aynı çabanın bir parçasıdır.
Roma imparatorluğunun intikamını Mustafa Kemal Atatürk engelini aşamadıkları için alamadılar. Bugün de beyin savaşları komutanın askerlerinin engeline takıldılar ve çırpınıyorlar.
Sermaye ve siyaset çırpındıkça batmaya başladı.
Tek adam yönetim zulmü dinci bir düzeni kurumsal hale getirmek için tasarlandı. Karşı olması gereken veya karşıymış gibi siyaset yapan tüm işbirlikçi oyuncular bugün tek adam rejimini kurumsal hale getirmek için Anayasa yapmak istiyorlar.
Bizim Anayasamız bizim aleyhimize olacak şekilde dinci zulmü yönetim sistemi olarak kabul ettirmeye ve suça ve hukuksuzluğa yasa kılıfla elbise giydirerek kurtulmak istiyorlar.
Tüm siyasi partileri emperyalizm 1950 tarihinden bugüne yönettiği için toplum bugüne kadar bundan sonra da bunu deneyelim yanlısı içine düşmekten kitle imha silahı medya yüzünden kurtulmadığı için bugünde bu didişme bize sömürge yararına kaybettirmeye devam ediyor.
Türk ulusu uyanacak diye sermayenin korkusu bacayı sarmış. Paçaları tutuşmuş. Görüyorsunuz hallerini.
O zaman yetmiş beş yaşını dolduran dinci ve sömürgeci zulmün sonunu getirecek iradeyi ortaya çıkarma zamanı da kapıya dayanmış demektir.
Mobbing Bank Türk Fırtınası kitabı bu sebeple Türk ulusunun insanlık önünde yaşanan zulme karşı bir akıl mahkemesidir.
Kitap nasıl başlıyordu bu insanlık davasının tutarı 1 Türk Lirası olup karşılığında Türkiye Cumhuriyeti ve Türk ulusunun haklılığını savunmak olacaktır.
Çünkü beşeri adalette Türk ulusunun haklarının çalınarak üzerinin örtüleceğini gerçek suçluların hiç suçları yokmuş gibi bir güçlerini koruma çabalarının hukuksuz bir şekilde korunacağını 2015 tarihinde öngördü, tüm uyarıları bu yönde yaptı ve haklı çıktı.
Hiçbir ihbarı hiçbir mahkeme, savcı ve hakim görmedi ve tarihe bu kara leke ile geçtiler.
Önder Karaçay
#önderkaraçay#mobbingbank#önder karaçay#mobbing bank#insan#atatürk#devrim#mahşer tufanı#zulüm#türk fırtınası#giordano bruno#insanlık adına akıl mahkemesi
2 notes
·
View notes
Text
peygamber efendimiz (ﷺ) şöyle buyurmuştur: “bu din kendisine düşmanlık besleyenlere üstün olmaya devam edecektir. dine karşı duranlar ve onu terk edenler ise ona zarar veremezler.”
27 notes
·
View notes
Note
Merhaba sevgili epifiz acaba hiç kuranı baştan sona okudunuz mu merak ettim. İçinde astronomik biyolojik coğrafik bilgiler olduğu bilimin şimdi söylediklerini ta o zamandan söylediği iddia ediliyor.
Okumadım, teolojide kaynak metinler ikincil kaynaklar kadar ilgi çekici olmuyor genellikle. Savına gelirsek, bu dünyanın en klasik savı ve yıllardır da bana soruluyor, aynı cevapları vermek istemediğim için değişen bakışımla da biraz farklı bir cevap vermeye çalışacağım.
Öncelikle hermenuetik her din için önemli ve elzem bir uğraştır, o din kurumunun güncelliğini korumaya ve dini esnek tutmaya yarar. Ve Kur'an da yoruma açık yorumlama ile anlaşılan bir kitaptır. Bu sebeple risaleler islam külliyatında oldukça geniş bir yer kaplar ve yorumlar da yorumlayanın mevcut bilgisi nezdinde pekala şekil değiştirecektir, bu oldukça doğaldır. Mesele günümüz yorumlayanlarının bu günün bilim paradigması ile olumlu cümleler bulması değildir. Çünkü Umberto Eco'nun da gösterdiği gibi yorum ile her şey, her şey ile bağlanabilir, çünkü doğrulamanın bir üst sınırı yoktur. Bu yüzden günümüz paradigması doğrulama ile değil yanlışlama ile çalışır, yani oradaki sözlerin denetimli bir ortamda test edilebilirliği ne ölçüdedir, asıl mesele budur. Bu sebeple bir alimin günümüz paradigmasına karşı bu yorumu pekala anlaşılabilirdir ancak geçerliliği asla belirli değildir bu yüzden din bir bilgi değil bir inanç meselesidir.
Bu da benim asıl konuşmak istediğim noktaya getiriyor bizi. Din ve inanç ilişkisini doğru kurmak oldukça önemlidir. Yani eğer kuran bu gün söyleneni söylüyor o zaman allah var diyorsan burada elinde olan şey inanç değildir. İnanç Kierkegaard'ın "eğer tanrıyı görseydim, ona inanamazdım" derkenki haletiruhiyesinde filizlenen özdür. İnanmak için kanıt mı arıyorsun? Ancak kanıtla inanmak o şeye değil kanıta inanmaktır, şimdi ben senin haksız olduğunu kanıtlarsam allah yok mu olacak? Hayır, hala ona inanabilirsin o zaman kanıt sadece özünde inançsız bir inancın kendini sağlama çabasıdır. Asıl inanç Yunus-i bir dil ile bir aşk gibidir, direkt yaratana yöneliktir aracısızdır ve onun var olması gerektiği için değil ya da var olmasına ihtiyaç olduğu için değil o şeyin direkt ve doğrudan var olduğuna inançtır ve bu sarsılabilir bir şey değildir, bu test edilebilir ya da kanıtlanabilir bir şey değildir. İnanç doğrudandır ve tüm evrenin temeli olarak merkeze gelen kabuldür. Şimdi senin bana söylediğin bu şeyde merkezinde din mi var? Hayır bu günkü bilim paradigmasını gerçeklik saymışsın ve kuran onunla uyumlu diye onu da gerçeğe dahil etmek istiyorsun. Bilimin paradigması değişkenliğe açıktır ve o da başka bir temel sunusudur. Sen kendini başka bir temelde varsayarak öbürünü kanıtlamaya çalışırsan sadece koşullara inanırsın. Bu ayrımı şöyle örnekleyebiliriz. İki kişi düşün, bu iki kişi de insan öldürmüyor. Biri hukuki yaptırımlardan alacağı cezalardan çekiniyor öteki ise insan öldürdükten sonra içinden bir şey kopacağını, bir daha asla temizlenemeyeceğini ve rezil bir varlığa dönüşeceğine inanıyor. Şimdi bu iki insandan gerçekten hangisi insan öldürmenin kötü olduğuna inanıyor? Senin buradaki tavrın da bunun gibi, bilim paradigmasıyla uyumlu diye inanmak bir şeydir, bir de tanrının kendisine yalnızca kendisinden ötürü inanmak bir şeydir. Bu yüzden bu tarz iddialar bir kurum olarak dine olmasa bile inanca sadece zarar verir. Bu önerme, inancın kanıtlanamaz özünü hileci kanıtlanabilir bir şeymiş gibi göstererek bu günün bilgi dünyasına girmeye çalışan bir karışımdan ibarettir. Ve bence bu inancın özünden, gerçek özünden fersah fersah uzaktadır.
2 notes
·
View notes
Text
İlkeli olmanın, bir dava gütmenin, hedefli olmanın, gereklilikleri vardır. Dostlar tarafından taltif, düşman tarafından tahrik, cehalet tarafından tenkit başlıklarında yaşar durursunuz.
Emperyal kötülük organizasyonun yörüngesinden çıkarmak istediğimiz bir toplum hedefliyoruz. Bunun temel koşulu, önce kişinin kendisinin Emperyalizmin mahiyet ve hedefini hakkıyla kavramış olmasından geçmektedir. Toplum, daha sonra gelmektedir.
Davasına inanmayan, onu istismar eden, davayı iktidarına basamak etmek için bir materyal olarak kullanan için aslolan, toplumun değişim ve dönüş��münden ziyade kendisinin sınıf ve statü atlamasıdır. Bugün en çok muzdarip olunan konuda budur zaten. Ülke kaynaklarının ve halkın gelirinin, geleceğinin, istismar edilmesi.
Doğu toplumları zor toplumlarıdır. Çoğunlukla da iki yüzlüdür. İki yüzlülük, bir anlayışın teori boyutunda ele alınışıyla pratiği arasındaki farktan, bu farkın aslında çelişki olduğundan kaynaklanmaktadır. "Temizlik İmandandır" diye bir dine inandığını söyleyen toplumun, kir pas içinde olma durumu gibi. Veya "Müslümanlar kardeştir" diyerek, birbirlerini boğazlaması gibi...
Bu toplumlarda Adaletin halk tarafından istenmiş olduğu gibi görülür ama uygulanmasına yine bu toplum itiraz eder. Zülfiyâre dokunulduğunda anlaşılır bu. Adaletin ve hakikatin uygulama sahasındaki hali; ateşten gömlek...
Sömürü altında yaşayan toplumların örgütlü olması, eğitimli ve bilimsel olması, Emperyalizmin kırmızı çizgisidir. Bu alanlara yönelimi engellemek, en önceliğidir onun. Olur ya engelleyemezse, bu sefer de örgütlülük içerisinde çok başlılık hedefler. Örgütlülük, karşı olduğu sistemin yörüngesine sokularak "badanaj hareketliliğiyle" hareketsizleştirilir. Sendika kurarak patrona hizmet etmek gibi. Hacc yaparak, kapitalizme hizmet etmek gibi. Elli yıldır kıldığı namazda ne dediğini bilmemek gibi.
Direniş, 40 yıldır bir toplum yaratmak için mücadele veriyor. Hayatın tüm sahalarında çalışıyor. Tabiatıyla, tüm sahalardan da müspet-menfii karşılık görüyor. Sıcak, Soğuk ve Yumuşak Savaş başlıklarında veriliyor mücadele. Bazen Irk, bazen mezhep, bazen din sahasında...
Son demlerde Batı emperyalizmi Ukrayna-Rusya Savaşı ile yeni bir bela koydu kucağımıza. Ki kucağımız Irak-Suriye ile yanıyorken oldu bu. Ukrayna-Rusya Savaşı'nın özelliği, aynı veya akraba ırkların savaşı olması...
Tam beş yıldır Rusya, tüm Uluslararası Organizasyonlarda ABD ve yedeğindeki ülkelerin böyle bir savaşı kurguladığını, tek kutuplu bir dünya isteğinin buna sebep olduğunu söyleyerek Batı emperyalizmini uyarıyordu; ancak gücü yetmedi savaşı önlemeye. Başladı savaş ve şimdi bitmiyor.
Muhtemelen, Ukrayna'yı yavaş yavaş, acıtarak öldürmeyi hedeflemiş bir Rus stratejisi işliyor. Rusya, başka bir zamanda bir daha böyle bir kalkışma olmamasına oynuyor.
Aynı Rusya diğer yandan da Ermenistan'ın işgal ettiği ve sonrasında Azerbaycan'a iade etmek zorunda kaldığı Şuşa'nın zafer sarhoşluğu ortamında tekrar döndüğü Kafkaslarda yeni bir plan yapıyor.
Azerbaycan'ın, "N'oldu Paşinyan?!"ı o günü kurtardı ancak peşinden gelen günleri, ayları ve uzun yılları değil... Bu ülke "Ermenistan istese de istemese de Zengezur üzerinden koridor açacağım" derken, aslında Rusya'yı da kolluyor bir gözüyle. Çünkü Ermenistan'la Satratejik Müttefik olan Rusya, buraya atılan ilk adımda karşısına çıkacak, bunu biliyor.
İran'da karşı bu işe. O da "sınır değişikliği istemiyorum yanı başımda" diyor. Bölgede sınır değişikliğinin domino etkisi yapacağını söylüyor.
Rusya'nın dün Azerbaycan-Ermenistan arasında yaşanan II. Karabağ Savaşında "Karabağ toprağı Ermenistan toprağı değildir" diye karışmadığı bu savaşa, "Zengezur Ermenistan toprağıdır" diye müdahale hakkı doğduğunu ileri sürerek, iki ülkenin imzasıyla döndüğü Kafkaslarda karışma ihtimali var. Esasen bellidir ki, bir oldu-bittiyle girdiği bu bölgeden çıkmayacak. Ya da zor çıkacak.
Bu dursun bir tarafta şimdi.
Azerbaycan, birden bire bir İran sayfası da açtı. Bununla bağlantılı olarak da İşgal rejimi İsrail ile de yaptı bunu... Birinden ne kadar uzaklaştıysa, diğerine de o kadar yaklaştı. İlham Aliyev, İran'ın "İşgal rejimi Azerbaycan'a yerleşiyor" iddialarına, müstehzi bir tavırla geçtiği televizyon karşısından cevap verdi. "Nerede İsrail?" derken, bir elini bu Rejimin insansız hava aracı Heron üzerine koyarak yaptı. Ayetullah Ocaknejad'ı "istenmeyen adam" ilan ederken, Irak'tan bir gurubu aldılar Ülkeye. Allahşükürpaşazade önceki sözlerinden çarkederek İran'a veryansın ediyor.
Daha sonra ise Tebriz işleri, falan... Yıllar önce "Tebriz'de sakal kesme" gibi. Manavdan ayva armut alır gibi, biri Tebriz'i alıyor, diğeri Urmiye'yi... Bölüyorlar, parçalıyorlar. Ayak bir yerde baş bir yerde.
Tam bir "Ağzı olan konuşuyor" durumu...
Bunun da sonrasında Büyükelçiliği basan ve ailevi sorun yaşadığı açıklanan İran Türkü bir çiftçinin öldürdüğü Büyükelçilik görevlisi dolayısıyla buranın faaliyetlerinin askıya alınması durumu çıktı ortaya... Bunun öncesinde ve sonrasında bir çok Azerbaycan televizyonlarında tehdit ve tahkir edici konuşmalar... İran'dan da aynı mecradan ama dozu daha düşük cevaplar sürüp gidiyor. "Şiraz'daki Şahçerağ Türbesine saldıran teröristlerin biri Azerbaycan pasaportu taşıyordu, biz onu Azerbaycan Hükümetine bağlamazken siz niye haddinizi aşıyorsunuz" gibi eleştiriler başlamış.
Gitgide Ukrayna'nın bir değişik versiyonu işler gelişti/gelişiyor.
Tüm bunlar bir belaya işaret ediyor. Emperyalizmi tanıyanlar, kimi kim konuşturuyor az-çok tahmin edebiliyor tabi. 30 yıldır yakasını Ermenistan'dan kurtaramamış bir ülke, ABD ve İşgal rejimiyle kanlı bıçaklı diğer bir ülke. Aynı din, dil, Irk ve hatta mezhepten olan bu ikili karşı karşıya gelirse esasen galip kim?!
Irak örneğini biliyoruz biz ve bu az bir tecrübe değil ki. Saddam, Arap Milliyetçiliğinin külhanbeyi olarak İran topraklarının bir kısmını ülkesine dahil etmek için çekmemiş miydi kılıcını? Onu sahaya sürenlerle, logar çukurundan çekip çıkaranlar aynı el değil mi?
Suriye'nin 2011 dönemini hatırlayın, "Halep bizimdir" diyordu ciddi ciddi bir kesim. 10 yıl sonra Halep kimin peki? Halep mi kaldı ortada? Libyalı'ya sorun, Kaddafi dönemi mi, şimdi mi? Pakistan'da daha dün öldürülenler kimin canından çıktı, bizim...
Afganistan'da her yıl öldürülen Hazara Türklerini oranladığımızda her güne 5 kişi düşüyor nerdeyse.
Tüm iyi niyetimizle, tüm bu yaşanmışlıkların verdiği acı ve gözyaşının ağırlığını yüreğimizde hissederek son dönemde gelişen olaylardan tedirginlik duyuyoruz.
Tek ve en düşmanımızın bizi birbirimize musallat edişinden çıkar(a)madığımız tecrübeye üzülüyoruz.
Bölge ülkelerin, komşu ülkelerin birbirine değil, Emperyalizm ve Siyonizme karşı oluşturacakları işbirliği neticesiyle halklarımıza "omuz omuza olma kültürü" aşılamalarını zaruret görüyoruz.
Hibrit bir Savaş ile Direnişe musallat olmanın mağlubiyeti yaşandı geçenlerde. Orada da yaklaşık 400 insan öldü. Biz o ölümlerin de tümüne üzülmüştük aslında. Kandırılan insanlara; O insanların işledikleri cinayetlerine üzülmüştük.
Ama bir cehalet, bir faşizm, bir kalbi kötülük, ısrarla savaş istiyor.
Ölenin biz olduğu savaşı dayatıyor...
6 notes
·
View notes
Text
Murat Ağırel Almanya'da ADD'nin onur konuğu oldu
https://pazaryerigundem.com/haber/189311/murat-agirel-almanyada-addnin-onur-konugu-oldu/
Murat Ağırel Almanya'da ADD'nin onur konuğu oldu
Almanya’da Stuttgart ve Çevresi Atatürkçü Düşünce Derneği tarafından “101. Cumhuriyet Şenliği “ adı ile 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı kutlama programı düzenlendi.
Murat TOPÇU / ALMANYA (İGFA) – Stuttgart Atatürkçü Düşünce Derneği’nin düzenlediği programda Cumhuriyetimizin 101. Yılı coşkulu bir şekilde kutlandı.
ADD Stuttgart Başkanı Elif Özel İsmailoğlu, İngilizlerin, “İki yıl yaşamaz” dedikleri Türkiye Cumhuriyeti’nin içeriden ve dışarıdan saldırılara rağmen 100 yıldır yaşadığını belirterek, “Görünürde Cumhuriyetimiz 100 yıldır yaşıyor ancak özellikle 12 Eylül 1980 askeri darbesinden sonra toplumsal ve siyasal muhalefetin susturulmasıyla önü açılan siyasal İslamcılığın pençesindeki Cumhuriyetimiz bugün “özünü” kaybetmekle karşı karşıyadır. Cumhuriyetimizin özü, devlet ve toplum yaşamının akla ve bilime dayanmasını sağlayan Laikliktir. En yaygın tanımı ile “din ve devlet işlerinin ayrılması” diye bilinen Laiklik, aslında toplum ve devlet yaşamının herhangi bir dine değil, akla ve bilime dayanmasıdır. Ahmet Taner Kışlalı’nın deyişiyle, “Toplumun, din adına ve binlerce yıl önce konmuş, o günün sorunlarına çözüm getiren kurallara göre yönetilme zorunluluğunun kaldırılmasıdır” dedi.
Anayasanın, Türkiye Cumhuriyeti’nin temel niteliklerini belirleyen ve değiştirilmesi teklif dahi edilemez ilk üç maddesini değiştirmek istenmesine dikkat çeken İsmailoğlu, “Türkiye Cumhuriyeti karşıtı “gerici” ve “bölücü” kesimlerin asıl hedeflerinin demokratik, laik ve sosyal hukuk devleti, Türkiye Cumhuriyeti’ni ortadan kaldırmaktır. Buna izin vermeyeceğiz. Türk ulusu, bu yıkım planına asla izin vermeyecektir” dedi.
Bu arada Türkiye Cumhuriyeti tarihinde ilk kez bu yıl Kara, Hava ve Deniz Harp Okulları’nın birincileri kadın teğmenler ve Kara Harp Okulundan mezun olan Genç teğmenlerimizin mezuniyet törenlerinde kılıçlarını havaya kaldırarak ettikleri, vatana, millete, laik ve çağdaş Cumhuriyete bağlılık yemini ve “Mustafa Kemal’in askerleriyiz” sloganı sonrası yaşananlara da değindi.
Daha sonra s��z alan araştırmacı gazeteci ve yazar Murat Ağırel’de yaptığı konuşmasında Cumhuriyetimizin ne zorluklarla, engellerle, sefaletlerle kurulduğundan bahsetti.
Aldığı ölüm tehditlerinden hiç korkmadığını belirten Ağırel, “Benim idolüm Uğur Mumcu, Ahmet Taner Kışlalı, Bahriye Üçok’tur. Bir gideriz, bin geliriz. Ayrıca malum siyasi partilerden ve siyasilerden umudu kestim. Hiç birinden Cumhuriyet ve Atatürk’ün devrimlerine sahip çıkacak kimse yok. ADD’ nin sizin gibi yurtseverleri ancak Cumhuriyet’e ve Devrimlerine sahip çıkar. O yüzden de hiç bir partiye üye değilim. Atatürk döneminde bırakın israfı, devletin her kuruşuna sahip çıkarak, yokluk içinde olmasına rağmen onlarca fabrikalar kurulduğuna dikkat çekerek verdiği örnekte; Türk Hava Kurumu kurulurken, İsmet İnönü’nün yaptığı çalışmaları ve o zamanın parasının 40 para yani 1 kuruş eksik olduğunu belirterek, bunu Atatürk’e söyleyince, Atatürk’te “İsmet o parayı ne yap et bul, ben bu paranın hesabını milletime veremem” dediğini, sonrasında hesapların tekrar kontrol edildiğini, o paranın bir hesap hatası olduğunu Atatürk’e bildirince nasıl rahatladıklarını ve Türk Hava Kurumu’nun bu şekilde kurulduğunu anlattı. “Şimdiki iktidar ise nasıl Milyarlarca dolarların, trilyon dolarları çarçur ediyor. 22 yıllık AK Parti iktidarı 2,5 trilyon vergi topluyor ama halen ekonomimiz dipte. Geçmediğimiz köprülerin, havalimanlarının vergilerini ödüyoruz. Halkı ölene dek borçlandıran bir iktidar var” diye konuştu.
Ağırel, Türkiye’deki kurumların nasıl çürüdüğüne de değinerek, Adana’daki uyuşturucu baronları savcı ve kuryeleri polislerin yakalanarak tutuklandığını anlattı.
Murat Ağırel’e konuşması ardından Türk halkına yaptığı hizmetlerden dolayı Dernek Başkanı Elif Özel İsmailoğlu tarafından teşekkür plaketi ve hediyeler takdim edildi.
Programın ilk bölümü solist Yasemin Kızıl’ın seslendirdiği Türk Halk Müziği dinletisiyle devam etti. Programda Müge Alpay’ın seslendirdiği, Atatürk’ün sevdiği parçalarında yer aldığı konser, 10. Yıl Marşı ile sona erdi.
0 notes
Text
Millet mi Ümmet mi? 1924 Anayasası'nda Türklük, elitist bir rejim, dayatmasız ve özgürce yaşanan inançlar doğrultusunda laiklik anlayışını içermektedir. Bu bağlamda millet ve ümmet kavramları önem kazanmaktadır.
Millet ve Ümmet kavramları:
Millet nedir? Aynı topraklar üzerinde yaşayan, dil, tarih, duygu, ülkü, gelenek ve görenek birliği olan insan topluluğudur, Ümmet nedir? Aynı dine ve peygambere inanıp onun yolunu seçen kimselerin tümüdür.
Anadolu, son zamanlarda Afrika, Orta Doğu ve Orta Asya'dan gelen sığınmacıların akınına uğramaktadır. Bu durum Anadolu'nun demografik��yapısını bozarak Türk milletini azınlığa düşürecek ve sosyal patlamalara sebep olacaktır. Dil, tarih, duygu, ülkü, gelenek ve görenek birliği olmayan, farklı inanç ve kültür mozaiğinden gelen insanların millet birlikteliği ve millet kültürü oluşturma imkanı yoktur.
Millet olamayan devletler tarihin çöplüğüne atılır. İslam ülkelerinde iç savaşlar, kargaşalar, fakirlik ve yoksulluk bitmez, bunun sebebi mezhep savaşlarıdır. Türkiye'de son kırk yıldır yaşanan Kürt sorunu, Ümmet ve millet sorunuyla birleşmiştir. Suriye, Irak ve Afganistan'dan gelen milyonlarca göçmen, Türkiye'nin Ümmet merkezli evrilmesine ve kafa kesen selefi grupların bilinçli ithal edilmesine neden olmuştur.
Türk milletinin milli ve manevi değerlerine yönelik saldırılar giderek artmaktadır. Cumhurbaşkanı, Türk kimliğini sıradan bir etnik kimlik düzeyine indirmeye çalışmaktadır. Bu durum, toplumsal yapıyı bozmaya yönelik tehlikeli bir harekettir ve orta vadede ciddi sonuçlar doğurabilecektir.
Ümmetçilik ve Millete meydan okuma:
Birileri Atatürk’ün köken-mezhep ayırmadan yaptığı ve 93 yıldır bizi birleştiren ve ayakta tutan Ne mutlu Türküm diyene Sözüne bu tür konuşmalarla karşı çıkıyor ve meydan okuyor adeta.
Kişi, kendi kimliğini sorgulamakta ve dine sarılarak ümmetçiliğe bağlanmaktadır.
Bu tür konuşmalarıyla Türk milletinin üst kimliği olan Türklüğü ve Türk milletini yok saymaya çalışmaktadır.
Ancak, Cumhurbaşkanı'nın bayrağımıza, milli devletimize, üniter yapımıza ve laik Cumhuriyet ilkelerine gönülden bağlı olması gerekmektedir.
Anayasamız, Türk vatandaşlarının farklı din, inanç ve mezheplere mensup olduğunu kabul etmektedir. Hepsi eşit hak ve sorumluluklara sahiptir. Bu nedenle, bu yurttaşları "ümmetçilikle" tanımlamak mümkün değildir.
Türkiye Cumhuriyeti'nde temel kurucu kimlik Türklüktür. Farklı köken, din veya kültürel unsurlar elbette vardır ve bu milletin zenginliğidir. Ancak Türk kimliği üst kimlik olup, diğer etnik unsurların bu kimlikle bütünleşmeleri milletleşme sürecinin doğasındadır. Türkçe, nüfusun en az yüzde 90'ının anladığı ve konuştuğu dildir.
Türkiye Millet bağlamında etnik bir mozaik midir?
Türkiye'nin etnik yapısı bilimsel olarak "etnik-mozaik" olarak tanımlanabilmesi için, ülkedeki etnik çeşitliliğin toplam nüfusun en az yüzde 35'ini oluşturması gerekir. Ancak, Türkiye'de tüm etnik grupların nüfusu yüzde 14 dolayındadır. Bu nedenle, Türkiye'yi bir etnik mozaik olarak nitelendirmek mümkün değildir. Ayrıca, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın etnik kökenler üzerinden yaptığı açıklamalar bilimsel ve sosyal bir temele dayanmamaktadır.
Ümmet bağlamında mezhepçilik
Mezhepçilik, İslam dünyasının uzun zamandır birbirini boğazlayan, vahşi katliamlar ve kıyımlar yapan, orta çağdan beri süren bir sorunu olmuştur. Bugün insanlığın ve İslam'ın en büyük tehdidi de IŞİD, Boko Haram, El-Nusra ve El-Kaide gibi terör örgütleridir. 1924 Anayasası'nda Türklük temel alınmıştır, Elitist bir rejim söz konusudur, baskı olmadan ve özgürce yaşanan inançlar doğrultusunda laiklik benimsenmiştir, bu, Türkiye ve Türklerin kurtuluşudur.
https://sesliyorum.blogspot.com/2018/11/millet-mi-ummet-mi.html
0 notes
Text
**📚 Komünizm: İdeolojiden Dine Dönüşen Tehlike**
Komünizm, başlangıçta işçi sınıfının kapitalizme karşı mücadelesini savunan bir ideoloji olarak ortaya çıktı. Ancak zamanla dogmatik metinler, peygamberleştirilen liderler ve şeytanlaştırılan düşmanlar yaratarak adeta bir din haline geldi. Bu dönüşüm, milyonlarca insanın acı çekmesine ve özgürlüklerinin ellerinden alınmasına neden oldu.
🌍 Tarih bize gösteriyor ki, özgürlük, demokrasi ve insan haklarına dayalı bir dünya için bu tür totaliter ideolojilere karşı uyanık olmalıyız.
#AntiKomünizm #Özgürlük #Demokrasi #İnsanHakları #TarihindenDersAl
1 note
·
View note
Note
selam, senin cevabını merak ettiğim bir soru soracağım basitçe. sence anarşistliğe bir din engel olabilir mi? daha doğrusu şöyle sorayım, bizim çevrenin çoğunluğundan ötürü yola çıkacak olursak, sence müslümanlığı benimsemiş birisi aynı zamanda anarşist olabilir mi?
Aslında cevabım direkt "hayır." Fakat nedenini açıklama durumunda hissediyorum. Anarşizmin devlete karşı olmasının nedeni, devletin devlet olması değildir. Devletin gereksiz kontrolcü olması ve bu kontrolün insanlara zarar vermesidir. Devlet gibi, kontrolcü olan ve esasında insan doğasına zarar veren bir başka unsur da, dindir. Tanrıdır, Allahtır yani kısaca. Bu sebeple, Müslüman birisi direkt olarak anarşist olamaz diyemem ama, ya anarşizmi ya da Müslümanlığı yanlış anlamış diyebilirim. Dinin kanatları altına girip devleti taşlamak, pek doğru bir hareket değil. Bir anarşist, özünde herhangi bir kontrolü, hiyerarşiyi, otoriteyi reddeder. Din de bir otoritedir. Anarşiste göre, insanın cinayet işlememesinin sebebi, insanlığı olmalıdır. Ama dine göre, Müslümanlığından ötürü cinayet işlememelidir. Devlete göre, hapise girmemek için cinayet işlememelidir. Demek istediğimi kavradın mı emin değilim fakat Müslümanlık ve anarşizm birbirine tamamen zıttır. Umarım yeterli bir cevap olmuştur.
1 note
·
View note
Text
Dindarlık, bireyin bir dine veya dini inançlara bağlı olması ve bu inançları yaşamının merkezine koyması durumunu ifade eder. Dindar bir insan, genellikle bir topluluğa ait olma duygusuyla birlikte, kendisini tanrısal veya kutsal bir otoriteye bağlı hisseder. Din, inanç, ibadet ve ritüeller gibi unsurları içeren bir düşünce sistemini ve yaşam tarzını benimser.
Dincilik ise daha sınırlayıcı ve aşırı bir inanç biçimidir. Dinci bir kişi, kendi dini inançlarını diğerlerine dayatma eğilimindedir ve bunu sıklıkla zorlayıcı veya şiddet içeren yöntemlerle yapar. Dincilik, hoşgörüsüzlük, ayrımcılık veya fanatizm gibi negatif özellikleri barındırabilir. Dincilik, genellikle bireyin inancını diğer insanların üzerinde bir baskı aracı olarak kullanma çabasıyla karakterizedir.
Felsefecilerin görüşlerine baktığımızda, dindarlık ve dincilik arasındaki farkı açıklayan birçok yaklaşım mevcuttur. Örneğin, filozof Karl Popper, "açık toplum" kavramını kullanarak, dinciliği totaliterlikle ilişkilendirmiş ve buna karşı dindarlığı hoşgörü ve çoğulculuk değerleriyle uyumlu olarak değerlendirmiştir.
Diğer bir örnek olarak, filozof Ludwig Wittgenstein, dil oyunları teorisini kullanarak dindarlığı ve dinciliği farklı kategorilere ayırmıştır. Ona göre, dindarlık, kişisel bir inanç sistemiyle uyumlu olarak yaşama ve anlam bulma çabasıdır. Dincilik ise belirli bir inanç sisteminin diğerlerine zorla kabul ettirilmesi veya dayatılmasıdır.
Bu örnekler, dindarlık ve dincilik arasındaki ayrımı göstermektedir. Dindarlık, bireyin özgür iradesiyle seçtiği inançları ve değerleri yaşamasını ifade ederken, dincilik ise inançları diğer insanlara dayatma veya zorlama eğilimindedir.
Sonuç olarak, felsefecilerin farklı görüşleri ışığında, dindarlık ve dincilik arasındaki farkı çeşitli açılardan analiz edebiliriz. Bu analizler, insanların inançlarını nasıl yaşadıkları ve diğer insanlara nasıl yaklaştıkları konusunda derinlemesine bir anlayış sağlayabilir.
7 notes
·
View notes
Text
Ülkemizdeki
Kapitalizm ve Din
Son durumumuz " Dine Uygun İnsan " olması gerekirken " İnsana Uygun Din " haline gelmiş-getirilmiştir...
Ülke tarihinde ; Ülke İnsanları'nın Kapitalist sistemin en iyi oyuncusu olan mevcut erk tarafından köleleşmesi Din ile Ekmeğin arasını açmıştır...
Maddi yoksunluk-yoksulluk (Ekonomik Dar Boğaz) insanın Dîn'e karşı yabancılaşmasının neden olduğu DEİZM hastalığının başlangıcı olmuştur...Bu hastalık öylesine büyük acılar vermiştir ki insanlar dinin sunduğu teselliye , içinde bulundurduğu - adalet -sevgi-saygı-ahlâk- yardımseverlik - ilim - maneviyat vs .gibi durumlara ihtiyaç duymadan direkt olarak yaşadığı ekonomik dar boğazın getiri'- lerine - sıkıntılarına odaklanmış , kalbinden maneviyat alınmış ve
-- evet bir Yaradan var ama ondan sonra gelen Peygamber'e , Dîn' e , Kitâbullâh' a karşı kalbinde hiç bir iz bırakılmamış DEİST insanlar topluluğu meydana getirilmiştir...
Ülkemizde ki mevcut erk Dîn'i kullanarak Kapitalizm 'e hizmet eden bir kurum hâline gelmiştir...
Mevcut devlet Dîn kavramını Orta ve Alt toplumun "tesellisi olarak kullanarak " Sabredin, Şükredin,İsraf Etmeyin,Ensar, Muhacir, Başörtüsü,Vatan,Cami gibi söylemleri ile baskı altında tutarken, Egemen Üst Sınıfa hiç dokunmadan paralarını - döviz'lerini misli misli katlamış, gayrimenkullerini- mallarını kat kat arttırmıştır...
Bir toplumda eşitsizlik varsa, adaletsizlik azalmak yerine kalıcı' laşır...
Mevcut erk Egemen Üst Sınıfa bu Dinî söylemlerde bulunmadan !! Maddi imkanlarını katlamalarına müsaade etmiş , diziler de oyuncu ların kazandığı, futbolcularin kazandığı, kendi maaş 'ları , saltanat yaşantılarını, saraylar da haracanan savrulan paraları , ihaleleri , vergilerilerini ödemeyenleri bile kafasını çevirerek ! görmezden gelmiştir!! ...ama bunların içinde hiç bir zaman Ahiret , Hesap Günü gibi kavramlar yoktur...!!?
Mevcut erk ; Orta ve Alt tabakaya Dîn' i kullanarak , her şeyin daha iyi olacağını vaat eder , ( Egemen Üst Sınıfa) söylemediği'ni , Allâh var gam yok diyerek insanları öbür dünyada daha iyi bir konum karşılığında mevcut düşük konumlarını kabul etmeye sürükler...Şükretmye sevk eder..
Esasında Orta - Alt tabakayı ve yoksulları yerinde tutan ve sosyal değişimi engelleyen etkili bir kontrol şeklidir bu Kapitalizm 'in en iyi oyuncularının...
İçinde bulunduğunuz durum kısaca DİN ; Kapitalizm 'in en iyi oyuncularının Dîn' i kendi çıkarları için kullandığı , Egemen Üst Sınıf' ile birlikte Orta-Alt ve Yoksul sınıfını kontrol etmek ve bastırmak için kullandığı bir araç hâline gelmiştir...
Zaten öyle değil midir? Bugün Ka'be ye Beytullah 'a gitseniz 120 Millet 'ten , Rengârenk Farklı Farklı Müslüman'lar ve Müslüman Devletler vardır...
Ve Hepsinin başında ben Müslüman'ım diye gelen liderleri vardır..
Ama hiçbiri , (bizde dahil) ;
Huzur ve Refah İçinde Değiliz...
0 notes
Text
Evren nasıl var oldu
insanın düşünce sistemi daima bir başlangıç, bir mekan alır ve bunun üzerinden devam eder, başlangıcı olmayan bir şeyi hayal edemez. İnsan mantığına göre mutlaka bir başlangıç vardır ve hiçbir şey yoktan var olamaz varken de yok olamaz, sadece nesneler ve enerji birbirine dönüşebilir ama tamamen yok olamaz veya yoktan var olamaz. Pozitif bilimler tamamen bu sistem üzerine kuruludur, yani belli bir başlangıç ve ondan sonraki değişim, Yoktan var olma ya da evrenin nasıl başladığı konusunu çözemeyen bilim burada büyük bir boşluk bırakmıştır. İşte anlaşılamayan ve tanımlanamayan bu yeri dinler ve inançlar doldurur, dinler önce bir kısıtlama ile gelirler, sen küçük bir canlısın bunu yapan senin beynin almayacağı bir şey var, sen bunu kabul et, gerisi zaten Tanrının bileceği şeydir. Ne yapacağını bir takım yollarla, kutsal kitaplarla, peygamberlerle sana bildirecek, böylece, din,felsefe, bilim ve hatta mitoloji hepsi yan yana kendilerine bir yaşam alanı bulmuşlardır. Bu arada bilim gittikçe gelişmiş, din ve felsefeye ait birçok konuya açıklık getirmiştir. Örneğin Güneşin tutulması, yağmurun yağması, ve depremlerin olması gibi şeyler gaipten, Tanrıdan gelen şeyler olduğuna inanılırken, bilimsel metotlarla bunlar tahmin edilmeye, hatta kesin tarihlerle güneş tutulmaları, yağmur yağması, fırtına olması gibi olaylar önceden belirlenebilmekte, bu da bilimin dine karşı gittikçe alanını büyütmesi ile sonuçlanmaktadır. Örneğin önceden bebek olmazken Allah vermiyor, ne yapalım derken, şimdi tüp bebek, belki ileride sadece bir hücreden ya da bazı organik maddelerden başlayarak bir insanın yapılabilmesi mümkün olacaktır. Bu da demek ki bilim gittikçe sınırlarını genişletecek ve dinin alanına girecektir. Dinin tamamen yok olabilmesi için bilimin bütün sorunları eksiksiz cevap verebilmesi lazım, o da şimdilik imkansız gibi gözüküyor. Peki Evren nasıl var olabildi? Eğer yoktan bir şey var olmuyorsa üstünde yaşadığımız bir Evren varsa bu nasıl var olabildi, bizim anlayabildiğimiz 4 tane boyut var. Bunlar en boy Yükseklik ve zaman yani bir gök cismini bu 4 boyutla ne zaman nerede olacağını, yerini veya hızını tespit edebiliyoruz. Oysa bu söylediğim zamansız, zamanın başlamadığı anda var olma gibi nedenleri anlayabilmemiz için çok daha fazla boyutu algılamamız gerekir. Ünlü İngiliz fizikçi Stephane Hawking'in iddia ettiğine göre evrende 11 boyut var, biz sadece bunlardan dördünü algılıyabiliyoruz. Eğer bu geri kalan 7 boyutuda günün günün birinde algılayabilirsek, belki bugün düşünemediğimiz bazı şeyleri anlayabilir hale geleceğiz. Eğer şu anda algılayamadığımız 7 boyutu bir gün Teknoloji sayesinde algılar hale gelirsek yaratılışında varoluşunun temelini bulabilir miyiz? Yoksa bu hiçbir zaman bilemeyeceğimiz bir şey olarak mı kalacak,
Zaman yolculuğu bilimsel açıdan Mümkün olabilir mi
Zamanda yolculuk yapılabilir mi, yani geleceğe ya da geçmişe dönülebilir mi?
Sabah dediğimiz şey ışığın evrende yol almasıdır, Işık hızında birisi hareket ederse zaman durur, hiç ilerlemez, ya da Işık hızından çok daha hızlı ise ki bu bilimsel olarak şu anda mümkün değil o zaman, zaman yolculuğu mümkün olabilir, yani Dünyada olan bir şey Evrene doğru ışık hızında yayılır, eğer ışık hızından daha hızlı bir şey olursa, olaydan çok daha sonra, yüzlerce yıl sonra bile olsa çok hızlı bir şekilde evrenin öbür tarafına gidip geri dönebilirse dünyada olan bir şeyin Dünyadan uzakta bir yıldızda yansımasını görebilir. Fakat burada şöyle bir soru ortaya çıkıyor, eğer bu mümkünse yani zamana yolculuk mümkünse, o zaman birisi geleceğe gidip sonra geri dönüp, kendi doğumundan öncesinde, anne babasını öldürürse bu kişi hiç doğmamış olacak, yani bu mantıkla bakılırsa zaman yolculuğunun mümkün olmaması lazım, bunların çözümü için Einstein'ın relativ teorisi ve Kuantum mekaniği, uzay zaman Sarmalı kullanılıyor, acaba insanlığın ortaya çıkışından bu yana çok büyük ilerlemeler olmasına rağmen hala biz gelecek bin yıllara, belki hatta milyon yıllara göre, çok çok gerilerdeyiz ve bunları anlayacak düzeyde veya bu boyutları anlayacak kapasitede bilgi birikimine sahip değiliz, acaba gelecekte insanlık böyle bir yere ulaşabilecek mi? Acaba bizim torunlarımızın torunlarının torunlarının binlerce defa ilerisindeki insanoğlu bu geri kalan 7 boyutu görüp anlayıp ve buradan yaratılışın sırrını çözebilecek mi??
#evren, #felsefe, #din, #bilim
How the universe came into existence
Human being thought system always takes a beginning, a place and continues on it, it cannot imagine something without a beginning. According to human logic, there must be a beginning, and nothing can come into existence from nothing and can't be destroyed while it exists, only objects and energy can transform into each other, but it can't be completely destroyed or come into existence out of nothing. Positive sciences are completely based on this system, that is, science that cannot solve the issue of a certain beginning and the change after it, coming into being from nothing or how the universe started, left a big gap here. Here, this incomprehensible and indefinable place is filled by religions and beliefs, religions come with a restriction first, you are a small creature, there is something that your brain will not take, you accept it, the rest is what God will know anyway. He will tell you what to do in some ways, with holy books and prophets, so religion, philosophy, science and even mythology have all found a living space for themselves side by side. In the meantime, science has developed gradually and has clarified many issues related to religion and philosophy. For example, while things such as eclipses of the sun, rain and earthquakes are believed to be from the unseen, from God, they can be predicted with scientific methods, and even certain dates such as solar eclipses, rains, storms can be determined in advance, and this causes science to enlarge its field against religion. results in. For example, when we were saying, "What should we do, God doesn't give us a baby, when there was no baby, now it will be possible to make a human being starting from just one cell or some organic matter in the future." This means that science will gradually expand its borders and enter the field of religion. In order for religion to disappear completely, science must be able to answer all the problems completely, which seems impossible for now. So how did the Universe come into existence? If something does not exist out of nothing, if there is a Universe on which we live, how could this exist, there are 4 dimensions that we can understand. These are aspect, height and time, that is, we can determine when a celestial body will be in these 4 dimensions, its location or speed. However, we need to perceive much more dimensions in order to understand the reasons such as the timeless, existence at the moment when time did not begin. According to the famous British physicist Stephane Hawking, there are 11 dimensions in the universe, and we can only perceive four of them. If we can perceive these remaining 7 dimensions one day, maybe we will be able to understand some things that we cannot think today. If one day we can perceive the 7 dimensions that we cannot perceive at the moment, thanks to Technology, can we find the basis of its existence in its creation? Or will it remain something we will never know,
Is time travel scientifically possible?
Is it possible to time travel, that is, to the future or the past?
What we call the morning is that light travels in the universe. If someone moves at the speed of light, time stops, does not advance at all, or if it is much faster than the speed of light, which is not scientifically possible at the moment, then time travel may be possible, that is, something that happens on Earth goes towards the Universe. it propagates at the speed of light, if something faster than the speed of light happens, if it can go to the other side of the universe and come back very quickly, even hundreds of years after the event, it can see something happening on Earth reflected in a star far away from Earth. But here a question arises, if this is possible, that is, if time travel is possible, then if someone goes to the future and then comes back and kills his parents before his birth, that person will never have been born, so according to this logic, time travel should not be possible. Einstein's theory of relativity and Quantum mechanics, the Space-time Spiral are used for Einstein's theory of relativity. We do not have the knowledge, I wonder if humanity will reach such a place in the future? I wonder if mankind, thousands of times ahead of the grandchildren of our grandchildren, will be able to see and understand these remaining 7 dimensions and solve the secret of creation from here?
#universium, #science, #philosophy, #reliogon
0 notes
Text
Bediüzzaman Kızılelma'yı soldan bekler miydi?
"Dünyada en büyük ahmak odur ki dinsiz serserilerden terakkiyi ve saadet-i hayatiyeyi beklesin." Şualar'dan.
Teknofest'e gittim boynum tutuldu. 'Yukarıya çok bakmaktan olmuştur' diyor ablam. İnsan ağrısına bile seviniyor. Kırılacaksa da yukarıya bakmaktan kırılsın boynumuz. Ayak ucumuzu arandığımız zamanlar yeter. Gavurların önünde baş eğmekten yorulduk. 'Gavur' deyip geçmeyin arkadaşlar. O da türlü türlüdür. 'Gavurun gavuru' başka olur. 'Müslümanın gavuru' daha başka olur. Bediüzzaman Hazretleri bu duruma şöyle işaret eder:
"(...) Ecnebî dinsizleri gibi de olamaz. Çünkü, onlar Peygamberi inkâr etseler, diğerlerini tanıyabilirler. Peygamberleri bilmeseler de Allah'ı tanıyabilirler. Allah'ı bilmeseler de kemâlâta medar olacak bazı güzel hasletler bulunabilir. Fakat bir Müslüman, hem enbiyayı, hem Rabbini, hem bütün kemâlâtı Muhammed-i Arabî aleyhissalâtü vesselâm vasıtasıyla biliyor. Onun terbiyesini bırakan ve zincirinden çıkan daha hiçbir peygamberi tanımaz ve Allah'ı da tanımaz ve ruhunda kemâlâtı muhafaza edecek hiçbir esasatı bilemez. Çünkü, peygamberlerin en âhiri ve en büyükleri ve dini ve daveti umum nev-i beşere baktığı için ve mucizatça ve dince umuma faik ve bütün nev-i beşere bütün hakaikte üstadlık edip on dört asırda parlak bir surette ispat eden ve nev-i beşerin medar-ı iftiharı bir zatın terbiye-i esasiyelerini ve usul-ü dinini terk eden, elbette hiçbir cihette bir nur, bir kemâl bulamaz. Sukût-u mutlaka mahkûmdur."
Türkiye yakın tarihinde her ne çekmişse, işte, bu önemli fark farkedilmediği için çekmiştir. Abartmıyorum. Açayım: Batı'da kiliseye karşı girişilen aydınlanma hareketi görece bir 'dünya mutluluğu' sağlamıştır. Neden? Çünkü, onlar, muharref dinlerine karşı mücadele ederken, yukarıda belirtildiği gibi, 'kemalata medar olacak bazı güzel hasletler'ini koruyabilmişlerdir. (Hatta arttırmışlardır.) Eh, öyle, karşılarındaki din sonuçta 'muharref'tir. Yani bozuktur. Tahrif edilmiştir. Ona karşı mücadele etmek 'her güzel şeye düşman olmak' anlamına gelmez. Bozuğa husumet insanı bazı bazı doğruya da götürebilir. 'Çalışkanlıkları' buna bir misal olarak sevkedebilir mesela. Evet. Batı'nın sekülerleri/solcuları gerçekten çalışkandır. "Hepsi öyledir!" demiyorum. Ancak bu konuda kesinlikle bizimkilerden çok, çok, çok... ileridirler. Zaten sahadaki durum bunun apaçık göstergesidir. Üstelik sosyolojilerinde giderek revaç bulmaları da yine bir ölçüde dünyevî alandaki muvaffakiyetleriyle olmuştur.
Fakat Daru'l-İslam'a dönüldüğünde kazın ayağı değişir arkadaşlar. Bizimkiler ahiret işini bilmedikleri gibi dünya işinden de anlamazlar. Tek üretimleri sefahettir. Hünerleri tembelliktir. Sermayeleri israftır. Propagandaları hevesattır. Tutundukları yalandır. Hasım aldıkları 'her kemali kendinde barındıran' din-i Muhammedî aleyhissalatuvesselam olduğu için, ondan uzaklaştıkları ölçüde, her türden muvaffakiyetten de uzaklaşırlar. Dünyevî başarı bile ellerine geçmez. Onda da gerinin gerisine düşerler. Bu sözüme delil isteyen Türkiye'nin son yirmi yılına iyice bakabilir. (Sonra canı isterse geri kalanını da şöyle bir tarayabilir.) Kimdir yönetime geldiğinde memlekete çağ atlatan? Kimdir bugün İHA'ları-SİHA'ları, TOGG'ları, devasa gemileri üretebilen? Kimdir memleketi yollarla/köprülerle donatan? Kimdir 'Kaldırılamaz!' denilen her taşın altına elini koyan? Kimdir? Kimdir? Kimdir?
Bu neden böyledir? Çünkü bizim sağımız 'dindar' ve 'dine hürmetkâr' insanlardan oluşurken solumuz tam tersi kadrolarla kurulmuştur. Bidayetinden beri böyledir. Hakiki fayhattımız dindir. Ona olan yaklaşımımızdır. Ve dinimiz hürmetlisini dünyada-ahirette âli eder. Düşmanını da her iki âlemde rezilliğe yollar. Burada şu parantezi de hızlıca açıp kapayalım: İslam'ın ahkâmına hakiki taraftarlık göstermeyen, yine Bediüzzaman'ın ıstılahıyla, 'gayrimüslim mü'minler'i de bir bataklık beklemektedir. Onlar kendilerini sağ içinde de tarif etseler de hakikatte soldurlar. Solun karakteriyle mücehhezdirler. Ve nihayetleri de yine sol olur. Dönüp oraya varırlar. Camiamız içinden çıkıp sonra kendisini sola atan isimleri hayal edin. Hepsindeki arıza budur. (Sonra bir de karşı mahalleden çıkıp akıbette sağa dahil olan kişileri de tahattur edin. Onları buraya sürükleyen de ekseriyetle dine karşı hürmetleridir.)
"Eskide bazı dinsizleri gördüm ki ahkâm-ı Kur'âniyeye şiddetli tarafgirlik gösteriyorlardı. Demek o dinsiz bir cihette Hakkın iltizamıyla İslâmiyete mazhardı. 'Dinsiz bir Müslüman' denilirdi. Sonra bazı mü'minleri gördüm ki, ahkâm-ı Kur'âniyeye tarafgirlik göstermiyorlar, iltizam etmiyorlar; 'gayr-ı müslim bir mü'min' tabirine mazhar oluyorlar. (...) İmansız İslâmiyet sebeb-i necat olmadığı gibi İslâmiyetsiz iman da medar-ı necat olamaz."
Sadece ben konuşunca söylediklerim iddia kabilinden kalıyor belki. Haklısınız. O halde İdris Küçükömer'in Anısına kitabından bir alıntıyla bahsi kapatalım. Eski TİP'çilerden Hüseyin Ergün şunları yazıyor orada:
"Türkiye, çok partili düzene, fukara-geri bir ülke olarak girdi. Türk solu ve entelijansiyası, 1950 seçimlerinden kısa bir süre sonra, iktidardaki partiyi gericilik ve sağcılıkla suçlamaya başladı. Ülkedeki sosyo-ekonomik gelişmeleri de adam zengin etme, rüşvet, kayırmacılık, her mahallede bir milyoner kazanma kavramları ile karşıladı, lanetledi. Durum sonraki yıllarda da değişmedi. Keban yapılırken 'Ne yapacaksınız bu kadar elektrik enerjisini? Toprağa mı vereceksiniz?' dendi. Televizyona karşı çıkıldı. Boğaziçi Köprüsü yerine Zap Suyu'na köprü önerildi. Ereğli Demir Çelik'in yapılması yoksulluklar bağlamında ele alındı. Ortak Pazar'a girişe şiddetle direnildi.
Örnekleri çoğaltmak mümkün. Bunlar solun ekonomik gelişme, yani ilerleme karşısındaki tavırları... Özgürlükler bahsine gelince. Türkiye solunun burada da ilkeli bir tutum sergilediği söylenemez. Yassıada duruşmaları karşısındaki tutum, 12 Mart'taki yaklaşımlar vb. pek yüz ağartıcı değil. Ayrıca, sol kendi başına anlamlı bir şekilde iktidar olmadığı için, ne kadar özgürlükçü olduğunu da sınayamadık. Yalnız şu kadarını söyleyebilirim: Solun, en azından bir kesiminin, kesinlikle özgürlükçü olmadığı ve kendisi için hak gördüğünü başkası için pek de hak saymadığını biliyorum.
Eşitlik ve dayanışma, bir başka deyişle, sosyal adalet konusunda da solun kerim devlet anlayışının pek ötesine gittiği söylenemez. Böyle bakınca zaman zaman solun sağa, sağın sola geçtiğini söyleyebiliriz. Burada sağın yeri pek değişmiyor da solun yeri değiştiği için işler karışıyor. Kısacası sol derin bir bunalım içinde. Bu bunalımı aşmak içinse, konumunu tartışması ve ilerleme, özgürlük, eşitlik ve dayanışma bayrağını ele geçirmesi gerekiyor. Bu da bu tür sözleri yineleyerek olmaz."
Arkadaşlar, Hüseyin Ergün'ün bu yazısı, yıllar önce değil dün yazılmış gibidir. Birkaç ilaveyle tastamam bugüne uygulanabilir-uyarlanabilir. Sol son yirmi yılda da aynı körkütüklükle ayağımıza taş koymaya devam etti. Şimdi 14 Mayıs'ta ne cevap vereceğimizi merak ediyorlar? Ben de merak ediyorum: Acaba seyyid oldu diye kemali soldan bekleyecek miyiz?
1 note
·
View note
Note
Herhangi bir inancım yok ve yakın çevremden hissettiğim tek şey her türlü ahlaksızlığa açık olduğum. Neden inançsızlara karşı böyle bir bakış açısı var şahsen beni çok üzüyor.
Bir inanç sistemi bir ahlak sistemine inançtır bir noktada, en nihayetinde teolojik bir metin ahlaki bir yapı ve talepler de sunar insana. Kant'da buradan hareket ile kişinin iyi ile kötü arasında bir ayrım yapmasını akla bağlasa da iyiye mutlak bir bağlılık duyması için tanrı fikrinin şart olduğunu söyler. Bu görüş anlaşılabilirdir ancak yine de onu doğru yapmaz. Mesela hukuk sitemindeki kuralları uygulamak için herhangi bir dine ihtiyacın yoktur yine de bu kuralları temel bir ilke olarak benimseyip bir kişi "iyi"ye göre yaşamaya gayret edebilir yine de. Ve aynı şekilde kişi bir tanrı inancına ve onun sunduğu ahlak dizgesine bağlı olabilir ancak yapmak istediklerinden onu alıkoyan tek şey azap çekme korkusu ise bu kişiyi tam olarak iyi ya da ahlaklı biri değil daha çok korkak biri olarak görürüz. Yani neyin iyi olduğuna dair içten bir bağlılık ve görüş gerçekten esas olsa da bu temeli tesis edenin sadece din olduğunu söylemek doğru değildir bence. Ama ahlaki hayatını böyle yaşayan biri için kendisine böyle geliyor olması da o bakış açısına çok da aykırı değildir. Çünkü en nihayetinde dinsel ahlakın dışında da iyi olabileceğine inanırsa bir kişi, o zaman birçok dinin içinde olan tanrısal yargı dinamiği ve ödül ceza sistemi belirli zorluklara girecektir. En nihayetinde inanan nezdinde tanrıya inanmamak başlı başına bir ahlaksızlık, kendi ahlak dizgesinin dışında konumlanma değil midir? Ve bir ahlak sistemine bağlı hisseden her kişi ahlaklı mıdır, o sistemin kendisinin yekten ahlaksız olarak yorumlanabileceği ahlak sistemleri olamaz mı?
4 notes
·
View notes
Photo
A681 ... FACEBOOK'TAN YORUM ... 64 ... . . K. C. Allah size sabırlar versin. Televizyon ve medya araçlar bilincinizde oldukça yol almışlar, oradan çıkış zor. . Gerçekler aslında benim hoşuma giden, bu yüzden asla kaçmak istemem gerçeklerden. Ve bu yüzden dinlerin ötesinde ne var diye sorarım kendime. Hangi yasalar yönetir insanın bütün yaşamını, A'dan Z'ye. Din içerisinde ne kadar siyaset vardır diye sorarım kendime, Siyaset içerisinde ne kadar yalan, Sosyal yaşam basamaklara mı bölünmüş, eşitlikçi bir yaklaşım mı hakim olan, Eğitim bunların neresinde, Irk ve kan bağları bunların arasında ne kadar baskın, baskınlığı olumlu mu, yoksa kitle olarak örgütlenmiş bir olumsuzluk mu barındırır kendi içinde, Dinler birbirine bağlı mı, birbirinden bağımsız mı, ve bu kadar çok insanın neden inanma gereği duyduğunu da tüm açıklığı, sadeliği ile anlamak isterim, İnançsız olanların kullandıkları inançsızlık argümanları neye dayanıyor, dayandıkları karşı çıktıkları tutumlar, yada tutumların uygulama alanına kavuştuğu dine mi yoksa kendi başına var olabilen tutarlılığı olan bir yönelim midir sorusunu yine gerçeklere ulaşmak için sorarım, Putperestliğin başkan-putçuluk ile bağını da sorgu masasına yatırırım, bir başkana tapan bir milletin ise inançta SAMİMİYETİNİ de sorgulayıp gerçeklere ulaşmaya çalışırım, Geçmişte oluşan hadiselerin iç yüzünü anlamak için de durup düşünürüm, acaba burada bir oyun var mıdır, acaba savaşan bu grupların asıl savaş sebepleri nelerdir, tarihe yansıması nedir, geçmişte kalan savaş dayanakları nelerdir, savaşan insanlık mı, yoksa insanlıktan düşmüş düşkünler mi, Bütün bunlar yanında inancın bilimsel dayanaklarınıda sorarım kendi kendime, hatta araştırmasını yapmaya çalışır, evrim ile de bağını çözmek için uğraş veririm, . Bu yüzden gerçekler hoşuma gitmez şeklindeki ithamınızı kabul etmiyorum. Bilimin de hurafeleri olduğunu da, birinci ve ikinci dünya savaşlarının dine aşkın olduğunu söyleyen toplumların yaptığını da ek not olarak belirterek bitiriyorum. . Hoşçakalın, . . HaNAR . . #thehanardevelopment #personalconstutionaltrials #hanargelisim #HaNARgelisim #hanargelisimtakvimi #theroad #birey #kişiselanayasadenemeleri #dive #kişiselanayas https://www.instagram.com/p/Craf57CAuCG/?igshid=NGJjMDIxMWI=
#thehanardevelopment#personalconstutionaltrials#hanargelisim#hanargelisimtakvimi#theroad#birey#kişiselanayasadenemeleri#dive#kişiselanayas
0 notes