#Despotizm
Explore tagged Tumblr posts
Text
İzzet-i nefis sahibi birine denir ki: "Bunca gayretin, bunca çabanın sana kendini sefalete duçar etmekten başka ne faydası oldu?"
O'da cevap verdi: "Zalimlerin uykusunu kaçırmak için katlanılan sefalet ne hoştur."
Abdurrahman El Kevakibi, Despotizmin Doğası, s:18
Herkes büyülenmişken, herkes sinmişken, zalimin ve yanındaki parazitlerin canını sıkacak zalime doğru fırlatılan bir taştan al��nan keyf ne hoştur, demeye çalışıyor sanırım.
Zeyl: Kevakibi'ye 2. İbn- Haldun diyorlarmış.
Böylesine ciddi bir alimin bizim topraklarda hiç bilinmemesi "değersizleri YÜCELTEN, değerlileri GİZLEYEN" sömürgecilik düzeneğinin ağına/sansürüne takılmasından sanırım.
Ahmet Hakan Çakıcı
0 notes
Text
Birbirinin Aynı, Birbirinden Beter
Birbirinin aynısı, birbirinden beter günlerden yol alıyoruz. İnsanlığın ol modern zamanları diye vurguladığı dönemecin ortasında, var ettiği ya da yeniden imal ettikleriyle hep aynı, hep benzeş, hep ağır olanın suyunda yol arıyoruz. Önümüz ardımız sağımız solumuz zifiri kapkaranlık. Gündelik yaşam pratiklerinin toptan çürümeye tabi kılındığı yerde bütünüyle yaşam mefhumunu altüst eden bir devinim sağlama alınıyor. Birbirinden farkı olmayan, bir biçimde barındırmayan bir ülke tahayyülünün her günü benzersiz bir tür karanlığın ta kendisine çıkartılır. Çatırdayan, hakkaniyetini yitiren, dönüştükçe mahvın eşiğine taşınan bir menzil hakikattir. Mekanizma sürekli sabit bildirilirken cerahatle ister bir gün, isterse her gün muktedir sayesinde bambaşka dönüşümleri dikte eden bir devletli eylemselliği var edilir. Her şey cürmün kılınır. Yeni ülke, yeni yüzyıl, yeni yepyeni dönem bahisleri ve saire dillendirilirken bir tekerrür sağlama alınır. Baş efendi, baş faşist ve bütün koalisyon ortağı bileşen, yerli ve milli olarak anılanların sunduklarıyla benzersiz olanın çürüten ve yıkıcı sureti günbegün var edilir. Her günün birbirinin aynısı görünürken suç her gün ayrı, apayrıdır.
Her güne içkin kılınmış tahakküm nesnelliği ile bu dönüşüm var edilir. Ortalamanın artık çok gerisinde bir yaşam pratiğinin ortasına demirleyen ülke misal gerçektir. Ülkedeki tüm kamusal birikimin / milli hasılanın yüzde kırka yakınını elinde tutan yüzde bir ile toplumu dönüştürme yetkisini kendisine verdiğini söyleyen akp ve bilumum koalisyonun yüzdesel oranı ile memleketin her günü bambaşka yıkımlara tahvil ettirilir. Gündelik rızkın çoktan ama çok uzun zamandır sadece dürtüsel bir yaşamda kalma idesine kafi geldiği menzilin meselesidir az biraz anlattığımız. Haftanın minimum 6 günü, günde de en az 10 saat kadar çalışmanın karşılığında ele geçenle, elden çıkanın arasındaki uçurum zaten birbirinin aynı günler içerisinde asıl her ne yaşıyoruz bunu göstere gelir. Gündelik yaşam pratiklerinden üç öğün yemek yiyebilme ihtimalinin azalmasına, dışarıdan bir şeyler seyredilme, okuma ya da görme ihtimalinin sıfırlanmaya meyil ettirilmesine sürekli var edilen bir fasit döngü tarafımıza bildirilir.
Ne yana dönerseniz dönün, ekranlarda bildirilmesine inatla çabalanan ol dehşet dolu ülkenin hallerinden birkaç adım uzakta olmak dışında her şeye eyvallahın çekilmesi zaruri kılınır. Hayatta olmanın kıstasları değiş tokuş edilirken, tümüyle nobran, karanlık, çürüten bir menzilin imali güncellenir. Ekonomik çökertme halinin yanında tüm o sosyal politik pratiklerin de yapayalnız aynı şeyler zikredilirken doğrudan cürmün ta kendisine çıkartıldığı yerin meselesidir halihazırda var edilen. Umudun zehir edildiği bir sahnede yaşam rutininin altüst edilmesinin yanında alt yazısız orijinal bir tahakküm hali sürekli var edilendir. Yeni yüzyılının başlangıcında duraksamadan türetilen her eylemde, her kararda, hemen her tavırla birlikte o dönüşüm, nihai anlamda müştereklerimizin tam anlamıyla sonlandırılması için eyleyen muktediri ifşa eder. Muktedirin yeni ülkesinin bir masal değil korkunç bir dehlize dönüşümü süreğendir, mesel buradadır.
Artı Gerçek’ten aktaralım: “CHP Diyarbakır Milletvekili Sezgin Tanrıkulu, Haziran 2023 hak ihlalleri raporunu açıkladı. Rapora göre, haziran ayında 190 kişinin yaşam hakkı ihlal edildi.
Raporun öne çıkan bulguları şöyle:
* Yaşam hakkı ihlallerinde ilk sırada 159 ölümle iş cinayetleri yer alırken, iş cinayetlerini 25 ölümle kadın cinayetleri izledi.
Üç Kişi ‘Resmi Hata ve İhmal’ Yüzünden Öldü
* Üç kişi “resmi hata ve ihmal” sonucu, iki kişi cezaevi koşulları, bir kişi güvenlik güçlerinin neden olduğu olayda öldü.
'İşkence Olaylarının 32’si Cezaevinde'
* Haziran ayında 357 kişi işkenceye maruz kaldı. Bu işkence olaylarının 32’si cezaevinde oldu. İşkence görenlerden beşi çocuktu.
Altı Gazeteciye Soruşturma Açıldı
* Haziran ayında altı gazeteciye soruşturma açıldı, bir gazeteci tutuklandı, dört gazeteci gözaltına alındı, yaptığı haberlerden dolayı hakkında dava açılan dört gazeteci de bu davada mahkum oldu. Ayrıca dört gazeteci saldırıya uğradı. 521 habere erişim engeli kararı verildi.
* Toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkını kullananlar da hak ihlaline uğradı. Eylem ve etkinliklerde 399 kişi gözaltına alındı ve 12’si tutuklandı. 15 eylem ve etkinlik yasaklandı. 23 eylem ve etkinliğe kolluk müdahalesi oldu.
'Cumartesi Anneleri’ne İki Ayrı Anayasa Mahkemesi Kararına Rağmen İzin Verilmiyor'
Tanrıkulu raporunda müdahale edilen eylem ve etkinliklerde Cumartesi Anneleri’nin durumuna dikkat çekerek, “Anayasa Mahkemesi’nin iki ayrı kararı olmasına rağmen maalesef Galatasaray Meydanı’nda toplanamıyorlar ve her hafta bu sivil itaatsizlik eylemi nedeniyle gözaltına alınıyorlar. Kısacası Türkiye’nin her yerinde, 81 ilinde, her tarafta, cinsiyet, yaş, inanç farkı gözetmeksizin, ağır insan hakları ihlalleri haziran ayında da devam etti. Bu ihlallerle mücadele etmeye, dayanışma göstermeye ve teşhir etmeye devam edeceğiz” diye konuştu.”
Günler birbirinin aynısı gibi görünürken sonuçların her dem daha fenasına seyrüseferine devam olunduğu artık afakidir. Sezgin Tanrıkulu vekilin suna geldiği veriler dahi aslında nasıl bir düzlemin bina olunduğunu da bildirir. Hak sizlere ömürdür, adalet çoktan laf ya da daha açık bir biçimde yağmalanmıştır. Duraksamadan özgürlüklerden bahisler açarken o muktedir, cerahatini dört bir yanda bina edendir. Gözaltılar, tutsaklıklar, aralıksız hemen hiç bitimsiz soruşturma / kovuşturma ve tehdit mekanizmalarıyla bir ülkenin afaki dönüşümü güncellenir. Toptan bir zihni çürümenin, toplumu var eden katmanları, kimlikleri bir diğerine hedef kılma ya da seçme hallerinin taşıdığı eşik her gün daha beteri ile çıkagelir. Bir ülkenin kurucu unsurlarından bugünkü yönetim katındaki temsillerine hala ve hala Türk’ün kılınamadığı yanılsaması sonrasında nerede bir hak arama mücadelesi nerede bir hakkını talep eden olursa otomatik olarak bir tehdit mekanizması devreye konuluyor. Bunca hak ihlalinin bariz / belirgin açıktan var edilebildiği bir yerde her gün apayrıdır, her gün aynı kapkaranlık, farkında mıyız?
Mezopotamya Ajansından aktaralım: “Polis, HDP ve Yeşil Sol Parti’nin ortak kullandığı binaya saldırı girişimine dair açıklama yapmak isteyen partilileri “güvenlik” gerekçesiyle engelleyip, müdahale etti. Uzun süren direnişin ardından yapılan açıklamada, karanlık güçlere karşı birleşme çağrısı yapıldı.
Adana’nın merkez Seyhan ilçesindeki Cemal Gürsel Caddesi üzerinde bulunan Halkların Demokratik Partisi (HDP) ile Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi (Yeşil Sol Parti) İl Örgütleri’nin ortak kullandığı binanın giriş kapısına kimliği belirsiz bir kadın tarafından 3 pet şişe içerisinde patlayıcı ve yanıcı madde bırakıldı. Sabah saat 10.00 sıralarında kapının önüne gelerek pet şişeleri bırakan kimliği belirsiz kadının fark edilmesiyle polise haber verildi. Olay yerinde inceleme yapan polis ekipleri, pet şişe içerisindeki sıvının yanıcı ve patlayıcı olduğunu tespit etti. Olay yerinde polisin incelemeleri sürerken, partililer ise kadını arama çalışmaları başlattı. Saldırı girişiminde bulunan kadın, yanında bulunan başka bir kadınla birlikte Abidinpaşa Caddesi'nde bir otobüs durağında partililer tarafından yakalanıp, polislere teslim edildi. Polislerce gözaltına alınan 2 kadının sorgusu devam ediyor.
Saldırı ile ilgili 17.30'da HDP İl binasına 200 metre uzaktaki İnönü Parkında basın açıklaması yapmak isteyen HDP ve Yeşil Sol Parti üyelerinin parti binasından çıkmasına polis izin vermedi. Emniyet engellemenin gerekçesi olarak yürütülen soruşturmayı ve güvenlik gerekçesini ileri sürdü.
Yeşil Sol Parti Adana Milletvekili Tülay Hatimoğulları, engelin güvenlikle ilgisi olmadığını belirterek, "Bu barikatları bize karşı değil, saldırganlara karşı kuracaktınız" sözleriyle uygulamaya tepki gösterdi. Parti binası çevresinde toplanan yurttaşlar da engellemeye tepki göstererek, "Direne direne kazanacağız" sloganları attı. Polisin kalkanlı müdahalesine uğrayan kitle, polislerce çembere alındı.
'Ellerinizi Çekin'
Partililerin uzun süren direnişi sonucu verdi, basın açıklaması için parti binasının karşısında yurttaşların toplandığı yerde açıklama yapıldı. Polisin tutumuna tepki gösteren HDP Adana İl Eşbaşkanı Mehmet Karakış, zanlının partinin 33 metre kadar uzağında Seyhan İlçe Binası önünde kendi parti yöneticileri tarafından yakalandığını belirterek, "Bugün böyle bir mağduriyet yaşamışken ikinci mağduriyet emniyet güçleri tarafından yaşatılıyor. Bir mağduriyeti dile getiremeyeceksek, biz bunu dile getirirken güvenlik önlemini alamıyorsanız ne işe yarıyorsunuz? HDP canı sıkılanın tabelasını indirdiği, bayraklarını yaktığı, molotof attığı yol geçen hanı değildir. Bu iktidarın HDP ve HDP seçmenine dönük zehirli söyleminden bağımsız değildir. O kirli dilinizi bizim üzerimizden çekin” dedi.
'3 Kişinin Birlikte Hareket Ettiğini Düşünüyoruz'
Yeşil Sol Parti Adana Milletvekili Tülay Hatimoğulları, zanlının akşam saatlerinde bir etkinliğin gerçekleşeceği HDP Seyhan İlçe binasının bulunduğu caddede yakalandığını aktardı. Parti üyeleri kadını polise teslim etmek üzere beklerken onu tanıyan iki kişinin de orada bulunduğunu, bu iki kişiden kadın olanın kendi girişimleri ile göz altına alındığını, erkeğin ise yakalanmadığını belirten Hatimoğulları, kadının yanıcı maddeleri bırakırken sürekli telefonla görüştüğünü ve partililer tarafından yakalandığı esnada “Anne” diye seslendiği biri ile görüştüğünü ifade etti. Hatimoğulları, üç kişinin birlikte hareket ediyor olması nedeni ile yapılan saldırı girişiminin kendilerinde örgütlü bir şekilde yapıldığı şüphesini uyandırdığını dile getirdi. Soruşturma ile ilgili kendilerine açıklanmış bir bilgi olmadığını paylaşan Hatimoğulları, “Gözaltında olan iki kadın ve bunu arkasında bulunan, bu işi organize eden karanlık güçler açığa çıkana kadar bunun takipçisi olacağız Yüreğir İlçe Binası’na yapılan saldırıda ceza alan saldırganların ellerini kolarını sallayarak gezdiğini ifade eden Hatimoğulları, 2015’teki bombalı saldırıyı gerçekleştirenler yargılanmadı. Onlar yakalansalardı bugün bu tablo ortaya çıkmazdı. O dönemde onları yargılamayan anlayış Türkiye’deki demokrasi güçlerini ve Kürt halkının özgürlük mücadelesini hedef aldıkları için ardı arkası kesilmeyen provokasyonlara maruz kalıyoruz” ifadelerini kullandı.
'Kadın ‘Beni Devlet Gönderdi’ Dedi'
Adana Valiliği'nin, şahsın akli dengesinin yerinde olmadığını iddia ettiğini belirten Hatimoğulları, “Yarın ‘bu bir meczuptu, akli melekeleri yerinde değildir’ demesinler. Akli melekelerinin yerinde olduğuna, ‘seni kim gönderdi?’ diye sorduğumuzda ‘beni devlet gönderdi’ dediğine bizzat şahit olduk. Sakın ola bu işi geçmiş dönemde olduğu gibi üstünü örtmeye kalkmayın. Bu olayı da meczup, ön kapıdan girdirip arka kapıdan çıkarmaya çalışırsanız bu işten Adana Valisi ve hükümet bu işin altında kalır. Aydınlığa kavuşmazsa bizi yakmaya çalışanlar bunlar demektir. Bu karanlık güçlere karşı daha fazla birleşelim” dedi.”
Birbirinin aynısı, birbirinden beter günlerden geçiyoruz. Ne yol ne izan, ne akıl, ne söz tek başına kafi geliyor. Seçim gümbürtüsü içerisinde yok pazarlık partisi, yok iktidarın stepnesi, yok dağdaki kadronun ovadaki yüzleri, yok öyle var böyle diye diye hedef haline dönüştürülen bir siyasi partinin onca zaman sonra yeniden bir kere daha sınanması hali düşündürücü değil midir? İsmen bilindik bir mekana yönelik handiyse milimi milimine hesap kitap yapabilen, kendini oraya konumlandırıp “terörist” sandıklarından bir yerde intikam alma çabasına düşen zatın var ettiği şey engellenmemiş olsaydı bugün her neyi konuşuyor olurdu şu ülke, ondan geriye kalan yer. Abartmayın diye üstenci bir dille, var edilen kötülük sarmalına susulması var edilirken, olası bir tersi iktidar kanadından ya da onu geçtik siyasetin Türk’e ait olan bir yapısına saldırı ya da teşebbüs var edilmiş olsa yine böyle bir vurgu mu var edilecektir nedir yani? Dahası Valilik psikolojik yeterlilik ya da akli melaike konusunda bir uzman konumunda mıdır, sorular sorular? Bir asırdır süre giden ezber edilmiş nefret şablonu bir kere daha insanların canlarını salt öteki bilindikleri için yakma gayreti yeniden tezgahta işlenirken, biçimlendirilirken sahiden cürmü kim her nasıl fark edecektir? Kim, hangi makamlar var edilmiş olan saldırı cüretine dair açıklama verecek, hesabını sunacaktır, her nasıl, düşünüyor musunuz? Kolluk her işi gücü bitti bir de ötekisinin avlanmasına mı önayak olmaktadır. Ne oldu demokratik ülkenin gereklerine soruyor musunuz?
Kendini tekrar ediyor her şey. Her anlamda bir çürümenin bağrında yol, yön aranıyor ve illa ki katran karanlığına saplanıyor bir ülke. Bir kere daha son kez değil tekrarlarla daim aynı, hep benzeş olan yaşatılıyor gibi görünürken cürmün ezber edilemeyenleri yeniden imal ediliyor. Bir tevatür değil doğrudan yaşam idesinin yerle bir edilmesine çabalanıyor. Her şey ulu orta var edilirken yenilendiği söylenen zeminin tam da tersine eskisinin aynısı olduğu gözlerden kaçırılıyor. Ne ümit bırakılıyor geriye ne mücadele etme dürtüsü. Varsa sabah akşam zikredilen teslimiyet, varsa yoksa sıra neferliği, birkaç istisnai durum dışında her şeyin güllük gülistanlık olduğuna kanma. Her şeyiyle bir cumhuriyet deneyim olmaktan çıkarak bir çürüten menzil kapasitesine ulaşıyor. Doğruların yeri artık yanlışlara terk edilmiş durumda. Eğrelti, yarım, eksik gedik düzenlemelerin ortasında hayatın un ufak edilmesine devam olunmakta. Her anlamda, her gün yeniden, yenilenmiş bir çürüme halinin ortasında bir ufuk kalmış mıdır? Daha başa getirilecek fecaat, facia, yıkım, eksiltme ve nicesi? Halimizin perişanlık sureti bir şeyleri izah etmeye kafi gelirken, aleni bir yıkımın, yıldırı ve cerahat sarmalının ortasında birbirinin aynısı, birbirinden beter olana demirlemiş bir ülke hepimizi kuşatıyor. Bu muydu yüzüncü yıl hülyası, utkusu, sözü... Böyle mi?
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2023
Görsel: Chris MCGRATH – Getty Images v/ Politico
#meram#arzihal#durum tahayyülü#karanlık#karanlık çağ#güncel#türkiye gerçeği#başka türkiye vardır#demokrasi101#insan hakları#adalet#eşitlik#gazetecilik suç değildir#mahpus#tutsaklar#despotizm#yeni ülke#adana#hdp#ysp#saldırı#tehdit#devlet102#kolluk şiddeti#abartmayın#politik#tezahür#gerçeklik#yara#mesel
0 notes
Text
Bülent Diken – Yeni Despotizm (2024)
Bülent Diken, ‘Yeni Despotizm: Eski Bir Canavarın Yeniden Canlandırılması’ adlı eserinde, günümüz dünyasında yükselen otoriter eğilimleri ve bu eğilimlerin tarihsel köklerini derinlemesine inceliyor. Diken, bu kitabında modern demokrasilerin karşı karşıya kaldığı en büyük tehditlerden biri olarak gördüğü yeni despotizmi, farklı coğrafyalarda ve farklı siyasi sistemlerde ortaya çıkan ortak…
View On WordPress
#2024#Ayşecan Ay#Bülent Diken#Eski Bir Canavarın Yeniden Canlandırılması#Metis Yayınları#Yeni Despotizm
0 notes
Text
John Keane, Sidney Üniversitesi’nde ders veren bir siyaset bilimci.
2020’de yayımlanan kitabının adı bu: Yeni Despotizm.
Türkçesi İletişim Yayınları’ndan 2021’de yayımlanmış, 2021.
Araştırmacı yazar dünyanın çeşitli yörelerindeki “Yeni Despotlar”ı inceliyor ve ortak noktalara varıyor:
“Bu ‘Yeni Despotizm’ zorbalığa dayanmıyor” diyor yazar,
“Kitleleri ayartma, şaşırtma ve ikna yoluyla kendi iktidarını sürdürüyor.”
Bunları yapabilmek için de bütün “Yeni Despotların” ortak olduğu önkoşullar yaratılıyor:
- Hukuk iktidara bağımlı kılınıyor
- Medyanın özerkliği ortadan kaldırılıyor
- İfade özgürlüğü engelleniyor
- Alternatif bilgiye ulaşma zorlaştırılıyor
- Eğitim kontrol altına alınıyor
Bütün bunlar yapılınca, özgür toplumun akış yolları iktidarın kontrolü altına alınınca, işte o zaman;
“Yapılan seçimler iktidarın kabul edilmesi yönünde sonlanıyor.”
Bu despotik iktidarlar seçimlerden hiç korkmuyor çünkü önceden kazanmanın bütün koşulları sağlanmış oluyor.
Toplumun olan bitenden çok haberli olmayan kesimi iktidarı onaylıyor.
Olan biteni kavrayan, iktidarı değiştirmek isteyen kesim ise seçimlerde gücünün yetmediğini görüyor.
Böylece, demokratik görünüm altında “yeni despotizm” iktidarını uzun sürelerde işbaşında tutuyor.
Tam “İşte bizde olan da bu” diyordum ki kitapta Recep Tayyip Erdoğan’ın adının da yer aldığını gördüm.
Macaristan’dan Victor Orban da var.
Başka ülkelerden örnekler de var.
Toplumun üç kesimi
“Yeni despotizm” toplumlarda üç kesim yaratıyor:
Yeşil kesim: İktidara yakın, ondan beslenen, onu destekleyen kesim.
Bizde de bu kesim, iktidarın nimetlerinden beslenen, ihale alan, yetki kazanan, zengin olan kesim. Halkın yoksul kesimi de aile yardımları ile engelli ödenekleri ile bir ölçüde yaşamını sürdürmekte, çektiği sıkıntıları iktidara değil, kadere bağlamakta.
Elbette bu kesime, “dış düşmanlar”, “ekonomik saldırı”, “vatan hainleri” gibi temalarla yoğun propaganda yapılmaktadır.
Bu kesim her seçimde iktidarı destekler, ona bağımlıdır, aldığı desteği kaybetmekten korkar.
Sarı kesim: Bu kesim politika ile ilgili değildir. Gündelik işine bakar. İlgi alanı ailesi, yaşadığı yöre, yakın çevresidir.
Kitap okumayan, günlük gazete almayan, kulaktan dolma bilgi ile yetinen, bu kesim bir anlamda toplumun orta sınıfı gibidir.
Oy verirken de duruma göre iktidarı da destekleyebilir, muhalefeti de.
Aslında seçimin sonucunu belirleyen kesim ağırlıkla bu kesimdir.
Kırmızı kesim: Bu kesim toplumun olan biteni bilen, anlayan, izleyen kesimidir. Bu kesim despotizme karşıdır, onun değişmesi için her seçimde karşı oy kullanır.
Bu kesimin de eylemsizi ve eylemlisi vardır.
Eylemsizler, aralarında konuşup yakınmakla yetinirler, her olayı yorumlarlar, karşı çıkarlar ama örgütlü bir eylemleri yoktur.
Eylemliler ise çalışırlar, kimileri yazar, kimileri örgütlü hareketlere katılır.
Yeni despotizmin gücü
Despotik iktidarlar bu toplum kesimlerini iyi bilirler.
Asıl güçlerinin “yeşil kesim” ve “sarı kesim” olduğunu da bilirler.
Yeşil kesimin bağımlılığını artırmak için dikkatle çalışırlar. Korku unsurunu sürekli artırarak bastırırlar.
Kaderci görüşü ve inanç faktörünü hiç sınır tanımaksızın kullanırlar.
Muhalefet partilerine düşmanca davranmaktan hiç çekinmezler.
Kendileri için tehdit oluşturan herkesi ve her şeyi acımadan düşman yerine koyarak hareket ederler.
Aç bırakırlar, işsiz bırakırlar, hapsederler, itibarsızlaştırmaya çalışırlar.
Hiçbir ahlak kaygısı olmadan yalan söylerler, başkalarının malına el koyarlar.
Bütün bunlarda da “ayartma, şaşırtma, ikna etme” yöntemlerini kullanırlar.
Bunları bilerek
İşte, bütün bunları bilerek hareket edeceksiniz.
Mücadeleniz, onlara benzeyerek değil, hiç benzemeyerek yapılacaktır.
Onların yollarından yürüme hevesine kapılmayacaksınız.
Siz kendinize doğru yollar açarak yürüyeceksiniz.
Onlardan birilerini ayartarak güçlenmeye çalışmayacaksınız.
Bu işin ustası onlardır.
Siz kendi insanlarınıza sahip çıkarak yürüyeceksiniz.
Topluma kızmayacaksınız. Onlara önderlik edeceksiniz.
Topluma doğru yolu gösterecek, bundan şaşmayacaksınız.
“Yeni despotizmi” tanıyacak ve onun iktidarına son vereceksiniz.
Yolunuz açık olsun.…
Dr. Erdal Atabek
4 notes
·
View notes
Text
“Demokrasi iki farklı aşırılığa sahiptir; aristokrasiye dönüşen eşitsizlik ruhu ve despotizme dönüşen aşırı eşitlik ruhu.” Montesquieu
0 notes
Link
Saltanat süren despotlar kendilerinden daha korkak insan yığınlardan cesaret alarak saltanatlarını pekiştirirler.
Unutmayın!
Firavuna sorulan şu soru manidardır.
"Tanrılığını nasıl kabul ettirdin."
Cevap ne kadar enteresan değil mi?
"İlk söylediğimde kimse itiraz etmedi."
1 note
·
View note
Photo
✓ Kötülük Bugün Moda
Sürekli aydınlanmayan olaylar üreten bir toplum çürüyor demektir.
Kötülük nerede yuvalanır? Nasıl bir virüse dönüşür?
Çürüme son durak mıdır?
Ya da çürüme mutasyona uğrayarak yeni kötülük (virüs) üretir mi?
Gösteri toplumlarında düne kadar susanlar bir anda ortaya çıkarak sessiz yığınların sesi olma adına yeni bir kötülüğü sessiz sedasız topluma onaylatır.
Kurban/mağdur arasından işaret fişeği gibi fırlar kötülük iyilik kılığında!
Ece Ayhan'ı hatırlamamak ne mümkün; “Kendi kendine çalan bir davul zurna, sesini duyunca kendi kendine güreşmeye başlar.” Şahlar mat olmayı sevmez.
Onca acı, onca kıyım kırım varken dönüp bakmadılar hiçbirine. Yalanın erbabı olmaya her sıraya girdiler.
Despotizme insanlar yozlaşarak alışır.
Çürümeye, çürütmeye kapanır gözler.
Oysa karanlık çöktüğünde herkes kalır karanlığın gölgesinde.
Moda geçici, stil kalıcıdır.
Kötülük bugün moda.
Önder KARAÇAY
#önderkaraçay #kötülük #moda #çürüme #çürütme #karanlık #gölge #virüs #mutasyon #despotizm #yozlaşma #eceayhan https://www.instagram.com/p/CPLDBVngqqY/?utm_medium=tumblr
1 note
·
View note
Text
KURUCU FELSEFENİN ESİN KAYNAKLARI
"Kurucu felsefe"nin esin kaynaklarıZafer Toprak'ın Atatürk: Kurucu Felsefenin Evrimi başlığını taşıyan son kitabının önemine dikkat çekmek istiyorum.
Prof. Dr. Zafer Toprak, kuşku yok ki Türkiye'nin en üretken, en değerli sosyal bilimcilerinden biridir. Türkiye'de Milli İktisat, İttihat ve Terakki ve Cihan Harbi, Türkiye’de Ekonomi ve Toplum, İttihat-Terakki ve Devletçilik (1908-1950), Türkiye'de İşçi Sınıfı (1908 - 1946), Türkiye'de Kadın Özgürlüğü ve Feminizm (1908-1935), Türkiye'de Yeni Hayat, Darwin'den Dersim'e Cumhuriyet ve Antropoloji, Türkiye'de Popülizm (1908-1923) ve yakınlarda yayımlanan Atatürk: Kurucu Felsefenin Evrimi başlıklı kitapları yanısıra kurumların tarihi üzerine araştırmaları ile modernleşme çağında Türkiye'nin iktisadi ve siyasi tarihinin anlaşılmasına büyük bir katkıda bulunmuştur.
Toprak, sadece sosyal bilimci olarak taşıdığı değer nedeniyle değil, insani vasıfları nedeniyle de dostluğundan gurur duyduğum arkadaşlarımdan biridir. 1960'ların ortalarında Mülkiye sıralarında başlayan yarım yüzyılı aşkın dostluğumuz süresince onun akademik yaşamının yakın tanıklarından biri oldum. 1970'lerin sonlarından itibaren Boğaziçi ve sonra Koç üniversitelerinde verdiği dersler dışında kalan zamanının neredeyse tamamını araştırmalar yaparak geçirdiği kişisel kitaplığının giderek büyüyüp sosyal bilimler alanında muhtemelen ülkenin en zengin kitaplığı niteliğini kazanması sürecini gözlerimle izlediğimi söyleyebilirim. Zafer Toprak akademisyen arkadaşlarım arasında hayatını tümüyle araştırmaya adamış olanların başta geleni; bu vasıflarıyla Türkiye'de toplumsal tarihçilik alanının rol modellerinden biridir. Bu yazıda Toprak'ın Atatürk: Kurucu Felsefenin Evrimi (Türkiye İş Bankası, 2020) başlığını taşıyan son kitabının önemine dikkat çekmek istiyorum. Kitabın konusu, 100. yaşına yaklaşan Türkiye Cumhuriyeti devletinin (giderek aşınmakta olan) "kurucu felsefesi"nin ya da resmi ideolojisinin (dilerseniz Kemalizm'in) hangi düşünsel - felsefi kaynaklardan beslendiğinin irdelenmesi. Yazarın kendi sözleriyle: "İki dünya savaşı arası Türkiye'de gözlenen siyasal ve zihinsel dönüşümde Atatürk'ün etkisi büyüktü. Yeni bir toplum inşasında onun entellektüel birikimi yönlendirici oldu. Düşünsel bağlamda bir tür arkeolojik girişim olan bu kitap, Atatürk'ün ve kurucu kadronun çağdaş dünyayı algılayışına, yeni bir toplum inşa tasarımının ve etkinliğinin geri planında yer alan entellektüel birikime, öz bir biçimde ifade etmek gerekirse kurucu felsefeye odaklanıyor." Kitabın özgün yönü de yine yazarın şu sözlerinde ifadesini bulmakta: "Bugüne kadar siyasi ve askeri yönü üzerine sayısız değerli araştırma yapılmış olmasına karşın, Atatürk'ün entellektüel kişiliği üzerinde çok az duruldu." Görüleceği üzere Toprak'ın bu son kitabının önemi, Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşunda rol oynayan siyasi - felsefi görüşler ve kökenlerinin aydınlatılmasına yönelik büyük bir adım oluşundan kaynaklanıyor. Atatürk ve yakın çevresinin dünya görüşünü şekillendiren esin kaynaklarının kapsayıcı bir araştırmasını yapan Toprak, şu hususlara dikkat çekiyor: Atatürk esas olarak Batı düşüncesinin etkisi altında kaldı. Batı düşüncesini de başka herhangi bir dil değil Fransızca üzerinden izledi. Üçüncü Cumhuriyet Fransası'nın pozitivist, bilimci, solidarist, laik dünya görüşünden kuvvetle etkilendi. Milli egemenlik anlayışı Fransız Devrimi'ne dayanıyordu. Laiklik anlayışı Üçüncü Cumhuriyet Fransası'ndaki Radikal Parti'nin politikalarından esinlenmişti. Yine bir Fransız düşünürü olan Montesquieu'yü izleyerek güçler ayrılığını değil, Jean J. Rousseau'dan esinlenerek güçler birliğini; bireysel özgürlükleri değil devlet egemenliği ve iradesini savundu. Kurucu Felsefenin Evrimi, Takrir-i Sükun Kanunu'yla (1926) kurulan otoriter tek parti yönetiminin, dini devlet denetimi altına alan ve inanç özgürlüklerini kısıtlayan katı laiklik uygulamalarının, dil ve kültür birliğini varsayan millet kavramının, sınıf farklılıklarını reddeden, hukuk alanında kadın - erkek eşitliğini öngören toplum anlayışının, kısacası laik Türk milliyetçiliğine dayanan resmi ideolojinin temellerini ayrıntılarıyla ortaya koymakta. Toprak'ın üzerinde durduğu noktaların başlıcaları şunlar: Atatürk, Batı düşüncesindeki gelişmeleri Paris büyükelçiliği aracılığıyla getirttiği kitaplar aracılığıyla yakından izledi. Atatürk'ün Çankaya'da oluşturduğu kitaplık o sıra Türkiyesi'nin sosyal bilimler üzerine en zengin kitaplığıydı. "Fransa'nın en güncel sosyal ve beşeri bilim eserleri 30'lu yılların kültür devriminin yapı taşlarını oluşturacak ve Türkiye'de sosyal ve beşeri bilimlerin inşasında önemli bir rol oynayacaktı." (s. 13) Atatürk'ün özgürlüklere bakışının sınırları vardı. 1931 yılında şöyle yazıyordu: "Ferdi hürriyet karşısında fertlerin hepsinin kurduğu, dayandığı bir devlet, devletin de idaresi, kakimiyeti vardır. Fertlerin hürriyetini korumakla görevli olan insanların diğer taraftan devletin de irade ve hakimiyetinin felçli hale gelmemesine dikkat etmeleri lazımdır." (s.29) İkinci Meşrutiyet'in başarısızlığının nedenlerini güçler ayrılığında, parlamenter rejimde buluyordu. İkinci Meşrutiyet'in çok partili siyasal modelinin Montesquieu'nün güçler ayrımı anlayışıyla düzenlendiğine ve çöküntünün gerisinde bu anlayışın yattığına inanıyordu. (s.30) Toprak, Atatürk'ün fikirlerinden geniş ölçüde esinlendiği Rousseau'nun etkisi hakkında şunları yazıyor: "Rousseau genel iradeyi savunurken bireyi devre dışı bırakmış, onun özgürlüklerine ket vurmuştu. Bu anlayış ise son kertede diktatörlüğe uzanabiliyordu. Güçler birliğinde yargının bağımsız konumunu yitirmesi özgürlükler açısından olumsuz bir gelişmeydi. Türkiye'de de Takrir-i Sükun'la yaşananlara eleştirel bakmak bu bağlamda yanıltıcı olmayacaktı. Keza 1931'dei Türk Ocaklarının, 1935 sonrası Mason localarının, Kadınlar Birliği'nin kapatılması, spor örgütleri, esnaf örgütleri ve benzerlerinin organik olarak Tek Parti çatısı altına alınması Cumhuriyet'in Rousseau'dan esinlenen genel irade anlayışının sonucuydu. Kimi yazar bu gelişmeleri 'diktatoryal' olarak değerlendirecekti." (s. 113) Atatürk'ün başında olduğu Tek Parti'nin fikriyatında solidarist düşüncenin liberalizme karşı takındığı tutum önemli rol oynamıştı. "Tek Parti yönetimi liberal devletin ulus birliğini bozucu olduğunu, toplumda sınıflaşmaya yol açtığını ileri sürmüştü. 'Milli devlet' sınıflaşmayı reddediyor, 'milletçe kütleleşmek' fikrini önemsiyordu." (s. 290) Toprak'ın, tanınmış Fransız siyaset bilimci Maurice Duverger'nin yorumlarına gönderme yaparak dikkat çektiği ve bizde Tarık Zafer Tunaya ile başlayarak yaygınlaşan bir görüş de, Türkiye'de 1926 - 1946 arasında uygulanan otoriter tek - parti rejimiyle Hitler Almanyası ve Mussolini İtalyası'nda uygulanan totaliter rejimler arasında önemli bir fark olduğu; bizdeki uygulamanın çoğulcu demokrasiye geçiş için bir tür hazırlık dönemi oluşturduğu, bu dönemde demokrasinin altyapısının tesis edildiği iddiası. Duverger'ye göre, "Cumhuriyet Halk Partisi'nin başta gelen özelliği ideolojisinin son kertede demokratik oluşuydu. Bu ideolojinin hiçbir zaman faşist ya da komünist tek partilerde olduğu gibi, bir tarikat ya da kilise niteliği taşımadığını... özü itibarıyla pragmatik olduğunu kaydediyordu... Ortadoğu uluslarının modernleşmesini önleyen başlıca etmen dindi. İslamiyete başkaldıran Atatürk'ün şiarı 'Batılaşmak' olacaktı." Batılaşma da son kertede çoğulcu demokrasinin tesisi demekti. Tek Parti siyasal rekabeti ortadan kaldırmayıp sınırlıyor; parti içinde muhalefet gelişebiliyordu. (s.383 - 385) Nitekim 1930'da açılıp kapatılan Serbest Cumhuriyet Fırkası denemesi, tek - parti döneminin gerçekte çok - partili düzene geçiş için bir hazırlık dönemi oluşuna işaret ediyordu. Zafer Toprak'ın Türkiye'nin "kurucu felsefesi"nin (ya da "resmi ideolojisi"nin) kaynaklarını ve dayandığı temel görüşleri ortaya koyan bu son kitabı, kaçınılmaz olarak okurlarını bu felsefenin yol açtığı sonuçları, yaklaşık yüzyıl sonra bugün ülkeyi getirdiği yeri sorgulamaya sevkediyor. Bu sorgulamanın okuru Cumhuriyet'in 100. yılına yaklaşırken "Kurucu Felsefe"nin amaçlanmayan ya da istenmeyen sonuçlarıyla karşı karşıya olduğumuz tesbitine götürmesi kuvvetle muhtemel. Bu, başka bir yazının konusu.
KASIM 5, 2020 | P24*
ŞAHİN ALPAY | KURUCU FELSEFENİN ESİN KAYNAKLARI
#Şahin Alpay#köşe yazıları#Zafer Toprak#Atatürk: Kurucu Felsefenin Evrimi#kurucu felsefe#Atatürk#Takrir-i Sükun Kanunu#Cumhuriyet#Türkiye#Yakın Tarih#Tek Parti#Ulus Devlet#Milliyetçilik#Fransız Devrimi#Maurice Duverger#serbest cumhuriyet fırkası#Batılılaşma#Kemalizm#Resmi İdeoloji#Despotizm
0 notes
Text
Bütün koşullar eşitsiz olduğunda, ne kadar büyük olursa olsun hiçbir eşitsizlik göze batmaz; ancak genel tekdüzelik içinde en ufak bir benzemezlik dahi çarpıcı görünür; tekdüzelik eksiksizleştikçe benzemezliğin görüntüsü daha katlanılmaz hale gelir. Demek ki eşitliğe duyulan sevginin eşitliğin kendisiyle birlikte durmadan büyümesi doğaldır; onu tatmin ederek geliştirirsiniz.
Alexis de Tocqueville, Demokratik Despotizm
13 notes
·
View notes
Text
İnsanlık, dijital despotizm insafında ucunu göremediği bir karanlığa doğru sürüklenmeye devam ediyor.
6 notes
·
View notes
Text
"Türkiye kapitalizminin yargıyı içerisinde bulunduğu durumdan çıkarma, adalet mekanizmasına duyulan inancı tesis etme, yargı bağımsızlığını sağlama, anayasal bir düzen kurma, anayasa yargısını hâkim kılma gibi bir şansı ya da daha doğrusu böyle bir niyeti var mıdır?
Türkiye kapitalizmi, uluslararası arenada Çin’le rekabet etmeyi önüne koymuşken, bunun için de sürekli ücretleri aşağıya çekmeye, sendikaları etkisizleştirmeye, işçilere despotik bir emek rejimini dayatmaya çalışıyorken, yani fabrikada, atölyede, ofiste despotizm yoğunlaşıyorken, sendikasız, güvencesiz, güvenliksiz çalışma kural haline geliyorken, bu kapitalizm, birtakım biçimsel düzenlemelerin dışında topluma demokratik bir perspektif sunabilir mi?
Toplumun ve emekçilerin zapturapt altına alınmasında en güçlü silahlardan biri dinken ve dinselleşme neoliberal politikaların yoksullaştırıcı etkilerine ve sosyal patlama ihtimaline karşı eldeki en etkili araç olarak görülüyorken, Türkiye kapitalizmi laik bir ülke, laik bir toplum isteyebilir mi, cemaatleri, tarikatları kapatabilir mi?
Türkiye kapitalizmi, Kürt sorununa adil, hakkaniyetli, siyasi bir çözüm getirebilir mi, Kürt yoksullarının dertlerine çare olabilir mi, kadına yönelik şiddeti durdurabilir mi, kadın emeğinin sömürüsüyle ilgili gerçekçi adımlar atabilir mi, kırılmaya hazır siyasal fay hatlarını ortadan kaldırabilir mi, toplumsal çözülmeyi durdurabilir mi?"
8 notes
·
View notes
Text
Vahamet Sarmalı
Tahayyül edilenin ötesinde bir vahamet sarmalı birbirinden beter tevatür ve karşıtlıklarla bir ülkenin imali güncelleniyor. Ülkenin dönüştüğü düzlem bir pratik olarak zorun, bet ve fecinin izleri üstünde yükseliyor. Tümüyle politik bir cerahat sarmalı kendiliğinden aleni bir halde hakikat kılınıyor. Baş efendi ve zümresi aralıksız bir halde o dönüşüm mefhumu ve makamını tüm o vahamet sarmalında debelenmeye devam diyen ülkeyi güncelliyor ne eksik, ne fazla. Her günü yıkıcılık ile kuşatan bir anlayış elinde hayatın ehven olandan el ayak çektirilmesi söz konusu ediliyor. Fecaat kötülüğün bir aparatı olarak kalıcılaştırılıyor artık. Bet, bir ihtimalin ta kendisine dönüştürülüyor. Yıkıcılık, zor olanın yönünde ileriye atılan hamleleri var eden bir yönetimin tek ülküsü. Despotizm gemiyi azıya alırken var edilmiş olan her hamle aralıksız bir vahamet sarmalına dönüşen ülkeyi de bildiriyor. Ak parti ve Milliyetçi hareket partilerinin birleşiminden oluşan yeni ülke tahayyülü büsbütün o vahamet sarmalını pazarlamaya devam ediyor, her yerde, hemen her şekilde.
İktidarın seçim olgusunun, yerel seçimleri bir savaş halinin ta kendisine dönüştürmesinin istikametinde o dönüşümü, vahim olana çıkışı süreğen bir mesel kılıyor. Yoksunluğun tek bir istikamet addedildiği, genel geçer değil doğrudan birkaç hamlede esaret altına alınmış bir hayat imgesinin savunulduğu zemin gerçek kılınıyor. Ekonomik bir adaletin, aleni bir halde herkes için bir refahın var edilmediği / ayrıştırmaların, ayrı konumlandırmaların bir menzilde yegane istikamete dönüştürüldüğü zeminde çürüme kesintisiz kılınır. Tahakküm ve köleleştirmenin makul bir tavra indirgendiği sahada, emeğin karşılığının yerle yeksan olunmasına devam olunur. Her şey toz pembe masallarının ardına saklanırken gerçekliğin üç kuruşa talim ederek, günü kurtarmak olduğu konuşulmasın istenir. Asgari ücretten ve bir kademe onun üstünde birleşen milyonlarca yurttaşın bırakın birikimi, şimdi, şu an dahi pek çok şeyden eksik kaldığı bir düzlemde, eşitlik bahsinin yerinde yeller estirilir. Vahim olan onca nutka rağmen, tam teşekküllü bir yıkıcılığın istikametinde yürünen menzil tam anlamıyla gerçek kılınmaktadır. Yönelimini yoksulu artık içinden çıkılamayacak bir radde ile sınırlandırmak, umudunun elinden çalınmasını kanıksayacak olduğu bir merhaleye esir etmek gerçek kılınır. Bunlarla bir vahamet sarmalı güncellenirken bir yarın neyi getirecek sahiden.
Mustafa Bildiricin’in BirGün Gazetesindeki haberidir: “Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı’nın 2023 yılı verilerini içeren raporları, Türkiye'deki yoksullaşmayı ve giderek derinleşen ekonomik bunalımı bir kez daha gözler önüne serdi.
Bakanlığın verilerine göre, ekonomik krizin altında ezilen 4 milyon 989 bin 456 hane 2023 yılında sosyal yardımlardan yararlandı. Öz ailesinin bakımını sağlayamadığı 164 bin 995 çocuğa ise sosyal ve ekonomik destek verildi.
2022 yılında 151 milyar 900 milyon TL olan devletin sosyal yardım harcaması, 2023 yılında 305 milyar 900 milyon TL olarak gerçekleşti.
2023 yılında gerçekleştirilen 305,9 milyar TL’lik sosyal yardım harcamasının gayri safi yurt içi hasıla içindeki payının yüzde 1,2 olduğu bildirildi. Türkiye’de 2023’te 4 milyon 989 bin 456 hane sosyal ancak sosyal yardımlar ile ayakta kalabildi.
Utandıran Tablo
2023 yılında gerçekleştirilen tüm yardımların içinde nakdi yardımların oranı yüzde 98 oldu. Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı, sosyal yardımların türlerine göre dağılımını da paylaştı. Bakanlığın verilerine göre, 2023 yılında 957 bin 164 hanede yaşayan toplam 3 milyon 509 bin 427 yurttaş, karnını gıda yardımı ile doyurabildi. Gıda yardımlarının maddi karşılığı ise 1,2 milyar TL ile ifade edildi.
Bakımsız Binlerce Hane
Oturulamayacak derecede eski, bakımsız ve sağlıksız hane sayısı da çarpıcı tabloyu ortaya koydu. Buna göre, 2023 yılında bakımsız ve sağlıksız olduğu belirlenen 20 bin 846 hanedeki yurttaş için 271,8 milyon TL’lik kaynak aktarıldı. Kaynağın, evlerin bakım ve onarımı için kullanıldığı belirtildi.
2023 yılında 1 milyon 966 bin 429 öğrenci eğitim yaşamını, sosyal yardım ile sürdürebildi. Buna göre, ihtiyaç sahibi olan ailelerin çocukları için 1 milyon 966 bin 429 fayda sahibine yapılan ödeme tutarı, 1,5 milyar TL olarak kaydedildi. İşsiz ve çalışmayan yurttaşların kâbusu olan Genel Sağlık Sigortası (GSS) prim borcunu ödeyemeyen kişi sayısının 9 milyonu aştığı da bakanlığın verileriyle ortaya konuldu. Ödeme gücü olmadığı için GSS primlerini ödeyemeyen ve sağlık hizmetlerinden yararlanamayan 9 milyon 21 bin 162 kişi için yapılan destek ödemesi faaliyet raporuna, 61,1 milyar TL olarak yansıdı.
Fatura Yükü
Yurttaşın elektrik, doğalgaz ve kömür gibi ihtiyaçlarını ancak sosyal yardımlar ile karşılayabildiğini gözler önüne seren diğer bazı veriler ise rapora şöyle geçti:
Elektrik tüketim desteği: 4 milyon 378 bin 839 hane.
Doğalgaz tüketim desteği: 162 bin 666 hane.
Yakacak yardımları: 2 milyon 66 bin 649 hane.”
Düpedüz yalın bir biçimde yaşamı vahamete rehin kılan / böyle gören bir aklın sadakayı sürekli kılarak, insanları canından bezdirdiği bir yerdir artık Yeni Ülke. Dönüşümünü tam ve eksiksiz bir biçimde yaşamı dar ederek, noksansız bir rehineliğin önünü açabilmek için her durumda muhtaç kılarak bina eden bir aklın sunduğu yegane şey ortaklaşılan yoksun, yoksulluk halleridir. Elektrik, doğalgaz, kömür’den gündelik yaşamı idame ettirmek için gereksinim duyulan temel gıdaya kadar her şeyin gasp olunduğu bir zeminde, müştereğin salt / sadece belirli kesimlere takdim edildiği bir coğrafyada hangi gün iyi olur ki? Hemen her durumda başkalaşmış, bir örnek, yabanıl kalınan bir düzlemde o müşterek yaşam idesi her ne haldedir, sahiden? Tahayyül edilenin ötesindeki bir vahamet sarmalına, bildiğiniz o bataklığa saplanırken bir ülke, her şey toz pembe olarak zikredilmesi / bildirilmesi sahici olarak düşündürücü değil midir? Karanlığın ortasında zifiri bir ortamda gün geçirilen bir menzilde, umudun kırıntısının da talan edilmesinin önünü alabilecek hiçbir makam, hiçbir ortak itiraz, müşterek bir muhalefet tahayyülü kalmış mıdır, bırakılmış mıdır?
Cerahat eksenini, vahim olan kötülüğün sathı mahallini, hiç kesintisiz bir zorbalık iklimi içerisinde denekliği müjdeleyen bir zeminde hayatın olur nedir ki? Geriye sıradan olana her ne kalmıştır. Elinde imkanı olanın, babasının malı gibi söğüşleyip memleketin has insanları olarak pastadan pay kapıp, rantiyesini kovaladığı bir menzilde bunca sıkışık ve apaçık yoksulluğa mahkum kılınanların hali nice olacaktır? Behemehal Baş Efendinin ol meramlarının arasına gizlenmiş olan farkındayız, düzelecektir her şey bahsinin her nesi, herhangi anlamda gerçekliği bildirmektedir. Soran edeni olur mu acaba? BirGün Gazetesinden aktaralım: “AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Isparta'da açıklamalarda bulundu.
Konuşmasında, ekonomide yaşanan krize ilişkin değerlendirmelerle başlayan Erdoğan, yurttaşın hayat pahalılığıyla sınandığını ve refah kaybı yaşadığını kabul etti.
Yurttaşın yaşadığı ekonomik krize rağmen, ekonomik gstergelerin iyi durumda olduğunu savunan Erdoğan, ekonomik toparlanma ve enflasyonda düşüş için yılın ikinci yarısına işaret etti.
Bir Kez Daha Sabır İstedi
Bir kez daha 'sabır' isteyen Erdoğan, "Enflasyon düştükçe ekonomideki olumlu tabloların getirilerini çalışanlar ve emekliye daha iyi yansıtacağız" dedi.
Devamla, Cumhuriyet Halk Partisi'ni (CHP) 'para sayma' soruşturması üzerinden hedef alan Erdoğan, "CHP'nin belediye başkan adayı deste deste dolarla kazanmak istiyorlar. Isparta'daki kardeşlerim İstanbul'daki hemşehrilerini arayıp onları da uyarmalarını istiyorum" ifadelerini kullandı.
Erdoğan'ın açıklamalarından öne çıkanlar şöyle:
"Türkiye son 10 yıldır terörden darbe girişimine kadar ardı arkası kesilmeyen nice sınamalara maruz kaldı. Asrın felaketi depremler üzerimizdeki yükü daha da artırdı. Şu anda geldiğimiz noktada yerel seçimlere gidiyoruz.
Sabit gelirli insanımızın refah kaybıyla sınanıyoruz. Uyguladığımızın politikaların sonucunu bu yılın yarısı itibarıyla görmeye başlayacağız. Allah'ın izniyle bunların üstesinden geleceğiz. Uyguladığımız ekonomi programının sonuçlarını yılın ikinci yarısından itibaren göreceğiz.
Enflasyon düştükçe ekonomideki olumlu tabloların getirilerini çalışanlar ve emekliye daha iyi yansıtacağız. Milli gelirimizi 2 kat daha yükseltebiliriz. Ama bunu sadece eleştirerek değil çalışarak hem de çok çalışarak yapmamız gerekiyor.
Kim bu ülkenin yandığını bittiğini söyleyerek umutsuzluk saçıyorsa kafasında başka hesap vardır. Milletimizin moralini çökertme taktiği uyguluyorlar. Bu milletin morali en zor şartlarda verdiği milli mücadelede çökmedi."
"Burdur Eser ve Hizmet Siyasetinden Yana Tavır Alacak"
Erdoğan, Isparta'nın ardından Burdur'da partililerine seslendi.
Yerel seçimler için destek isteyen Erdoğan, "31 Mart'ta yerel yöneticilerimizi belirleyeceğiz. Seçimlere 10 gün kaldı. Bundan 10 gün sonra sandık bir kez daha önümüze gelecek. Bu sefer yerelde kimler ve hangi zihniyet tarafından idare edileceğinizin tercihini yapacaksınız. İnanıyorum ki 31 Mart'ta Burdur eser ve hizmet siyasetinden yana tavır alacak" dedi.
Burada yaptığı konuşmada da ekonomik krize dikkati çeken Erdoğan, "Birçok ülkede olduğu gibi enflasyon bizi de zorluyor" dedi.
Emeklilerden gelen serzenişlere kulaklarını tıkamadıklarını iddia eden Erdoğan, "Amacımız, kalıcı refah artışını sağlamak. Bunun için enflasyonu tek haneli rakamlara düşürmemiz gerekiyor. Daha önce bunu nasıl yaptıysak, yine başaracağız. Emeklimizin yükünü hafifletmeye çalıştık. Emeklinin bayram ikramiyesini nisan ayının ilk haftasında hesaplara yatırıyoruz" ifadelerini kullandı.
CHP'ye yönelik 'para sayma' görüntüleri soruşturmasına da değinen Erdoğan, "Hiç kimse böyle bir skandalı üç maymunu oynayarak geçiştiremez. Çantalar dolusu bu paraların kimden alındığı, nereye harcandığı, belgeleriyle, kayıtlarıyla, şeffaf bir şekilde açıklanmak zorundadır" dedi.”
Kendisini tekrarlayan nutuklar, birbirinin aynısı vurgulamalar ile iyi bir hatip olduğundan bahis açılan bir temsilin vardığı eşik, memleketin kalanı için korkunçluğu da göstere gelir en kestirmeden. Kendi ayakları üstünde hayatı var etmesi beklenen insanların ceplerine girecek olan üç kuruştan, seçimde tercih edecekleri siyasi partinin rengine, hayatın hemen her alanında bir vurgunu / gizli örtük bir teslimiyeti ardışık bir biçimde reçetelendirip sonra da biraz daha sabredin demek nasıl bir anlayışın esiri olunduğunu da gösterir. Baş efendinin zulmeden olduğunu bile bile emeklisinden, emekçisine, kamu personelinden sıradan götürü vergisine tabi küçücük dükkanında kendi yağında kavrulmaya çabalayan esnafına doğrudan tek bir çözümlemesi söz konusu mudur? Yerel seçimlerde, memleketin bir numarasının ne işi vardır? Birikiyor yanıtsız kılınmaya mahkum edilmiş sorular. Hiç ama hiçbir biçimde gerçeklikten yana bahisler açılmayan bir zeminde doğrudan ve yalın bir çürüme hattında yürünüyor. Gel gelelim, uzak / öte addedilen her şey burnumuzun tam da ucunda, hayatımızın tam da merkezine konumlandırılmaya devam ediliyor işte. Bir vahamet sarmalı içerisinde d��rt bir yanda, hemen her gün bir çürümenin esaretine tanıklık ediyor seksen altı milyon küsur insan. Bunca afaki kılınmış olanın lafta bir mesel, gelişigüzel bir hadiseler toplamı, mübalağa bir benzetme olmadığı hemen her gün yaşanan, kendi başımıza getirilenlerden kanıtlanabilir. Bu haller bir çıkışı değil tam tersine bir çöküşü simgeleştirmektedir. Türkiye’nin yenisinin de dününde kalakaldığı, dününü şimdiye taşıdığı artık afakidir. Bunca yara bere içerisinde bir hayat imgesi un ufak edilendir, bilelim. İtirazı var edemezse bu ülke, sonrası hep karanlıktır.
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2024
Görsel: İllüstrasyon – Chiara GHIGLIAZZA – Picame
#arzihal#biyopolitika#cerahat#sarmal#kötülük#vahim#yeni ülke#yıkıcılık#ekonomik kriz#darboğaz#hayat hakkı#müştereklerimiz#hayat ne olacak?#yolun sonu#tahakküm#tehdit#yıldırı#cerahat ülkesi#cürüm#devlet101#akparti#baş efendi#cerahat hali#siyasa#anlam#yorum#sesler#meram#mesele#karanlık çağ
0 notes
Text
Fethi Açıkel – “Kutsal Mazlumluk”tan “Makyavelist Despotizm”e (2023)
Başta AKP olmak üzere, siyasal İslâmcı geleneğin istisnasız hiçbir versiyonu demokratik ve uygar bir toplum yaratma iddiasında başarılı olamadı. Fethi Açıkel bu kitabında, AKP’nin yirmi yıllık iktidarının sonunda, Türkiye’ye son derece şahsileşmiş ve zümreleşmiş yoz bir otoriter popülizmden başka rejim bulamamasının da gösterdiği gibi, bu partinin alternatif bir modernliğin değil, bir uygarlık ve…
View On WordPress
#2023#AKP Otoriterliğinin Psikopatolojisi#“Kutsal Mazlumluk”tan “Makyavelist Despotizm”e#Fethi Açıkel#İletişim Yayınları
0 notes
Text
John Keane, Sidney Üniversitesi’nde ders veren bir siyaset bilimci.
2020’de yayımlanan kitabının adı bu: Yeni Despotizm.
Türkçesi İletişim Yayınları’ndan 2021’de yayımlanmış, 2021.
Araştırmacı yazar dünyanın çeşitli yörelerindeki “Yeni Despotlar”ı inceliyor ve ortak noktalara varıyor:
“Bu ‘Yeni Despotizm’ zorbalığa dayanmıyor” diyor yazar,
“Kitleleri ayartma, şaşırtma ve ikna yoluyla kendi iktidarını sürdürüyor.”
Bunları yapabilmek için de bütün “Yeni Despotların” ortak olduğu önkoşullar yaratılıyor:
- Hukuk iktidara bağımlı kılınıyor
- Medyanın özerkliği ortadan kaldırılıyor
- İfade özgürlüğü engelleniyor
- Alternatif bilgiye ulaşma zorlaştırılıyor
- Eğitim kontrol altına alınıyor
Bütün bunlar yapılınca, özgür toplumun akış yolları iktidarın kontrolü altına alınınca, işte o zaman;
“Yapılan seçimler iktidarın kabul edilmesi yönünde sonlanıyor.”
Bu despotik iktidarlar seçimlerden hiç korkmuyor çünkü önceden kazanmanın bütün koşulları sağlanmış oluyor.
Toplumun olan bitenden çok haberli olmayan kesimi iktidarı onaylıyor.
Olan biteni kavrayan, iktidarı değiştirmek isteyen kesim ise seçimlerde gücünün yetmediğini görüyor.
Böylece, demokratik görünüm altında “yeni despotizm” iktidarını uzun sürelerde işbaşında tutuyor.
Tam “İşte bizde olan da bu” diyordum ki kitapta Recep Tayyip Erdoğan’ın adının da yer aldığını gördüm.
Macaristan’dan Victor Orban da var.
Başka ülkelerden örnekler de var.
Toplumun üç kesimi
“Yeni despotizm” toplumlarda üç kesim yaratıyor:
Yeşil kesim: İktidara yakın, ondan beslenen, onu destekleyen kesim.
Bizde de bu kesim, iktidarın nimetlerinden beslenen, ihale alan, yetki kazanan, zengin olan kesim. Halkın yoksul kesimi de aile yardımları ile engelli ödenekleri ile bir ölçüde yaşamını sürdürmekte, çektiği sıkıntıları iktidara değil, kadere bağlamakta.
Elbette bu kesime, “dış düşmanlar”, “ekonomik saldırı”, “vatan hainleri” gibi temalarla yoğun propaganda yapılmaktadır.
Bu kesim her seçimde iktidarı destekler, ona bağımlıdır, aldığı desteği kaybetmekten korkar.
Sarı kesim: Bu kesim politika ile ilgili değildir. Gündelik işine bakar. İlgi alanı ailesi, yaşadığı yöre, yakın çevresidir.
Kitap okumayan, günlük gazete almayan, kulaktan dolma bilgi ile yetinen, bu kesim bir anlamda toplumun orta sınıfı gibidir.
Oy verirken de duruma göre iktidarı da destekleyebilir, muhalefeti de.
Aslında seçimin sonucunu belirleyen kesim ağırlıkla bu kesimdir.
Kırmızı kesim: Bu kesim toplumun olan biteni bilen, anlayan, izleyen kesimidir. Bu kesim despotizme karşıdır, onun değişmesi için her seçimde karşı oy kullanır.
Bu kesimin de eylemsizi ve eylemlisi vardır.
Eylemsizler, aralarında konuşup yakınmakla yetinirler, her olayı yorumlarlar, karşı çıkarlar ama örgütlü bir eylemleri yoktur.
Eylemliler ise çalışırlar, kimileri yazar, kimileri örgütlü hareketlere katılır.
Yeni despotizmin gücü
Despotik iktidarlar bu toplum kesimlerini iyi bilirler.
Asıl güçlerinin “yeşil kesim” ve “sarı kesim” olduğunu da bilirler.
Yeşil kesimin bağımlılığını artırmak için dikkatle çalışırlar. Korku unsurunu sürekli artırarak bastırırlar.
Kaderci görüşü ve inanç faktörünü hiç sınır tanımaksızın kullanırlar.
Muhalefet partilerine düşmanca davranmaktan hiç çekinmezler.
Kendileri için tehdit oluşturan herkesi ve her şeyi acımadan düşman yerine koyarak hareket ederler.
Aç bırakırlar, işsiz bırakırlar, hapsederler, itibarsızlaştırmaya çalışırlar.
Hiçbir ahlak kaygısı olmadan yalan söylerler, başkalarının malına el koyarlar.
Bütün bunlarda da “ayartma, şaşırtma, ikna etme” yöntemlerini kullanırlar.
Bunları bilerek
İşte, bütün bunları bilerek hareket edeceksiniz.
Mücadeleniz, onlara benzeyerek değil, hiç benzemeyerek yapılacaktır.
Onların yollarından yürüme hevesine kapılmayacaksınız.
Siz kendinize doğru yollar açarak yürüyeceksiniz.
Onlardan birilerini ayartarak güçlenmeye çalışmayacaksınız.
Bu işin ustası onlardır.
Siz kendi insanlarınıza sahip çıkarak yürüyeceksiniz.
Topluma kızmayacaksınız. Onlara önderlik edeceksiniz.
Topluma doğru yolu gösterecek, bundan şaşmayacaksınız.
“Yeni despotizmi” tanıyacak ve onun iktidarına son vereceksiniz.
Yolunuz açık olsun.…
Dr.Erdal Atabek
3 notes
·
View notes
Note
Din insanları bir araya getiren bir bağ olması sebebiyle, onları bireysellikten kurtaran bir yapı teşkil ettiği için despotizme engel olur, diye bir genelleme yapmak mümkün mü?
Hayır değil çünkü tek bir din yok. Din aynı zamanda kendisinden olmayanı ötekileştirir ve günahkar olarak insan dışılaştırarak totaliter bir zemin oluşturur. Din içinde belirli bir “brotherhood” vardır gerçekten ama bu dinler arası ilişkiyi ele aldığımızda kaybolur ve onlara karşı içeride gerçekleştirilen tavırlarda da kaybolur.
2 notes
·
View notes
Text
Деспотизм
Читать → http://upravolenie.ru/stati/despotizm/
Деспотизм
Построение лада во взаимоотношениях между близкими людьми — одно из условий для реализации заложенного потенциала и счастливой жизни. Множество деструктивных явлений не дают построить по-настоящему доверительные отношения. Одно из таких явлений — деспотизм. Однако, чтобы он не был помехой для жизни в ладу, нужно убрать его из своей жизни, нравственно его перерасти. А для этого нужно ��азобраться в корневых причинах его появления, выявить в себе его корни, понять их суть. Этому и будет посвящена эта статья.
0 notes