#Bir deyim vardır
Explore tagged Tumblr posts
Text
#Bir deyim vardır#Çok özür dileyerek.#👉Anasını boyar#babasına satar#diye.#Şimdi Kızılay aynı#Ne bulmuş ise satmış#👉Çadırı satmış#👉Topladığı kanı satmış#👉Gıda satmış#👉2.el eşyaları satmış.#La bari bunları asrın felâketi olan depremde yapmasaydınız.
0 notes
Note
aşamadığın bir dizi sahnesi veya alıntı söyler misin? -♡
- neden geldin?
- biliyorsun.
- ne deyim ben şimdi sana
- hiçbir şey deme, bir tek kalmama izin ver yeter. bak söz veriyorum, bu sefer hiçbir şeye karışmıycam.
- kaç defa denedik biliyorsun. nasıl inanıyım sana?
- söz veriyorum, eğer durmazsam kovarsın.
- ya bela çıkarırsan?
- çıkarmam.
- ya çıkarırsan.
- çıkarmam ya. baktım olmuyor, bi kenarda kafama sıkarım.
- manyak manyak konuşma.
- eğer sıkmazsam siksinler. benim de bi gururum var be.
- gördük son defasında, bütün konya'yı ayağa kaldırıp gittin.
- sen de aşşağılama bizi, o ta ne zamandı.
- ben dönmenden yanayım. artık iki çocuk babasısın.
- bunu yapma bana.
- sen de yapma. benim için hava hoş. iyi bile olur. ama insaniyetli olmaz. sana da yazık ailene de.
- sen de anla artık başka yolu yok bunun. yazıkmış, kılmış, tüymüş; hepsi hesap edildi bunların ya. her şeye hazırım diyorum sana. herkesin inandığı bir şey vardır bu amına koduğumun hayatında. benimki de sensin. ne yapıyım?
68 notes
·
View notes
Text
"Kuş beyinli" diye yaygın olarak kullanılan bir deyim vardır kültürümüzde. Ama izleyin bakalım öylemiymiş?! 🫢🤗🕊️🐦🐦⬛
25 notes
·
View notes
Text
Men ne özümü göstermirem, ne deki özümü ağıllı aparmıram bu tip postlarımla. Niyyetim evvelde dediyim kimi doğru bilinen yanlışları burdakılara çatdırmaqdi. Çünki gözümüzü açandan bu kimi yanlışları görüb böyümüşük. Uzun olacaq ama sözümün canı nedi onu deyim.
Burda bezi özlerini (dini terefden) çox bilmiş kimi gösterenler dini postlar ataraq çoxuna haqqın yolunu göstermeye çalışır. Bu cox bilmişliklerine Allahın qoyduğu hökmlere qarşı duraraq inad edirler. Yeni kimse esl haqqı göstermeye çalışanda inanmaq istemirler, çünki dırnaq arası çox bilmişler insanın beynine o fikri yeridibler. Nece deyerler kütle psixologiyası. Her kes bele edirse demeli doğrudurki edirler. Bunlardan ne derece doğru olduğuna dair delil isteyende de menbesi bilinmeyen yazıları delil olaraq getirirler. Menbesi bilinmeyen yazılarında demek olarki, 80-90% başdan ayağa yalandı. Birincisi bu düşünceni kenara qoyaq. Men burda yalançı dırnaq arası mollaların, başı sarıqlı şeyxlerin dedikleri ile yox, Allahın endirdiyi (Quran) ile danışacam.
Misal üçün menim reyime verilen bu cavaba sıraýla Allahın ayesi ile cavab verim. ( Eslinde men buna cavab vermişdim amma qarşı terefe xoş olmayıb deye silinib :D)
Öz dinlərini parçalayan və firqələrə ayrılan (müşriklərdən olmayın)! Hər firqə öz əlindəkinə görə sevinir. (Rum surəsi, 32)
Şübhəsiz, firqə-firqə olub dinlərini parçalayanlarla sənin heç bir əlaqən yoxdur. Onların işi ancaq Allaha qalmışdır. Sonra Allah onlara etdikləri əməlləri xəbər verəcəkdir (Ənam surəsi, 159)
Hamılıqla Allahın ipinə (İslama) yapışın və parçalanmayın! Allahın, sizə olan nemətini xatırlayın. Belə ki, siz bir-birinizə düşmən ikən, O sizin qəlbinizi birləşdirdi və Onun neməti sayəsində qardaş oldunuz. Siz bir atəş quyusunun kənarında ikən O sizi oradan xilas etdi. Allah ayələrini sizə belə açıqlayır ki, bəlkə, haqq yola yönələrsiniz. (Ali İmran surəsi, 103)
Aranızda, xeyrə çağıran, yaxşılığı əmr edən və pis əməllərdən çəkindirən bir camaat olsun. Onlar əsil nicat tapanlardır. (Ali İmran surəsi, 104)
Açıq-aydın dəlillər gəldikdən sonra ayrılıb ixtilafa düşən kəslər kimi olmayın! Onlar üçün böyük bir əzab vardır. (Ali İmran surəsi, 105)
(Münafiqlərin arasında möminlərə) zərər vermək, haqqı inkar etmək, möminlərin arasını vurmaq və əvvəllər Allaha və elçisinə qarşı vuruşanları hazırlamaq üçün məscid tikən və: “Biz (bununla) yalnız yaxşılıq etmək istədik!” - deyə and içənlər var. Halbuki, Allah onların həqiqətən yalançı olduqlarına şahidlik edər. (Tövbə surəsi, 107)
Göründüyü kimi İslamda mezheb(firqe) yoxdur. Kim mezhebe uyarsa müşrikdir.
İkinci sırada yazılan reye cidden çox gülmüşem. Çünki çox acınacaqlı haldiki , Allahı taniyaraq bu kimi düşünce ile özünü ve o düşünceye inananları şirke sürükleyir. Ona yene cavabı Allahın ayesi ile cavab verim.
Hökm ancaq Allahındır. (Yusif surəsi, 40)
O, Öz hökmünə heç kimi ortaq etməz”. (Kəhf surəsi, 26).
Göründüyü kimi buna benzer savadsızlıqlara göre müselmanlar arasında demek olar ki, heçvaxt birlik olmur, söz-söhbet, mübahiseler azalmır, hetda lenetde oxuyurlar. Sanki din bunlara oyuncaqmış kimi. Dinivizi imamlardan, şeyxlerden, orda burda çox bilmiş kimi yazanlardan yox, özünüz öyrenin özünüz 💙
18 notes
·
View notes
Text
Can Yücel
Herkes Gitmek İstiyor
Can Yücel
Bu günlerde herkes gitmek istiyor.
Küçük bir sahil kasabasına,
Bir başka ülkeye, dağlara, uzaklara…
Hayatından memnun olan yok.
Kiminle konuşsam aynı şey…
Herşeyi, herkesi bırakıp gitme isteği.
Öyle “yanına almak istediği üç şey” falan yok.
Bir kendisi…
Bu yeter zaten.
Herşeyi, herkesi götürdün demektir.
Keşke kendini bırakıp gidebilse insan.
Ama olmuyor.
Hadi kendimize razıyız diyelim,
Öteki de olmuyor;
Yani herşeyi yüzsütü bırakmak göze alınmıyor.
Böyle gidiyoruz işte.
Bir yanımız “kalk gidelim”,
Öbür yanımız “otur” diyor.
“O”tur” diyen kazanıyor.
O yan kalabalık zira…
İş, güç, sorumluluk, çoluk çocuk, aile,
Güvende olma duygusu…
En kötüsü alışkanlık…
Alışkanlığın verdiği rahatlık,
Monotonluğun doğurduğu bıkkınlığı yeniyor.
Kalıyoruz…
Kuş olup uçmak isterken, ağaç olup kök salıyoruz.
Evlenmeler,
Bir çocuk daha doğurmalar,
Borçlara girmeler,
İşi büyütmeler…
Bir köpek bile bizi uçmaktan alıkoyabiliyor.
Misal ben;
Kapıdaki Rex’i bırakıp gidemiyorum.
Değil bu şehirden gitmek,
İki sokak öteye taşınamıyorum.
Alıp götürsem gelmez ki…
Bütün sokağın köpeği olduğunun farkında.
Herkes onu, o herkesi seviyor.
Hangi birimizle gitsin?
“Sırtında yumurta küfesi taşımak” diye bir deyim vardır.
Evet, sırtımızda yumurta küfesi var hepimizin.
Kendi imalatımız küfeler…
Ama eğreti de yaşanmaz ki bu dünyada.
Ölüm var zira!
Ölüme inat tutunmak lazım,
İnadına kök salmak lazım.
Bari ufak kaçışlar yapabilsek.
Var tabi yapanlar, ama az.
Sadece kaymak tabakası.
Hepimiz kaçabilsek…
Bütçe, zaman, keyif denk olsa…
Gün içinde mesela;
Küçücük gitmeler yapabilsek.
Ne mümkün?
Sabah 9 akşam 18…
Sonra başka mecburiyetler…
Sıkışıp kaldık…
Sırf yeme, içme, barınmanın bedeli bu kadar ağır olmamalı.
Hayatta kalabilmek için bir ömür veriyoruz.
Bir ömür karşılığı bir ömür yani…
Ne saçma…
Bahar mıdır bizi bu hale getiren?
Galiba..
Ben her bahar aşık olmam
Ama her bahar gitmek isterim.
Gittiğim olmadı hiç, ama olsun…
İstemek de güzel.#canyücel
4 notes
·
View notes
Text
💫💫💫
Enfal Suresi, Ayet 48:
"Hani şeytan onlara işleyip durdukları (kötü işlerini, fena niyetlerini) süsleyip, «Bugün insanlardan size üstün gelecek yoktur ve ben de sizi destekleyici bir yardımcıyım!» demişti de iki ordu birbirlerini görüp karşılaşınca, (bu defa) topuğu üzerine gerisin geri dönerek şöyle demişti: «Doğrusu benim sizinle ilgim yoktur; sizin göremiyeceğiniz şeyleri görüyorum. Hem doğrusu ben Allah'dan korkarım, Allah'ın vereceği ceza şiddetlidir.»"
Ayetin Açıklaması:
«Hani şeytan onlara işleyip durdukları (kötü işlerini, fena niyetlerini) süsleyip, bugün insanlardan size üstün gelecek yoktur ve ben sizi destekleyici bir yardımcıyım, demişti...»
Bedir gününde İblîs, böbürlenen şımarık müşriklerin beynine durmadan sinyal verip üstün geleceklerini ve kendisinin de hep destekleyici ve yardımcı olacağını fısıldamıştı. İki ordu karşılaşınca, İlâhî yardım ve inayet, Melek Cebrail'in eşliğinde inerken İblîs'in dizlerinin bağları çözülmüş ve gerisin geri dönerken, ilk vaadinin hilâfına müşriklere fısıldayarak, «Sizinle ilgim yoktur. Sizin göremiyeceğiniz şeyleri (inen yardımcı melekleri) görüyorum. Hem ben Allah'dan korkarım, O'nun vereceği ceza pek şiddetli olur.» demiş ve uzaklaşmıştı.
Konuyla ilgili bir rivayet ise şöyledir:
Müşrikler Kinâne kabilesi ile savaş halindeydiler, Müslümanlara karşı da bir savaş açtıklarında onlar tarafından arkadan vurulma tehlikesi vardı, bu sebeple tereddüt içinde kalmışlardı. Kervanı kurtarmak üzere yola çıktıklarında bu korkuyu yaşıyorlardı. Yolda aynı kabilenin ileri gelenlerinden Sürâka b. Mâlik ve adamları ile karşılaştılar. Sürâka kendilerine "Bugün sizi yenecek bir güç yoktur, Kinâne adına da ben size teminat veriyor ve yanınızda yer alıyorum." dedi. Bu söz üzerine cesaretleri artan müşrikler Bedir'e doğru sefere devam ettiler. Müslümanlara yaklaşıp kuvvetler birbirini görünce Sürâka, gördüklerinden ve daha önce verdiği bir sözü hatırlamasından dolayı korktu, pişman oldu; -o zamanki şeref ve himaye sözleşmesine sadakat anlayışı böyle gerektirdiği için- açıklama yaparak müşrikleri terk etti. Şöyle ki:
Sürâka, hicret esnasında Hz. Peygamber (asv)'in başına konan 100 develik ödülü kazanmak için onu yakalayıp müşriklere teslim etmek üzere yola çıkan, başına gelenlerden sonra bundan vazgeçen kişi idi. Hicret yolcularına yaklaştığı sırada bir mucize meydana gelmiş, önce atı tökezlemiş ve kendisi de düşmüş, ısrar edince atın ayakları kuma gömülmüş, bunun üzerine korkuya kapılarak Hz. Peygamber (asv) ile karşılıklı bir himaye ve sadakat sözleşmesine razı olmuştu. Sürâka'nın müşriklerden desteğini çekmesinde bu sözleşmeyi hatırlaması da etkili olmuştur. Sürâka daha sonra, Mekke'nin fethinde İslâm'la müşerref olmuştur. (İbn Kesîr, IV, 17-18; İbn Hişâm, Sîre, 11,102-104)
Sürâka'nın yaptıklarının, bu savaşta Allah'ın müstesna yardımları doğrultusunda iki önemli tesiri olmuştur:
a) Müşriklerin Bedir'e yönelme konusundaki tereddütlerini gidermiş, dönmelerini engellemiştir.
b) Savaş kaçınılmaz hale geldikten sonra da geri çekilerek düşmanın moralini bozmuştur.
Müfessirlerin bir kısmı, İbn Abbas'ın yorumuna dayanarak bu olayın doğrudan ve gerçek mânada faili olarak şeytanı göstermişler, "Şeytan Sürâka suretine girerek bunları yaptı" demişlerdir. Bu da mümkün olmakla beraber, bize göre burada mecazî bir anlatım vardır. Şeytanın insanları etkilemesi için insan suretine girmesi gerekmemektedir. Onun hem insanlar arasında temsilcileri vardır, hem de -deyim yerindeyse- her insanın içinde bir melek ve bir şeytan mevcuttur. Şeytan önce Sürâka'yı etkileyerek müşriklere destek vermeye sevketmiş, sonra bu savaşta Allah'ın müstesna yardımlarını görünce kendisinin de bundan zarar görebileceğini anlamış, korkup çekilmiş, bu sırada Sürâka da aklını başına devşirmiştir.
(bk. Diyanet Tefsiri, Kur’an Yolu, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları: II/549-550.)
4 notes
·
View notes
Text
"Yaradanı hangi kelimelerle tanımladığımız, kendimizi nasıl gördüğümüze ayna tutar. Şayet Allah dendi mi öncelikle korkulacak, utanılacak bir varlık geliyorsa aklına, demek ki sende korku ve utanç içindesin çoğunlukla...Yok eğer Allah dendi mi evvela aşk, merhamet ve şefkat anlıyorsan, sende de bu vasıflardan bolca mevcut demektir."demiş Şems.
Yani öncelik Allah aşkı olmalı, ilk önce Allah'ın sevgisini kaybetmekten korkmalıyız Cehennemden bile çok... Bilmeliyiz ki Allah bize bizim birbirimize olduğumuz gibi acımasız değil bilmeliyiz ki denildiği gibi küçücük şeylerle bizi silmez ama insanlar arasında bir deyim vardır"iyi niyeti suistimal etme"diye... Etmeyin...
Unutmayın şeytan da insanlardaki özelliklerden sadece biri yok... Aşk...
Gamze Atak
6 notes
·
View notes
Text
İYİ Kİ BASTIN KILIÇDAROĞLU…!!!
Tam da üstüne bastın Kılıçdaroğlu.
Bilmeden olsa bile, seccade üstüne basmış olman tesadüf değil, bence tevafuktur.
Sen fark etmemiş olsan bile, bunda İlahi bir kasıt ve iradenin denk gelmiş olması vardır.
Seccade, İslam’ın kutsalı, nişanı, imgesi, simgesi, umdesi, alameti farikası değildir,
Temiz olmak şartı ile tüm yeryüzü mescit, her yer seccadedir.
Allah, Kitap ve Peygamber düşmanları, insan, tabiat ve kainata karşı dünyevi ve uhrevi günahlarını seccadeler altına süpürmüşlerdir.
Kimi seccadelerin altına süpürülmüş neler neler yok ki:
Seccade altına süpürülmüş RİYA VAR,
Seccade altına süpürülmüş ŞİRK VAR,
Seccade altına süpürülmüş TAKİYYE VAR,
Seccade altına süpürülmüş TEVİL VAR,
Seccade altına süpürülmüş MÜNAFIKLIK VAR,
Seccade altına süpürülmüş ALLAH İLE ALDATMA VAR,
Seccade altına süpürülmüş YALAN VAR,
Seccade altına süpürülmüş İFTİRA VAR,
Seccade altına süpürülmüş RÜŞVET VAR,
Seccade altına süpürülmüş ZULÜM VAR,
Seccade altına süpürülmüş KUL HAKKI VAR,
Seccade altına süpürülmüş HARAM VAR- HARAMZADELER VAR,
Seccade altına süpürülmüş SEN DE BEŞLİ, BEN DEYİM ONBEŞLİ ÇETELER VAR,
Seccade altına süpürülmüş HIRSIZLIK VAR
Seccade altına süpürülmüş FUHUŞ VAR-ZİNA VAR,
Seccade altına süpürülmüş KUR’AN KURSLARINDA ÇOCUKLARA TECAVÜZ VAR,
Seccade altına süpürülmüş ZARRAB VAR, KOL SAATLERİ VAR, PARA SAYMA MAKİNELERİ VAR,
Seccade altına süpürülmüş AÇILIM VAR,
Seccade altına süpürülmüş HABUR REZALETİ VAR,
Seccade altına süpürülmüş MEGRİ MEGRİ AĞITLARI VAR,
Seccade altına süpürülmüş BABACIM VAR, TAPELER VAR,
Seccade altına süpürülmüş KUMPASLAR VAR,
Seccade altına süpürülmüş İNTİHARLAR VAR,
Seccade altına süpürülmüş CİNAYETLER VAR,
Seccade altına süpürülmüş KATLİAMLAR VAR,
Seccade altına süpürülmüş KANDAN KAVGADAN BESLENENLER VAR,
Seccade altına süpürülmüş YOLSUZLUK, YOKSULLUK ve YASAKLAR VAR,
Seccade altına süpürülmüş GERÇEĞE, İLME, FENNE DÜŞMANLIK VAR,
Seccade altına süpürülmüş CUMHURİYET DEĞERLERİ İLE HESAPLAŞMA VAR,
Seccade altına süpürülmüş SAYIŞTAY RAPORLARI VAR,
Seccade altına süpürülmüş SEDAT PEKER’İN İHBARLARI VAR,
KURAN’IN İFADESİ İLE:
Seccade altına süpürülmüş zenginlikten şımarmış MAL DÜŞKÜNÜ MAYMUNLAR; hak yemede kırmızı çizgisi olmayan AŞAĞILIK DOMUZLAR; sarayın, zenginin uşağı olmuş, Allah’ın dinini az bir ücret karşılığı satan DİLİNİ SARKITAN KÖPEKLER; İslam’da grev yoktur, sendika caiz değildir diyerek saray soytarısı haline gelmiş, alim sanılan KİTAP YÜKLÜ EŞEKLER VAR.
Bilmeden olsa bile, seccade üstüne basmış olman tesadüf değil, bence tevafuktur.
Sen fark etmemiş olsan bile, bunda İlahi bir kasıt ve iradenin denk gelmiş olması vardır.
İYİ Kİ SECCADEYE BASTIN KILIÇDAROĞLU…
Saygılarımla,
Ömer TATAR
2 notes
·
View notes
Text
"Erkeklerin, erkekliği gitti" bu sözün muhattabı olan "Müslüman" erkekler, tarihte bu sözü Moğollar ve Haçlılar gelip İslam beldelerini işgal ettiklerinde, cihada çıkmadıkları için duyuyorlardı. Günümüzde bu yerinde kalakalma durumu maalesef geçerliliğini korumakla beraber, ortada en az yerinde oturmak kadar büyük bir problem daha var ki o da hanımlarına yol göstermesi, örnek olması, İslam'ı öğretmesi ve Allah'a karşı sorumluluklarını hatırlatıp, bunun için gerektiği yerde kısıtlayıp, gerektiği yerde sert çıkması gerekirken, sadece kendi nefsi söz konusu olduğunda erkekliğini hatırlaması ve hanımına sert çıkmasıdır. Allah'ın hakkı ise maalesef akıllara gelen en son şey oluyor. Hatta bazen hiç gelmiyor. Çünkü kendisi de evli olunca karısının, kendi üzerine yüklenen haklarından bihaber. Türkiye toplumunda eskiden kalma bir deyim vardır "kadının şeyhi kocasıdır" Yani kadın evde çocuklarla, ev işleriyle meşgul olurken; camiiye giden, ilim meclislerine katılan erkek erkek eve geldiğinde öğrendiği bilgileri karısına (ve tabii çocuklarına) da öğretmekle mükelleftir. Ne hazin ki, sosyal medyada paylaşımları ve yorumlarıyla allame-i cihan olan erkeklerimizin aklına dönüp hanımına öğretmek, hatırlatmak, Rasulullah ﷺ'in "biriniz bir yanlış gördüğünde eli ile düzeltsin, gücü yetmezse dili ile düzeltsin" hadisi gelmiyor. Ancak yemeği eksik/yanlış yapmışsa, çocuklar çok ses yapıyorsa, veyahut başka şahsi bir ihtiyacı ve/veya rahatsız olduğu durum varsa evde (deyim yerindeyse) terör estiriyor. Peki ya Allah'ın hakkı çiğnendiğinde?
Bundan daha fenası ise, yapılan yanlışa göz yummak bir yana, kadının erkek tarafından cesaretlendirilmesi, o münker fiilleri işlerken bizzat erkeğin de buna eşlik etmesi. Evinin içinde birbirlerinin üzerine nasıl atladığını görmediğimiz kaç tane sakallı-çarşaflı/peçeli kaldı? Birbirlerine şuh bakışlar atan? Oturma odasından, yatak odasına, salonundan mutfağına kadar bütün evlerini seyr edebildiğimiz?
"Kadın, kocasının izni olmadıkça, evine hiç kimsenin girmesine izin veremez."
Buhari, Nikah 86; Müslim, Zekat 84
Yine Veda hutbesinde de Rasulullah ﷺ “… Sizin kadınlar üzerindeki bir hakkınız da evinize istemediğiniz kimseleri almamalarıdır.” buyuruyor.
Tirmizî, Rada 11; İbn Mace, Nikah, 3
Şimdi bu hesaba göre, kendisi arsızlık yaparak, yahut kocasının umursamazlığından cesaret alarak veyahutta bizatihi kocasının da onayıyla hatta O'nun hesabından evlerinin ve kendilerinin bu halini paylaşanlar, bu hadislerin tam olarak neresindeler? Bu soru kadına gibi görünse de aslında erkeğe. Rızanız olmadan evinize giremeyiz ama gözlerimiz girebilir ve günün her saatinde, istediğimiz yerde bakabiliriz? Tıpkı "tenimi göremezsiniz ama vücut hatlarımı görebilirsiniz" dercesine tenlerini göstermeyecek kadar uzun elbise giydiği halde, dar kalıp giyinenler (ve tabii sosyal medyada paylaşılan fenomen olanlar) gibi.
Hanımının suratına kocaman emoji koyup paylaşarak, neredeyse dudak dudağa öpüşecek kadar iç içe girmiş halde fotoğraf paylaşıp yine bu poza da çeşitli efektler ile güya gizlilik koyarak; Cuma'dan ağ atıp, Pazar günü toplayarak sözüm ona Cumartesi avlanma yasağına uyan Yahudiler gibi olduğunuzu hiç düşündünüz mü?
Kendinden çok takipçilerinin, karının psikolojisini ve zihin dünyasını bilmesi nasıl bir his? Eve giren çıkanı, reelde konuştuğu muhattap olduğu kimseleri (güya) kontrol et ama sosyal medyada kontrol etme?
Harcadığı parayı kuruşu kuruşuna hesab et ama işlediği haramları hesab etme?
Kendin için süslenmesini, güzel görünmesini arzu edip, teşvik et ama Allah için amellerini, kalbini, ruhunu süslemesini hiç umursama?
Nisa Suresi 34. Allah’ın bir kısmını (erkekleri) diğer bir kısmına (kadınlara) üstün kılması ve mallarından harcamaları nedeniyle erkekler, kadınlar üzerinde idare edicidir (kavvamdır)
“Kavvam” kelimesi etimolojik açıdan; “kame bi” bir şeyi üstlendiğinde onu yerine getirip, korumak, bir işin ya da malın sorumluluğunu üstlenip, maslahatı gözetmek ve velayet gibi anlamlara gelmektedir.
Aynı kökten gelen “kayyım” kelimesi, başkan ve işi yöneten manasındadır.
“Kayyımu’l-mer’e” tabiri kadının geçimini temin eden koca anlamında kullanılmaktadır.
İbn Manzur bu köke, koruma, ıslah etme ve bir şeyde sabit kalma anlamının yanında ayrıca bu kelimenin efendisinin hizmetinde kalkıp oturması sebebiyle cariye için de kullanıldığını ifade etmektedir.
|| İbn Manzur, Lisanu’l-Arab, 12/497-499
Abdullah ibn Ömer (radıyallahu anh)'tan rivayet edildiğine göre Rasulullah ﷺ şöyle buyurdu:
“Hepiniz çobansınız. Hepiniz güttüğünüz sürüden sorumlusunuz. Âmir memurlarının çobanıdır. Erkek ailesinin çobanıdır. Kadın da evinin ve çocuğunun çobanıdır. Netice itibariyle hepiniz çobansınız ve hepiniz idâre ettiklerinizden sorumlusunuz.”
Sahih-i Buhârî, Cum`a 11, İstikrâz 20, İtk 17, 19, Vesâyâ 9, Nikâh 81, 90, Ahkâm 1;
Sahih-i Muslim, İmâre 20;
İmam Ebû Dâvûd, İmâre 1, 13;
İmam Tirmizî, Cihâd 27
Tahrim Suresi 6. Ey iman edenler! Kendinizi ve ehlinizi, yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten koruyunuz! O ateşin başında, acımasız/sert, güçlü, Allah'ın kendilerine emrettiğine karşı gelmeyen, emrolunduklarını yerine getiren melekler vardır.
Amr İbn Kays şöyle dedi;
Muhakkak ki kadın, kıyamet günü Allah'ın huzurunda kocasıyla tartışıp şöyle der:
"Beni eğitmedi ve bana hiçbir şey öğretmedi! Onun yerine bana pazardan ekmek getirdi."
|| Tefsir es-Sem'ani, 5/475
#islam#din#iman#allah#tevhid#hakikat#şeriat#tevhid ehli#hadis#haram#kadın#erkek#aile#evlilik#nikah#mehir#kavvam#nisa 34#rasulullah#resulullah#peygamber#ramazan#ramadan#oruç#sorularla islamiyet#uyarı#nasihat
6 notes
·
View notes
Text
Bizde bir deyim vardır: "Açtım ağzımı yumdum gözümü." Ben bundan yıllar önce kendime özgü bir deyim buldum, bana çok şey öğretti: Yumdum ağzımı, açtım gözümü! Yumun ağzınızı, açın gözünüzü..
3 notes
·
View notes
Text
örümcekler ağlarını yaklaşık 24 saatte örerler ve her gün aynı ağı yeni baştan örmek durumdadırlar. ayrıca bu ağ örme işlemi tamamen içgüdüseldir...yeryüzündeki en sağlam malzemelerden biridir.örümcek ağının çapı milimetrenin binde birinden daha incedir. aynı kalınlıktaki çelik telden beş kat daha sağlamdır. kendi uzunluğunun dört katı kadar esneyebilir ve oldukça da hafiftir.çç Bu kadar doğa belgeseli izlemenin avantajını gördük şimdi içgüdüsel olmayan ancak düşük zeka seviyesine rağmen örümcek gibi başkalarının başına ağ ören insansımlara bakalım... bir kimseyi haberi olmadan zor duruma düşürmek anlamına gelen bir deyim vardır: Başına (çilap- nişanlımın yeğeni böyle diyor 😘 ) çorap örmek...birinin başına çorap örmek cümlesinin mantıksal olarak absurdluğunden hareketle (yani başlık başa giyilir, başa giyilene çorap denmez,çorap başa giyilmez, başa illaki bişey örülecekse çorap değil bere örülür gibi bir çıkarımla) acilen kuşkulanmamız gereken (yine de tabirsel olarak sevdigim) bir deyimdir intikam duyguları temelli bir (aklınca) "birine kendince ders vermek" amaçlı bu hareketlerin, hareket planlarının veya basitçe bu olayın bütününü sembolize eder (onun) başına çorap örmek.. hem de sinsice ve çaktırmadan, saman altından su yürüterek yapılır, bu bir süreçtir ve o çorap bittiğinde son aşama olarak o ders verilmesi gereken kişinin başına itinayla tek hamlede geçirilecektir ki varsın ondan sonra biraz da o düşünsündür bu çorabın kafasında ne işi olduğuna, nereden nasıl ve neden gelmiş olabileceğine dair...SİNSİLİK, özünde, korkaklık ve cesaret eksikliğini barındırır bu gibi insansılar replikanlar (yani kişiliğini başkasından saklayanlar) da aramızda dolaşıyor genellikle iş ortamlarında beslenen bu cinse rastladığınızda iki işaret parmağınızla haç çıkarmanız bir işe yaramaz Lilith nin çocuğu nankörlüğün kardeşidir halbuki kibir, yalan, bencillik gibi daha dürüst seçenekler!!? varken kulağı arkadan tutturan, yersiz ego tatmin mekanizmasına ne gerek var.
sinsilik yönüyle övünen insanı(!) Nazım Hikmet ne de güzel tanımlamış:
akrep gibisin kardeşim, korkak bir karanlık içindesin akrep gibi. serçe gibisin kardeşim, serçenin telaşı içindesin. midye gibisin kardeşim, midye gibi kapalı, rahat. ve sönmüş bir yanardağ ağzı gibi korkunçsun, kardeşim. bir değil, beş değil, yüz milyonlarcasın maalesef. koyun gibisin kardeşim, gocuklu celep kaldırınca sopasını sürüye katılıverirsin hemen ve adeta mağrur, koşarsın salhaneye. dünyanın en tuhaf mahlukusun yani, hani şu derya içinde olup deryayı bilmeyen balıktan da tuhaf. ve bu dünyada, bu zulüm senin sayende. ve açsak, yorgunsak, al kan içindeysek eğer ve hâlâ şarabımızı vermek için üzüm gibi eziliyorsak kabahat senin, — demeye de dilim varmıyor ama — kabahatin çoğu senin, canım kardeşim! *** ne yazık ki çoğu insan sinsiliği bir "erdem" olarak görüyor.
3K notes
·
View notes
Text
- neden geldin?
- biliyorsun.
- ne deyim ben şimdi sana
- hiçbir şey deme, bir tek kalmama izin ver yeter. bak söz veriyorum, bu sefer hiçbir şeye karışmıycam.
- kaç defa denedik biliyorsun. nasıl inanıyım sana?
- söz veriyorum, eğer durmazsam kovarsın.
- ya bela çıkarırsan?
- çıkarmam.
- ya çıkarırsan.
- çıkarmam ya. baktım olmuyor, bi kenarda kafama sıkarım.
- manyak manyak konuşma.
- eğer sıkmazsam siksinler. benim de bi gururum var be.
- gördük son defasında, bütün konya'yı ayağa kaldırıp gittin.
- sen de aşşağılama bizi, o ta ne zamandı.
- ben dönmenden yanayım. artık iki çocuk babasısın.
- bunu yapma bana.
- sen de yapma. benim için hava hoş. iyi bile olur. ama insaniyetli olmaz. sana da yazık ailene de.
- sen de anla artık başka yolu yok bunun. yazıkmış, kılmış, tüymüş; hepsi hesap edildi bunların ya. her şeye hazırım diyorum sana. herkesin inandığı bir şey vardır bu amına koduğumun hayatında. benimki de sensin. ne yapıyım?
269 notes
·
View notes
Text
Filistin ve Gazze desteğinin Türkiye ye maliyeti - Kendime Yazılarım
Filistin'de Gazze'ye desteğin Türkiye'ye maliyetinin ne olacağını çok basit cümlelerle okuma yazma bilenlerin anlayacağı dilde anlatalım. İsrail ne yapmak istiyor
Türkçemizde düşmanımın düşmanı dostumdur diye bir deyim vardır peki Türkiye'nin şu an düşmanı kimdir Türkiye'nin bugün en yakın düşmanı PKK'dır.
Siz eğer ki İsrail'in PKK'sı olan Hamas'ı desteklerseniz İsrail'de Türkiye'nin düşmanı olan Türkiye'yi bölme niyetinde olan PKK'yı destekleyecektir.
0 notes
Text
Beslenmenin Ezoterik Yönü ve Vejetaryenlik
"You are what you eat" - "Siz ne yerseniz osunuz" - popüler bir İngilizce deyim
Beslenme dediğimiz an aklımıza çeşitli yiyecekler gelir. Oysa, ezoterik açıdan farklı besinler de vardır. Unutmamak gerekir kadim öğretilerde bir kaç bedenden söz edilir, dolayısıyla insanın çeşit çeşit beslenme gereksinimi vardır. Bu konuda Gurdjieff epey durmuştur. Bedenler konusu diğer yazılarımızda işlenmiştir. Kısaca bunlar 1) fiziksel beden, 2) astral (duygusal) beden, 3) mental (zihinsel) beden ve 4) kozal (ruh) bedenidir.
Bedensel/Fiziksel Beslenme
Fizik bedeni küçük bir evren (mikrokozmos) olarak hemen hemen her tür element, mineral, karbonhidrat vs. içerir. Yiyecek olarak katı, sıvı ve gaz gibi maddenin her şeklini kullanır. Ezoterik açıdan solumun da bir çeşit beslemedir ve aldığımız nefesten giren oksijen ve diğer maddeler bedenimiz tarafından sindirilir. Fizik bedenin subtil bir tarafı olan eterik beden de, solunum yolu ile prana gibi çeşitli subtil enerjileri özümser ve bunlar bedenin her tarafına yayılır. Negatif beslenme yiyecek zehirlenmesine yol açar. Yiyeceklere çeşitli ilaç, boya ve suni tatlandırıcı eklenmesi zehirlenmeye yol açar. Çevre kirliliği, hava kirliliği zehirlenmeye yol açar. Uygun olamayan şeylerin yenmesi zehirlenmeye yola açar.
Duygusal/Astral Beslenme
Fiziksel beslenme ötesinde insanın duygusal beslenme gereksinmeleri de vardır. Bu gereksinmeleri yerine getirilmemesi veya negatif duyguların varlığı fiziksel bedenin erken çökmesine, çeşitli hastalıklara ve hatta ölümüne bile yol açabilir. Duygusal beslenme astral bedenimizi etkiler, genelde duyularımızdan gelen algılardan oluşur. O halde, duyu organlarımız da beslenme araçlarıdır.
Astral bedenimiz duygularımıza göre renk ve şekil değiştirir. Duygusal besinler arasında müzik de gelir, boşuna ona ruhun gıdası dememişler. Müziğin şifalı tarafı olduğu gibi astral bedenin üzerinde direkt etkisi de vardır. En olumlu etki müziğin ezoterik yönünü bilen veya sezen ustalar tarafından bestelenen müzikten elde edilir. Negatif müzik de vardır, ondan kaçınmak gerekir, astral zehirlenme dahil çeşitli olumsuz etkileri vardır. Bazı seslerin insanları hasta ettiği tespit edilmiştir. Müzikle insanda hemen hemen her türlü duygu uyarmak mümkündür. Ses kirliliği özellikle ülkemizde önemli bir sorundur. Ses kirliliği üretenler insanlara son derece gerçek ve elle tutulur bir zarar verdiklerinden dolayı karmik yüklenmeye tabidirler.
Diğer bir duygusal beslenme kaynağı doğadır. Doğada yürüyüşler, doğal güzellikleri algılama ve kendimizi açmamızın sonsuz yararları vardır. Doğada güneş, ay, toprak, deniz, ağaç, bitki ve hayvanlardan gelen suptil enerjiler vardır. Maalesef, her yerde doğanın tahrip edildiğini, doğa ananın taciz edildiğini görürüz. Salt fiziksel menfaatler için estetikten yoksun doğallıktan uzak görüntüler yaratıyoruz, bunlar da duyular aracıyla içimize işleniliyor, duygusal zehirlenmeye ve açlığa yol açıyor. O halde, doğal beslenme, doğal kumaşlarla giyim, doğal yapılarda yaşam ve doğal davranış öneriyoruz.
Zihinsel/Mental Beslenme
Zihinsel faaliyetlerimizle zihinsel gıdayı üretiriz. Bilgi yine de genelde duyular yolu ile içimize işler. Bilgi yorumlanır, sınıflandırılır ve fikirler ve kavramlar üretilir. Yanlış kavramlar (konseptler) insanı içten sakatlar, duygusal ve bedensel işlevlere çomak atar, davranış bozukluklara yol açar. İnsanın düşünce işlevlerini düzgün ve objektif bir şekilde yürütmesi gerekir. Bu konuya Gurdjieff öğretileri ağırlık verir. Ayrıca, beyin sağlığı için zihnin çalıştırılması, televizyon gibi araçlarla pasif bir konuma getirilmemesi. Sürekli küçük hesaplarla oyalanmamak gerekir. İnsan zihni beyinle birlikte en gelişmiş bilgisayardan kat kat üstündür, onda işlediğimiz malzemelere dikkat edelim. İsterseniz en güzel bir mekanda yaşayın, içinizde çöplük barındırdıktan sonra hiç bir yararı yoktur. Zihinsel gücünüze güvenin, düşünceleriniz pozitifse pozitif şeyleri çekersiniz, negatifse negatif şeyleri çekersiniz.
Ruhsal beslenme
Son olarak ruhsal beslenmeye geldik, eğer beden, duygu ve zihin uyumlu ve pozitifi bir şekilde çalışırsa, ruhsal yönden de bütünlük hissederiz, doyumlu oluruz. Aydınlanma, farkındalık ve şuurluluk bize ruhsal beslenmenin yollarını açar. Meditasyon, dua, içsel sesimizi dinlemek, iyi düzenlenmiş bir ritüel, insanlarla sağlıklı ve doyurucu ilişkiler bizi ruhsal doyuma götürür. Sevgi, erk ve bilgelik bizi ruhsal doyuma götürür. Her türlü nefret, kin ve ayrımcılık bizi uzaklaştırır. Kendi iç potansiyelimizi ortaya çıkarmak, kendimizi bütünleştirmemiz, hemcinslerimize karşı olumlu ilişkiler bizde ruhsal doyum sağlar.
Vejetaryenlik
Beslenme bizim en doğal bedensel faaliyetlerimizden biridir. Binlerce yıldır, insanoğlu hayatta kalabilmek için her türlü besin maddesini kullanmıştır, gerektiğinde avlamıştır. Burada yanlış bir şey yoktur, bu bir doğa kanunudur. Ancak, atarımızın vahşi birer etobur olduğu konusu film ve hatta tarihçiler tarafından abartılmıştır. İnsan bedenine en yakın fiziğe sahip olan maymunlar genelde koyu vejetaryendir ve et yedirildiklerinde hastalanıp tüyleri dökülür. Ayrıca, insan aynı zamanda ruhsal bir varlıktır, doğa kanunlarına olduğu gibi ister istemez evrenin ruhsal kanunlarına da tabiidir. Eğer başıboş bir hayat sürdürmek yerine evrene uyum sağlamayı ve insan olarak potansiyellerini ortaya çıkarmayı tercih edecekse, bunlara kulak vermesi gerekir. Sanskritçe'de Ahimsa herhangi bir canlıya zarar vermemek anlamına gelir ve ruhsal gelişmenin başlıca bir şartı olarak kabul edilir. Canlılar çeşit çeşittir, örneğin bir elma doğa tarafından yenilmek için sunulmuştur. Oysa bir havuç bir köktür, onu yediğimiz zaman onun canını alırız, ama elbette bir insan ile aynı tekamül seviyesinde değildir. Kedi, köpek gibi zeki hayvan türlerini yemekten tiksiniriz, bunlara maymun, yunus balığı, at gibi hayvanları da katmamız gerekir. Aslında besin olarak kullanabileceğimiz bir canlının tekamül seviyesi bize ters orantılı olarak etkileyeceğe konusunda ezoterik bir kural vardır. Canlı ne kadar gelişmişse bize o kadar olumsuz bir etki yayar. O halde, gıda konusunda şöyle bir tablo düşünebiliriz:
İnsan,
Zeki hayvanlar
Memeli hayvanlar
Kümes hayvanları
Sürüngenler
Balıklar, deniz canlıları, böcekler ve kabuklular (karides vs.)
Yumurta
Süt mamulleri
Meyve ve Bitkiler
Tek hücreleriler ve mantarlar
Eğer et yiyeceksek. Deniz mahsulleri sınırlı bir şekilde yemekte fazla bir karmik etkisi yoktur. Ancak, vejetaryenliğin manevi faydalarından (şuur açıklığı, psişik hassasiyet gibi) yararlanmak için asgari indirilmelidir. Bu sınıflandırmanın üstündekileri yemekte sadece ezoterik değil ciddi sağlık nedenleri de vardır. Ayrıca, süt mamulleri de (fazlası zararlı) bir lakto-vejetaryen diyette yer alabilir.
Vejetaryen Olman için 20 İyi Neden
Vejetaryenler daha sağlıklı ve daha uzun ömürlüdürler.
Vejetaryenler daha duyarlı ve yaratıcıdır. Duygusal zekaları daha gelişmiştir.
Vejetaryenlerin zihinleri daha iyi çalışır.
Vejetaryenler daha şuurlu ve ruhsal gelişmeye açıktır.
Vejetaryenler daha az kilolu, çekici ve cinsel açıdan faaldir.
Biyolojik açıdan insan bedeni etoburluğa uygun değildir.
Et zor hazmedilir, ağrılık yapar, sindirim sistemi yavaşlatır, bağırsaklarda çürür ve kabız yapar.
Etteki toksinler insanı zehirler.
Etteki hormonlar insan bedenine işler.
Et mikrop, virüs ve kir yuvasıdır. Meyve ve sebzeler temizdir, çiğ de yenilebilir.
Et kanserojendir. Meyve, sebze ve otlar şifalıdır.
Et çabuk bozulur, pis kokar ve görüntüsü kötüdür. Meyve ve sebzeler güzel kokar ve görüntüleri hoştur.
Ette önemli bir gıda yoktur, sebze ve meyveler ise en önemli vitamin ve mineralleri barındırlar, yeterli miktarda protein de içerir. Fazla protein zararlıdır ve yağa dönüşür. Vejetaryenler dahi bir çok kez aşırı protein alabiliyorlar.
Et tatlandırmak için bekletilir, pişirilir ve sos ve baharat eklenir. Meyve, sebze ve otların bin bir tadı ve lezzeti vardır.
Et yeme hayvanların vahşi bir şekilde katledilmesi gerektirir. Meyve ve sebzeler doğa tarafından yenilmek için sunulmuştur. Bir meyve kopardığın zaman ağacı veya bitkisi ölmez. Yenilmek için yaratılmıştır.
Et pahalı bir gıdadır.
Hayvancılık geniş meraların hayvanlara tahsis edilmesini gerektirir. Bu alanlar tarıma tahsis edilse daha çok insanı doyurabilecek besin üretilir.
Hayvancılık çevre kirliliğe yol açar.
Tarih boyunca en ünlü düşünürler, filozoflar, bilim adamları ve sanatçılar vejetaryendi.
Dünya nüfusunun önemli bir bölümü vejetaryendir.
Vejetaryenlikte dikkat edilecek hususlar: Organik ve ilaçsız gıdalar tercih edilmelidir. Zaman zaman B12 vitamini, yoğurt, deniz mahsulleri, vitamin hapları, bira mayası, soya gibi kaynaklardan takviye edilmelidir. Fazla ekmek, hamur işleri, yumurta, süt mamulleri, pirinç, tuz, şeker yenmemeli. Sağlık için her gün çiğ sebze ve meyve yenmeli.
0 notes
Text
On Sefirot - Bölüm IV
On Sefirot'un ilki Taç'tır (İbranice, Keter). Yahudi düşüncesinin tüm çağları (Yahudi sanatının yanı sıra) bir "taç" sözcüğünü, imgesini ve fikrini çok çeşitli anlamlarda kullanır. İncil İbranicesinde, hepsi ayrım gözetmeksizin 'taç' olarak tercüme edilen, ancak gerçekten ya o şeyin farklı biçimlerini ya da onun farklı önemli kısımlarını ifade eden en az beş farklı kelime vardır. Apocryphal ve Rabbinical literatürde erkekler kendilerini her türlü şekilde 'taçladılar' ve taç bir dizi dini fikrin simgesiydi. Teolojik alanda 'taç' birçok rol oynadı. "O," der Zohar, "tüm ilkelerin ilkesi, gizli Bilgelik, yücelerin en yükseği olan ve tüm taçların ve taçların taçlandırıldığı Taçtır" (iii. 288). En-Sof'tan yayılan ilk yayılımdır. Sonuncusu, yukarıda söylendiği gibi, sonsuz, gizli, bilinemez Varlık olan Taç, deyim yerindeyse, Sonsuz Varlığın sonlunun özelliklerini üstlendiği ve O'nun aşılmaz izolasyonundan çıktığı ilk aşamayı temsil eder. Ancak, yine de, Taç, hiçbir niteliğe veya niteliğe sahip olmayan ve tüm analizleri ve açıklamaları şaşırtan mutlak bölünmez bir birliktir. Orijinalden alıntı yapmak gerekirse, bir 'nekūdah peshtūah', yani 'basit bir nokta' veya 'nekūda rishōnah', yani 'ilkel bir nokta'dır. Buradaki fikir, İlahi Olan'ın ilk tezahürünün bir nokta, yani bir birlik, analiz edilemez, tarif edilemez ve yine de Her şeye sahip olduğudur. Başka bir deyişle, Hegelci 'saf varlık' (das reine sein) fikridir. Bu 'saf varlık' veya 'varlık', Tanrı'nın düşüncesi veya nedenidir. Her şeyin başlang��ç noktası, Tanrı'da var olduğu şekliyle düşüncedir. Evren, Tanrı'nın bu "düşüncesidir". Her şey başlangıçta bu Tanrı 'düşüncesinde' kucaklanmıştır. O halde Sefirot'un ilki, ilkel İlahi Düşünceyi (ya da İbrani yorumcuların sıklıkla üslubuyla İlahi İradeyi) ifade eder; ve bunu söylemek, Taç'ın zaman ve mekan sonsuzluğunda, sonsuz çeşitlilikteki biçim, renk ve hareket içinde evrenin planını kendi içinde barındırdığını söylemekle aynı şeydir. Ve bu, Taç'ta ve dolayısıyla tüm Sefirot'ta içkin iken, yine de hepsini aşan En-Sof'tan bir yayılımdır. Burada, düşünce ve varlığın özdeşliğine ilişkin Hegelci öğretinin bir öngörüsüyle yeniden karşılaşılır. Evren, fikirlerin veya mutlak zeka biçimlerinin bir ifadesidir. Cordovero diyor ki: "İlk üç Sefirot bir ve aynı şey olarak düşünülmelidir. Birincisi 'bilgi'yi, ikincisi 'bileni', üçüncüsü 'bilineni' temsil eder. Yaratan kendisidir, aynı zamanda bilgidir, bilendir ve bilinendir.Gerçekten O'nun bilme tarzı, düşüncesini Kendi dışındaki şeylere uygulamaktan ibaret değildir; O, kendini bilmekle bilir ve algılar. O'nunla birleşmeyen ve kendi zatında bulamadığı hiçbir şey yoktur. O, bütün varlıkların tipidir ve her şey O'nda en saf ve en mükemmel şekliyle vardır. . . . Böylece evrendeki tüm mevcut şeylerin biçimleri Sefirot'ta bulunur ve Sefirot'un formları çıktıkları kaynaktadır."
0 notes
Text
Bu günlerde herkes gitmek istiyor.
Küçük bir sahil kasabasına,
Bir başka ülkeye, dağlara, uzaklara…
Hayatından memnun olan yok.
Kiminle konuşsam aynı şey…
Herşeyi, herkesi bırakıp gitme isteği.
Öyle “yanına almak istediği üç şey” falan yok.
Bir kendisi…
Bu yeter zaten.
Herşeyi, herkesi götürdün demektir.
Keşke kendini bırakıp gidebilse insan.
Ama olmuyor.
Hadi kendimize razıyız diyelim,
Öteki de olmuyor;
Yani herşeyi yüzsütü bırakmak göze alınmıyor.
Böyle gidiyoruz işte.
Bir yanımız “kalk gidelim”,
Öbür yanımız “otur” diyor.
“O”tur” diyen kazanıyor.
O yan kalabalık zira…
İş, güç, sorumluluk, çoluk çocuk, aile,
Güvende olma duygusu…
En kötüsü alışkanlık…
Alışkanlığın verdiği rahatlık,
Monotonluğun doğurduğu bıkkınlığı yeniyor.
Kalıyoruz…
Kuş olup uçmak isterken, ağaç olup kök salıyoruz.
Evlenmeler,
Bir çocuk daha doğurmalar,
Borçlara girmeler,
İşi büyütmeler…
Bir köpek bile bizi uçmaktan alıkoyabiliyor.
Misal ben;
Kapıdaki Rex’i bırakıp gidemiyorum.
Değil bu şehirden gitmek,
İki sokak öteye taşınamıyorum.
Alıp götürsem gelmez ki…
Bütün sokağın köpeği olduğunun farkında.
Herkes onu, o herkesi seviyor.
Hangi birimizle gitsin?
“Sırtında yumurta küfesi taşımak” diye bir deyim vardır.
Evet, sırtımızda yumurta küfesi var hepimizin.
Kendi imalatımız küfeler…
Ama eğreti de yaşanmaz ki bu dünyada.
Ölüm var zira!
Ölüme inat tutunmak lazım,
İnadına kök salmak lazım.
Bari ufak kaçışlar yapabilsek.
Var tabi yapanlar, ama az.
Sadece kaymak tabakası.
Hepimiz kaçabilsek…
Bütçe, zaman, keyif denk olsa…
Gün içinde mesela;
Küçücük gitmeler yapabilsek.
Ne mümkün?
Sabah 9 akşam 18…
Sonra başka mecburiyetler…
Sıkışıp kaldık…
Sırf yeme, içme, barınmanın bedeli bu kadar ağır olmamalı.
Hayatta kalabilmek için bir ömür veriyoruz.
Bir ömür karşılığı bir ömür yani…
Ne saçma…
Bahar mıdır bizi bu hale getiren?
Galiba...
Ben her bahar aşık olmam
Ama her bahar gitmek isterim.
Gittiğim olmadı hiç, ama olsun…
İstemek de güzel.
Can Yücel 💙💙
0 notes