#Bir Askerin Anıları
Explore tagged Tumblr posts
Text
#TÜRKLÜĞÜN FEDAİSİ, #TEŞKİLÂT-I #MAHSUSA'NIN #KURUCUSU, #TURAN ORDUSU BAŞ KUMANDANI, #AZERBAYCAN VE BAKÜ'NÜN KURTARICISI, ÇANAKKALE VE KUT'UL AMARE ZAFERİ #FATİHİŞEHİTİSMAİLENVER PAŞA
ŞEHİT ENVER
Duruşun kınından sıyrılmış
Bir hançer kadar güzel
Çeğen tepesinde
Rus mitralyözüne karşı
Atını süren Yiğit Enver...
Son nefesini düşmanlar aldı
Ah iğrenç zamanlar geldi
Çağresizliğimize şimdi
Şeytanlar bile güler..
Enver Paşa'dan bir anekdot ; Erkanı Harbiyede yapılan bir toplantıda generaller Enver Paşa'ya :"kendinizi hiç sakınmıyorsunuz siperlerin üzerinde,askerin en önünde elde kılıç tabanca savaşırken canınızı tehlikeye atıyorsunuz.Size bir şey olursa yerinize kim geçecek,kime güvenirsiniz? diye sorarlar.
Enver Paşa kısa bir cevap verir: "Sadece #TENGRİKutUluğBaşBuğMKATATÜRK'e !..." .
(Falih Rıfkı Atay- Çankaya)
Sadrazam Talat Paşa sorar:
"-Enver, sana bir şey olursa yerine kimi tavsiye edersin?"
Enver Paşa tereddütsüz cevap verir:
#TENGRİkutUluğBaşBuğMKATATÜRK'i"
(Halil Menteşe'nin anıları sayfa:252)
"Türklerin Avrupadaki arazisinin kaybı neticesinde, genç bir subay olan Enver, bu fırsattan istifade ederek, Harbiye Nazırı olarak Osmanlı ordusunun başına geçmiştir. Onun ilk müspet ve büyük işi, ordunu gençleştirmek olmuştur.
Bu suretle ordu genç bilgili kimselerin eline geçince pek çabuk şekli değişmiş ve Boğazlarda İngilizlere karşı durmuş, Galiçya'da Avusturyalılara yardım etmiş, böylece de müttefik ordularına Makedonya ve Romanya'daki işbirliği ile yardımda bulunmuştur. (...)
Şu iddiada bulunabilirim ki, eğer Türk ordusu bu umumi harpte kendi hissesine düşeni yapmasaydı müttefiklerin bugün lehine gibi görünen durumum tamamen aksi olabilirdi.
Fakat can sıkıcı bir durumdur ki, hakikati birçok Türkler dahi bilmezler.." (Prof. Afet İnan, VII Türk Tarih Kongresi)
"Enver Paşa her halde zamanının en kuvvetli adamı idi. Elimizde bunun aksini ispat edecek hiçbir vesika yoktur. Bilakis, kuvvete delalet edecek bir vesika vardır ki o da, Enver Paşa'ya, mevkide iken kimsenin karşı gelmemiş ve ancak o memleketi terk ettikten sonra birtakım insanların başlarını kaldırabilmiş olmasıdır. Böyle bir şahsın kuvvetli olmadığını söylemek lüzumsuz ve manasız bir iddia olmaz mı?" (Enver Ziya Karal, #TENGRİkutUluğBaşBuğMKATATÜRK'ten Düşünceler, s: 223)
"Türkiye Umumi Harbe girmeye mecburdu ve mevcut dünya müvazenesine göre bu giriş şekli de, olandan ve görülenden başka türlü olamazdı. Belki harbe giriş zamanı, belki kuvvetlerin kullanma tarzları, hulâsa bir sürü teferruat tenkit olunabilir. Fakat esasa diyecek yoktur." (Enver Ziya Karal, Atatürk'ten Düşünceler, s: 224)
"Enver, bir alevin etrafında dönen ve en nihayet kendisini o aleve atıp yanan bir pervane gibi Turan ideali etrafında döndü durdu. Sarıkamış'ta, Galiçya'da, Kafkas Dağları'nda, hatta Irak'ta bu Turan idealinin açık tesirleri görülür."
(Kâzım Karabekir Paşa)
”…Ben Enver Paşa’nın dünya Türklerini birleştirme idealinde samimi olduğuna inanırım. Bolşevik ihtilalinden sonra da bu umudu arttı ve taa oralara giderek, bu ideali gerçekleştirmeye çalıştı.”(Sabiha Gökçen anıları/Atatürkle bir ömür )
Enver bir güneş gibi doğmuş, bir gurûb ihtişamıyla batmıştır; arasını tarihe bırakalım.”
#TENGRİkutUluğBaşBuğMKATATÜRK
Makedonya Dağlarında Türk düşmanı Çetelerle gerilla savaşı yapan, Trablusgarb'ın kızgın çöllerinde #TENGRİkutUluğBaşBuğMKATATÜRK'le İtalyanları bozguna uğratan, Kut'ul Amare'de küçük amcası Halil Kut'u görevlendirip Irak'ta İngilizleri bozguna ugratıp 4 general, 481 subay ve 13100 İngiliz askerini esir aldıran, Sarıkamışta Ruslara 40 bin kayıp verdirip haketmediği iftiralara maruz kalan, Çanakkale'de O büyük zaferde 7 Düvveli yenen Türk ordusuna başkumandanlık yapan, kardeşi Nuri Paşayı Kafkas İslam Ordusuna kumandan yapıp Azerbaycan'ı İngiliz, Rus ve Ermeni işgalinden kurtaran, #Türkistan #Türklerini örgütleyip Basmacı harekatı ile Turan Ülküsü uğruna savaş meydanında Şehit olan #TuranOrdusuBaşKumandanı,
Teşkilat-ı Mahsusa kurucusu ve başkomutanı Şehit İsmail Enver Paşa'yı şehadetinin yıl dönümünde saygı ve rahmetle anıyoruz.
Ruhu şad mekanı Cennet olsun
Tanrı Türk'ü korusun...
Belcivan
Feryâdım boğsun dünyânın bütün varlığını,
Ümîdim son ipini de koparıp atsın!
Gazaptan titreyen genç bir yiğidin
Dolmuş sînesine taş gibi.
Dağlarda özgrülük diye gezen bir geyiğin
Mâtemler inmiş kara gözlerine.
Deryâlar, dalgalar titreten bir yiğit,
yediği darbelerin kahrından yıkılıp kalmış
Kurtuluş yıldızı sanki hiçliğe karışmış
Senin son canını da düşmanlar almış.
Marmara boyları, Edirne yolu
Çatalca Ovası, Boğaz Geçidi,
Karpat Dağları, Trablus Çölleri,
Güzel Selânik'in şirin bahçeleri,
Şehitlerin yüzüne damlayan nurlar,
Bizi kan ağlattı bu kara haber.
Berlin sokakları yiğidin birini,
Dopdolu koynuna alıp sardı,
Tiflis'in havaları da bir kurtarıcı yiğidi
Kara kanlara boyayıp toprağa saldı.
Târihin rengini kanlarla karartıp dolduran
En son ümîdimizi de kana boyadı o Belcivan.
Ah nasıl uğursuz zamanlar gelmiş,
Feryâdım dünyânın varlığını boğup öldürsün,
Kapkara bahtına şeytanlar gülsün!
Semerkant -1922 Türkistan Şairi Çulpan'ın Enver Paşa'nın şehâdeti üzerine yazdığı şiir
Turan Ordusu Başkomutanı Enver Paşa'nın Şehid olmadan önceki son sözleri:
"Türkistan için mutlaka savaşmalıyız. Alın yazımızda ne varsa o olacaktır, bundan korkmuyoruz. Böyle köpekler gibi Rus zülmünde yaşamaktansa Atalarımızın yaptığı gibi şerefle öleceğiz. Bizleri takip edenlerin Hürriyet ve mutluluğunun emniyeti bizlerin ölümü göze alabilmemizle mümkün olacaktır."
1922-Belcuvan (Kaynak: O.Caroe,Soviet Empire, The Turks of Central Asia and Stalinisim, London,1967,S.124)
Tarihe İttihatçılar olarak geçen Türk Milliyetçileri emperyalizme karşı verdikleri mücadelede hepsi de ya vuruşarak, ya da kahpe pusularda şehit oldular. Dünyanın hiçbir ülkesinde böylesine önder kadro biçilmedi. Bu bile mücadelenin ne kadar çetin olduğunu gösterir. Öldüler ama asla boyun eğmediler. Vuruşarak öldüler. Türkiye Cumhuriyet'nin kuruluşunun Önsöz'ünü yazdılar.
İşte o şehit kadro: Resneli Niyazi (17 Nisan 1913 günü Arnavutluk'ta vatana dönerken şehit oldu.), Süleyman Askeri Bey (14 Nisan 1915 günü Basra'da İngilizlere karşı savaşırken şehit oldu.), Enver Paşa (4 Ağustos 1922 Tacikistan'da Ruslarla giriştiği çatışmada şehit oldu.), Talat Paşa (15 Mart 1921'de Berlin'de Ermeni kurşunu ile şehit edildi.),Cemal Paşa (22 Temmuz 1922, Tiflis'te Ermeni kurşunuyla şehit edildi.), Sadrazam Said Halim Paşa (6 Aralık 1921, Roma'da Ermeni kurşunuyla şehit edildi.) ve Dr. Bahattin Şakir (17 Nisan 1922 günü Berlin'de arkadaşı Cemal Azmi Bey ile birlikte Ermeni militanlar tarafından şehit edildi.).
Hatasız kul olmaz derler başarıları ve hatalarıyla Şehid olma payesine erişerek Vatan için ölümü bile göze alarak İttihatçılar günahlarıyla sevaplarıyla göçüp gittiler bu Dünyadan...
Her olay kendi koşullarında ve kendi zamanında değerlendirilmesi gerekir. Onlar O büyük yangında ateşten gömleklerini giydiler. Samimi olarak Vatan için mücadele ettiler. Şehit düştüler. Başka türlü olabilirdi belki...
Ama mukadderat Türk'ün yüzüne gülmedi.
Osmanlı Devleti, basiretsiz yönetim yüzünden Büyük Balkan bozgununu yaşamış, Balkanlarda yaşamakta olan 2.5 milyona yakın müslüman Türk katledilmişti. Bulgar Ordusu İstanbul Çatalcaya kadar ulaşmıştı. İstanbul'un düşmesi an meselesiydi. İşte böyle bir süreçte Enver Paşanın liderliğini çektiği Milliyetçi Türk Subayları "Babıali Baskını" ihtilali ile askeri yönetimi devraldı.
Çoğu insan eleştirse de; Talat Paşa ve ittihatçı kadro olmasaydı ve tehcir kararını almasaydı. Anadolunun 7 ilinde bugün kukla Ermeni devletçiği kurulacak. Doğu Anadoluda Erzurum ve sivas kongreleri yapılamayacak. Anadolu Türk yurdu olamayacaktı.
Yine ittihatçı paşalar olmasaydı. Milli mücadeleyi destekleyen ve silahlarını teslim etmeyen 2.Ordu ve Kazımkarabekir olmayacaktı. Milli ordu kurulamayacaktı.
İttihatçı paşalar olmasaydı Anadolunun kıyısına köşesine saklanan silahlar milli mücadele için yeraltında faaliyet yürüten Teşkilatı Mahsusacılar olmayacaktı.Ankaradaki Gazi TBMM binasının İttihat Terakkiye ait bir bina olduğunu unutmayalım.
İttihatçı savaşçı komutanlar olmasaydı;
#TENGRİkutUluğBaşBuğMKATATÜRKTrablusgarp'ta savaşçı bir subay olarak yetişemeyecek askeri sahada dahileşemeyecekti. Çünkü Trablusgarp Milliyetçi Türk subaylarının yetiştiği ve piştiği en büyük gayrinizami harp sahasıydı.
#TENGRİkutUluğBaşBuğMKATATÜRK'ün gerek Balkan cephesi gerekse Filistin ve Suriye cephesindeki uyarıları dikkate alınsaydı. Bu kadar toprak kaybetmeyeceğimiz kesindi. Ancak mukadderat böyle oldu. Öyle sürse idi sonuçta yine Osmanlı için yıkılış ve bozgun kaçınılmaz idi zira Osmanlı devleti sistemsel olarak çökmüş kendisini yenileyememiş zamana yenik düşmüştü.
Sonuçlarına baktığımızda #TENGRİkutUluğBaşBuğMKATATÜRK öncülüğünde Türkiye Cumhuriyeti Devletinin kurulması Türk milleti için en büyük başarı ve zaferidir.
Ama dediğim gibi şehit ittihatçı paşalar��n, teşkilatı mahsusacılarında Vatan için mücadele eden her bir neferinde haklarını da yemeyelim. Hayırla yad edelim hatalarından ders alalım yaptıkları doğruları da sahiplenelim...
#ENVERPAŞA, #TEŞKİLAT-I #MAHSUSA VE BAKÜ'NÜN KURTULUŞU:
“Bu mücadele öyle bugün yarın değil, belki beş, on ve hatta elli sene sonra neticesini verecektir. Bundan dolayı da buna hayal diyenler bulunuyor. Fakat biz bu işe biz görelim diye sarılmıyoruz.”
İsmail Enver
Trablusgarp Milliyetçi Türk Subaylarının (Enver Paşanın kurduğu Teşkilatı Mahsusa fedailerinin) gayrinizami harbi tatbik ettikleri ve kendilerini pişirdikleri bir savaş sahasıydı. Bu eğitim alanı Atatürk'ün yetişmesinde, kuvayı milliye denilen işgal kuvvetlerine karşı gerçekleşen Türk direniş hareketinin (Gerilla ve Çete savaşının) örgütlenmesinde büyük etkisi olmuştur. Azerbeycan'ın kuruluşunu sağlayan, Çanakkale,Kut'ul Amare,Kurtuluş savaşı zaferlerini kazanan kahramanlarının çoğu bu sahalarda yetişen Milliyetçi Türk Subayları (Teşkilatı Mahsusa fedaileri) idi.
Enver Paşa bu günkü Milli İstihbarat Teşkilatının kökeni olan Teşkilat-ı Mahsusa'nın yani Osmanlının parçalanmasını ve işgalini engellemek için Kafkaslardan Afrikaya, Ortadoğudan Balkanlara ve Anadoluya değin büyük bir coğrafyada yedi Düvel düşman unsurları ile en büyük ve çetin mücadeleyi yürüten Teşkilât-ı Mahsusa (işgale karşı Türk direniş savaşı ve istihbarat) örgütünün hem kurucusu hem de Başkumandanıdır. Bunu Enver Paşa'nın Bakü'nün Rus,Ermeni ve İngiliz İşgalinden kurtulması için 4.Kolordu Komutanlığına göndermiş olduğu Nuri Paşa'nın Teşkilatı Mahsusa görevlendirme emrinden bile anlamak mümkündür:
"Dördüncü kolordu komutanlığına,
Kafkasya İslam Ordusu Kumandanı Nuri Paşa Kafkasya'da ki İslam anasırından Teşkilat-ı Mahsusa-i Askeriye yapmak vazifesiyle ve kendi emrinde iki üç fıkra teşkiline kafi zabitan kadrosu verilerek gönderilmiştir. Ahval müsait olursa Bakü'ye girecek ve oradaki Teşkilat-ı Mahsusayı idare edecektir. Ordu-yı Osmaniye'de rütbesi kaymakam olup, oradaki vaziyeti hususiyeti nazarı dikkate alınarak Fahri Ferik rütbesi verilmiş ve kendisi senelerden beri bu rütbe ile Trablus Kumandanlığını ifa etmiştir.Dördüncü Kolordunun harekat-ı askeriyesi müşarünileyhi vazifesi itibariyle fevkalade alakadar edeceği cihetiyle, yapılan ve yapılacak olan harekat hakkında kendisinin daimi surette haberdar edilmesi ve daimi ve emin bir muharebe temini esbabının bilmuhabir isteğini mütemennan.
Başkumandan Vekili Enver (Genelkurmay ATASE arşivi, BDH Kol.K.51,D.243A,F.005-01)
Nitekim Enver Paşa'nın görevlendirdiği Nuri Paşa Teşkilatı Mahsusa görevlisi olarak bölgedeki Azrebeycan Türklerinden müteşekkil Türk silahlı milis direniş örgütlenmesini kurmuş, yapılan iç ve dış silahlı harekat neticesi Nuri Paşa Kafkas İslam Ordusu Komutanı olarak Bakü'yü İngiliz, Rus ve Ermeni işgalinden kurtarmıştır. Enver Paşa bu kurtuluş sevincini şu telgrafla bildirmektedir:
"....Büyük Turan İmparatorluğunun Hazer Kenarındaki zengin bir konak yeri olan Bakü şehrinin zaptı haberini en büyük meserretle (sevinçle) karşılarım. Türk ve İslam tarihi sizin bu hizmetinizi unutmayacaktır. Gazilerimizin gözlerinden öper, Şehitlerimize Fatiha'lar ithaf (hediye) ederim.
(Kafkas İslam Ordusu Komutanı Nuri Paşa(Killigil)/Ötüken yayınları sayfa:234)
ÇANAKKALE SAVAŞININ UNUTULAN KAHRAMANI: ENVER PAŞA
Osmanlı Devleti, basiretsiz yönetim yüzünden Büyük Balkan bozgununu yaşamış, Balkanlarda yaşamakta olan 2.5 milyona yakın müslüman Türk katledilmişti. Bulgar Ordusu İstanbul Çatalcaya kadar ulaşmıştı. İstanbul'un düşmesi an meselesiydi. İşte böyle bir süreçte Enver Paşanın liderliğini çektiği Milliyetçi Türk Subayları "Babıali Baskını" ihtilali ile askeri yönetimi devraldı.
Harbiye Nazırı Başkumandan Vekili olan Enver Paşa kısa sürede Edirneyi düşman işgalinden kurtardı. Ordunun kritik noktalarına savaşçı milliyetçi Türk subaylarını yerleştirdi. Kısa sürede Türk Ordusunu büyük işgal orduları ile muharebe sahasında savaşabilecek bir konuma getirdi.İngiliz donanmasının Çanakkaleyi geçmesini ve İstanbulu işgalini önlemek için Enver Paşa, Çanakkale’nin kara savunma kuvvetini iki tümenden dört tümene çıkardı.
Deniz savaşını kaybeden müttefik donanması diğer müttefikleri Rusya’nın da iyice daralması ve kendilerini sıkıştırmaya başlaması neticesinde kara harekâtı ile hedefe ulaşmayı düşündü. Bu harekât için İngiliz ve Fransızlar Limni ve İmroz adalarına asker taşımaya başladılar. Bu durum karşısında Enver Paşa ise, Yanya müdafii olarak tanınan Esat Paşa komutasındaki III. Kolordu’yu güçlendirerek 5.Ordu şekline dönüştürüp başına Alman Islah Heyeti başkanı Liman Von Sanders’i mareşal rütbesiyle getirdi. Seddülbahir, güney grubu kuvvetlerinin komutanlığına Vehip Paşa, Arıburun, kuzey grup kuvvetlerinin komutanlığına da kardeşi Esat Paşa'yı getirdi.
Enver Paşa, Çanakkale’de sonuna kadar direnişin devam edeceğini ve sonunda zaferin geleceğine emindi.
27 Nisan sabahı düşman, bir İngiliz tümeni solda ve bir Fransız tugayı sağda olmak üzere, Kirte Tepe’yi ele geçirmek için yürüdü ve ağır kayıplar verdi. Ama, Teke Burnu tarafından ilerleyerek Hisarlık-Zığındere önlerine kadar geldiler. Ünlü Yahya Çavuş siperleri işte buradadır. Bu vuruşmalar, Birinci Kirte Köyü Savaşı olarak isimlendirilir. Üç taraflı donanma ateşi altında kesin sonucu alamayan askerlerimize Enver Paşa, gece taarruzu emrederek ve buradaki asker sayısını artırdı. Büyük gece hücumu 1-2 Mayıs gecesi yapıldı fakat yine beklenen sonuç alınamadı. Durum çok kritikti bir direnç ve irade savaşı yaşanmaktaydı. İki taraf da büyük kayıplar vermektedir. Bazı komutanlar Alçı Tepe’ye kadar çekilmeyi önerirlerse de III. Kolordu Komutanı Esat Paşa ve Enver Paşa, ne olursa olsun sonuna kadar direnme emri verdiler.
6 Mayıs’ta yapılan İkinci Kirte Köyü Savaşından iki gün sonra Osmanlı Orduları Başkomutan Vekili Enver Paşa cepheye geldi Arıburun ve Seddülbahir cephelerini gezerek teftiş ve kontrolde bulundu. Birliklerin kontrolü sonrası Enver Paşa Arıburun’da saldırıya karar verdi ve 5. Ordu Komutanına emrini bildirdi. Enver Paşa Çanakkale’de karar mekanizması olduğunu bu hamlesi ile birlikte bir kez daha göstermektedir. Karar mekanizması olduğunu saldırı emirleri harici terfiiler sırasında da rahatlıkla görebilmekteyiz.
Anafartalar ve Conkbayırda İngilizlerin işgal hayalini suya düşüren ve büyük bir direniş göstererek Çanakkale geçilmez diyen büyük kahraman yarbay #TENGRİkutUluğBaşBuğMKATATÜRK’in Harbiye Nazırlığı kararı ile miralaylığa (Albaylığa) terfii sonrası Başkumandan Vekili Enver Paşa tarafından tebrik telgrafı almıştır:
‘’On dokuzuncu Fırka Kumandanı Miralay Mustafa Kemal Beye,
Rütbe-i cedidenizi (yeni rütbenizi) tebrik ederim. Bu terfi, görmekte olduğunuz büyük ve fedakârane hizmetlerinize mukabil bir mükâfat değil, ancak, memlekete daha mühim ve ordumuza daha kıymettar hidemat(hizmetler) ifa edebilecek mevakii ihraz (elde etmek) için, geçilmesi lazım bir kademedir.
İnşallah yakında bu gibi merâtibi (mertebe) de ihraza muvaffak ve muvaffakiyât-ı âliyeye mahzar olursunuz. Başkumandanvekili ve Harbiye Nazırı Enver’’
Enver Paşa'nın Almanların kuklası olmadığı, her istediklerini yapmadığı Türk milli menfaatlerini daima gözettiği Enver Paşanın emirlerinden bile anlaşılacaktır:
"Afrika Gurupları Kumandanlığı mıntıkasına bir Alman neferinin dahi girmesi minküllivücuh (her cihetle) gayri caizdir(Hiçbir suretle izin verilmeyecektir.)
Harbiye Nazırı Enver (İhsan Aksoley " Afrika Hatıraları ve Hayat Tarih Mecmuası 1970 8.Sayı 72.Sayfa
"Şark Orduları Grubu Komutanı Halil Paşa Hazretlerine Gayet acele ve zata mahsustur. 23 Eylül 1918
" Baküye gönderilmek istenilen Alman taburu hakkında Nuri merkezi hükümetten emir ve müsade almadıkça buna muvafakat edemeyeceğini, General von Kress'e bildirsin. Eğer bunu dinlemeyerek zorla kuvvet göndermeye teşebbüs ederlerse bu halde demiryolu köprüsünün attırılması ve her halde geçmelerine mani olunması muvaffıktır.
-N.441-Enver
EZİLEN DOĞU HALKLARI VE DÜNYA TÜRKLERİ
TÜRK BAYRAĞI ALTINDA BİRLEŞİN...
Turan Ordusu Baş Kumandanı İsmail Enver Paşa (MAYIS 1922/Semerkand-Türkistan Türk Müstakil İslam Cumhuriyeti Devleti Meclis açılış konuşmasından...)
BASMACI HAREKATI VE YİĞİT ENVER...
Türk Dünyasının önemli bağımsızlık hareketlerinden biriside; asrın evvellerinde Orta Asya da (Türkistan) ve Kırımda başlayıp Çar Rusyasına ve Sovyet Rusyasına karşı gerçekleşen ve yaklaşık otuz yıl devam eden Basmacı Hareketidir.
... Çar Rusyasının son döneminde özellikle Türkmenistan, Başkurdistan ve Kırım bölgelerinde küçük çaplı ayaklanmalar ve saldırılar şeklinde başlayan Basmacı Hareketi zamanla gücünü ve etkisini büyütmüş, Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği zamanındada daha güçlü, kapsamlı ve organize bir hareket halini almıştır.
Çar Rusyasının 1917 Bolşevik İhtilalıyla yıkılıp yerine Komünist Sovyet Rejiminin gelmesiyle Basmacı Hareketi yeni rejime karşıda duruşunu açıkça belirtmiş ve mücadelesinin dozunu daha da arttırmıştır. Rusların “Basmaçestvo”, Başkurtların “Ayyar”, Türkmenlerin ise “Basmacı” adını verdikleri hareket, Bolşeviklerin katı, acımasız ve yayılmacı rejimleri karşısında tesir ve örgütlenme alanlarını daha da genişleterek Kırımın, Türkmenistan’��n ve Başkurdistan’ın dışına taşıp tüm Türkistan’a yayılmıştır.
Özbekistan’ın Fergana bölgesinde Basmacı Hareketi liderlerinden Mehmet Emin Bey tarafından 1917 de kurulan “Fergana Hükümeti” Kızıl Ordu tarafından gerçekleştirilen kanlı çarpışmaların ve kıyımların neticesinde 1920 yılında yıkılmıştır.
Yine Özbekistan’ın Hokand bölgesinde Basmacı Hareketi liderlerinden Korbaşı Ergaş tarafından 1918 de kurulan “Hokand Milli Hükümeti” de Kızıl Ordu tarafından 1920 yılında yıkılmıştır. Üç gün süren savaş sırasında 10 binden fazla Türk vahşice katledilmiştir. Kısa ömürlüde olsa bağımsız Türk Hükümetlerinin yıkılması ve akan kanlar Basmacı Hareketinin hızını ve örgütlenmesini durduramamıştır.
Sovyet Hükümetinin ve Kızıl Ordunun bütün baskılarına ve kıyımlarına rağmen yılmayan Orta Asya Türkleri inat ve azimle mücadelelerine devam edip 3 MAYIS 1920 de Basmacı Hareketi liderlerinden Şir Muhammed Bey önderliğinde “Türkistan Hükümeti” ni kurdular. Kısa bir müddet ayakta kalabilen bağımsız “Türkistan Hükümeti” de kanlı savaşlar sonunda Kızıl Ordu tarafından 1921 yılının evvellerinde yıkılmıştır.Enver Paşanın arkadaşlarıyla 8 KASIM 1921 de Kafkaslardan Türkistan’a gelip Basmacı Hareketinin başına geçmesiyle bağımsızlık mücadelesi yeniden derlenip toparlanarak şiddetlenmiş ve ivme kazanmıştır. Önceleri birbirlerinden bağımsız halde mücadele eden Basmacı Hareketi liderleri Enver Paşa tarafından bir araya getirilmiş ve mücadele yerel bağımsızlık anlayışından çıkarılarak bütün Türklerin ve bütün Türkistan’ın bağımsızlığı mücadelesine dönüştürülmüştür. Enver Paşa öteden beri savunduğu “TURAN” idealini gerçekleştirip Orta Asya’da bütün Türklerin tek bayrak ve devlet çatısı altında birleştirileceği büyük devleti kurmak için mücadeleye başlamıştır.
Enver Paşanın liderliğinde yeniden teşkilatlanan Basmacı Hareketi bütün imkânsızlıklara, yokluklara ve zorluklara rağmen Türkistan’ın birçok yerinde Kızıl Orduya karşı önemli başarılar elde etmiş ve 19 NİSAN 1922 de Rusları barış istemeye mecbur etmiştir. Rusların barış isteklerini “ mücadelemiz, Türkistan topraklarında bir tek Rus askeri kalmayıncaya kadar devam edecek” diyerek reddeden Enver Paşa aynı zamanda da bütün Türkleri tek Bayrak, tek Devlet çatısı altında birleştirmek ideali doğrultusunda ilerleyerek MAYIS 1922 de Semerkand şehrinde “ Türkistan Türk Müstakil İslam Cumhuriyeti” ni kurmuştur.
Türkistan Türk Müstakil İslam Cumhuriyetinin kuruluşu; Hun İmparatorluğundan ve Göktürk İmparatorluğundan sonra Türk Birliğinin kurulması için atılan ilk reel adım olması hasebiyle çok büyük önem arz etmektedir.
Türkistan’ı tamamen ele geçirmek için her yola başvuran Sovyetler Birliği; durumun kötüye gittiğini görünce; Türkistan’ı tamamen kaybetme korkusuyla tüm askeri güçlerini birleştirerek büyük bir saldırı başlatmış ve uzun çarpışmaların ardından, büyük kayıplar vermek pahasına 4 AĞUSTOS 1922 de Belcivan bölgesinde Enver Paşayı ve birliklerini kuşatma altına almıştır. Sayısal olarak kat kat üstün olan Kızıl Ordu birliklerine karşı geri adım atmadan kahramanca savaşan Enver Paşa ve birliğindeki askerlerin çoğusu şehit düşmüştür.
Belcivan yenilgisinin sonunda Kızıl Ordunun Semerkand’ı ele geçirmesiyle; Türk Birliği idealinde çok önemli bir nokta olan ve “Turan Devleti”nin başlangıcı sayabileceğimiz “ Türkistan Türk Müstakil İslam Cumhuriyeti” yıkılmıştır.
Enver Paşanın şehadetinden sonra büyük darbe alan Basmacı Hareketi kısa bir duraklamadan sonra tekrar toparlanarak mücadelesine devam etmiştir. Kurulduğu günden itibaren dış dünyadan herhangi bir yardım ve destek almadan, kendi kısıtlı imkânlarıyla yıllarca mücadele eden Basmacı Hareketi uzun süren ağır çarpışmalar sonunda önemli liderlerinin şehit düşmesi, zayiatların çoğalması, cephane sıkıntısı ve yokluklar neticesinde dağılma noktasına gelmiş ve 1935 yılında tamamen bitmiştir.
Basmacı Hareketinin bitişiyle Türkistan’ı tamamen işgal eden Kızıl Ordu hâkimiyetini sağlamlaştırmak, mevcut Türk Birliğini dağıtmak ve ileride çıkabilecek isyan ihtimallerini ortadan kaldırmak için eli silah tutan onbinlerce Türkü katletmiş, onbinlercesini çalışma kamplarına kapatmış ve yüz binlercesini de sürgüne göndermiştir.
#FulinASTKHCLulinPiyi.
2 notes
·
View notes
Text
Paragrafın başında hafiften dalga geçilen kesimdeyim sanırım. Askerlik anısı anlattığıma göre.... babacan komutanlar filan..
---
Kitabı bitirim, bu kitabı daha çok sevdim çünkü konu askerlikle ilgili.
Kendi anılarımı da işe katarak kitap hakkında değerlendirme yapsam bir kitapta benim yazmam gerekir. O kadar ��ok konu var ki.
---
Yazarın anlattığı olaylara itiraz etmiyorum askerlik bazen kitapta anlattığı gibi bir şey ama geniş bir çerçeveden bakmıyor. Aynı yerde aynı insanlarla askerlik etse bile oraya çavuş olarak gitse yada mesela asteğmen olarak gitse... bambaşka ve askerlikle ilgili bir sürü olumlu anıları olurdu. Cehennem zebanisi gibi anlattığı Bekir Başçavuşun komutanı olarakta orda bulunabilirdi.
Minik rütbe ve kişilik farkları her şeyi bambaşka yapabilir.
---
Kızdığım bir gün içlerinde başçavuş dahil bir gurup askeri küfürler eşliğinde ite kaka mekanımdan attım. Aşağı indikten sonra başçavuşta kendi şovunu yaptı.
"Çavuş sen böyle sert ol, ben mektep çocuğuda olurum. Bak en düzgün sırayı biz yaptık" diye sanki ilkokul talabesi gibi kolunu öne doğru uzatıp askerleriyle hiza belirliyordu.
Askerliğim bitince sivilde söz nerden dolaşıp geldiyse bu adama geldi konu. Benden iki yıl önce onunla askerlik yapmış bir arkadaşım sözlerime inanamadı.
" O adamı ne biçim çarpardı hüseyin. Kimse gözüne görünmek bile istemezdi. Birini eline alsın ağız burun kırmadan bırakmazdı"
"Aynı adamdan mı bahsediyoruz? Şeker gibi adamdan canavar ürettin" dedim.
Tabii ki aynı adamdan bahsediyorduk ama ona canavar gelen bana şeker gibi tontiş bir adamdı.
Adam aynı adam olduğuna göre asıl fark o arkadaşla benim aramdaydı. Bakış açılarımız farklıydı. Bir ihtimal ama küçük ihtimal de şu olabilir. O başçavuş yine birini linç etmiş sonra başına belalar gelmiş, güçlü birinin intikamına muhatap olarak ders almıştır. Bu da olası ama bana hiç intikam alınmış bir adam gibi görünmedi.
Daha en başta bir asker askeri birliğin kapısından giripte "cehenneme düştüm" derse orası eninde sonunda ona cehennem görünür.
---
Hakan Günday'ın çizdiği olumsuz tabloya itiraz etmiyorum. Konuları ilgi çeksin diye tarihsel sırasından çıkarıp karıştırıyor ama genel hatlarıyla çizdiği tablo yaşandı.
Öyleyse ben askerliği nasıl sevdim?
Herkesten farklı bir deli miyim?
Bu soruları ilk kez düşündüm. Kitap sayesinde düşündüm.
Kabaca on bin civarında askerin bölüklerini bilirim ve onların gündelik hayatlarına dair bir fikrim vardır. Cehennem sayacağım bölük bir taneydi. Oraya düşmüş olsam askerliğim her şekilde çabuk biterdi. Ya ölerek ya cezaevine düşerek ya başka bir ile sürülerek vs... bir şekilde biterdi. Oranın tahmninimce kabaca elli atmış abartalım hadi yüz askeri vardır. Komutanları bir binbaşıydı. Geri kalan 9900 asker sıradan yerlerde normal koşullarda askerlik ediyordu. 100 kişiye bakarak on bin askerin hepsi aynı o zor şartlarda yaşıyor denilemez.
---
Ben askerliği şundan sevdim: sivilde hiç bir şeyim. Aslında sivillerin çoğu hiç bir şeydir ama bunu fark etmeleri zor. Ben fark ediyordum. Sivilde hiç bir şeyim ama askerde kendim bir gücüm. Sokakta Erzincan benim diye dolaşıyorum.
Şimdi oturup asker sivil protokol karşılıklarına bakmayacağım ama binbaşılarla albayla tartışıp en sonunda benim dediğim oluyorsa ben kendimi o şehrin fatihi gibi hissederim en doğal biçimde.
Bu neye benzer?
Bu gün vali, emniyet müdürü ve o ilin jandarma komutanıyla bir toplantı yapsam, toplantı sonunda benim dediklerimin olmasına benzer bir durum.
Bir sivil olarak bu mümkün mü bu gün?
Muhtemelen valinin emniyet müdürünün yüzünü bile göremem. Görürsem de kaç gün, kaç zaman beklemek gerekir o da belirsiz.
Ben kendimi yine hiç bir şey sayıyorum çünkü yine sivilim.
----
Çocukken ailemin de yönlendirmesiyle doktor olmak istiyordum. Olacaktım da ama politik ortamlara karışınca bana ait olmayan doktorluk hayalini kolayca rafa kaldırdım. Bu kaldırış beni zaman zaman pişman etmiştir. Ama bu yaşta biliyorum ki, doktorluk da benim için yanlış meslek olacaktı.
Askerde yürüyüş sloganlarımızdan biriydi " Her... Türk..... Asker... Doğar...."
Her Türk'ün asker doğmadığı ortada zaten. O boş bir slogandan ibaret ama ben kişisel eğilimlerimle asker olmak için doğmuştum.
Askerlikte tabii romantik hayallerle süslü bir meslek değil. Yaptığım askerliği yapmaya devam etsem, başka bazı "gerçek askerlerin" başına geldiği gibi beni de şimdiye kadar öldürmüş olurlardı muhtemelen. Olsun, belki daha kısa ama çok daha etkili, çok daha anlamlı bir hayat olurdu o.
0 notes
Text
Bir Askerin Anıları 14...Doğu Bölgesinde Görev
Bir Askerin Anıları 14…Doğu Bölgesinde Görev
BİTLİS ASKERLİK ŞUBESİ BAŞKANI Şeyh Sait isyanı başladı. Bulunduğumuz ev eski büyük konakların bir kısmı idi. İki oda bir aralıktı. Ev sahibi mübaşir Sabri Efendiydi. Askerlik Şubesi binası büyük bir Ermeni evi idi. Dairede o bina içindeydi. Kurubulak mevkii idi. Havası suyu güzel bir memleket burası.10 Mart 1925 Salı günü Berat Kandili gecesi idi. 26 Mart Perşembe Ramazanın ilk günüdür. Cumana…
View On WordPress
#Adilcevaz#Ahlat#alay#Ağrı dağı#Bir Askerin Anıları#Bitlis#Divanı Harp Reisi#Doğubayazıt#Doğubeyazıt#Erciş#Güroymak#Hizan#Kazım Karabekir#Koptagel Osman Paşa#Mareşal Fevzi ÇAkmak#Murat nehri#Mutki#Muş#Nazik Gölü#Nüfus sayımı#Nemrut dağı#piyade ateşi#Sabih Nur Aytimur#Süphan Dağı#tabur#Tatvan#Tendürük Dağı#Tendürek Dağı#Tugay#VAn
0 notes
Text
Yaralar
Annem şöyle derdi; eğer birinin seni can kulağıyla dinlemesini istiyorsan, ona bildiğin acıklı bir şeyi anlat. Çünkü karşısında eksilebilen biri olduğunu gören insanda yalnızca merhamet ortaya çıkar. Öğüdünü dinleyeceğim.
9 yaşındaydım. Heybeliada’da yaşıyorduk. Ada insanı su gibi olur, saklayamaz içindekini. Okul çıkışında çocuğunu beklerken dedikodu yapan kadınlar da, kahvede kâğıt oynarken birbiriyle küfrederek şakalaşan erkekler de hep heyecanlıdır. Koca adada sadece faytoncular sakindir. Hayrettin Amca da faytoncuların en sakiniydi. Bazen, annem okul çıkışında beni almaya gelmezdi. El kadar ada, kaybolacak değildim ya. Adayı çevreleyen yolun kenarında, boyumun yarısı kadar sırt çantamla yürürdüm o zaman eve doğru. Şanslıysam Hayrettin Amca yolda beni görür, faytonun şoför koltuğuna alır, “bugün ne öğrendin” diye sorardı. Verdiğim cevaplara göre bazen yüzüme bakıp “yapma ya, öyle miymiş” der, o gün öğrendiklerimi tekrar ede ede evimizin bulunduğu sokağın başına kadar getirirdi beni. Çocuk aklı, Hayrettin Amca’nın anlattıklarımı bilmediğini sanırdım yüzündeki şaşkınlıktan. Mevsimleri anlattığımda “bak bunu öğrendiğim iyi oldu, peki aylar, günler nasıl oluyor” der, bu sefer onu anlatınca dakikaları, saatleri sorardı. Hep aynı şaşırmış ifadeyle dinlerdi beni. Atı Fındık haricinde kimsesi yoktu. Adanın tepesindeki bir göz tahta odada yaşardı Fındık’la beraber. Eğer o gün adaya çok insan geldiyse ve hasılat iyiyse Fındık’a elma ve havuç alırdı. Bazen, okulda öğrendiklerimi en iyi arkadaşım Hayrettin Amca’ya anlatabilmek için annem çıkışta beni almaya gelmesin diye dua ederdim. Yine annemin beni okuldan almaya gelmediği bir gün, ardıma baka baka yolda yürürken az ilerideki kalabalığı gördüm. Yaklaştıkça etraftaki insanlardan vah vah, yazık, eyvah seslerini duyuyordum. Kalabalığı yararak olay yerine vardım. Hayrettin Amca elinde sigarasıyla yere çökmüş, önce yerde can çekişen Fındık’a bakıyor, sonra etrafta onu ayıplayan insanlara. Sol elini arada bir alnına götürüyor, gözlerine düşen saçını arkaya atıyor, sonra tekrar kafasını önüne eğiyordu. Kalabalıktan “bu kadar çalıştırılır mı kardeşim fukara hayvan”, “bak yorgunluktan öldürdü hayvancağızı”, “günah günah, gözünüz doysun”, “günde 15 saat atı faytona koşarsan olacağı bu” lafları her seferinde bir önceki cümlenin söylenmesinin cesaretiyle daha gür sesle çıkıyor, gözler Hayrettin Amca’da birleşiyordu. Hayrettin Amca sigarayı sigarayla yakıyor, kalabalıkla göz göze gelmemek için yerde titreyerek can çekişen Fındık’a bile bakamıyor, kafası önünde bekliyordu. Can dostu Fındık son kez titreyip öldüğünde Hayrettin Amca ayağa kalktı. Ağlamıyordu ama yaşlı gözlerinden yansıyan parlak gün ışığını görebiliyordum. Etrafına bakındı. Beni gördü. Yüzümü önüme eğdim, bakamadım. Kalabalıktan “polisi arayın”, “böyle rezillik olmaz”, “yazıklar olsun” cümleleri döküldü. Hayrettin Amca, Fındık’a doğru bir adım attı, vazgeçti. Tepedeki tek göz odasına doğru yürümeye başladı. Birkaç hafta sonra annemle yolda yürürken Hayrettin Amca’nın sahildeki kahveye girdiğini gördüm. O girince herkes sustu. Kafalar çevrildi. Hayrettin Amca da kalmadı zaten, çıktı, odasına döndü. 2 ay sonra tek göz odasında kendini astığını öğrendik. Fındık tek geçim kaynağıymış. Yeni bir at alacak parası olmadığından, o ölünce aç kalm��ş. Birkaç kez yardım istemek için kahveye gitmiş ama insanlar yüzlerini çevirince söyleyememiş kimseye. Gaddarlığın kalabalıklaştıkça artmasını ilk o zaman gördüm.
Adım Galip Öztürk. Askerim. Bugün doktorumu öldürdüm. Kamuflajımın yanındaki kasaturamı usulca göğsüne soktum. Hızlı bir ölüm oldu, istediğim gibi. Ses çıkarmasın diye ağzını sol elimle kapadım. Son nefesini verirken gözlerinin içine baktım. Şaşkındı. Bıçağımla ölüme kavuşan diğerleri gibi. Suçluyum. Belki de yaşamayı hak etmiyorum. Buna siz karar verin. Sadece şunu unutmayın, dönüştüğüm şeyin sorumlusu yalnızca ben değilim.
Bırakın her şeyi en başından anlatayım. Bunun haricinde yapabilecek bir şeyim yok zaten. Beni almaya gelecekler, biliyorum. Çok fazla vaktim yok. Ama şunu unutmayın; bir zamanlar deniz kenarında ufka dalarak hayaller kurmuş biri anlatıyor her şeyi. Kızını ilk kez kucağına aldığında ne yapacağını bilemeyip heyecandan ağlayan bir baba, güzel bir çiçek görünce eğilip koklayan ve kokusuyla geçmişin pastel renklerinde, gerçek mi hayal mi belli olmayan anılar arasında yolculuğa çıkan bir adam anlatıcınız. Yolda yürürken bir anda durup, gökyüzündeki bulutları bildiği, tanıdığı şeylere benzetmeye çalışırken ne kadardır orada dikildiğini unutan biri. Ona ne hüküm verirseniz kabul edecek. Boynu kıldan ince, farkında. Tek istediği hakikatin engebeli yollarında ona önyargısız bir şekilde eşlik etmeniz.
2024. Deneysel bir proje için askeri okuldan 7 kişi seçildi. Biri bendim. Sonraki gün başkentte olmam söylendi, apar topar hazırlanıp yola çıktım. Merkezde, proje hakkında bize bir brifing verildi. Üst düzey komutanlar, anatomi uzmanları, stratejistler, bakanlık müsteşarları, istihbarat subayları, AKOMA yöneticileri, akademisyenler… Orduyla ilgili en önemli insanlar oradaydı. Biz 7 kişi, seçilmiş olanlar, o an kendimizi asırlar sonra dirilen birer Mesih gibi hissediyorduk. Ordu komutanları bizimle şakalaşıyor, üst düzey bürokratlar proje sonrası emekliliğimizde bizlere sağlayacakları imkanların muhteşemliğini anlatıyordu. Anatomi uzmanları ve akademisyenler, projenin kanıtlanabilmiş ya da gözlemlenebilmiş herhangi bir zararı olmadığını, bilakis, yapılacak geliştirmelerin proje sonrasında da bedenen ve zihnen büyük yararını göreceğimize dair bizi cesaretlendiriyordu.
Proje, fizyolojik ve psikolojik donanımda mutlak bir geliştirme yaratmayı amaçlıyordu. Buna göre, askerin zihinsel yetkinliğini tam kapasiteyle kullanmak için anıları siliniyor ve bilinçaltı öğrenme metodu dedikleri bir yöntemle hayatta kalma ve saldırı içgüdüleri tetiklenerek artırılıyordu. Bunun için ses örüntüleri kullanılıyordu. Farklı türde silah sesleri, patlama, çığlık, hışırtı, kara ve hava araçlarının sesleri, tehdit unsuru kabul edilen halkların dilleri, lehçeleri… Her biri farklı bir teyakkuz durumuna geçiriyordu bizi. Zihnimiz, seslerle tetiklenerek o duruma en uygun stratejide hareket etmeye programlıyordu bedenimizi. Bizi 3 yıl için birer ölüm makinesine dönüştürmek istiyorlardı. Bu proje için bir nevi kobaydık. Zira daha önce hayvanlar üzerinde yapılan deneyler mükemmel sonuçlanmıştı. Fakat insanlar üzerinde ilk kez deneniyordu.
3 yıl için geliştirmeyi kabul ettiğimiz takdirde emekli olacaktık. Sonrasında silinen anılarımıza tekrar kavuşacak ve 3 yıl boyunca gerçekleşenleri ancak birer silik hatıra kadar hatırlayacaktık. Yüklü bir ikramiye ve maaş alacaktık. Dilersek savunma bakanlığı bünyesinde danışman olarak çalışabilecektik. O gece geç vakitte eve döndüm. Karıma projeyi anlattım. Elimizdeki fırsatın önemli olduğundan ve 3 yıl sonra emekli olabileceğimden bahsettim. İstemedi. Ya sana bir şey olursa dedi. Bir askerdim, projeye katılsam da katılmasam da bu risk her zaman vardı. 3 yıl. Sadece 3 yıl. Ve sonrasında bir sahil kasabasında balık tutarak bir daha çalışmak zorunda kalmadan hayatımızı geçirebilirdik. 3 yıl bunun için gözden çıkarılabilecek bir zamandı. 4 saat konuştuk. Ağlamaktan kızarmış gözlerinde sonsuz bir merhamet, korku ve sevgiyle bana bakıyordu. Onu ikna ettim. Sabah bakanlığı arayıp projeye katılmayı kabul ettiğimi söyledim. 7 gün verdiler. Kendimi hazırladım. Zihnim temizdi. Sakindim. Ailemle, kızımla zaman geçirdim. Ve 7 gün sonra proje koordinatörlüğüne katıldım.
Geliştirme çalışmaları yaklaşık 1 ay sürdü. Önce kısmi yüklemeler yapıldı. Tepkilerimiz ölçülerek, kademeli olarak ilerliyorlardı. Anılarımız yavaş yavaş silik birer fotoğraf karesine dönüşürken tepkilerimiz gelişiyordu. Yemekhanenin en ucundaki masadan düşen bir çatalı daha yere düşmeden fark edebiliyorduk. Bir odaya girdiğimizde odada kaç kişi olduğunu, hangilerinin tehdit oluşturabileceğini, olası bir sorunda önce hangi kişiden saldırıya başlamamız gerektiğini işliyordu sürekli beynimiz. Makineleşiyorduk, farkındaydık.
1 ay sonra görev yerlerimize tayin edildik. Doğuda, ayrılıkçı halkın olduğu bir ilde, kolorduda kalıyordum. Tedirgindim. Sürekli tedirgindim. Bunu bekliyordum gerçi ama bu kadar düzenli olacağını düşünmemiştim. Uyumuyordum neredeyse. Herkesi birer tehdit olarak görüyordum. Görevlerim merkezden kolorduya geliyordu. Özerk bir askerdim. Çoğunlukla bana atadıkları ufak bir birlikle çalışıyordum. Aylarca dağlarda kalıyordum. Düşmanlarımı avlıyordum. Kafam buna çalışıyordu sadece, ben de en iyi bildiğim şeyi yapıyordum. Onlarcasını öldürdüm. Bıçağımı kullanmayı seviyordum. Kim olduğumu artık bilmiyordum. Beni ben yapan şey bıçağın kenarından usulca akan sıcak kana dönüşmüştü. Çoğunlukla bir hayvan gibi düşünüyordum, yaşıyordum. Görevim olmadığı zamanlarda bile dağda zaman geçirmeye başladım. Tuzaklar kurdum. Gözlerinin içine bakarak hayatları söndürdüm. Kendimi kaybediyordum. Proje merkezinden beni dağdan almaları için kolorduya emir gitmişti. Sanırım bendeki tepkiler diğer 6 kişide de gerçekleşmişti. Korkuyorlardı. Karşı durmadım. 2 ay dağa çıkmadan kolorduda kaldım. Diğer askerlerle konuşuyorduk. Sanırım beni rahatlatmaları için yine merkezden emir gelmişti. Neredeyse hiç görev gelmiyordu. Sakindim. Biraz rahatlamıştım.
1 yıl geçmişti. Doktorumla rutin görüşme için 2. kez merkeze gittim. Rahatlamıştım fakat içimde avlanmayı bekleyen kurdun kırmızı gözleri karanlık bir kuyudan sürekli bana bakıyordu, haydi dememi bekliyordu, biliyordum. Bıçağımdan akacak kanla dinecek bir açlıktı bu. Doktoruma anlattım. Bunun normal olduğunu, diğer askerlerde de benzer sorunlar gözlediğini söyledi. Cebimde bir paket sakinleştirici ve içimde avlanma arzusuyla yanıp tutuşan bir kurdun gölgesiyle kolorduya döndüm. Birkaç ay daha sakince geçti.
Kendimi bir sabah dağda kurduğum tuzakların arasında buldum. Gece kimseye haber vermeden gelmiştim. Nasıl geldiğimi hatırlamıyorum. Avlanmayı bekleyen kurt o gece kontrolü ele geçirmişti. Bıçağım elimde, yüzümde boyalarla usulca yürüyordum dağdaki mabedimde. Kurduğum tuzakları kontrol ediyordum. Yeni tuzaklar kurulacak noktaları seçiyordum. Ne kadar zamandır buradaydım? Bir gün mü? Bir ay mı? Daha mı çok? Hiçbir fikrim yoktu. Burası benim yuvamdı artık. En rahat olduğum yerdi.
Öğlen, gökyüzünden gelen sesle irkildim. Bir helikopter aşağıdaki düzlüğe indi. Kolordu komutanı ve bir tim bana doğru yürümeye başladı. Bıçağımı kılıfına soktum. Bekledim. Beni alıp kolorduya götürmek için emir aldıklarını söylediler. Bana yaklaşmaya cesaret edemiyorlar, cevap vermemi bekliyorlardı. Sakince onlara doğru yürüdüm. Helikoptere binip kolorduya döndük. Artık geceleri odamın kapısında nöbetçi beklemeye başladı. Sanki isteseler beni durdurabileceklermiş gibi. Birkaç hafta daha bu şekilde sakince geçti.
Bir gün, merkezden gelen bir emirle bir köye gitmemiz istendi. İki araca doluşup, ardımızda tozu dumana katarak köye doğru yola çıktık. Yoldayken merkezdeki komutanım arayıp orada bizi bir TV ekibinin beklediğini, biz merkezden yollanan hediyeleri o köydeki kadınlara ve çocuklara dağıtırken, onların çekim yapacağını söyledi. Özellikle benim olmamı istemişti. Bu müsamereyi devlet kanalının haber bülteninde yayınlayarak siz tuzu kuruların vicdanını rahatlatacaklarmış. Vardığımızda kadınlar ve çocuklar köy meydanına toplanmışlardı. Çekim ekibi ve hediyeleri getiren araç köyün girişindeydi. Hediyeleri ve çekim ekipmanlarını meydana taşıyorlardı. Kadınlar tülbentlerinin oyalı kenarlarıyla yüzlerini kapatıyordu. 5 tane küçük çocuk vardı. Korkuyorlardı. Gözlerinde yalnızca korku vardı. Eşyalar taşındı. Bize, çocuklara vermemiz için hediyeleri verdiler. Balonlar, şekerler, oyuncaklar… Oraları bilirsiniz. Hiçbir şeyleri yoktur. Tezekten evler, birkaç hayvan, ateşten is tutmuş kazanlar, artık yama tutmayan kıyafetler… Çocukların ayakları hep çıplak, yaz kış. Ellerimize balonları, oyuncakları aldık, ekip çekim yapmaya başladı. Topuklu ayakkabıyla yürümekte zorlanan bir sunucu vardı. Kameraya bizi tanıtıyordu. Arkada kadınlar ve çocuklar. Bir hayvanat bahçesinin fonu gibiydiler. Yavaşça onlara doğru yürüdük, çocuklara. Ellerimizdeki oyuncakları onlara verdik. Çocuklardan 4’ü aldı. Biri almadı. Keskin gözlerle bize bakıyordu. Ekip çekimi kesti. Annesinden, çocuğun gülümsemesini ve hediyeleri almasını istedik. Kadın telaşla çocuğa anlamadığım bir dilde bir şeyler söyledi. Tekrar çekime başladık. Yine aynı mizansenle çocuklara hediyeleri verdik. Çocuk yine almadı. Çekimi tekrar durdurduk. Yanına gittim çocuğun, kafasını okşadım, gülümsedim. Gözleri ateş gibiydi. Ama korkudan değil, öfkeden. Bana bakıp “katil” dedi, “sizi istemiyoruz”. Annesi, çocuğa bir tokat vurdu. Çocuk ayağa kalktı. Aynı gözlerle bize bakmaya devam ediyordu. Yanağı kıpkırmızıydı. Ona baktım, “balon istemiyor musun?” dedim. Sanki aynı anda hepimizin gözlerine bakması mümkünmüş gibi bize baktı; öfkeyle, tiksintiyle, cesaretle. “Gidin, sizi istemiyoruz” dedi. Ekip, kadın ve çocuğu ayırdı, evlerine yolladı. Diğer kadınlar ve çocuklarla çekimi yaptık. Birliğe döndük. Bir gün sonra, aynı köyde olaylar olduğu, oraya gitmemiz gerektiği söylendi. Köye vardığımızda kadının, çocuğun anasının, köyün girişine asılmış bedenini gördük. Üzerine, bir kartona “işgalcilere yardım etti” yazmışlardı. Kadının cansız bedeni rüzgarla beraber sallanıyordu. Sanki toprakla, havayla bir olmuştu. Oyalı tülbendi boynundan sarkmış, çiçekli fistanı yamulmuştu. Yerden yükselen sıcaklıkla titreşen, buğulanan uzaklara bakmaya çalıştım bir süre. Yapamadım. Gözlerim kadının sallanan bedenine, ölürken bile mahcup görünen yüzüne kayıyordu sürekli. Gözlerimi kapatıp içimden saymaya başladım. Kadının ölü bedeni, ölü yüzü tüm ayrıntılarıyla aklımdaydı. Her sayıda bedeni sarkaçlı bir saat gibi bir sağa bir sola salınıyordu. Yapamadım. Gözlerimi açtım tekrar, derin bir nefes aldım. Arkasında, köy meydanındaki tümseğe çökmüş çocuğu gördüm. Bir gün önceki öfke dolu gözlerle bana bakıyordu. Ayağa kalktı. Gözleri kanlıydı. Hiçbir şey söylemeden bana baktı. Belki bir saniye, belki daha da az. Bir ömür sürdü ama. Belki daha da fazla. Araca döndük. Yol boyu aracın kasasında o çocuğun yüzünü gördüm. Bir sonraki gün o yüzle uyandım. Aynaya bakarken o yüzü yıkadım. Onunla selam verdim diğerlerine. O yüzle konuştum. O yüze hapsoldum…
Uyuyamıyordum. Tek hayalim o çocuğun öfke dolu yüzü olmuştu. Merkeze döndüm, doktoruma gittim. Anlattım. Bana bir ilaç verdi. Güçlü bir yatıştırıcı. Aradan bir hafta geçti. İlaç işe yaramadı. Tekrar doktora gittim. Bana daha güçlü bir yatıştırıcı vereceğini söyledi. Anılarıma ihtiyacım olduğunu söyledim. Tek derdim, hatırlanmaya değer bir anımın olmamasıydı. Kaç kişiye âşık olmuştum, çocuğum var mıydı, en sevdiğim renk neydi, maç izler miydim, ilk kez ne zaman kavga etmiştim, hangi şarkılarda ağlamıştım… Bana, benim sadece bir yara olmadığımı gösteren bir şeyler vermesi gerektiğini söyledim. Kimyasallar hakikatlerin yerini tutmuyordu. Ona anlattım. Defalarca anlattım. Bana sürekli sözleşmemden, 2 yıl sonra emekli olacağımdan, sonrasında tüm anılarımı geri yükleyeceklerinden bahsetti. Beni anlamıyordu. Çocuğun suratına hapsolmuştum. Tek bir şey söylemesini istedim. Bana dair yalnızca bir şey. Çocuğum var mıydı? Bunu söyleyemeyeceğini, sözleşmemde kesinlikle bunun belirtildiğini ve benim de bunu kabul ederek yola devam etmem gerektiğini anlattı yine. Oradaydı. Hafızamı yedekledikleri cihaz, karşımdaydı. Tek bir şey istiyordum. Tek bir şey.
Doktora yaklaşırken elim kasaturama gitti. Kurt kontrolü ele geçirmişti. Bıçağımı göğüs kafesine usulca soktum, hafızamı sildiklerinde bana öğrettikleri gibi. Sol elimle ağzını kapattım. Bedeninin yavaşça yere düşmesine izin verdim. Gözlerindeki şaşkınlığı okudum. Öldürdüğüm diğerlerinin yüzündeki şaşkınlık gibiydi. Beyaz önlüğü kanla kaplandı. Bütün günahları kapatabileceğine inanılan kutsal bir bayrak gibi.
Masasına geçip cihazı kullanarak hafızamı geri yükledim. Çocukluğum, Hayrettin Amca’nın kendini öldürmesi, kızımın doğumunda ağlayışım, çiçekleri ne kadar sevdiğim… Çocuğun yüzü, öfkesi hala aklımda. Hiç gitmemek üzere. Ama artık sadece bir yara değilim; bazen bir mutluluk gözyaşı, bazen de ilk öpücüğün masumiyetiyim.
Şimdi, bu satırları yazarken bir oteldeyim. Beni almaya gelecekler, biliyorum. Bir katilim. Bir makineyim. Suçluyum. Beni bir canavara dönüştürdüler, karşılığında da canavarca şeyler yaşadılar. Dövüştürmek için karanlıkta bıraktığın kulakları kesik bir köpekten şefkat göremezsin.
Kim olduğumu biliyorum. Ama ne olduğumdan artık emin değilim. Kararı siz verin. Ve anlatılmaya değer bulursanız hikayemi dostlarınıza ulaştırın. Çünkü insan sadece yaraları olmamalıdır.
7 notes
·
View notes
Text
KORKUNÇ NAZİ DENEYLERİ VE YAHUDİ SOYKIRIMI, ÇİNGENELERİN, HİTLER KARŞITLARININ KATLİAMI 2...
KORKUNÇ NAZİ DENEYLERİ VE YAHUDİ SOYKIRIMI, ÇİNGENELERİN, HİTLER KARŞITLARININ KATLİAMI 2...
Ölüm Meleği Joseph Mengele
Mengele, aile ilişkileri bakımından oldukça zor günler geçirerek büyüyen bir çocuk. Babası, sert ve disiplinli bir adam olan Mengele, babasını soğuk, uzak ve sadece işiyle ilgilenen bir adam olarak tarif eder.
Ne kadar sevgi ve şefkat görmemiş olsa da, yaşadığı köyde nazik ve güler yüzlü bir çocuk olarak tanınır ve özellikle dakikliği ve davranışlarıyla, herkesten bol bol övgü alırdı. Giyimine özen göstermeye de erken yaşta başlamıştı, özel dikilmiş takım elbisesinin yanında, taktığı beyaz eldivenler de onun simgesi haline gelmişti. Auschwitz’den canlı çıkmayı başaranların dediğine göre onu diğer doktorlardan, beyaz eldivenleri sayesinde ayırıyorlardı.
Auschwitz toplama kampındaki esirler üzerinde dehşet verici deneyler yapmadan önce Dr. Josef Mengele, antropoloji üzerine çalışmalar yapan çok ünlü bir antropolog idi. Mengele’nin Afrika’yı gezip insan kanı ve virüs numuneleri topladığı, hayatı boyunca tek hayalinin farklı ırkların kanları arasındaki farklılığı kanıtlayan faktörleri belirlemek olduğu bilinir. Tüm bu çalışmaların sonunda da ırka özel veba yaratan Mengele’nin bulgularının, tel raptiye projesinin parçası olarak ABD ye geldiği ve CIA’in Nazi bilim adamlarını affederek, Mengele’nin araştırmasını paylaşmak koşuluyla onlara yeni kimlikler verdiği de ilginç bir detaydır.
Ölüm Kampı: Auschwitz
‘’Auschwitz diye bir yer var ve oraya giden insanlar ya hemen ya da bir süre sonra öldürülüyorlar. Ama mutlaka öldürülüyorlar…’’ İşte bu cümle birçok Yahudinin kulağına defalarca çalınmıştı.
4 gündür aç, susuz, banyo yapmadan hatta temiz hava bile göremeyen, yük trenleriyle tıklım tıklım taşınan onlarca insan, Auschwitz’in ortasındaki istasyona ulaşmıştı. Savaş boyunca Nazilerin Yahudi ırkını kurutma kampanyasından hayatta kalmayı başarmış son Yahudi topluluk olan Macaristan Yahudileri yeni kurbanlardı. Burası, yani Auschwitz, Polonya´nın güneydoğusunda bulunan Yahudi sorununun en verimli çözüldüğü noktaydı. SS askerleri mahkumları rampadan aşağı doğru sürüyordu, onları yönetense oradaki delilik, eziyet ve ölümün içinde tamamen aykırı duran bir SS subayıydı. Yakışıklı bir yüzü ve nazik bir gülümsemesi vardı, kusursuz dikilmiş üniforması, özenle temizlenmiş ve ütülenmişti. Elinde bir kırbaç vardı ama onunla insanlara vuracak yere, sadece yön gösteriyordu, sağa veya sola doğru…
Mahkumlar farkında bile olmadan bu yapılı askerin zararsız hareketi ile seçiliyordu… Hala çalışabilecek olanlar ile halsiz düşmüş olup, hemen gaz odası veya fırınlara gönderilecekler ayrılıyordu. Sağa gidenler şimdilik yaşamaya devam edecekti, sola gidenler ise yargılama veya mahkeme olmadan, sadece bir şöyle bir bakışla ölüme mahkum edilmişti. Bu kararı veren, oradaki bütün mahkumların kaderine karar veren bu kişi Dr. Josef Mengele idi yani Ölüm Meleği.
Deneyler Başlıyor
Auschwitz toplama kampında, insanlar üzerinde yaptığı deneylerle ''ölüm meleği'' olarak tarihe geçmiş bu adamın, yaklaşık iki milyon insanın ölümünden sorumlu olduğu sanılmakta. Sadece Yahudiler üzerinde değil, homoseksüeller, çingeneler, özürlü ve zihinsel engelli insanların üzerinde de deneyler yapan arı Alman ırkından olmayan Almanları Nazilerin zihniyetindeki forma sokmak için de çalışmışlığı vardır.
Bunların dışında Mengele, çocukların üstünde basınç testi, hadım etme, karşı direnç, ilaç testi gibi deneyler yapmıştır. Laboratuvara götürmek için şekerle, çikolatayla kandırdığı çocukları deney sonrası bildiğin parçalayarak öldüren, Auschwitz'de bir koğuşta başlayan bit salgınını da gaz ile çözüp (!), bitlenen 750 kadını bitleriyle birlikte öldüren bir Nazi doktoru.
Renkli gözlü çocukların gözlerine bir takım kimyasallar enjekte ederek deneyler yapan, doğum yapmış kadının göğüslerini bantlayarak, bebeğin beslenmeden kaç gün yaşayabileceğini görmek isteyecek kadar da cani ruhlu bir doktor.
Bir Deneğin Anıları
Mengele'nin vahşi deneylerine maruz kalan çocuklardan biri olan İzak Ganon’un, yıllar sonra ağzından çıkan şu sözler, kan donduran nitelikte ''Mengele içeri girdi. Narkoz yapmadan karnımı yardı ve tek böbreğimi keserek eline aldı. Böbrek onun elinde başı kesilmiş bir tavuk gibi kıvranıyordu. Ben ise acıdan avazım çıktığı kadar bağırıyordum.''
İzak’ın denek olarak kullanılmaya zorlandığı tek olay bu değildi. En sonunda gaz odasına gönderildi ve kapasitesi 200 olan gaz odasının önünde, elinde 201 yazan kağıt sayesinde o kampta ölmekten kurtuldu. Fakat kız kardeşleri ve annesi kendisi kadar şanslı değillerdi…
Auschwitz´den canlı çıkan bir diğer mahkumun anlattığına göre, bir olayda gene böyle bir çukur açılmış ve çevreleri ateşe verilmişti. 10 tane kamyonla çocuklar getirilmiş, bunları doğruca alevlerin gittikçe daralttığı çukurların içlerine attırmıştı, dışarı tırmanmaya çalışanları bir subay sopayla tekrar içeri itiyordu. Hoess (Auschwitz´ın kumandanı) ve Mengele ise gayet memnun seyrediyorlardı…
Suçsuz binlerce kurbanlarına uyguladığı psikolojik ve bedensel işkencelerin sayısı ve büyüklüğü her ortaya çıkan yeni olayla gittikçe artıyor. Psychoanalist, Dr.Tobias Brocher düşüncelerine göre, acı vermekten değil, ölüm ve hayat arasında karar veren yetkili kişi olmaktan, bu güce sahip olmaktan zevk alıyordu.
ALINTIDIR...
1 note
·
View note
Text
15 Temmuz'da FETÖ’cü askerleri ikna eden Başkan Ali Çetin: 'Darbeci yarbayı vurmayı düşündüm'
https://osmaniyemhaber.com/?p=40416 15 Temmuz'da FETÖ’cü askerleri ikna eden Başkan Ali Çetin: 'Darbeci yarbayı vurmayı düşündüm' FETÖ /PDY silahlı terör örgütünün 15 Temmuz gecesi girmiş olduğu hain darbe girişiminin üstünden 4 yıl geçmesine karşın, o gece FETÖ’cü askerlerin namlularına göğüslerini siper eden adların anıları halen tazeliğini koruyor. Darbe girişiminin başarısızlıkla sonuçlanmasına yol açan mühim simalardan bir tanesi de, Denizlispor Başkanı Ali Çetin. Başkan Çetin, AK Parti Denizli Milletvekili Şahin Tin ile beraber olduğu aniden haberi alır almaz kendisi en yakınındaki 9 kişiyle beraber FETÖ’cü askerlerin kullanmayı organize ettiği Çardak Havalimanına geldi. Aydın’ın Söke kazasından “Eğitim planı icra edeceğiz” denilerek Çardak’a getirilen, sabahın erken saatlerinde gelecek uçaklarla Ankara’ya ulaşmaları planlanan FETÖ’cü askerlerin havalimanın girmesini yolu keserek engellemiş olan ve yaşamını hiçe sayarak saatlerce darbeci yarbay ile sözde komuta kademesindeki rütbeli askerleri ikna etmeye çalışan Çetin, amaçlarına ulaşamayan askerlerin teslim olmasıyla sonuçlanan gecede yaşananları söyledi. 15 Temmuz hain darbe girişimi gecesinde Denizli Çardak Havalimanında yaşananları anlatırken şehitleri dualarla anan Ali Çetin, o akşam AK Parti Denizli Milletvekili Şahin Tin ile birlikteyken haberi aldıklarını belirtti. Hemen sonra belediye önünde toplandıklarını söyleyen Şahin, “Vekilimizin öncülüğünde yaptığımız görüşmelerin peşinden toplanıp Çardak Havalimanına gitmeye karar verdik. Ruhsatlı silahlarımızı yanımıza alıp ilkin Çevik Kuvvet Şube Müdürlüğüne gittik. Orası kepçelerle kapatılmıştı. Bizim olduğumuzu görünce kapıyı açtılar. Valimiz, Güvenlik Müdürümüz ve Jandarma Komutanımız sonradan geldi. Orada meydana getirilen görüşmede, sıkıntılı durum sebebiyle gitmemizin doğru olmayacağı söylense de Vekilimizle beraber 9 şahıs Çardak’a gittik. Komandolar şuan ki sivil girişin olduğu yerde konvoy halinde bekliyorlardı. Belli bir süre onlar orada, biz ise karşıda bekledik. Şahin Vekilime, ‘Abi ben gidip bunlarla konuşacağım’ dedim. Kardeşim Tuncay ile beraber yanlarına gittik, bizi kovdular. Geri dönerek 5-10 dakika daha bekledikten sonrasında yeniden yanlarına gittim. Orada bir yarbay mevcuttu, asla unutmuyorum adı de Ziver İnci idi. Yarbay, üsteğmen ve teğmen üçü beraber volta atıyorlardı. ‘Niye geldiniz gene’ diye sorduklarında, ‘Bakın bu insanların hepsi buraya ölmeye geldi. Ne gerekiyorsa bunu halletmeye hazırız’ dedim” “Darbeci yarbayı vurmak istedim” Darbeci 3 askerin haricinde orada mevcut olan bir başçavuşun kendilerine fazlaca fena davrandığını ve tehditler savurduğunu anımsatan Çetin, sözlerine şu şekilde devam etti: “Gidip gelme şeklinde devam eden görüşmeler sonunda yeniden gittiğimizde yarbay bizlere, ‘Kaymakam ve savcı ulaştığında biz problem yaşadık. Teslim olalım sadece bir polise değil rütbeli birisine teslim oluruz’ şeklinde belirtti. Koşarak Vekilimizin yanına gittim ve gelişimleri anlattım. Şahin Vekilimiz Jandarma Alay Komutanımızı aradı, sağ olsun kendisi de fazlaca kısa sürede geldi. Önceleri bizlere fazlaca ser davranmışlardı fakat sanırım gelişimleri takip ettikleri için daha ılımlı davranmaya başladılar. Ortamın fazlaca gerildiği aniden Şahin Ağabeyime ‘Abi ben bu yarbayı vurayım’ dedim. Şu sebeple bana yaşananlar bir tek oradan ibaret şeklinde gelmişti. Beni engellemiş olan Vekilimiz, ‘Sakın yapma. Burada oldukça fazla insan var. Herkesi öldürürler’ şeklinde belirtti. Jandarma Komutanımız erişince onlara ‘tabanca çat’ şeklinde belirtti teslim oldular” “Namlunun önünde durmaktan gene çekinmem” “Tanrı bizlere tekrar bu şekilde bir musibet göstermesin” diyen Başkan Çetin, kendisinin 15 Temmuz gecesi olduğu şeklinde daima vatanın müdafaası için göreve hazır bulunduğunu söylemiş oldu. Çetin, açıklamalarını şu ifadelerle tamamladı: “Böylesine bir hainliğe yeniden girişim olursa bile bu ülkenin evlatları, bu millet dimdik 15 Temmuz gecesinde olduğu şeklinde onların karşısında duracaktır. Uçağa levye fırlatan, tankın önüne gövdesini siper eden insanlarımız, bu ülkenin geleceğiyle söz konusu hiç kimseye ödün vermeyecektir. Eğer bigün gereksinim duyulursa benim, ailemin ve bu toplumun namlunun karşısında duracağımızdan kimsenin de şüphesi olmasın” Mehmet Barlas – Köksal Kılınç
0 notes
Text
15 Temmuz'da FETÖ’cü askerleri ikna eden Başkan Ali Çetin: 'Darbeci yarbayı vurmayı düşündüm'
https://osmaniyemhaber.com/?p=40416 15 Temmuz'da FETÖ’cü askerleri ikna eden Başkan Ali Çetin: 'Darbeci yarbayı vurmayı düşündüm' FETÖ /PDY silahlı terör örgütünün 15 Temmuz gecesi girmiş olduğu hain darbe girişiminin üstünden 4 yıl geçmesine karşın, o gece FETÖ’cü askerlerin namlularına göğüslerini siper eden adların anıları halen tazeliğini koruyor. Darbe girişiminin başarısızlıkla sonuçlanmasına yol açan mühim simalardan bir tanesi de, Denizlispor Başkanı Ali Çetin. Başkan Çetin, AK Parti Denizli Milletvekili Şahin Tin ile beraber olduğu aniden haberi alır almaz kendisi en yakınındaki 9 kişiyle beraber FETÖ’cü askerlerin kullanmayı organize ettiği Çardak Havalimanına geldi. Aydın’ın Söke kazasından “Eğitim planı icra edeceğiz” denilerek Çardak’a getirilen, sabahın erken saatlerinde gelecek uçaklarla Ankara’ya ulaşmaları planlanan FETÖ’cü askerlerin havalimanın girmesini yolu keserek engellemiş olan ve yaşamını hiçe sayarak saatlerce darbeci yarbay ile sözde komuta kademesindeki rütbeli askerleri ikna etmeye çalışan Çetin, amaçlarına ulaşamayan askerlerin teslim olmasıyla sonuçlanan gecede yaşananları söyledi. 15 Temmuz hain darbe girişimi gecesinde Denizli Çardak Havalimanında yaşananları anlatırken şehitleri dualarla anan Ali Çetin, o akşam AK Parti Denizli Milletvekili Şahin Tin ile birlikteyken haberi aldıklarını belirtti. Hemen sonra belediye önünde toplandıklarını söyleyen Şahin, “Vekilimizin öncülüğünde yaptığımız görüşmelerin peşinden toplanıp Çardak Havalimanına gitmeye karar verdik. Ruhsatlı silahlarımızı yanımıza alıp ilkin Çevik Kuvvet Şube Müdürlüğüne gittik. Orası kepçelerle kapatılmıştı. Bizim olduğumuzu görünce kapıyı açtılar. Valimiz, Güvenlik Müdürümüz ve Jandarma Komutanımız sonradan geldi. Orada meydana getirilen görüşmede, sıkıntılı durum sebebiyle gitmemizin doğru olmayacağı söylense de Vekilimizle beraber 9 şahıs Çardak’a gittik. Komandolar şuan ki sivil girişin olduğu yerde konvoy halinde bekliyorlardı. Belli bir süre onlar orada, biz ise karşıda bekledik. Şahin Vekilime, ‘Abi ben gidip bunlarla konuşacağım’ dedim. Kardeşim Tuncay ile beraber yanlarına gittik, bizi kovdular. Geri dönerek 5-10 dakika daha bekledikten sonrasında yeniden yanlarına gittim. Orada bir yarbay mevcuttu, asla unutmuyorum adı de Ziver İnci idi. Yarbay, üsteğmen ve teğmen üçü beraber volta atıyorlardı. ‘Niye geldiniz gene’ diye sorduklarında, ‘Bakın bu insanların hepsi buraya ölmeye geldi. Ne gerekiyorsa bunu halletmeye hazırız’ dedim” “Darbeci yarbayı vurmak istedim” Darbeci 3 askerin haricinde orada mevcut olan bir başçavuşun kendilerine fazlaca fena davrandığını ve tehditler savurduğunu anımsatan Çetin, sözlerine şu şekilde devam etti: “Gidip gelme şeklinde devam eden görüşmeler sonunda yeniden gittiğimizde yarbay bizlere, ‘Kaymakam ve savcı ulaştığında biz problem yaşadık. Teslim olalım sadece bir polise değil rütbeli birisine teslim oluruz’ şeklinde belirtti. Koşarak Vekilimizin yanına gittim ve gelişimleri anlattım. Şahin Vekilimiz Jandarma Alay Komutanımızı aradı, sağ olsun kendisi de fazlaca kısa sürede geldi. Önceleri bizlere fazlaca ser davranmışlardı fakat sanırım gelişimleri takip ettikleri için daha ılımlı davranmaya başladılar. Ortamın fazlaca gerildiği aniden Şahin Ağabeyime ‘Abi ben bu yarbayı vurayım’ dedim. Şu sebeple bana yaşananlar bir tek oradan ibaret şeklinde gelmişti. Beni engellemiş olan Vekilimiz, ‘Sakın yapma. Burada oldukça fazla insan var. Herkesi öldürürler’ şeklinde belirtti. Jandarma Komutanımız erişince onlara ‘tabanca çat’ şeklinde belirtti teslim oldular” “Namlunun önünde durmaktan gene çekinmem” “Tanrı bizlere tekrar bu şekilde bir musibet göstermesin” diyen Başkan Çetin, kendisinin 15 Temmuz gecesi olduğu şeklinde daima vatanın müdafaası için göreve hazır bulunduğunu söylemiş oldu. Çetin, açıklamalarını şu ifadelerle tamamladı: “Böylesine bir hainliğe yeniden girişim olursa bile bu ülkenin evlatları, bu millet dimdik 15 Temmuz gecesinde olduğu şeklinde onların karşısında duracaktır. Uçağa levye fırlatan, tankın önüne gövdesini siper eden insanlarımız, bu ülkenin geleceğiyle söz konusu hiç kimseye ödün vermeyecektir. Eğer bigün gereksinim duyulursa benim, ailemin ve bu toplumun namlunun karşısında duracağımızdan kimsenin de şüphesi olmasın” Mehmet Barlas – Köksal Kılınç
0 notes
Link
General Heinz Guderian "Bir Askerin Anıları" kitabında II. Dünya Savaşı'nı anlatmaktadır. Guderian "yıldırım harbi"nin yaratıcısı ve uygulayıcısıdır. General Heinz Guderian modern zırhlı birliklerin planlayıcısı, tank birliklerinin kurucusu, teknik, taktik ve doktrin ustasıdır. Bütün dünya orduları General Heinz Guderian'ı zırhlı birliklerin babası olarak kabul etmektedir. Adolf Hitler'in ünlü tank savaşı uzmanı olan General Guderian, yıldırım harbi doktrinini dünyada ilk
0 notes
Video
ASKERİN BİR GÜNÜ NASIL GEÇER ? ( TSK’DA ASKERLİK ) Askerlik her zaman kutsal bir görevdir. Bölük Ne demek, Koguş kalk kaçta, Askerlik Anıları, Asker hikayeleri ve GERÇEK ASKERLİK Hepsi bu video'da
#asker#askerde ne yaparız#askerlik#askerlik nasıl#bölük#bölük film#bölük full izle#bölük izle#bölük sinema çekimi izle
0 notes
Text
Ahmet Yavuz: Binali Yıldırım tutarlı değil
Ahmet Yavuz: Binali Yıldırım tutarlı değil
Balyoz kumpasında yıllarca hapis yatırılan Ahmet Yavuz yeni kitabını Özlem Özdemir’e anlattı… Emekli Tümgeneral Ahmet Yavuz, Türkiye’nin hem yakın hem uzak tarihini örneklerle anlatan bir kitap yazdı. Kırmızı Kedi Yayınevi’nden çıkan “Vesayet Savaşları”, bir askerin kişisel askeri anıları sanılabilir ama sanılmasın. İnsanlık tarihiyle başlayan kitap, Türkiye’nin kuruluşundan bugüne askeri, siyasi…
View On WordPress
0 notes
Text
Madem buraları “ Bir gün politikayla yada askerlikle ilgili birileri okur” diye yazıyorum. Bu konuda içimde kalmasın.
***
Amiralleri askerlikle ilgisi bile olmamış yada belki er olarak askerlik yapmış tipler suçluyor. Amiraller de doğal olarak bu durumla dalga geçiyor. Bedelli askerlik yapmış tiplerin koskoca komutanları eleştirmesi tabii garip.
Ben de burda başka nedenlerle olsa bile üst rütbeli asker kişileri eleştirdim ve muhtemelen eleştireceğim. Kendi konumumu netleştiriyim. Ben çavuş olarak askerlik yaptım. Bu askeri üniformamız da ki rütbedir. Askerlik yeteneklerini sadece rütbe mi ölçer? işte buna inanmıyorum. Asıl rütbe herkesin göğsündedir. Böyle böyle düşünerek askerlik yaptım.
***
Bazı kötü alışkanlıkların konuşulamayışı yanlışlığın üstünü örtüp sorunların daha da kötüleşmesine yol açıyor. Bu gün askerlikle ilgili yanlış saydığım bir alışkanlığı eleştireceğim. Çünkü bu gün yaşadığımız sorunların kökünde sıradan sandığımız kötü alışkanlıklar var.
****
Askere başladığım gün, biri geldi “yüzbaşıyı gördün mü?” diye sordu. “Görmedim” dedim.
“iyi ki görmemişsin, aklını alırdı” diyerek gitti çocuk.
Allahallah niye yüz başı benim aklımı alıyor yav diye kendi kendime düşünüyorum. Nasıl bir korkunç varlık ki benim aklımı alacak?
Görmesem de kafamda bir yüzbaşının pırıl pırıl, aydınlık fikirlerle donanmış, bilimden teknolojiden son derece iyi anlayan, çağdaş medeni biri olması fikri var. Çünkü üniversite de bir iki kere öğrenci arkadaşlarımın subay okulundaki kardeşleriyle konuşmuştum. İnsanları yüzüne karşı övmek huyum olmadığı halde, o subay adaylarını övdüm. Sohbetin sonunda “ Sizinle gurur duydum kardeş, her alandaki bilginizle, yurt ve dünya sorunlarına karşı yüzeysel olmayan düşünüşüzle, geleceğe daha umutla baktım... biz okulu bitirirken belki sizde askeri kıtalarınıza atanmış olacaksınız, belki bizim komutanımız olacaksınız. Türkiye sizinle daha güvenli ellerde” dedim. O da bana benzer bir karşılık verdi.
İşte askerken de Komutan olarak o gün konuştuğum gibi subaylar görmeyi bekliyorum.
Ertesi gün gördüm yüzbaşıyı: Ne aklımı alacak biri ne hayalimdeki komutan adaylarından biri. Ortalama bir asker.
Öyleyse niye aklımızı alacağı düşünülüyor? Yanlışlık burda. Bir komutan niye bir korku odağı olsun? Bakın bunu hiç bir an anlamadım. Bu konuda uzaylıyım. Bir komutan bence korku değil saygı odağı olmalı. Yada en azından büyük çoğunluk için saygı odağı olmalı. Mutlaka çıkar it kopuk terbiyesiz tiplerde. Onlar hiç bir şeye saygı duymayacağı için onları korkutmak gerekir. Ama yine de komutan otoritesinin gücünü belirleyen asıl şey korkutma gücü değil saygı uyandırma gücü olur.
****
Anlattığım düşünüş şekli “yüzbaşı aklını alır” diyen askerle sınırlı olsa sorun değil. Her çeşit insan arasında varsın o da öyle düşünsün. O da korkulmayacak birinden korksun. Onunla sınırlı değil ki. Bir zaman sonra anlıyorsun ki bir sürü ilişki bu yanlış temel üstüne kurulmuş. Korkacaksın ve korkutacaksın. Ben kendi üstlerimden korkacağım benim altımdakiler de benden korkacak.
Hayır.
Ne kimseden korktum ne kimseyi korkuttum.
****
Nitekim değiştirmeye de çalıştım çünkü bunlar yazılı yasalarla olan işler değil aslında, alışkanlıkla ezberle öğrenilen, kabullenilenilen yanlış gelenekler.
***
Bizim general bana çok yakın bir binada, istese her gün yürüyüp yanıma gelir ama bir sürü işi arasında tabii böyle yapamaz. Bir gün gelmiş. Arkasında bir sürü rütbeli takımı. Albay, yarbaylar binbaşılar vs...
Heyet benim mekanım saydığım yeri inceliyor o gün. Yalnız generalin arkasındaki rütbeli kalabalığında bir gariplik var. Herkes mektep çocuğu gibi bir alt rütbedeki personeli kendi önüne çekmeye uğraşıyor. Arkasındaki itiş kakıştan habersiz adam ilgiyle benim alanımı inceliyor.
Biraz doğal insanların tedirgin olması çünkü general birine bir soru sorsa orayla ilgili, bilemezler. Bir yarbay ne bilecek benim alanımı. O da ilk kez o gün geliyor. Muhtemelen itiş kakış olayının arkasında böyle bir tedirginlik var. Diğer anlamıyla da korku var. Yani askerin bana ilk gün söylediği söz: yüzbaşı aklını alır sözü şimdi general aklınızı alır olarak yaşanıyor.
İyi de niye aklımızı alsın? Yüzbaşı için ne düşündüysem general içinde onu düşünüyorum. Benim aklımı almaz. Niye alsın kendi aklı vardır.
Hem gözümün önündeki bu itiş kakışa kızdım gönlümden, komuta kademesi böyle olmamalı, bir üst komutanından korkmamalı, bu kadar basit.
hem orda benim ilgi alanımda gezilirken bana bir şey sorulmayışına, dekormuşum gibi davranılmasına da kızdım. Bütün rütbeli kalabalığını aşıp generalin yanına ben geçtim. Adamda baktı. O yaşa kadar tesadüfen gelmedi ya, beni görünce konuyla ilgili bilgili birinin geldiğini anladı. Meğer sessizce gezmesinin nedeni çevresindeki kalabalığın zaten bir şey bilmeyeceğini, sorsa sadece utanacaklarını düşünmesiymiş.. O ana kadar kimseye bir şey sormayan efendi general bana bir kaç soru sordu. Araç gereci, orda yaptığımız işlemleri anlattım. Kapıya kadar uğurladım. Çok beğendiğini söyleyerek teşekkür edip gitti.
Boş bir teşekkür de değil. Sonra denetlemede imkanları bizden kat kat iyi Ankara, İstanbul İzmir gibi şehirler dururken, on binlerce benzeri arasında benim bölümüm Türkiye üçüncüsü oldu. Komuta kademesini ödüle boğduk.
***
Örnek davranış mı ? Evet bana göre öyle. Generalin de kimsenin aklını almayacağını albaya kadar gösterdim kendimce. Ne olabilir ki, adam en fazla olgunlaşmamış kibirli biri çıkar. Ya bana kızar başından def eder, yada “Beni çavuşla mı yürütüyorsun” diye albaya kızabilir. O da onun kendi kaybı olurdu. Kendi kibri olurdu. Öyle biri de değilmiş. Memnun olarak gitti.
***
Ben iyi bir şey yaptım diye düşünüyordum ama bir çavuş tarafından yarılıp geçilince, generalin yanındaki yeri kapılınca albay pek öyle düşünmemiş demek ki :)))
Ertesi gün yanıma albay geliyor. Kendi gelmeden sesi geliyor. Zaten çevrede kimi görürse onu haşlayarak geliyor. Anladım ki o karşılaşmamızda yurt ve dünya gündeminin sormayacak. benle uğraşacak. Nitekim tam beklediğim gibi geldi bütün görüş açımı kapatarak tam önümde dikildi. “Arkamda filanca araçtan kaç tane var?” diye sordu. Sayıyım diye başımı hafifçe kaydırıyorum. O da sayamasın diye başını benle birlikte hareket ettiriyor. Albayla kobra dansı yapıyoruz. Baktım saydırmayacak attım bir sayı. Yani şunu demeye getirdi: General bunu sorsa bilemeyecektin bak gördün mü?
Ama general bana tuzak kuruyor değil ki onu sorsun. Albay tuzak kurduğundan onu soruyor. Biraz kızmış olsa da sözünde saygı var. bana sadece hafiften tehdit var. Kalan 17 gün askerliğimi 17 yıl gibi düşünmemi istedi. . Oranın komutanın ben olduğumu teslim edip gitti.
***
İşte bunlar hem sorunlarımız görünsün diye yazdıklarım, hem de kendim bir askeri eleştiri yaparsam, amirali generali bilsin ki, bu adam emir altında da içinde taşıdığı rütbeyle herkesle en azından eşitti. Şu anda bile o gün saygı duyduğum kendi komutanlarıma saygı duyarım, komutan saymadıklarımı da hiç bir zaman saymam. Bu zorla sağlanan bir şey değil ki. Saygıya saygı, Ama gerektiği yerde içinde vatan sevgisi taşıyan her asker, içindeki rütbeyle generaldir. Gerek gördüğüm her an kendim insiyatif aldım. Komutan kararı beklemedim.
Askerde bir sürü kez başıma geldi. Bir sürü anda kimin ne dediği önemli değildir, senin ne dediğin önemlidir.
***
Askerlik anıları yazarken başarılıysam iyi bir duygu veriyorumdur. Ben okurken hiç bir stres görmüyorum. Bütün bu çatışmalar vs benim için eğlence, bulunmaz eğlenceydi. Eğlenmesem böyle olayların içine kendi isteğimle dalmazdım. Askerlik değişik yaşlardan, büyük oğlan çocuklarının kendi aralarında oynadığı çok eğlenceli bir oyundan farksız gözümde. Biraz tehlikeli ama dünyada ki en tehlikeli oyun hayatın bizzat kendisi değil mi? Bir gün bizi mutlaka öldürecek
1 note
·
View note
Text
Bir Askerin Anıları 13.... Eşkiya Peşinde Koşarken Kurtuluş Savaşı Biter ve Bitlis' e Tayin.
Bir Askerin Anıları 13…. Eşkiya Peşinde Koşarken Kurtuluş Savaşı Biter ve Bitlis’ e Tayin.
NOT: Dedem Vehbi Aytimur Yüzbaşı rütbesine yükselmiştir ve Çankırı’da görev yapmaktadır. NİĞDE YOLUNDA… Temmuz ve Ağustos aylarını böylece ahenkli ve çok neşeli bir çalışmayla geçirdik. Katibi de evlendirdik. Romanya’daki bölükteki neferlerden bazılar da buradaydı. Bu erler, şimdiki bölük çavuş ve erlerime benim Romanya’daki vaziyetimi anlatırlarmış. Bir gün 1921 Kasım’ında emir geldi. Çorum’a…
View On WordPress
#57. Alay#aba#Adana#aFYON#Akhisar#alay#Ali Sait paşa#Atatürk#Ayasofya#Ayvacık#Çankırı#ÇAY#Çengelköy#Bahr-ı Cedit vapuru#bölük#Beyoğlu#Beşiktaş#Bir Askerin Anıları#bisküvit#Bismil#Bitlis#Bostancı#Bursa#Darülfünun#diyarbakır#Edremit#Elliot Suphi#Eskişehir#Ezine#FAtih Camii
0 notes
Text
Maybach Kiralama
New Post has been published on http://araba-kiralama.neistersen.com.tr/maybach-kiralama/
Maybach Kiralama
maybach kiralama
Çevik Paşa, odasına Maybach Kiralama döndüğünde “Ben bittim” diyor. Adli Müşavir Tuğgeneral Erdal Şenel’e “Herhalde artık beni tutuklarsınız” diye takılıyor. Daha sonra Genelkurmay Genel Sekreteri Özkasnak’ın önerisi üzerine Karadayı’nın maybach kiralama ankara odasına yeniden gidip özür dileyen Bir, olayın büyümesini önlüyor.
kullanMGK kararları hükümet ortakları arasındaki görüş ayrılıklarını derinleştirirken, askerler Mart ayında (1997) Batı Çalışma Grubu’nu (maybach kiralama ankara) oluşturarak 18 maddelik irticayla mücadele paketinin takibini üstlendi. BÇG’nin mimarı, kimilerince 28 Şubat araba kiralama araba-kiralama.neistersen.com.tr sürecinin lideri olarak gösterilen Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Güven Erkaya’ydı. O nedenle BÇG’nin merkez üssü de Deniz Kuvvetleri karargâhı oldu.
Bu kurum, zaman içinde sürecin tüm kontrolünü ele geçirdi. MGK kararlarının takibi amacıyla kurulduğu belirtildiği halde daha sonra tüm Türkiye’nin BÇG tarafından fişlendiği ortaya çıktı. BÇG, Deniz Kuvvetleri Komutanı Güven Erkaya adına Kurmay Başkanı Koramiral kiralık maybach ankara Aydan Erol imzasıyla ilgili birimlere gönderdiği yazıda, gerek görüldüğünde diğer askeri birimlerden de destek alınarak yürütülecek fişleme alanını şöyle belirledi:
-Tüm demekler, vakıflar, meslek Maybach Kiralama kuruluşları, işçi ve işveren sendikaları ve konfederasyonları -Yüksek öğrenim kurumları (Fakülte, yüksekokul ve enstitüler) -Yurtlar (Kredi ve Yurtlar Kurumuna bağlı kurum ve kuruluşlarına bağlı özel yurtlar) -Üst düzey yöneticiler (vali, kaymakam, büyükşehir belediye başkanları, belediye başkanları, müdür, daire başkanlarına ait biyografiler, anıları, siyasi görüşleri) -İl genel meclisi ve maybach kiralama ankara belediye meclisi üyeleri -Siyasi parti il ve ilçe teşkilatları yönetim kurulları -Yerel TV, radyo, gazete, dergi ve diğer basın yayın kuruluşları
Dönemin Adalet Bakanı Şevket Kazan ise “Refah Gerçeği-3” isimli kitabında (Sayfa 75) özel çizimle BÇG şemasını yayınladı. BÇG’nin temel hedefinin RP, dar anlamda ise hükümet olduğuna işaret eden Kazan’ın şemasına göre; BÇG, toplum üzerinde baskı oluşturma, devletçi kiralık maybach ankara ideolojiyi yayma, İstanbul dükalığını güçlendirme ve mutlu azınlık oluşturma amacıyla MGK, derin istihbarat, rantiyeci medya, kartelci sermaye, sivil toplum kuruluşları ve muhalefet partilerini kullandı.
Ama bu şema resmi nitelikte değil, özel Maybach Kiralama çizimdi. Kazan’la bu şemayı konuştum: “Bu işleri çok iyi bilen bir general dostum bu şemayı çizdi. BÇG, o dönemde bu şemada tarif edildiği gibi çalıştı.” Projenin gerçek mimarı Güven Erkaya ise daha sonra (Taner Baytok, “Bir maybach kiralama ankara Asker Bir Diplomat”, sayfa 253) BÇG’nin bir askeri darbenin alt yapısını oluşturmak üzere MGK üstü bir anlayışla kurulduğunu itiraf etti:
“
Genelkurmay başkanının odasında şunu savundum: İhtilal için ortam hazırlanana kadar beklensin isteniyorsa o zaman nasıl tayin edilecek? Yani durum ihtilali gerektirecek safhaya geldiğinde neye göre karar vereceksiniz? Buna erken teşebbüs edilirse iç ve dış kamuoyundan tepki kiralık maybach ankara gelebilir. Geç kalırsak bu sefer de ihtilal yapılamayacak bir duruma düşmüş olunabilir
MGK’nın yaptırım gücü yok. MGK’daki gayretlerimize rağmen bir sonuç alınmaz ve işler daha kötüye giderse ne yapacağız? Onun için hazırlıklı olunmalı, bir plan yapılmalı ve çalışmalar bunun üzerine bina edilerek yoğunlaştırılmalı. Bu önerim komutan arkadaşlarım arasında genel kabul gördü.”
Bu ifadelerden anlaşıldığı üzere; BÇG, Maybach Kiralama Genelkurmay Başkanı Karadayı’nın makam odasında, Erkaya’nın önerisi ve diğer komutanların desteğiyle muhtemel darbe projesi olarak hazırlanmıştı. Refahyol’un yıkılmasından sonra BÇG, faaliyetlerine bir süre maybach kiralama ankara daha devam etti. Bu grubun mimarı Güven Erkaya, ANASOL-D hükümetinin ilk günlerinde (Milliyet-5 Ağustos 1997) yaptığı açıklamayla yeni hükümeti de uyardı:
“BÇG görevine devam ediyor. İrtica gücünü daima sokaktan alır. İrtica, İran’a seçimle mi geldi? İşte bunun için önlem gerekir. Önlemi emniyet alacak, yetmezse maybach kiralama ankara silahlı kuvvetler alacak. Asker bu önlemi aldı. Bu, Batı Çalışma Grubu’dur. Yerinde bir önlemdir ve devam ediyor.”
Orgeneral Hüseyin Kıvrıkoğlu’nun 1998 yılı ağustos ayında Genelkurmay Başkanı olmasıyla birlikte 28 Şubat kadrolarının tasfiye süreci başlarken, bu yeni kiralık maybach ankara dönem BÇG’nin sonu oldu. Daha tehlikeli bir gelişme yaşandı ve BÇG yerini yıllardır raflarda tozlanan Ergenekon projesine bıraktı.
1996 yılı ekim ayından itibaren kulisleri Maybach Kiralama dalgalandıran darbe söylentileri, 28 Şubat MGK kararlarından sonra daha sıkça telaffuz edilmeye başlandı. Özellikle 28 Şubat tarihli MGK toplantısı ve ardından BÇG’nin kurulmasından sonra darbe iddiaları, başkentin kodlarını bozdu. Koalisyon ortakları başta olmak üzere tüm siyasiler, deyim yerindeyse güvercinlerin maybach kiralama ankara kanatlarını çırpışından bile ürkmeye başlar oldular.
Şevket Kazan’ın anlatımına göre ilk ciddi darbe ürpertisi 1 Nisan 1997’de yaşandı. İçişleri Bakanı Meral Akşener, askerlerin darbe hazırlığı içinde olduğu yönünde kiralık maybach ankara bazı duyumlar aldığını belirterek Kazan’ın kapısını çaldı. Kazan, Akşener’i yatıştırmaya çalıştı: “Merak etme darbe yapamazlar.”
1997 yılı Nisan-Haziran arasında 5 kez darbe söylentisiyle karşılaştıklarını belirten Kazan, şöyle devam etti: “İkinci darbe haberi, 13 Nisan tarihinde Samsun’da bir programda konuşma yaptığım sırada yine Meral Akşener’den geldi. Bu haberleri 29 Nisan, 9 Mayıs ve 13 Haziran’daki maybach kiralama ankara şayialar takip etti. 29 Nisan’daki darbe şayiaları bayağı yoğundu ama en yoğun olan darbe haberi Genelkurmay brifinglerinden sonra 13 Haziran’da yaygınlaştırıldı ve milletvekilleri bir hayli etkilendi.”
O dönemde başkentte parlamento ve Maybach Kiralama başbakanlık muhabirliği yapan bir gazeteci olarak söz konusu darbe söylentilerinin çoğuna tanık oldum. Gerçekten Kazan’ın ifade ettiği gibi birçok siyasi, darbe olacağı kuşkusuyla yurt dışına kaçma planları bile yaptı. BBP Genel Başkanı Muhsin Yazıcıoğlu da bir sohbetimiz sırasında başından geçen ilginç bir darbe paniğini şöyle anlattı:
“Sanıyorum 12 Haziran’ı 13 Haziran’a bağlayan geceydi. Saat 03.00 sularıydı. İstanbul’dan bir partili arkadaşım aradı, çok telaşlıydı, ‘darbe oluyor başkanım kalk’ dedi. Yeni yatmıştım, yerimden doğrularak ‘merak etme bir şey olmaz, ben yatıyorum sen de git yat’ maybach kiralama ankara dedim ama ikna edemedim, ‘başkanım kalk, darbe oluyor, siz inanmıyorsunuz ama sokağa tanklar çıktı’ demeye devam etti. ‘O tanklar tatbikat için çıkmıştır’ dedim, bana ‘başkanım pencereden görüyorum tanklar çıktı’ diye cevap verdi. Baktım olacak gibi değil, ‘Yahu git yat, darbe olsa önceden haberim olurdu, rahat uyuduğuma göre demek ki bir şey yok’ dedim, zorla telefonu kapattı.”
Ankara’da darbe söylentilerinin ayyuka Maybach Kiralama çıktığı haziranda Çevik Bir, New York Times’a (14 Haziran 1997) şu açıklamayı yaptı: “Hükümetle mücadelede kesin kararlıyız. Türk Anayasası çerçevesinde hareket ediyoruz
ABD’de ya da İngiltere’de siyasi sistemi savunmak askerin görevi değildir. Ama Türkiye’de bu görev yasayla bize verilmiştir.”
Genelkurmay ikinci başkanının çok açıkça hükümete karşı savaş ilan ettiği bir süreçten geçiyorduk. O günlere dair fıkra gibi anekdotlar bile kitaplara konu oldu. Faruk kiralık maybach ankara Bildirici’nin “Maskeli Leydi” kitabındaki (sayfa 383) şu bölüm, oldukça düşündürücüydü:
“Bir akşam geç vakitlerde, Çiller ailesinin Maybach Kiralama en g��vendiği isimlerden olan Meral Akşener, RP’li Şevket kazan’a telefon etti. Sesi heyecanlıydı: -Şevket ağabey, arkadaşlarımızdan çok önemli bilgiler geldi. Askerler yarın akşam bu işi hallediyorlarmış. Ne yapalım? Kazan, Akşener’in telaşlı sesinden etkilenmedi. Darbe haberini sakin karşıladı. -Sen bir Elham, üç kuluvallahü oku, yat. Merak etme. -Peki sen ne yapacaksın Şevket ağabey? -Ben de aynısını yapacağım.”
Kıbrıs’taki ölümlü tatbikatın gerçekleştiği Maybach Kiralama 6 Ekim 1997 günü Başbakan Mesut Yılmaz Ankara dışındaydı. Hemen Devlet Bakanı Eyüp Aşık’ı aradı: “Genelkurmayı ziyaret et, başsağlığı dile
”
Eyüp Bey, telefon açıp Genelkurmay’a gitti. Genelkurmay 2. Başkanı Orgeneral Çevik Bir, özel bir salonda tatbikatla ilgili haritayı duvara asmış bekliyordu. Yanında kiralık maybach ankara başka komutanlar da vardı. Aşık içeri girdikten sonra alt rütbeli bir subay, Bir’in talimatıyla harita üzerinden tatbikatı anlatmaya başladı.
Onlara göre, yaşananlar sadece kazaydı. Orgeneral maybach kiralama ankara Kıvrıkoğlu’na yönelik herhangi bir suikast girişimi asla sözkonusu değildi! Brifing tamamlanınca Bir, herkesten salonu boşaltmasını istedi. Kısa süre sonra Aşık’la baş başa kaldılar.
Bir lafa girdi: “Bırakın bunları, çok önemli değil. Siz Maybach Kiralama ne yapıyorsunuz?” Aşık: “İyi, hükümet çok güzel çalışıyor. Gerginlik kalmadı, siyasette normalle süreci başladı.” Bir: “Ne iyiye gidiyor, kardeşim? Siz ne yaptığınızı sanıyorsunuz? Ne yaptınız?”
Bir: “Yahu kardeşim, siz bu Erbakan’ı, Çiller’i hapse atmayı düşünmüyor musunuz? Adamlar hala dışarıda geziyor.”
Bir: “Neden olmasın? Adamların bir yılda neler Maybach Kiralama yaptıklarını görmediniz mi? Bunların hesabını vermeyecekler mi?” Bir: “Ne yanlışı? Eğer suç bulamıyorsanız bizden yardım isteyin, size gerekli belgeleri verelim.”
Aşık: “Kusura bakmayın, hakikaten yanlış anlamışsınız. İktidar değişikliğini sağlayarak siyaseten doğru olanı yaptık. Ama siyasetçileri cezaevlerine atmak olacak iş mi? Asla maybach kiralama ankara bunu kabul edemeyiz. İstiyorsanız gidin Mesut Bey’le görüşün ama asla yanaşmayacaktır. Hepimiz karşı çıkarız.”
Görüşme gergin atmosferde geçti. Toplantıdan hemen sonra Yılmaz’ı arayan Aşık, ertesi gün Albay Vural Berkay’ın cenaze töreni için İstanbul’da buluştukları sırada Bir’in sözlerini aynen aktardı. İlginçtir, törende karşılaştıkları Harp Akademileri Komutanı Orgeneral Necati Özgen ve 1. Ordu Maybach Kiralama Komutanı Orgeneral Atilla Ateş’le yaptıkları ayaküstü sohbetlerde aynı tonda olmasa da hesaplaşma talebiyle karşılaştılar.
0 notes
Text
Müşir Kazım Paşa (Kazım Alpan) ve Sakızlı Ahmet Esat Paşa Hakkında
Müşir Kazım Paşa (Kazım Alpan) ve Sakızlı Ahmet Esat Paşa Hakkında
Bir Askerin Anıları adlı yazı dizisinin 1. bölümünde dedemin anılarındaki notlara dayanarak baba tarafımızın izinin Sakız Müftüsü Mustafa Efendi’ye (Seyit Mustafa) kadar sürülebildiğini yazmıştım. Müftü’nün oğlu ise dedem Kolağası (yüzbaşı-binbaşı arası rütbe) Mehmet Efendi olup, onun oğlu da dedem Vehbi Aytimur. Anılarla haşır neşir olurken, dedemin yazdığı ilk sayfalarda adı geçen isimlere de…
View On WordPress
#Ahmet Esat Paşa#Aydın Valisi#Bir Askerin Anıları#Celal Esat Arseven#Darüşşafaka#Gazi Osman Paşa#Hicaz Demiryolu#Hicaz Valisi#Hotel Splendid#Istanbul#Işıklar Askeri Lisesi#Kazım Alpan#Kazım paşa#Kolağası Mehmet efendi#müşir#Müşir Kazım paşa#Miralay Tevfik bey#Molva kalesi cerrahı Süleyman Sırrı bey#Plevne savunması#Sakız Müftüsü Mustafa Efendi#Sakızlı Esat paşa#Sakızlı Süleyman#Splendid Hotel#Sultan Abdülaziz#Vehbi Aytimur#İzmir valisi
0 notes
Text
Bir Askerin Anıları 10 Kafkas Cephesi – Bakü’den Petrovsk'a
Bir Askerin Anıları 10 Kafkas Cephesi – Bakü’den Petrovsk’a
GİRİŞ 9. Bölümün sonunda üsteğmen Vehbi efendi Bakü’nün 15 Eylül 1918 de alınmasını takiben tiyatro binasında kuştüyü yatakta uyuyarak dinlendiğini yazmıştı. 16 Eylül sabahı ise 15.Tümen birlikleri harekatı kuzeye, Derbent ve Petrovsk’a (Mahackale, Dağıstan) doğru sürdürmek üzere harekete geçerler. Çarlık düzenini savunan Kazak komutan Biçerakov komutasındaki birlikler Derbent yönüne doğru…
View On WordPress
#107.Alay#15. Tümen Komutanı Süleyman İzzet Bey#15.Tümen#3.Tabur#3.Tümen#37.Tümen#46.Tabukr#46.Tabur 3.Bölük#56.Alay#Agstafa#Ahilkelek#Ahıska#Akıstafa#alay karargahı#Bakü#bando alayı#Batum#Bicerakov#Bileceri#Bir Askerin Anıları#bombacı manga#Dagestan#Dağıstan#Derbent#Derbent kalesi#Digah#emir subayı#Enver paşa#Gümrü#Gence
0 notes
Text
Bir Askerin Anıları 9 Kafkas Cephesi - Batum'dan Bakü'ye
Bir Askerin Anıları 9 Kafkas Cephesi – Batum’dan Bakü’ye
GİRİŞ : Dedem üsteğmen Vehbi Aytimur’un içinde bulunduğu 15.Tümen Batum’a Akdeniz Vapuru ile geldikten sonra Bakü’ye doğru harekete geçer. Kafkasya petrol sahasını müttefiklere kaptırmaktan korkan İngiltere tarafından da desteklenen ve Çarlık rejimi yanlısı olan Kazak Albayı Lazar Biçerakov’un kuvvetleri 15. Tümenle Bakü’de karşı karşıya gelecek ve tutunamayıp kuzeye, Dağıstan’a doğru…
View On WordPress
#15. Tümen Komutanı Süleyman İzzet Bey#15.Tümen#3.Tabur#3.Tümen#37.Tümen#56.Alay#Agstafa#Ahilkelek#Ahıska#Akıstafa#alay karargahı#Bakü#bando alayı#Batum#Bicerakov#Bir Askerin Anıları#Dagestan#Dağıstan#Derbent#Digah#Enver paşa#Gümrü#Gence#Gyumri#Kazım Karabekir#Kerime Özden Şahin#Khulo#Kolordu K. Mustafa Hilmi Paşa#Kolordu komutanı#Kurmay Başkanı Albay Hüseyin bey
0 notes