#Bekçileri
Explore tagged Tumblr posts
Text
Alain – Zihnin Bekçileri (2024)
Fransız filozof Alain, kesin inançların sarsıldığı ve öğretilerin parçalandığı bir dünyada okuru sürekli bir “zihin nöbeti” tutmaya davet ediyor. Bir dizi denemeyle insanlık durumunun engin bir keşfine çıkan Alain, her metniyle, etrafı saran vehim ve peşin hükümler karşısında zihni terbiye etmeye ve entelektüel teyakkuzu sağlamaya yönelik bir berraklık talimine girişiyor. Yöntem bellidir: Şüphe…
View On WordPress
0 notes
Text
#Her şeyi aklımızda#kalbimizde tutmak isteriz. Hayatımızdaki tüm yüzler#gülümsemeler#güzel şeyler. Ama zaman anıları siler ve yalnızca bazıları sonsuza dek kalır#hafızanın bekçileri.#Güzel anılar bizde kaldı#size günaydın ve bir gülümseme bırakıyorum#😊
0 notes
Text
2023 Güz
"Bir gece aynaya baktığımda kıpkırmızı gözlerim bana bütün dünyayı ve iğrençliklerini hazmedebileceğimi söylemişti.
Yaradılışımı, geleceğimi, çevremi, insanların farklılığını, duygularımın çeşitliliğini sorguluyordum. Kendimi dinlemeyi öğrenmekti bu yaptığım. Çünkü duyulabilecek kadar yüksek bir ses vardı içimde. Bunu fark edince, dünya üzerindeki bütün insanlar yok olsalar dahi yalnız kalmayacağımı anladım.
Ölmekten vazgeçtim. Çünkü ölürsem ve eğer yukarıda beni ödül ve ceza sisteminin bekçileri bekliyorsa çok büyük kavgalar etmem gerekecekti.
Kendimi defalarca buldum, defalarca kaybettim.
Hızlı yaşadım. Ama genç ölmekten çok, hızlı yaşlandım. Ancak hayattayım.
Pişman olmadım. Kendimden bile. Ben gerçektim.
Bendeki erken yükselişin ve daha hayatın yeni öğrenilmesi gereken yaşta bu noktaya varmış olmamın nedenini bilmiyorum. Belki de ben dünyadan daha hızlı döndüm. Hepsi bu..
Çok geç alıştım ben yaşamaya."
-Kinyas ve Kayra
31 notes
·
View notes
Text
Bunlar İstanbul metrosunun bekçileri 😻🤣😻 ödemeden geçmek isteyenlere göz açtırmıyorlar 😁😁
57 notes
·
View notes
Text
O'na Deki-
Giderken beni de beraberinde götürdü.
Ondan geriye kalanları da ben kaldırdım.
Mektupları kutuların içine bıraktım.
Resimler diğerlerine ait resimlerin hemen yanında duruyor.
Şiir pek yazmamıştı zaten...
Ama nafile, Ondan henüz kurtulamadım.
Yazdıkları yalnızca bir kağıt parçasının üzerinde olsa da, okuduğumda sesi kulaklarımda yankılanıyor.
Resimlerine ne zaman baksam göz kapakları kımıldıyor.
Evde dolaşırken ayaklarıma anılar dolanıyor.
Gülümsemesi duvarlara asılı resimlerin üzerine takılmış kalmış.
Ne kadar uğraşsam çıkmıyor.
Mavi koltukta hala sıcaklığı duruyor ve kimi zaman bir alelade tişört henüz onun kokusunu atamamışken elime geliveriyor.
İşte o an deliriyorum.
Panik içinde kendimi dipsiz bir kuyunun içinde çırpınırken buluyorum.
Duvarlar üzerime geliyor,
Mavi koltuk beni içine çekiyor ve alelade bir tişört boğazıma düğüm üstüne düğüm atıyor.Dışarı, içeriden farksız.
Yalnız da değilim üstelik.
Koca bir yaz, bana eşlik etti.
Ben ne kadar ağladıysam, o kadar da yağmur yağdı.
Güneş saygı ile bulutların arkasında kaldı.
Şimdi, yani o yokken hayat gözüme batıyor.
Ne güneşli günler, ne ihtiraslı insanlar, ne de ulvi amaçlar umurumda.
Bir ben varım.
Milyarlarca insan bir yana,
ben hemen şuraya yalnızlar bulvarının köşe başında...
nükleer bir savaşın ardından yapayalnız kalmış gibiyim dünyada
Üstelik de onsuz...
Yani eskisinden daha güçsüz, yani daha kırılgan, yani daha anlamsız.
Koca bir çukur, dolmayı bekliyor.
Anlar ve anılar o çukurun mezar taşları gibi başımda dikiliyor.Biz
O’na de ki;
Biz onunla bembeyaz yağan bir karaltında gece yarısı yürüyüşlerinde üşümeyen ayak izleriydik.
Yeşilliklere bakan bir pencerenin gerisiydik.
Bir fenerin beklediği kumsalda güneşe yüzünü veren çakıl taşlarıydık.
Bir otel odasında umulmadık bir anda karşılaşmış sürgünde yorgunluktan uyuyakalan iki bedendik.
Aynı marka iki araba gibiydik.
Kara kaplı beyaz sayfalı bir defterde kağıt ile kalemin arasına giren bir yalnızlık şiiriydik.
Altın sarısı, maviliklerdik.
Kahverengi derinliklerdik...
O zamanlar adı artık pek de lazım olmayan, anılması yasaklanan bir esintiydik...
O bir gözyaşıydı, başladı mı bir daha durdurulamayan.
Ben bir umuttum, nereye gittiği bilinmeyen buharlı bir tirenin son vagonuna tutunan.
Biz Onunla diğerlerinden farklı gibiydik.
Şimdi o yokken benim önümde kaçak, yaşanmamış bir yaz duruyor.
Ve yazın en uzun günü, benim gözüme uyku kaçıyor.
Sonra resmi törenler başlıyor.
Düş kaçkınları, yağmur suçluları, güneş vurgunları, dost acıları ve bir insanın en anlatılamayacak, en utandığı, canını en çok acıttığı duyguları...
Yani hayat, önümden geçerken saygıda kusur etmiyor.
Biz olmasak da, şimdilik “zaman” benimle idare ediyor...Gece
O’na de ki;
Geceleri uyumuyorum artık.
Ağustos böcekleri refakatinde dalıyorum sessizliklere.
Anlayacağı en yakın dostum sabahlara uzanan bir zırıltı ya da kulaklarımda hala çınlayan “seni seviyorum” yüklü fısıltısı...
Onlar anlatıyor ben hep dinliyorum.
Sustuklarında onu dinliyorum.
Yeryüzünü o’nu düşündüğüm anlar aydınlatıyor ve üzerimde çoğu zaman hüzünlü bir ay parlıyor.
Benim kadar içi kararmasa da, Ay da “yalnız” benim kadar.
Büyük şehirlerin yalnızlarına ay refakat ediyor.
Şehrin bütün ışıkları onlar yüzünden hiçbir zaman sönmüyor.
Ayın şavkı okşuyor uykusuz yalnız insanların şehrinde hasret çeken yürekleri.
O anlarda büyük şehirlerin gece bekçileri, bir kadının göz kapaklarında dikilip aşağıya, sonsuz bir uçuruma bakarken buluyorlar kendilerini.
Eskisi gibi tereddütleri yok.
Bırakıveriyorlar boşluğa anlamsız bedenlerini, düşünmeden geride bekleyenlerini.
Sokakta yürürken rastlantılar karşı kaşıya getirirse onunla seni..
Ve şayet yanında yoksa biri.
Durdur onu ve ona yavaş sesle fısılda söyleyeceklerimi...
Gecelerin çok uzun olduğunu anladım ve şafak vakti o uyanırken ben daha yeni uykuya daldım.
O vakitler hayatın sınırları.
Ve sınır boyu mayın tarlalarının yerini tehlikeli sessizlikler alırdı.
Birbirine ulaşamayan yürekler kendilerini geceleri bitmesini istemedikleri uykulara vuruyor.
O’nun dahil olmadığı bir hayatı yaşamak, artık pek de anlamlı gelmiyor...Yalnızım
O’na de ki;
Ben, yalnız başıma, yetmiyormuşum meğerse bana.
Anlayacağı, bir yön gerekiyor.
Masanın üzerinde duran yapayalnız bir pusula,
Rotasız yolculukları çizmeye yetmiyor.
Yalnızlık özgürlük ise, benim için hapis zamanı geldi geçiyor.
Ne garip, insan bazen iki kişiyken de kendini çok yalnız hissedebiliyor.
Oysa ben, Erhan Bener romanlarından fırlatılmış “tekil bir kahraman” gibi yaşıyordum onunla yalnızlığı.
Şimdi yalnızken aynalara bakamıyorum.
O varken ondan kaçıyordum, yanımda yokken sokaklarda başımı kaldırmıyorum.
İtiraf etmesi oldukça zor ama çoğu zaman yalnızlığımı sevdiğim kadar, utanıyorum.
Varlığında kaçtığım yalnızlığıma, bugün sığınıyorum.Şiir
O’na de ki;
Kara kaplı bir deftere bir kaç satır yazmadan uykuya dalamıyorum.
Gizli bir bahçeden yükselen viyolonsel ve piyano eşliğinde ise aynı kelimeleri farklı beyaz sayfalara her gece, her gece, bir kez daha, bir kez daha, bir kez daha yazıyorum;
Ona “seni seviyorum” demek isterdim.
Sesinin üzerine ağlamak
Ve konuşmadan onu anlamak...
Bir hasret mektubu gibi gözlerine sığınmak isterdim.
Onu kucaklamak
Bağrıma basmak, öpmek, koklamak...O’na de ki;
O eğer o olmasaydı,
uğruna ölebilirdim.
O, o olsaydı,
Orada,
Yanı başımda dursaydı
cennetleri cehennem
Sebepleri neden yapabilirdim.
Keşke şurada tekrar bulabilsem onu
Bıraktığım gibi...
Küçük bir gülümseme
Ve bir kaç damla gözyaşı ile...
O’nu sevebilirdim.Ben iyiyim
O’na de ki;
Duydum. Her şeyi duydum...
Şimdi bana onu anlatıyorlar.
Sanki başka bir insandan bahsediyorlar.
Ben mi büyük anlamlar yükleyerek tam(am) lamışım O’nu...
Öyleyse ne kadar yanılmışım.
Yaratırken bir masal prensesini çocuksu düşlerimde, kendimi ne kadar iyi kandırmışım. Duyduklarım kara harflerle yazılacak masumiyet tarihine.
Kirletilmiş bir sayfaya, kalın uçlu simsiyah kalemlerle...
Bir Atilla İlhan şiiri gibi yazılanları yalnızca yaşayanlar anlayacak.
Şiirlerde bana, yalnızca O anlatılacak.
Biliyorum bir gün kendisinin anlatıldığı şiirlere rastladığında yazılanları anlamayacak. Zira tiren çoktan uzaklaşmış olacak.
Hayatın karanlık bir ara istasyonunda yapayalnız kalanlar unutulmaya mahkum olacak.O’na sor bakalım;
En çok ne eksik kaldı, biliyor mu?
Gerçi ben bilmesini beklemiyorum.
Beni anlamasını beklemediğim gibi.
Benimki geç kalmış bir veda
Ya da yanlış anlaşılmış bir aşka bir türlü konulamayan nokta, nokta, nokta.
O’nun için denk gelirse eğer, iki lafın arasına sıkıştırıver söyleyeceklerimi.
“Bana pişman olacak kadar bile zaman tanımadı.”
Oysa her insan geriye dönüp baktığında “Acaba? ” sorusunu sormak ister...
Hata yapıp yapmadığını ufak bir zaman aralığında tartışmak gereğini hisseder...
İçinden çıkamadığı durumlarla karşılaştığı anlarda bir süre için “kaçma hakkını” kullanmak için beyaz yalanlar söyler...
Ben bunların hiçbirini yapamadım.
Yapacak zaman bulamadım.
Belki bu yüzden bugün ben yalnızca “iyi olmuş” diyebiliyorum.
Yanılmadığımı, hata yapmadığımı düşünebiliyorum.
Beni en çok işte bu yaralıyor.
Bu kadar haklı çıkmak insana pişman olma fırsatını tanımıyor
C.Özdemir
21 notes
·
View notes
Text
Sen de kaldırmalısın ellerini semaya, sen de böyle hücum etmelisin, çünkü elden bir şeyin gelmediği vakit yoktur, kaldır ellerini meşruiyet kazansın sende direnmek, bir dua daha ısmarla Yaratana zaferle dönsün evlerine vaktin en güzide bekçileri...🇵🇸
79 notes
·
View notes
Text
Şimdi birbirimizi sevmek dünyanın en güzel şeyi
Birlikte yürürsek rahatsız olur ahlak bekçileri
Şimdi seni izlemek dünyanın en güzel rengi
Ama öpüşürsek rahatsız olur birileri
Boşverelim hepsini
Yargılayan herkese Armağan edelim
Sıradaki sevişmemizi
41 notes
·
View notes
Text
tanrıdan vazgeçtim. ölmekten vazgeçtim. çünkü ölürsem ve eğer yukarıda beni ödül ve ceza sisteminin bekçileri bekliyorsa çok büyük kavgalar etmem gerekecekti. ölmek istemiyorum çünkü tanrıyı da öldürürüm diye korkuyorum. ve böyle bir vefata benim dışımda kimse dayanamaz.
16 notes
·
View notes
Text
HİÇ KARŞI ÇIKILMAMIŞ GÜLMENİN ORTADAN KALDIRILMASINA
etrafta hiç gül yok, hece bekçileri var sona erdirmek için kızıla çalan sözcükleri maddeye koşarken duygularını düşürenler çiçek hikâyeleri anlatıcılarını ihbar eden adaletsizliği unutturmakla görevli muhbirler hiç gül yok ortada, ölmüş renkler var bütün bunlar ağır şeyler, çok ağır
her sabah uyandığında pencereleri kapalı bir ülke karşılıyor seni bir ülke ki gözleri kanayıp duruyor –görmemekten- ve hep aynı ses yükseliyor dünya denen dev mazgaldan: Sisifossss! Sisifossss!
kaç kez söyledim mesleğim hayalperestlik düş yolculukları çizen tecrübesiz bir ressamım ben kan ve kılıç kokan ağzıyla kalın kalın bağırıyor gerçekliğin kayası: Sisifossss! Sisifossss!
ben o değilim diyorum; insanlardan kaçtığım için taşlarla konuşan biriyim sadece düşüncenin kırık dallarını onaran bir işçiyim kuşların ayakları kanamasın diye
ama hiç gül yok ortada, gece nöbetçileri var renk olmaya çalışan kum tanelerini söndüren hiç öfkelenmemiş kimse görünürdeki bu yalnızlığa hiç karşı çıkılmamış gülmenin ortadan kaldırılmasına çok ağır şeyler bunlar, çok ağır taşıyamaz hiçbir sırt bunu; gelse bile dünyanın bütün Sisifosları ve yok olmadıkça sevgisizliği yaymakla görevli muhbirler
9 notes
·
View notes
Text
O zamanlar,titreye titreye,gençlik dünyamın yıkıntıları arasında dolaşıp duruyordum,kırık düşünceler,kopuk,dağınık düşler üstünde neye baksam,un-ufak oluyor,yaşamaz oluyordu.Dün düşündüğüm,sanki yüzyıllıkmışcasına,hiçbir zaman benim olmamışcasına uzaklaşmış,yabancılaşmış düşünceler dönüp bana bakıyordu.Sonra herşey yıkıldı,kaydı gitti,korkunç bir boşluk,bir durgunluk sardı çevremi.Sanki her ölçü taşırılmış,her tapınak kirletilmiş,her tat bozulmuş,her yükseklik aşılmıştı.Sanki bütün temizlik pırıltıları karartılmış,bütün güzellik umutları kırılmış,ayaklar altına alınmış.Özleyecek hiçbirşeyim yoktu artık,tapınacak,nefret edecek hiçbir şey.İçimde kutsal,alçalmamış,bağışlatıcı ne kaldıysa,bakışını,sesini yitirmişti.Yaşamımın bütün bekçileri uyuyakalmıştı.
5 notes
·
View notes
Text
Hermann Hesse: Incipit Vita Nova
Aubrey Vincent Beardsley (1872-1898) Incipit Vita Nova: Here begins a new life
Çekici, sevmeğe değer ne varsa böyle yitip gittiğinde, ve ben, bir tin kazazedesi gibi, bitkin, anlatılmazcasına tükenmiş, yoksul, sefilliğimin bilincine vardığımda, gözlerimi yere düşürdüm, kollarım bacaklarım ağır, kalktım, geçmişimin bütün alışkanlıklarını bırakıp uzaklaştım; geceleyin, selam bırakmadan ve kapıyı kapatmadan evini bırakıp giden bir hükümlü gibi.
Yaşamımda, çoğunluk insanların yaşamındaki gibi, bir özel başkalaşım noktası, bir korku, karanlık, yalnızlaşmışlık yeri, bir görülmemiş körelme ve boşluk günü var; bugünün akşamında ise, gökyüzünde yeni yıldızlar, içimizde de yeni gözler doğuyor.
O zamanlar, titreye titreye, gençlik dünyamın yıkıntıları arasında dolaşıp duruyordum, kırık düşünceler, kopuk, dağınık düşler üstünde; neye baksam, un-ufak oluyor, yaşamaz oluyordu. Yanımdan, tanımaktan utanç duyduğum dostlar gelip geçiyor; dün düşündüğüm, sanki yüzyıllıkmışçasına, hiçbir zaman benim olmamışçasına uzaklaşmış, yabancılaşmış düşünceler dönüp bana bakıyordu. Sonra herşey yıkıldı, kaydı gitti, korkunç bir boşluk, bir durgunluk sardı çevremi. Artık bana yakın hiçbirşey yoktu, ne sevgili, ne komşu; yaşamım sarsıcı bir tiksinti gibi kabardı içimde. Sanki her ölçü taşırılmış, her tapınak kirletilmiş, her tat bozulmuş, her yükseklik aşılmıştı. Sanki bütün temizlik pırıltıları karartılmış, bütün güzellik umutları kırılmış, ayaklar altına alınmış. Özleyecek hiçbirşeyim yoktu artık, tapınacak, nefret edecek hiçbirşey. İçimde kutsal, alçalmamış, bağışlatıcı ne kaldıysa, bakışını, sesini yitirmişti. Yaşamımın bütün bekçileri uyuyakalmıştı. Bütün köprüler yıkılmış, bütün uzaklıklar maviliklerinden soyulmuştu.
Çekici, sevmeğe değer ne varsa böyle yitip gittiğinde, ve ben, bir tin kazazedesi gibi, bitkin, anlatılmazcasına tükenmiş, yoksul, sefilliğimin bilincine vardığımda, gözlerimi yere düşürdüm, kollarım bacaklarım ağır, kalktım, geçmişimin bütün alışkanlıklarını bırakıp uzaklaştım; geceleyin, selam bırakmadan ve kapıyı kapatmadan evini bırakıp giden bir hükümlü gibi.
Yalnızlığın dibini gören kim var? Kim yadsıma ülkesini bildiğini söyleyebilir? Bakışlarım kararıyordu uçurumun üstüne eğildiğimde, düşüyorlardı aşağıya, duracak yer bulamadan. Yadsıma ülkesini gezindim durdum, dizim yorgunluktan kırılana dek, ve daha hâlâ önümde uzanıp gidiyordu yol hiç eksilmemiş bengiliğinde.
Bir durgun, hüzünlü gece, avutucu ve rahatlatıcı, kubbelendi üzerimde. Uyku ve düş, sılaya dönmüşü karşılayan dostlar gibi geldiler bana, öldürücü yükü, bir bohçayı alır gibi indirdiler sırtımdan.
Hiç kazazede olup karayı gördüğün, yüzerek sana yaklaşan birini gördüğün oldu mu? Hiç ölümcül hasta olup ilk sağaltıcı, temiz dağ havasını içine çektiğin, yenilenen kanın tatlı kıpırtısını hissettiğin oldu mu? Bu kurtarılan, bu sağalan gibi, beni de bir şükran, huzur, ışık, sağlık dalgası kapladı, o gece, bilinmez varlıkların bana dostça yaklaştıklarını anladığımda.
Gökyüzü, daha önceleri hiç görmediğim bir görünümdeydi. Yıldızların yerleri ve dönüşleri ile iç yaşamım arasında önceden belirlenmiş bir dostluk birliği kuruldu; bengi-olan da, açıkça ve iyilikle, içimden birşeyleri kendi yasalarına bağladı. Çölleşmeğe yüztutmuş yaşamıma, altın toprakların serildiğini; içimde eski yeni herşeyi soylu billurlar gibi düzenleyeceğini, dünyanın bütün şeyleri ile, bütün harikaları ile iyilikli birlikler kurması gerektiğini enfes bir şaşkınlıkla sezinlediğim bir güç ve bir yasanın verildiğini hissediyordum.
Incipit vita nova. Yeni birisi oldum artık, kendi kendime bir mucize gibi geliyorum daha, hem dingin hem etkin, kabul eden ve bahşeden, belki en değerlilerini kendimin bile daha bilmediği değerlerin sahibi.
Çevirenin Notu:
Metin, Hesse’nin 1897-99 yıllarında Tübingen’deyken yazdığı, ilkin Eugen Diederich’in yayımevince (Leipzig, Haziran 1899), yayımcının karısı, Hesse’nin dostu, şair Helene Veigt’un ısrarı üzerine (yayımevinin çizgisine uymadığı halde) yayımlanan Geceyarısının Ardından Bir Saat (Eine Stun- de hinter Mitternacht) adlı 9 parçalık derlemenin 4’üncü parçasıdır. Kitabın ilk farkına vararak üzerine yazı yazanlardan biri Rilke’dir; ama kitap ilk yılında ancak 53 adet satmıştır. Hesse (kendisi ‘ün’ kazandıktan sonra çabucak tükenen) kitabın yeni bir basımına uzun süre izin vermez; sonradan (1941’de) ancak kısıtlı (1500 nüshalık) bir yeni basımını (Verlag Fretz und Wasmuth, Zürich) yaptırdığı derlemedeki metinleri de «düzyazı şiirler» diye nitelendirerek, bunların kendi «yolu[n]un anlaşılması için önemli» olduklarını, «içeriği ve sorunlarının yaygın okur kitlelerini ilgilendirmediğini, «ama dar dost ve eleştirmenler çevresine yeniden ulaştırılmaları gerektiğini söyler.
Burada aslı ve çevirisi verilen metin 1941 baskısındandır (ss. 67-72).
Parçanın (son paragrafın ilk tümcesi olarak yinelenen) Latince başlığı, «Başlıyor Yeni Yaşam» (ya da «dilegeliyor (konuşmağa başlıyor) yeni yaşam») demektir. Bu, akla hemen (metnin içindeki «bengi», «dönüş», «yük», «sağalma» gibi sözcüklerle birlikte) Nietzsche’yi getirir: Nietzsche’nin Şen Bilim adlı kitabının ilk baskısının (1882) son parçasının (s. 342) adı «Incipit tragoedia»dır: Başlıyor Tragedya. Bu parça da (hemen hiçbir değişiklik görmeksizin) Nietzsche’nin bir sonraki kitabı, Böyle Buyurdu Zerdüşt’ün en başında yer alan parçadır.
“Yazko Çeviri”, Ocak-Şubat 1982, Sayı: 4 Almancadan çeviren: Oruç Aruoba
30 notes
·
View notes
Text
Bu yerde sokaklar çıkmaza çıkar,
Çıkmaz başlarında bendeler ölür.
Gündüz bekçileri düdüğün çalar,
Sûret, bizde güneş gecede büyür.
Y.Ozan
19 notes
·
View notes
Text
Şimdi alsam seni
götürsem allı morlu bir tepeye.
Otursam, baksam gözlerinin taa içine.
Olur mu? Olmaz kimine göre.
Tam değecekken yüzün yüzüme
tiz düdüklerini çalar,
eviniz barkınız yok mu diye sorarlar tepenin bekçileri.
Yok deriz, anlamazlar;
yersiz yurtsuz bir aşk bu.
Sen sev beni
fakat sevgilim deme; yasak!
Aşık bak, aşkla uyu, aşkla kalk
Aşk başına vursun, başın duvarlara;
fakat anma adını,
adı sözlükten kaçak.
Bu yaşadığımız
dili tutuk, eli titrek,
sürçülisan bir hayat.
Altını kaz, üstünden atla, etrafında tur at.
Yasaksa, ayıpsa ilanı aşk
böl hecelere, çöz harflerine;
bakışına koy
ya da bir tel saçına.
Var ise bir diyeceğin
lütfen
yasak sözcükleri yutup da anlat;
tedbirli bir aşk bu.
Sağı solu dar,
önü ardı duvar
altı üstü cürmü kadar bir aşk bu.
Düğümlü, boşluklu, kusurlu.
Taa buramda.
Taa buram.
Taa-bu.
Derya Cesur
23 notes
·
View notes
Text
"İnsanın insana tapındığı bir zamanda âlemlerin Rabbine kulluktan ötesini yok sayanlar, Ey Havva'nın kızları, Mü'mine kızlar, bu ümmetin Asiye adayları, yaşadıkları günlerinin Meryemleri, bu büyük merhume ümmetin umudu, babalarının cenneti, din tamamlayan kızlar. Önce bin bir çile ile doğuran, doğurduğunu mü'min ve mücahit olarak yetiştiren, onu da cihat meydanlarına gönderip şehit çocuğuna, eşine ağıt bile yakmadan sabredip karşılığını Rabbinden bekleyen, iffetimizin bekçileri, nesillerimizin teminatı mübarek kadınlar/kızlar..."
29 notes
·
View notes
Text
#MüzelikŞiir
Yürüyen heykellerle
Aynı müzedeyim ben
Konuşan mumyalara
Kimden söz edeyim ben
Fikren işkencedeyim,
Ruhen cezadayım ben
Korkaklığın sükûtu
Kol geziyor her yerde
Sanki tek başımayım,
Tek kişilik mahşerde.
Putların gölgesinde
Dans eder akbabalar
Söz sokakta dolaşır,
Öz zindanda çabalar
Atılan ucuz safra
Selâmlar, merhabalar
En temiz topraklara
Gül eksem mantar biter
Yollar sırat köprüsü,
Durmak düşmekten beter.
Kaybettim mesafeyi,
Zamandan uzaklaştım
Sevgi diye sarıldım,
İsyanla kucaklaştım
Ne kendimden kurtuldum,
Ne kendime yaklaştım
Toprağın üstü mezar,
Zevke dalmış ölüler
Can sıkmaya yetiyor
Canlı kalmış ölüler.
Fuhuş yuvası sanki
En görkemli binalar
Çamur evlât doğurur
Taş yürekli analar
Resmen hak tevzi eder
Hakkı boğan canavar
Koşanlar, yarışanlar..
Dehşet ötesi dehşet
Akıl karaya vurdu,
Gırtlağı geçti vahşet.
Meydanlar tıklım tıklım,
Caddeler salkım-saçak
Kölelik histerisi yayılmış köşe-bucak
Elli tane hokkabaz,
Elli milyon oyuncak
Müdür ve müdüriçe
Müzenin bekçileri
Aferine çalışır
Düzenin bekçileri.
Mülkü kazanan ayrı,
Tasarruf eden ayrı
Hisseler neden farklı,
Hak, hukuk neden ayrı?
Hasta yaşar deniyor,
Baş ile beden ayrı
Mantık yürütmek yasak,
İtiraz eylemek suç
Neşe-eğlence cinnet..
Yatıp uyumak korkunç.
Güvenmek aldanmaktır..
Ölçü-tartı izafî
Mert-namert,
Güzel-çirkin,
Eksi-artı izafî
Çoğunun cebindeki kimlik kartı izafî
Kim kimdir?
Kim kim değil?
Anlamak ve bilmek zor
Oynanan komediye gül diyorlar, Gülmek zor.
Figüran heykeller var
Kül tablası boyunda
Yediyüz göbek atar dakikalık oyunda
İşlenen her günaha
Kurtta ortak, koyun da
Kalmışım ara yerde,
Tozdayım, dumandayım
Kirli bir mekândayım,
İğrenç bir zamandayım..
#AbdurrahimKarakoç ...
#FreePleastine
#FreeGaza
#Gazze
#EbuUbeyda
4 notes
·
View notes
Text
maratonda yerde kar gören kenyalı…
ömrün kırıntısındayız. seyyarlar açıldı, trafik inceden başladı şehirde. geceden kalanlar, hiç uyumayanlar, kaldırım bekçileri, taksiciler, barmenler, jokeyler, seyisler, atlar ve ben… güne hazırız.
aklıma ilk gelen şarkıyı mırıldanırken, yaşlandığımı, artık kaygının beni esir aldığını fark ediyorum. sonsuz bir dönüş yolu… her şeyi tüketmişim, yuvama geri dönüyorum. her gün kafama elma düşüyor ve ben her gün yerçekimini inkar ediyorum.
otuz üç… yazıyla. zaten bende her duygu yazıyla. sonsuz eylemsizlik… bütün hatalarımı toplasam, ipek yolu olur, ne bileyim sıcak sulara inişimiz kolaylaşır. ama yine de bir gece vakti, bir yerlerde yapılacak bir hata görürsem, ilk defa görmüş gibi heyecanla, yarını düşünmeden, bir şövalye gururuyla yaparım. sonra da sör ilan edilmeyi beklerim…
açık denizdeyim. denizin bu kısmı derin… bir tekne gelir elbet, gelmezse boğuluruz. gerçi yabancı bir tekne her ne olursa olsun yabancı bir teknedir. gelse de boğuluruz.
su alır elbet…
5 notes
·
View notes