#Her şeyi aklımızda
Explore tagged Tumblr posts
Text
#Her şeyi aklımızda#kalbimizde tutmak isteriz. Hayatımızdaki t��m yüzler#gülümsemeler#güzel şeyler. Ama zaman anıları siler ve yalnızca bazıları sonsuza dek kalır#hafızanın bekçileri.#Güzel anılar bizde kaldı#size günaydın ve bir gülümseme bırakıyorum#😊
0 notes
Text
sana bir hikaye anlatıyorum. iki yüklemin birbiri içine geçmesinden ortaya çıkan bu bozuk cümleyi omzuna bırakıyorum, bekle öpücük olsun. her tavan birer sinema salonudur, iki ünlemin birbirine değdiği yerde kalınlaşıyor ve bunu sana bırakıyorum. duvarlar pencereler her şey kalın ve arasında ezilirken boşluk olduğunu farkedip derin bir nefes alıyorsun. sen derin nefes alırken içine düşüyorum, çünkü bir soru işareti ve şüpheyim, filmin herhangi bir sahnesiyim. iki harfin birbirine geçtiği yerde tekrar yağmur başlıyor bunu kuru bir yerine. burada yağmur ve balık oluyorum. burada işkence ve mutlak bir iz. ileriyi karanlık olarak tahmin ediyorsun çünkü gözlerini açmadan hayal ediyorsun. ama hayır. aç gözlerini. öpüştük ve bitti. ölüştük ve geçti. iki ayrı damlayız aklımızda bir sel fikri. uyan. temel düzeyde sevişmeye, azami sınırda gitmeye, durgun akışta boğulmaya mecburuz. ama kuralları bozuyorum. dünyayı, aşık olarak, bir kişi üzerinden kişiselleştirmek en kolayı ve boşluğun kendinden başka boşluğa ilk temasıyla açılan boşluk, buna yara demek doğal. yaraların var. tarihi çok eskiye dayanan insanın etinin zaafıdır yara. zaaflardan kurtulursun ve yaralar geçer. bunu anlatmıyorum. bu hikaye doğal değil, boşluğun aynı anda sana ve bana değmesiyle oluşan bu hikayede, aşık olarak! değil, aşık olmayı bir sonuç gibi değil, aşık oldum ve yaptım diyerek gerekçe sunmak değil, istedim ve yaptım diyerek dik durmayı, arkasında durmayı, içine girmeyi, içinden çıkmayı, şimdi burada düşündüğün şeyi. bak bu bize değen boşluğun başkasına da değmesi tam. anlatabildim mi? omzundan aşağısı bu. aklından ďışarısı.
16 notes
·
View notes
Text
bu gece beynimde bi sızı,
istediğim kişi olabilirim
bazı geceler var ki
çok kötü şeyler yapabilirim
ama inan ben çok değiştim
senle gittiğimiz o tatilin
iki sene geçmiş üstünden
benim üstümden
sanki tır geçmiş bu gece
bak senin de gözaltların
mosmor olmuş kaz ayakları
çıkmış en yakın arkadaşımın
herhalde sen de
bu sıcakta benden başkasıyla uyumazdın
yaşadığım evin vakti dolmuş
belki de dokunduğum her şeyi ben mahvediyormuşum
cam pencere açık bu yaz akşamı
sen olsan masamızda iki duble rakı
aklımızda sadece tek bir şey olurdu
şimdi bu dönem de bitti
artık ayrılıkların her biri
anlamsız ve vedasız
artık senden kaçtığımı
bilmeyen kalmamış
çayını altın annem bizim için kapatırdı
senin ailen beni kaç defa sofrasına aldı
şimdi büyük camlar evimde
ama gönlüm paramparça oldu hasretinle
9 notes
·
View notes
Text
Zalimliğin kendi varlığını akla uydurmaya yönelik türlü biçimleri var. Başkalarına kötülük edenler, kendileriyle yaşayabilmek için, kurbanlarını suçlar veya kendi zihinlerinde onları insanlıktan çıkarır, insani niteliklerinden ayırırlar. Bu süreci “ahlaki çözülme” olarak adlandırıyoruz. Bu ahlaki çözülme, duygusal nasırlar yaratır ve buradan kötülüğe pek çok yol gider.
Psikolog Ervin Staub, onlarca sene boyunca savaş veya soykırım sırasında insan öldüren bireyleri incelemiştir. Bu bireylerin empatilerini “kapattıklarını” ve böylece öldürdükleri insanların iyilik ve sağlığı hakkındaki endişelerini sıfırladıklarını düşünmektedir. Bu şekildeki insanlıktan çıkarma süreci, en küçük bir empati duygusunu susturur.
Tanık olduğumuz şey bir savaş değil, örgütlü zalimliğin insanlığa ve kollektif vicdana saldırısıdır. İnsan olmanın anlamına, insan haysiyetine topyekün bir saldırı. Bazı hayatların kolaylıkla harcanabilir olduğunu zorla zihnimize çakmak isteyen, sadece en zalim olanın hayatta kalmaya hakkı olduğunu bize kanıksatmaya çalışan, biricik hayatların kutsiyetini istatistik nesneye çevirmek isteyen hain bir hilebazlık. Öldürmekten zevk alan bir sadistik psikopati, insanı sağır eden bir sessizliğin ortasında cürmünü icra ediyor. Bizi katıksız bir kötülüğün egemenliğine boyun eğmeye zorluyor.
Binlerce ana kuzusunun vahşice katledildiği bu yeni karanlık çağda, bir gün olur da vicdanın ışığı yeniden parlarsa diye, suçluları aklımızda tutalım, onları teşhis edelim. Bizi hissiz robotlara çevirmeye çalışanlara inat insanlığımızda direnelim. Uyuşmayalım, masumların acısını her gün yüreğimizde hissedelim. Kelimeler kanın sıcaklığına işlemez, belki de hiçbir şeyi değiştirmez ama tarihin dönemecinde nerede durduğumuzu bize hatırlatır.
kemal sayar
3 notes
·
View notes
Text
Ben sevmem yılbaşı kutlamayı. Hiç de tasvip etmem. Dindar değilim asla. Tanrı'nın adını sadece korktuğumda ağzımda geveliyorum zira. Bir gece yarısı 10'dan geriye sayınca yarın daha farklı olmayacak diye sevmiyorum. Umudumuzu bir rakamın değişmesine bağladığımız için sevmiyorum. Yediğimiz yemeğin ne tadı değişik ne adı. İçtiğimiz içki her zaman ki gibi sarhoş ediyor bizleri. Geçen sene ne dilendiyse o masada bu senede aynı şeyi diliyoruz yeni yıllardan. Hiç değişmiyor, hiç gelişmiyor, hiç yenilenmiyoruz yıl başlarında. Hep yalnızız büyük kalabalıklarda. Elimizde bir kadeh rakı, aklımızda imkansız bir aşk, kalbimiz boş, kelamlarımız anlamsız...
3 notes
·
View notes
Text
BUSİAD'dan 'Odak' eğitimi
https://pazaryerigundem.com/haber/175768/busiaddan-odak-egitimi/
BUSİAD'dan 'Odak' eğitimi
Bursa Sanayicileri ve İşinsanları Derneği (BUSİAD) Eğitim ve Gelişim Çalışma Grubu tarafından organize edilen 2. Eğitim Zirvesi aşırı sıcağa rağmen büyük ilgi gördü.
BURSA (İGFA) –Bu yıl ikincisi düzenlenen zirvenin teması “Odaklan” olarak seçilirken, zirvenin açılışında konuşan BUSİAD Yönetim Kurulu Başkanı Buğra Küçükkayalar, “Bir insanın yaşamı boyunca süren eğitiminin üç ana kaynak yoluyla olduğu söylenebilir; ailede eğitim, toplumda eğitim ve eğitim öğretim kurumunda eğitim” dedi.
Türkiye’nin endüstriyel gereksinimlerine tam olarak yanıt verebilecek şekilde teknik temel-ara eleman yetiştirme programlarını en kısa sürede hayata geçirmeli, sözde kalan sanayi – okul işbirliği mutlaka sağlanması gerektiğini ifade eden Başkan Küçükkayalar, “Açılmış ve açılacak her seviyedeki eğitim ve öğretim kurumunu niteliksel ve niceliksel açıdan geleceği görerek çok iyi değerlendirmeli, müfredat içeriğini çağımızın ve ülkemizin gereksinimlerine uygun hale getirmeli, bilimsellikten ve liyakattan asla taviz vermemeliyiz. Eğitim ve öğretim kurumlarımızın tamamında gerek öğrencilere gerekse öğreticilere yönelik verilecek derslerin ve eğitimlerin geleceğimize yön verecek dijital, yeşil ve toplumsal dönüşümleri içermesini sağlamalıyız. Her şeyin temelinde eğitimin olduğu gerçeğini her zaman aklımızda tutmalıyız” diye konuştu.
“YETENEĞE ERKEN YATIRIM…”
BUSİAD Yönetim Kurulu Üyesi ve Eğitim ve Gelişim Çalışma Komitesi Sorumlusu Orçun Sarıca ise Zirve’nin mottosuyla ilgili konuştuktan sonra, “Her şeyi değil öncelikli şeyleri yapmaya, odaklanmaya ihtiyacımız var” dedi. Sarıca, “Dışarıdan hazır yeteneği bulmak maliyetli. O nedenle yeteneği erken keşfedip, yatırım yapmak önemli. Kişinin ihtiyacına özgü eğitimler vermek önemli” dedi.
OpM-D Danışmanlık Kurucusu İnan Acılıoğlu, “Dijital ile Dönüşen İş Dünyası” başlıklı bir sunum gerçekleştirdi. Dönüşen ve dönüşemeyen şirketlere örnekler veren Acılıoğlu, şirketlerin ömrünün kısaldığını, dijital dönüşüme yatırım yapan şirketlerin açık ara önde olduğunu ifade etti.
İzgören Akademi Bursa Bölge Müdürü Özlem Erbaşlar ise “Öğrenme ve Gelişimin Etkisini” anlattı. Erbaş, e öğrenmenin pastadaki payının giderek arttığını rakamlarla aktardı.
Konsul Group İş Geliştirme Müdürü Vesile Bahtiyar, BUSİAD Makine Bakımcısı Okulu, Oyak Renault Yetenek Yönetimi, Öğrenme ve Gelişim Departman Müdürü Elif Yurdanur ise BUSİAD İnsan Kaynakları Kodları eğitimi hakkında katılımcılar bilgi aktardılar.
K2C Danışmanlık Ortağı Fazıl Oral ise “Bilinmeyeni Kucaklamak” başlıklı konuşmasında, dünyanın gidişatına ilişkin tabloyu ortaya koydu. Oral, tüm çalışmanın şehirli olmak için yapıldığını ifade ederek, “Borçlu bir dünyadayız. Paraya ihtiyaç var ama o da yok” dedi.
Daha sonra gerçekleştirilen ve Fazıl Oral’ın yönetimindeki panelde “Yönetim Kurullarının Liderlik ve İnsan Kaynakları Ajandası” tartışıldı. Panelde, ORAU Yönetim Kurulu Başkanı Ayşegül Orhan ile İpeker Tekstil Yönetim kurulu Üyesi İhsan İpeker, kendi deneyimlerini dinleyicilerle paylaştı. Ayşegül Orhan, yeni neslin fark yaratmayı önceliklediğini ifade ederken, İpeker ise Z kuşağının oldum, biliyorum anlayışını gördüklerini, ama hayat boyu öğrenmenin olduğunu belirtti. İpeker, “Geldiğimiz noktada ikilemdeyiz. Tarihimizde hiç bu kadar emekli çalışanımız yoktu. Bir geçiş dönemindeyiz. Bugünün gençliği değişimi getirecekler” dedi.
Zirve sonunda, sosyal medyada en çok paylaşım yapan 3 katılımcıya Atatürk portresi hediye edildi.
Etkinliğin sonunda katılımcılar Norm Ender’in 100. Yıl Marşı’yla fotoğraf çektirdiler.
BU Haber İGF HABER AJANSI tarafından servis edilmiştir.
0 notes
Text
Son Bakıştaki o gözler kaldı aklımızda..
Ne güzel söylemiş değil mi Sezen ?
Kurşun gibi izler diyor.
Kalbimin en derininden bir kurşun geçiyor ve BAM!
Tam ne zaman oldu biliyor musun?
Eve geldik, birkaç parça eşya topladık.
Bambi'yi doyuralım sonra çıkacağız dedik.
Dedim ki " ya zaten bir şey olsa doktor telefonda bize, biz hastayı kaybettik, demeyecek ki "
Neyse işte hazırlandık falan elimizdeki poşette kıyafetler var. Son çıkışlarımız evden meğerse tabi nerden bileceğiz.
İşte her neyse o bildiğimiz otogar'da otobüs bekledik.
Velhasıl beklediğimiz otobüs geldi ama nasıl diyeyim. Yorgunum.
Sonrasında eve birkaç durak kala. Bir telefon çaldı.
Dedim her halde kötüleşti.
Doktorlar telefonda biz hastayı kaybettik, derlermiş.
Ben anlamaza vurup belli etmedim ama. Bir insana otobüsün orta yerinde de söylenmez ki arkadaş. Ya kalbimden geçecek olan kurşunlara ne yapacağız hocam?
Velhasıl yol çok uzun sürdü. Bir benzinliğe çekip biraz ağlamalı. Ama gelene kadar dik durmalı. Gelince bakarız bir çaresine.
Ben seni görmedim çünkü görsem ömür billah unutamazdım.
Ben istedim ki en son seni soframızda, mutfağımızda, o sarı koltuğunda hatırlayayım. Ve öyle de oldu.
X-man baktı en son. O gördü yani bu dünyada en son seni.
Böyle mi olsun isterdin, bilemedim.
Ben böyle olmasını beklemiyordum. Onu biliyorum.
Bazı akşamlar gözlerimi kapatıyorum ve tüm yapabildiğim, geçmişi düşünmek. Öyle bir iki sene öncesini de değil. Şöyle 2010'lar falan. O zamanlara gitsem sanki her şeyi çözebilecekmişim gibi. Yok biliyorum çözümü de. Hayal işte benimki. Rüya görüyor musun orada? Ben burada haddinden fazla rüyalar görüyorum. Bazısında varsın bazısında yoksun. Ve kimisine göre hipofiz kimisine göre 3. göz olan organım bir hayli gelişmiş durumda sanırım. Yoksa böyle şeyleri sürekli hissediyor olmamın başka bir açıklaması olamaz. Her neyse işte. Bir kaç gün sonra 2. yılı bitirmiş olacağız. Sanki dünya üzerinde en çok ben üzülüyormuşum gibi bir ruh halim var. Biliyorum öyle değil ama hislerim bu yönde. Ve bazen çok üzülmek te yetmiyor.
Garip duygular karmaşası içerisindeyim.
Seni özlediğimi söylemekten başka ne yapabilirim ki?
Ve tüm arkadaşlarım yurt dışına taşındı diyebilirim.
Burada birlikte bir kadeh tokuşturabileceğim kimse kalmadı.
Keşke olsaydı da uzun uzun eskilerden bahsedebilseydik.
Ama yok.
Üzülme.
Ben histerik değilim.
İyiyim.
Sende iyi ol babiş.
Çok özledim.
12/12/2023 11:07
1 note
·
View note
Text
Mutluluğu Sende Bulan Senindir Ötesi Misafir
Herkesee selam olsun arkadaşlar bugün sizlere Hakan Mengüç'ün kişisel gelişim kitaplarından biri olan Mutluluğu Sende Bulan Senindir Ötesi Misafir isimli kitabını okudum ve sizlere kitap hakkındaki fikirlerimi sunacağım ve içindekilerden biraz bahsedeceğim..
Ben kişisel gelişim kitaplarını okumayı çok severim,kitap okumayı sevmezken bile bu tarz kitapları elime aldığımda ilgimi çeker okurdum,aslında sadece benim değil herkesin ilgisi çekiyordur bence çünkü gözüne çarpıp bakan her insan bu tarz kitapların içinde kendinden bir parça bulabiliyor..
Bu yazarı ilk defa okudum,yazdıkları gayet hoşuma gitti.Vazgeçebilmeyi,mutlu olabilmeyi,sadece ben diyerek mutlu olamayacağını ve daha nicelerini söylemiş çok da hoş bir üslup ile dile getirmiş,Sevgi kelimesine değinmiş ve o kadar güzel bir cümle kullanmış ki "Önemli olan çok sevebilmek değil,güzel sevebilmektir."diye çok güzel söylemiş.Bir insan için elinden geleni yapabilmeyi hatta daha fazlasını yaptığın halde bir şeyi değiştiremediğinde vazgeçmek kadar cesur ve güzel bir hareket olmadığını dile getirmiş.Seni seviyorum demek için geç kalmamayı ölüm olduğunu hayatın her anında aklımızda bulundurmayı bu yüzden de hayata geç kalmamayı seni üzen,mutsuz kılan belirsizliklerle yorgun düşüren her şeyden sessizce uzaklaşmayı yazıya dökmüş.Bizi üzmekten çekinmeyen insanlar için bir cümlesi vardı not almıştım "insan kendine en çok,canını yakanları affetmek için bahane arayarak ihanet eder."bu sözün üstüne pek de bir şey söylenmez..
Kitap çok güzel herkesin okumasını öneririm..Sevgilerle...
1 note
·
View note
Text
Bu ara bir şeyden rahatsızım bide. Ablam kocasının yanında eski sülale mevzularından konu açılınca hep susturuyor. Ben benimkine sabah içtiğim kahveden çocukluğumda ilk hatırladığım ana kadar anlattım. Bana göre şeffaflık her şeyden önemli. Ben onun o benim her şeyimi bilmeli. Birbirimizin geçmişiyle ilgili hiçbir soru işareti olmamalı aklımızda. Biz bir gün oturduk geçmiş ilişkilerimize kadar her şeyi anlattık birbirimize ve o gün bugündür onun yanında daha rahatım. Çünkü nasıl yollardan geçip böyle biri olduğumu biliyor.
1 note
·
View note
Text
insanın hayatını her şeyin etkiliyor olması biraz korkunç değil mi? bulunduğu aile, çevre, okul, iş, şehir, semt gibi yerlerin yanı sıra sosyal medyada kullandığı kullanıcı adları, takip ettikleri, konuştukları, düşündükleri her şey etkiliyor. beynimiz her şeyi alan, depolayan bir organ biz belki algılayamıyor olsak da aslında tüm bilgiler aklımızda mevcut. beyin bağlantılar kurarak çalışan bir organmış. hatırlamak istediğimiz bir şey olduğunda nöronlar birbirleriyle bağlantı kurmaya çalışıyor. o yüzden çok düşündüğümüz zamanlar, aklımızda tekrarlanan düşünceler olduğunda yorgun ve halsiz hissediyoruz. gözle görülür şekilde bir şey yapmasak dahi beynimiz oldukça çalışıyor. beynin işleyiş sistemine şaşırıyor ve çok etkileyici buluyorum. beynin aldığı tüm bilgiler bizim kişiliğimizi oluşturuyor. hepimizin beyni işleyiş şekli farklı olduğu için hepimiz bir şeyi gördüğümüzde farklı yorumluyoruz. bu yüzden aslında duygularımızın farkında olmalı, duygularımızı, bedenimizi yakından tanımalıyız. çok ilginç bulduğum bir şey daha mesela anadilimiz türkçe ya diyelim ispanyolca öğrenmek istiyoruz o dile olabildiğince maruz kalmak gerekiyormuş. ilk başta anlamıyoruz ama aslında beyin tüm kelimeleri, cümleleri algılayıp anadilimizle bağlantı kuruyormuş. libro -> kitap diye bağlantı kuruyormuş. tabi bu bağlantılar kopmayan, unutulmayan olmuyor. bunun için sık sık tekrar etmeli, algılarımızı açık tutmalıyız. beynimizde enerjisel olarak çalışıyor. enerji ise başlı başına muhteşem bir şey. birilerini enerjisel alanlarına girerek zaten tanıyoruz. enerjiler bize çok şey anlatıyor. bazı insanları görünce ürpermek, korkmak ya da sevmek tam olarak birinin enerjisini algılayıp beynimizin bize verdiği sinyal oluyor. bazen adlandıramadığımız durumlar oluyor aslında ortada bir şey yokken içimizdeki ses ya da duygu durumlarımız tepki veriyor. o yüzden düşüncelerimiz neyse biz de o oluyoruz esasen. peki bizim bu düşüncelerimiz, enerjilerimiz anne rahmine düştüğümüz andan itibaren mi oluyor? bence hayır. biz aslında binlerce yılın olaylarını taşıyoruz. bu nasıl oluyor? atalarımızdan gelen aktarımlar var. onların hayatlarında yaşadıkları, gözlemledikleri, düşündüklerinin kırıntılarını taşıyoruz. o kırıntılarda bizim beynimizi etkiliyor. beynimizi etkileyen enerjimizi, düşüncelerimizi, algılarımızı, duygularımızı etkiliyor. kötü enerjilerden, düşüncelerden kurtulmak mümkün. farkında vardığımız, kararlı olduğumuz zaman kurtulmak, dönüştürmek daha kolay oluyor. o yüzden meditasyonlar, enerji çalışmaları, ibadetler oluyor. onlarında işe yaraması için inanmak gerekiyor. bazen aklınızda hiç görmediğiniz, bulunmadığınız yerlerin anıları canlanıyor mu? bazı günler sebepsiz üzüntüler, sevinçler olur mu? bunları yaşamamızın sebepleri ya itiraf edemediğimiz, bastırdığımız duygu ve düşünceler var o yüzdendir ya da tamamen geçmişten kalmış o tarihe o zamana ait atlatılmayan duygu ve düşüncenin yansımasını yaşıyoruz. enerjisel alanlarımıza sahip çıkmak, korumak önemli çünkü başkasının enerjisiyle dahi tüm duygu ve düşüncelerimiz iyi olabileceği kadar da kötü etkilenebilir. bunlar bizim kişiliğimizi, bizi biz yapan durumlar. insan her daim değişir. bunu ya bilinçli yapar ya da bilinçsiz bunun için maruz kaldığınız enerjileri, düşüncelerinizi sağlıklı bir şekilde yönlendirmek beynimize iyi bakmak gerekiyor.
1 note
·
View note
Text
Güven çok güçlü bir duygu, aslında duygular göz ardı edemeyeceğimiz kadar güçlü bir silahtır. İnsan kimi zaman aklında, evet sadece aklında, biriktirdiği bütün olasılarla yaşayabilir. Bütün duyguları o olasılıklarda tadar ve bunun gerçekte varolmadığını idrak etmeyecek kadar inanır. O inancı asla hiçbir şey kıramaz.
Düşüncelerimizin, kendimiz dışında, kimsenin etkisi altında olmadığını söyleyemeyiz. Dünya, bir yaprağın gökyüzündeki dansına bile anlamlar koymamızı sağlayacak kadar özgür aklımızda. İşte bizi büyüten şey de tam olarak bu; hepimiz aklımızdaki farklı olasılıktaki senaryoyu yaşarken dünyanın özgür bir yer olduğunu atlıyoruz. İçimizde bizi boğan, aklımızı sıkıntılara sokanda tam olarak bu oluyor. Kendimize özgürlüğün içinde sınırlar koyuyoruz ve bu sınırları birbirimize mecbur kılıyoruz. Birbirimizi birbirimizden uzaklaştırıyoruz.
-"Geldin ve konuşmuyorsun." elindeki geniş viski bardağını döndürerek içinde parlayan buzu harekete geçirdi. Gözleri elindeki bardaktan ziyade karşısında suçlu bir çocuk gibi omuzları çökmüş bendeydi.
Gerçeği söylemek gerekirse her şeyi bir kenara bırakıp neden sadece daha önceden kulaklarımda çınlayan kelimeleriyle koşarak onun kapısını çaldığımı bilmiyordum. Belki kimsenin bilmediği saklanma yerini bana söylediğinden veya herkesten farklı işleyen terazisi, aklıma işleyen sözleri yüzündendi. Ama şunun farkındaydım ki gelişimin bir anlamı vardı. Benim, kimsenin bilemediği bir olasılıkta yaşanması gereken şeyler vardı. Yaşamalıydık.
-"Viski mi şarap mı?" kelimelerine yansıyan boğazındaki hırıltıyı öksürerek geçirmeye çalıştı ardından karşımdan kalkıp ada tezgahın üstündeki dolaba gitti. İki adımda gittiği tezgahta sorusunun cevabını beklerken ben kafamdaki düşüncelerle çarpışarak ellerime dalmıştım. Etrafımdaki sessizliğinde bir anlamı olmak isterken, yanıtsız kaldığında beklemeyi kesip tezgahtan kendi kafasına göre bir şeyler doldurarak öneme viski bıraktı.
Karşımdaki yerine döndüğünde üstümdeki bakışlarına rastlayan gözlerim utanmazca sessizliğini sürdürdü. Zaten bir yıkım olursa genelde bu sadece tek bir odayla kalmaz bütün şehri yıkardı. Peki benim bu sokaklarda yaşamı ayakta tutmak için çırpınmam nafile görünürken, bu çabam niyeydi? Evet ölüm bir sokak ötede değil, hepimizin ensesinde kol gezerdi.Bu can sıkıcı, her şeye bir kaçış bulabilen aklım ölümle sırt sırta savaşabilir ama ölümle yaşayamıyordu.
Karşılaştığımızdan beri ilk defa saçları kısa ve traş olmuş bir şekilde karşımda duruyordu. Üzerindeki file gömlek bütün tenini saklayamıyordu, zaten onun genelde hiçbir şeyi saklamak gibi bir derdi de yok gibiydi. Habersizce ortaya çıkmak benim için bir alışkanlıktı fakat beni tanıyamayacak kadar yakınımda olmamasından ona çatkapı gelmek bir beni rahatsız ediyor gözüküyordu. Elindeki viski bardağını sallamayı sürdürürken artık buz bardakta ömrünü yitirmişti.
-"Dışarıda kar yağıyor." söylediğimin ortamda pek bir anlamı yoktu bu sebeple ikimizde birkaç dakika cümlemin devamını sürüdürecek bir şey bulamadık. Şu an hiçbir şey düşünemediğim gibi cümlemin anlamını da aklımda kavrayamadım.
Bir keresinde bodrumda, dışarıda yağan sağanak yüzünden çok üşüdüğümüzü hatırlıyorum. Asya her zamanki gibi kardeşini bir kelebeliğin kozası gibi sımsıkı sarmıştı. Sansar sabahtan Yaren'in peşinden gittiğinden yanımızda değildi, bu havada sığınacak bir yer bulduğuna inanmak istemiştim. Çünkü hemen yanımda kartona sımsıkı ellerini sarmış Ufuk, canından can alan terler dökerek titriyordu. İlk günden beri Ufuk ne yaşasa aklımda hemen Samet'inde aynı şeyi hissedebilir olduğunu düşünmüştüm.
Ufuk o yetimhane devrindeki laboratuvarda ne yaşadıysa bazen bize anlamsızca sevgi gösterisi yapardı. İçinde patlayan o eksikliği bir duyguda yoğunlaştırırdı. Ve genelde canı ne kadar yanarsa o kadar etraftakileri mutlu etmek için uğraşırdı. Kimsenin ağlamasına dayanamazdı; Başak hep sessiz kalırdı, hemen onun ilgisini çekecek bir şey bulurdu. Fakat yağmur yağdığında bütün çocuklar susardı. İşte tam bu zamanlarda devreye Samet girerdi.
Samet, Ufuk'u anlardı. Şimdi bile ölüme yüz tutmuş içimizdeki çocuğu anlardı. Samet anlardı.
Elindekini tek dikişte bitirerek sesli bir şekilde önüne bıraktı, daldığım yüzünden hareketiyle bakışlarımı çektim. Ellerimi tuttuğum konumdan çıkartarak ellerimi nereye koyacağımı bilemeyerek saçlarıma hedef aldım. Oturduğum yer, durduğum konum bana sıkıntı verdi, hızlıca yerimden kalkıp kule haline getirdiği kitapların yanından arşınladım. İçimdeki nefes bana soğuyarak ulaşıyordu, ölüm boğazımdan kaçıyordu.
İçimdeki nefreti açıklayacak bir durumda değildim belki ama kimse bana bu nefretin canımı daha da acıtacağını söylememişti. Kimse bana canımın daha önce hiç yanmadığını söylememişti, insanların bu kadar yok olan anılarıma gasbederek olduğumdan daha kirli yaşayacağımı söylememişti. Hiç kimse bana hiçbir şey söylememişti.
-"Sakince nefes almaya çalışmalısın." ellerimin hangi zamanda Ufuk'un o yağmurda korkarak titrediği gibi sımsıkı yanımdaki bedene sarıldığını hatırlamıyordum. Bedenimin ne zaman yere yıkılmış bir çare kaldığını, nefesimin bana nasıl yetmediğini de hatırlamıyordum. Hiçbir şey hatırlamıyordum.
Sanki, ne zaman gücümün her şeye yetebileceğine inansam güçsüz kalıyormuşum gibiydi.
Saçlarımı, tavanın siyahında soluklayan gözlerimin önünden çeken eller ensemde yol yaparak saç diplerimi okşuyordu. Başımdaki fark etmediğim ağrıyı bana hissettirmeden geçiriyordu. Peki ya boğazım, boğazımdaki alamadığım ölüm soluğunu benden nasıl geçirecekti? Canım yanıyordu benim, çok canım yanıyordu.
-"Karın neden beyaz olduğunu biliyor musun?" arkamdan bana sımsıkı tutunurken ayaklarımın bir hükmü yoktu. Artık bu hayatı taşıyacak bir gücüm olsun istemiyordum da zaten. Ölümün soğuğu yüzüme vururken ben de kendimi hazır hissediyordum. Ölüm bir kaçıştı belki ama bende hiç oyun oynamamış bir çocuk olabilir ve oyunbozanlık yapabilirdim.
-"Biliyor musun yoksa, hı?" nefesi viski kokuyordu, ciğerlerinden akan nefesinin sıcaklığı boynumdan akıyordu. Bu sıcaklık şah damarımda ölüm soğuğuyla başlayan bir savaştaydı.
-"Bilmek ya da bilmemek..." aklımda devam eden karmaşaya inat konuşabildiğimi fark ettiğimde gözlerimin önüne bembeyaz bir orman serildi. Aynalarla kaplanan terasın camları açılmıştı, evin içindeki loş lamba sebebiyle şu an gözümün önündeki manzara esen rüzgarla titrememi sağladı. "hepsi canımı yakıyor." diye fısıldadım.
Söylediklerime bir karşılık vermeden biraz daha benimle birlikte ormanı izledi. Bulutlar ayın parlaklığını gölgelemiş, gökyüzü saçlarımın rengini kıskanmış gibi simsiyahtı. İçime dolan rüzgarın yüzüme çalan esintisi saçlarımı savururken önümdeki kolların sıcaklığı beni yavaşça içeriye çekti. Az önce oturduğumuz yerden geçerek iki boş viski bardağına gözlerimle veda ederken beni yine o karanlık odaya götürdü. Kapının girerken hemen nasıl açıldığını göremesemde içeriye girdiğimizde de ardımızdan kapandığını duydum.
Ona yaslı bedenimi naifçe yatağa yatırırken üstümü örtmeyi ihmal etmedi. Yatağa eğildiğini hissedebiliyordum ama ağırlığını yatağa bırakmamıştı. Ellerini örtünün üstünden bana bastırarak yatakta ısınmamı sağlayarak sonunda saçlarıma sürtündü. Diğer elini alnımın üstünde sürdürüp gözümün önüne gelebilecek saçları da geriye ittirerek alnımı açtı.
Hareketlerini ya da benim sessizce onun yaptıklarını takip edişimi sorgulamıyordum. Uslu bir çocuk gibi bu başlayan ritüelin bitmesini bekliyordum belkide. Çünkü ne uyku uyuyacak zamanım ne de uykum vardı. Kendimi rahata erdirmeye bile hakkım yokmuş gibiydi. Buraya neden geldiğimi bilmiyordum ama kaçmak istediğim şeyler olduğunun farkındaydım.
Sıcak nefesinin ardından tüy gibi hissettiren dudaklarını alnımda hissettiğimde gözlerimi sımsıkı yumdum. Uykunun kapısında bekleyen bedenim kendini içeriye atmaya hazırdı. Aklımdaki bütün karmaşayı gözlerimin kapanmasıyla son bulacağına olan bir duyguya inandım. Güven bana kollarını açmıştı.
Gözlerimi sımsıkı kaparak kendimi bırakmışken elimi, benim üzerinden çekmeye hazırlanan ellerine sardım. Hiçbir şey göremesemde bana sorar gibi baktığına emindim. Elimi bileğinden kaydırarak eline sardım, damarlarındaki kanın sıcaklığını avucumda hissediyordum.
-"Manaz?"
-"Hm?"
-"Kar?"derin bir nefes verdim. "Neden beyazdır?" elimi kendine çekip üstüne bir öpücük kondurduğunu hissettim. İçimdeki duyguların birbiri arasında en boy göstereninin o olduğuna emin oldum ve buna hemen kendimce bir isim koydum.
-"Çünkü hangi renk olduğunu unutmuş."
0 notes
Text
Deprem felaketinin ardından Türk büyükelçisi: Teşekkürler sevgili İsviçre!
CENEVRE- Türkiye'deki depremin ardından İsviçre de dahil olmak üzere çok sayıda ülke kurtarma ekipleri gönderdi. Türkiyenin İsviçre Büyükelçisi Ece Acarsoy'a (51) yayınladığı açık bir mektupla İsviçre’ye teşekkür etti. Mektupta şu ifadelere yer verildi: Sevgili İsviçre, 6 Şubat sabah saatlerinde ülkemizi sarsan depremler, on ilde can kaybına ve büyük bir hasara yol açtı. Ülkemizde yaşanan en büyük doğal afetlerden biri olan bu dramın ardından Türkiye'deki ilgili tüm kurumlar harekete geçerek tüm kapasitelerini seferber etti. Mahsur kalan vatandaşları kurtarmak için binlerce insanın arama kurtarma çalışmaları bugün de devam ediyor. Yıkıcı depremin getirdiği insani durum nedeniyle, uluslararası yardım çağrısı 4’ünü alarm seviyesine yükseltildi. İsviçre de arama köpekleri ve ekipmanlarının da bulunduğu bir birimle ülkemize geldi. Sadece birkaç saat içinde, sahada elinden gelen her şeyi yaptı. Bir Türk atasözü der ki: "Gerçek dost kara günde belli olur". Bu bağlamda, bugüne kadar on bir kişiyi enkazdan canlı kurtaran olay yerindeki İsviçreli kurtarma ekibine en derin şükranlarımı sunmak istiyorum. Kurtarma ekipleri de yerel kurtarma çalışanlarımızı desteklemek için çok sayıda diğer ülkelerden yola çıktı. Bugüne kadar 60'tan fazla ülke deprem bölgesine kurtarma ekipleri gönderdi. Dünyanın dört bir yanından İsviçreli dostlarımızın sayısız yardım kampanyaları kapsamında gösterdikleri birlik, beraberlik ve dayanışma bu zor günlerde bize güç veriyor ve kişisel olarak beni çok duygulandırıyor. Dünyanın dört bir yanındaki ülkelerin, sınırları ne olursa olsun, bizi desteklemek için ne kadar çabuk ortaya çıktığını görmek mutlu ediyor. Bu inanılmaz yardım etme isteği ve bağlılık, yaralarımızı sarmamıza yardımcı oluyor. Trajik depremler Türkiye'nin turistik bölgelerinden uzakta meydana geldi. Yaralarımız iyileştikten sonra turizm sezonunda İsviçreli ve diğer dostlarımızı tekrar ülkemizde ağırlamaktan mutluluk duyacağız. İsviçreli dostlarımızı ülkemizde her zaman bekleriz. Bu zor günlerde ortaya çıkan duyarlılık ve dayanışma bizleri daha da birbirimize bağlıyor. Bunu aklımızda tutarak: Teşekkürler sevgili İsviçre! Türkiye'nin İsviçre Büyükelçisi Ece Acarsoy Read the full article
0 notes
Text
Evreni Tanımak
Evren bugüne kadar gözleyebildiğimiz ve henüz gözleyemediğimiz her şeyi oluşturan; uzayı, zamanı, maddeyi ve enerjiyi içeren, var olduğu söylenen her şeyi bünyesinde barındıran, 13.82 milyar yıl yaşında olduğu hesaplanan genel yapının ismidir. Tabiki siz de evrenin birer parçasısınız. Bildiğimiz evren haricinde bambaşka evrenler olma ihtimali de vardır lakin bunu başka bir yazıya saklamayı tercih ediyorum.
Evrenin toplam büyüklüğü hepimizin aklını karıştıran bir sorudur. Bu sorunun cevabını fizikçiler bile bilmiyor zaten. Modern fizik kuramlarına göre, evrenin herhangi bir sınırının bulunmaması mümkündür. Yani evren sonsuz olmasa da, sınırsız bir yapı olabilir. Bu biraz enteresan gelebilir fakat biz aslında sınırsız bir dünyada yaşıyoruz diyebiliriz.
Peki evren en fazla ne kadar büyüklükte olabilir?
Alberta Üniversitesi Teorik Fizik Enstitüsü'nden Don Page tarafından yapılan bir araştırmaya göre evrenin çapı 10 üzeri 10 üzeri 10 üzeri 122 megaparsek genişliğindedir. 1 megaparsek bile 3.086×10¹⁹ kilometreye denk geliyor. Yani sadece 1 megaparsek bile 30 milyon kere katrilyon kilometreye eşit. Bir de bunu ilk bahsettiğim sayı kadar düşünün. Devasa bir sonuç çıkıyor değil mi? Biraz kafanızı karıştırdı sanırım. Aklımızda canlandırabileceğimiz bir sayı olabilmesi için fazla büyük.
Sadede gelirsek; bu hesaplamaların ne kadar gerçeği yansıttığını bilmek şimdilik pek mümkün değil. Fakat bildiğimiz bir şey var ki o da bu koskoca evreni neredeyse hiç tanımıyor oluşumuz. Elbette her geçen gün teknoloji ilerledikçe yeni şeyler keşfediliyor. Peki tüm evreni keşfedebilmeyi insanlık ne zaman başaracak? Onca gezegeni galaksiyi ve nicelerinin ne kadarını keşfedecek? Daha da önemlisi insanlığın ve Dünya'nın buna yetecek kadar ömrü olacak mı..
21 notes
·
View notes
Text
Şimdi ben susacağım ve bu kalem konuşacak zira benim lügâtımda anlaşılmak için yazmak gerekir. Tüm yorgunluğu bulunduğum yerde bırakıp gitmek istiyorum mutlu kentlere. Mutlu yüzler görmek istiyorum, mutlu insanlar. Ne tuhaftır ki aynaya bakmak her şeyi başa döndürür biliyorum. Yine de umut denilen bu duygudan mahrum edemiyorum kendimi. Bir gün aynaya baktığımda; "Tanıyorum ben bu adamı" demek istiyorum. Ne de olsa kafamızda ki biz hep daha mutluyduk ve sadece o an ki biz aklımızda kaldı.
55 notes
·
View notes
Text
çalıkuşumuz’un cuma günü doğum günü. güzel bir plan hazırladık. doğum günü hediyesi olarak keklik ile aklımızda birr fikir vardı. ıkeanın altını üstüne getirip hemen hemen istediğimiz her şeyi bulup aldık. deriiiin bir nefes alabiliriz. pastamızı içeceğimizi alıp millet bahçesine gidip doğum gününü orada kutlıcaz. başta sahilde kutlamayı düşündük fakat akşam saatleri çok kalabalık olduğu için millet bahçesinde de kutlayabiliriz fikri daha cazip geldi. keklik’in finalleri biter bitmez kendini İstanbul’a attı. konuşacak yine biiiir sürü konu biriktiği için yemeğimizi 2 saatte anca bitirdik.
sally rooney okumaya hangi kitabından başlasam diye düşünürken yeni çıkardığı güzel dünya nerdesin kitabıyla karşılaştım. 74 TL olması dışında bir sorun yok. elbet bir gün okurum (umarım)
13 notes
·
View notes
Text
İnsan neden unutur ya da neden unutmaz, unutamaz? Muğlak olan bu konuya bilim adamlarının getirdiği bir açıklama mevcut mu bilmiyorum ama bu sıkıntılı durumun muzdariplerinden biri olarak kendimce yaptığım bir takım açıklamalar var. Bence insan unutmak istediği ile unutmak istemediği şeyi tam olarak bilmiyor. Yani aslında unutmak istemediğimiz şeyi aklımızda tutmanın veya unutmak istediğimiz şeyi aklımızdan atmamızın bize hiç faydası yok. Her boku bizden daha doğru bilen beynimiz bu işe de üzerine vazife olmamasına rağmen maydanoz oluyor ve biz istediğimiz şeyleri aklımızda tutamadığımız için saçma bir çıkmazın içerisine düşüyoruz. Sonra işin yoksa hangi kanun maddesi olduğunu aramakla uğraş dur ama yıllar önce Kuran kursundaki bir veledin şeceresini kendininkinden daha iyi bil. Böyle boktan durumlara düşmemizin sebebi beynimizin bok yemezliği gel dikiz ki çağımızda halen daha beyin nakli gerçekleştirilemediği için her şeye maydanoz olan beynimizle yaşamaya mecburuz.
4 notes
·
View notes