kimsin sen?; yolda kalmış, şehirde yalnız, sokakta ıpıssız. hatırlar mısın kimsin sen; bir çıkmaz sokağın kesiştiği hikayelere rastlamış.
Don't wanna be here? Send us removal request.
Text
Kendimle konuşmayı, içimdekilerle konuşmayı hiç sevmem, çocukken o odada geçirdiğimiz yalnızlık gelir aklıma ve sevmem. Konuşmak istemiyorum, ben kardeşlerimi dinlerim yaralarını sararım. Dert yanmam, konuşmam çünkü bu benim cezam. Konuşmak uzaklarda olduğun her duyguya erişmeni sağlar, ben o duyguların hiçbirini istemiyorum.
Ben kendimi hiç sevmedim ki.
-ASYA
1 note
·
View note
Text
-"Bende yetkilendirilmek istiyorum." başımın ağrısından etrafımdakileri bir uğultu gibi duyarken aklım hala Başak'taydı. Kaç gündür odasından çıkmıyor, evdeki kimseyle konuşmuyor ve gün boyu yataktan çıkmasa da gözüne bir gram uyku girmediğini biliyordum.
Bugün ev ruh ve beden sağlığıma inatla fazla kalabalıktı, bunda işlerin çoğunun tıkırında ilerlemesinin de etkisi vardı. Şehre yeniden ayak bastığımdan beri neredeyse her şey istediğim gibi gidiyordu, ne çok; çoğu sistemin ani değişikliğinden planlarımın etkileneceğini düşünmüş olsalarda umduklarını bulamamışlardı. Yalnızca planlarım dahilinde olmayan ve beni en çok etkileyen çevremdekilere yönelik saldırıların etkisiyle yavaş yavaş hırçınlaşan bir duygu durumum vardı. Fakat bunu törpülemek için kendimi ve evdekileri yönlendirmeliydim, ne yazıkki onların da eve ilk geldiğimde karşılaştığım kavgayla tavırlarının pek açık olduğu ortadaydı.
Biliyordum, bende en yüksek rütbeli benmişim gibi patronluk taslamak istemiyordum ancak olduğum konum bunu gerektiriyordu. BU imkansız olsada belki destek olursak, güçlerimizi birleştirirsek sadece benim patron olmadığımı sadece kendimi değil hepsinin iyiliğini düşündüğümü anlarlardı. Onların bu yola teşvik edecek bir şey olmadığından kabul etmemelerine hak veriyordum. Ama eğer en basitinden Başak'a olanlar gibi bir durumun bir başkasına daha olmaması için çabalayacaksak bu bir tek benimle bitmeyecekti. Reis hepimizi sadece onun istediklerini ya da emirlerini, mi demeliyim,yaptıktan sonra hayatı onun sınırlarında ,dışardaki insanlar daha rahat ve tasasız, yaşama imkanı sağlıyordu.
-"GECE, ben yetkilendirme istiyorum beni duyuyor musun?" Kaşlarım aniden kaşımdaki koltukta bana bağıran mavi gözlere çatıldı. İçerde günlerce hüngür hüngür ağlayamayan bir kız vardı, eskiden en çok onun değer verdiği, şimdilerde bir aptaldan daha öte davranan bu adamın sözleri siniri yeniden ağrıyan başıma ulaştırdı. Yüzümdeki sinirden kaynaklanan gülümsemeyi saklamadan neredeyse aynı sakinlikte yerimde dikleştim kollarımı önümde toplayarak ona biraz daha yaklaştım.
-"Ne istediğini bir kere daha söyle ama bu sefer doğru cevabı ver. Doğru cevabı vermeyeceksen hiç konuşma. Duydun mu? Duy çünkü ben bugün seni hiç duymak istemiyorum Ufuk!"
-"Beni herkesin içindedir aşağılıyorsun zaten bunu sormak için evi beklememe gerek yokmuş. Hatta Gece bunu hiç sormadım say bir de diğer çetelerin yanında sorayım; çünkü sen bize eziyet çektirmekten zevk alıyorsun artık."
-"Ufuk bence bugünlük bu kadar yeter." diye uyarıda bulundu Samet fakat mırıltısında dişlerini gıcırdattığını hissetmiştim.
-"Sana ne lan!" Samet'e dönerek verdiği cevabı kısa tutarak inatla bana döndü. "Ben yetkilendirme istiyorum hem de hemen bugün."
Sözlerini büyük bir ilgiyle dinlerken odadaki Yaren, Samet ve sesleri duyarak Başak'ın odasından çıkan Ayda bana tedirginlikle bakıyordu. Çünkü bende bu konuda eminim ki ağrıyan başım, uykusuz bedenim ve bu olaylardan sonra stresli düşüncelerim kesinlikle elimden bir kaza çıkartacaktı. Bu haddi gerçekten nereden alıyordu, yine her zamanki hiçbir şey bilmiyormuş ya da anlamamış gibi mi yapacaktı. Başak içerde yaşadıkları yüzünden kıvranıyordu, Başak o piçlerin işlerini halletmese ben büyük bir patlama için elimde fitili çekilmemiş bir bomba olarak beklemezdim.
Benimle bir kere konuşmak istediğini hissetsem hiç durmazdım, kelimelerine ihtiyacım yoktu; Manaz öğretmişti bana yaşadığım değerleri korumak konuşmaya mahal vermeden de yapılırdı. Hadi be kızım, biliyorum artık güçlü olmaktan yoruldun ama seni tanıyorum; aklındaki o çılgın kadını bana göster. Bu bana senin uğrunda savaşmak için yeter, sadece istediğini söyle.
-"Sen, SEN-" sinirden titreyen elimle ayağa kalktım. Bugün ben bu çocuğu adam etmeden rahatlamayacaktım, bunu anladım. "Sen bence o çeneni kapat dediğimde benimle muhabbeti kesecek ilk insan olmalıydın, tam şu anda. Ama sen hiçbir zaman akıllanmayacaksın değil mi? Yetkilendirme istiyorsun, öyle mi, tamam; hemen şu an gidiyorsun ve Hades'in çetesine boyun eğiyorsun. Duydun mu ? Onlara boyun eğeceksin, gerekirse taşaklarını yalayacaksın duydun mu? Duydun mu ha duydun mu?"dudaklarımdan minik bir es verip odanın etrafında sinirle adımladım.
"Madem benden bir şeyler isterken bu kadar eminsiniz, hepiniz oturup düşünün 'Gece bir şeyleri bize yaptırırken ya da yaparken kimin için yapıyor?'. Çok hevesli değilim bende sizi 'yönetmeye'." başımı sinirle Ayda'ya dönüp üzerimde gezen gözlerine diktim. "İtirazınız var mı Ayda Hanım son sözüme?"
-"Sen yüzsüzün tekisin. O içindeki sinsi yılanla ne kadar güzel masumu oynuyorsun, Asya da o aptal emirlerin yüzünden yok olmadı mı?" ellerimi sakinleşmek için sıkıp gevşettim. Ayda'ya vuran her sözümde daima dikkat ederdim, Asya'nın hatırı vardı fakat biz o çizgiyi çoktan aşmıştık.
-"SEN O İSMİ AĞZINA ALMAYACAKSIN!" boğazımdan kapacak olan acı iniltiyle bağırdım.
-"Asıl sen artık bize karışmayacaksın!"
-"Karışmıyorum ya karışmıyorum, siz beni anlayamıyor musunuz? Beni delirtmeyin; geldiğimden beri Reis'in verdiği görevler dışında birinize zorla ya da rica ile bir şey yaptırdım mı? BEN HER BOKU SİZİN İÇİN YAPARKEN SİZ, LANET OLASICA BU EVDEKİ HERKES, YERİNİZDE DURDUNUZ MU? Tüm hatalar benim peki, öyle olsun ee siz usluca şu bok çukurundan sizi kurtarmamı beklicek misiniz?" elimi sinirle Ufuk'tan tarafa çevirdim. "Adam benden gelmiş görev istiyor, ağzıyla yetkilendirme istiyor; bu kadar şeyi bana yüklerken önce oturup bir düşünün ama ilk önce kendinize yaptıklarınızı düşünün." derin bir nefes bırakıp az önce Ayda'nın çıktığı odaya, Başak'ın yanına girdim ve ardımdan kapıyı kapattım.
Başak bazanın başlığına sırtını yaslamış yüzündeki bomboş bir ifadeye bürünmüş ruhunu yansıtan gözlerini daldığı yerden çekip bana çevirdi. Yorganını karnına kadar çekmiş ellerini önünde bağlayarak arada gözlerini ellerine indirerek sessiz kalmaya devam etti. Ona yaklaşan adımlarım kendimden beklenilmediğinden daha pısırıktı, sanki ondan korkuyordum da hareketlerimin her türlüsünü narin tutmak istiyordum. İçimde odaya girdiğimden beri tam atamadığım sinirimin, öfkemin yerini çocuksu bir korkaklığa bırakmıştım. Bu evde birilerini teselli etmek hiç bana düşmemişti, ben duygu odaklı yaşamazdım çünkü. Genelde ne olursa olsun sorunu çözmek, yıkmak, parçalamak, gerekirse yok etmekti benim payıma düşen; sonun da yanında olduklarımı hissetmeden onlar için kaptığımı anlamadan kapanıp giderdi ve ben bu evde hareketlerimin kıymetsizleştirilmesine kırılmazdım, onlar için çırpındığımı görmemelerine kızardım.
Asya bir keresinde; 'Görünme bir pelerin giymişsinde o senin bütün duygularını, düşünceleri gözümüzün önünden silmiş gibi; sen varsın ama seni sen yapanları göremiyoruz.' demişti.
Bu sözlerinin benim üzerimdeki pişmanlığıyla söylediğini düşünmüştüm; Ayda ile tartıştıklarını günlerinden biriydi. Ayda neredeyse birkaç gün ortadan kaybolmuştu, ilk günlerde kimse evdeki ve sokaklardaki yokluğunu fark etmemişti. Ayda'nın yokluğu göze batmaya başladığında kendimi: bizden çok daha farklı ama bencil yaşayan insanların arasında onu ararken buldum aynı zamanda da Reis'den Ayda'nın kaçmış olma ihtimalini saklamaya çalışıyordum. Elbet bir şekilde öğrenirdi fakat çoğu zaman denetimi Bülent'e bırakırdı, bu da benim saklamamı daha da kolaylaştırıyordu. Günün sonunda Ayda eve bir hafta sonra geldiğinde pek güleçti fakat Bülent'ten önce öğrenen Onur bunu üzerimizde kullanmak istediğinde ben bile isteye kendimi ona kullandırmaya teşvik etmiştim. Asya sonradan çok kızmıştı, hatta Onur'la başlayan iletişimde hep en başa döner 'biz bunları yapmasaydık sen boşuna bu halde olmayacaktın' derdi. Ona da sürekli aynı cevabı verirdim; 'hiçbir şey boşuna değil,'
Hiçbir şey boşuna değildi Asya, Değdi mi şimdi ölüm?
Ellerimi yavaşça kapının kulpundan çekerken yürümeye mecalim kalmamıştı sanki kendimi kapıya yaslayarak Başak'a ne diyeceğimi düşünmeye çalıştım. Biz hep kırılıyoruz, benim yüzümden. Bu zamana kadar çare olamamışım ama denedim. Bak ben en çok neyden korkuyorum biliyor musun; sizin acı çekmenizden çünkü biliyorum hepsi benim suçum. Suçumu kabul etmek hiçbir şey düzeltmez bunu da biliyorum ama artık hayatımda bana iyi olmak için nasihat veren arkadaşım yok, o da benim yüzümden öldü. Tutamadım ama seni tutmak istiyorum. Gerekirse gel birlikte yürüyelim dilediğince çocukluğundaki gibi bütün herkesi kuklan yap, istersen en çok beni, ama sahneden çekilme. Gitme, Ölme Başak. Dayanamam, hepinizin normal bir hayatı olsun diye geri gelmişken, senin gidişine dayanamam.
Dudaklarımdan hiç bir kelime çıkmazken çabalıyordum, Başak'a söyleyecek bir sürü şeyim varken susmam olmazdı. Başak ise suskunluğunun içinde gözleri yavaşça kızarırken bu sefer odada odaklandığı yer bendim. Nasıl gözüküyorum, ne kadar çaresiz? Kaçak bakışlarımın arasından Başak aceleyle yataktakileri üstünden atarak titreyen bacaklarıyla yanıma koşmaya çalıştı. Ne zaman kendimi kapıdan sürükleyerek yere oturduğumu hissetmemiştim fakat Başak yanıma benim gibi diz çöküp bacaklarıma yaslandı. Karanlığın yaşam olduğu tek yere, kömür karası saçlarına ellerimi sürmemi istiyormuş gibi yüzünü odaya dönmüştü.
-"Rüyamda babamı gördüm, yüzünü unutmuşum. Sanırım artık yaşlanıyorum diye ahlanırdı her sefer dönüşünde, bende ona kızardım. Mahalledeki çirkef bir kadın kavgasında gördüğüm gibi işaret parmağımı babama sallar, kaşlarımı çatardım. O da hep beni sevimli bulduğundan herhalde; hoş karşılar hemen yanaklarımı öperdi. Sadece bıyık uzatırdı ve yanaklarımın acıdığını söylediğimde önce elini öper sonra elini yanağıma yaslardı. Canımı hiç yakmazdı diyemem; her tırı yükleyip gideceği zaman yalvarırdım ona beni de al diye, hiç acımamıştı sanırım göz yaşlarıma inatla götürmezdi. Belki bir kere kabul etseydi hayatımız değişecekti." ellerimi saçlarında narince gezdirmeye başladığımda bu onu biraz olsun rahatlatmış olmalı ki boğazında oluşan acının yumağını yutkundu.
"Söylemiştim sana babamın öğrettiği benim kıymetli bilgim, çetele tablosu." kafasını hızla bacaklarımdan kaldırıp saniyelik gözlerime kararla bakarak ellerini boynuma sararak beni kapıdan kendine çekerek sımsıkı sarıldı. Kulaklarımın hemen yanında yaslı yüzünü saçlarıma gömmeye çalıştı, kollarımı onun belinde sarmalarken ben onun bedenine acı vermekten korkarak nazikçe sarıldım. Kokusundaki, kelimelerindeki o ölümün kokusunu aldım; nefesim kitlendi. "Özür dilerim Gece, bu senin suçun değil yemin ederim. Ama ben senin vaad ettiğin o geleceğe ait değilim. Babamı çok özledim. Tüm çizikleri beşledim Gece. Yemin ederim çok özledim." dayanamadım ona sımsıkı sarılamayan avucumu başına yaslayıp boğazımdan kopan acıdan sadece hıçkırığımın nefesimi kesen sesi duyuldu. Ellerim onu kendinden saçlamak ister gibi boynuma iyice yaslayarak saçlarını sevmeye çalıştı. Sevmeyi öğret bana Asya, Başak sonsuz sevgiden kaçmak istemez, gitmek istemez di mi?
Dayanamam Başak, lütfen. Bir kere benim için bir şey yapın, bir kere gerçekten ben de bencil olayım. Olmaz mı? Lütfen.
***
-"Bana seni her şeyden aklanabileceğin bir şey söyle! Söyle ki aklımdaki her şeyi susturayım. Söyle lan söyle?" odanın içinde aniden yankılanan sesimin şaşkınlığını yüzünden hızlıca atarak başını olumsuzca salladı, yüzündeki o hissizliği yumruklarımla dağıtana kadar hıncınımı almam gerekirdi.
-"BANA,-" derin bir nefes alıp sakinleşmeyi denedim. Ağzımdaki acı kelimelerimdeki bıçağı esirgememi engelliyordu. Dayanamadım. "Seni çocukken ne yaşadıysak her şeyinle anlıyorum , hepimizin doğuşu farklı ama biz, birlikte yaşamayı öğrendik. Değil mi? Her yerde her şekilde yanında olurum AMA lanet olsun." elimle saçlarımdan hıncımı almak isteyerek kendime acı vermeye çalıştım. Vücudumdaki acı, aklımdaki çıkmazdaki o acıları örtsün istedim. Çıkmazda kalmaktan yorulduğumuz zamanlar vardı, hepimizin.
-"Lütfen bana açık ol, Başak'a değer veriyor musun, onu seviyorsun, ona aşıksın değil mi?" çatallaşan sesimin sebebi boğazımdaki acıydı.
Sorumun cevabı sadece yüzüme bakan sessiz gözlerdi.
-"Susmayın lan, artık susmayın. Ben susuyorum; zaten her yerimden akan acı görünüyordur çünkü. Halime bakın kendimden tiksinmeyi bile beceremiyorum." Asya. "Ama siz susamazsınız, siz erkekler artık susamazsınız. O odada her şeyden vazgeçmiş, savaş meydanında savaşmayan bir kız varken sen o kalbini savaş meydanı kabul edip susamazsın."
"Ufuk, susmayacaksın duydun mu? Bak sevmiyorsan," sinirle yüzüne haykırdığımı yeni farkediyormuşum gibi onu arkasındaki duvardan daha da ötelere düşürebilirmişim gibi sertçe ittirdim. Sesimi ılımlı tutmaya çalışarak onu ittirdiğim duvarda pes eder gibi bedenini yere bırakışına inanmamak istedim. Ona ulaşırsam her şey çözülebilirmiş gibi.
"Ben sevmeyi bilmiyorum de, anlamıyorum olanları de burada sana bilmediğin her duyguya yeni isimler bulacak bir sürü insan var. İlk günden beri yan yanasınız. Birbirinize bu kadar, hepimizden ayrı bağlılığınızın sebebi neyse onu bilirsin. Bu kız sana her yaklaştığında, seni öptüğünde, sarıldığında sende bir şeyler hissetmişsindir değil mi? Yoksa çocukken bile namlunun ucundayken sırf onunla olmak için kaçıp kaçıp gitmelerinizin, birbirinizi ne olursa olsun en kötü şeyde bile hastalıklı bir şekilde savunmanızın bir önemi yok mu? Bir şeyden mi korkuyorsun onu söyle, neden bu yaşına kadar bu sessizliğin, bak bana bunları söyle. Söyle ki orta yolu bulalım. Sessizliğin o kızın içindeki sana ait hiçbir duyguyu iyileştirmiyor."
"Görmüyor musun, susman hiçbir şeyi çözmedi bu yaşına kadar. Lütfen Ufuk, söyle. Seviyor musun?" cevap bekledim. O bana asırlar sonra bu sorunun cevabını vereceğini söylese kardeşlerim için o asırları beklemesini de o asrın bizi yaşatması içinde çabalardım. O susmayacaksa ben her şeyi yaşatmaya vardım.
Sustu.
O sustu ve biz her acımızla baş başa kalırken sessiz kalmayı yediremez olduk.
0 notes
Text
Seks.
Uyumumuza kar kalan.
Tutku.
Savaşları sonlandıran.
Sinir.
Bizi birimize bağlayan.
İnat.
Kalplerimizi baskılayan.
Sessizlik.
Bağları çözüp düğümleyen.
-"Manaz?"
-"Bizi birbirimize çeken ne?" yine soruyu kendin sormuşsun gibi benden cevap bekleyen sessizlik.
-"Kavga." içimde korkuyla yinelenen düşüncelere yabancı olmasamda tedirginliğim beni yutkunmaya itti. "Her kavga ettiğimizde ya da anlaşamadığımızda sevişemeyiz. Bilmiyorum belki sana çok mantıksız ve komik gelecek." eliyle önüme bile gelmemiş tutamları narince okşayarak önümden uzaklaştırdı. "Bu hiçbir şeyi çözmüyor, bir dahaki sefere yine orta yolu bulmak yerine kendimizi bir kavganın içinde buluyoruz."
İçimizdeki korkuyu insan olarak bir yerde belkide bir şekilde aşmamız gerektiğini biliyorum. İnsan duyguları, hayatta zihni en çok yoran şey; düşüncelerimizin başını oluşturanda elbette bu oluyor. Kendime bir şekilde nasihat verdiklerim beni yine karşısında nasihat verir gibi sınava sokuyor. Korkuları yaşayarak kavrulmam gerek, çünkü bu hep böyle oldu.
Sadece bu sefer beni hiçbir şey yorsun istemiyorum, korkularımı aklımda çözeyim ve bu bana yetsin istiyorum. Aramızdakilerin özel ve kıymetli olduğunu hissetmek beni bu yorgunlukta çekinceli kılıyor. Onunda böyle hissettiğini bilmek istiyorum, kavgalarımızın en temeli de buna yatıyor. Ben koruma duygusuyla yola çıkıyorum, O savunma.
Yetemiyoruz birbirimize, bu bazen birbirimize bağlanamadığımızı da hissettiriyor. Biliyorum bağlanmak; en çokta benim için imkansız, en çok benim gibi biri için zordur. Ben sokakta büyümüş bir yaşamım, önüme bir şeyin sunulması ya da sadece benim olması diye bir durum olmadı. Ya da benim için birinin sonsuz güveni olamam. Bununda farkındayım ama diyorum ya işte korkularımın benden istedikleri aşılamayacak koşullarda oldu ve bu beni, yani bizi, incitmekten ya da basite indirgemekten başka bir şey olmuyor.
Duygularla yaşamak saçma biliyorum ancak kaçındığımız duyguların bizim zihnimizde bir yönetimi olması. Sanki bu bir acizlikmiş gibi. Evet ben bazı duyguları en sonki duygusal ilişkimde aştım. Birinin ya da herhangi bir durumun beni darmaduman etmesi gibi bir olay yaşanmayacağını biliyorum. Çünkü buna izin vermem. Ama Manaz'da çözülemeyen konumuzda zaten bu ben onun için, aklında, anlayamadığım bir şekilde en sessiz taraftayım. Evet bazen bu benimde işime yarıyor, ilk zamanlar Manaz'ı sadece sükutta boğulacağım bir liman olarak görüyordum. Ama bu hisleri ya da sevişmeleri bir dinlenme limanı diyerek basite indirgeyemem: istemiyorum.
-"Bana cevap vermen lazım, sana bir soru sordum. Bu diğerleri gibi bir soru değil, anlıyor musun? Sustuğunda aklımda bu kez kendim soruyu cevaplayamıyorum." az önce tenimdeki sakinliği aklımdaki düşünceler bozmuştu. Telaşa kapılan kalbim yataktaki adamdan üstün olmak ister gibi teninin tenime değen her noktasında nabzını belli ediyordu. " Bu sefer cevabına gerçekten ihtiyacım var. Lütfen." içimde geçirdiği o hareretli dakikalardan beri sesini duyamamıştım. Sessizliğe gömdü her zamanki gibi kendini, en çok da beni.
-"Bak ben bilmiyorum, ben eksiğim ya da yoksulum. İnsan ilişkileri vs ne dersen de ben; sen ya da dışardaki bir başkası gibi büyümedim. Ben büyütülmedim Manaz. Ben savruldum. Benden hep bir şey istendi ve ben yaptım. Şimdi bana söyle benden ne istiyorsun eğer istediğin her zaman bana yapılan müameleyle devam etmekse, diğer herkes gibi olmaksa bana söyle?" ben konuşurken sessizce beni dinler gibi gözlerime uzun uzun baktı. Bir cevap yoktu yinede ona fısıldayarak konuşuyordum. Onun yüksek sesle söylenen her kelimede kifayetsizlik olduğunu düşündüğünden, o beni duyardı zaten.
Bir keresinde Sansar'ın bütün gece boyunca sessizce koltukta oturup gözlerini tek bir noktada toplayarak oturduğunu hatırlıyorum. Eve geç gelmiştim ve onu farkettiğimde dolaptan bir bira alıp karşısına oturmuştum. Zaten uykusuzlukla savaşan bedenimin mağlup olmadığı bir gündü bu yüzden sabaha kadar sessizce oturmuştuk. Birkaç saat sonra Yaren'in odadan çıkıp kapıya yaslanarak o da aynı Samet'in yüzündeki ifadeyle bize kısa bir bakış atarak geri odaya dönmüştü fakat Samet sabah oturduğu yerden kalkana kadar hiç konuşmamıştı. O gün bende ikisine hiçbir şey sormamıştım genelde evdeki konu bana gelene kadar ben pek meraklı olmazdım, ilgimi de çekmezdi. Bu hiç bana gelmediğinden nedenini bilmemiştim, şimdi sadece kendimi o çıkmazda ben görüyordum. Ardımdan kapıya yaslanan bir Manaz yoktu.
Ellerimi yavaşça omuzlarında desteklerken kendimi üstüne iyice yaslayarak çenemi göğüsüne yaslayarak saç tutamlarına uzandım. Minik bir dokunuşuma kalmadan hemen gözlerini rahatça kapattı, saçlarıyla oynamaya başladım. Bazen bir elimi çenesine sarıp minik yuvarlaklar çizerek yüzündeki her miniği seyrettim. Bu gerçekten huzur veren bir mutluluk veriyordu.
-"Seks mi? Tenimiz uyuyor diye mi buluşuyoruz. Ya da seviştiğimizde rahatlayabildiğin için mi? Alınmam gerçekten söyleyebilirsin." sessizlik.
Çenesinde gezinen elimi yavaşça göğüsünde sürerek ikimizin arasından kasıklarına kadar sürdüm, yüzünde tek bir hareketlenme olmadı fakat yutkundu. İkimizin arasında rahat bir pozisyonda ona ağırlığımı vermeden ellerimi onunkine önce narin bir okşamayla sardım. Bunu bugün yapmamayı planlıyordum, tırnaklarım uzamıştı ve canını acıtma ihtimalinden korkuyordum. Fakat canı yanarsa benim canım zaten yandığıyla kalmazdı. Elimin içinde savrulan hareketlerle okşarken oldukça sakin başlayarak yavaş yavaş hızlandım. Elimdeki erekte olmaya hazırlanırken karnımda alevlenen his ile kasıklarımda sürtünme isteği oluşuyordu.
Yüzümü onun göğüsünden kaldırarak yüzünü görebileceğim bir hizada izlemeye başladığımda kaşlarını yavaşça kıstı. Hareketlerim hızlandıkça ister istemez yavaşça kendimi kasıklarındaki damarlarına sürtmeye başlamıştım.Ellerini hızla kalçama sararak ona daha sert sürtünmem için baskılamak ve üzerinden kaldırmak arasında tuttu. Ardı ardına çenesini tavana kaldırarak yutkundu ardından dudaklarından minik bir inleme kaçtı.
-"Yapma." fısıltısıyla hareketlerim aniden dondu. Hala gözleri kapalıyken sessiz fısıltısı içimde yüzüme haykırılmış bir cevaptı. Aklımdaki kovulan her dokunuşu sadece yüzüme yerleştirdiğim donukluğa bırakmadan hızla yataktan kalkıp hiçbir şey düşünmeden çırılçıplak binadan çıktım. Hava yağmayan kardan ayazlara sarılmış, beni sarsmak istemişti. Uzun zamandır merak ettiğim bir hismiş gibi göğüsümde bir ağırlık boğazımda bir düğüm ve burunumda canımı yakan bir sızı vardı. Ağlamak istiyordum fakat ağlamak bana yasaklanmıştı; içimde beni bastıran duyguyla yavaşça yürürken bir anda duraksayarak kendimi yere çekip boğazımdan geçmesini istediğim acıyla çığlığımı savurdum.
Kendimi durdurmak istediğim bir eşikte değildim fakat boğazım yırtılana kadar attığımın çığlıkların bir önemi yoktu. Kendimi perişan hissediyordum, canım olan her şeye yanıyordu, konu sadece bu değildi. Artık ben hiçbir şeye çare olmak ya da hiçbir soruna göğüs germek istemiyordum. Hiçbir şey çözülmüyorken en azından içimdekileri çözebilirim sandım. Manaz ile çözülemeyen bir şey olamaz sanırdım fakat en büyük sorun bizmiş gibiydi.
-"TAMAM. DUYDUNUZ MU TAMAM."
Bedenim titremekten kendini dik tutamaz hale geldiğinde binaya girmeden depodaki masadan anahtarı alarak arabanın içine girdim. Yanımda telefonum bile olmadığından elimi torpidoya atıp bodrumda yaşarken çaldığımız ve hala evde masada süs gibi duran telsizi, arabayı yola sürerken çalıştırdım. İlk başta telsizden anlamsız sesler gelirken bir elimle direksiyonu tutarken diğeriyle anlamsızca ayarlarıyla oynamaya ve frekansı düzenlemeye çalıştım. Sesler düzenli bir boyuta geldiğinde arabayı çalıştırırken açtığım ısıtıcıya şükrederek boğazımı temizleyerek kısık sesimle "Sansar" dedim.
Anayola gelmeden aracı boş yolda bir kenarda durdurarak dörtlüleri yakıp kapıları kitledim. Neredeyse bir yarım saat boyunca telsizden birinin ses vermesi için çabalarken arabada üstüme giyebileceğim bir şey aradım fakat sadece büyük kartonlar ve çokta büyük olmayan bir atkı vardı. Yarım saatin sonunda Berat'ın "Gece?" diye dalgalanan sesi yankılandı.
-"Yardıma ihtiyacım var, kıyafet lazım. Sansara söylersen nereye getireceğini bilir acil lazım. Duyuyor musun beni? Acil!" onaylayan bir ses duyduğumda telsizi yan koltuğa atarak başımı koltuğa yaslayarak yolun ilerisindeki sessizliği izledim.
Çok yorulmuştum. Kendimde çabaladığım her şeyin üzerime yıkıldığını bilme hissiydi. Artık yorulmuştum.
Manazın en başından bir sessizlik olduğunu biliyordum, genelde o konuşmayı sevmezdi ben de dinlemeyi. Çünkü insanlar kelimelerin değerlerini kaybedecek kadar çok kullanıyorlardı ki söyledikleri her cümle artık anlamı olmayan bir yüktü. Fakat bugün fark etmiştim ki o yükü sessizliğe gömülünce de çekiyormuşuz.
Yüzümü aynı o gün Sansar'ın yaptığı gibi uzun uzun boş yolda tuttum. Kendimde bulmaya çalıştığım bir cevap vardı ve ben o soruyu kendim sormuştum; cevabı da elbette bilmeliydim. Ama yoktu, o cevap benim aklımda bir yerlerde yoktu.
Üşümeye başlayan bedenime sığınak arayarak ellerimle bacaklarımı kucağıma çekerek sardım. göğüslerimin uçları sivrileşmiş kıllarım bedenime batıyordu. Hissizleşmişimde bedenim yeniden beni ayağa kaldırmak istiyor gibiydi. Bir elimi gözümün önünde minik parmak hareketleriyle çevirirken gözlerim ellerimde gezinirken aklım bambaşka bir olayın içine sürüklenmişti.
Başak, Ufuk'a hiçbir zaman ulaşamamıştı; hep çocuklukta kalan bir oyunu sürdürdüklerini zannediyordu. O da böyle zamanlarda Ufuk'tan çok uzak kendinden nefret ediyor muydu? Bu kadar bilinmezlik büyürken canımızı yaktığı için hüngür hüngür ağlamak istemiş miydi?
Soğuğun etkisiyle sarındığım koltukta beni düşüncelerden sıçratan camı tıklatılan parmakların sahibiydi.
Kendimden nefret etmek mi? Kendimden nefret etmeyi çok önceden bırakmıştım fakat aklıma yeniden bunu üşüştüren şeyin içimi burkması tekrarlanabilecek bir çığlıktı. Kendimden nefret etmeye başlamışım Asya, yeniden. Bir arpa boy kat edememişim oysaki. Özür dilerim, çok özür dilerim.
1 note
·
View note
Text
ben hep seni beklemedim, seni hiç beklemedim. bir kayıbın ortasındayken bile seni özlemedim. canımı yakarken seni hiç düşünmedim. canımı yakanın sen olduğunu bilme istedim, kimse bilmesin istedim. Zaten bilemeyeceğinin farkında olarak. çünkü sen yoktun, hiçbir yerde yoktun. yanımda yoktun. Olsaydın da canımı yakamazdın. ben senden bir can benden bir can aldım. artık biz öldük. bir daha olmamak üzere silindik her yerden ve en çok da aklımdan. seni aklımdan silemedim çünkü isteyince silinemiyor bazen insanlar aklımızdan. senden nefret edememek nedir sen bilmezsin ama ben kendimden nefret edebilirim. herkes kendinde suçu bulup kendinden nefret edebilir bu kolayı ama ben her yerim acıyla kıvranırken senden nefret edemedim. bu kadar acımasız olmayı bir tek ben başarabilirim sanıyor herkes ama ben acımasız olmak nedir bilmem. siz öğrettiniz bana, insanlar. hayatımda yaptığım her şeyi aslında insanlar öğretti bana çünkü ben annesini babasını tanıyamayacak kadar yoksul büyüdüm. sen bunu bilemezsin içimdeki yoksulluğu ve kendimde gördüğüm birçok eksikliği bilemezsin. hiçbir şeyde suç bulamıyorum ama sana da kızmayı bırakamıyorum. ben yok olmadım ama bak Manaz, ben hiçbir zaman yok olmadım. buradayım bak, ne olursa olsun. sensiz de olsam, biricik kardeşlerimi kaybetsemde; ben kendimden kendimi çalsamda buradayım. bana ihtiyacı olacak herkesin yanındayım. ben kaçsamda herkesin yanındayım. çünkü ben kendimden kaçmayı biliyorum, şu dünyada kaç benden kaçtım bir bilsen sen kaybolmazdın. beni gerçekten hissetseydin, sadece seks birlikteliği olsaydı ben bunu bilirdim ya da sen bana söylerdin değil mi? bak bu benim ağrıma gitmezdi ama bilmek isterdim. sana kaç kere sordum: bu ne oluyor Manaz ben her şeye cahil yoksun bir insanım dedim. sana dedim ben hiçbir şey bilmiyorum bana öğret dedim.sen bana ilk alışmayı öğrettin. sana alıştırdın beni. sen bana çok kötü bir öğretmen oldun. acımasızdın sen bana, acıydın belkide ve yavaş yavaş her yerime sızdın. ama atladığın bir şey vardı ben senden öncede acıyla sarılıydım. ben kardeşimi kaybetmiştim. bana ailemi buldun sonra hepsinin ölümünü izledim. sen bana iyilik yapmadın sen bendeki eksiklerini yeniden yüzüme vurdun sadece. sen beni sevmeyi geçtim sen bana bir kere acıdın mı ? canın benimle bir kere yandıysa söyle, gerçekten söyle; seni içimde affedeceğim. ben yaren değilim terk edildikten sonra bile hala sevgime güvenip dünyaya bizden bir parça getirmem. sen gittin ben o rahmimde büyümek için çırpınan çocukluğumu öldürdüm. ben hep öldürüyorum ama siz hiç yaşatmama izin vermiyorsunuz. Bunun eskiden bencilce bir düşünce olduğunu zannederdim ama bana ihtiyacı olan insanlara bakarak da söylemek istiyorum. ben de mutlu olmak istiyorum artık. bende artık acımasız olmak istemiyorum. sadece sessizce yaşamak istiyorum. hiç kimsenin ya da hiçbir yerin benim canımı yakmayacağı bir şekilde. anlasana, anlasanıza ben de mutlu olmak istiyorum artık. ben hak etmiyor muyum mutlu olmayı. annem de öyle demişti. hak etmediğimiz bir dünya harcımıza düşmüşse mutlu olmak bir çelişki. bende mutlu olmak istiyorum anne. kalbimi kırmadın Manaz, bizi öldürdük. sana sadece sinirli kalmamayı öğrenmeliyim. mutlu olmak bir kenara dursun. her benliğimi unutan bana, zor olmasa gerek; ben seni unutmayı, her şeyi unutmayı başaracağım.
2 notes
·
View notes
Text
Kalbinizin sizden istediklerine dikkat etmeniz gerekir. Ben netliği, belirsizlikle yaşayan biriyim; biliyorum karmaşık bir cümle. Asıl mevzuda bu insan, hayat karmaşıktır. Siz karmaşıklığı yönetemezsiniz sadece yeni bir girdap olabilirsiniz. Hiçbir şeyi basite indiremediğimiz gibi, basitliği bile sade bir biçimde anlatamazsınız.
İlk cümleye döndüğümüzde insan bir karmaşanın ürünüdür; ister kalp olsun ister beyin, bir parçadır. Yapbozun bir parçası başka bir yöne çevrilemediği gibi kalbinizi, aklınızla veyahutta kendinizle ayrı tutamazsınız.
İnsanı küçümsemek yapılabilecek en acizce bir sona işaret olur.
Konuştuğum herhangi bir cümlede sonu getirmek beni yorar. Çünkü kanatlarını açmış özgür diyerek tabir ettiğimiz bir kartal bile tüylerinden, pençelerinden veya bir başka uvuzundan sorumludur. Kendime en kızdığım şeylerden birinin, kendi pimimi kendimin çekmesi. Ne yazık ki bundan zevk aldığımı da söyleyebilirim.
Karmaşık.
Farkındayım.
Bir şeyi düşünürken her olasılığı hesaplamam ister istemez, buna deneyim denir ama bir deneyimim olduğunu da sanmıyorum, fark ediyorum. Sonuçların ne olabileceğini, karşılaşacağım bir başka olguya kapı açılabileceğinin idrakindeyim. Aklımın karıştığı bir çok konuda kalbimle yarışır. Kalbin burada hep yanlış seçimler yaptırdığını ifade etmiyorum.
Dikkatli olmalıyız çünkü savaşı kalbin başlatabilmesi gibi bitirmesi gibi bir durumda var.
Netlikte aynen benim için bundan ibaret, karmaşıklığı sonlandırabildiği gibi içinde kaybola da bilir. Neticenin savaşında kazandırmaya çalıştırdığım düşünce; anlatılamayacak bir karmaşıklık netliktir.
...
Gece, sana hayatında kazanabileceğin bir sürü savaş yarattım; kalbim bunun farkındaydı ve onu dinledim. Yalnızca senin kazanman içindi, başarının bana kazandırabileceği pek bir şey yoktu. Aramızdaki duygusal bağların, kalbimin seçimlerimde etkilediği alanla bir alakası da yoktu. Sadece dikkatsizlik bu seçimde en doğru karardı.
Hani sessizliğimin seni sinir ettiği zamanlar vardı ya; haklısın sessizlik bana zaman kazandırır sanıyordum. Sessizliğim nir anlamı olduğunu bilmiyordum. Yapacaklarımın sonuçlarına yenilmemem için denemem gerektiğini seninle fark ettim. Bana göre yaşanan her şeyde bir öngörümün olduğu kadar deneyimlerimin de katkısı olmadığını düşünürdüm. Deneyimsiz olduğumu düşünmek beni durgunlaştırıyordu. Kendime kızmamam için bir bahane olduğunu şimdilerde anladım.
Kızman için ne çok sebep verdiğimi şimdilerde görüyorum, beni büyüten sensin. Aile kavramı bana çok yavan, çoğu düşünceye hissiyatsızım. Bana başkaları konusundaki durgunluğum için kızıyordun. Kendimle olduğum bütün savaşlarda, bir karmaşayı yönettiğimi düşünüp başka bir karmaşayla çarpışmanın daha büyük bir etkilerini düşündüm. Sana yenilmedim veya kendime.
Hiç kimse için etkilenmediğim bir karmaşaya karışmadım fakat sana her defasında dikte ettiğim gibi karmaşalar birbirine karışmasada bir yardımım dokunsunda istedim. Yenilirken yine söylüyorum uyarılarım, karışmadığımı zannettiğim her yola çekildiğimi biliyordum. Karmaşıklık sonlandırılabildiği gibi içinde kaybolunabilir.
0 notes
Text
İnsanların sonunu bildikleri oyunları oynamaları sadece aynanın karşısındaki yansımaydı. Evet bence hepimiz farkındayız ve biliyoruz; her oyunun bir kazananı, her savaşın bir galibi olur. Peki hepimizin bu ikileme düşme sebebi niye? Çünkü hepimiz benciliz.
Benciliiğin sonunda galip olsanız bile kaybederek bir bedel ödersiniz, kazanmak hiçbir zaman canınızın yanmasına engel değildi.
Ben kendimi düşünemeyecek kadar kardeşim için yaşamaya bencil olarak büyümüş biriyim. Çocukken büyüdüğümüz o fuhuş odası bana hayatta korumam gereken şeylerin bize bedellerle sunulduğunun farkına vardırdı. Ailemiz hiçbir zaman olmadı; babamızın kim olduğunu hiçbir zaman bilemedik, annem kafası bulutlarda olan aptal bir kadındı. Kardeşimi ve beni her gece farklı bir korku sarardı ve ben daima onu korumak için öne atılan ablaydım.
Bileklerimde olmayan güçle savaşmam gerektiğinde hiçbir şeyi düşünemiyordum, sanırım sadece korkuyordum. Bir gece annemi yatakta kanlar içinde uyurken gördüm, bütün gece o odanın içindeki bağırtıları duymuştuk ve kardeşim çok korkmuştu. Ama sabaha ilk defa bu kadar korkutucu bir sahne bırakmışlardı. Bütün gece odanın içindeki dolapta kardeşimi avutup uyutmak için uğraşmıştım, dolap kardeşimle bizim çoğu zaman sığınamız da olmuştu zaten.
Sabah kardeşimden önce dolaptan çıkıp her zamanki gibi birazcık olsun odayı düzenlemek istemiştim. Karşıma çıkan yıkımları daima toparlamak, kardeşime değerdi. O benim çocukken mutlu olmamı sağlayan tek oyuncak bebeğimdi. Her akşam annem odadan hazırlanıp çıkana kadar Ayda'nın saçlarıyla oynar, annem odadan çıktıktan sonra kimi zaman odaya gönderilen yemeklerden kimi zamanda annemden arta kalmış yemeklerle onu doyururdum. Gece annem bir adamla çıkıp gelene kadar onunla oynar annem gelmeden de uyuması için kendi kafasında hayal ettiği şeyleri dinlerdim.
Hayallerini anlatırken bazen susar ben uyudu zannederken mutlulukla bir kahkaha sunardı. İlk defa böyle mutlu bir gülümsemesini duyduğumda ona nedenini sormuştum, bana anneminde odada böyle güldüğünü söylemişti. Bunun iyi bir şey olduğunu düşündüğünden böyle yapmıştı biliyorum ama yinede o gün ona çok kızmıştım. Annemle alakalı her şeyin bize tehlike getireceğini düşündüğümden Ayda'nın anneme benzemesini istememiştim.
O sabah bu konuda haklı olduğumu bir kere daha anlamıştım; korkuyla yatakta anneme yaklaşıp yatakta serili olan bedenine dokundum, hareket etmedi. Korkumdan elimi sık sık göğüsüme bastırıp sımsıkı sarılıp yeniden harekete geçiyordum. İçimdeki bu ağır duygu kendim için değildi eğer anneme bir şey olursa kardeşime ne olacağındandı. Yüzünün önüne gelen sürekli aynı renge boyadığı uzun saçlarına dokunduğumda gürültüyle odanın kapısı açılmıştı. Korkudan ayaklarım arka arkaya gidip bir şeye takılıp yere düşmemi sağlamıştı ve ben korkudan elimi göğüsüme yaslayıp başımı eğerek gözlerimi sımsıkı kapatmıştım.
Adam beni önemsemeden anneme yönelerek sarstı fakat annemin bir tepkisi olmamıştı. Korkuyla yumduğum gözlerimi açtığımda adamın adımları bana doğru gelmeye başlamıştı fakat ben hareket edemiyordum. Adam hemen önümde eğilene kadar donup kalmıştım ama kardeşim aklıma geldiğin elimin altındaki kıyafetleri adamın yüzüne fırlatarak ardımdaki duvara kadar süründüm. Yüzüne fırlattıklarıma rağmen adam sinirlenmemiş yüzüne yerleştirdiği gülümsemeyle kısa bir süre bana bakmıştı.
-"Korkuyorsun değil mi?" cevap vermedim çünkü annem odaya giren insanlarla konuşmamızdan nefret ederdi.
-"Kardeşini ve anneni kurtarmak ister misin?" cevap vermedim.
-"Buradan çıkıp gitmek ister misin?" cevap vermedim. "Peki konuşma, bu benim de işime gelir. Eğer buradan gitmek istiyorsan bana annen gibi olma." cevap vermedim. Adamda en baştaki gülümsemesini hiç değiştirmemişti ama son sorusundan sonraki sessizliğime kocaman eğlenen ama gözlerini yaşartan bir kahkahasını sığdırmıştı. Çok yaşlı değildi, vücudu cılız, sakal bıyığı saçına naçizane kızıldı ve saçları topuz yapacak kadar uzundu. Cılız vücudunu saran kıyafetleri bir hayli boldu fakat kulak, kol ve boynundaki aksesuarları ile zengin görünüyordu.
-"Sevdim seni, küçük avcı." Ben hala sessizliğimi sürdürdüğümde hareketlerindeki acelecilikle boynunda görünen zincirin ucunu tişörtünden çıkardı. Kolyenin ucunda parıltılı kalın bir kalp vardı. "Ben sana her şeyden kurtulabileceğin şans veriyorum, hoşuna gider mi? Karşılığında bir şey istiyorum."
On yaşına kadar büyürken ve kardeşimi yaşatmaya çalışırken kaldığımız yer, belki de annem yüzünden bir sürü şey yaşamıştım. Adamın bu sözleri bana hiç yabancı gelmemişti hatta içimdeki korku olmasaydı ona alaylı gülmek bile isterdim. İstekler ve bedeller... Şimdi bile düşündüğümde o zamanki sessizliğimi içimdeki durgunluğu çözemiyorum. Adam konuştu ve ben sessizce dinledim. Karşımızda biri bizi izlese eminim uzun zamandır tanıştığımızı zannederdi. Bunun sebebi adamın anlayamadığım ruh haliydi ya da benim uslu uslu duran hareketlerimdi.
-"Pamuk prensesi biliyor musun?" işaret parmağını bana hızlıca sallarken yerinde duramıyordu fakat bakışları benim gibi ellerine kaydığında durakladı. Elleri çok büyük ve kemikliydi oysaki dikkatimizi çeken elinin üzerindeki morluklar, yaralar ve kandı. Kendine gelmesi çok sürmedi, tek diziyle eğildiği yere rahatça otururken arka cebinden parıltılı bir çakmak ve yine parıltılı bir çakı çıkarmıştı.
-"Benimle bir oyun oynamanı istiyorum. Eğer kazanırsan sana buradan çıkış biletini vericem." gülümsemesini silmeden eliyle yaklaşmam için bana işaret verdi. "Hadi, hadi."
Kaçışımız bir çıkmaz sokağa çıktığında etrafta gezdirdiğim bakışlarımdaki hayranlık hissini hala göğüsümde hatırlıyorum. Depoda yaşamaya başladığımızda duvarlardaki demirlerin pasına rağmen geceleri bazen demirlerin o gece önüme bırakılan parıltılı çakıyı anımsatması beni anlamsızca gülümsetiyordu. O adamla olan anım, bana, içimde tarif edemediğim bir tanıdık duyguyu uyandırıyordu. Yıllar sonraya Gece'ye bunu anlattığımda bana bütün gece, tanıştığımızdan beri kurduğu cümlelerin sayısını bir gecede kurmuştu.
-"Oyunda kural yok, sadece gözlerini kapatacaksın ve canın istediğinde açacaksın ardından oyun biticek. Tamam mı?" yanıt vermeden sadece gözlerine baktım, kısık bakışlarının içindeki renk maviydi. Annemin hep yakındığı kusurlardan biri gözlerinin kahverengi olmasıydı; Ayda ile gözlerimiz hemen hemen benzerdi ancak benim gözlerim kardeşime açık renkli bir okyanustu.
Gözlerimi sımsıkı yumdum.
-"Bir varmış bir yokmuş. Bir prenses varmış. Bu prenses o kadar kararsız ve sorumsuzmuş ki; her yaptığı bir pamuk ipliğine bağlıymış. Bir adamla birbirlerini çok seviyorlarmış ama her seferinde prenses yüzünden önlerine engel çıkıyormuş. Ülkenin kralı bir gün Pamuk Prensesten bir şey istemiş ama sevdiği adam yüzünden her şeyi eline yüzüne bulaştırmış" kelimeleriyle birlikte keskin bir demir sesi geliyordu." ... ve saraya iki avcıyla birlikte geri dönmüş. Herkes başarısızlığından dolayı Prensesin üstüne çok gitmiş ve prenses küsmüş." sakince ilerleyen kelimelerini bir inleme bozdu fakat ısrarlı bir şekilde konuşmaya devam etti. "Avcılar, bunu fırsat bilip bir gece Prenses'in kalbini sökmüşler. Prenses yapayalnız ve acıyla gözlerini yummuş. Prensesin sevdiği adam üzüntüsünden işe yaramaz biri olup kayıp olmuş. Hasret, özlemden farklıdır, duyguları tattıkça ehli olursun. Adam yıllarca hasret yaşamış fakat kimseye de kızamıyormuş. Prensese o görevi veren kralın oğluda, görevden ufacık avcılarla dönmesi de o adamın suçuymuş..." gözlerimi istemeden tedirginlikle açtığımda adamın gökyüzünü andıran mavilikleri dondu; aynı şekilde sağ elinin parmaklarını açarak yere koymuş diğer elindeki çakıyı aralarda seri bir şekilde hareket edişi de bozulmuş ve baş parmağındaki düzlüğe çakıyı saplamıştı.
Parıltılı çakı kanlar içindeydi.
-"Siz kazandınız." gülümseyen yüzü ilk defa solgundu; kelimeleri ise bir pişmanlık gibiydi. Önümdeki kanın yavaş yavaş ardı arkası kesilmezken korkuyla yerimde dikleştim, bu hareketime eş zamanlı olarak boynunda gösterdiği kalpli kolyeyi elindeki kesiği unutmuş gibi sakinlikle çıkartıp bana uzattı. Çakıyı elinden çıkartmadığı halde akan kan damla damla önümüze düşüyordu, bana uzattığı parıltılı kolye bile kırmızılar içinde gerçek bir kalbi anımsatıyordu.
-"Çok pişmanım. Özür dilerim. Çok özür dilerim. Ölümü diledim özür dilerim." karşımdaki adamın duygu geçişleri o kadar hızlıydı ki hırçın, aceleyle soluklar almaya çalıştığımın farkında değildim. Adamın gözleri aynı elime zorla bıraktığı kolye gibi kıpkırmızı olurken gözlerinden yaşlar akmaya çalıştı. Kolyeyi ve üzerindeki ağır metal kokuyu idrak ettikten sonra her şey çok daha hızlı gelişti. Kısa bir süre kanlar içindeki kolyeye, yataktaki kanlara bulanmış anneme ve dolaba baktım. Ben kafamı toparlamaya çalışırken adam haykırarak ağlıyor ve bir şeyler sayıklıyordu; aniden yanındaki çakmağa uzandı ve alevi önümüze tutarak konuşmayı sürdürdü.
-"Ölümü diledim, yaşayamıyorum. Kolye yaşamı vaad ediyor ve ölümü içine hapsediyor. Her ne isterseniz her şeyin anahtarı bu kolye, oyunu kazandın küçük avcı. Artık özgürsünüz." çakmağı umursamazca ardında kalan kıyafetlerin arasına fırlattı. Ve alevi söndürmeye gözündeki maviliğe sığınmak istediğim adam, bana en sahici gülümsemesiyle son kez bakıp gözlerini yumarak elindeki çakıyı tek bir hareketle kalbine sapladı.
Ömrüm boyunca dinlediğim ilk masal bir yangındı. Hem ölümü beraberinde sürüklerken bize yaşamı vaad etti.
0 notes
Text
Güven çok güçlü bir duygu, aslında duygular göz ardı edemeyeceğimiz kadar güçlü bir silahtır. İnsan kimi zaman aklında, evet sadece aklında, biriktirdiği bütün olasılarla yaşayabilir. Bütün duyguları o olasılıklarda tadar ve bunun gerçekte varolmadığını idrak etmeyecek kadar inanır. O inancı asla hiçbir şey kıramaz.
Düşüncelerimizin, kendimiz dışında, kimsenin etkisi altında olmadığını söyleyemeyiz. Dünya, bir yaprağın gökyüzündeki dansına bile anlamlar koymamızı sağlayacak kadar özgür aklımızda. İşte bizi büyüten şey de tam olarak bu; hepimiz aklımızdaki farklı olasılıktaki senaryoyu yaşarken dünyanın özgür bir yer olduğunu atlıyoruz. İçimizde bizi boğan, aklımızı sıkıntılara sokanda tam olarak bu oluyor. Kendimize özgürlüğün içinde sınırlar koyuyoruz ve bu sınırları birbirimize mecbur kılıyoruz. Birbirimizi birbirimizden uzaklaştırıyoruz.
-"Geldin ve konuşmuyorsun." elindeki geniş viski bardağını döndürerek içinde parlayan buzu harekete geçirdi. Gözleri elindeki bardaktan ziyade karşısında suçlu bir çocuk gibi omuzları çökmüş bendeydi.
Gerçeği söylemek gerekirse her şeyi bir kenara bırakıp neden sadece daha önceden kulaklarımda çınlayan kelimeleriyle koşarak onun kapısını çaldığımı bilmiyordum. Belki kimsenin bilmediği saklanma yerini bana söylediğinden veya herkesten farklı işleyen terazisi, aklıma işleyen sözleri yüzündendi. Ama şunun farkındaydım ki gelişimin bir anlamı vardı. Benim, kimsenin bilemediği bir olasılıkta yaşanması gereken şeyler vardı. Yaşamalıydık.
-"Viski mi şarap mı?" kelimelerine yansıyan boğazındaki hırıltıyı öksürerek geçirmeye çalıştı ardından karşımdan kalkıp ada tezgahın üstündeki dolaba gitti. İki adımda gittiği tezgahta sorusunun cevabını beklerken ben kafamdaki düşüncelerle çarpışarak ellerime dalmıştım. Etrafımdaki sessizliğinde bir anlamı olmak isterken, yanıtsız kaldığında beklemeyi kesip tezgahtan kendi kafasına göre bir şeyler doldurarak öneme viski bıraktı.
Karşımdaki yerine döndüğünde üstümdeki bakışlarına rastlayan gözlerim utanmazca sessizliğini sürdürdü. Zaten bir yıkım olursa genelde bu sadece tek bir odayla kalmaz bütün şehri yıkardı. Peki benim bu sokaklarda yaşamı ayakta tutmak için çırpınmam nafile görünürken, bu çabam niyeydi? Evet ölüm bir sokak ötede değil, hepimizin ensesinde kol gezerdi.Bu can sıkıcı, her şeye bir kaçış bulabilen aklım ölümle sırt sırta savaşabilir ama ölümle yaşayamıyordu.
Karşılaştığımızdan beri ilk defa saçları kısa ve traş olmuş bir şekilde karşımda duruyordu. Üzerindeki file gömlek bütün tenini saklayamıyordu, zaten onun genelde hiçbir şeyi saklamak gibi bir derdi de yok gibiydi. Habersizce ortaya çıkmak benim için bir alışkanlıktı fakat beni tanıyamayacak kadar yakınımda olmamasından ona çatkapı gelmek bir beni rahatsız ediyor gözüküyordu. Elindeki viski bardağını sallamayı sürdürürken artık buz bardakta ömrünü yitirmişti.
-"Dışarıda kar yağıyor." söylediğimin ortamda pek bir anlamı yoktu bu sebeple ikimizde birkaç dakika cümlemin devamını sürüdürecek bir şey bulamadık. Şu an hiçbir şey düşünemediğim gibi cümlemin anlamını da aklımda kavrayamadım.
Bir keresinde bodrumda, dışarıda yağan sağanak yüzünden çok üşüdüğümüzü hatırlıyorum. Asya her zamanki gibi kardeşini bir kelebeliğin kozası gibi sımsıkı sarmıştı. Sansar sabahtan Yaren'in peşinden gittiğinden yanımızda değildi, bu havada sığınacak bir yer bulduğuna inanmak istemiştim. Çünkü hemen yanımda kartona sımsıkı ellerini sarmış Ufuk, canından can alan terler dökerek titriyordu. İlk günden beri Ufuk ne yaşasa aklımda hemen Samet'inde aynı şeyi hissedebilir olduğunu düşünmüştüm.
Ufuk o yetimhane devrindeki laboratuvarda ne yaşadıysa bazen bize anlamsızca sevgi gösterisi yapardı. İçinde patlayan o eksikliği bir duyguda yoğunlaştırırdı. Ve genelde canı ne kadar yanarsa o kadar etraftakileri mutlu etmek için uğraşırdı. Kimsenin ağlamasına dayanamazdı; Başak hep sessiz kalırdı, hemen onun ilgisini çekecek bir şey bulurdu. Fakat yağmur yağdığında bütün çocuklar susardı. İşte tam bu zamanlarda devreye Samet girerdi.
Samet, Ufuk'u anlardı. Şimdi bile ölüme yüz tutmuş içimizdeki çocuğu anlardı. Samet anlardı.
Elindekini tek dikişte bitirerek sesli bir şekilde önüne bıraktı, daldığım yüzünden hareketiyle bakışlarımı çektim. Ellerimi tuttuğum konumdan çıkartarak ellerimi nereye koyacağımı bilemeyerek saçlarıma hedef aldım. Oturduğum yer, durduğum konum bana sıkıntı verdi, hızlıca yerimden kalkıp kule haline getirdiği kitapların yanından arşınladım. İçimdeki nefes bana soğuyarak ulaşıyordu, ölüm boğazımdan kaçıyordu.
İçimdeki nefreti açıklayacak bir durumda değildim belki ama kimse bana bu nefretin canımı daha da acıtacağını söylememişti. Kimse bana canımın daha önce hiç yanmadığını söylememişti, insanların bu kadar yok olan anılarıma gasbederek olduğumdan daha kirli yaşayacağımı söylememişti. Hiç kimse bana hiçbir şey söylememişti.
-"Sakince nefes almaya çalışmalısın." ellerimin hangi zamanda Ufuk'un o yağmurda korkarak titrediği gibi sımsıkı yanımdaki bedene sarıldığını hatırlamıyordum. Bedenimin ne zaman yere yıkılmış bir çare kaldığını, nefesimin bana nasıl yetmediğini de hatırlamıyordum. Hiçbir şey hatırlamıyordum.
Sanki, ne zaman gücümün her şeye yetebileceğine inansam güçsüz kalıyormuşum gibiydi.
Saçlarımı, tavanın siyahında soluklayan gözlerimin önünden çeken eller ensemde yol yaparak saç diplerimi okşuyordu. Başımdaki fark etmediğim ağrıyı bana hissettirmeden geçiriyordu. Peki ya boğazım, boğazımdaki alamadığım ölüm soluğunu benden nasıl geçirecekti? Canım yanıyordu benim, çok canım yanıyordu.
-"Karın neden beyaz olduğunu biliyor musun?" arkamdan bana sımsıkı tutunurken ayaklarımın bir hükmü yoktu. Artık bu hayatı taşıyacak bir gücüm olsun istemiyordum da zaten. Ölümün soğuğu yüzüme vururken ben de kendimi hazır hissediyordum. Ölüm bir kaçıştı belki ama bende hiç oyun oynamamış bir çocuk olabilir ve oyunbozanlık yapabilirdim.
-"Biliyor musun yoksa, hı?" nefesi viski kokuyordu, ciğerlerinden akan nefesinin sıcaklığı boynumdan akıyordu. Bu sıcaklık şah damarımda ölüm soğuğuyla başlayan bir savaştaydı.
-"Bilmek ya da bilmemek..." aklımda devam eden karmaşaya inat konuşabildiğimi fark ettiğimde gözlerimin önüne bembeyaz bir orman serildi. Aynalarla kaplanan terasın camları açılmıştı, evin içindeki loş lamba sebebiyle şu an gözümün önündeki manzara esen rüzgarla titrememi sağladı. "hepsi canımı yakıyor." diye fısıldadım.
Söylediklerime bir karşılık vermeden biraz daha benimle birlikte ormanı izledi. Bulutlar ayın parlaklığını gölgelemiş, gökyüzü saçlarımın rengini kıskanmış gibi simsiyahtı. İçime dolan rüzgarın yüzüme çalan esintisi saçlarımı savururken önümdeki kolların sıcaklığı beni yavaşça içeriye çekti. Az önce oturduğumuz yerden geçerek iki boş viski bardağına gözlerimle veda ederken beni yine o karanlık odaya götürdü. Kapının girerken hemen nasıl açıldığını göremesemde içeriye girdiğimizde de ardımızdan kapandığını duydum.
Ona yaslı bedenimi naifçe yatağa yatırırken üstümü örtmeyi ihmal etmedi. Yatağa eğildiğini hissedebiliyordum ama ağırlığını yatağa bırakmamıştı. Ellerini örtünün üstünden bana bastırarak yatakta ısınmamı sağlayarak sonunda saçlarıma sürtündü. Diğer elini alnımın üstünde sürdürüp gözümün önüne gelebilecek saçları da geriye ittirerek alnımı açtı.
Hareketlerini ya da benim sessizce onun yaptıklarını takip edişimi sorgulamıyordum. Uslu bir çocuk gibi bu başlayan ritüelin bitmesini bekliyordum belkide. Çünkü ne uyku uyuyacak zamanım ne de uykum vardı. Kendimi rahata erdirmeye bile hakkım yokmuş gibiydi. Buraya neden geldiğimi bilmiyordum ama kaçmak istediğim şeyler olduğunun farkındaydım.
Sıcak nefesinin ardından tüy gibi hissettiren dudaklarını alnımda hissettiğimde gözlerimi sımsıkı yumdum. Uykunun kapısında bekleyen bedenim kendini içeriye atmaya hazırdı. Aklımdaki bütün karmaşayı gözlerimin kapanmasıyla son bulacağına olan bir duyguya inandım. Güven bana kollarını açmıştı.
Gözlerimi sımsıkı kaparak kendimi bırakmışken elimi, benim üzerinden çekmeye hazırlanan ellerine sardım. Hiçbir şey göremesemde bana sorar gibi baktığına emindim. Elimi bileğinden kaydırarak eline sardım, damarlarındaki kanın sıcaklığını avucumda hissediyordum.
-"Manaz?"
-"Hm?"
-"Kar?"derin bir nefes verdim. "Neden beyazdır?" elimi kendine çekip üstüne bir öpücük kondurduğunu hissettim. İçimdeki duyguların birbiri arasında en boy göstereninin o olduğuna emin oldum ve buna hemen kendimce bir isim koydum.
-"Çünkü hangi renk olduğunu unutmuş."
0 notes
Text
Sana olmayan şeyleri fısıldayıp yüzünde sahnelediğin tiyatroyu izlemek istiyorum. Sanat yanlısı biri olamadım hiçbir zaman yine de senden gelen hiçbir şeyden zarar gelmez gibi. Fazla dikkatlisin, insanı boğuyorsun bazen, bana kalsa bu tavırların insanda yaşayası varsa da yaşamama hissi uyandırıyor. Ben senin yanında ölmek nasıl olur diye düşünüyorum. Bana yaşamaktan bahsetme.
Ne söylememi isterdin ki; bunu da düşünüyorum düşünüyorum ve cevabını kestiremiyorum. Içime senden bir tane daha koyamıyorum, hayal etmek zor değil sadece seni içimde yaşatma düşüncesini istemiyorum. Yanımda olsan yeterli. Gel, yine gözlerinin içine baka baka senin hakkında dırdır edeyim. Ama sen duyma. Başıma bir dert geldiğinde o duymadığın sitemlerimle ödeşme sırası sana geçsin ama sen bunun böyle bir düzende ilerlediğini bilmemeye devam et. Çünkü seninde bilmediğin şeyler olsun.
Bazen sıkıcısın.
Senin hakkinda çok düşündüm bu cümleden sonra hatta seni tek kelimeyle açıklamaya çalıştım. Malesef tek kelimeye sığamıyorsun ama şanslısın iki kelimelik bir şey olabilirsin.
Denize uzun uzun bakma. Bana sitem ederek konuşma. Ellerini oraya buraya sallama. Sakin olma. Bana sinirle açıklamalar yapmaya çalışıp boş zamanlarda susma. Söyleme. Yapma. Gitme.
Sana gitmemen için her şeyi sıralarım ama kal diyemem.
Seni hiçbir zaman tam manasıyla çözemeyeceğimi bilmek geçiştirebileceğim bir şey değil.
1 note
·
View note
Text
Kabuslarından ve korkularından seni koruyan benim varlığımsa bunu sevmedim. İnsanlar bazen kelimelerle ölür Yarenim. Sana ölümsüz lazım. Beni unutmadığın, yokluğumu aratmayan bir dünya kurmam mümkün mü aklına?
...
seni özledim. en çok neremi diye sorma sakın!: kalbini özledim. bana sımsıkı sarılan o güven verici sözlerini özledim. seni özledim işte anlasana. hani anlaşmıştık sen bana sadece bir gün hiçbir şey anlatmayacaktın ve ben sessiz kalacaktım. neden bir gün anlaşmamızı uzattın sevgilim. kelimelerinin bendeki etkisini biliyormuşsun bak içten içe ama açık açık söylememişsin. bir insan bir şeye alışınca alıştığını fark edemiyormuş ya bende de durum tam böyleymiş. sana anlatacaklarımdan ziyade geldiğinde senin anlatacaklarına meraklıyım daha şimdiden. gelirsin di mi? bak kalem tutmasını bile bilmeyen bu kadına mektup yazdırıyorsun. senin benim cümlelerime ihtiyacın yok, seninkiler ikimize de yeter. benim okuma yazmam bile pata küte, kelimelerle oyunumda da hep kaybederim. bazen eski kayıtlarını dinliyorum; gizli gizli değil merak etme gururla her yerde açıyorum. senden ve seninle gelen hiçbir şey beni utandıramaz sevgilim. başım dimdik dinliyorum o şarkılardaki özgür adamı. seviyorum da onu, her kelimesiyle.
aslında hiç iyi değilim. kendimde değilim, bunu kimseye söylemeden herkese belli de edebiliyorum. özür dilerim. ama ben sana bunu farkettirdiğimi düşünüyorum. ben bir yerden koptuğumda bütün dünyadan da bağımı kestiğimi göstermiştim. görmüştün. evet gördün. aklımdaki dünyanın nasıl bir yer olduğunu en iyi sen biliyorsun. ben evi bu uğurda diri diri yaktım. ev kelimesini muğlak bir son olarak kazıdım kendime. sen, lanet olsun sen; bütün acılarımı bilirken kaçıp gitmezsin. ne olduğunu yaz sevgilim. yaz ben senin her melodine inandım buna da inanırım. sana inanmaya kendimi hiç zorlamamıştım bu farklı bir deneyim oluyor ama yakıyor be içimide.
aslında bazen şarkılarını dinlerken eskilere dalıyorum. kimi gün ilk karşılaşmamıza kimi zaman bana söylediğin anlamsız cümlelere. hani bazen en manasız yerde bana masal karakterlerini anlatıyormuş gibi cümleler kurardın ya? ben animelere çok izlediğine yormuştum bunu ama şimdi daha iyi anlıyorum seni. sen geleceğe yatırım yapıyormuşsun. doğru söyle benden kaçıp gitmeyi mi planlamıştın. kaçtın mı benden? biliyorum deliyim kötüyüm belki yalancıyım. ama... aması yok işte sen insanları kendi doğrularıyla kabul edersin. konumuzun bununla alakası yoktur. sen beni seviyorsun.
neyse o cümleleri hatırlamaya zorluyorum kendimi, çoğunu hatırlıyorum da. o yüzden yazıyorum bu mektubu; kabul ediyorum evlenelim. :) korktun biliyorum şaka yapmak istedim. neyse ne demiştim hah kabul ediyorum yeni bir hayatı yaşamaya çalışacağım. kendime sağlıklı bakacağım. seni unutmadığım, yokluğunu aratmadığım bir dünya kuracam aklıma. böyle demiştin öyle değil mi? insanlar ölür yaren dediklerinde bir çocuktum ama sen bu sözleri söylediğin gece kocamandım. dünyalara sığmıyordum yahu. sevi seviyorum. Yaşıyacağım. söz veriyorum. bundan önceki kendime kötü baktığım, alkole sardığım, bileklerimi kanattığım günleri iyi günlerimin after partisi sayalım. sen aklımdasın. yanımdasın. kelimelerimde. kalemimde. siyah mürekkebimde. sen benim kalbimdeki melodinin sanatçısısın. melodi biterse sanatçının bir anlamı kalmaz.
5 notes
·
View notes
Text
-"sadece sus ve dinle.
karşı çıkmak için belki bir sürü zamanın olur olmaz ama söyleyeceklerimin bir zamanı yok.sana her defasında dedim; korkuyorum, bu hayattaki korkumda senin bu ayarı olmayan hareketlerin. ikinci bir hayatın yok biliyorsun degil mi: yok. ölürsen ne olur diye düşünmüyorsundur, o zaman etrafındakilerin sen yok olunca ne halde olacağını düşün. onlarında sensiz bir başka hayatları yok. benim sensiz bir hayatım yok. hiçbir zaman olmadı sonra sen bana baktın, yaralarımı sardın ve benim bir hayatım oldu." soluk yüzüne keyfini yerine getiren bir gülümseme kondurdu. Söylediklerim gülümsemesine yeterli bir sebep olacaksa ben hiç susmazdım; o bunu bana söyleseydi bana, ona dünyayı en başından anlatırdım.
Öylece son sözlerini söyleyip sokaktan çıkmak için attığı ilk adımda durdurmuştum onu, hep bu sokağa sıkışalım ve hiçbir şey bu sokağa giremesin isterdim. Hiçbir şey aklımızda kurduğumuz dünyadaki gibi ilerlemiyordu. Hiçbir şey ikimizi bu dünyanın planlarından çekip çıkaramazdı da; biliyorum ama bazen hiçbir şey umurunuzda olmayabiliyor. Bütün kuralları, görevleri ve ölümleri unutup 'unuttuklarınızın yerine aklınızdaki o dünyayı koysanız ne olur' düşüncesi sizi içten içe yiyor.
Kalbimdeki, karşımdaki kadın bana ölmeyi dilediğini söylerken de her şey yok oluyor ama. İsteklerim ve arzularım bir kenarda kalıveriyor ve bütün dünyalar yavaş yavaş parçalanıyor; aklımdaki ya da yaşadığım dünya farketmez, bütün dünyalar. Ta ki siz onun ellerinden tutup kalbinizde yaşattığınız zamana kadar sürüyor. Hiçbir şey çözüm vermiyor, çırpınsanızda sadece son sözlerini dinlediğinizin farkında oluyorsunuz.
-"Ne desem değişmeyecek değil mi?.... Konuşmayacak mısın?" gözlerinde nöbet tutuyordum, belki gözlerini açarda bana son kez de olsa bakar, beni anlar, ölmez diye. Ama öleceğini bir zehiri yutar gibi fısıltıyla söylediğinden beri açmadı gözlerini. Her ne olursa olsun bana her zaman açık olduğunu bilmek beni üzmeli mi? Sanki azrailden rolünü çalarak öleceğini bana söylememesi mi daha iyi olurdu?
-"Asya konuş, bir şey de. Bana zamanım geldi diyerek çekip gidemezsin. Duydun mu?" iki adım daha atarak ayakkabılarını ucuna ayakkabılarımı yasladım. Ellerimle ellerini sarmak istediğimde kaçıp giden o kız çocuğu olmadığını göstermek için yara ve eziklerle süslü ellerini ellerime aldım. Ona sımsıkı sarılmak istedim, ciğerlerim yandı ama ellerini ellerimden kaçırmadı. "O çocukluğumuzda oynadığımız bir oyundu. Ben bir şekilde hep yaralanırdım, dışardakilerle kavga ederdim; ölüm zamanıma tik tak derdim, sen gülerdin. Sen gülerdin Asya, o oyundu. Sen kavga ederdin, çatılardan atlarken düşerdin; ben sen gül, acın geçsin diye ölüm zamanına tik tak derdim."
Nefesimi başını öne eğdiğinden alnına bıraktım, tekrar derin bir nefes aldığımda onun göğüsünde hırlayan nefesini hissettim. Ellerimizin üstüne düşmeye başlayan göz yaşlarını umursamadım, ellerini sımsıkı sardım. Sonu gelmeyen bir yağmur olsun ve o ağlamasın istediğimde ona, acılarına haksızlık etmiş olur muyum? Sonunda hıçkırıklarıyla başını göğüsüme yasladığın ellerini ellerimden kurtarıp bütün dünyayı kaldıran güçlü kollarını belime sardı.
Onun yağmuru dinmez diye korktum, acıları geçmez, hiç konuşmaz.
-"Senden birkaç şey isteyeceğim, senden başka kimseye güvenemem; ihanet eden birine güvenemezsin gibi bahanelerde sunma bana, sende artık bu düşünceleri sil aklından olur mu? Güvende olmanızı istiyorum, biliyorum bu imkansız ama sen yapabilirsin değil mi; benim için herkesi korursun." ellerindeki dokunuşu omuzlarımdan boynuma sürdü ve başını kaldırıp en sonunda yüz yüze, göz göze gelmemizi sağladı. Gözlerinin altındaki ıslaklıkları silmek için bende onun gibi ellerimi boynuna sarıp yanaklarını okşadım, yumuşacık narin bir çicek yaprağı gibiydi. "Ayda, zapt edilemez biliyorum ama benim için arada masasına gizlice ince yapraklı çiceklerden koyarsan uysaldır. Aslında insanları izlemeyi, yeni şeyler keşfetmeye bayılır; çicek büyütemez ama çiceklerden en iyi o anlar. Hiçbir şey yapmayı beceremez, el beceriside yok yine de modadan ve müzikten anlar. Bu sokaklardan çıkarsanız bir şekilde yaşar bili-"
-"Asya, Asya; bana ne olduğunu anlat. Herkesi kurtaracaksam seni de kurtarabilirim değil mi? Bana ne olacağını anlat güzelim?" göz yaşlarından sonra parlayan mavi gözlerini kapatıp başını iki yana sallayarak ellerimin arasından çıkıp benden iki üç adım uzaklaştı. Üzerinden çekmediğim gözlerime kısarak baktı, yüzü ciddiyetle bembeyaz olmuştu.
-"Belki yaşamak istemiyorumdur Bera, belki artık o oyun gerçektir ve tik tak vaktidir. Bırak tamam mı, vazgeç." ellerini sarı saçlarından hınçla geçirdi ve önüne dağılan telleri düzeltmek isterken daha da dağıttı. "Senden başka kime güveneceğimi bilmiyorum tamam mı? Yaren'e mi, Hilal'e mi, Gece'ye mi hiç sanmıyorum, Ufuk, Samet; kime ha? Beni sen dinlemezsen kim dinler, hepimizin geçmişini biliyorsun, hiçbirininde bunu kaldıramayacağını biliyorsun-"
-"BEN DE KALDIRAMIYORUM." içimde büyüyen duygunun acı değilde kızgınlık olması ikimizide rahatlatmazdı, tanıştığımızdan beri yaptığım gibi oturup içindekileri kendinde iyileştirene kadar bana anlatmasını dinlememi istiyordu. Fakat ilk defa susmak istemiyordum, onu dinlemek ve hiçbir şeyin sonunu getirmesini istemiyorum. Yaşasın istiyorum. Beni, sevgimi görmemezlikten gelmeye devam etsin ama yaşasın. Dudakları şaşkınca sarktı ve her zamanki gibi gözlerini kaçırdı. "Daha fazla kaçmayalım Asya, seni s-"
-"Dur, lütfen dur tamam mı?" az önce kendisinin attığı iki adımı ileriye doğru tekrar attı. Ellerini omuzlarımdan okşayarak yanaklarıma götürdü ve sakallarıma sıcaklığını sızdırdı."Bunu yapamayız anlamıyor musun?" neredeyse akmaya hazır göz yaşlarını umursamadan parmaklarını tenimde gezdirerek gülümsemeye çalıştı. Beni dokunuşlarında bakışların gibi büyüler Asya."B-ben gidicem" titreyen sesini düzeltmek için yutkundu fakat bu sefer göz yaşları yanaklarından düştü. "Sen k-ka-lacaksın. Seni kırmak istemiyorum. Bende s-" sustu. Yutkunmaya çalışıp gözlerini yumduğunda istemeden kaşlarımı çattım. Ellerimle göz yaşlarını silerken ellerimi umursamadan dudaklarını yanağıma sapladı, canımız acıdı. Islak yanaklarındaki kokusunu içime çekerek ellerimi saçlarında gezdirdim.
Ben seni çıkmaz sokakta saklamayı isterken hangi sokakta karşılaşsak göz yaşlarını silmeyi beklemiyordum.
Birbirimize zaman tanıdık, ben kokusunda harcadım zamanımı; o, tırnaklarını saçlarımın derisinden kopartmak ister gibi saçlarımla, sakallarımla oynadı durdu. Bana mı kızgınsın, kendine mi; diye sormadım fakat bir şeyler anlatmak istediğini anlıyordum. Buraya belki son kez bir şeyler anlatmaya ve her zamanki gibi konuşmamızın sonunda ona çalacağım parçayla veda etmeyi düşünmüş olmalıydı.
-"Anlat hadi" kıramadım onu, onun azraili kıramadığı gibi.
Konuşmayacağını düşündüğüm bir süre boyunca birbirimize sarılı kollarımızdan kaçıp gidecek diye çok korktum.En sonunda derin derin aldığı nefesleri arasında sızlayarak nefes verdi, bende onu daha iyi hissettirmek için saçlarının tellerine tek tek dokundum o kadar çoklardı ki dünyanın sonuna kadar böyle kalmayı arzuladım.
-"Sana güveniyorum; pes etme." parmakları ensemde dans ediyordu. "Bu dünyayı temizleyeceğini biliyorum, sen iyi polissin. Sokakları aydınlatacağını, çocukları güvende tutacağını biliyorum. Gece, bana umudu olduğumu söylüyor ama bilmiyorki asıl umut kendisi, ben hiçbir şey yapmıyorum. Bir gün hatırlayacak, her şeyi, ben inanıyorum. Kendisini kötü, karanlık diye insanlardan soyutluyor fakat hayatımdaki en aydınlık 'Gece." küçük bir kıkırtı döküldü dudaklarından boynuma." Küçükken Şeyma Hanım bize resim çizdirdiğinde beni çizmişti de saklamaya çalışmıştı. Utangaç Gece, kulağa komik gelmiyor mu? O bizi hep korudu; çocukken senin ilk geldiğin gün kardeşimle beni korudu, ben o zamandan beri onu canım bildim. Belkide öldükten sonra-" ellerim saçlarında aniden durdu, o da bunu hissetti ve kulağımın hemen altındaki boşluğa dudaklarını bastırdı.
-"Korkma, ben korkmuyorum. Buna alışmamız gerek mızıkacı. Gece de ben gidince kendiyle savaşacak, bunun olmasını istemiyorum. Ayda içindeki kabuslarından kaçacak bununda olmasını istemiyorum. Aslında ikisi de birbirine o kadar benziyor ki! Hilal desen çocuk, Samet, Yaren, Başak, Ufuk; hepsi birbirinden çocuk... Biliyorum çok zor olacak ama onları bu dünyadan kurtar istiyorum."
-"Ben seni de kurtarmak istiyorum. Lütfen, izin ver lütfen." diye fısıldadım.
-"Sana belki de beni her korumaya çalışırken batırmanda daha çok aşık oluyorum.Tek pişmanlığım sen olacaksın; bu bir haksızlık. Beni affetme olur mu?" şakaklarına bir öpücük bıraktım ardından o da beni taklit etti. "Beni hatırlamanı istiyorum aslında. Yaptığım acımasızca, biliyorum mızıkacı, biliyorum. Ama beni hatırla, her hatırlamanda kız. Kendine iyi bak. Hoşçakal, güneşi kıskandıran adam." boynumda, sakallarımda hissettim narin dudaklarını, bir yel gibiydi dokunuşları ve naifçe üzerimden geçip gitti. Benden uzaklaşsa da ellerini bırakmak istemedim, hemen yakaladım. Avuçlarımdan çekmedi, kızaran masmavi gözlerine baktım ellerini dudaklarıma bastırıp bir kartpostala bile sığmayacak kadar kokusundan içime çektim.
Deminden beri gözlerimden akan yaşları, onu bulanık görmeye başladığımda sinirle omzuma silmeye çalıştım fakat o beni durdurdu ve avuçlarını sanki kendisi ağlamıyormuş gibi göz yaşlarımda gezdirdi. Küçük mırıltılı iniltiler kopsada ağzından, göz altlarıma öpücük kondurup kısa bir sarılışla kopup gitti. Sokağın sonuna kadar küçük çığlıklarını duydum ama kucağımda kaçarak giden bedenini idrak edemedim. Aslında doğrusu buydu onun için, kaçmasa ben onu kollarımın arasından ayıramayacaktım. İçimdeki boşluğu, boğazımdaki ağırlığı hiçbir şey götüremezdi. Sokaktan çıkışını gördüğümde kan beynime sıçradı; canım acıyordu, boğazımdaki hisle Asya gittiğinde o sokakta haykırdım. Sonra cebimden her zaman ona çalmayı istediğim ama çalmaya utandığım o parçayı çaldım.
-"Hoşçakal, kendini güneşe satan kadın."
0 notes
Text
Kendimize sınır koymayı, hastalık gibi bütün düşüncelere sarılmaması için en başından öğrenmememiz gerekiyor. Sınırları yıkmak diye bir saçmalık yoktur aslında her şey alışkanlıklarımızdan ibaret, çözümde basit; alışmayın.
En başından başlayan şeyler sıkıcı oluyor. Başlamak içinde tam olarak ne lazım olabilir emin değilim. Başlamak kelimesini silip yerine direk bodoslamayı yerleştirmiş olmalıyım ki kendime yardımcı olacak pek bir deneyim bulamıyorum.
Kendime kurallar koymam, aynı zamanda sınırlarda; akışa bırakmak diye bir kelimeylede kendimi tanımlamazdım. Artık ne anlaşılır bilmem ama ben çoğu kimseler gibi kelimelerimde bencil değilimdir. Konuşurum, Roma geçmişini yazarım kendime ancak yanılma payı bırakmam. Kelimeleriyle kandıran biri varsa o Başak'tır, kendini kandıran birini arıyorsak da o Asya'dır; ben bilgileriyle yaşayanım.
İnsanlarla konuşmanın size kazandırdıklarıyla birlikte her zaman kaybettirdikleri de olur, her şey böyle değil midir; terazinin üstünde yapılan bir alışveriş. Kendime yük ettiğim bir duygu yok, bu beni kazançlı falan göstermesin yalnızca kendime kendim dışında müdahale eden yok. Bundan yıllar önce, çocukken bu soruya cevabım değişirdi; en başa tutkuyla hayatımı adadığım kardeşimi koyardım. Ancak artık her şey için bencilim sanki küçük kız kardeşim bana bencil olmamı fısıldamış ve bende her zamanki gibi sözlerini dinlemişim.
Zaten yaşamak için temel kural budur; bencil olun.
Ben böyle yapıyorum; ister istemez beni kıran ve yok eden, belkide beni ben yapan şeyleri kendimin içinde kaybediyorum. En başta çocukluğumu siliyorum, sanki dünyaya kocaman bir kız olarak gelmişim gibi gülümsüyorum. Her şeyi biliyor gibi, yinede sıcak süte dudaklarını sarar gibi.
Yeni şeyler arıyorum, kalbimi kırmıyorum, canımı yakmıyorum. Evet bunları yapıyorum. Diğerleri gibi değilim çünkü biliyorum. Bir uçurumdan atlasam, sebebim dahi olsa, ardımdan bakan belki kurtaran kimse olmaz. Kimsenin kalbine yerleşemeyen insanlarda vardır, göçmendirler. Bunu unutmayın.
Sokakta bana söyleneni yapıyorum, her şeyin formülü paraymış gibi basit düşünmek kompleks olsada diğerlerine nazaran bir teste de tabi tutulmuyorum çünkü bir alışveriş içerisinde olduğumu biliyorum. Karşı gelecek bir düzende sağlamıyorum, bunu sizde deneyin; güven vermeyin, güven kurtarmaz oyuna çeker, oturun ve hiçbir zaman o kumarda mimiklerinizi soldurmayın. Bazen uzun bakın, isterseniz gülümseyin.
Şimdi söyleyince hatırladım bir keresinde bir doktorda aynen diğerleri gibi şifa dağıtacağını sandığı kelimeleriyle uzun uzun benimle konuştu, sonra sessizce onu dinleyen kıvrık dudaklarımdaki gülümsememe bakıp yüzünü soldurdu; 'hiçbir zaman ağladığını fısıldamazsın değil mi' dedi. Yüzümdeki kaslarıma şaşkınlığı yasaklamak isterdim çünkü anlamadığım her şey için kendimi suçlamayı öğrenmiştim, bu da benim bir hatamdı.
Ben, ağladığımı saklamadım o gülücüklerim de sadece 'bakın ben burdayım' demenin bir başka yoluydu.
Evdeki kimse sevmedi beni, böyle hissederek büyüdüm. Çocuktum ve hırçındım; kardeşimi ve kendimi bu şekilde korurum sandım. Herkese nasıl istiyorsam öyle davrandım ve bize zarar verebilecek her şeye kızdım. Sonra kız kardeşim o dört duvar arasında sarıldığım yuva olmak yerine o dört duvarı bütün dünyama sığdırmaya çalıştı; dedim ya bize zarar verecek her şeye kızdım, ona da kızdım. Küstük ve biz ne zaman kavga etsek o odadaki tavırlı zamanlarımızdan daha uzun birbirimizden kaçtık. Benim kaçışlarım her zaman onun kucağı olurdu, artık kaçacak yerim kalmadı; Asya, evde bir şekilde herkeste teselli bulabildi ve beni unuttu.
Ona sarıldığım günleri unuttu, ona sığındığımı unuttu.
Büyürken sessizce her yerde yeni şeyler aradım. O, Gece ile gittiğinde bile yeni bir yaprakla büyüyen ağaç bulduğumu düşündüm. Derin bir nefes aldım; her zaman dört duvar arasında kalmayacağınızı aklıma haykırdım ve geçmişi sildim. Gece bunu yapabildiyse bende geçmişe dair aklımda tek bir kelime bile barındırmadım; dört duvar yoktu artık.
Büyürkende kendinize sadece umursamamayı söylüyorsunuz ama aklınızda çıkaramadığınız alışkanlıklar oluyor. Ama biliyor musunuz sanırım bir şeyleri umursamamak istiyorsanız onun hakkında konuşmamak yetmiyor. Biraz zor oluyor, sanırım içimde oluşacak sımsıcak sarılma hissini özlüyorum. Konuşmamakla bitmiyor hiçbir şey, canını yakmasıyla kalmıyorum hiçbir yara; bir kere sarılsa geçer gibi hissediyorum.
Özlüyorum.
Kısacası sanırım bu kadar, söyleyecek bir şeyim kalmadı. Hayat, yok ettikleriyle anılır var ettikleri tarafından. Bu yüzden kayıp olanlarla ilişimizi kesmeliyiz, duygusuzca söylemişim gibi okunuyor, biliyorum ama her şey istediğimiz gibi gidemez. Yine de istediklerimde bencil olmayı da bırakamam, ben ben olmayı da...
0 notes
Text
ben ufuk.
bir çocuğa bağlıyım.
bir kadına aşığım.
bir yaraya acıyım.
bir yasaya mahkumum.
biraz biraz insanım.
bu hayata karşıyım.
0 notes
Text
Kelimeleri anlamlı kılan sesler, dokunuşları anlamlı kılanın duygular olduğu gibi kokuları anlamlı kılan da anılardır.
Tutunduğum anılar gözlerimin dalıp gittiği her yerde yeniden yaşanıyor. Bunu hissediyorum, nasıl anlatsam? Sanki gözlerime tutunan her nesne beni andan çekip o özlediğim anlara geri götürmek zorundaymış gibi oluyor. O zamanlarda bir şey düşürmüşüm ve arayıp bulmam gerekiyormuş.
Babamın yokluğunda bana bakanlar beni tanıyamayacak kadar yüzüme yapmacık bir sevgiyle bakar kapı ardında babama acıdıklarını konuşurlardı. Bende içimdeki bütün samimiyeti babama saklar o gelene kadar saf bir çocuk gibi onların yapmacık tavırlarını manipüle ederdim. Onlara göre ben hiçbir şey anlamayacak kadar çocuktum, saftım ve kalbimi kıracakları her şeyi onların burnundan fitir fitir getiremeyecek kadar düşüncesizdim. Bir çocuk yalnızca oyunlar oynar, hayaller kurarmış; babamdan aldığı paralarla bana bakan kadın demişti.
Babamın seferlerinin ardından getirdiği hikaye kitapları ve oyuncakları beklemek bana zor gelmiş olmalı ki etrafımdaki insanlarla oynar oldum. Bir çocuk olmak bana göre ya bir kukla olmaktır ya da oyuncu olmaktır; hayatla savaşırken bu ayrımı güzel yaptığımı düşünüyorum. Çıkmaz sokağa kadar bu böyleydi, iyiydi. O zamana kadar bir denge tahtasında kırk kat yol almış gibi yorgun ve şaşkınca adımları kesip yüksekten dibe düştüm, ayaklarım yalpaladı bacaklarım titredi ve dengemi kaybettim.
Ben öyle alıştım ki hayatı bir teraziye koyup insanların dengi kadar tavır takınmaya, onlarla oyunlar oynayıp kazanan ben olmaya ölüm beni tüketti, sahip olduklarımı da alıp beraberinde götürdü. Ufukla bunu tamamlamak istedim, gözlerine baktım babam gibi onun terazide yeri yoktu. Birinin babamın yerine geçmesi tökezlememi sağlayıp aynı zamanda göklere çıkardı. Babamın soğuk toprağına sarılan kollarım sıcak bir göğüse sığındı, herşeyi yeniden toparlayıp o teraziyi tekrar düzenlememi sağlayan buydu.
Ufuk Batu'ya çok güveniyordu, bende daha ilk karşılaşmamızda karşılaştığım o gözlere güveniyordum. Bu yüzden o çıkmazdan vazgeçmedik, Ufuk biraz o yetimhanenin verdiği korkudan küçükken beni zorlamazdı. Sanki ikimizi birbirimize bağlayan o düğümün sorumlusu bendim ve ne dersem ikimiz için geçerliydi.
Gece ve Batu tanrılarla bir anlaşma yaptı onlar sayesinde o çıkmazda yeni bir dünyaya kavuştuk. Ufuk'un eve ilk girdiğinde gözlerindeki mutluluğu yüzündeki yeni açan umutlu gülümsemeyi her sabah yeniden yeniden görmek için çok çabaladım. O evde, yanımda kalmalıydı, babam gibi mutluluğu uzaklara giderek kaybetmemeliydi. O benimle mutlu olmalıydı.
Evdeki günlerimiz bir çocuk gibi değilde biraz asker gibi geçmişti fakat Ufuk bunun farkını bilmediği için her şeyi büyük bir titizlikle yapıyordu. Sabah spor yapıp öğlen eve gelen bir kadınla bize gerekli olan okul derslerini öğreniyor, akşamları silah eğitimi alıyorduk. Bazen bizi eğiten insanları eski günlerdeki gibi kuklam yapıyor ve Ufuk'u kaçırıyordum. O hayatta acemiydi, her şeye büyülenerek bakar ve benimle daima oradan oraya sıkılmadan savrulurdu.
Çok sonradan fark ettim ki ben aslında biraz biraz babam olmuşum, Ufuk ise küçük Başak olmuş. Yaptıklarımla onu mutlu yaşattığımı sanmışım. Onu sürekli eğitimden kaçırarak yaptığım tek şeyin tanrıları kızdırmak olduğunu idrak edemiyordum çünkü daha önce evde sadece Zeus'u gören Geceydi. Tanrılardan korkmak yalnız bir insan için bir seçimdir ve biz çıkmaz sokakta bunu kabul etmemiştik.
Ergenlikte bunu düşünmedim bile evdekiler geceleri operasyona giderken ben Ufuk'u büyülü bir dünyaya götürdüğümü düşünüyordum. Her sabah akşamdan kalma uyanıyor, etrafta Zeus'un adını kullanarak kendimize yeni kapılar açıyordum. Zeus'un kulağına gitmemesi için insanları kukla olarak kullanmak yetmiyormuş, soğuk toprağın içindeki tabutla dersimi aldım.
O gece sabahı düşünmek için erkendi ve sabah bi tabutta uyanacağımdan habersizdim. Kendim operasyondan kaytarıp Ufuk'u eğitimden kaçırarak zenginlerin yaz geceleri sahilde düzenlediği bir partiye götürdüm. Ilk basta istemedi, o aralar Gece ile kenarda köşede sessizce konuşmalarına şahit oluyordum ve deli gibi kıskanıyordum. Bana olan sevgisinin azalmasına izin vermemek için her şeyi deniyordum, kimin ne düşündüğünü umursamıyordum. Kızlar arada yanıma gelip bana bir şeyler anlatmak için uğraşıyorlardı ama ben onların ne diyeceğini az çok tahmin ediyordum, hastalıklıydım. Kendime her baktığımda kuklalarımdan biri olmamak için aynaları yoketmek istiyordum.
Kendime bakmayı unuttuğumda dönüp ona bakıyordum, biliyordum o bendim. Hayatta benim yansımam olacak bir tek o kalmıştı, sahip olduğum.
Tabutta Zeus'un sesini duydum, 'Tanrı düzeni bozanları sevmez.' diye fısıldadı. Yanımda olduğunu hissettirecek kadar içimi titretirken tabuttan çıkmak için direndim, beni yeryüzüne bağlayan Ufuk'tu. Onun zarar görme ihtimali yaşamam gerektiğini söyleyen tek sebebimdi. Çırpındıkça hoparlörlerden gelen cızırtının sesi arttı. Ölümü hücrelerime davet ederken ağlayarak son kez isminden yaşamasını diledim. Dudaklarımdan ismi döküldüğünde tanrı kocaman bir kahkaha attı, alaylıydı.
Gözlerimi yeniden açtığımda evdeki yataktaydım, baş ucumda Ayda vardı. Herkesten ölümüne nefret eden o kız ben ağlarken saçlarımı ördü, boğulur gibi aldığım nefeslerde bana onun yaşadığını fısıldadı. Ben o zaman öğrendim; çocukluğumdaki babamın mahallesinde bahsedilen tanrı ile bu tanrı aynı değildi. Babam böyle bir tanrıya boyun eğmezdi, eminim. Fakat babam tanrının çok güçlü olduğunu da söylemişti. Evet güçlüydü aynı zamanda acımasızdı da.
Ben de acımasız olmalıydım. Ondan bütün boyun eğişlerimi, kaybettiklerimi, yaşamımı almalıydım. Tanrıyı bir kukla yapacak kadar güçlü ve kurnaz olmalıydım. Tanrı olmalıydım.
Yaren bir keresinde 'acımasızlık bir çocuğun tek çaresi oluyorsa bu hayatta ölüm tanrının' demişti. Acımasızlığı çocukluğumdaki paçavralarla göğsüme diktim. Ufuk, benden korkmasın diye sakladığım kukla oyununu saklayamadım. Acımasız oldum, yaralarımı da saklamak zorunda kaldım çünkü ondan uzaklaştıkça babamdan kalan yaraların yeniden açılacağından korkuyordum. Sonunda bir tanrı tasvirine boyanmak için çabalayan bir ben vardı; yalnız, Ufuk'suz, acımasız, şefkatsiz.
Geçmişe baktığımda büyürken onu bir anne şefkatine boğduğumu düşünerek kendimi kukla yapmışım. Sevgi istemişim, sahip olmak istemişim, babamın şefkatini geri istemişim. Yalnızca babama dönüşmüşüm ve onu küçüklüğüm yapmışım. Yıkıntılarımı Ufuk toplamış, aynı babamın bende fark etmediği gibi.
Kimse beni anlamadı diyerek etrafta gezdiğim çoğu zaman ağladığım zamanları hatırlıyorum. Ilk kaçtığım sokakta onunla tanıştım, ilk kaybolduğum sokakta onu kalbime kattım, ilk savrulduğum sokakta onunla oldum, ilk tanrıyla başbaşa kaldığım sokakta yaralandık, ilk büyüdüğümüz sokakta biz değiştik, son sokakta sadece ben hüngür hüngür haykırarak ağladığımı sandım.
**
Odadan kendimi aceleyle çıkardığımda üstüme yapışan bu elbiseyi nasıl bu kadar hızlı giyebildim emin değilim. Hem elimdekileri çantaya koyarak hemde üstümdeki elbiseyi düzelterek evden çıkmayı amaçlarken evin sessizliğini bozan gürültüm yüzünden salondakilerin gözleri üzerime dikildi. Bugün Bera'nın işi yoktu bu yüzden her zamanki gibi evdeydi ve Asya'da ona katılmayı seçmişti. Samet bu aralar yeni bir şeylerin üzerinde çalıştığından evde sinsi bir sessizlik sürdürüyordu. Asıl kaçtığım ev halkı ise dışarıdaydı, yüksek ihtimalle evde olsalardı zaten bu planı işlemeyi geçtim düşünmeme bile izin vermezlerdi.
Tehlikeden sakınmak hepimizin güvenli bir yuvada yaşam sürmesini sağlamazdı. Başından beri içimize ekmeye çalıştıkları o korku tohumlarını ben damağımda saklayıp bir ilac gibi tükürmüştüm onlar ise şimdiki düzenimizle mutlu olmayı öğrenmeye çalıştılar. Bir tek ben yapmamıştım; bu evde bizim için bütün sorumluluğu Gece'ye yükleyip üzerimde söz hakkı olmasını istemeyen tek aklı yerinde bendim işte.
-"Aa çıkmıyor musunuz dışarı?" sorum üçünün aynı odada olmasını idrak ettirmişcesine önce birbirlerine baktılar sonra Asya, Bera ve kendisi için omuz silkti. Samet sadece yüzüme bakmayı sürdürdüğünde ayakkabıları ve çantayı kenara atıp koltukta yanına oturdum.
-"Sen? İşin falan yok mu, çıkmıyor musun?" aklımda akıp giden düşünceleri takip edemeyerek elimle kolunu çekiştirdim. "Bana bak, yoksa sen depresyonda falan mısın? Dünyanın sonu geliyor(!)" alayla sırıttığımda o da bana yüzünede yerleştirdiği sessizlikten kurtararak yarım ağız gülümsedi. Sansar'ın bedeninde enerji kalmadığında bile ortamı canlı tutan bir aurasi olduğunu herkes bilirdi. Tescilli legal mutluluk dükkanı.
-"Yok, 23 Nisan geliyormuş prova olarak bugün tahtıma sen oturdun ya yavrum." bağlı kollarını açıp şakaklarımdaki bebek saçlarımı yüzümden itti. Gözlerine gozlerimi dikip ona kocaman gülümseyip onu bugün sessizliğe boğan içinde tasalandığı dertten kurtarıp iyi hissettirmek istedim ama bunu başaramamaktan korktum bu yüzden dizlerimin üstünde yükselip boynuna sarıldım. "Kendine gel, sorun neyse her zaman yanındayım, tamam mı?" sessizdi, ondan uzaklaşıp kızar edayla kaşlarımı çattım. "Hem taht işleri senin alanın, kaytarma. Bir dakika bir dakika sen? Neden buradasın, bugün Hades mekanına gitmeyecek miydiniz; yetki sendeydi. Ufuk? Ufuk senin yanına-"
-"Sikecem onu ya." sorularımın cevabı beni endişeyle yiyip bitirmesin istedim. "Sen nereye gidiyordun Başak? Bak o serseriyle oynadığınız oyunlar çocuklukta kaldı. O büyüdü, büyümek bir lanettir ve sen öyle değilsin kardeşim. Seninde aptal düşüncelere-"
-"Ufukla kavga mı ettin?" sakin olmaya çalışarak yanından kalkıp ayakkabıları giymeye çalıştım ama elbette acele ettiğimi kesinlikle fark ettiriyordum.
-"Sadece aklını yerinde değil saçma sapan konuşuyor piç, bende düşünme gücünü geliştirmesini sağladım. Merak etme ölmedi 'oyun arkadaşın'. Ama Başak siz iyi düşünemiyor-"
-"Bugün göreviniz vardı, onu bu yüzden yalnız mı gönderdin?" şok olan sesimle işaret parmağımı ona doğru salladım. Sürekli olarak bizim ilişkimizin sağlıksız olmasından ve tehlikesini konuşma söz hakkına sahip olduklarını düşünmeleri beni delirtiyor. Bu evdeki herkes çok güvenli hareketler yapıyormuş gibi bizi suçlayamazlar. "Sansar ne diyorsun ya sen. GERÇEKTEN KENDİNİZE GELIN TAMAM MI? Evdeki bütün sorun Ufuk ile benim tehlikeli davranışlarım mı? Öyleyse bile size ne, zarar gören benim. Rahat bırakın artık."
-"Sakin ol Başak, noluyor?" diyerek omzuma dokunan Asya'nın dibime kadar geldiğini yeni fark ettim. Bir şey olduğu yoktu, hiçbir şey olmadığından bunlar oluyordu. Sürekli beni oyunlarla kendimi başkalarından soyutlayan haylaz bir çocuk gibi göstermelerinden bıktım, Ufuk'un üzerime diktiği bakışların hep temkinli olması beni yaralamaya başladı. O Zeus'un tabut tanrıcılığı yaptığı günden beri bir deliymişim ve zapt edememekten korkarmış gibi tepkilerinden yoruldum.
Deli değilim, eminim. Sadece o iyi olsun istiyorum bu kadar. Bunun bu sokaklarda ütopik olduğunu düşünmelerine hak veriyorum ama ben yapabilirim.
-"Bunu unutma Sansar, sakın." ona arkanı döndüğünde benimle karşı karşıya geldin demektir, anladın mı? Çantamı yerden hızlıca alıp evden çıktığımda arkadan Bera, Sansar'a ne olduğunu sordu. Hiçbir şeyin olduğu yoktu.
Telefonda sesini duymak istediğimi söyleyerek onu kontrol edebilirdim fakat bu yetmezdi. Kendimi onu korumakla sorumlu hissettiğim ilk sokaktan başlayıp sayarak Hades'in alt sokaklarındaki depoya ulaştığımda yüzüme o aptal kuklalarımı kandırdığım gülümsememi sardım. Elbiseyle koşarak buraya geldiğim için rol yapmam çok zor olmadı.
Bayır, kuklalarımdan biriydi. Zeus'tan daha güçlü bir tanrı olacağıma inandığım evvelden beri bunun tehlikeli olacağını biliyordum, Ufuk için, üç tanrınında adamlarının arasına sızdım. Zordu, Zeus'un her şeyi kontrol eden bir disiplini olduğunu bilirseniz daha da zordu. Hades çetesinde Zeus'un gizlenen adamları vardı elbette fakat benim için daha zordu, hem bizim grup ayrıcalıklıydık hemde hep göz önünde olduğumuzdan adını bilmediğim insanların bile ismimi bilmesi muhtemeldi. Yasak meyve diye ne işe yaradığını bilmediğim bir etkenimiz vardı, bildiğim kadarıyla sadece bir isimdi. Bir kişi mi yoksa bir eşya mı bilmiyorduk sadece sokakta kimin yüzüne baksam o korkuyla yüzleşiyordum.
Hades'in çetesi, Apolloan çetesine göre bizden daha çok nefret ediyorlardı. Bende bunu bir silah olarak kullanıp Hades'in adamlarını ayarttım.
-"Bayır, burada mısın?"
-"Odama gel güzelim." eğlenen büyük kahkasını durdumadan koridordan duyulan bir video sesleriyle eğleniyordu. Büyük cam odadaki bilgisayarların ekran ışığıyla oda aydınlıktı. Rolümü takınıp cilveyle elimi çıplak teninde gezdirirken çantamı masaya koyup arkasından onun ilgiyle izlediği şeye baktım. Ekrandaki oynayan kamera kayıtlarının sadece bir tuzaktan ibaret olmadığını bileğime sertçe sarılan elin beni boğazımdan bastırarak kucağına çekmesiyle daha iyi anladım. Bende o tuzaktaydım ya da asıl tuzak banaydı.
Zeus küçümsemeyi sevmezmiş. Tanrı böyle bencil mi olur?
-"Sen ne yapıyoo-" boğazıma bir şey yasladı, bunun masum bir şey olmayacağını Ufuk'un ekrandaki darmadağın olmuş görüntüsüyle idrak ediyordum. Yine de şuan tek önemsediğim oydu, ölürse çırpınmam için ya da çeteleye yeni bir çizik atmak için bir sebep yoktu.
-"Uslu ol. Şu zarfı görüyor musun, ne söylemek istediğimi anladın bence değil mi?" kırmızı süslü zarfı ekranın önüne Ufuk'u işaret eder gibi salladı. Kırmızı zarf ceza, ölüm, ihanetti.
-"O-onu. Onu bırak lütfen." yüzünde kanlar vardı ve sanırım bir sorgudaydı. Arada başını dengesiz hareketlerle döndürüp etrafa bakıyordu. Kamerayı bulana kadar yanındakilerden bir tekmeyle yere düştü. Ufuk sarhoş olmalı çünkü onun bu kadar gardını indirerek birinden dayak yemesi çok zordu.
-"Tabi, tabiki sen iste ben hemen yapayım Başak Hanım. Sen hala beni ayakta mı uyuttuğunu sanıyorsun kızım." kulağımın arkasından sinirle bağırdığında gözümü ekrandan çekemeden başımı diğer yöne çevirerek Bayır'dan uzaklaşmaya çalıştım. Bu onu daha fazla sinirlendirdi ve ayağa hızla kalkıp kendisiyle birlikte beni öndeki masaya yasladı.
Sinirden titriyordum, biraz da korkuyordum. Arkamda hissettiğim bedeninden uzaklaşmak için çırpınıyor, ellerimle boynumdaki bıçağı çekmeye çalışırken bacağımla ona bir tane geçirmeye denedim. Olmadı ve ben titreyen ellerimle acil durumlar için koyduğum göğüsümün altındaki çakıyı dikkat çekmeden çıkartmak için hızlı hareket edip onu bütün gücümle ittirerek bedenine saklamak istedim. Fakat odaya boğuşma seslerinden dolayı az önce sessiz olan koridordan bir anda adamlar girdi.
Kaybetmiş gibi hissetmek istemiyorum, pes etmeyerek kolumdan tutan adamlara saldırma başladım. Sağ tarafımdakinin gevşek tutuşunu kullanarak yumruğumu aşağıdan yukarıya hızla kaldırıp burnunu hizaladım. O acıyla burnuna elini uzattığında diğerine tekme savururken Bayır'ın tokadı beni bir anda masaya doğru devirdi. Saçlarımı önümden çekmeden yanan yanağıma saçımı yaslayıp acısını geçirmek istedim. Ama durmamalıydım.
Az önce masaya düşürdüğüm çakıyı yavaşça avucuma sarıp hızla üstlerine yürüyüp Asya'nın kaçamağım bıçak derslerinden öğrendiklerime güvenmem gerekiyordu. Bayır, çakıyı fark etti bu yüzden en başta yanındaki adama yönelttim. Adam harekete geçemeden yere yığılırken Bayır kafama bir yumruk geçirip beni tekrar masaya devirdi ve bu sefer durmadan kafamı masaya vurmaya devam etti. Başımdaki ağrıyla başım dönerek kendimden geçmeme çok az bir zaman vardı.
Bayır'ın siniriyle ölmemek için tekmeler atmaya çalıştığımda kafamı bilgisayar ekranına çevirerek serçe önümü masaya döndürerek beni masaya yasladı. Bedenimde hissettiğim bedeniyle burnuma kan kokusu yayıldı. Baygınlık geçirmemek için bakışlarımı ekrandaki Ufuk'a çevirdiğimde kameraya bakıyordu ve sanki göz göze geliyorduk. Bayır'ın sert dokunuşları kalçamdaki elbiseyi sıyırdı, canımı yakarak iç çamaşırımı yırtığında sık ve sinirli nefesleri benim ciğerlerimde nefes olduğunu unutturdu. Korkuyu en derinlerimde hissetmemi sağlayan da bu oldu.
Kendimi yorgun hissettiren bedenim korkuyla titrerken ağlayamıyordum. Bayır kalçamda hırçınca beni kendine bastırdı, kasıklarımdaki acı Ufuk'un benim gibi bitap düşmüş haline bakarak ağlamamı sağladı. O iyi olacak mıydı?
-"Bu zevki bana verdiği için çetenize bile katılabilirim ama biliyor musun yok ya. Zeus çetesinin karşısında olmak daha kazançlı. Baksana Reis kendi çetesini kendi siktiriyor, adamda sik kadar akıl yok." sürekli yinelediği eğlenen kahkahası artık kulaklarımı tıkıyordu, tiksintiyle.
Yutkunmayı unutan nefesim arada beni boğarken gözyaşlarım benim yetkimde değildi. Üstümde yaslı ağır beden canımı acıtıyordu fakat sadece sessizce göz yaşlarımın dökülmesiyle Ufuk'un görüntüsünün buğulamaması için çabalıyordum. Ona bakmalıydım, o iyi olmalıydı; o iyi olursa ben iyi olabilirdim. Sanırım iyi olmam bir suçtu çünkü kendimi sırf onu görerek iyi hissettirmeye çalışırken ekrana adamlar ve kocaman bir alev girdi. Korkuyla yerimde kıpırdanmaya ona koşmaya çalıştım, olmadı, Bayır arkamdan sertçe kalçalarımı sıkarken o sinir olduğum kahkahası ardımda yankılandı.
Ölmek istiyorum baba ama söz veriyorum ölmeyeceğim. Onu yaşatacağım söz veriyorum.
Gücü tükenen bacaklarımla yere yığınlabilirdim fakat bayır beni belimden tutarak acımı en derinlerime gömüyordu. Bedenimin ağırlığını masaya yaslayarak önümüzdeki bilgisayarı son gücümle kaldırıp sırtımdan arkamdakinin kafasına vurdum. Ilk yarılan alnından kan aktı, Bayır şaşkınca sikini kurtaramadan bacaklarımdaki acıya dayanarak, rahmimdeki batan acıyı da önemsememeye çalışıp elimdeki bilgisayarı ona vurmaya devam ederek tekme savurdum. Geri geri giderek benden uzaklaşmaya çalışırken dengesini kaybederek bana savurduğu eliyle düşmemek için kullanmaya çalıştığında parçalanan bilgisayarı önemsemeyerek vurmaya devam ettim, yüzü kanlar içinde kalana kadar.
Ne zaman bıraktım bilmiyorum o bilgisayarı ama ilerde yerde duran bıçağı gördüğümde aklımdan geçenleri yorgunluğuma katmadan yapana kadar Bayır'ın o kanlı yüzüne bakmadım. Bıçağı yerden sürünerek alıp sikini parçalayana kadar duran göz yaşlarımın yerini alan çığlıklarımla sapladım.
Çetele beşledi, sıra yeni bir sütundaydı yine de bu sefer tenime kazımak istedim. O çizgiyi bir deftere ya da takvime atmak bana yetmeyecekti. Ölmek istiyorum baba.
**
3 notes
·
View notes
Text
Music: Rauf & Faik - Rubicon
Yeniden yaşamayı seçemem kardeşim. Seni kabul ettim; elimi duvara yasladım ve dört duvarların bizi ezmemesi için çabaladım. Yanlış yaptığımı hala yaşadığımızı belirten kalp atışlarımızın duvarlarda yankılanmasıyla idrak ettim.
Üzülme kardeşim, lütfen üzülme.
**
Hayatımı baştan anlatsam daima bir yerde kopacağım, benim çocukluğumdaki anıların kasetleri parlak ipliğinden en keskin acılarla kesildi. Başlandığım yerler hep en kaybolduğum yer olarak yansıdı. Kamera kendini sardı sardı bembeyaz bir ekrandan geri sayımla yeniden başladı.
-"O adam neden 'biriciğim' diyor, o ne demek ki?" ellerini bilinmezlik ve bilmediği kelimenin anlamlarındaki korkuyla köşemizdeki duvara başını yaslayarak benden göz temasını kaçırdı. Halbuki minicik gözleri bir elmas kadar etkileyici parlaklıkla en derinlerime yol alırdı, o zamanlar bunun bir sihir olduğunu düşünürdüm. Bizi kurtarması için dilendiğim pek çok şeylerden yalnızca bir tanesiydi o da.
-"Bence güzel bir şeydir, annemize neden kötü bir şey desinlerki? Sen bunları düşünme bana bugün rüyanda gördüklerini anlat, yine hayallerinden birini mi gördün." bize onlardan gelen hiçbir şey iyi gelmezdi kardeşim. Korkuyordum, yalnızdık, sana anlatacağım her şey iyi olmalıydı. Birimiz hayallerle yaşamalıydı ki ayakta kalabilelim.
-"Sıkıldım ben sürekli anlatmaktan hem sen anlat 'biriciğim' ne demek, ben de sana güzel şeyler söylemek istiyorum. Onlar mutluydu sen de mutlu olursun belki, hı olmaz mı?" ikimizin her gün yeniden inşaa ettiği minderden kalemizi bozup küçük kahkahanla ağzına takılan o kelimeyi gülücüklerinin arasına sıkıştırdın.
-"Şşş sessiz ol." gıdıkladığın parmaklarını ensemden çekmeye çalışarak minik bir kahkaha atmak istedim. "Çok ses yapmayalım, onlar bağırınca ağlıyorsun sonra, Ay." sesimi uyarı tonunda tutarken eminim çok bilmiş görünüyordum.
-"Hiçte bile ağlamıyorum." hırçınca beni ittirdi ama gece sineklerin gündüz tırnaklarımın gazabıyla yaralı cılız kolumu tutmaktan vazgeçmedi ve ona sımsıkı sarıldı. Yüzünü benden gizledi, o aralar sürekli yaptığı şeyleri inkar ederdi, sanki bizi bizden başka duyan vardı. Ancak eminim onun kafasında öyle birileri vardı, o kadar çok hayalperestti ki, büyüdüğünde bile çoğu zaman en kötü şeylerin en iyi şeyler olması için aklında dalardı.
-"Sen benim bir, tek ve biriciğimsin. Kötülerden ve yan odadaki çok bağıran korkunç seslilerden beni sen koruyorsun. Ben o yüzden ağlıyorum." inanmamı ister gibi kolumu dürttü. Daha fazla diretmemesi için hemen başımı sallayıp ona minik ellerimle sarıldım.
-"Illa o kelimeyi kullanacak mısın, ya kötü bir şeyse?" sorumu kaale almamaya çalıştı sonra kollarını sardığı bedenimi önemsemeden omuz silkti.
-"Ben söyliyeceğim ve sen gülümseyeceksin, eminim."
-"Ben zaten gülümsüyorum!"
-"Hiçte bile. Rüyalarını da anlatmıyorsun. Bazen benimle oynamak bile istemiyorsun, As." alt dudağı aklından geçenlerle aşağı düşmeye başladı.
-"Yoruluyorum Ay, bunu sende biliyorsun?" merakla hemen ciyak sesini yükseltti: "Akşam uyumadan ne yaptığını söylersen bende sana yardım ederim." bu bizim küçük kavgalarımızın en temel konusuydu. Dediğinin düşüncelerimi bile doldurmamasını istedim.
-"Sakın Ayda! Bunu bir daha söylemeyeceksin, duydun mu?" koluma yaslanarak daha fazla sıktığında bu sefer onu kendimden ben ittim. "Ağlama! Ayda sürekli ağlayamazsın." birbirimizi çekerken yutan mıknatıs gibi yüklerimizi kenara bırakıp her kavganın sonunda olduğu gibi birbirimize sarıldık.
Biz kardeş olmayı hiç bırakamadık benim nazarımda böyle bir şeyin oluşması da pek mümkün görünmüyordu. Ben en çok onun için yaşadım o en çok benim için. Bu döngü dudaklardan bir söz olarak çıkmadı, yazılı bir kanun olarak yazılmadı; ikimiz yan yana birbirimizin düşüncelerine haşır neşirken bir o kadar da habersiz yaşamıştık.
O bana hep hayallerini anlattı, dertlerini bir köşeye sıkıştırdı ve her bunaldığında omuzlarımda sarılacak bir kucak buldu fakat asla acılarını gerçekten dile getiremedi. Ben hep sustum.
Seni sevdim kardeşim.
Ardımda onun için yalnızca boynundan asla çıkarmaması gereken bir yadigar bıraktım, kötü anılarımı hiç eksiksiz sırtlayıp götürdüm. Ardımdan bana kızması için zaten biri sürü sebebi vardı, çocukluğumuzu da buna katmak istemedim. Ağlasam içim çıkacakmışcasına hıçkırdığımda o duvarlar yine yankıları ile beni saracak ve kardeşimi uyandıracak, rahatsız edecekti.
Pişman değilim, onun için yaptığım hiçbir şey içinde pişman olmamalıyım.
Hayatımın en başına gidersek annemin hayatını bir dosyanın arasına toplayıp koymuşlardı fakat ben onu okuyarak ona herhangi bir duygu beslemek istemeyecek kadar yok sayıyordum. Belki de korkaktım. Ayda olsaydı eminim onun karşısına oturtup sanki kendisinin hayatı değilmiş gibi seslice sayfaları tek tek inceleyerek okurdu. Gözü bile seyirmeden kırk üç yılı bir geceye sığdırır ona dair olan her şeye lanet ederdi. Ayda yapardı.
Anneme dair tek bildiğim kendi deneyimlerimdi; çalıştığı fuhuşa borcu olan bir hayat kadınıydı. Onu hiç sevemedim. Üzgünüm anne ben seni hiç aklımdan çıkaramadım da. Benim sayemde, bu dünyadan geberip gitsende yaşamaya devam edeceksin. Böyle bir şeyi inan bende istemezdim, ölüm senin tattığın en hafif ceza olacak olsada en azından varlığının da sonsuza kadar evrenden silinmesini isterdim.
Kendine çok değer verir, geçmişte yokluk görmüş olmalı ki paranın köpeği olurdu. Çoğu zamanlar ağlar bunu anlamlı kılmak için insanlara bir kukla gösterisi sunardı. Siz onun ağladığını canının yandığını görürdünüz fakat bunu isteyerek yaptığını da idrak ederdiniz. Çocuktum onu anlamak benim için oldukça zor oldu.
Fuhuşta bir dönem dillere pelesenk olan namı varmış, günü gecesi kalmadığını söylerdi o zamanları anlattığında, sanki çok önemli bir şeymiş gibi. Sonra biz olmuşuz, ikiz kardeşler, anlatırken fark ettiği ayrıntıyla hep 'kıyametim' olduğunuz diye bizi dövmeye kalkardı. Sarhoştu, kafası yerinde olduğu bir saat yoktu bana göre; hatta ilk başlarda sarhoş olduğundan bizi sevmediğini düşünür içtiği şeyleri saklardım. Beni Ayda'dan ayırıp başka bir odaya koyamazdı çünkü biz birbirimizden ayrıyken ona daha çok zarardık o yüzden etim yanana kadar dövmekte bulurdu çareyi.
Doğurmak istememiş, hemde hiç. Günlerce ağlamış, bizim varlığımızdan hiç mutlu olmamış.
Onun hayatındaki bütün nedenlerin bize açılması canımı yakıyor ama bilirsin işte o benim annem, bütün hayatım onda varolan yeni bir evren. Neden bizi doğurmadan hayattan koparmamıştı bilmiyorum, anlattıklarının buradan sonrası hep kesiliyor. Sinir krizine girip eline her geçirdiği şeyle bizi döverdi sonunda gözlerimizi leş gibi ter kokan bir dolapta açardık. Ayda bu yüzden dolaplara uzun uzun bakar, dalar, anılar onu tetikler ancak biz hiçbir zaman yaşadıklarımızı kelimelere döküp söylemeyiz sanki söylesek yeniden yaşanabilirmişcesine.
Küçük bir oda, sayıları onun sayesinde öğrendiğim dört duvar; on yaşımıza kadar burada yaşadık. Dışarıdaki dünyayı geç keşfettik; annemin hep söylediği gökyüzünü minicik pencereden hep dört köşe zannetmiştim, daima yanılmışım.
Kimse bizi düşünüp yemek getirmez, bizimle konuşmazdı; adamlar odaya geldiğinde bizi dolabın arkasına yaptığımız minder kulemize tıkardı arada bir de adamların odaya sipariş ettiklerinin artıklarını yerdik. Sabahları odalara dağıtılan yemeği ise annemden saklar geceleri onlar gelmeden Ayda'yı tok karınla uyuturdum.
Çok küçükkende, kalbim çürürkende tek düşündüğüm Ayda oldu. O benim yaşayamadığım hayat.
Büyüdükçe her şeyin dozu arttı, Ayda'yı hayatta tutamayacağımı en derimde artık bir korku olarak taşımıyor, hissediyordum. Geceleri Ayda iğrenç sesleri duymasın diye sarıldığım kulakları açılmaması için gözlerime uyku girmez olduğunda annem bana daha iğrenç sorumluluklarla geldi.
Ben küçük bir kız olarak yaşayamadım. Annem vardı, dışarda bizi kurtulabilecek bir dünya vardı. Kimse gelmedi ben bir tek kör topal güzel bir hayat için kardeşim için çırpındım.
Tarihi asla unutmuyorum. Sabah Ayda kalktığında ben sessizce odanın ilk defa yasladığım bir köşesinde ağlıyordum. O duvarlar da ben de başardık mı sanmam.
Hayatta kendimi geride bırakmıştım fakat kardeşimin hayatı korunmalıydı. Annem artık zıvanadan çıkmaya başlamıştı, adımları kardeşime ulaşması an meselesiydi. Bir gece apar topar bir plan yaptım, iki kardeş içimizde iki duyguyla oradan çıkabildik; merak ve korku. Birbirini sömüren iki duygu, aynı ikizler gibi.
Dünyaya ilk adım attığımızda sadece koştuk, nasıl hissettiğimi uzun uzun bir gün düşünüp anlatabilirim. Tek hatırladığım sonsuza koşarcasına bacaklarımızın feri sönene kadar koştuk. Ta ki bir çıkmazın bizi nasıl sobelediğini öğrenene dek...
Avuçlarımda izler bırakan zinciri kardeşimin boynuna takıp görevimi tamamlayana kadardı. Bu dünya benim için bu kadardı.
Fakat benim bütün cezalarımın sorumsulu sensin anne, senin yüzünden kapatıyorum gözlerimi sonsuza kadar kardeşimi görmemek üzere.
Sırtladığım tek bir sorumluluk vardı ve içten içe elime yüzüme bulaşmaması için kendimde son verdiğim durumlarda olmuştu. Bazen insan ihaneti yuvasına sokar, canının yanacağını ilk idrak edemezde sonradan sonraya yanan canı bir tokat gibi bunu yüzüne çarpar. Birinin gözlerine baktığımda derin derin solurum o anı, yüzüne yansıttığı mı daha sahi yoksa gözlerindeki mi anlaşılıverir.
Bir çocuğun gözlerine baktığım zaman ilk başta dikkat etmemiştim çünkü bazı anlar sadece kelebek etkisidir ve bu zamanımı alacak kadar değerli sayılmaz. Yanılmışım yalnızca bir çocuk değilmiş. Derinlere bakmam gerektiğinde ilki kadar alaycı değildim ya da önemsiz saymadım sadece mühürledim. Her gece anılarıma koşan kabusların sonunda rastlamıştım ben bu gözlere ve bu yabancı olacak kadar tek seferlik bir anıydı.
Bana o odada gülümseyen ilk yabancı, duygularımı sakinleştirdi ve sarılamayacak kadar korkak bir bedene saklandığımı gördüğünde ellerimi avuçlarına sardı. Tenime sürüklenen o yadigarı hissettim, o sevgiyi özleme sardığı kocaman gülümsemesini bozmadı. Ilk defa gördüğüm biriydi fakat diğer yabancılardan farklı olarak bana zarar vermedi bilakis bir çocuk olduğumu hissettirdi. Anlık bir duyguydu ve ben eskilerde bıraktığım acıyı gülümsememe katmak zorunda kaldım. Ben çocuk yaşayamamıştım.
Bu tanıdıklık seni her seferinde bana sürükledi zannetmiştim. Öyle olduğuna inanmaya ihtiyacım vardı sanırım. O adamla biriktirdiğim tek anıyı, acımasızca o çocuğun gözlerinde tekrar tekrar yaşamak istedim.
Itiraf ediyorum; annem babamı her hatırlayarak bizi dövdüğünde Ayda'nın hayallerindeki gibi babamın bir kahraman olarak gelip bizi kurtaracağına inanmak istedim. O gece karşımda öyle gülümsediğinde, masal anlattığında, kolyeyi elime tutuşturduğunda, o gecenin sonunda bir kahraman olamayacağını anladım. Yalanlar beni asla celemez çünkü ben daima kardeşimi korumak için düşünürüm.
'Bir baba yalan söylemez. Bir kahraman kaçmaz.'
Yine de anılarımı bir yalanla besledim, o çocuğu gördüğümdede bunu sürdürdüm. Onu yaralı bir şekilde bulduğumda da kendimi bu yüzden tehlikeye attım. Ondan almak istediğim, yaşamak istediğim anılar vardı. Büyürken çocukken düşündüklerini de büyütüyorsun bu yüzden zaman geçtikçe aramıza giren o çocuğu sevdim, ihanetini gördüm ama o geceki gibi onunda yalanlarını sakladım.
Benim en büyük yalanım yalancı olamamak Bera. Sen hiç bana yalanlarımı sormuyorsun çünkü ben ihaneti de en derinimde bir yalan olarak saklıyorum. Kendimi kandırıyorum, biliyorum.
Sevdim seni Bera. Çoğu zaman gözlerinde kaybolup kollarınla sarmalanmak istedim.
Ölürken pişman olduğum bir sen varsın, kardeşim için yaptığım her şeyde pişman olmamaya o kadar odaklandım ki seni kırdım. Ben sürekli bencil itamıyla yargıladığım kardeşim için çabalarken seni bencilce arada durup dinlediğim bir liman yaptım. Canını acıttım. Ama ihanetinle ödeşmiş sayılmaz mıyız? Bunu söylemem bile alçakça biliyorum sadece seni bırakıp gittiğim için kendime bir bahane arıyorum. Özür dilerim, seni sevdiğim ve canını bir ölümle yaktığım için.
O odada epey bu huzuru diledim. Annem dudaklarından çıkardığı her kelimede yaşamamam gerektiğini bana işledi, ben de küçük avuçlarımda bunu diledim. Avuçlarım hala küçük ama ellerime aldığım toprak bana yeter; şimdi ise uzun zamandır kazdığım o mezardayım. Bundan sonrası için tek dileğim iyi olmanız, sizi kötü hissettireceksem beni anılarınızda dahi yaşatmayın. Iyi olun.
0 notes
Text
Sakın. Bir güç varsa içimde onun buna dayanmam için kullanılmasını istiyorum. Ellerimizi birleştirme ikimizde biliyoruz çünkü bir zincirin ilmeğini koparmanın zorluğuyla yüz yüze geleceğiz.
-"Bakma bana öyle,"
-"Hı?" devleşen adımların bana doğru yükselerek beni ezdi ya da içimdeki koruma zırhımı, hissettim durmak yok. Elini yüzündeki sorgulayıcı belirsizlikle yüzümde gezdirdiğinde ne yaptığının farkına yeni vardın, yutkundum.
-"Gidiyorum ben. O zaman..."
-"Hı hı." gidiyorsan elin yanağında neden geziniyor? Ben ne yapıyorum ya?
Elimle hırsla elini çekip kendime yasladım seni, o koca bedenin nasıl benim artık ilaçlardan cılızlayan bedenime yenik düştü bilmem. Bunu yapıyorum çünkü.. Ayaklarımın üzerinde yükselirken eş zamanlı olarak elimi ensene asıp seni daha da yaklaştırdım. Gözlerindekileri izlemek istemediğimden değilde benim gözlerimin içindekilerden korktuğumdan yumdum.
Dudakların bendeyken nasıl gidebilirsin?
-"Aklım sendeyken nasıl gidebilirim?"
Kainatta bir gece büyük bir masa kurulmuş, küçük bir dünyanın bütün güçlü olanları toplanıp içlerinde yaptıkları muhasebeyi masada muharebeye dökeceklermiş. Bir ziyafet sofrası ve aynı zamanda bir savaş meydanıymış anlayacağın. Yemek saati geldiğinde dünya yok olmuş, güçlü olanları artık bir savaş sebepleri kalmaması gerekir ama güçlü olanlar nedir biliyor musun?
Sertleşen baskıların beni daha da vahşileştirirken artık bu şekilde kalmamamız gerektiğini hissettirdi. Zayıf kemiklerimden faydalanarak bacaklarımı beline yaslayarak elimi saçlarında kenetleyerek kendimi sana daha da hissettirmek için bu sefer ben baskıladım. Kızaran duraklarım daha fazla dudaklarınla eziyet görmesine göz yumarak hırıltılarının üzerinde üst dudağını dişlerimin arasında gezdirdim.
Sertliğinden basılanan uzuvumu sıcaklığına alıştırarak sürtünmesini hızlandırdığımda şehvetimizi duvarlara vuruyorduk. Sakin kalabilmem normal değil vücudumun her zerresini tatmin ederken fakat senin buna dayanamayarak daha fazlasına dilenmen dahası. Hem sıcak hem bir uyuşukluk hissi gibi yoğunsun. Toparlanabilmek zaman alır; başka biri olman için zor olucak.
Görevde olsa umurumda değil sanki biraz daha böyle duramayacakmışsın gibi bu yüzden bende senin bana gitmemeyi vat ederek dahasına kavuşacağının teminatını vermek istiyorum. Bunu yap koca adam yoksa benim yokluğumla sızlasın her uvuzun, yavaş yavaş yola gelen bedenime çarpan kesik nefeslerinde bizi böyle rahatlatacağıma emin oldum. Senin benim için bir şeyler yapmaya niyetin yok.
Bedenim sertliğinde ezilen duyarlı noktalarımla gerilirken geri atıldı ancak hemen toparlayıp elimi tekrar ensene atarak dudaklarımı kulaklarına yaslayıp büyük bir arzuyla inledim. Bir yağmur olmak, bütün duygularımı harcamak istiyorum. Soğuk olursa üşürsem dolup sana boşalmak istiyorum, bir kar tanesi gibi. Beyaz tenimi daha fazla şevkle sıkarsan ikimiz için de kötü olur çünkü durmayacağım. Bir yağmur olmaya karar verdim, sana yağacağım.
-"Bu hile." sözlerinin anlamının şuanlık bir geçerliliği olmadığını daha da yükselen arzumla kulağını ıslakça yalayarak belli ettim ve durmadım. "Dur sikt-Hrr." kalçalarımdakı kaba etleri daha da sıkarak hızla bedenimi yükselterek üzerinde yolalamamı kolaylaştırıyordu.
-"Pisicik!" fısıltımla artık aklımdaki son sözlerdi. Bundan sonra sadece arzum konuşabilirdi. Inlemelerimle taşarken elinin birini yüzüme çıkartarak bakışlarındaki arzuyla beni izliyordu ve bu daha da yükselmemizi sağlıyordu. Gücüm tükeniyordu fakat baskın olan düşüncelerimle hızlandıkça hızlandım ve ben kasılırken altımdaki sertliğini nemli hissetmeye başlamıştım terlemiştik ama bu ter değildi.
Hırıltılarını inlemeler olarak arttırmamak için direniyordu fakat en sonunda başını yaslandığı dolaba bastırarak haykırdı. Ben de artık tükenmiştim, vücudunu ilk defa keşfeden yeni yetmeler gibi sadece sürtünmek bile ona nüksetmişti.
-"Oyunbazsın." fısıltısını önemsememiştim ancak kafasını bana eğerek dudaklarını dudaklarıma geçirdi.
Sertti çok sert az önce benim hareketlerimden de oldukça fazla. Dudakları rayını boyun girintime ilerletirken nefesi hızlanmış ve kokumu içine çekerek nefes aldığı bir yavaşlıkla sürdürmüştü. Bacaklarımı serbest bıraktığında bende belinden çözüldüm az önce bütün gücümü kullanmışım gibi itaat etme sırası bana geçmişti. Dokunuşlarını bacaklarımdan çekse de esirgemeden hemen belime sararak sıkıca beni yine kendine bastırdı. Dudakları ve ritmi bir ninni gibi.
***
-"Biliyorum Bülent bana bildiğim şeyleri tekrarlama, işim çıktı gidemedim uzatma." sesinin tonunun baskın çıkması her zamanki gibi onu üste çıkarmıştı ancak yanımda konuşurken kıvranıyor olması beni güldürüyordu." Anladım bu akşama menajeri ile görüşürüm. Uzatma." dudaklarındaki sinsi gülümsemesiyle kahkaha atmamak için tuttuğum dudaklarıma baktı.
Telefondaki konuşmanın aslında bu kadar uzaması sinir bozucuydu fakat karşıdakinin Bülent olduğunu da düşünürsek normal ve daha çok sinir bozucuydu. Aramanın sonlanması için işe el atmalı bir şeyler yapmalıydım yoksa Manaz'a kalsa her kelimeyi dinlemesi gereken bir ayrıntıymışcasına dinleyecekti. Kelimelere fazla önem vermiyor halbuki.
Elimi yastığın altından onun dik omuzlarına götürdüm yolumun sadece burayla sınırlı kalmayacağını bilerek gözlerini bana diktiğin onun gözlerine bakmanın belkide daha eğlenceli olabileceğini düşünerek tırnaklarımla göğsünden karnına yol aldım. Yüzündeki ifadelerin geçişi oldukça okunaklı olmasından mütevelli o kadar komikti ki az önceden beri tutamadığım kahkahamı kaçırdım.
-"nE hayır televizyondan geliyor.... Ben televizyon seyredemez miyim ya?" tepkisini fazla belli ettiğini farkederek kaşlarını çatarak yüzünü buruşturdu. Arada tek eliyle üstündeki elimi çekmeyede çalışıyordu fakat ben diğer elimi uzatıyordum yine de sonunda savaşı o kazanarak iki bileğimi de tek eliyle zapt etti.
-"Off boş." telefonu hızla kulağından çekip kapattı ve yatakta bir yere attı. Aynı atiklikle saniyelikte olsa sağladığı kontrolü sürdürmek için iki eliyle bileklerimi başımın üstüne bastırıp kendini benim üstüme yatırdı.
Hissetmek budur.
-"Ne istiyorsun şimdi söyle, zaten istediğine geçtiğimiz saatlerde fazlasıyla sahip oldun. Beni süistimal ederek?" yüzündeki donukluk gittikçe ciddileşiyordu ve karşımdaki ciddiyse ben daima alaycıyımdır. Kaşlarımı şaşkınlıkla havaya kaldırıp küstah bir gülümseme sundum.
-"Sanmıyorum."
-"Seni sikmemi istemiyorsun bunu biliyorum. O yüzden amacını söyle. O kadına gitmemi istemedin, gitmedim. Peki şimdi? Burada hala duruyorsan keyfinden değil sen o hakkı çok önceden yok saydın."
-"Belki de sorun budur seni aptal. Sorun senin sürekli suç benimmiş gibi konuşup kendini yok saymandandır. Bütün derdim sikmen değil evet." ellerimin hakimiyetinde olsaydım saatlerdir şişerek alımlı duran kızıl dudaklarına dokunurdum.
-"Vay sorunlarını o küçük dudaklarından çıkartabiliyormuşsun."
-"Vay dikenlerini kızıl dudaklarınla bana savurabiliyormuşsun." canımı yakan düşüncelerle, kelimeleri beni biraz düşürmüştü, toparlanamıyordum. "Kalk üstümden."
-"Neden? Benim evimde bu sefer hakimiyet bende olur diye mi korkuyorsun? Korkma."daha fazla dayanamazdım. Kolumla ellerimi kurtarmaya çalıştım fakat dikkatle beni sımsıkı tutuyordu. Üzerimde kendini sürterek kulağıma yaklaşırken bana buraya gelirkenki beni gösteriyordu. "Ben seni yarım bırakmam. Küçük oyunlara da vaktim yok takdir edersin ki." dudaklarını yanağıma titrememi sağlayan bir naiflikle dokundurdu ve ben daha kendime gelemeden üstümden kalktı.
-"Sen... Oyun mu olduğunu sanıyorsun. Aptalsın işte; sana benimle konuş diyorum. Bana hiçbir şey anlatmadan komut vererek koruduğunu falan sanıyorsun. Öyle sinir bozucusun ki seni yoketmek istiyorum. Dinle öyle kaçıp gitme." sinirle sesimi daha da yükseltiyordum ancak o beni dinlemeden odadan çıktı ve merdivenlerden inmeye başladı.
Bunu hiçbir zaman kimse için yapmamıştım, ilk adımı attım sonra ardından koştum.
Üstüne bir tshirt bile giymeden kapının önünde bırakmasını sağladığım deri ceketini yerden alıp giyecekken elinden çekip alarak bana dönmesini sağladım.
-"Seninle konuşuyorum." umursamadı. Koltukların yanına ilerleyip ayakkabılarını giyerken etrafta gözlerini gezdirerek bir şey aradı.
-"Sen diyordun konuş diye konuşuyorum." önüne geçip bu sefer omuzlarını tuttum, gözlerimin içine bakarsa belki konuşmaya ikna edebilirdim.
Gözlerime bakar mısın?
Eliyle omzundaki ellerimi çekmeye çalıştığında bu sefer elimi çenesine ve ensesine koyarak yüzüme hizaladım. Gözlerimi gör. Karnımdan bana zarar vermemeye çalışarak yavaşça ittiğinde benim için bir etkisi olmadığını biliyor olmalıydı. Burun buruna olsak bile gözlerime bakmamak için direnerek gözlerini kapatman neyin çabası?
-"Aç." yakınlığımızın sağladığı birbirine değen dudaklarımızın baskısını arttırıp üst dudağını ağzımın içine çektiğimde ellerini belime yasladı, birbirimizden ayrılmamız için çabalarken dudaklarını dudaklarımda hareketlendirmeyi unutmuyordu. Ben de ondan kopmamak için kolumu boynuna dolayıp ağırlığımı üstüne vererek boyuna yetişmeye çalışıyordum.
-"Sakın.." dudaklarını benden ayırarak alnını alnıma yaslayıp kulağıma eğildi. "Sakın." diye tekrarlamayı sürdürdü. Yüzünün bir kısmı görüş açımdayken ensesinden omuzlarındaki kaslarının yüzündeki kaslarla gerildiğini gördüm. Dudakları sağ şakağımın üstüne yaşlanmış soluklarını hissettiriyordu. Elimi ensesinde gezdirerek onu daha da kendime çekmeye çalıştım, boy farkımız yüzünden yüzüne ulaşmam için sürekli parmak uçlarımla yorucu bir müzakere yapmalıydım.
Onun evinin ortasında kar küresinin içindeki bir biblo gibi birbirimize tutulup sessizce biraz nefeslerimizi dinledik. Bu iyi bir şey miydi emin değilim, söyleyeceklerim ya da yapacaklarım beklemek gibi bir şeye bağlı değildi. Beklemek sakinleşmek hiçbir işe yaramazdı. İlk sıkılan ben olduğum için ellerimi ensesinden yüzüne çıkararak elime batan yanaklarını sevdim, göz devirerek bakışlarını tazeledi.
Bana oldukça sinirliydi biliyorum, bana ya da hareketlerime kim olsa sinirlenmez ki, bunu değiştiremedim. Ben tek düze bir insanım ve sadece bir sokak çocuğuyum. Benden nezaket ya da her hareketime bir anlam çıkarması gerekmiyordu, benden konuşmamı istiyordu. Peki karşımdaki adam kelimelere anlam vermediğini söylerken benden bunu istemesi ne kadar anlaşılırdı?
-"Konuşayım mı şimdi?" sesimi fısıltıyla yarıştırarak kısıkça sordum. Sorum ona alaylı bir gülümseme olarak yansıdı, o da haklı ne konuşacağımı ben bile bilmiyorken bu durumda konuşmayı planlıyordum. Ne, ama o istemişti?
Yüzündeki o alaylı gülüşünden bir parça eksilterek devam ettiğinde biraz eğilip sonunda beni parmak uçlarımın acılarından kurtarıp bir eşyaymışım gibi tuttarak evde ilerledi. Alnına yasladığım alnından ayrılmadan başımı çevirip gittiği yeri çözmeye çalıştığımda asansörün düğmesine dirseğiyle basıp beni duvara yasladı. Yüzündeki ellerim çenesine kaydı ve baş parmaklarımı sırıtan kıvrılmış dudaklarının üstüne bastırmamı sağlamış oldu.
Parmaklarıma üstten bir bakmaya çalıştı sonra bakışlarını bana çevirerek kaşlarını çattı, yoruldum. Ellerimi üzerinden uzaklaştırdığımda elini ardındaki asansör duvarına bastırarak beni arasına koydu. Birbirimize artık değmiyor ya da dokunmuyorduk, o da yorulmuştu.
-"Başla." derin bir nefes vererek harfleri bastırdı.
-"Korudum seni, senin bana yaptığın gibi, hiçbir şey söylemeden veya açıklama yapmadan. Hatta koruduğumu zannederek sana bir şey söylemeden yaptım." gözlerimiz yakınlığıyla çalıştığından ellerimle tırnak işareti yapmak yerine kaşlarımı kaldırarak yansıttım o alaycılığı. Bunu anlamış olmalı ki alaycı sırıtışını bozmadan takdirle kaşlarını kaldırdı, üzerimdeki baskınlığını bozmak istese eminim şuan beni yavaşça ellerini çırparak alkışlardı.
Bir cevap verecek mi diye bekledim, neyden korudun demesini istedim. Bir cevabım yoktu belki ama onunda bunu sormayacağını biliyordum. Ben sorardım çünkü ben varolduğumdan beri hesaplar sorarak yaşamıştım, karşıma bir başka şeyle çıkacak güçleri olamasın diye.
-"Bütün derdin seni korumam mı?"
O sormazdı; hayatını bir rüzgar gibi yaşardı. Tanrı dese de o bir rüzgardı. Hesap sormaz, hiçbir şeyi umursamaz. Biri ona komplo mu kurmuş, olabilir kurabilirdi. Demek ki karşı taraf kendine inanmıştı ama şartları planına eklemeyecek kadar boştu.
Her şeyi bu kadar basite indirgemesi bana benziyor diyemiyordum çünkü ikimizin arasında çok farklı bir boyut vardı. Birbirimize benzemememizi sağlayan belkide bizi büyüten farklı yaşamlardı ancak bizi yine birbirimize benzeten de bu değil miydi?
-"Neden?" diye burkuldu kelimelerim. Etrafımdaki insanların birbirini korurken bir çıkarı var, seninki ney, neden koruyorsun?
Birbirimizi kandırmak için ne çok yalan var, inanmak içinse bir kelime.
0 notes
Text
"Gece yalnız konuşalım." gözlerimde her ne görmek istiyorsa bulamıyordu ve bu onu daha da sinir ediyor olmalı ki kafasını farkında olmadan iki yana salladı.
"Konuş." emretmiyordum sadece istediğine ulaşması için bir yanıt bırakmıştım. Bundan sonra herkes herkesti ve tek bir merhamet bile yalnızca delirmeleri için verilen ufak dozlar olacaktı.
Cümlem gözlerini egosunda hissettiği yerilmenin verdiği utançla bizim çocuklarda gezindi. Sansar eminim ki ona alayla gülüyordu çünkü gözleri orada sinirle çatıldı ve boğazını temizledi, ona dönüp bakmama gerek yoktu. Sansar, her zamankindendi. Sanırım bunu onada söylemeliyim güzel bir kafiye oldu.
-"Güzelim,-" konuşmasını yarıda kesen uyarı niteliğinde bir boğaz temizleme sesi yankılandı odada, az önceden beri büyük pencerenin önünde sessizce oturan Ufuk ayağa kalktığında odada eko yapan adım sesleriyle hızla ona yaklaştı ancak gözlerimi kendisine çevirdiğim için adımlarıyla bana yaklaştı. "Ne yapalım, götürelim mi artık?" agresifçe çıkan sesinin yanında ceketinin yakalarını düzeltti.
-"Karışmayın konuşsun." başımı bıkkınlıkla önüme düşündüğümde yeniden ona dönüp konuşma sırasını ona verdiğimi belirterek elimle gösterdim. Gergin bir ortam vardı evet, Reis; çetelerine ne olursa olsun ilk önce saygıyı aşılardı sonra iş disiplinini. Uymayanlara sonucunda yaptırımları olurdu ama kurduğu düzende hepimiz genelde yerimizi biliyorduk aslında çetelerin bu işleyişini bir başka lider veya çeteler bilmezdi. Zeus olmasının sebebi de biraz buradan geliyordu.
-"Yalnız konuşmalıyız. İkimiz." arkamdan gelen kıkırdamaları duymamazlıktan geldim, bu konu çok uzayıp canımı sıkıyordu.
-"Konuşman için belirli zamanın doluyor. Şartların uymuyorsa elemanlarını da al git." iki parmağımı havada sallayarak gitmesini belirttim. Parmaklarımın hareketlerine eşlik eden kapının açılması bir sihire yönelmiş hissi vermişti, içeriye Manaz girdi.
-"Beni aramışsın." sihirle oluşmadığını haykıran sesinin yumuşak tınısıyla Manaz kapıda ilerleyerek yanıma yaklaştı. Odadakilerle kısa bir bakışma geçirdiğinde karşımdaki koltuktaki adamı hatırlamaya çalışır gibi gözünü kıstı bu uzun sürmedi. Eminim bu numaralar bir tür taktikti ama bu oyunculuğu sürdürmeyi seçti. Kimse olduğunu karşıdakinin yüzüne vurmak mıydı?
-"Biz konuşuyoruz." hırçın sesi benim sabahtan beri ona verdiğim müsamahanın eseriyse yanılıyordu.
-"Bir yere kadar gidelim dedik de." Samet yanımdan kalkarak karşımdakiyle aynı anda Manaz'a dönerek konuştu. Ikisinin sesinde çakışan kılıçlarla herkes karşımdaki koltuktaki kişiye döndü. Bu kadar gösteri yeter.
"Öyle mi? Devam edebilirsiniz öyleyse." Manaz kaşlarını bükerek ona döndüğünde Sametle selamlaşarak birbirlerinin omuzlarını sıkmışlardı.
-"Süre doldu." bu sefer iki parmağımı Ufuk'a yönelttim. "Ufuk düzeni sağla. Başak?" omzumun üstünde arkamdaki Başağa döndüm. Aslında ona bakamadan da bir şeyler söyleyebilirdim fakat şuan bu odada sadece onu muhattap almak istiyorum. "Bizim çocuklardan haber yok değil mi?" onu odağıma almamla hemen beni cevaplayarak başını olumsuzca salladı.
-"Bir ara uğrayan olursa söyleyin, Hades çetelerine de biraz yardım etsinler. Hades'in hisseleri düşüyor, aç kalıyorlardır." beni onayladı. Bütün odadakiler beni dinlerken başımı artık mecburen döndürdüğümde Ufuk Onur'un kolunu tutmaya çalıştı fakat o benim bu tavrıma yükselen siniriyle Ufuk'u dirseği ile savurdu."Kapıma gelecek kadar." diye mırıldandığımda Onur ayağa kalkarak gözleriyle ezdiğini sandı.
-"Sen.. Sen kim oluyorsun ya? Hayırdır kızım. Sen kim oluyorsunda bana kapındaki köpek muamelesi yapıyorsun. Bana cevap-" hiddetlendiğinden Ufuk sert bir kroşe çaktı. Konu uzamamalıydı, uzarsa Hades'in bütün bu düşüşünün bahanesi olurduk ve bu bizim işimize hiç yaramazdı. Geldiğimizden beri kalkmadığım deri koltuktan derimi kazıyarak kalktım ve ikisine yaklaştım. Koltuktan kalkışımla Manaz Sametle bakıştıkları telefondan bana döndü ve kısa bir süre göz göze geldik.
Tam yakınına geldiğini hissettiğimde sesimin stabil kalabilmesi için boğazımı temizledim ve sakince bir nefes aldım. Odadaki herkes Onur geldiğinden beri izledikleri tiyatroyu bıkkınlıkla bitirmek istiyordum.
-"Benim kim olduğumu sorgulama yetkisini sana kim veriyor, ben mi? Hiç sanmıyorum. Bir daha kapımın önünden bile geçmeyeceksin, ölümün elimdeyken benim karşıma bile geçmemen gerek. Hades'in bile ölünü umursayacağını pek sanmıyorum o yüzden şimdi çık git." Ufuk hemen ardından omzundan yakalayıp kapıya doğru ittirdi.
0 notes
Text
Tanrıya seni sorduklarında
Kanatlarım yandı, ben bir melek miydim
Sanmıyorum dünyanın en kuyusunda
güzel sever miydin beni?
Dirildin, yenildim, yetimdik
Sessiz bir hayat var ediyoruz
Cennetin tam kenarında
Sokakların ortasında
Çıkmayan yolun sonunda
Nasıl yaşadım inan bende bilmiyorum.
Hayatın içinde arıyorum
Soruyorum, sorgudayım, sorgulayın.
Sorun bu mu diye sordu
Ağladı anladım yağmur yağdı
Sorun neydi? Yanık melek kanadı
Asıl sual melek diye bir şey var mı?
Irak sokaklar cennetten öte
Bir annenin rahmi
~Sansar
0 notes