#Babamın Kanatları
Explore tagged Tumblr posts
Photo
Каменные крылья Плач грязи Пение птиц Были моими играми, Слезы моей матери Мозоли моего отца Были моим пропитанием, Оттенки цветов Разнообразие насекомых Были моей радостью, Секреты гор Деревня была моим миром, Сколько я оставался ребёнком Столько и был счастлив. После? Не спрашивайте что после Потому …? Taşların kanatları Çamurların ağıtları Kuşların şarkıları Oyunlarım dı benim Anamın göz yaşları Babamın nasırları Yemeğim di benim Çiçeklerin renkleri Böceklerin sek sekleri Neşemdi benim Dağın ardı sır Köyün içi dünyamdı benim Ne kadar çocuk kaldıysam O kadar mutlu oldum Sonrası? Sonrasını ne siz sorun Nede ben … ? #стихи #поэзия #поэт #поэзия21века #любовь #люблю #любимые #мир #жизнь #şiir #şiirsokakta #şiirheryerde #şair #aşk #aşksözleri #sevgi #poetry #poem #poems #poesia #poemas #poema #poet #loveislove #love #lovestory #loveyourself #loveyou #life #lifestyle https://www.instagram.com/p/CoDF2aGLMeb/?igshid=NGJjMDIxMWI=
#стихи#поэзия#поэт#поэзия21века#любовь#люблю#любимые#мир#жизнь#şiir#şiirsokakta#şiirheryerde#şair#aşk#aşksözleri#sevgi#poetry#poem#poems#poesia#poemas#poema#poet#loveislove#love#lovestory#loveyourself#loveyou#life#lifestyle
1 note
·
View note
Photo
Harcını çekiyorlardı yapının, kara bir don, belden yukarsı çıplak. Yıldızlarını çekiyorlardı evin omuzlarında, pencereden görünecek dallarını, komşunun yarısını, ağaçların arasında kaybolan yolunu, durulacak yerlerini çekiyorlardı, bütün o noktaları, aşkı, ki saklanırız çoğu kez sevişmek için, köşeleri çekiyorlardı, merdiven başını, mutfağın sofaya vuracak aydınlığını, bir kızın ölüşünü ansızın iki kapı arasında, yaz başlangıcı olabilir, saksılar olabilir, hasekiküpesi, cezayirmenekşeleri, yalnızlıkları çekiyorlardı, öpüşleri, karşı çıkışları, susmalara karışan böğürtleni, bir denizden uzaklara çıldırmanın sevincini, bükük beli, koltuktakini, sofada yürüyeni, kaynayan çaydanlığın mutfağa diktiği o kokulu ağacı, kabuklarını döktükçe büyüyen, semizotunu masada, maydanozu, domatesi, kaşığa uzanmayan eli ve lokmayı boğazda düğümlenen, doğacak oğlanı ölmeden önce bir nisan yağmurunda avucunda güneşle. Çay soğumasın, bu reçeli seversin sen, orasını çekiyorlardı işte, tam orasını, umutların ömrümüzden döküldüğü yeri ve ev yükseliyordu yavaş yavaş kaderine doğru.
Onlarsa gün batmadan gidecekler.
Oktay Rifat, Bütün Şiirleri II s.366 ‘Harç Çeken İşçiler’ Fotoğraflar: Kıvanç Sezer’in 2016 yapımı, “Babamın Kanatları” filminden, (Menderes Samancılar & Tansel Öngel & Musab Ekici).
#kıvanç sezer#babamın kanatları#menderes samancılar#işçi#1 mayıs#1 gulan#tansel öngel#musab ekici#oktay rifat#bütün şiirleri#harç çeken işçiler#emekçi bayramı#1 mayıs emekçi bayramı#1 mayıs işçi ve emekçiler bayramı
19 notes
·
View notes
Quote
Bir kere Ankara’da (film çekseydim) kışın çekerdim, yazın Ankara’da ışık doğru değil. Yürüme sekansına da, kış olduğunu varsayarak, Chopin olabilirdi. Ayzenştayn’ın bir önermesi var ben de katılırım o önermeye; filmde kullandığınız enstrümanlarla filmdeki mimari malzeme birbirine yakın olmalı der. Babamın Kanatları’nda mesela rock müziği kullandık çünkü inşaattaki malzemelerle enstrümanlar benzeşiyor. Dolayısıyla Ankara’ya klasik müzik giderdi.
Kıvanç Sezer (Babamın Kanatları filminin yönetmeni)
6 notes
·
View notes
Text
Biraz duygusallaşabilir miyim? Beni dinlemek anlamak isterseniz buyrun okuyun.
Arkadaşlar ben çok yara aldım eksik büyüdüm babamın kendisi söyledi bunu ağzıyla baba sevgisi eksik büyüyen kız çocukları çok güçsüz olur dedi. Benim gücümü bilmiyor. Bu yaşa kadar nasıl ayakta durduğumu, neler yaşadığımı, psikolojimi nerelerden döndürdüğümü, ne hallere soktuğunu,krizlerimi,göz yaşlarımı,kırık kanatlarımı güçsüz bantlarla nasıl dik tutmaya çalıştığımı, neden yanında kalmadığımı bilmiyor. Ona göre ben sıkıya gelememişim disiplin beni boğarmış ondan yanından gitmişim halbuki ben mutsuzdum. Ya da en ufak darbede parçalanırmışım ben. Salakmışım çok çabuk kırılırmışım. Ben bembeyaz duvarları simsiyah gören kız, tozpembe hayaller denilen şeyleri gecenin karanlığına boyayan ve pembeden nefret eden kız. Herkese karşı dik durup hayatı boyunca kendini savunmak zorunda hisseden kız. Kusura bakma baba bir şey bilmiyorsun ama yinede seni çok seviyorum ve şu an benimlesin eksik bıraktıklarını tamamlamaya çabalıyorsun. Ben kendim düştüm kendim kalktım yeri geldi yerde kaldım. Ama şey oldu sonra kötülüklerin içinden kanatları siyah kalbi beyaz bi melek geldi görsen şeytan dersin o ayrı da dkemxmsmmsms o geldi benden de güçlü çok güçlü baktı yerde yatıyorum aldı beni kollarının arasına kanatlarını etrafıma sardı benim kırık kan damlayan kanatlarımı sakladı herkesten. Düştüğümde tuttu kalk yoksa yer seni içine hapis eder küçük kızım kalk benim inci tanem dedi kalktım, kaldıramadığı zamanlar oldu yanıma yattı elimi tuttu yerin bizi içine çekmesine izin vermedi. Hep yanımda oldu eksik olduğu dönemlerde oldu ama ben sol tarafımda sıcaklığını hissettim hep teşekkür ederim güzelim🤎 Hayatımdaki en güzel iki şeyi en sona sakladım biri üç senedir var ilk kalp atışlarını duyduğumda ağlamıştım ilk ben kucağıma aldım babasından annesinden önce ben aldım minik kardeşim,başımın sufleden daha da tatlı belası.. hayatıma neşe katanım sen benim elimde büyüyeceksin çocuk,benim yanımda… aynı kaderi yaşamamız umrumda değil ben seni eksik bırakmayacağım seni çok seviyorum miniğim tekrardan hayatıma hoş geldin. En son olarak Annemm yaşama bağlanma sebebim iyi ki varsın kadın çoğu kez aptal intihar fikirlerini kafamdan atmama sebep olanımsın. Sen öyle güzelsin ki benim gücüm senden gördüğüm en iyi niyetli insan sensin anne. beni eksik bırakmamak için elinden gelenden fazlasını yaptın sen babama küsmeyeyim kırılmayım diye onun yerine yalanlarda söyledin bazen çok işi var kızım ağlama lütfen dedin aramız limoni şu an canımı sıkıyor bu he alcam gönlünü ama az bekle neyseem sen de iyi ki varsın anam kadın seni çok seviyorum.❤️❤️
6 notes
·
View notes
Photo
Film: Küçük Şeyler Yönetmen: Kıvanç Sezer Vizyon tarihi: 29 Kasım 2019 Süre: 94 dk Oyuncular: Alican Yücesoy, Başak Özcan, Bülent Emrah Parlak, Seda Türkmen, Müfit Kayacan, Nihal Koldaş Tür: Dram Ülke: Türkiye
Küçük Şeyler, bir anda işssiz kalması ile hayatları değişen bir çiftin yaşamında odaklanıyor. Onur ve Bahar, beyaz yaka yaşam tarzına sahip olan bir çiftir. İstanbul'da yaşayan çift, şehrin uzak bir semtinden av almaya karar verir. Ev aldıktan bir süre sonra Onur'un işten çıkarılması çiftin hayatını derinden etkiler. Onur, birçok iş görüşmesine gitse de istediği sonucu bir türlü alamaz. Genç adamın işsiz kalması bir süre sonra evliliklerinin de tehlikeye girmesine neden olur. Çiftin yaşadığı kavgalara, bedensel ve ruhsal değişimlere odaklanılan filmin yönetmen koltuğunda “Babamın Kanatları” filmiyle tanınan Kıvanç Sezer oturuyor.
bir kıvanç sezer filmi. günümüz insanının yaşadığı yahut yaşayabileceği bir durumun son derece gerçekçi bir şekilde işlendiği, ayrı ayrı başlıklar altında yaşanan sürecin değerlendirildiği bir yapım. nedense gitmeyi isteyip de izledikten sonra acaba bu filmi izlemese miydim dedim. bu filmin kötü olmasından dolayı değil aksine böylesine rahatsız edici bir konunun böylesine net işlenmesi ve farkındalık yaratması düşündürdü. bu nedenle de bu filmde beni rahatsız eden bir şeyler oldu.
29 notes
·
View notes
Text
Heavenly Blessing - 53. Bölüm
Mega // MangaTr
Bölüm 53: Hakikat Mı Hile Mi, Ayırt Etmek Güç
Xie Lian bağırdı. “Qi Rong, kapa çeneni!”
Lang Qian Qiu başını sinirli bir şekilde çevirdi. “Neden susacakmış? Söyledikleri doğru diye mi? Altın Yaldızlı Ziyafette, sen de An Le de saldırdınız, biriniz tüm ailemi katletti diğeriniz babama ölümcül darbeyi vurdu. Hepiniz bana yalan mı söylüyorsunuz?!”
Xie Lian aceleyle cevapladı. “Onu dinleme-” Qi Rong sözünü kesti. “ELBETTE HEPSİ YALAN! Çok aptalsın, senden başka kim inanırdı ki? Eğer şans eseri planlarımız bozulmasaydı, Xian Le seni daha on iki yaşında bir bebekken gebertecekti, onun yerine lüks içinde büyüdün ve yükseldin!”
“On iki mi?” Lang Qian Qiu tekrarladı. On iki yaşındayken başına gelen en büyük olay kaçırılması ve Xie Lian tarafından kurtarılmasıydı. Emreder bir tonla konuştu. “O sene sarayı basarak beni kaçıran haydutları Xian Le mi göndermişti?”
“E yani!” Qi Rong cıkladı. “Sıradan suikastçılar yüzlerce kraliyet muhafızının koruduğu bir veliaht prensi kaçırabilir mi sanmıştın? Lütfen. Bu konuda An Le’ye yardım eden bendim.”
Lang Qian Qiu başını salladı. “Yardım mı ettin? Peki. Anladım. Demek tüm dostlarım yalandı. Xian Le’nin insanları asla dostluğumu önemsemediler. Senin Prensin An Le’nin asla iyi bir niyeti olmadı, onun yerine hayatımızı almanın peşindeydi.”
Xie Lian’a döndü. “Demek bana söylediğin her şey yalandı.”
Qi Rong şaşırmış taklidi yaptı. “Gel, gel, çabuk, benim kutsal kuzenim sana neler dedi hemen anlat!”
Lang Qian Qiu onu duymazdan geldi ve Xie Lian’a hitaben konuşmaya devam etti. “Yong An ve Xian Le aslında tek bir ulustur demiştin; kraliyet aileleri arasında ne olursa olsun halkı birdir demiştin. Eskiden tek bir aileydik ve bizim neslimizden gelecek olanlardan sonra ilişkiler iyileşecek. İnsanlar mutlu olduğu sürece kraliyet ailesinin adının ne olduğu önemli değil ve her iki tarafta kinlerini bırakıp zamanla birleşecektir demiştin. Hepsi yalandı. Hepsi saçmalık, boş laflar, yalanlardı!”
Xie Lian’ın duymaktan en çok korktuğu şey buydu. Hemen bağırdı. “Hayır! Yalan değildi! Düşün: senin hükmün altındayken sahiden değişimler olmadı mı?”
Lang Qian Qiu dudaklarını sımsıkı kapattı ve nefesini tuttu. Xie Lian devam etti. “İyi idare etmemiş miydin? Xian Le’nin hayatta kalan halkı Yong An’ın insanlarıyla barış içinde yaşamadı mı? Gittikçe daha az çekişme ve isyan olmadı mı, nasıl yalan olur?”
Bir anlık bir sessizlik olmuştu ve Lang Qian Qiu’nun yanaklarından yaşlar boşaldı. “Ama… peki ya ailem? Yong An ve Xian Le’yi birleştirmek onların en büyük hayaliydi, bu yüzden An Le’ye senin soyundan gelen son kişi olduğu için prens unvanını verdiler. Dilekleri yerine geldi, peki ya onlara ne oldu?”
Qi Rong cıkladı. “Amma ağlak, tıpkı aziz kuzenimin bir zamanlar olduğu gibi! Babacığın ve annecin için gelmiş ağlıyorsun; ben daha senin atalarını KENDİ annem ve babam için yeterince taciz edemedim! Siktiğimin Yong An’ıyla Xian Le’yi birleştirmek onların dileği miydi? Ne kadar hoş sözler. An Le, An Le; önce yerleş, sonra keyfini sür, sırf söylemiyorum diye siz Yong An köpekleri ömürlerimizin sonuna kadar Xian Le’nin kafasına basa basa yürüyebileceksiniz mi sanıyorsun?” *ÇN: An Le (安樂) // An (安): ‘Güvenli’, ‘Barış’, ‘Yerleşmek’. Le (樂): ‘Mutluluk’, ‘Keyif’. Qi Rong kafasına göre anlamlar çıkartmış. Sanırım kastettiği: “Önce gel ülkemizi gasp et, sonra ‘aman da barış yapalım’ de” gibi bir şey?? Ama çok anladığımı söyleyemiycem.
Xie Lian sinirle bağırdı. “QI RONG, KES ŞU DELİLİĞİ!”
Diğer yandan Lang Qian Qiu ise hala gözlerinden yaşlar süzülürken Qi Rong’a bakıyordu. “Hanemin katledilişinin arkasındaki beyin sen miydin? Altın Yaldızlı Ziyafetteki komplonun da?”
Qi Rong kıs kıs güldü. “Evet, bir kısmı benim işim. Bir kısmı da An Le’nin. Ve senin efendinin! Biz üç Xian Le insanı, hepimiz kendi rolümüzü oynadık. Hahahahaha…”
Aniden kahkahasının ortasında, Lang Qian Qiu’nun uzun kılıcı ansızın aşağıya uzandı ve saldırdı. Qi Rong ciyakladı ve tüm bedeni ikiye bölünmüştü!
Beklenmedik bir kanlı sahneydi, bedenin alt yarısı yerde yuvarlanırken üst yarısı haykırdı. “ACIMIYOR! ACIMIYOR! BİRAZ BİLE ACIMIYOR! KUZENİM VELİAHT PRENSİN YUMRUĞUNA KIYASLA, SEN BİR HİÇSİN! HAHAHAHAHAHA!”
Lang Qian Qiu tek kelime etmedi, kafasını yakaladı ve havaya kaldırdı. Qi Rong hala hakaretler yağdırmakla meşguldü, ama Xie Lian, Lang Qian Qiu’nun yüz ifadesinde bir tuhaflık olduğunu fark etmişti ve aceleyle konuştu. “Qi Rong, eğer yaşamak istiyorsan konuşmayı kes!”
Xie Lian her zaman karşısındakine nazik bir saygıyla yaklaşırdı, ancak Qi Rong normal bir şekilde konuşulacak birisi değildi; bunu biliyordu, o yüzden onunla her konuşması gerektiğinde Xie Lian hiçte nazik davranmaz ve farkında bile olmadan kaba birisine dönüşürdü.
Lang Qian Qiu, Qi Rong’un üst bedenini sürükledi ve büyük, kaynayan, kabarcıklar çıkartan kazana geldi. “Bu kazanı normalde insan pişirmek için mi kullanırsın?”
Etrafta sürüklenirken Qi Rong’un kanlar akan bedeni yere kandan kalın bir çizgi çekmişti. “Evet, n’olmuş?”
Tek kelime etmeden Lang Qian Qiu onu bıraktı.
“AAAAAAHHH HAHAHAHAHAHA ---”
Qi Rong’un çığlık mı attığını yoksa güldüğünü mü ayırt etmek çok güçtü, ve kazana bırakıldığı anda bedeni anında yanmış ve pelteye dönene dek kaynamıştı. Xie Lian böyle bir şeyi hiç beklememişti, gözbebekleri küçülürken, farkında olmadan bağırdı. “QIAN QIU!”
Lang Qian Qiu sert bir sesle cevapladı. “Ne? Yeşil Cin Qi Rong kaç kişiyi yedi? Ona pişmenin nasıl bir his olduğunu öğretmemize izin yok mu? O hanemi katleden bir düşman, ona acı çektirmeye iznim yok mu???”
Elbette vardı. Bu yüzden Xie Lian hiçbir şey söylemedi, söylemeye hakkı yoktu. Ancak ölümlü bir krallığı veliaht prensiyken veya cennette doğunun savaş tanrısıyken, Lang Qian Qiu hiç böylesine vahşi bir şey yapmamıştı. Savaşırken her zaman doğrudan saldırırdı ve asla zulme başvurmazdı. Bu davranışı Xie Lian’ın tanıdığı Lang Qian Qiu’ya hiç benzemiyordu.
Kaynar suya atıldıktan ve bir süre piştikten sonra Qi Rong’un üst bedeni daha fazla insan formunu koruyamamış, bazı yerlerinden kemikler fışkıran et ve deriden oluşan bir yığına dönüşmüştü, korkunç bir sahneydi. Yine de halinden oldukça memnun görünüyor ve hala kahkahalar atıyordu. “Tebrikler kuzen! Şu harika öğrencine bir bak! Kanatları güçlendi! Acımasız ve nasıl işkence edeceğini biliyor!”
Lang Qian Qiu tekrar elini serbest bıraktı ve Qi Rong bir kez daha kaynayan kazana gömüldü. Bu kez düştüğünde kemikleri bile kaynayan sıvının içinde çözünmüş gibiydi. Qi Rong bir kez daha yüzeye çıkamadı, sadece yeşil giysilerden arta kalan birkaç parça suda süzüldü. Bir süre sonra, hala onu göremeyince Xie Lian istemsizce seslendi. “Qi Rong!”
Bir zamanlar kuzeni veliaht prens hakkında susmak bilmeyen, onu putlaştıran ve her hareketini öven küçük kuzeni… Ancak Xian Le Krallığı düştükten sonra tamamen delirmişti. Tüm tapınaklarını yakmış, saraylarındaki kutsal şeylere saygısızlık etmiş ve her yere diz çökmüş veliaht prens heykelleri koymayı görev bilmişti. Xie Lian’ın acı çekmesi için her şeyi yapardı. Xie Lian bu davranışlarına katlanmak ve başkalarının olaya dahil olmasını engellemek için elinden gelen her şeyi yapmıştı; en sonunda dayanamayacak noktaya geldiğinde, tek yapabileceği şey uzaklaşmak ve gözlerden, düşüncelerden ırak kalmak olmuştu.
Ardından yıllarca haber alamayınca Xie Lian onun öldüğünü düşünmüştü. Bunca yıl geçtikten sonra geçmişteki bu kişiyle, kendisininkine benzeyen o yüzle karşılaşacağını nereden bilebilirdi? Şu anda geçmişe özlem mi duyduğunu yoksa pişman mı olduğunu bilmiyordu. Sonuçta Xian Le’nin kraliyet hanesinden geriye sadece ikisi kalmışlardı. Ama gözleri önünde ölmeden önce kuzenini uzun yıllar boyunca hiç görmemişti ve üstüne cezalandırmak için sopa bile kullanamayan Lang Qian Qiu tarafından acımasızca öldürülmüştü. Çok kısa bir zaman aralığında çok fazla şey olmuştu, Xie Lian henüz daha düşüncelerini toplayamamıştı bile, berbat bir haldeydi. Lang Qian Qiu başı öne eğilmiş bir şekilde kazanın yanında doğruldu, konuşmuyordu. Tam bu sırada Hua Cheng konuştu. “Ölmedi.”
Lang Qian Qiu başını kaldırarak ona baktı. Hua Cheng devam etti. “Sahiden intikamını aldığını mı sanmıştın? Sayısız kopyasından birini öldürdün sadece. Eğer onu tümüyle yok etmek istiyorsan, küllerini bulmak zorundasın.”
Lang Qian Qiu soğuk bir sesle. “Hatırlattığın için teşekkürler. Onu kendi ellerimle yakalayacağım ve küllerini saygın annem ve babamın onuruna saçacağım. Bu gerçekleştiğinde gelip seninle yarım kalmış meselemizi halledeceğiz. Baş Rahip, kaçabileceğini düşünme!”
Sözlerini bitirirken uzun kılıcını sıkmış ve savurmuştu, kazan parçalanırken aniden arkasını dönerek yürümeye başladı. Kaynar su kazandan sıçradı ve kemiklerle dolu sıvı yere saçıldı. Xie Lian peşinden gitmek istiyordu ama işe yaramayacağını biliyordu.
Adımının ortasında durdu, olduğu yerde duruyor, konuşamıyordu. Hua Cheng yanına geldi. “Gerçeği yeni öğrendi, bu yüzden en iyisi kendi başına kalması ve sakinleşmesi.”
Xie Lian şaşkına dönmüştü. “Neden gerçeği bilmesi gerekiyordu? Gerçeğin ne önemi var?”
Hua Cheng cevapladı. “Çok önemli. Senin ne yaptığını ve ne yapmadığını bilmesi gerekiyordu, ve neden yaptığını.”
Xie Lian dalgın bir şekilde döndü ve soğuk bir sesle konuştu. “Her şeyi bilmesinin ne faydası var? Daha az insanı öldürdüm diye suçum daha mı az artık? Her şey artık daha mı kolay??”
Hua Cheng cevap vermedi. Xie Lian’ın göğsü patlamaya hazır bir öfkeyle yanıyordu ve kime kızacağını bile bilmiyordu. “Ve ne zorluğu çekmişim? Majesteleri her zaman iki halkı birleştirmek istemişti, onu ben öldürmedim mi? Prens An Le ailemin kanından gelen son kişiydi, onu ben öldürmedim mi? Ne olursa olsun suç bende, bütün suç benim üstüme kaldıysa ne olmuş yani? Korkulacak ne var? Ne yaparsa yapsın ölemem zaten! Bunu ben yaptım. Ben uğursuzluk getiriyorum. Prens An Le’yi, Qi Rong’u ve tüm Xian Le ulusunu mahvettim. Hepimizden nefret edeceklerine sadece benden nefret etseler olmaz mıydı? Sadece ona öğrettiğim her şeyin yanlış olduğunu düşünse ve bu boş saçmalıkları bilmese olmaz mıydı?”
Hua Cheng onu sessizce izliyordu, tartışmadı. Bir süre birbirlerine baktılar ve aniden Xie Lian elleriyle yüzünü kapattı. “Özür dilerim, özür dilerim San Lang. Kendimde değilim. Özür dilerim.”
Hua Cheng. “Önemli değil. Hata bende.”
“Hayır, senin hatan değil. Bu benim problemim.” Xie Lian yere çöktü ve oturdu, başını tuttu. “Felaket. Korkunç bir felaket.”
Bir an sonra Hua Cheng de yanına oturdu. “Doğru olanı yaptın.”
Xie Lian başını tuttu ve hiçbir şey söylemedi. Hua Cheng devam etti. “Yong An Kralı, Xian Le halkından kalanları korumak için öldürüldü. Prens An Le iki ulusun tekrar düşman olmaması için öldürüldü. En sonunda Lang Qian Qiu’nun ellerinde ölerek, katil adaletle yüzleşti. Yüzlerce yıllık barış için üç hayat verildi, değer. Ben de aynısını yapardım. Beni dinle.” Sesi katıydı, bir parça bile şüpheye yer yoktu. “Doğru olanı yaptın. Kimse senden daha iyisini yapamazdı.”
Xie Lian sessizdi. Bir süre sonra en sonunda konuştu. “Doğru olanı yaptığımı sanmıyorum.” Yavaşça yüzünü kaldırdı. “Nazik birisinin böyle bir sonla yüzleşmesinin doğru olduğunu düşünmüyorum.
“Yalan da olsa, Qian Qiu’nun Xian Le’ye karşı olan iyi niyetinin karşılıklı olduğunu düşünmesini istemiştim. Doğru davranışın sonsuz kapılar açacağını düşünmesini… Şimdi ise ona söylediğim her şeyin yalan olduğunu düşünüyor, inandığı yer şeyin yalan olduğunu, bir aldatma olduğunu. Hepsinin saçmalık olduğunu! Ben sadece…” Sağ elini kaldırdı ve eline bakarak konuştu. “…kimsenin benim yaşadıklarımı yaşamasını istemiyorum.”
Hua Cheng sessizce dinledi. Xie Lian söylediği sözler nedeniyle utanmıştı ve tekrar özür diledi. “Özür dilerim. Ama şu dünyanın haline bir bak. Yong An’ın ilk birkaç nesli şiddet ve zulümle hüküm sürdü, ama hiçbiri korkunç şekilde can vermedi. Ama sıra Lang Qian Qiu’nun sadece iyilik yapmak isteyen ailesine gelince…”
Yong An Kralı onu Baş Rahip pozisyonuyla onurlandırmış ve ona olabilecek en saygılı şekilde davranmıştı. Yaşamı sona ererken, o güvenin kaybolduğuna dair hiçbir işaret olmadan ölmüştü. Xie Lian’ın gözleri odaksız bir şekilde uzaklara bakıyordu, fısıldadı. “Unutamıyorum… kılıcım ona saplanırken yüzündeki o ifadeyi…”
Hua Cheng yumuşak bir sesle. “Unut. Qi Rong ve Prens An Le’nin suçuydu.”
Xie Lian başını iki yana salladı ve ardından dizlerine gömdü, sesi çok yorgundu. “Ve her şey tam da yolundaydı.”
Lang Qian Qiu’nun babası ilk tahta geçtiğinde, verdiği ilk emir Xian Le’nin insanlarına zulmetme geleneğine son vermek olmuştu. Xian Le ve Yong An insanları en sonunda, ilk kez gerçek bir barış ortamına kavuşmuşlardı; en sonunda değişim rüzgarları esiyor, en sonunda birleşmeye dair bir işaret vardı, en sonunda tüm anlaşmazlıklar geride kalabilirdi, ve Prens An Le, Altın Yaldızlı Ziyafeti kanla yıkamak için o zamanı seçmişti.
O gece Prens An Le’yi bulmak için kaçtığında, normalde onu sorun çıkarmaması için uyarmayı planlamıştı. Ancak kraliyet hanesinin son oğlu, onun gerçekte kim olduğunu anlayınca, onu yakalamış ve kendisinin büyük intikam entrikalarına ve krallıklarının tekrar kuruluşuna katılmasını istemişti. Gözleri tutkuyla alev alevdi, sesi heyecanla doluydu; ilk yemini Altın Yaldızlı Ziyafette kan dökmekti, ardından Lang Qian Qiu’yu yok etmek ve Yong An’ı yıkmak. İki halk arasındaki dostluğu yıkmak anlamına gelse bile yapacaklardı; Xian Le’den kalan tüm insanların yaşamları pahasına olsa bile; tüm Yong An’ı, soylularını ve halkını, cehennemin derinliklerine göndermek anlamına gelse bile.
Ama en sonunda, ölenler ölmüştü, katiller katildi. Nedeni ne olursa olsun, zorlayıcı neden ne olursa olsun, gerçekten tüm ayrımlara son vermek isteyen saygıdeğer bir kralı kendi elleriyle öldürdüğü bir gerçekti ve bu dünyadaki kendi kanından gelen son kişiyi.
Bu yüzden tüm suç ondaydı.
Çevirmen: Nynaeve
Not: Xie Lian’ın Lang Qian Qiu’yu terslemesine kızan arkadaş hala burada mı :P
138 notes
·
View notes
Text
Rezidans kara mizahı: Küçük Şeyler (2019) — Film İncelemesi
utanmadan iddia ediyorum: yılın en iyi türkiye yapımı filmi @kucukseylerfilm ! incelemesi blogda: Rezidans kara mizahı: Küçük Şeyler (2019)
Bu yazı filmle ilgili sürpriz bozan, can sıkan ve tat kaçıran şeyler içermektedir.
film her şeyiyle çok güzeldi; güzel tasarlanmış, güzel yazılmış, güzel çekilmiş ve güzel yönetilmiş. kıvanç sezer’in kara komediden uzak sayılabilecek, üçlemenin ilk filmi babamın kanatları filminde yapılan binaların içindeki yaşamları gözlemliyor kamera: kendisini stiller ve nesneler üzerinden var etmeye çalışan,…
View On WordPress
#alican yücesoy#art#başak özcan#film critic#film incelemesi#film review#filmkafa#filmkafası#kara mizah#küçük şeyler#kıvanç sezer#La Belle Indifference#movies#punkart#tolga karaçelik#utku gençer gediz#wordpress
2 notes
·
View notes
Text
28.Ankara Uluslararası Film Festivali, bu yıl 20-30 Nisan 2017 tarihleri arasında gerçekleşecek. Onur Ünlü’nün jüri başkanlığında, Nihal Yalçın, Emrah Serbes, Olena Yershova ve Hasan Akbulut’tan oluşan seçiciler kurulu filmleri izleyici ile birlikte izleyecek. Yönetmenlerinin de katılımları ile gerçekleştirilecek gösterimler sonrası söyleşi imkanı da olacak.
Ulusal Uzun Film Yarışma Filmleri (Film adına göre alfabetik olarak sıralanmıştır)
Albüm, Mehmet Can Mertoğlu
Babamın Kanatları, Kıvanç Sezer
Genco, Ali Kemal Çınar
Kaygı, Ceylan Özgün Özçelik
Koca Dünya, Reha Erdem
Martı, Erkan Tunç
Rüzgarda Salınan Nilüfer, Seren Yüce
Rüya, Derviş Zaim
Siyah Karga, Tayfur Aydın
Taş, Orhan Eskiköy
Zer, Kazım Öz
#gallery-0-4 { margin: auto; } #gallery-0-4 .gallery-item { float: left; margin-top: 10px; text-align: center; width: 33%; } #gallery-0-4 img { border: 2px solid #cfcfcf; } #gallery-0-4 .gallery-caption { margin-left: 0; } /* see gallery_shortcode() in wp-includes/media.php */
Festivalin dünya sineması bölümü bu yıl; “Anısına”, “Berlin’den Taze Taze”, “Bir Ülke: İspanya”, “Terence Davies Retrospektifi”, “Körleşme”, “Usta İşi” ve “Dünya Festivallerinden” başlıklarından oluşuyor.
“Anısına” bölümünde 10 sene önce aramızdan ayrılan Michelangelo Antonioni Passenger, Ingmar Bergman Smiles of a Summer Night filmleri ile anılırken; Abbas Kiarostami Close up, Andrzej Wajda Afterimage , Jacques Rivette ise La Bande des Quatre filmleri ile bu seçkide yer alacak.
Festival, bu yıl Berlin Film Festivali’nde gösterilen ve yarışan filmleri “Berlin’den Taze Taze” bölümünde Ankara’ya taşıyacak. Berlin Film Festivali’nin açılışını yapan Etienne Comar’ın ilk filmi Django, ‘Altın Ayı’ ödülünü kazananan Macar yönetmen Ildikó Enyedi’nin filmi On Body and Soul izleyici ile buluşacak. Seçkide gösterilecek diğer filmler; Agnieszka Holland – Spoor, Calin Peter Netzer – Ana , Mon Amour, Thomas Arslan – Bright Nights, Andres Veiel – Beuys.
Dikkat çeken yapımları ile İspanyol sinemasının son 10 yılına “Bir Ülke” bölümünde hak ettiği ilgiyi veren festival, birbirinden renkli İspanyol yapımı film sinemaseverlerin beğenisine sunacak. Başlıca filmler; David Trueba – Living Is Easy with Eyes Closed, Luis García Berlanga – The Executioner, Cesc Gay – Truman, Raúl Arévalo – The Fury of a Patient Man, Carlos Saura – Beyond Flamenco
“Bir Retrospektif” bölümünde 1945 İngiltere doğumlu senarist, yönetmen, romancı ve oyuncu Terence Davies’in en bilinen filmleri yer alacak. Seyircinin beyazperdede izleme şansı bulacağı filmler; Distant Voices, Still Lives, On of Time and the City, A Quiet Passion, The Long Day Closes , Sunset Song, Terence Davies Trilogy.
Festivalin teması olarak belirlenen “Körleşme” bölümünde ise ders niteliğindeki filmler ile ‘Sinema bizi ne zaman körleştirir, seyircinin bakış açısı ile kameranın bakış açısı örtüşmediğinde ne olur” sorularına yanıt arayacak. Bu bölümün öne çıkan filmleri arasında Kirsten Johnson imzalı Cameraperson, Wim Wenders başyapıtı Paris Texas, Stanley Kubrick’in unutulmaz filmi A Clockwork Orange da yer alıyor.
Dünya sinemasına katkı sağlamış usta yönetmenlerin filmlerinin gösterileceği “Usta İşi” bölümünde Volker Schlöndorff – Return, To Montauk , Werner Herzog – Salt & Fire, Claire Simon – The Graduation, Chris Kraus – Bloom of Yesterday, Julian Rosefeldt – Manifesto, Jim Jarmusch – Gimme Danger filmleri izleyici ile bulaşmaya hazırlanıyor.
Festival her sene olduğu gibi bu sene de dünya festivallerinde gösterilmiş filmlere Ankara’da ev sahipliği yapmaya devam edecek. “Dünya Festivallerinden” bölümü kapsamında gösterilecek filmlerden bazıları; Russudan Glurjidze – House Of Others, Sang-soo Hong – Yourself and Yours, Otto Bell – The Eagle Huntress, Mehrdad Oskouei – Starless Dreams, Vassilis Mazomenos – Lines, Kristina Grozeva, Petar Valchanov – Glory, Zhang Lu – A Quiet Dream, Hirokazu Koreeda – After the Storm.
28.Ankara Uluslararası Film Festivali (Tanıtım) 28.Ankara Uluslararası Film Festivali, bu yıl 20-30 Nisan 2017 tarihleri arasında gerçekleşecek. Onur Ünlü’nün jüri başkanlığında, Nihal Yalçın, Emrah Serbes, Olena Yershova ve Hasan Akbulut’tan oluşan seçiciler kurulu filmleri izleyici ile birlikte izleyecek.
#28.Ankara Uluslararası Film Festivali#Albüm#Ali Kemal Çınar#Anısına#Ankara#Ankara Film Festivali#Ankara Film Festivali 2017#Ankara Uluslararası Film Festivali#Babamın Kanatları#Berlin’den Taze Taze#Bir Ülke: İspanya#Ceylan Özgün Özçelik#Derviş Zaim#Emrah Serbes#Erkan Tunç#Film Festivali#Genco#Hasan Akbulut#Kaygı#Kazım Öz#Kıvanç Sezer#Koca Dünya#Körleşme#Martı#Mehmet Can Mertoğlu#Nihal Yalçın#Olena Yershova#Onur Ünlü#Orhan Eskiköy#Reha Erdem
0 notes
Link
Babamın Kanatları söyleşisine filmin yönetmeni de katılacak
0 notes
Text
Babamın Kanatları, Kıvanç Sezer'in drama filmi. İbrahim, İstanbul'da inşaatlarda yaşayan ve yaşlanmaya başlayan bir adamdır. Karısı ve çocukları yakın zamanda deprem olmuş olan Van'da yaşamaktadırlar. İbrahim filmin başında kanser olduğunu öğrenir tabii ki ne tedavi olabilecek parası ne de işi bırakıp rahat edebileceği bir birikimi vardır. Ölmeden önce ailesine rahat edebilecekleri koşulları sağlamak için yollar aramaya başlar. Etkileyici ve sarsıcı bir film olsa da çözümsüz sonu beni memnun etmedi.
0 notes
Photo
Değirmen- Sabahattin Ali
Hiç sen bir su değirmeninin içini dolaştın mı adaşım?.. Görülecek şeydir o… Yamulmuş duvarlar, tavana yakın ufacık pencereler ve kalın kalasların üstünde simsiyah bir çatı… Sonra bir sürü çarklar, kocaman taşlar, miller, sıçraya sıçraya dönen tozlu kayışlar… Ve bir köşede birbiri üstüne yığılmış buğday, mısır, çavdar, her çeşitten ekin çuvalları. Karşıda beyaz torbalara doldurulmuş unlar…
Taşların yanında, duman halinde, sıcak ve ince zerreler uçuşur. Halbuki döşemedeki küçük kapağı kaldırınca aşağıdan doğru sis halinde soğuk su damlaları insanın yüzüne yayılır…
Ya o seslere ne dersin adaşım, her köşeden ayrı ayrı makamlarda çıkıp da kulağa hep birlikte kocaman bir dalga halinde dolan seslere?.. Yukarıdaki tahta oluktan inen sular, kavak ağaçlarında esen kış rüzgarı gibi uğuldar, taşların kah yükselen, kah alçalan ağlamaklı sesleri kayışların tokat gibi şaklayışına karışır… Ve mütemadiyen dönen tahtadan çarklar gıcırdar, gıcırdar.
Ben çok eskiden böyle bir değirmen görmüştüm adaşım, ama bir daha görmek istemem.
Sen aşkın ne olduğunu bilir misin adaşım, sen hiç sevdin mi?
………..
Dinle adaşım, sana bir Çingene’nin aşkını anlatayım…
Bir gün -karların erimeye başladığı mevsimdeydi- bütün çergi, -otuza yakın kadın, erkek ve çocuk, dört beygir ve iki defa o kadar da eşek- Edremit tarafına doğru göçüyorduk.
Can sıkan ve bize hiç uymayan bir kıştan sonra ısıtıcı güneş ve yeni belirmeye başlayan yeşillikler hepimize tuhaf bir oynaklık vermişti. Sırtlarında beyaz ve kısa bir gömlekten başka bir şeyleri olmayan küçük çocuklar hiç durmadan koşuyorlar, bağırıyorlar ve şose yolunun kenarındaki hendeklerde yuvarlanıyorlardı.
Delikanlılar keman ve klarnet çalarak yürüyorlar, genç kızlar parlak sesleriyle su gibi türküler söylüyorlardı.
Ben de etrafı gözden geçirerek bir köy, bir çiftlik, yanında kalabileceğimiz bir yer araştırıyordum.
İkindiye doğru siyah zeytin ağaçlarının arasında yükselen açık renkli çınar ve kavaklar gözüme ilişti. Burası küçük bir değirmendi. Suyu bol bir çay küçük söğüt ağaçlarının arasından geçtikten sonra dar ve taş bir mecraya giriyor, oradan da dört tane tahta oluğa taksim oluyordu.
İhtiyar çınarlar çukura gömülen eski değirmenin siyah kiremitli çatısını örtüyorlar ve ön tarafındaki geniş meydanı gölgeliyorlardı.
Ağaçların hışırtısını bastıran bir gürültüyle değirmenin altından fıkırdayıp çıkan köpüklü sular iki sıra taze kavağın ortasından geçip ilerideki sazlıkta kayboluyordu.
Burada çergilemek hiç de fena değildi. Yüklü eşeklerle sık sık gelip giden köylülerden, değirmenin işlek olduğu anlaşılıyordu. Ve bir kurşun atımı ötede beyaz minaresiyle bir köy görünüyordu.
Daha çadırları kurmadan Atmaca, klarnetini alarak, kanatlarının biri açık duran kocaman kapıya yanaştı, çalmaya başladı.
İçeride sesi duyan köylüler, oraya birikerek dinliyorlardı. Değirmenci de bunların arasındaydı, beyaz sakalını karıştırarak lakayt gözlerle bakıyordu.
Bilir misin adaşım, bu köylüler tavuk ve oğlak çaldığımızı söyleyerek bizden şikayet ettikleri halde bizi gene severler.
Aralarında bir kileye yakın buğday toplayarak Atmaca’ya verdiler. Ve değirmenci buna iki çömlek de yoğurt ilave etti.
Biz bu güzel kabulden cesaret alarak, biraz ötedeki zeytin ağaçlarının arasında çadırlarımızı kurduk.
İşler iyi gidiyordu. Kadınlar taze söğütlerden yaptıkları sepetleri yakın köylerde satmakta güçlük çekmiyorlardı. Çalgıcılarımız yarım gün uzaktaki köylerden bile düğüne çağırılıyorlardı.
Atmaca tabii en baştaydı…
Sen bu Atmaca gibisine daha rastlamamışsındır.
Bir kere heybetli delikanlıydı: Yağız derisi, yüzüne delice dökülen simsiyah saçları ve koyu gözleri…
Sonra burnu… Uzun, sivri, ucu biraz aşağı kıvrık burnu… Bunun için biz ona Atmaca derdik…
Başı, geniş omuzlarının üstünde bir arapatındaki gibi dik dururdu ve bir arapatı ondan daha çevik değildi…
Bütün çergilerde onun cesareti, onun güzelliği, onun çalgısı söylenirdi.
Başka Çingene’ler gibi çalmazdı o, adaşım: Bir kere nota bilirdi. Şehir mektebini okumuş, bitirmişti; sonra içliydi… Sanırdın ki, klarneti çalarken, havayı ciğerlerinden değil, doğrudan doğruya yüreğinden veriyor.
Geceleri tek başına bir ağacın dibine çekilirdi. Biz de çadırların önüne çıkıp yüzükoyun yatar, çenemizi toprağa dayayarak onu dinlerdik.
Hiçbir sevgilisi yoktu. Ne geçtiğimiz Türkmen köylerindeki al yanaklı güzeller, ne de ince dudaklı Çingene kızları onun bakışlarını bir andan fazla üzerlerinde alıkoyabilirlerdi…
Halbuki çalgı çalarken büyük gözlerde -oradaki kıvılcımları söndürmek ister gibi- bir nem belirdiğini, esmer yanaklarında -bir ateşe rastgelmiş gibi derhal kuruyan- birkaç ufak damlacığın yuvarlanmak istediğini görmüştük.
Çok konuşmaz, konuştuğu zaman da içindekilerden bize bir şey
sezdirmezdi. Neler hisseder, neler düşünürdü? Onu bu dünyaya bağlayan şey neydi? Hiçbirimiz bilmezdik. Acaba birisini sevdiği için mi, yoksa hiç kimseyi sevemediği için mi, bu kadar yanık, bu kadar derinden çalıyordu?..
Ara sıra uzun müddet kaybolur, başka çergilerde dolaştığı, şehirlere inip büyük beylerin meclisine girdiği söylenirdi.
Kasabadaki efendiler ona akran muamelesi ederlerdi, fakat o davarlardan bizimle beraber koyun uğrular, düğünlerde bizimle beraber çalgı çalardı.
Hemen her akşam değirmenin önündeki meydanlıkta toplanıp ahenk yapıyorduk. Şimdilik bir şey anaforlamadığımız için değirmenci de memnundu. Kızıyla beraber büyük çınarın altına bir hasır atıyor, bağdaş kurup oturarak bizi dinliyordu.
Değirmencinin kızı tam bir köy güzeliydi.
Yuvarlak bir yüzü, kalın dudakları, kalçalarına kadar uzanan ince örgülü saçları vardı.
Ama yüzü hep soluktu. Etrafındaki şeylere, kendisiyle alışverişi yokmuş gibi, dümdüz bir bakışı ve dudaklarının kenarından dökülüyormuş gibi, isteksiz bir gülüşü vardı.
Bu kızcağız sakattı adaşım, küçükken sağ kolunu değirmenin çarklarından birine kaptırmıştı.
Şimdi onun yerinde şalvarının beline iliştirilen boş bir yen sallanıyordu.
Ve bu onu insanlardan ayırıyordu.
Düşünebilir misin, güzel bir kızın bir kolu olmazsa bu ne demektir? Derenin üst başında çıpıl çıpıl yıkanan genç kızlara karışamıyordu. Vücudunu ve ondaki ayıbı her zaman örtmeye mecburdu.
Geceleri birbirlerinin evinde toplanıp cümbüş yapan kızlarla da birleşemezdi, çünkü ne tef çalmak, ne de parmaklarının arasına tahta kaşıklar alarak oynamak elinden gelirdi…
Belli ki onun bütün çocukluğu bitmez tükenmez bir hasretle geçmiş; belli ki zeytin dallarına sincap gibi tırmanan, birbiriyle alt alta, üst üste güreşen, değirmenin önünde erkek çocuklarla su fışkırtmaca oynayan akranlarına bir duvara yaslanarak istek dolu gözlerle bakmıştı.
Şimdi bütün bunlara alışmış görünüyordu. Başka insanların yaptığı birçok şeyleri yapmak hakkının kendisinde olmadığını biliyor ve hiçbir şey istemiyordu.
Değirmenin kapısı yanındaki taş sedire saatlerce oturup meydanda eşelenen tavuklara, yahut kocaman çınarın kıpırdayan yapraklarına yarı yumuk gözlerle bir bakışı vardı ki, adamı ağlamaklı ederdi.
Geceleri babasıyla beraber gelir, onun yanında diz çöküp oturarak bize bakardı…
Sözü kısa keselim adaşım, bizim mağrur ve insafsız Atmacamız, değirmencinin bu sakat kızına vuruldu.
Tavuslara, sülünlere bakmaya tenezzül etmeyen yabani kuş, kanadı kırık bir çulluğun, şikarı (avı) oldu.
Eyvah bana ki meselenin çok geç farkına vardım. Ben anladığım zaman alev saçağı sarmıştı… Yoksa çoktan çergiyi toplar, başka yere göçerdim…
Atmaca hiç kimseyle konuşmuyor, düğünlere gitmiyor, zeytinlerin altında tek başına çalıyordu. Ama geceleri çınarın altında adamakıllı coşar, gözlerini kıza diker, üfler, üflerdi…
Ve biz titrediğimizi, bağırmak, konuşmak, yahut yerlere atılıp ağlamak istediğimizi hissederdik…
Onun çalışında, bir ateş yığını etrafında haykıran ateşe tapanların, yahut batmakta olan bir gemiye çarpan dalgaların feryadı ve inleyişi vardı.
Atmaca’nın kanatları düşmüştü adaşım. Sarardıkça sararıyordu. Değirmencinin köye indiği günler kapının yanındaki taş sedirde kızla beraber
oturduğunu ve tırnaklarını, parçalamak ister gibi, iki tarafındaki sert kayada gezdirdiğini görünce, bu işin böyle gitmeyeceğini anladım…
Bir gece onu çağırdım, derenin alt başına gittik, kavak fidanlarının arasına oturduk.
Çakıllarda acele acele seken sulardan ve uzaklardan gelen bir kurbağa sesinden başka hiçbir şey duyulmuyordu.
Atmaca önüne bakıyor, niçin çağırdığımı, ne söyleyeceğimi sormuyordu.
Elimi omuzuna koydum, gözlerini bana kaldırdı:
-Seviyorsun!..- dedim.
-Öyle…- dedi.
-Ne yapacaksın?..-
Bu sualin cevabını bulmak ister gibi gözlerini yukarıya, yıldızlı göğe çevirdi; uzun uzun baktı, birdenbire:
-Sen bizim çeribaşımızsın- dedi, -gezdiğin yerler benden çok, tecrübelerin fazla, aklın, dirayetin bütün Çingene’lerden üstündür. Sana açılmalıyım…-
Gözlerini hiç indirmeden, sanki yıldızlara anlatıyormuş gibi, söylemeye başladı:
-Onu seviyorum, ne yapacağımı da hiç düşünmedim. Sen benim sevmemin nasıl olacağını bilirsin… Ben ki, arkamdan uşaklarını koşturan konak sahibi hanımlara başımı çevirmedim; yedi köye hükmeden eşraf bana gelip: ‘Kızım senin için yataklara düştü, Çingene olduğunu unutup seni evlat gibi sineme basacağım, yalnız gel, gel de kızımızı kurtar!..’ diye yalvardılar da, gene cevap vermeden yoluma gittim; işte şimdi bu bir kolu olmayan kızı seviyorum.
Onu alamam, onu kaçıramam… Halbuki o da beni seviyor. Bunu bana evvelisi gün ağlayarak söyledi. ‘Gel; dedim, ‘beraber kaçalım.’ Acı acı güldü, ‘Ağam,’ dedi, ‘ben senden noksanım, bana sadaka mı veriyorsun?..’ Onu nasıl sevdiğimi anlattım: ‘Bana kolunun yerine kalbini veriyorsun,’ dedim, ‘bir kalp bir koldan daha mı az değerlidir?’
-Tekrar gözyaşları boşandı: ‘Olmaz’ dedi, ‘düşün ki, her karşına çıktığımda senden utanacağım, başım yerde olacak, beni böyle zelil etmek ister misin? Bırak beni, ne olduğumu bilerek ihtiyar babamın yanında kalayım, sen de bir daha buralara uğrama. Bana sakatlığımı unutturarak deli deli rüyalar gördürdün, seni ömrümün sonuna kadar unutamam, ama olmayacak şeylere beni inandırmaya kalkma, eğer sahiden beni seviyorsan hemen buralardan git!..-
Atmaca burada bir nefes aldı ve gözlerini yere indirdi:
-Düşünüyorum, birleşirsek bu ikimiz için de sahiden azap olacak. Aramızda anlaşılmaz, boğucu bir havanın dolaştığını hissedeceğiz. Eğer o bana açılamaz, bana naz edemez, bana içinden geldiği gibi sarılamazsa, gözleri her zaman: ‘Ne diye gençliğini benim için nara yaktın, sana yazık değil mi?’ demek isterse, ben ne yaparım? Her sözümden, her tavrımdan alınır; kızsam ona dokunur, sevsem ona acıyormuş gibi gelir, kucaklasam boş olan kolunun yerinde bir sızı duyar ve bunlar hep böyle sürüp gider…
Ne yapacağımı, bu halin beni nereye götüreceğini sorma, bende artık kuvvet yok, akıl yok, düşünce yok, yalnız aşk var. Mavzer kurşunu gibi çarptığını yere seren bir aşk… Senin Atmacan artık kanatlarını kımıldatacak halde değil!..-
Sustu, son sözler öyle acınacak bir tavırla ağzından dökülmüştü ki, fazla bir şey sormaya, hatta teselli etmeye kalkışmadım; ona bu halde ne söz söylenebilir, ne de o söyleneni duyardı.
Koluna girip çadıra kadar götürdüm.
İşler gittikçe sarpa sarmıştı adaşım, Atmaca’nın hali beni korkutuyordu.
Fakat yapılacak hiçbir şey yoktu. Şimdilik işi oluruna bırakmaya karar vererek yattım. Bütün gece, büyük çınarın altında kollarını açarak sabırsızca bekleyen Atmaca’yı ve dudaklarının kenarında geniş bir sevinç, soluk yanaklarında görülmemiş bir pembelikle ona doğru koşan değirmencinin kızını gördüm. Fakat birbirinin kucağına atılacakları zaman şekli belli olmayan tuhaf bir cisim ikisinin arasına giriyor, bir çark gibi fırıl fırıl dönerek ve gittikçe büyüyerek onları ayırıyordu.
Günler, kuvvetli bir rüzgarın sürüklediği beyaz bulut kümecikleri gibi birbiri arkasına geçip gidiyorlardı. Ve biz, bunların sonunda muhakkak bir fırtına kopacağını seziyorduk. Herkes müthiş bir şeyden korkuyor gibiydi. Bütün çergiyi ağır bir durgunluk kaplamıştı.
İhtiyar ve tecrübeli Çingene karıları bildikleri afsunları okuyorlar, bütün iyi ve fena ruhları zavallı Atmaca’nın imdadına çağırıyorlardı. O, gittikçe çöken yanakları, nereye baktığı belli olmayan şaşkın gözleriyle geçerken delikanlılar başlarını yere eğiyorlar, genç kızlar ölü gibi sararan benizleri ve titreyen dudaklarıyla arkasından bakıyorlardı.
Kadın, erkek, genç, ihtiyar hiçbir şeye karar veremeyerek bekliyorduk. Sanki serseri bir rüzgar kafalarımızdan her düşünceyi silip süpürüyor, bizi şaşkın ve meyus buralarda bırakıyordu.
Bir gün Atmaca yanıma sokuldu.
-Bu akşam değirmende ahenk yapacağım, ben ihtiyarla konuştum!..- dedi.
Hafif yağmur çiseliyordu. Akşama kuvvetli bir yaz sağanağı gelmesi çok mümkündü. Bunu ona da söyledim.
-Değirmenin içinde çalacağım!- dedi.
-Değirmen geceleri de işliyor, o gürültüde mi?-
Tuhaf tuhaf güldü:
-Korkma!- dedi, -Klarneti o gürültüde de size duyururum. Nefesim daha o kadar kuvvetten düşmedi.-
Yağmur akşama doğru sahiden arttı. Karşı tepedeki palamut ormanına birbiri arkasına yıldırımlar düşüyor, iri damlalar zeytin ağaçlarının siyah yapraklarını garip tıpırtılarla oynatıyordu.
Hepimiz değirmenin içine dolduk. Tavlada sallanan iki tane gaz lambası etrafa yarım bir aydınlık serpiyordu ve çarklar, taşlar, tozlu kayışlar dönüyorlar, dönüyorlardı.
Hepsinin birden çıkardığı yırtıcı gürültü yağmurun alçak tavandaki kesik hıçkırığına karışıyor, birbirini kovalayan gök gürültüleri bu korkunç ahengi tamamlıyordu.
Değirmenci ve kızı duvarın dibindeki sedire oturmuşlardı. Sallanan lambalar genç kızın yüzünde acayip gölgeler oynatıyordu.
Bütün gürültüleri bastıran ince bir ses birdenbire yükseldi: Kendisini değirmenin karanlık bir köşesine çeken Atmaca çalmaya başlamıştı.
Adaşım, ben o gece dinlediğim şeyleri öldükten sonra bile unutamam.
Dışarıda fırtına gittikçe artıyor ve rüzgar ıslak kamçısını kerpiç duvarlarda gezdiriyordu. Yükselen sular tahta oluklardan taşıyor, haykıra haykıra yerlere dökülüyordu.
İçeride taşlar nihayetsiz bir coşkunlukla homurdanıyor; çılgın gibi dönen kayışlar şaklıyor; birbirine geçen tahta çarkların dişleri ağlar gibi gıcırdıyordu. Ve bunların hepsini bastıran deli bir ses kah yalvarıyor, kah hiddetle kıvranıyor, susacak gibi olduktan sonra tekrar yükseliyordu.
Alacakaranlıkta Atmaca’nın siyah ve parlak gözleri hiç kıpırdamadan genç kıza bakıyorlardı, genç kızın acınacak bir perişanlıkla çırpınan büyümüş gözlerine…
Ve öyle şeyler çalıyordu ki adaşım, onları anlatmaya bizim kullandığımız
kelimelerin takati yoktur…
Bazan okşayan, ısıtan bir sabah güneşiydi… Fakat derhal yüzümüzü yırtan, gözümüzü kör eden, içindeki ateşleri kum tanesi gibi etrafa saçan bir çöl fırtınası oluyor, yahut bağrımıza işleyen bir bıçak haline geliyordu.
Son ve keskin bir çığlıktan sonra Atmaca’nın ayağa kalktığını gördüm. İki üç adım ilerledi ve klarneti bir köşeye fırlattı.
Herkes doğrulmuştu. Üzüntülü gözlerle ona bakıyorlardı. O, yüzüne büsbütün dökülen kara saçlarını eliyle geriye attı. Birdenbire çukura gitmiş gibi görünen gözlerle etrafını araştırdıktan sonra onları değirmencinin kızına dikti, uzun uzun baktı…
O dakikayı ömrümde unutamam adaşım; dışarıda fırtına arttıkça artmıştı, duvarlar sarsılıyor, tepemizdeki kiremitler uçuyordu. Ve değirmen, azgın bir hayvan gibi homurduyor ve dönüyordu. Ve o, lambanın sönük ışığında, olduğundan daha büyük, adeta bir gölge gibi duruyordu. Gözleri genç kızın üzerindeydi. Tahammül edilmez bir acı yüzünün şeklini tanınmayacak hallere sokmuştu. Kah esmer derisini şişiren bir kan gözlerinin kenarına kadar fırlıyor, kah dişlerinin arasında ezilen dudakları bile bembeyaz oluyordu. O dudaklar ki, bir şey söylemek ister gibi kıpırdıyorlardı ve kenarları ağlayacak gibi aşağıya çekiliyordu.
Bu bakış ancak bir an kadar sürdü. Sonra gözkapakları yavaşça düştüler ve o, yere yıkılacak gibi sallandı. Fakat hemen kendisini topladı. Bir kere daha etrafına bakındı. Sanki bir imdat bekliyor gibiydi: Kendisini bu kahredici; bu parçalayıcı ağrılardan kurtaracak bir imdat… Nihayet kafasına bir şey vurulmuş gibi inledi. Gerisingeriye dönerek değirmenin öbür başına, çarkların ve kayışların kudurmuşçasına döndükleri köşeye doğru atıldı.
Bir nefes alımı kadar hepimiz olduğumuz yerde kaldık, sonra delice bağırarak arkasından koştuk…
Heyhat adaşım, çok geçti. Atmaca yerinden fırlayan ve -iş işten geçti- demek isteyen gözlerle bize doğru geliyordu.
Sağ kolu yerinde değildi ve oradan oluk gibi kan fışkırıyordu. Birkaç adımdan sonra sendeledi, ayaklarımızın dibine yıkıldı.
İşte adaşım, sana seven bir Çingene’nin hikayesi.
Çiçeklerin açtığı mevsimde, senin kollarına yaslanan ve çiçekler kadar güzel kokan bir vücutla uzak su kenarlarında oturmak ve öpü��mek, yoruluncaya kadar öpüşmek hoş şeydir…
Seni gördüğü zaman zalimce başını çeviren mağrur bir dilberin kapısı önünde ve ay ışığı altında sabaha kadar dolaşmak, bunu candan arkadaşlara ağlayarak anlatmak, -söz aramızda- gene hoş şeydir.
Fakat sevgili bir vücutta bulunmayan bir şeyi kendisinde taşımaya tahammül etmeyerek onu koparıp atabilmek, işte adaşım, yalnız bu sevmektir.
1929
Sabahattin Ali
2 notes
·
View notes
Text
Vizyondakiler
Logan: Wolverine
Ay Işığı
Neruda
Satıcı
Babamın Kanatları
Yaşam Kürü
Kırmızı Kaplumbağa
Beyazperde’de 4.0 ve üzeri oy almış filmlerden derlenen ufak bir liste. İyi seyirler dilerim...
#sinema#vizyondakiler#sinema filmleri#logan#beyazperde#film#film izlemek#sosyal aktivite#film listesi#film önerisi#film tavsiyesi#mutluluk#tutku#hobi
27 notes
·
View notes
Photo
14. Paris Türkiye Filmleri Festivali başladı.
Açılışı Babamın Kanatları ile yaptık.
8 notes
·
View notes
Text
Babamın Kanatları Türk Filmi (2016) izle
Babamın Kanatları Türk Filmi (2016) izle
View On WordPress
#Babamın Kanatları full izle#Babamın Kanatları hd izle#Babamın Kanatları izle#Babamın Kanatları türkçe dublaj izle
0 notes
Text
Babamın Kanatları 2016 Yerli Film izle
Babamın Kanatları 2016 Yerli Film izle
Babamın Kanatları izle
View On WordPress
#Babamın Kanatları 2016 izle#Babamın Kanatları izle#Babamın Kanatları tek parça film izle#Babamın Kanatları yerli film izle
0 notes
Text
#9
Anlatsana. Sen bozcaadaya gitmiştin, ve ben aramızda ki durumun belirsizliği sebebiyle sana kimle gidiyorsun diye soramamıştım. Büyük yük. Hala içimde! Seni kıskanma hakkımın dahi olmadığı bir ilişki için fazla duygusal düşünüyormuşum ama, Seni kıskanma hakkımın olmadığı bir ilişkiye neden inanıyorsun diye sormadım hiç kendime. İşin en acımasız tarafı da çok emek verdik. Sen ve ben olarak. Yüzüm düşüyor, bütün kuşların kanatları kırılıyor. En kötü tarafı çok emek verdin ve bu yüzden tek kelime edemiyorum sana. Bir kadına, 'bir daha aynı güzelikte şeyler yaşayacağımı düşünmüyorum' cümlesini kurdurdun. Ben seni nasıl kötü hatırlayayım? Benden çok daha iyi olduğunu bildiğim biriyle ikili yarışa çıkıyormuşum gibi, bana inanan tek kişi annem. Kafamı sola çevirip annemin gözünün içine bakıyorum, küçükken istemediğim bir şeyi yapmak zorunda olduğum hissiyle, annem bu duruma dayanamaz 'bırak gel kızım, senden daha önemli değil' der diye bekliyorum. Annem de öyle diyeceğini bildiği için gözümün içine bakmıyor. 5 yıl sonra iki ayrı koltukta karşılıklı oturup, tecrübe diyerek anacağımızı dahası kahkaha atacağımızı düşünüyoruz. Madem bütün herşey tecrübe diyebilmek için, madem aşk o kadar da mühim bir şey değil, neden yıllardır yüzünü bile görmediğin adamın, -babamın- karşısına çıkıp boşanalım diyemiyorsun? Bitmişte olsa, alıp çöpe atacak cesaretin olmadığı için o ipleri öylece bırakıyorsun dimi anne? Kendine bile itiraf edemediğin o duygunun adı aşk. Aşkın cesareti yok. Bırak da geleyim şimdi.. Bitmesin.. Canım yanmasın.. Dayanamazsın!
3 notes
·
View notes