#Ahmet Şık
Explore tagged Tumblr posts
Text
Tamam şiddete bizde karşıyız ama gereğinden fazla hümanistliğe de gerek yok yani.
Haddini bilmeyen hadsize haddini bildirmek lazım...
11 notes
·
View notes
Text
Ahmet Şık, Selahattin Demirtaş ve HDP'ye ilişkin sözleri nedeniyle özür diledi
Türkiye İşçi Partisi’nden yapılan açıklamada, Ahmet Şık’ın HDP ile ilgili açıklamalarının “niyeti aşan ifadeler” olduğu belirtildi. Eski HDP Milletvekili Ahmet Şık, Selahattin Demirtaş ve HDP hakkında sosyal medyaya düşen yorumları nedeniyle özür diledi. Sosyal medyada dolaşan ve bazı haber kanallarında yayınlanan fotoğraflarda Ahmet Şık, “Bugün bizi Selahattin (Demirtaş) öldürdü. Güya aynı…
View On WordPress
0 notes
Text
Tatlı Komşum! (8) (Furkan 31 Y., Manisa)
Ertesi gün Hatice, "Biz bu hafta sonu gitmeyeceğiz, oğlum arkadaşları ile kalacakmış, müsaitsen Cumartesi akşamüzeri çıkıp Pazar akşamı dönmek kaydıyla kısa bir tatil yapalım mı?" dediğinde, "Uzaklaşmak iyi gelir!" dedim. Aslında aklıma Ankara'ya Boris'lere gitmek geldi, ama bunu konuşmadan ne diyeceğini bilemiyordum. Cumartesi akşamüzeri Hatice'nin arabasıyla yola çıktık. "Nereye gidiyoruz?" dedim. "Bursa'ya!" dedi. "Ne yapacağız Bursa'da?" dediğimde anlattı. "Benim lisedeyken bir sınıf arkadaşım vardı, Büşra. Hukuk okudu, Bursa'da görev yapıyor. Seni anlattım, ne zamandır alıp getir diyordu, ona gidiyoruz!" dedi...
Vardık Bursa'ya. Asansörden inip dairesine geldiğimizde, kafamda daha önce canlanan, nemrut, saçlarını topuz yapmış, döpiyes giymiş, kara kuru, çatık kaşlı kadının aksine, Büşra hanım, bukle bukle kıvırcık uzun saçları, omuzlarını açıkta bırakmış kırmızı güllerle bezeli belden büzgülü, önü arkasına göre daha kısa olan, beyaz uzun elbisesi içinde siyah gözlerini ortaya çıkaran bembeyaz tenine sanki ışık saçan gülümsemesi ile karşıladı. Hatice ile sarmaş dolaş oldular. Bana da yine o sıcak tebessümle, "Hoşgeldiniz Furkan bey!" dedi.
Çok şık bir dairede, açık mutfaklı bir yemek odasında, çok güzel bir masa hazırlanmış, mumlar yakılmış, masaya çeşit çeşit mezeler, bardaklar dizilmiş, 5-6 çeşit de alkol şişesi köşede yerini almıştı. Fakat masada 4. bir servis daha açılmış olmasına rağmen başka kimse yoktu. Masaya geçtik. Bunlar hemen servis yapmaya başladılar. Tabağı gösterip, "Beklemeyecek miyiz?" dedim. Büşra, "Çağırsam mı çağırmasam mı karar veremedim..." deyince, Hatice hemen atladı, "Kim?" diye. Büşra, "Yok, öyle ciddi bir birliktelik değil, öyle takılıyoruz işte, o yüzden siz de o da rahat edebilir mi bilmiyorum!" dedi. Hatice, "Çağır, çağır!" diye atladı hemen. Ama benim aklım Büşra'da olduğundan pek sesimi çıkarmadım. Büşra da benim sessiz kalmamı istemediğim anlamında anladı ve aramadı.
Nasıl tanıştığımız gibi detaylardan sonra Büşra, "Teşekkür ederim Furkan, bu güzel kadının uzun yıllardır ilk kez bu kadar mutlu olduğunu gördüm sayende!" dedi. Ben de, "Onun bana yaşattığı mutluluğun yanında hiç kalır!" dedim. Hatice uzanıp yanağımdan öptü. Daha ilk kadehler bitmişti ki, Büşra'nın telefonu çaldı. Büşra açıp, "Arkadaşlarım var... Manisa'dan arkadaşım ve sevgilisi... Tamam gel, tanışırsınız!" dedi.
15 dk sonra onun da hukukçu olduğunu öğrendiğimiz kişi elinde bir şişe şarap ve iki küçük buketle geldi. Birini Hatice'ye birini de Büşra'ya verdi. Kendi kendime (Dallamasın Furkan, elin boş götün yaş geldin!) dedim. "Mert ben!" dedi elini uzatıp. Tanıştık, oturduk. O an Hatice'nin telefon çaldı. "Efendim?" diye açtı. "Hı hı, Büşra'dayız, sorun yok, tamam tamam, onların da sana selamı var!" dedi kapattı. "Ahmet... bize vardınız mı diye soruyor!" dedi. Mert aval aval bakıyordu. Büşra, Mert'e, "Kocası!" dediği anda Mert'in suratındaki ifade, Hatice, Büşra ve benim kahkahalarla gülmemize neden oldu. Mert, "Kocası mı?" dedi. Ben de, "Şanslı adamım!" dedim sadece. Mevzuyu anlatıp ortamın tadını bozmadık hiçbirimiz. Bir ara hanımlar mutfağa geçince, Mert soran gözlerle bana baktı. Parmaklarımla yuvarlak yapıp, "Top!" dedim gülerek. "Haaaa!" dedi o da gülmeye başladı. Sus işareti yaptım...
"Müzikli bir yerlere gidip biraz kurtlarımızı dökelim!" dediler. Çıkıp bir mekana gittik. Onları tanıyorlarmış, bize güzel bir loca verdiler, dans pistine bakan. Sonra hanımlar dans etmek istedi, ben ve Mert kalkmadık. Onlar önümüzde dans ederken, Mert kulağıma eğilip, "Gerçekten çok şanslı adamsın, Hatice çok güzel kadın!" dediğinde, "Valla ben de senin aynını düşündüm, nekbet ters bir kadın beklerken Büşra'ya bak, hayat fışkırıyor!" dedim. "Evet, eğlenilecek kadın!" dedi. Evlenilecek demediği dikkatimi çekti...
Bir ara nerden çıktı anlamadığımız iki kişi bizim hatunlara doğru yanaştı, ama iki dakika içinde birileri adamları alıp kapı dışarı etti. Gece 01:30 gibi hanımlar daha çok, biz de bayağı çakır olup, eve geri döndük. "Biz üzerimizi değişeceğiz!" deyip gittiler. İkisi de kısa saten askılı gecelik giyip geldi. Bize de şort tişört çıkardıklarını söylediler. Bana tam uydu giydiklerim, meğer Hatice dün alıp bavuluna koymuş. Birer kadeh viski konuldu. Hatice alkol sınırını aşmıştı, ikili koltukta otururken kahkahalarla gülüyor, hiç toplanma gereği duymadan tepiniyor, kah öpüyor kah boynuma sarılıyordu. Büşra ise topladığı bacaklarıyla Mert'in oturduğu koltuğun kolçağına tünemiş oturuyor, o da Hatice'ye eşlik ediyordu.
Mert'le birbirimize baktık, olacaklar belliydi. Ben kafamı salladım OK! der gibi, o da aynı hareketi yaptı. Mert kalktı, gelip Hatice'yi elinden tutup kaldırdı, belinden tutup kendine çekip dudaklarını dudaklarına aldı. Ben de aynını Büşra'ya yaptım. Hatice bir an kendini çekip, "Ay durun, ne oluyoruz, biz şimdi grup mu olduk?" deyip kahkahayı bastı. Büşra ise halinden memnun nefessiz öpüşüyordu benimle...
Sonraki geçen bir saatte amlar yalanıyor, yaraklar ağızlarda dolaşıyor. Büşra ile Hatice sürekli aramızda yer değiştiriyordu. Daha sikmeden bir saat oynaştık. Büşra, "Hadi gel bakalım Furkan bey, Hatice'nin neden bu kadar mutlu olduğunu anlayalım!" deyip, yarağımı tutup amcığına sürtmeye başladı. Sonra da ilginç bir hareketle komple yarağımı içine aldı. Beni kendine çekmemiş, kendisi bana doğru gelmişti yattığı yerden, yani o bana soktu amını. Mert çoktan domalttığı Hatice'nin amına gömmüş, Hatice, "Ohhhh ne güzel, ohhhh sikiliyorum, hem sikişenleri seyrediyorum, rüya gibi!" diye inliyordu. Tüm olayı Büşra idare ediyor, ben kalçalarını avuçlamışken kafamı göğüslerine bastırıp emdiriyor, saçlarımdan çekip dudaklarımı kemiriyor, ya da boynumu emiyordu...
Hatice orgazm olmuş, ama Mert halen amında hareket halindeyken, kucağımdaki Büşra'nın oturup kalkışlarından zıplamasından doruğa yaklaştığı anlaşılıyordu. Mert Hatice'yi bırakıp yanımıza geldi. Niyetini anlamıştım, Büşra'nın belinden bastırdım. O hareketsizlikte Mert yarağını götüne dayadı. Büşra yarağı göt deliğinde hissedince bir an kaçmak istedi, ama ben belinden bastırdığım Mert de kalçalarından tuttuğu için kaçamadı. Mert'e bakıp, "Iııhh, yapma!" dedi, ama Mert çoktan yarağının başını sokmuştu bile. Yarağım arkadan giren yarağın yarattığı basınçla daha da daralan amcığında kısıldı. Ben hareketsiz dururken, Mert arkadan pompalamaya başladığında ben de onun geri çektiği anlarda ileri ittiriyor, iki taraflı Büşra'yı kudurtuyorduk...
Büşra, "Ohhhh hiç denememiştim, offfff, ahhhhh, harikasınız, ağzıma da yarak olsa keşke, ohhhhhhh çok güzellllll, Hatice görüyor musun of nasıl sikiyorlar!" diye inliyor, ardı ardına kasılıp orgazm oluyordu. Hatice gelip orta parmağını yarak gibi Büşra'nın ağzına soktuğunda, emmeye çalışıyor, ama aldığı zevkten inlemelerini kontrol edemiyordu. Önce Mert, sonra da ben boşaldım. İki deliğinden de döller akarken Büşra koltuğa devrilip, "Offff, öldürdünüz beni! Hatice yok böyle bir zevk, seni de alsınlar aralarına!" diye konuşup duruyordu. Hatice dudaklarını büküp, "Ben de istiyorum!" dedi şımarık çocuk edasıyla...
Kafalar bayağı yerine gelmeye başlamıştı. Birer kadeh viski daha konuldu. Kadınlar gidip birer duş alıp geldiler. Sonra da bizi duşa gönderdiler. Soğukla ılık arası aldığım duş daha da canlandırdı. Odaya geri döndüğümde, Büşra ile Hatice çıplak ve hazırdı. Yatak odasına geçtik. Bu kez Mert alta yattı, Hatice üzerine çıkıp hazır yarağı amına aldı, yavaş yavaş oturup kalkmaya başladı. Mert avuçladığı memeleri sıkıyor, uçlarıyla oynuyordu. O ara Büşra önümde diz çöküp yarağımı ağzına aldı, bir süre emip iyice ıslattı ve Hatice'nin götüne kendi eliyle dayayıp sokmama yardımcı oldu. Hatice daha rahat almak için Mert'in üzerine kapaklanmış, Mert'in dudaklarını dilini emiyor öpüyordu...
Santim santim içinde kayan yarağım köküne kadar girdi götüne. Ben hareket ettikçe Mert geri çekiyor, ben geri çekince amcık ona kalıyordu. Kafamı çevirdim, Büşra elinde cep telefonu Hatice'nin amcığını ve götünü çekmeye çalışıyor, resmen yerlerde sürünüp uygun açıyı bulmaya çalışıyordu. Hatice, "Bu çok güzel, ohhh çok güzel, ohhh nasıl bir zevk buuuu!" diye inliyor, "Furkan'ım, ya hep istersem?" diye bağırıyordu. Ben, "İstersen sikeriz yavrum! Mert'le Büşra gelir canın isteyince amını götünü sikeriz!" deyince, "Ohhhh, ohhh!" diye inliyor, vıcık vıcık amcık sularından Mert'in yarağı 'Şlop şlop!' ses çıkarıyordu...
Hatice, "Offff, orgazmlar bitmiyorrrr, Büşra, amım götüm saçlarımın telleri bile orgazm oluyor, ohhhhhh! Offf, yoruldum!" diye inleye inleye durdu ve aramızdan kayıp yıkıldı yatakta. Elimle yarağımı sıvazlayarak Büşra'yı önümde diz çöktürüp ağzına yüzüne göğüslerine fışkırttım döllerimi. Hatice hiçbir şeyden geri kalmak istemiyor gibiydi, doğrulup Mert'in yarağını avuçladı ve "Sen de beni yıka!" dediğinde, Mert boşalmaya başlamıştı heryerine. Herkes pert bir şekilde bir kenara kıvrılıp uyudu...
Sabah, daha doğrusu öğlen uyandığımda Mert'le Hatice halen yataktaydı. Kalktım. Büşra mutfakta, başı ağrıyor olsa gerek, kendine soda limon hazırlıyordu. Önünü kapatmadığı kimono türü kısa bir sabahlık giymişti. Usulca arkadan yanaşıp yarağımı dayadım götüne, ellerimi koltuk altından geçirip göğüslerini avuçladım. "Dur, dur ne yapıyorsun?" deyince, "Başını geçireceğim!" dedim. Gülm eye başladı. Dediğimi yaptım, mutfak tezgahına domaltıp güzelce siktim. İkimiz de boşaldığımızda, kendi sesimizden duymadığımız sesler geliyordu yatak odasından. "Ohhhh, Mert, harika, çok iyi geldi bu sabah sabah, ohhhh!" diyen Hatice'nin sesi...
Giyinip dışarda kahvaltıya gittik. Kahvaltı sonrası biz geri dönüş için yola çıktık. İlk yarım saat hiç konuşmadık. Sonunda sordum, "Pişman mısın yoksa?" diye. "Pişman değilim, aksine çok sevdim, ama senin ne düşündüğünü bilemediğim için sustum!" dedi. "Bence de çok güzeldi, hem de uyumlu olduğumuz bir çifte denk geldik!" dedim. "Buna çok sevindim, kahvaltı yaptığımız yerde Büşra ile tuvalete giderken, Furkan ve Mert hakkımızda ne düşünüyor acaba diye konuştuk!" dedi. "Büşra tecrübeli gibi geldi?" dedim. "Yok, o da ilk kez yapmış! Hatta biz ilk dışarıdan gelip sarhoşlama o gecelikleri giydik ya, o zaman ben, bu kıyafetle yanlarına gidersek odalara bile götürmeden orda sikerler bizi dedim, Buşra da, siksinler kızım, zaten sikilirken seyretmek ve seyredilmek nasıl birşey diye merak ediyordum diye güldü, ama grupseks yoktu olayın içinde!" dedi. Ben de, "Bir dahaki sefere biz onları ağırlayalım!" dedim. "Olur aşkım! Mert de senin kadar iyi sikici, ne zaman isterlerse gelsinler!" dedi...
Hava kararmıştı. Otobandaki tesisleri gösterip, "Çek şuraya, kuytu bir yere yanaş!" dedim. Hatice, "Bu kadar çok am göt sikiş muhabbeti yapınca sen de kudurdun benim gibi değil mi?" dedi. En kuytu kısma park etti. Arka koltuğa geçip pantolonu sıyırdım. Arkası bana dönük kucağıma gelip, yarağımı amına aldı, oturup kalkmaya başladı. "Ohhh, acaba bizi seyredenler var mıdır, ohhh, Furkanımmm!" diye diye, hem kendisi orgazm oldu, hem beni boşalttı.
[Furkan]
49 notes
·
View notes
Text
İSTANBUL'DA KURYELİK YAPAN BİR KİŞİNİN MÜLTECİLERLE İLGİLİ İZLENİMLERİ.
Mülteci sorununu sadece sosyal medyadan ya da TV'den gördüğünüz kadar sanıyorsanız yanlıyorsunuz.
Gelin size ben gerçeği anlatayım:
Ben İstanbul'da kuryelik ve genelde
günde ortalama 200 km. yol yapıyorum.
Pendik'ten Silivriye her ilçeye
ve her mahalleye giriyorum.
Tahminime göre ESENYURT, BAŞAKŞEHİR, BEYLİKDÜZÜ, FATİH ve BAĞCILAR ilçelerine
bir süre sonra TC. VATANDAŞI giremiyecek.
Size kurye olarak gittiğim adreslerden bahsedeyim; Herşeyden önce hem Suriyeliler hem de bizim partililerden bazıları diyor ya "Suriyeliler ekonomik olarak bize çok faydalı", diye; bu söz külliyen yalan,
çünkü örneğin Esenyurt'ta telefonu bozulan
bir Suriyeli telefonunu Sirkeci'de işyeri olan
bir tamirciye gönderiyor,
ya da altın takı alacak olan Başakşehir'deki
bir Pakistanlı Bağcılar'daki Pakistanlı kuyumcudan kurye ile aldırıyor alacağını,
ya da Afganlar Fatih ve Yenikapı'da bulunan kendi marketlerinden alışveriş yapıyorlar...
Çünkü çok kere Afgan pirinci alıp teslim ettim.
Şimdi gelelim işin sağlık boyutuna;
Bu durum çok vahim.
İstanbul genelinde diş protezi yaptıran kişilerin %90'ı Suriyelilerin merdiven altı protezlerini ağızlarına takıyor ve diş klinikleri "ucuz" diye buraları tercih ediyorlar.
Size bir anımı anlatayım;
Bir gün Fatih'te bir adrese gittim.
Adres virane merdiven altı bile değil
eski müstakil bir gecekondu idi.
Neyse gittim kapıyı çaldım,
baktım protez imalatı yapılıyor.
Gönderiyi teslim aldım, Florya'da bir adrese,
bir diş kliniğine gittim.
Gittiğim yerin kalitesi ne Amerikan Hastanesinde ne de Memorial' da var.
Bu nasıl oluyor, diye düşünürken teslimatı alacak kişinin adresine baktım,
o da Suriyeli bir bayandı.
Bayanı çağırdılar ki doktormuş kendisi.
O esnada orada bekleyen şık giyimli bir bey de bekleme salonunda oturuyordu.
Bayan Doktor Türkçe "Ahmet bey proteziniz geldi, buyurun odama" dedi.
Ben şok oldum.
Benim ülkemde benim vatandaşıma sağlıksız medikal ürünle tedavi uyguluyorsun, neden? "Kendi vatandaşı kazansın diye".
Devam edeyim; yurtdışına çıkarken kovid testi yaptıran insanların %90'ı yine merdiven altı Suriyeli laboratuvarlarda karman çorman
hiç bir önlem olmadan coca cola dolaplarının içinde yüzlerce test tüpünün olduğu yerlerde testlerini yaptırdı!
Burada olabilecek en büyük sorun, "test sonucunun yanlış çıkmasıdır".
Ama gelelim en tehlikelisine; Başakşehir'de yine merdiven altı bir laboratuvar var
ve ben günde bir kez mutlaka gidiyorum; binlerce kurye var, biri giriyor biri çıkıyor.
Kan tüpleri yerlerde, kendim girip çıkarken maskesiz girmiyorum, çıkarken bildiğiniz dezenfektan ile banyo yapıyorum.
Bir tane cihaz var onun yanında da ev tipi Vestel, Arçelik buzdolapları, test tüpleri her yerde ve bu tüplerin yarısı idrar yarısı da kan.
Peki buraya bu tüpleri kim gönderiyor?
Özel hastane diye gittiğiniz çoğu hastaneler ucuz diye buraya yolluyor.
Gelelim zenginlerine; Başakşehir'de oturuyor çoğu.
Onlara neden gidiyorum biliyor musunuz?
Hani son zamanlarda vatandaşlık reklamı yapan vize şirketleri var ya onlardan
oturma izinlerini, vatandaşlık başvurularını,
vb. alıp götürüyoruz.
Hepsi lüks içinde yaşıyorlar.
Bir gün bir kargo görevlisine adres sordum,
"gel ben de oraya gidiyorum" dedi...
Elinde boyu kadar çuval sordum, "hepsi oraya mı?", diye "aynen oraya her gün bir çuval getiriyorum" dedi, içinde "hepsiburada, trendyol ve amazon kolileri".
Beylikdüzü ve Esenyurt tayfası mafyalaşmış!
Beylikdüzü'nde örneğin "İnovia siteleri" var, orada onların izni olmadan
ne ev tutabilirsiniz ne satabilirsiniz.
Esenyurt'ta zaten tam gettolaşma var.
Bazı mahalleler var ki gözünüzü kapatıp sizi oraya bıraksam gözünüzü açtığınızda
"eyvah Suriye'ye kaçırmışlar beni!" dersiniz.
Daha yüzlerce örnek var ama yazsan ne olacak, en azından sağlığınıza dikkat edin.
DOKTORUNUZA, DİŞ HEKİMİNİZE MUTLAKA çalıştıkları laboratuvarın neresi olduğunu sorun.
Nur Pasin'den
32 notes
·
View notes
Text
Ahmet şık
Türkiye Cumhuriyeti Devletini yıkacakmış.
Atalarında aynı düşüncelerle gelmişti....
5 notes
·
View notes
Text
Kavgadan önce:
TBMM Başkanvekili Bekir Bozdağ üç defa; "Sayın Şık temiz bir dil kullanın" uyarısı yapıyor.
TİP'li AHMET ŞIK, Ak Parti için "terör örgütü" diyor.
Milletvekiline, "Parmağını kıracağız, bunu yaşayacaksın" diyor.
Ama Ahmet Şık mağdur, Alpay Özalan suçlu öyle mi?
6 notes
·
View notes
Text
Arabayı Ahmet sürerken bir an da kaşların karasına veya kesikçayır açtığım an direksiyonu bırakıp ikimiz birden ellerimiz şık şık şık ses çıkartmayı özledim.
13 notes
·
View notes
Text
▪️Şehitlere ve ezana hakaret eden Sera Kadıgil
▪️Devlete katil ve terörist diyen Ahmet Şık
▪️PKKʼya terör örgütü diyemeyen Barış Atay
▪️Milletin malvarlığına el koyacağını söyleyen Erkan Baş
▪️Devlet yok diyen, baraj patladı yalanını yayan Oğuzhan Uğur
Bu arada fotoğraf kokuyor.
7 notes
·
View notes
Text
MHP'li Semih Yalçın, Ahmet Şık'a tipsiz demiş. Ama Ahmet Şık TİP'li.
3 notes
·
View notes
Text
Bir süredir hem ulusal ve küresel gündemlerde hem de kendi kişisel gündemimde olanlara ilişkin notlar almaz, geleceğe iz bırakmak ve inanması güç bu günleri zamanı gelince "nostalji" olarak anımsamak isteğim var. Alında epeydir, 2023 sonlarından bu yana başıma gelenleri, hayatımda olup bitenleri yazasım var ama ona henüz elim gitmiyor, yeniden karşılaşmaya gücüm yetmiyor.
"Katalog suçlar" nedeniyle Instagram'ın kapalı kaldığı günlerden sonra, Instagram gönderilerine olan güvenimi yitirdim, elim varmıyor. Instagram'a erişim kapatılınca bana bir çeşit rahatlama hissi de gelmedi değil, oraya mı yazmalı buraya mı çelişkisinde "eski dostum bloglara geri dönüyoruz!" düşüncesi iyi gelmedi değil.
Öyle böyle derken yine günler geçti tabi, ben aklıma düşüp yapmak istediğim şeyleri "ideal" zaman ve koşulları beklemek yerine o anda yapmaya başlasaydım muhtemelen bugün olduğumdan farklı biri olurdum.
Saat daha 03:00'ı bulmamışken uykumun kaçtığı, çok ayıldığım ve yeni bir güne başladığım bu gece, travması bol, heyecanı yüksek önceki günden kalanları not etmek istedim.
16 Ağustos 2024 Cuma
Mecliste AYM'nin "Can Atalay'ın milletvekilliğinin düşürülmesi yok hükmündedir" kararı sonrası özel oturum vardı. Oturumu nedense Bekir Bozdağ yöneti. En azından denedi. TİP söz alabilmek için usul tartışması başlattı, ve Ahmet Şık konuşma yaptı. Konuşmasında dedi ki "Sizin hiç utanmanız yok, haysiyetiniz yok." Sonra bu söylediklerini tasdiklercesine Alpay Özalan denen birisi gelip Ahmet Şık'a yumruk attı. Saniyeler içinde büyük bir kavga başladı. Mecliste kan aktı. Şiddet şov vardı. Biri kadın olmak üzere muhalefetten (DEM ve CHP) iki milletvekilinin kaşı patladı. Kürsü dokunulmazlığı ihlali bir yana, bugün mecliste kadına karşı şiddet vardı.
Türkiye genelinde, aynı gün içinde toplam 72 yangın çıktığı açıklandı. Kayıtlara geçen tabi. Bu yangınlardan 27'sinin müdehalesi ertesi gün de devam etti.
Bu sene yanmadık yerimiz kalmadı. Ayvacık ve civar köylerinde bile o kadar çok yangın çıktı ki... Köylere ve ana yollara yakın olanlarının elektrik direklerinin değişimini üstlenen taşeron firma kaynaklı hatalardan olduğu konuşuldu whatsapp gruplarında ama tabi ki kimse sorumluluğu üstlenmedi ya da geleceğe yönelik bir iyileştirme planlaması yapılmadı.
Etna yanardağı yeniden faaliyete geçerek lav ve ateş püskürttü.
Ben iki koltuk değneğiyle daha rahat yürümeye başladım. Arka odaya gidebildim, balkona çıkabildim. Akşam yemeğini balkonda yedik.
0 notes
Text
Κόντεψαν να τραβήξουν τα πιστόλια στην τουρκική Βουλή – Εικόνες με αίματα στο πάτωμα (φωτο-βίντεο) Άγριος καυγάς και ξύλο ξέσπασε στην τουρκική Βουλή κατά την ομιλία του βουλευτή Ahmet Sik, ενώ αποτέλεσμα της σύρραξης ήταν να γεμίσει αίματα το πάτωμα. Ο Alpay Özalan από το κόμμα ΑΚ επιτέθηκε στον Ahmet Şık ενώ εκείνος βρισκόταν στο βήμα. Το μέλος του κόμματος DEM Gülistan Kılıç Koçyiğit εθ... Περισσότερα εδώ: https://romios.gr/kontepsan-na-travixoyn-ta-pistolia-stin-toyrkiki-voyli-eikones-me-aimata-sto-patoma-foto-vinteo/
#Εκλεκτά#Επίκαιρα#αίματα#Βουλή#εικόνες#Κόντεψαν#με#να#πάτωμα#πιστόλια#στην#Στο#τα#τουρκική#τραβήξουν#φωτοβίντεο
0 notes
Text
Turkish MPs draw blood in brawl during debate on jailed colleague
A brawl broke out among Turkish MPs on Friday during a heated debate over an opposition delegate currently jailed on what are widely considered to be politically motivated charges. Televised footage showed Ahmet Şık, a representative from the same party as the imprisoned MP, being approached and attacked by a lawmaker from President Recep Tayyip Erdoğan’s ruling party while speaking at the…
0 notes
Text
🚪 Fatih Çelik Kapı Tamiri - Güvenliğiniz Bizim İçin Önemli!🚪
Fatih'te kapınızın güvenliğiyle ilgili bir sorun mu yaşıyorsunuz? Çelik kapınızda meydana gelen her türlü tamir, bakım ve onarım işlerinde size profesyonel hizmet sunuyoruz!
✅ Hızlı ve Güvenilir Hizmet
✅ Uygun Fiyatlar
✅ Kaliteli İşçilik
🔒 Kapınızın Güvenliği İçin Bizi Tercih Edin!
📞 Hemen bizi arayın: 0 533 811 63 42
Adres: Binbirdirek, Sultan Ahmet Parkı, 34122 Fatih/İstanbul
Çelik Kapı Güvenliği Neden Önemlidir?
Çelik kapılar, güvenliğinizi artırmak ve evinizi korumak için mükemmel bir tercihtir. İşte çelik kapıların güvenlik avantajları:
🔒 **Dayanıklılık**: Çelik kapılar, zor koşullara karşı dayanıklı olup, hırsızlık ve zorlamaya karşı üstün koruma sağlar.
🔒 **Isı ve Ses Yalıtımı**: Çelik kapılar, mükemmel ısı ve ses yalıtımı sunarak konforlu bir yaşam alanı oluşturur.
🔒 **Estetik ve Modern Tasarım**: Çelik kapılar, hem güvenlik hem de estetik açıdan modern ve şık tasarımlar sunar.
0 notes
Text
FOSEPTIK ULKE I
Hatay seçim savaşları-1: Gökhan Zan, TİP, şantaj montaj
Gökhan Zan’a ait olduğu iddia edilen ses kaydını, şantaj sürecini, Turgay Kocakaya’yı ve TİP’in Zan’a karşı garip tutumunu tek tek değerlendirelim
ASLIHAN GENÇAY 20.03.2024
Hafta sonu TİP, Hatay büyükşehir belediye başkan adayı Gökhan Zan’ı adaylıktan çektiğini kamuoyuna duyurdu. Gökhan Zan cephesinden ise adaylıktan çekilmediği, Ak Parti ve Ak Parti zihniyetine karşı yoluna devam edeceği, açıklaması geldi. Kısaca Zan; yasal hakkını kullandı halen aday ve seçime girecek. Tüm bu karmaşaya neden olan ise Turgay Kocakaya ve kuzeni Mihal Kocakaya tarafından TİP’e gönderilen ve Gökhan Zan’a ait olduğu iddia edilen ses kaydıydı.
Aynı gece pek çok yayın organı tarafından, henüz tarafların demeçleri dahi doğru düzgün ortaya çıkmadan Gökhan Zan direkt suçlu ve şüpheli olarak lanse edildi. Oysa kaydın ona ait olması ihtimali kadar, montaj olma ve kumpas ürünü olarak servis edilme şüphesi de vardı.
Bu tür haberlerin sahipleri; haberlerini TİP’in “Biz kaydı kriminal olarak incelettik ve montaj olmadığı ortaya çıktı” açıklamasına göre yaptıklarını belirttiler.
Ses kaydı süreci nasıl gelişti?
Şimdi karmaşaya ya da ön kabule teslim olmadan, hakikatin peşinden gidelim ve konuları tek tek değerlendirelim:
> Hataylıların cep telefonlarına yurtdışı meşeli (?) telefon numaralarından gönderilen ve televizyon kanarlarına servis edilen ses kaydında Gökhan Zan’ın Turgay Kocakaya adlı bir şahıs aracılığıyla Hatay AK Parti yetkililerinden para ve konum talep ettiği duyuluyordu. Gökhan Zan, bu iddiayı aynı gece yalanladı. Arkadaşı olarak gördüğü Turgay Kocakaya’nın çeşitli zaman dilimlerinde ve aralarındaki sohbetlerde ortam kaydına aldığı sesini, Lütfü Savaş ve yanındakilere ileterek bu montaj kaydın oluşturulmasını sağladığını, öne sürdü. Zan’ın açıklamasına göre Turgay ve Mihal Kocakaya, Şubat ayı içerisinde ona “Senin için montaj ses kaydı hazırladık.” diyerek 5 milyon TL istemek suretiyle şantaj yapmış, Zan ise bu şantaja boyun eğmeyince şahıslar farklı yollara yönelmişlerdi.
> Peki, kimdi bu Turgay Kocakaya? Zan’ın 6 Şubat depremleri sırasında tanışıp arkadaş olduğu ve arada sırada buluşup yemek yediği, kendini bazen akademisyen, bazen de coğrafya öğretmeni olarak tanıtan fakat akademik kariyeri hakkında açıklama yapmaktan imtina eden bir kişi. Zan’a göre, bu kişi ona arkadaşı olarak yaklaşmış, tuzak kurmuş, sesini kaydetmişti.
> Sonrasında ise bu kayıtlar, Kocakaya’yı Zan’ın yanına gönderenler tarafından deep fake yöntemiyle işlenmiş ve dinlediğimiz ses kaydı oluşturulmuştu.
> Zan, Turgay Kocakaya’nın başından bu yana aslında Lütfü Savaş tarafından yanına gönderildiğini ve bu oyunu Savaş’ın adamlarının tezgâhladığını da aktarıyor.
> Hataylılardan gelen bilgilere göre ise Kocakaya şantaja başladığı ilk etapta Lütfü Savaş’ın danışmanı Mehmet Güzel’in oteline yerleştirildi ve Hatayspor yönetim kurulu üyesi İbrahim Ethem Sunar’dan 15 bin TL aldıktan sonra, X platformunda hem kendi hesabından hem de bot hesaplar açmak suretiyle Lütfü Savaş’ı öven ve Gökhan Zan’ı kötüleyen iletiler paylaşmaya başladı. Üç kaynaktan gelen bu bilgileri halen araştırıyorum ve yakında sonuçları açıklayacağım.
> X platformundaki takipçileri, o güne dek Gökhan Zan’ı destekleyen Kocakaya’ya, 180 derecelik bu dönüşünün nedenini sorduklarında ise Kocakaya Gökhan Zan’ı suçladı.
> Kocakaya’nın iletileri; Gökhan Zan’a ait bir ses kaydı olduğu ve Zan’ın Hatay Ak Parti yetkilileriyle para ilişkilerine girdiği üzerineydi.
> Zan’ın açıklamalarına göre; iletilerin ve şantajların başladığı dönemde Zan, yaşananları TİP’in Hatay’da bulunan yetkilisi milletvekili Ahmet Şık’a anlattı. Şık ise ona; “Olur böyle şeyler, iftiralar hep atılır, siyaset böyle, biz yanındayız.” minvalinde cevaplar verdi.
> Kocakaya’nın hakaret ve iddiaları devam edince Zan, 7 Mart 2024’te Kocakaya’nın iletilerinin ekran görüntülerini alarak bu kişiyi savcılığa şikâyet etti. Öte yandan belirsiz bir ses kaydı ile tehdit edilip şantaj yapıldığı, adaylıktan çekilmeye zorlandığı halde, böyle bir kaydı eline geçmediği için varsayım üzerinden ses kaydı şikâyetinde bulunmamıştı.
> Geçtiğimiz Cumartesi günü TİP milletvekili Ahmet Şık, Gökhan Zan’ı çağırarak ona ilgili ses kaydını dinletti. Zan, kaydın montaj olduğunu ve kayıtla birlikte hemen savcılığa giderek şikâyette bulunmak istediğini Şık’a iletti. Zan’ın demeçlerine göre Şık, ona kaydı vermeyi reddetti ve hem “Sen çok yoruldun, adaylıktan çekil istersen.” dedi hem de “Şikâyet için Pazartesi’ye kadar bekleyelim ve birlikte yapalım.” teklifinde bulundu. Bu teklifleri reddeden Zan, Pazar günü Şık’ın ses kaydını vermeye ikna olması sonucu avukatıyla birlikte Hatay savcılığına giderek ikinci suç duyurusunda bulundu.
> Zan, suç duyurusundan sonra yaptığı basın açıklamasında henüz partisinin kendi hakkında yaptığı açıklamadan habersizdi. Basın açıklaması bittikten sonra TİP’in onu adaylıktan çektiğine dair açıklama yaptığını öğrendi.
> Şahsi instagram hesabını TİP’in yönettiğini bildiren Zan, o gece TİP’in İnstagram hesabına erişimini ve kendini kamuoyuna karşı savunmasını engellediğini, kendi hesabına ancak VPN yardımıyla girip videoyu yayınlayabildiğini de açıkladı.
Kayıttaki şaibeler
> Mevzubahis kayıt çelişkilerle doluydu. Zan’la 24 Ocak 2024 tarihinde yani henüz TİP’in adayı olmadan önce yaptığım ve P24’te yayınlanan röportajda Zan bana; “Ak Partili spor bakanının, Mayıs seçimleri sonrası ona bakan yardımcılığı ve 81 ilde kuracakları spor tesislerinin başına geçmesi” teklifinde bulunduğunu, kendininse “Birlikte yürüyeceğim bir parti değilsiniz.” diyerek teklifi reddettiğin aktarmıştı. Bu beyana Ak Parti cephesinden bir yalanlama gelmedi. Ayrıca o dönem Zan, CHP hariç tüm partilerin ona çeşitli tekliflerle geldiğini de aynı röportajda aktarmıştı. Zan’ın gönlünde yatan ise aidiyet duyduğu CHP’ydi.
> Peki, 2023 Mayıs ayında bakan yardımcılığı teklifini ve diğer teklifleri reddeden Zan, 11 ay içinde ne olmuştu da birden bire -ses kaydına göre- Ak Parti’den para ister hale gelmişti? İşte malum ses kaydının çelişkilerinden biri buydu.
> Bir diğer çelişki ise konuşmaların akışı ve Zan’ın telefonu “Anladım” kelimesiyle açmasından verdiği cevaplara kadar kopukluklar içermesiydi. Turgay Kocakaya’nın, İskenderun’da oturdukları bir kafede sohbet esnasında sorduğu “Seçimi kazanamazsan ne yapacaksın?”sorusuna verdiği cevabı kaydettiğini ve bu bölümün malum ses kaydına montajlandığını öne sürdü Zan. Bu da kayıt açısından ciddi bir şüpheydi.
> Ses kaydında Kocakaya’nın “Şu anda Ak Parti il binasındayım, tuvaletten konuşuyorum.” dediği de duyulmaktaydı. İstanbullular ve Ankaralılar bilmeyebilir belki lakin Hatay’da partilerin il binaları yoktu. Ak Parti il binası denen yer, sadece küçük bir konteynerdi. Tuvalet de bu konteynerin içinde bulunuyordu. Herhangi biri, büyük bir binadayım ve tuvalete geçip gizli bir görüşme yapıyorum, dendiğinde bu sözlere inanabilirdi evet. Lakin bir Hataylı bu açıklamanın gerçekdışı olduğunu anlar ve sorardı elbette. Zan da bunu bildiğine göre neden Kocakaya’nın açıklamasına hiç tepki vermemiş ve normal karşılamıştı? Bu da bir şüpheydi. Ayrıca ses kaydının yayınlanmasından sonra bana ulaşan pek çok CHP ve TİP seçmeni kaynağım, aynı çelişkinin altını çizdi.
> 19 Mart günü gazeteci Enver Aysever’in Youtube yayınına canlı bağlanan Turgay Kocakaya bu defa da görüşmeyi bir villada yaptığını aktardı ve bu açıklama da ses kaydı açısından bir çelişkiydi.
> TİP’in bazı gazetecilerin haberlerine dayanak yaptığı ilk beyanına göre “ses kaydı kriminal incelemeden geçirilmiş, montaj olmadığı anlaşılmıştı.” Peki, TİP neden kaydı hangi kuruma, merciye, hangi tarihte incelettiğini ve inceleme raporunu kamuoyuna sunmuyordu? Hakikatin peşindeki gazeteciler olarak bizler bu soruyu sorarken, 19 Mart 2024’te TİP Genel Başkanı Erkan Baş “Ses kaydının gerçek olup olmadığını bilmediklerini” T24’e açıkladı. Bu açıklamaya dek TİP’e dayandırılarak yapılan haberler ise yalanlanmış oldu. Ortada ses kaydına ilişkin kriminal bir inceleme ve rapor yoktu. Bu durum ses kaydına dair şüpheleri artırdı.
TİP’e dair çelişkiler
> CHP’nin Hatay’da Lütfü Savaş’ı Hatay halkına aday olarak zorla dayatması sonucu ve Hataylıların tepkisi üzerine TİP, bence yerinde bir hamleyle, Gökhan Zan’a adaylık teklif götürmüş ve Zan da bu teklifi kabul etmişti. Lakin belirtelim; TİP teklif götürmese de Zan zaten bağımsız aday olacaktı. Peki, ortada Turgay Kocakaya ve kuzeni gibi şaibeli şahısların beyanı ve ilettikleri şüpheli bir ses kaydı dışında hiçbir delil, kanıt, belge yokken, TİP nasıl bu iddiaya dayanarak Gökhan Zan’ı adaylıktan geri çekti?
> Bu karar çok tartışıldı zira bu mantığa göre hakkında herhangi bir iddia ve iftira bulunan tüm adayların, TİP tarafından çekilmesi gerekiyordu. Hatırladığımız kadarıyla TİP İstanbul milletvekilleri Ahmet Şık ve Sera Kadıgil hakkında da Mayıs seçimleri döneminde pek çok iddia sosyal medyada güçlü bir şekilde dile getirilmişti. Eğer sadece bir iddianın varlığı, aday çekmek için yeterliyse neden bu iki vekil o dönem adaylıktan çekilmemişti?
> Eğer adayın parti geçmişi gündem yapılacaksa Gökhan Zan’ın neden İyi Parti’ye geçmek zorunda kaldığını, özünde CHP’li olduğunu en iyi TİP biliyordu ve öte yandan hakkında iddialar bulunan Sera Kadıgil de CHP geçmişinden gelmekteydi. Anlamak güç.
> TİP’in Samandağ ve Arsuz ilçe örgütleri, adaylık sürecinin başından beri Zan’ın İyi Partili olduğunu söyleyerek, onun büyükşehir adaylığına karşı çıkmıştı. Hatta genel merkeze “Gökhan Zan bizim ilçemizde çalışma yapmasın ve adaylarımızla yan yana görülmesin.” diye taleplerini iletmişlerdi. TİP genel merkezi bu isteğe boyun eğdi. Oysa Gökhan Zan zaten ne devrimciydi ne de hızlı bir solcu. CHP kökenli, Lütfü Savaş ve Kemal Kılıçdaroğlu tarafından vekilliği engellenerek İyi Parti’ye itilmiş sosyal demokrat bir kişiydi sadece. Solcular için vazgeçilmez olan ‘faşizme karşı tüm halkları, kimlikleri, bireyleri kapsama ve dönüştürme’ perspektifini ilçe örgütlerine anlatmak yerine, armudun sapı, üzümün çöpü dayatmasını kabul eden TİP genel merkezi Zan’ı, Samandağ ve Arsuz’daki parti çalışmalarının ve mitinglerin hiçbirine katmama kararı aldı. Peki, o zaman Zan’ı neden aday göstermişlerdi, sesini çıkarmadan evinde otursun diye mi?
> Açıkçası TİP, Gökhan Zan’a üvey evlat muamelesi yaparak dışladı oysa Zan, Hatay’da en az TİP kadar seviliyordu.
> Geçen hafta bana ulaşan CHP seçmeni Samandağlılar; “CHP’li Belediye başkanı Refik Eryılmaz’ın, Samandağ ön seçiminde seçilememesi nedeniyle, CHP’nin değil TİP’in adayını desteklediğini, hatta TİP meclis üyeliklerine 15 kişi yönlendirdiğini, Eryılmaz’ın akrabası ilçe başkanının ise sandık görevlilerini TİP’lilerden belirlediğini” iletti. CHP seçmeni tedirgindi. Hafta sonu yaşanan ses kaydı gelişmesi üzerine Samandağlılarla tekrar görüştüm ve iddialarını yineleyerek, bana bir isim listesi sundular. Dediklerine göre TİP Samandağ, ön seçimden bu yana “İlçede TİP, Hatay’da Lütfü Savaş” diyerek çalışma yapıyor, kendi adayları Gökhan Zan’ı değil, Lütfü Savaş’ı destekliyordu.
> Hafta içi bana ulaşan Samandağ Değişim İttifakı’ndan Erkan Düzce ise “Bu iddiaların yalan olduğunu, meclis üyelerinin hepsini ittifak olarak birlikte seçtiklerini, Refik Eryılmaz’la hiçbir ilişkilerinin bulunmadığını, CHP sandık görevlilerinin TİP’lilerden oluşmadığını, Hatay’da ise Lütfü Savaş’ı desteklemediklerini” aktardı. TİP’in, Samandağ ve Arsuz’a Gökhan Zan’ı götürmeme kararını doğrulayan Düzce’ye, Gökhan Zan’a ait olduğu iddia edilen ses kaydına ve TİP’in tavrına dair düşüncesini de sordum. Düzce; “TİP kesin kanıt olmayan bir ses kaydı yüzünden değil, ‘İlçe örgütlerimiz Zan’ı istemiyor’ diyerek Zan’ı adaylıktan çekseydi daha uygun olurdu. Pusulalar da çıktığı için ortada kesin bir kanıt olmadığından adayın arkasında durmalıydı.” cevabını verdi.
> Arsuz’a gelirsek, benzer bir durum bu ilçe için de geçerliydi. TİP Arsuz ilçe örgütü başından beri Gökhan Zan’ın ilçelerinde çalışma yapmasını istemedi ve TİP genel merkezi de bu isteğe göz yumdu.
> Hal böyle olunca TİP’in kesinliği netleşmemiş ve montaj olma şüphesi yüksek bir ses kaydına dayanarak Zan’ı çekilmeye zorlaması, Zan kabul etmeyince de “adayımız değil” açıklaması yapması tartışmaya açık hale geliyor. Her ne kadar Erkan Baş, Zan’ın “kazanamazsam ne yapacağımı düşünmeliyim” beyanını kararlarına gerekçe olarak gösterse de Zan, her katıldığı yayında bu sözü Turgay Kocakaya ile dostane bir sohbetin TİP tarafından kendine sorulması üzerine söylediğini açıklıyordu.
> Şimdi Samandağ ve Arsuz’dan bana ulaşan birçok kaynak; “TİP’in Samandağ ve Gebze karşılığında Hatay’ı Lütfü Savaş’a hediye ettiğini, CHP ile TİP arasında bir anlaşma yapıldığını lakin Gebze’de Erkan Baş’ın kazanmasının mümkün olmadığını, Gökhan Zan’ı göz göre göre harcadıklarını” düşünüyor.
> Bu iddialara, Özgür Özel’in sürekli yaptığı “Biz Gebze’de TİP’in önüne aday çıkarmıyoruz ama TİP bize Hatay’da kaybettiriyor.” açıklamaları, Gökhan Zan’ın oy oranı yükselişe geçip Özel’in tekrar bu minvalde bir açıklama yapmasının ardından malum ses kaydının basına servis edilmesi trafiği de katılınca şüpheler oluşuyor.
> Hataylı yerel gazeteci Mustafa Dilek’in yorumu ise şöyle; ”TİP’in Hatay, Samandağ ve Arsuz’daki çalışmalarından, Gökhan Zan’a karşı dışlayıcı tavırlarından, Barış Atay’ın Gökhan Zan’la yan yana gelmek istememesinden zaten TİP’in Gökhan Zan’ı adaylıktan çekmek için bahane aradığı belliydi. Bence ses kaydı buna bahane oldu. Ortada kesin kanıt yokken hemen bu açıklamayı yapmaları da bu yüzden. Ben başından beri seçimden 15 gün önce TİP’in Gökhan Zan’ı çekeceğini öngörmüştüm.”
> Son olarak bu şüphelere, olaylı gecede TİP’in Gökhan Zan’ın şahsi İnstagram hesabına erişimini neden engellediği muammasını da ekleyebiliriz.
Not: Ses kaydı yayıcısı şüpheli Turgay Kocakaya’nın geçtiğimiz ay gece 03.00’te benim fotoğrafım ve kişisel verilerimin bulunduğu “terörist bağyan gasteci” başlıklı bir banner’ı X’te yayınladığını, ekran görüntülerini aldığımızı ve şahıs hakkında avukatım Tugay Bek’in suç duyurusunda bulunduğunu, şahsın bu paylaşımı X’ten sildiğini, iki bot hesabın da İçişleri Bakanlığının bana ilettiği maile göre siber suçlar masası tarafından inceleme altında olduğunu, kamuoyuna duyurmak isterim.
Yarın: Hatay seçim savaşları-2: CHP, Lütfü Savaş, paralı dosyalar
0 notes
Text
FUTBOLUN ARABA SEVDASI
ARABA SEVDASI https://tr.wikipedia.org/wiki/Araba_Sevdas%C4%B1
Romanın konusu
Bir paşa oğlu olan Bihruz Bey yarım yamalak bir öğrenim görmüş, 23-24 yaşlarında bir gençtir. Babası ölünce, annesiyle kendisine 28.000 liralık bir servet kalır. Yazları Çamlıca'da, kışları Süleymaniye'de oturur. Çalışmakta olduğu işyerine ara sıra uğrar. Bütün merakı pek zarif arabasıyla gezinti yerlerinde dolaşıp kendini göstermek, herkesten daha şık giyinmek, Türkçe cümleler arasında Fransızca sözcükler kullanmaktır. Berber, garson, terzi ve kunduracılarla Fransızca konuşur.
Karakterler
Bihruz Bey: Tam da dönemin burjuva gençliğinin olması gerektiği gibi Fransız kültürüne hayran züppe bir gençtir. Ona göre Türkçe kaba ve yetersiz bir dildir. Türkler kaba ve medeniyetten yoksun insanlardır. Türkçe gerekmediği sürece konuşulmamalıdır. Ama o dönem yüksek memur ve tüccar çocuklarının genelinde olduğu gibi Fransızcaya da hakim değildir ve Türkçe Fransızca karışımı bir dil ile konuşur. Öyle ki doğru dürüst Fransızca şiir çevirisi bile yapamaz. Ayrıca Bihruz Bey mirasyedi bir gençtir ve hayatı lüks alafranga kıyafetler ısmarlamak, kır kahvelerinde ve mesire yerlerinde lüks arabasıyla gezmekten ibarettir. Yine Bihruz Bey'in diğer bir karakteristik özelliği ise istediği her şeye sahip olması ve bunun verdiği şımarıklığın pençesinde olmasıdır ki hikâyenin ana kısmı da biraz da bu konu üzerinden gelişir.
Temalar
Roman, dönemi İstanbul'unda görülen kimi cahilce davranış kalıplarını, eğlence ve zevk yaşamını anlatmaktadır. Osmanlı yenileşme hareketleri çerçevesinde Tanzimat'la birlikte Batı'ya açılan Osmanlı Devleti'nde yaşanan batılılaşma sürecinin yanlış özelliklerinin vurgulandığı yapıtta, Bihruz Bey ve onun romantik aşkı konu edilmiştir. Romanda Bihruz Bey karakterinden hareketle batılılaşmayı anlamayan tip eleştirilir. Bihruz Bey, az buçuk Fransızcasıyla berberler, kunduracılar, terziler ve garsonlarla konuşmayı, araba kullanmayı ve şık giyinip kendine bakmayı marifet bilmekte ve komik durumlara düşmektedir. Roman kahramanı Bihruz Bey, birçok yönden Ahmet Mithat Efendi'nin Felatun Bey'le Rakım Efendi adlı romanındaki Felatun Bey karakteriyle benzerlikler gösterir.
Kitap bir aşk hikâyesini anlatmakla beraber, dönemin toplumsal ve sosyal yapısını incelemekte, İstanbul'un entelektüel çevresini oluşturan Jön Türklerin ve üst tabakanın yaşantısını eleştirmektedir.
Ahmet Hamdi Tanpınar, Araba Sevdası için “Muayyen iktisadi şartlar etrafında teşekkül etmiş köksüz bir kalabalığın romanıdır” yorumunu yapmıştır.[3] https://tr.wikipedia.org/wiki/Fel%C3%A2tun_Bey_ile_R%C3%A2k%C4%B1m_Efendi
Felâtun Bey ile Râkım Efendi veya Felâtun Bey'le Râkım Efendi, Ahmet Mithat Efendi'nin 1875 yılında yazdığı romandır.[1]Tanzimat'ı takiben ortaya çıkan ilk Türk romanlarının ana teması "yanlış Batılılaşma" üzerine kurulmuştur.[2]
Karakterlerden Felâtun Bey, Batılılaşmayı yüzeysel olarak yorumlamış ve sefa hayatı süren biridir. Râkım Efendi ise ona karşıt bir karakter olarak kurulmuştur. Oldukça çalışkan ve tutumlu biridir. Romanın sonunda bu dönem romanlarından bekleneceği üzere Râkım Efendi dilediği hayatı elde ederken, Felâtun Bey yaptığı hataların sonucuna katlanmak zorunda kalır. İsimlerinde kullanılan "efendi" ve "bey" kavramları da karakterlerin temsil ettikleri değerlerin sembolüdür.[3] https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/1427228
Araba Sevdası adlı romanın ismi ile içeriği arasında doğrusal bir ilişki vardır. Merkezinde arabanın olduğu romanda isim-içerik arasındaki ilişkisi hakkında Tanpınar (2006: 441) “pek az Türk romanı Araba Sevdası kadar adına bağlıdır” der. Eserde başkişi Bihruz Bey’in arabalara düşkünlüğü ve kendi statüsünü onun üzerinden belirlemesi ironik bir üslupla anlatılmaktadır. Bu bağlamda eserde fetiş nesnesine dönüşen arabayla aslında kişinin kendisini gösteriye sunması eleştirilmektedir. Mallar sahibinin kimliğini göstermekten ziyade sahibi tarafından bir kimlik oluşturma amacı ile düzenlenmektedir, denebilir. Nitekim Jale Parla’ya göre (2003: 536) Batılılaşma serüveninde araba anlatıları, sahip olma ve olmama, güç kazanma ve kaybetme, amaçlılık ve amaçsızlık, olgunlaşma ve çocuksuluk, narsisizm ve fetişizm, parçalanmışlık ve kendi kendini yıkmanın hikâyesidir. Bu da “Batılılaşmayla karışık bir modernleşme” (Çıkla, 2013: 273) ile açıklanabilir. Romanda söz konusu araba, 19. yüzyıl Osmanlı toplumunda statü göstergelerinden faytondur:
Başkişinin kamusal alanda varlığını bağladığı araba, statü göstergesidir. Arabanın markası, özellikleri gibi hususlarla sahibinin zenginliğini teşhir etmesi dışında kullanıcısına zaman ve mekânı aşması nedeniyle de güç ve özgüven verir. “Pratik kullanımının yanında bir gösterge olarak tüketil[en]” (Lefebvre, 2007: 117) ve belli bir hayat tarzına atıf yapan araba ile statüye dönük semboller üretilir. Kimliğini araba üzerinden inşa etmeye çalışan, kıyafetleri ile etrafındaki beylerden her zaman daha şık görünmeye çalışan Bihruz Bey’in, Çamlıca’da gezinirken asıl amacı kendisini gösteriye sunmak ve kamusal gözün dikkatin çekmektir. Arabayı araç olmaktan çıkarıp amaçlaştıran Bihruz Bey’in parkın belirli bir yerinde dinlenmesinin sebebi arabasının diğerlerinde bıraktığı tesiri görmektir. Bihruz Bey’in Periveş’e yönelmesinin nedeni de Periveş’in içinde bulunduğu arabanın niteliğidir. Görünene odaklanan Bihruz Bey arabadan yola çıkarak Periveş’i hayalindeki bir hayatın ortasında konumlandırır.
ÇOĞUMUZ BİHRUZ BEYİZ
Muzo @futbolvizyon_ Allah senin belanı versin Burak Elmas! Sacha Boey’i alırken sonraki satıştan eski kulübüne %15 pay, oyuncunun menajerine de %7.5 pay gibi maddeler ekledi. Bize ne kalacak o zaman aq
Avfattas@Avfattas Burak Elmas’ın bol para harcayıp sosyal medyadaki şakşakçılarıyla kurduğu vasat takım neredeyse küme düşüyordu, penaltılarla kurtardılar. İşte benzeri olan Çebi kalsaydı, 2. yarı Rıza ile falan 8 Afrikalı işinin altından hayatta kalkamaz, bizi de kimse kurtarmazdı, düşerdik eminim. Şimdi Santos gelişi sonrası takımdaki ve oyundaki ciddileşmeyi görünce rahatladığım için transfer yönünden acelem azaldı. Zaten hedef kupa ve seneye. O yüzden gecikmeyle ilgili agresif yazmıyorum. İyisini ve sürekliliği olanı, bir plan dahilinde alsınlar. İcraatın neticesini değerlendiririz.
murat@semtinmuhabiri G.Saray; Burak Elmas döneminde alınan Boey’i 25 milyon €’ya satıyor. Beşiktaş ise Ahmet Nur Çebi döneminde gönderilen oyuncuya 2.7 milyon € tazminat ödüyor. Burak Elmas hiç değilse Nelssonn ve Boey’i bıraktı. Ahmet Nur Çebi’nin bıraktığı hiçbir şey yok.
Galatasaray@tribunGS Haluk Yürekli: Galatasaray rakamı 30 milyon € getirmiş durumda. Rennes %15 pay alacak. Boey transferi yapılırken o dönemin başkan Burak Elmas menajerine de bir sonraki satıştan %5 komisyon sözü vermiş. Sözleşmeye bağlı. (343)
𝓹𝓪𝓾𝓵𝓸10@ToniYildiz10 Gese'nin en kotu baskani Burak Elmas bu kadar eleştirilmişti Hasan Arat geleli 2-3 ay filan oldu ama küfür eden fenolar mi dersin köstek olanlar mi dersin hepsi bir agizdan bu adam sizi çok iyi susturacak az bekleyin bu adam diğer yönetimin pisliklerini temizlemeye çalışıyor.
Burkowsky@Burkowskyyy Abi Fatih Terim başarısız olur hoca zaten Boey istemiyordu Rosier istiyordu, oe Burak Elmas hocanın istedigini almadı derler Boey 30M'a gider, hoca tek oyuncudan o dönemin harcamasını çıkarttı İmparator... Oğlum neyi savunuyorsunuz siz amk?
mistik terim@mistosfatik 1 milyona aldırdığı adam 25 milyona dünyanın en büyük kulübüne gidiyor.. çok büyüksün be hocam..
Zlatan@palpatimp Bu adam Rosier isterken Boey aldığın için teşekkürler Burak Elmas
Aras@leaderofthegala Galatasaray tarihinin en yüksek gelirli transferi Burak Elmas sayesinde olmuştur. Çok teşekkürler BURAK ELMAS bASKanım Karayip Aslanı@DelloSoccer Sacha Boey oyuncu değil, elden çıkarın diye rapor vermişti bu herif. Bunu başımıza bela eden Burak Elmas utanıyor mu?
Alp1905@AlpC1905 Fatih Terim'in 1 M € getirttiği ve 25 M € para kazandığımız Boey için Torrent adlı Katalan oe, çaycı td çakması "Bu topçu falan değil gönderin" diyordu. Adam Bayern Münih yaparken Torrent'e Işıtan Gün ve Burak Elmas'tan başka hocalık teklif eden olmadı. Teşekkürler Fatih Hocam.
Gökhan Aktas@gokhanaktassss Floodun altına Fatih Terim düşmanları girip Cicaldau - Morutan falan yazmışlar, ahrazlık yemin ediyorum para ile satılsa kredi çekip alacak Galatasaraylılar mevcut, Pep’in bile tutmayan transferleri var o bütçeye rağmen, bir söz var ya “Galatasaray taraftarı eğitilmez” çok doğru
Kırmızı Bölge@KrmiziBolge İmparator Fatih Terim aldırdı Burak elmas ucuz diye aldı 4-5 milyon Euro olsaydı emin ol onuda akamazdı bu beceriksiz
𝑀𝑒𝑙𝑡𝑒𝑚 𝑇.@GSliTurkk Eski kulübüne %15, menajerine %5.. işte Burak Elmas böyle bir adamdı. Geldiği güne lanet olsun.
Forza Cimbom@forzacimbomtr Nevzat Dindar: "Torrent, Boey için 'Futbolcu değil' ifadesini kullanmıştı. Ona yakın bir isim bana ulaştı, 'Böyle bir şey yok' dedi ama Torrent efendi geçmiş olsun, Boey ile ilgili geçmişte yönetime verdiğin raporu ben biliyorum!"
@SerhanNMTD nevzatın torrent nefreti bambaşka gdsfhdsfhfd
https://twitter.com/i/status/1750835306801123350 SemihhGssemihh35312 Linç edilen pva, berkan gibi adamları topçu yapan torrent boey için kesin öyle demiştir zaten okan hoca'da kampa almamıştı ona bakarsak demi Boey nasıl tatile gittiyse artık sezon başında fizik olarak tüm takımdan daha hazırdı kamp yapsa ne olurdu dubois bozdu onun işini resmi maçlar başlayıncada formayı kendi aldı adam
Cimbomingo@cimbomingo Fatih Terim’in ısrarla istediği adam Boey değil Rosier’di. Git iyi araştır sonra gel konuş.
leqend@leqend2055 5 m euro istediler terim israrla parası ne olursa olsun istedi yönetim almadı yönetim alsaydı boey gelmeyecekti net yönetim e yazar o dönem ne kadar kötü olursa olsun yönetim https://www.goal.com/tr/haber/isitan-gun-fatih-terim-limit-konusu-acildiginda-s-kerim-limitini-diyerek-tepki-gosteriyormus/bltc346d842d4d310cd Sonuç olarak, özetlemeye ve örneklendirmeye çalıştığım emareler, futbol şubemizde çok acilen ciddi tedbirler alınması gerektiğini göstermektedir. Söylemeye dilim varmıyor ancak ne yazık ki Galatasaray’ın transfer işlemleri adeta bir çete tarafından kontrol altına alınmış görünmektedir. EFLATUN BEYLERİN ÖLÜMCÜL REKABETİ
Korkunç bir borç batağı içine düşmüş olan üç büyüklerin ve onları örnek almaya çalışarak mütevazi bir şekilde izleyen diğer klüplerin Avrupa'nın devlerini(BATI) trajik bir şekilde Bihruz Bey misali taklit etme çabaları hazin sonuçlara gebe görünüyor. Evet, üç büyüklerin hatırı sayılır rakamlarla yaptığı büyük yıldız transferlere ödediği yüksek ücretler zaten batmış durumda olan bu klüplerin bütçelerinin üstünde demoklesin kılıcı gibi sallanıyor.
Klüplerin başlıca gelirlerini oluşturan yayın ve seyirci gelirleri bu harcamaları karşılamaktan fersah fersah uzak. Klüpler sürekliliği olmayan sponsor gelirleri ve siyasetin sağladığı avantajlarla devasa deliklerine yamalar yapıyorlar.
Gelir kalemleri içinde önemli yer tutan şampiyonlar ligi kalemi piyangosu ise her sene sadece bir takıma çıkıyor. Yöneticiler, troller, taraftarlar arasındaki acımasız kavga ve kör dövüşü de sadece bir tane büyük havuç olmasından kaynaklanıyor. Borç batağı içinde çırpınan ve o yüzden gardı iyice düşmüş olan klüplerin, olağanüstü merkezileşmiş ve yoğunlaşmış ve hayatın her alanına hükmetmek için elinden geleni ardına koymayan iktidarın da oyuncağı olması, en azından suyuna gitmekten kaçınamaması da eşyanın doğası gereğidir. BURAK EFENDİNİN SAĞDUYUSU
Burhan Can Terzi@burhancanterzii O yaz hem Fatih Terim hem Burak Elmas 3-5 yıllık bir plan üzerinde çalışıyor. Uygun bonservisle gençler alınıp, hem başarı hem de kulübün geleceğini kurtarmak paralel şekilde hedefleniyor.
Burak Elmas yönetimi bu uçuruma yapılan amok koşusuna dur demek için kolları sıvamış ve bu doğrultuda strateji oluşturmuş ve uygulamaya koymuştu.
Bu strateji nipeten düşük maliyetli ve gelecek vaat eden irice isimlerin ve tamamen isimsiz ve son derece ucuz ama potansiyeli olan oyuncuların transfer edilmesi ve altyapıya ağırlık verilmesi ayaklarından oluşmaktaydı.
Sacha Boey, Nellson, Morutan, Cicildau gibi isimlerin transferi bu felsefeye göre yapılmıştı. Barcelona'yı başarıdan başarıya koşturan sistemin arka plandaki mimarlarından biri olan Torrent'in teknik direktör olarak seçilmesi ve benzer bir sistemin orta ve uzun vadede Galatasaray'da da oluşturulmasının hedeflenmesi de bu felsefeyle uyumluydu. Gedson Fernandez'in transfer edilmemesi de diğer rakiplerle ölümcül rekabete girilmemesi de daha mütevazi ve akılcı bütçe yönetimini sağlayarak bu felsefeye uygun davranmak anlamına geliyordu.
İki tür batılılaşma var. Japonya, Güney Kore, Tayvan gibi özde batılılaşma, yani batıyı batı yapan sistem, kültür, üretim, bilgi, bilim gibi değerleri içselleştirme ve ondan sonra onun meyvelerini (TÜKETİM) toplama. Ve Bihruz Bey türü batılılaşma, yani batının sadece tüketim ve adetlerini kopyalayarak, taklit ederek sadece şeklen batılı olma. Tabii daha sonra, geç "batılılaşan", gelişen, kalkınan bir ülkenin varolan gelişmişlerin rekabeti nedeniyle daha çok çalışması, daha çok çaba sarfet etmesi, daha çok üretip daha az tüketmesi yani daha çok tasarruf etmesi geç kalmışlığın acı gerekleriydi.
Şu andaki Ali Koç, Dursun Özbek yönetimlerinin ve diğer klüplerin transfer politikası, klüp yönetimi, alt yapıya verdikleri önem ve ayırdıkları kaynaklar ve diğer faaliyetleri Bihruz Bey türü (SÜRDÜRÜLEMEZ) batılılaşma örneğini teşkil ediyor.
@DeparSports Ümit Özat: "Galatasaray şimdi Sacha Boey'i satıp 3 oyuncu alacak, kalan parayla iç ödemeleri yapacak. Üzerine de şampiyon olursa Fenerbahçe artık kendine gelemez." Bu tür "batılılaşma" çabasının sürdürülemez olması son derece bıçak sırtı bir dengede yürütülmesinden kaynaklanıyor. Yapılan pahalı transferlerin bir kaçının çeşitli nedenlerle verimsiz çıkması, arka arkaya bir kaç sene şampiyon olunamaması ve şampiyonlar ligine katılamama ve gelirlerinden mahrum kalma, yetersiz olan diğer gelirlerin harcamaları karşılayamamasıyla sonuçlanacak ve dengelerin bozulması bir fakirleşme kısır döngüsüne yol açacaktır.
Burak Elmas'ın yapmaya çalıştığı, giriştiği ama yarım bile kalamayan şey özde ve SÜRDÜRÜLEBİLİR bir batılılaşma örneği ve çabasıydı. Tüketimin kısılması, tasarrufların yatırıma yönlendirilmesi, uzun vadede bu yatırımların üretimin, başarının, gelirlerin artmasına ve bir zenginleşme döngüsüne yol açacaktı.
Çağdaş ve özde bir "batılılaşma" çabası doğal olarak yıllar alacaktı. Bu süreçte atılan tohumların yeşermesi, dikilen fidanların büyüyüp serpilmesi ve meyve vermesi, bolluğun, zenginliğin oluşmaya başlamasına kadar uzun bir dönemde kıtlık çekilmesi, başarıya hasret kalınması doğaldı. Maddi ve sistemsel açıdan büyük bir rasyonalizasyonu gerçekleştiren bu akılcı hamleler siyasetin o dönemde Fatih Terim'i göndermek için Galatasaray'ı düşme potasına itmesi, Burak Elmas'a açık açık bu adamı gönderin denmesinden sonra oluşan büyük başarısızlık tablosuyla sekteye uğradı.
Diğer büyük klüplerin de Galatasaray'ı örnek alarak onu izlemesi, küçüklerin de büyük klüpleri rol modeli olarak alarak taklit etmesi ve böylece bütün klüplerin akılcı bir şekilde yönetilerek ölümcül rekabete son vermesi borç batağının kurutulması ve siyasete bağımlığın sona ermesiyle sonuçlanacağı için bu zehirli ortamdan beslenen bazı önemli aktörlerin işine gelmedi.
Akbabalar karşısında tek başına mücadele eden Burak Elmas burnunun ucunu göremeyen Bihruz Bey kitlesi tarafından da yalnız bırakıldı hatta hançerlendi. Burak Elmas'ın Galatasaray klübünün menajerler aracılığıyla nasıl soyulduğunu, zarara uğratıldığını açıklaması, ifşa etmesi karşısında bile taraftarın tutumu değişmedi.
Sonuçta yılların sosyal, siyasal, kültürel, ideolojik birikimiyle harmanlanmış cahil, Bihruz Bey alıklığındaki kitleler ve o vasat kitlelerden çıkan siyasetçi, klüp yöneticisi, basın mensupları gibi aktörlerin işbirliğiyle Burak Elmas'ın kurutarak verimli topraklara dönüştürdükten sonra üstüne sağlıklı tohumlar atmaya hazırlandığı bataklığın keşmekeşi galip geldi, futbol aklı ve sağduyu kaybetti.
0 notes
Text
Masallar Anlatılırken...
Bir masal anlatılıyor. Yalana, dolana bulanmış, riya ve kötülüğe sahne kılınmış her şeyin fecaat üstünden güncellendiği bir yerde hakikatin yerine yalanların var edildiği ‘masallar’ anlatılıyor. Biteviye bir cerahat sarmalı olan yerde hayat güllük gülistanlık bir yerdeymiş gibi aksettiriliyor. Yaygın medyanın yönlendirilmesiyle muktedirin ağız birliği içerisinde o cerahatli sahneye dair güzellemeler alıp yürüyor. Ekonomik darboğazın, “kemer sıkma” politikalarının boyundaki ilmiği sıkıştırarak var edildiği bir yerde var edilene icraat / atak ya da hamle diyebilmektir mesela masal diye var edilen. Sosyo-ekonomik, sosyal politik tezahür dahilinde hiç kimsenin ötekisine saygı duymadığı, yaşamına önem göstermediği bir hakikat / sabit olunurken medeniyet beşiği ülkeyiz bahsine sarıp sarmalanıp, birörnek basmakalıp laflar geçiştirilen güncelliktir mesela, masal kabilinden kafamıza kakılmaya devam olunan. Tahakküm hamleleri, demokratikleşme, baskıcı rejim pratikleri, belirgin bir modernleşme bildilirken tek adam rejiminin kanun / kararnameleriyle yönetilen sınırı belirsiz muğlak bir devletli öngörüsünün tamamı da masallarla çıkagelir. Yeni liberalizm doktrinlerine sıkıca tutunup, her günü zapt eden, sıradanın temsil halini günbegün yıkarak yol arayan / açan bir menzilde kuşatma güncellenirken aktarılanlardır masallar. Sıradana o masallar anlatılırken yıkıcılığın ta kendisi hakkaniyetli kabuslarla donanmış düzlem her bireye pay edilir.
İnsan hakları mefhumunda ilerlemek bir yana, var edilmiş olanın dahi yerle yeksan olunduğu bir zeminde çürümenin icraat kabilinden duyurulmasının utancı vardır misal o masallarla örtülmek istenen. Cürmün peşi sıra koşa durulurken, anayasa mahkemesinin karşısında yargıtayın var edilerek, onların eziciliği ile mutlak / kesin doğruların, hukukun karşısında zorbalığın at koşturduğu bir ülkenin imali söz konusu edilir. Hukukun garabet bir halle düzenin esiri kılınmış, devletlinin olur verdiği / işaret ettikleri ile birleşen tavrını esareti adalet diye dayatmalarının var ettiği ucubelik halleri sorgulamak imkansız kılınsın istenir. Bir nefes gibi elzem olan adalet kavramının çöpe basılmasının ol yalın gerçekliğinden destan çıkartmak da yaygın medyanın boşa doluya sözlerinde, yayın diye çıkagelen propagandist tavrında okunur. Bu hallerle, böyle bir ülkede yurttaşın açık, evrensel olan insan haklarına erişimi söz konusu olur mu, bunca yalan dolan arasında sahi ama sahiden?
Mezopotamya Ajansından aktaralım: “Cumartesi Anneleri, ısrarlı mücadeleleri sonucunda 5 buçuk yıldır kendilerine yasaklanan Galatasaray Meydanı’na yeniden girip açıklama yaptı. 28 yıl önce kaybedilen Abdülkerim Yurtseven, Mikdat Özeken ve Münür Sarıtaş'ın akıbetini soran kayıp yakınları, meydana meydana karanfiller bıraktı.
Gözaltında kaybedilen ve katledilen yakınlarının akıbetini sormak ve faillerin yargılanması talebiyle her hafta Galatasaray Meydanı’nda bir araya gelen Cumartesi Anneleri/İnsanları, eylemlerinin 972'incisini gerçekleştirdi. Kayıp yakınları ile insan hakları savunucularının yer aldığı bu haftaki eyleme, Türkiye İşçi Partisi (TİP) İstanbul Milletvekili Ahmet Şık ve HEDEP Merkezi Yürütme Kurulu (MYK) üyesi Musa Piroğlu ve İnsan Hakları Derneği (İHD) Eş Genel Başkanı Eren Keskin de destek verdi.
Anayasa Mahkemesi’nin (AYM) verdiği “ihlal” kararına rağmen, 2018’de yaptıkları 700’ünci hafta eyleminin ardından 5 buçuk yıl boyunca Galatasaray Meydanı’na girişleri engellenen Cumartesi Anneleri/İnsanları’nın 972’inci hafta eylemine bu kez izin verildi.
5 Buçuk Yıl Sonra Meydandalar
Kayıp yakınları, böylece ısrarlı mücadeleleri sonucunda kendileri ile özdeşleşen meydana yeniden kavuştu.
Ellerinde karanfiller ve kayıplarının fotoğraflarının taşıyan Cumartesi Anneleri, kendileri ile özdeşleşen Galatasaray Meydanı’nda basın açıklaması gerçekleştirdi.
Açıklamayı yapan kayıp yakını İkbal Eren, kayıplarının buluşma mekanı olan Galatasaray Meydanı’na 2018 yılından bu yana geçen 5 buçuk yılın ardından ilk kez çıktıklarını hatırlatarak, bu süreçte yanlarında olan tüm herkese teşekkürlerini sundu.
Devlet tarafından kaybedilenlerin akıbetini öğrenmek ve cezasızlık politikalarına dikkat çekmeye ilişkin Cumartesi Anneleri olarak bugüne kadar ki en uzun adalet mücadelesini yürüttüklerini belirten Eren, bu haftaki eylemlerini de 28 yıl önce kaybedilen Abdülkerim Yurtseven, Mikdat Özeken ve Münür Sarıtaş’ın akıbetini öğrenmek ve faillerin yargılanmasını talep etmek için yaptıklarını söyledi.
Abdülkerim Yurtseven, Mikdat Özeken ve Münür Sarıtaş’ın 27 Ekim 1995 yılında Yüksekova’ya bağlı Ağaçlı Köyü'ne gelen askerlerin köydeki yurttaşları işkence ile köy meydanına toplamasının ardından rastgele seçilerek gözaltına alındığını söyleyen Eren, “73 yaşındaki yürüme zorluğu çeken Abdülkerim Yurtseven, 18 yaşındaki Mikdat Özeken ve 13 yaşındaki Münür Sarıtaş gözaltına alınarak askeri araçla Yüksekova İlçe Jandarma Tabur’una götürdü. Onları sormak için tabura giden ailelere. Binbaşı Yurdakul, ‘24 saat gözaltında tutulacaklar’ dedi. Aileler tekrar tabura gittiğinde ise ‘kimseyi gözaltına almadık, bir daha buraya gelmeyin’ dedi. Ailelerin yaptığı başvurular sonuçsuz kaldı, üç köylüden bir daha haber alınamadı” diye belirtti.
Faillerin Yargılanması Talebi
Eren, yaşanan durumun Hakkari Ağır Ceza Mahkemesi kayıtlarına, “Sanık Yurdakul’un komutasındaki birlik, Ağaçlı köyünden Şemsettin Yurtseven, Mikdat Özeken ve Münür Sarıtaş adlı köylüleri dövmüş, yaşlı olan Yurtseven yediği tekmeler sonucu ölmüştür. Bunu gören Yurdakul, diğer iki köylünün tanıklık edeceğini düşünerek öldürülmesi kararı vermiştir. İki köylü daha sonra tabura ait eğitim sahasında bir çukur içinde tarandıktan sonra benzin dökülerek yakılmıştır” şeklinde geçirildiğini aktardı.
Eren, devamında şunları söyledi: “Ancak tanık beyanlarına rağmen, suça iştirak edenlerin itiraflarına rağmen açılan dava kesin beraat hükmü ile sonuçlandı. İç hukuktan sonuç alamayan aileler, AİHM’e başvurdu. AKP Hükümeti AİHM’e yaptığı savunmada suçu kabul ederek, üç kişinin kaybolması nedeniyle üzgün olduğunu belirtti ve kayıplarla ilgili etkin soruşturma yürütmeyi taahhüt etti. İhlali kabul ederek tazminat ödeme yoluna gitti.”
Eren, Cumartesi Anneleri/İnsanları olarak eylemlerinin 972’nci haftasında, Yurtseven, Özeken ve Sarıtaş’ın yanı sıra tüm kayıplarının faillerinin yargılanmasını talep ettiklerini ifade etti.
Yapılan açıklamanın ardından Cumartesi Anneleri/İnsanları Galatasaray Meydanı’nı karanfiller bırakarak eylemlerini sonlandırdı.”
Masallar türetilirken, hakikatin yalın iç yakıcı hallerinden bir gerçek kesit aktarılır tümü ile Galatasaray Meydanında bir kere daha. 2018 yılından bu yana engellemeler, gözaltı furyaları, darp etmeler arasında bir meydanın yakınlarını arayan / akıbetlerini sual eden insanlara reva görülen muamelenin yalın kötülüğünü bir kere daha görmek mümkündür. Bu defa devletlinin karşısında insanlık mefhumunun direnişi bir dönemeci var eder. Tüm o iktidarın bir zamanlar oy geleceğini umarak sahiplendiği, oysa siyaset üstü olması elzem olagelen bir yara / yıkım sürekliliği için hesap sorulmasının hangi ara suç kılındığı meseli konuşturulmaz. Unutturulur nasılsa denilerek var edilmiş olan cerahatli toplamın karşısında, bir avuçtan az biraz fazla insanın dokuz yüz yetmiş iki haftadır sürdürmeye gayret ettiği şey o masallarda anlatılmayan korkunç Türkiye gerçekliğinden bir kesiti sual etmektir. Tümüyle yok sayılanların geri dönüşü, evlerinden uzakta onca zamandır sürdüre durdukları inatla / ısrarla birlikte bir yanıta kavuşabilmeleri temenni ettiğimizdir. Eşitlik ve adaletten bahisler açılırken masalların donatıldığı bir zeminde hakikatin ta kendisinden de bir kere olsun söz edileceği bir ülke var edilebilecek midir, meselemizdir.
Bianet’ten aktaralım: “Zonguldak’ta dün (10 Kasım) öğle saatlerinde ormanlık alanda yakılmış halde 50 yaşlarında bir erkek cesedi bulundu.
İhbar üzerine olay yerine giden Jandarma delil topladıktan sonra cenazeyi kimlik tespiti için cesedi Atatürk Devlet Hastanesi morguna kaldırdı.
Araştırma yapan Jandarma, ölen kişinin iki gündür kendisinden haber alamadığı için ailesinin kayıp ihbarında bulunduğu 50 yaşındaki Afganistanlı Vezir Mohammad Nourtani olduğunu belirledi.
Yapılan ön otopside, Nourtani’nin 9 Kasım’da öldüğü, vücudunda çok sayıda kırık olduğu tespit edildi. Nourtani’nin cesedinin de olay yerine sonradan getirildiği saptandı.
Soruşturmada ifadesi alınan tanıklardan birinin Nourtani’yi son olarak kaçak olduğu iddia edilen bir maden ocağında hareketsiz gördüğünü söylemesi üzerine Jandarma soruşturmayı derinleştirdi.
Bunun üzerine Jandarma, Nourtani’nin çalıştığı maden ocağının sahibi Enver G. ile birlikte ona yardım ettiği iddia edilen beş kişiyi gözaltına aldı.
800 göçmen işçi çalışıyor
Zonguldak’ın yerel gazetelerinden Pusula, Nourtani’nin üç haftadır, üç arkadaşıyla birlikte aynı madende çalıştığını yazdı.
Nourtani’nin iş cinayeti sonucu öldüğünü belirten gazete, kaçak ocağın sahibi Enver G.’nin cenazeden kurtulmak için ormanlık alana taşıdığını belirtti.
Gazete ayrıca Nourtani gibi en az 800 göçmenin kaçak maden ocaklarında çalıştırıldığını aktardı.
Denetim yapılmadığını belirten gazete, kömür üretiminde çalışan göçmenlerin yasal statüsü olmadığı için kaçak sayıldığını bu nedenle de yasal hak talep edemediklerini ifade etti.
Haberde görüşlerine yer verilen bir kişi de “Afganistan uyruklu işçiler, kömür işletmecileri için bulunmaz nimet. Yasal statüde çalışan bir işçiye en az iki asgari ücret, ona göre sigorta ödeniyor. Afganistan uyruklu işçilere asgari ücreti bile zor veriyorlar. Sigorta yok. Hiçbir hakları yok” dedi.”
Sözün nihayetini katledilen 50 yaşındaki Vezir Muhammed Nourtani'nin 37 yaşındaki 4 çocuk annesi eşi Kamergül Maliki’ye bırakalım: “Bir Müslüman Müslümana insan insana bunu yapar mı ? Kocamı hastaneye götürmek yerine neden yakarak öldürdüler? Eşimi bir yol kenarına bile bıraksalardı bir araba gelir onu hastaneye götürdü. Bu vahşeti işleyenler sadece eşimin öldürmediler, çocuklarımın da geleceğini yok ettiler. Beni böyle dul, çocuklarını da babasız bırakan insanların cezalarını çekmelerini istiyorum. Bu devletin ve adaletin vereceği bir karar. Ama benim isteğim ya idam ya ömür boyu hapis. Şu an karşımda olsalar onlara, onların Müslüman olamayacağını söylerdim. Çünkü Müslüman Müslümana bunu yapmaz. Onların da benim gibi eşi çocukları var. Evimizde çalışan da yok. Yaptıklarıyla ne bana ne de çocuklarıma yaşayacak bir gelecek bıraktılar.”
Büyüklere masallar anlatılırken, var edilen cerahatli ülkenin ta kendisinin her nasıl da bir istikamette sürekli güncellendiği meseli Nourtani’nin katledilmesi sonrası çıkagelir. Artık hiçbir umudun kalmadığı bir cerahat sarmalına dönüşmüş, herkesin bir ötekisine alenen ya da gizlice düşmanlık beslediği, yersiz, yurtsuz kılmak dışında, emek sömürüsünün yanı sıra bir de cana / mala / insaniyete saldırdığı bir zeminin gerçekliğinde kim neyin hesabını verecektir, ikiletmeksizin. Kaçak maden işletmecisi ve diğer iki kişi tutsak edilince adalet yerini bulmuş olur mu? Bütünüyle dibine kadar çürümüşlüğü arşınlayan modern zamanın var ettiği kural tanımazlık, yok edicilik, sonuna kadar tüketicilik hallerinin insanı celladın ta kendisine dönüştürmesinin hesabı ne olacaktır ki? Bütünüyle bu sahnede yaşamaya mecbur kılınmış herkesin sorması elzem olan yaşamın biricikliğinin bu kadar afaki bir hal ile çalınmasının meselesi ne olacaktır, kim verecektir sahiden tek satır açıklama.
Bir masal anlatılıyor. Baş efendi seslendiriyor, beraberindeki korosu, teslimiyet bayrağını çoktandır çekenler onamak için birbirlerini ezercesine harekete geçiyor. Bütünüyle yaşam eylemi, sorgusu, meselesi tarumar. Dünyaya akıl fikir, düşman bilinenlere gözdağı verilip durulurken kendi içinde en olmayacak şeylerin olur kılınmasının yolu güncelleniyor artık. Masallar anlatılırken günbegün ortaya çıkan tablonun ürkütücü hali, çoktandır bir menzildeki yaşamsal idenin / hakkaniyet kavramının da nasıl boşa düşürüldüğünün örneği olur. Dehşet dolu bir ülke pratiğinin kıyısında hakkaniyet, hukuksal eşitlik, adaleti herkes için eşit kılma tahayyülünün bir kenara terk edildiği zeminde mutlak otoriter düzenin hali, var etmek istediği istikametle birlikte demokrasinin de, insan haklarının da tastamam belli bir hezimete uğramasının yolu aralanır. Bu hallerin varlığı karşısında yerli ve milli tiradı ile çıkagelen önalma halleri, taraf değiliz hakemiz çıkışlarıyla birlikte bariz ve bütünlüklü bir dönüşüm var edilir. Bütünüyle yıkımın, yıldırının, tehdit ve tahakkümün hakim kılındığı bir yerde hakikatten bahsi kim açacaktır, nasıl?
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2023
Görsel: Turkey’s Choice – Patrick CHAPATTE via Le Temps
#söz hakkı#meram#mesel#kalıt#durum#anlam#türkiye gerçekliği#başka bir ülke?#yorum#demokrasi#adalet#tahakküm#yıldırı#düşmanlık#ırkçılık#kayıp yakınları#vezir muhammed nourtani#afgani#cinayet#yara#yıkımçürüme#siyasa#biyopolitika
0 notes