#7 yaşında gazete çıkarmak
Explore tagged Tumblr posts
Text
Çılgın Gazete
Merhaba, benim adım Eren. 7 yaşındayım ve 2. sınıfa gidiyorum. En sevdiğim renk ise yeşil.
Süper Gazeteciler adlı kitaplarımdan ikincisini bitirince aklıma kendi gazetemi çıkarmak geldi. Evde olduğum için bunu yapmaya bolca zamanım oldu.
Bilgisayarda yaptığım için bitirdiğim, bastığım ve size gönderdiğim eski gazetelerin konularını silip, yeni konuları yazıyorum. 1. sayıyı da Pages’ den…
View On WordPress
#7 yaşında gazete çıkarmak#Çevre#Çılgın Gazete#Eren Güleç#GençEdebiyat#Gençlik#KAdıköy GAzetesi#Neyya Edebiyat#Neyya Nükhet Eren Yaratıcı Yazarlık Atölyesi#neyyayaratıcıyazarlıkatölyesi#pazartesi14#Pazartesi14.com#Sanat#süper gazeteciler
0 notes
Text
RAKWIKI.com
İşler 7 kişi
İşler Milyarder olmadan 7 kişi sizi şaşırtacak ve sizi bu konuda uyaracaktır.
Bugün, zengin doğmamış ilk milyarderlerin işlerine odaklanacağız.
Warren Buffett - Gazete Dağıtımı
Bugün biliyoruz ki, Warren Buffett bir yatırım dehası, bilinen en yüksek istihbarat adamı ve daha fazla para kazanmak için parasını ne zaman ve nereye koyacağını biliyor. Zengin bir adam, ama bütün bunlara rağmen, bugün çocukken başlayacağımız en tipik işlerden biriyle başladı: gazeteleri teslim etmek. Buffett, 13 yaşında, servetini kurmaya ve gazete rotasını alarak 1 milyar dolarlık bir imparatorluğa sahip olmaya başladı. Ama onları teslim etmekten daha fazlasını yaptı. Ayrıca parasını nasıl harcadığı konusunda da akıllıydı. Gençlerin çoğu paralarını dondurma için harcarken ilk meşru çalışmalarına başlamasını sağladı. Pinball makinesi için bir şirket kurdu ve o zamandan beri farklı iş fırsatları aramaya devam etti. Bunu, tüm projelerinden övgüyle büyük bir değişiklikle üniversiteden mezun olana kadar yaptı. Doğru olması için yaklaşık 10.000 dolar.
Bill Gates - Programcı
Microsoft'un kurucusu ve yaşayan en zengin insanın programcısı olan Bill Gates'i ilk işi hiç bilgisayar içermemesi olarak görmek garip olurdu. Neyse ki Gates için kariyerine bu tür çalışmalarla bilgisayarlarda başladı. Yaygın bir bilgi değil, ama Gates'in bilgisayarlara duyduğu tutku çok genç yaşta başladı. Üniversite yıllarında hiçbir zaman birdenbire hiçbir şey çıkmadı. Lisenin son yılında bilgisayar programcısı olarak çalışmaya başladı. Tam da şu anda olduğu yere giden yolu ateşe veren bu deneydi.
Ancak bugün büyüdükten ve büyük bir başarı kazandıktan sonra Microsoft'tan uzaklaşmaya başladı. Şimdi daha çok eğitimin geliştirilmesi, aşıların geliştirilmesi ve dezavantajlı topluluklar için birçok fırsata erişim sağlanması ile ilgili olan Bill & Melinda Gates Vakfı'na odaklanmaktadır.
Michael Dell - Su ve Bulaşık Yıkama
Bugün Dell, yarattığı bilgisayarlar için ünlü, ancak şirkete başlamadan önce bulaşık makinesi olarak çalıştı. Bulaşık yıkamak için restorandan restorana taşır. İlk işi 12 yaşında bir Çin restoranındaydı. Ağır çalışmaları ve muazzam bağlılığı sayesinde, aynı gemide deniz taşıtlarının görevleri ile ilgilenmesi ve bir asistan olarak çalışması teşvik edildi. Burayı terk ettikten sonra aynısını yapmak için bir Meksika restoranına taşındım.
Jeff Bezos - McDonald's Ajanı
Artık herkes Jeff Bezos'un dünyanın en büyük şirketlerinden birinin arkasında duran adam olduğunu biliyor: Amazon. Ancak şirketin genel müdürü olmadan önce Bezos başka tipik bir işe başladı: burger fırlatmak. Bezos, "Altın Fırsat: Fantastik İşler McDonald's'ta Başladı" nda, mütevazi başlangıçlarından bahsetti.
Tabii ki kitap birçok başka karakteri de içeriyor, ancak Bezos için özel olarak, ayrıntılı çalışmasında kişisel deneyiminden bahsetti. Genç yaşlarında, babası fast food zincirinde çalışıyordu ve kolayca erişilebilirdi. Ayrıntılı deneyimlerini açıklayan Bezos, her zaman hamburger çevirdiğini ve asla kasada olmadığını belirtti. Dahası, karşılaştığı en büyük zorluk yoğun saatlerde sabit ve istikrarlı kalmaktı. Neyse ki, mürettebatın odaklanmasını sağlamak ve işin tadını çıkarmak için orada çok iyi bir yöneticisi vardı.
Ivan Spiegel - Redbull'un organizatörü
Spiegel, sosyal ağ platformu Snapech'in kurucusu olmadan önce, ünlü Redbull enerji içeceğinin destekçisi olarak çalıştı. Lise yıllarında Santa Monica Crossroads'ta stajyer olarak kulüplerde ve barlarda enerji içecekleri dağıttı. Liseden sonra, tecrübesi onu ürün tasarımı okuyordu. Stanford'da eğitim kursları aldı ve sonunda gelecekteki ortakları Reggie Brown ve Bobby Murphy ile tanıştı.
Michael Bloomberg - Bir otoparkta çalışmak
Bloomberg bugün 47.5 milyar dolar değerinde ve yatırım kararlarıyla ve siyasi kariyeriyle tanınıyor. Ama bir kişi olmadan önce, tamamen yabancı bir şekilde çalışmaya başladı - otopark. Bu listedeki diğerleri gibi, zengin bir aileden doğdu ve kendini desteklemek için bir otoparkta çalıştı.
Bu deneyim sayesinde, Bloomberg bu çalışmanın zor iş ve özveri değerinin değerini kazançlı karlarla ödüllendirdi. Çabaları boyunca tüm üniversite ücretlerini para kazandı ve hatta bu fonlardan MBA için ödeyebildi. Bundan sonra Salomon'daki Wall Street'e taşındı ve kariyerine dünyadaki en zengin bireylerden biri olarak başladı.
David Geffen - postadaki yazar
Bugün Geffen, Asylum Records, Geffen Records ve DreamWorks SKG gibi stüdyoları kuran eğlence dallarına ünlüdür. İlk görevine 1964 yılında postaneye katip olarak başladı. Bir röportajda, tipik posta odanızda başlamadığını, ancak Yetenek Ajansının postanesinde William Morris adında olduğunu söyledi. Jeffen, posta açma ve okumadaki benzersiz yolundan dolayı işi alabildi. Şirket için daha fazla değer üretmenin bir yolu olarak açık posta yönlendirmeyi ve ofisler üzerindeki notları okumayı öğrendi.
Tüm bu öykülerden anlayabileceğiniz gibi, bir insanın ilk işlevi bile daha sonra bir şekilde ya da başka bir şekilde tanıdığı bir şeye dönüşebilir ve büyüyebilir. Nereden başladığınızdan bağımsız olarak, bu ilk deneyimlere baktığınız sürece bir milyarder olabilirsiniz ve bu bireylerin zevk alacağı tutku, azim ve sabrınız vardır.
siteyi görüntülemek için buraya tıklayın
tam siteyi görüntüle
2 notes
·
View notes
Text
“Gazetecilik bir misyondur”
Barkan Tigin, lise yıllarından itibaren yıllarca fotoğrafçılık, köşe yazarlığı ve savaş muhabirliği yapan bir gazeteci. Çeşitli bölümlerde akademik eğitimini tamamlayan Tigin yedi dil biliyor ve bu durumun kendisine büyük avantajları olduğunu söylüyor. Tigin ile savaş muhabirliğine başlayışı ve gazeteciliği üzerine konuştuk.
Gazetecilik alanına ilginiz nasıl başladı?
Gazetecilikten önce fotoğrafçılık merakımla başladı. Yıllar önce ben yedi yaşındayken İstanbul’da her mahallede olduğu gibi bizim mahallemizin de fotoğraf stüdyosu vardı. Orada karanlık odada çıraklık yaparak başladım. Film yıkama, resim baskısı gibi. Ortaokul sonuna kadar devam etti ama ben kendimi fotoğraf konusunda çok geliştirmiştim –çekimde değil tabi sadece karanlık oda-. Liseye başladığımda çalıştığım stüdyodaki fotoğraf ustasından makine istemiştim. Gençliğin verdiği heyecan vardı, makineyle okula gitmek, bir hava atmak gibi. Lise birde teneffüste arkadaşlarımın fotoğraflarını çekiyordum sonra ustaya bu fotoğrafları satacağımı, harçlığımı çıkaracağımı söyledim, yap dedi. Öyle başladı. Sürekli portre çekiyordum, benim usta çektiğim portreleri o kadar çok beğenmişti ki ‘ben kırk yıllık fotoğrafçıyım ancak senin çektiğin o portreleri ben hiç çekmedim’ demişti ve hayatımda aldığım ilk gaz buydu. Ustamın bana anlattığı şuydu: fotoğrafçılık teknik bilgi değildir. Sonraki öğretilerimde, kendimi geliştirmemde bu bende ana fikir oluşturdu. Eğer sende göz yoksa fotoğrafçı olamazsın. Yıllar sonra ben sinema eğitimine başladığımda bu bendeki fotoğraf gözü o kadar çok işe yaradı ki. Sende olması gereken bir özellik bu, fotoğrafı öğrenirsin ama göz oksa sende istersen yüz bin dolarlık makine kullan o çektiğin fotoğraf hiçbir şey ifade etmez. Sonrasında fotoğraf felsefesi üzerine kitaplara yoğunlaşmaya başladım. 1980 öncesi yıllardan bahsediyorum. Ben yine okulda arkadaşların fotoğraflarını çekerken sağ görüşlü bir grup okulu basıyor, sol görüşlü bir öğrenciyi duvara sıkıştırıp kurşun yağmuruna tutuyorlar ve o arada da ben refleks olarak o anı dondurdum, görüntüledim. Çeker çekmez de Cumhuriyet Gazetesi’ne gittim ve bunu haber yaptım, hayatımdaki ilk haberdi bu. Yayın yönetmeni bu haberi bastı, ben gazeteci olmak istiyorum deyince ‘sen zaten gazetecisin’ dedi, bu olayı anında yakalayıp ölümsüzleştirmek bir gazetecilik refleksiydi çünkü herkes baktı bir ben gördüm. Sonra Cumhuriyet Gazetesi’nde başladım, bir ay sonra Politika Gazetesi diye bir gazete kurulmuştu. Orada Metin Kurt adlı eski Galatasaraylı bir futbolcu vardı, beni onun yanına verdiler, biraz sporla geliştir kendini dediler. Sporla başladım, kale arkasında 1. ve 2. Ligde fotoğraf çekimleriyle devam ettim fakat içime sinmemişti. Benim fotoğraf makinesiyle buluştuğum an içimde bir dev uyanıyordu sanki öyle hissediyordum. Bir kimlik, karakter, güç geliyordu. O makineyi eline aldığın zaman farklı bir kimlik kazanıyorsun. 1980 yılına kadar bu böyle devam etti, darbe olduğunda –ailem Yugoslav göçmeni, beş kardeşiz- ailem bizi Yugoslavya’ya geri götürdü. İlk merakım aslında genel olarak böyle başladı.
“Benim seçimim değildi”
Savaş muhabirliğine nasıl başladınız ve savaş muhabirliği size ne ifade ediyor?
Yugoslavya’ya gittikten sonra Filoloji Fakültesi’ne yazıldım, bir yıl okudum. Oranın şartları, bizim vatandaşlığımızın belirsizliği ve misafir gibi olmamız dolayısıyla çok zorlandık. Yapı olarak anarşizan bir ruha sahip, yerinde durmayan, bir şey arayan birisiydim. Birinci sınıfta bu ülkeden ayrılacağım dedim. Üsküp’te Yunanlı bir sevgilim oldu, onun peşine takıldım ve Yunanistan’a gittim. İlk yıl zor geçti, Yunanistan’a gidince dili üç ayda öğrendim çünkü Makedoncadan Kiril altyapısı vardı bende. Bir yıl ayakta kalma mücadelesinden sonra bir arkadaş grubuyla bir adaya gittik, Fransız otelinde fotoğrafçılık yaptık bütün yaz boyunca. Fotoğrafta çok gelişmiştim, güzel bir süreç yaşadık tabi Fransızcam da gelişti o süreçte. Atina’ya döndükten sonra tarihçi bir profesör arkadaşım vardı, onunla çok sık konuşurduk, Yunancamı geliştirmemde faydalı oldu. Çok fazla çevresi vardı arkadaşımın, ne yapmak istediğimi sorunca ben gazetede çalışmak istiyorum dedim. Genel yayın yönetmeni bir arkadaşıyla konuştu ve ben gidip o gazetede çalışmaya başladım. Yaklaşık beş yıl çalıştım. Romanya iç savaşı patlak verdi ve beni gönderdiler. Hayatımda hiç savaş görmemişim ama tabi ki yaparım diyen bir cahil cesaretiyle hazırlanıp gittim. Gittiğim il gün, gece her taraftan kurşun yağıyor ama ben ne yapacağımı bilmiyorum, kendi kendime konuşurken birden arkamdan bir ses ‘abi sen Türk müsün?’ dedi. Baktım sırtında kamerası olan birisi, TRT kameramanıydı. Üç adım attık, bir kurşun kameramanın tam alnına isabet etti ve yanımda öldü. İlk deneyimimdi bu, onu sürükleyerek oradan uzaklaştırdım. Üç-dört gün kaldım. Nikolay Çavuşesku’nun kurşuna dizilişini görüntüledim. Yunanistan adına haber müthiş ses getirmişti. Bunun üstüne ‘savaş muhabirliği’ diye bir yafta takıldı bana, benim seçimim değildi. Ondan sonra Irak, Latin Amerika, Nikaragua, El Salvador, Küba, Filistin gibi yerlerde bulundum. Aynı zamanda Atina’da sinema eğitimi alıyordum ama orada olmayacağını anladım, İngiltere’ye gittim. 1988-1989 sonlarında Bosna Savaşı başladı, ben o dilleri bildiğim için TheGuardian gazetesi ile görüştüm ve beni Bosna savaş muhabiri olarak Bosna’ya gönderdiler. Hayatımın en kanlı, en dramatik savaşlarından birinin tanıklığını yaptım. Orada yaptığım haberler dünya basınında çok ses getirdi hatta Bosna’nı kaderini değiştirecek çok haber yaptım. TheGuardian gazetesinde yaptığım Kanlı Pazar haberi manşet oldu ve Birleşmiş Milletler Bosna’ya girme kararı aldı. Bu benim için onurdur.
Savaş muhabirliğinin gerekleri nelerdir?/ herhangi bir eğitim sürecinden geçilmesi gerekir mi?
Savaş muhabirliği diye bir branş yoktur öncelikle. Birinci koşul olarak cesaret gösterilir. Cesaret cahillerde olan bir vasıftır. Özellikle savaş muhabirliğinde hayatında görmediğin bir ülke ve savaşın içine gireceksin ne yapacaksın orada? Kültür birikimi, bilgi birikimi, gazetecilik deneyimi, dil becerisi çok önemlidir. Bu zenginliklere sahip olmadan savaş muhabirliği yapamazsın.
Hiç korku hissettiniz mi?/Unutamadığınız bir anınız var mı?
Korku insanı dinç tutan bir kavramdır. Ben hiçbir şeyden korkmuyorum diyen bir insan yoktur ki varsa bile o cahilin önde gidenidir. Korku, insanı ayakta tutmaya çalışan en önemli duygulardan biridir. Tabii ki korktuğum çok oldu ama o korku benim o işi yarıda bırakıp dönmeme neden olmadı, tam tersine üzerine yürümemi sağladı. Bosna’da yaşadığım bir olayı söyleşilerde anlatıyorum zaten yarısında ağlayan dışarı çıkıyor, izin verirseniz burada anlatmayayım. Havada uçuşan cesetlerden tutun elimde kolumda ölen yaşlı insana kadar hepsini yaşadım.
“Gazetecilik bir misyondur”
Gazeteciliğe yüklediğiniz anlam nedir?/ Türkiye’deki gazetecilik geçmişinizden bahseder misiniz?
1995’te Türkiye’ye döndüm. Akşam, Radikal, Yeni Binyıl, Sabah, Birgün gazeteleri ve çeşitli dergilerde çalıştım. Gazetecilik bir misyondur. Toplumu bilgilendirmek, toplum içerisinde var olan olayları kamuoyuna duyurmak ve kamuoyunda tartışma yaratmak, bilinmeyenleri açığa çıkarmak gibi bir misyonu vardır gazeteciliğin. Son zamanlarda bu durum sekteye uğradı, haber yapan gazeteciler cezalandırıldığı için şuan haberin ötesinde farklı şeyler yapılıyor. Bir tarafın çıkarını savunarak yapılan haberler aslında toplumu da çok ilgilendirmeyen haberlerdir, kar haberleridir. Bir şirketin patronuyla yapılan röportaj bence haber değildir. Farklı siyasal bir uzlaşma için veya bir rant için bu tür şeyler öne çıkarılır.
‘Adsız Dünya Çocuklarına’ isimli projenizin gelişim aşamalarından bahsedebilir misiniz?
Şimdiye kadar yaptığım bütün haberlerin, yayınlanan veya yayınlanmayan fotoğraflardan oluşan –elimde o kadar çok arşiv var ki- bir sergi silsilesi başladı. Yaklaşık sekiz tane sergi açtım Adsız Dünya Çocuklarına. Bu El Salvador’dan ve o coğrafyadan çocuk savaşçılar üzerinden o kirli savaşı anlatan silahlanmaya ve savaşa karşı bir proje. Şimdi sergi tüm Türkiye’yi dolaşıyor, tabi bu kendim olanaklarımla gidiyor ama çok fazla da gitmiyor. Hiçbir çıkarım yok, hiçbir sergimden ilkesel olarak fotoğraf satmıyorum çok talep olmasına rağmen. Sponsor üzerinden yürümeye çalışıyorum, o geliştikçe benim sergilerim devam edecek. Bunun yurtdışı ayağı da var; Londra, Bosna, Makedonya, Atin, Almanya ve Melbourne var. Adsız Dünya Çocuklarına projem bu şekilde devam ediyor.
Türkiye basınında Hasan Maksud adını kullandınız. Bu ismi kullanmanızın nedenini anlatabilir misiniz?
O zaman Radikal’de şimdi de çok ünlü bir gazeteciyle çalışıyoruz. Bir gün geldi, Unkapanı’nda–o zaman Unkapanı Türk müzik sektörünün kalbidir, Yeşilçam filmlerinde çocukları götürürler, kaset yaparlar- bir çocuk var dedi, kaset yapacakmış, onu biraz cilalayalım. Gittik, bir çocuk çıktı 7 yaşında yok, papyonlu, saçlar, kıyafetleri İbrahim Tatlıses’inkilerin aynısı. Kim bu çocuk dedik, Küçük İbo diye bir şarkıcı o çocuk. İbrahim Tatlıses’e bir sallıyor. Biz tam sayfa röportajını yayınladık o çocuğun. Arkadaşımla konuştuk, ben buna imza atmam dedim. O da ben de farklı isimler kullandık. Makedonya’da bir gazetede beş ayrı köşede yazıyordum ve farklı isimler kullanıyordum. O isimlerden biri de Hasan Maksud’du. Haber yayınlanınca İbrahim Tatlıses bizi arıyor ve o çocuğu bana getirin diyor ve programına çıkardı onu. Bu isim böyle devam etti, Türk basınında beni beş kişi Barkan Tigin olarak bilir.
Takip ettiğiniz savaş muhabirleri var mı?
Türkiye’de hem dostum hem de tek geçtiğim savaş muhabiri Coşkun Aral’dır. Onun yaptığı işler ve onunla birlikte Mete Çubukçu vardır.
“Türkiye’ye dönmek benim için bir ütopyaydı”
Birçok ülkede çalıştınız ama şuan Türkiye’de olmanızın sebebi nedir?
Hayatımın dörtte üçü hep yurtdışında geçti ama nereye gidersen git insanın ülkesi başka bir şeydir. Çoğu zaman o yalnızlığı o kadar çok yaşadım ki, sabah kalktığımda yastığımda gözyaşlarım vardı, özlem vardı. Ben ailemle hiç beraber olmadım, hem aileden hem ülkenden uzak. Yaşadığın ırkçılık, ayrımcılık, ağzınla kuş da tutsan sen Türksün! Çok başarılı, mücadele dolu bir hayatım oldu yurtdışında ama Türkiye’ye dönmek benim için bir ütopyaydı sanki. Elbet bir gün ülkeme döneceğim diyordum ve döndüm. Çok mu mutluyum? Çok da mutlu değilim. Yurtdışında sahip olduğum arkadaşlığa Türkiye’de sahip değilim şuan, hiç arkadaşım yok. Tanıdığım dostlar var ama arkadaş başka bir şey. Türkiye bildim bileli o kadar mutsuz bir ülke ki, mutsuz bir ülke haline getirildi ki… Hiçbir şeyden mutlu olamıyoruz. Bazıları hala ben terk edeceğim bu ülkeyi diyor. Ben de tam tersini söylüyorum: gitmeyeceğim de terk etmeyeceğim de. Son damlasına kadar da ülkeme sahip çıkacağım. En çok da olanağı olan benim şuan bir evim, bir arkadaşım var ama ben ülkemi terk etmeyeceğim.
Yeni mezunlara önerileriniz var mı?
Şuan basın bir kimlik değiştirdi. Haber alma/verme hakkı artık başkalarının elinde. Gazeteci olarak çalışan arkadaşlar artık gazeteci değil ulak. Yeni gelen nesil keşke düzgün eğitim verseler de gazeteci üretseler. Şuan mezun olanların çoğu zaten işsiz ve alakasız mesleklerde çalışıyorlar. Oysa sen o gazeteciliği niçin bitirdin gazetecilik yapmak için. Maalesef o olanaklar elimizden alındı, tamamen kişisel olanaklardan oluşan bir gazeteci ekibi, birilerinin tanıdığı vs. Bu ülkeye sahip çıkmanız gerekiyor gerçek anlamda gazetecilik yaparak. Medya tekelde şuan, alternatif basın oluşturmak gerekiyor. Bunu da yeni mezunların oluşturması gerekiyor, yeni bir muhalefetin olması gerekiyor. Her şey internet üzerinden gidiyor, internet gazeteciliği yapacak ekipler oluşturarak bir habercilik yapılabilir. Her şey örgütlenmekten geçer diyorum ben. Yeni nesil gazetecilerin kendi basınını yaratmalarını öneriyorum ben.
0 notes