#138 kelime
Explore tagged Tumblr posts
Text
Ordinat Yayınları 12. Sınıf Türk Dili ve Edebiyatı Ders Kitabı Sayfa 138 Cevapları
Suları ıslatamadım şiirinin teması nedir?
Metni Anlama ve Çözümleme Soruları Şiirin teması nedir? Açıklayınız. 🔑Cevap: Anadolu halkının durumu. Şiirden hareketle şairin psikolojisini değerlendiriniz. 🔑Cevap: Şair halk psikolojisine yönelmiştir. Şiirdeki benzetme sanatı örneklerini bulunuz. 🔑Cevap: başak-yılan / döşek-yılan / yorgan-akrep Şiirdeki ahenk unsurlarını (ölçü, kafiye, redif, nakarat; ses, kelime ve kelime grubu tekrarı,…
View On WordPress
#12 sınıf edebiyat ders kitabı cevapları ordinat yayınları#12. Sınıf edebiyat ders kitabı cevapları#12. Sınıf edebiyat ders kitabı ordinat yayınları#12. Sınıf edebiyat ders kitabı ordinat yayınları pdf#12. Sınıf edebiyat sayfa 138 cevapları ordinat yayınları#ordinat yayınları 12. Sınıf edebiyat ders kitabı cevapları
0 notes
Text
1) Aşka inanır mısın?
2) Uykun hassas mı?
3) En sevdiğin yemek?
4) Uğurlu sayın?
5) Kırmızı çizgin ne?
6) Telefon zil sesin ne?
7) Hayat felsefen ne?
8) Kan grubun ne?
9) Senin için değerli 3 insan?
10) Bir koleksiyonun var mı?
11) Çay mı kahve mi?
12) Bir zaafın var mı?
13) Hangi takımlısın?
14) Burçlara inanır mısın?
15) Seni en sinir eden şey?
16) Sigara kullanıyor musun?
17) Komik bir anını anlat?
18) Kendini 3 kelime ile anlat?
19) Engel listenin ss'ini at!
20) En uzun ilişkin ne kadar sürdü?
21) Geçmişe mi geleceğe mi gitmek isterdin?
22) 4 elementten hangisini yönetmek isterdin?
23) Kuş mu yoksa Balık mı olmak isterdin?
24) Bir küp altın bulsan kimseye söyler miydin?
25) 6. Hissin kuvvetli midir?
26) Kaç sevgilin oldu?
27) Asla affetmem dediğin şey?
28) Telefonunun arka planı ne?
29) Yaptırmak istediğin dövmenin modeli?
30) Bir insana 2. Şansı verir misin?
31) Asla yapmam dediğin şey?
32) Kime benzetiliyorsun?
33) Bildirimlerini açtığın blog var mı?
34) Yapılmasından hoşlanmadığın şey?
35) Hayatta değer verdiğin en önemli şey?
36) Duymaktan nefret ettiğin 3 kelime?
37) En kötü söylediğin şarkıyı söyle video olarak at!
38) Gidip sonsuza kadar orda yaşarım dediğin bir yer var mı?
39) Vücudun da en beğenmediğin yerin?
40) İnsanların düşüncelerini duymak ister miydin?
41) Yarın öleceğini biliyorsun bugün napardın?
42) Huzuru nerede bulursun?
43) Ne zaman ve nasıl öleceğini bilmek ister miydin?
44) Bu zamana kadar duyduğun en güzel iltifat?
45) Hiç lens kullandın mı?
46) Sana çocukken takılmış bir lakap varmıydı?
47) Yaşadığın en acı veren şey?
48) Ölmüş birisiyle konuşabilseydin bu kim olurdu?
49) Asla yapmam deyip yaptığın bir şey oldu mu?
50) İnsanlarda gıcık olduğun 3 hareket?
51) Komik filtreli bir resmini at!
52) Garip bir yeteneğin var mı?
53) Güzel bir sesin mi? Yoksa güzel bir tipin mi olmasını isterdin?
54) Hafızandan 1 anıyı silmek isteseydin bu ne olurdu?
55) Yaptığın en büyük fedakarlık?
56) Kimsenin bilmediği gizli bir küfür biliyor musun?
57) Tanışmak istediğin bir blog var mı?
58) Anı yaşamak mı planlı yasamak mı?
59) Parfümünün markası ne?
60) Fallara inanır mısın?
61) Ailenden biri seni hiç yanlış bir şey yaparken yakaladı mı?
62) Geçmişteki sen gelecekteki sana bir not yollasa bu ne olurdu?
63) Sana şans getirdiğine inandığın bir şey var mı?
64) Başına gelmiş en utanç verici olay?
65) Müziklerinin arasında en sevdiğin 3 şarkı?
66) Şu an bulunduğun ortamın resmini at!
67) Birine yaptığın en acımasız şey?
68) Hiç falcıya gittin mi?
69) 5 duyu organından 1'ini feda etmen gerekiyor hangisi?
70) Biri sana hiç şantaj yaptı mı?
71) Hiç yaşlanmamak ister miydin?
72) Kaç dilde küfür biliyorsun?
73) Hiç intihar etmeyi düşünecek dereceye geldin mi?
74) Giyinmekten hoşlandığın tarz var mı?
75) En sevdiğin şarkı sözü?
76) Okuduğun bir kitabın en hoşuna giden bölümü?
77)Her izlediğinde gözünün dolmasına sebep olan bir film sahnesi var mı?
78) İlk 3 hayalini söyler misin?
79) Odandaki en garip şeyin resmini at!
80) Keşke yapmasaydım ya da yapsaydım dediğin bir olay var mı?
81) Takıntılı olduğun bir şey var mı?
82) Seni en çok huylandıran şey?
83) Aklından asla çıkaramadığın bir şey var mı?
84) Bir fantazin var mı?
85) Adını okumakta zorlandığın bir şey var mı?
86) Ruhun bedenlerin içine girse neler yapardın?
87) Bir kere yapıp da pişman olduğun bir şey var mı?
88) İdol olarak gördüğün bir insan var mı?
89) Bir heykel yapabilsen bu ne olurdu?
90) Alışverişi sever misin?
91) Elinin resmini yolla!
92) İnandığın bir felsefe akımı var mı?
93) Sesini beğeniyor musun?
94) Çocuğuna hangi ismi vermek isterdin?
95) Soğukkanlı biri misin?
96) Yüksek bir para karşılığında senden büyük birisiyle flört edermiydin?
97) Kimseye nude attın mı?
98) Durduk yere aklına takılan bir soru var mı?
99)Haksız yere suçlandığın oldu mu?
100) Evde kimse yokken kendi kendine konuşur musun? Veya ayna karşısında saçma hareketler yapar mısın?
101) Sahil mi yoksa dağda kamp mı?
102) Tavuk gibi gıdakla! Sesini at!
103) Sevdigin bir korku filmi karakteri
var mı?
104) Haftanın en sevdiğin günü?
105) Tuttuğun şey altın olsa ilk neyi tutardın?
106) Evcil hayvanın var mı?
107)Dünya da kalan son insan olsan ne yapardın?
108) Mesafe ilişkisine nasıl bakarsın?
109) Hiç rüyalandın mı?
110) Kendini en çok hangi kültüre yakın hissediyorsun?
111) Google da aradığın son şey? Ss'ini at!
112) Hiç fake hesap açtın mı?
113) En uzun ne kadar çişini tuttun?
114) Mezar taşına ne yazd��rmak isterdin?
115) En son korktuğun rüya neydi?
116) Hangi aktrist ya da model ile evlenmek isterdin?
117) 10 Milyon dolar verseler bile yapmayacağın bir şey?
118) Duygularını nasıl ifade edersin?
119) Doğum gününün kutlanması seni mutlu eder mi?
120) Telefonunun galerisinden son çektiğin 5 fotoğrafı göster!
121) Altıncı hissin kuvvetli midir?
122) Nasıl evlenme teklifi almak veya etmek isterdin?
123) Yazı mı yoksa kışı mı daha çok seversin?
124) Sana hediye edilmiş anısı olan bir şey var mı?
125) Tarihe adını yazdırmak için ne yapardın?
126) Islık çalabiliyor musun?
127) 7 ölümcül günahtan hangisisin?
128) Senin için değerli insanları emoji ile anlat?
129) Telefonundaki en komik caps'i at?
130)Kendini nasıl birine tüm özelliklerinle anlatırdın?
131) Hesabı kim ödemeli?
132) Hayatın bir film olsaydı adını ne koyardın?
133) Hiç aldatıldın mı veya aldattın mı?
134) En uzun ilişkin ne kadar sürdü?
135) Önyargıların var mı?
136) İnandığın bir batıl inanç var mı?
137) Sarma mı? Mantı mı? Pizza mı?
138) Kapı komşun kim olsun isterdin?
139) En son rüyanda ne gördün?
140) Whatsapp’tan sana son yazan kişiye artık seni sevmiyorum yaz gönder ss'ini at!
141) Beni Neden Sevmedin?
142) Sütlü mü şerbetli tatlı mı?
143) Benim hakkımda bir şey itiraf et!
144) Romantik bir sticker yolla!
145) Sevgiline yaptığın bir romantiklik var mı? En unutamadığını anlat.
146) Bana güzel bir şey söyle.
147) Unutamadığın kötü bir anın var mı? Varsa anlat.
148) En kötü özelliğin ne?
149) Kendinle ilgili bir sır ver!
150) Seni neden sevmeliyim?
30K notes
·
View notes
Text
Soru Sormak İsteyen Anonimler İçin Dizayn Edilmiştir :D
1-Aşka inanır mısın? 2-Uykun hassas mı? 3-En sevdiğin yemek? 4-Uğurlu sayın? 5-Kırmızı çizgin ne? 6-Telefon zil sesin ne? 7-Hayat felsefen ne? 8-Kan grubun ne? 9-Senin için değerli 3 insan? 10-Bir koleksiyonun var mı? 11-Çay mı kahve mi? 12-Bir zaafın var mı? 13-Hangi takımlısın? 14-Burçlara inanır mısın? 15-Seni en sinir eden şey? 16-Sigara kullanıyor musun? 17-Komik bir anını anlat? 18-Kendini 3 kelime ile anlat? 19-En uzun ilişkin ne kadar sürdü? 20-Geçmişe mi geleceğe mi gitmek isterdin? 21-Dört elementten hangisini yönetmek isterdin? 22-Kuş mu yoksa Balık mı olmak isterdin? 23-Bir küp altın bulsan kimseye söyler miydin? 24-Altıncı Hissin kuvvetli midir? 25-Kaç sevgilin oldu? 26-Asla affetmem dediğin şey? 27-Telefonunun arka planı ne? 28-Yaptırmak istediğin dövmenin modeli? 29-Bir insana 2. Şansı verir misin? 30-Asla yapmam dediğin şey? 31-Kime benzetiliyorsun? 32-Bildirimlerini açtığın blog var mı? 33-Yapılmasından hoşlanmadığın şey? 34-Hayatta değer verdiğin en önemli şey? 35-Duymaktan nefret ettiğin 3 kelime? 36-Gidip sonsuza kadar orda yaşarım dediğin bir yer var mı? 37-Vücudun da en beğenmediğin yerin? 38-İnsanların düşüncelerini duymak ister miydin? 39-Yarın öleceğini biliyorsun bugün napardın? 40-Huzuru nerede bulursun? 41-Ne zaman ve nasıl öleceğini bilmek ister miydin? 42-Bu zamana kadar duyduğun en güzel iltifat? 43-Hiç lens kullandın mı? 44-Sana çocukken takılmış bir lakap varmıydı? 45-Yaşadığın en acı veren şey? 46-Ölmüş birisiyle konuşabilseydin bu kim olurdu? 47-Asla yapmam deyip yaptığın bir şey oldu mu? 48-İnsanlarda gıcık olduğun 3 hareket? 49-Garip bir yeteneğin var mı? 50-Güzel bir sesin mi? Yoksa güzel bir tipin mi olmasını isterdin? 51-Hafızandan 1 anıyı silmek isteseydin bu ne olurdu? 52-Yaptığın en büyük fedakarlık? 53-Kimsenin bilmediği gizli bir küfür biliyor musun? 54-Tanışmak istediğin bir blog var mı? 55-Anı yaşamak mı planlı yasamak mı? 56-Parfümünün markası ne? 57-Fallara inanır mısın? 58-Ailenden biri seni hiç yanlış bir şey yaparken yakaladı mı? 59-Geçmişteki sen gelecekteki sana bir not yollasa bu ne olurdu? 60-Sana şans getirdiğine inandığın bir şey var mı? 61-Başına gelmiş en utanç verici olay? 62-Müziklerinin arasında en sevdiğin 3 şarkı? 63-Birine yaptığın en acımasız şey? 64-Hiç falcıya gittin mi? 65-Beş duyu organından 1'ini feda etmen gerekiyor hangisi? 66-Biri sana hiç şantaj yaptı mı? 67-Hiç yaşlanmamak ister miydin? 68-Kaç dilde küfür biliyorsun? 69-Hiç intihar etmeyi düşünecek dereceye geldin mi? 70-Giyinmekten hoşlandığın tarz var mı? 71-En sevdiğin şarkı sözü? 72-Okuduğun bir kitabın en hoşuna giden bölümü? 73-Her izlediğinde gözünün dolmasına sebep olan bir film sahnesi var mı? 74-İlk 3 hayalini söyler misin? 75-Keşke yapmasaydım ya da yapsaydım dediğin bir olay var mı? 76-Takıntılı olduğun bir şey var mı? 77-Seni en çok huylandıran şey? 78-Aklından asla çıkaramadığın bir şey var mı? 79-Bir fantazin var mı? 80-Adını okumakta zorlandığın bir şey var mı? 81-Ruhun bedenlerin içine girse neler yapardın? 82-Bir kere yapıp da pişman olduğun bir şey var mı? 83-İdol olarak gördüğün bir insan var mı? 84-Bir heykel yapabilsen bu ne olurdu? 85-Alışverişi sever misin? 86-İnandığın bir felsefe akımı var mı? 87-Sesini beğeniyor musun? 88-Çocuğuna hangi ismi vermek isterdin? 89-Soğukkanlı biri misin? 90-Yüksek bir para karşılığında senden büyük birisiyle flört edermiydin? 91-Kimseye nude attın mı? 92-Durduk yere aklına takılan bir soru var mı? 93-Haksız yere suçlandığın oldu mu? 94-Evde kimse yokken kendi kendine konuşur musun? Veya ayna karşısında saçma hareketler yapar mısın? 95-Sahil mi yoksa dağda kamp mı? 96-Sevdigin bir korku filmi karakteri var mı? 97-Haftanın en sevdiğin günü? 98-Tuttuğun şey altın olsa ilk neyi tutardın? 99-Evcil hayvanın var mı? 100-Dünya da kalan son insan olsan ne yapardın? 101-Mesafe ilişkisine nasıl bakarsın? 102-Hiç rüyanda seviştin mi? 103-Kendini en çok hangi kültüre yakın hissediyorsun? 104-Hiç fake hesap açtın mı? 105-En uzun ne kadar çişini tuttun? 106-Mezar taşına ne yazdırmak isterdin? 107-En son korktuğun rüya neydi? 108-Hangi aktrist ya da model ile evlenmek isterdin? 109-On Milyon dolar verseler bile yapmayacağın bir şey? 110-Duygularını nasıl ifade edersin? 111-Doğum gününün kutlanması seni mutlu eder mi? 112-Altıncı hissin kuvvetli midir? 113-Nasıl evlenme teklifi almak veya etmek isterdin? 114-Yazı mı yoksa kışı mı daha çok seversin? 115-Sana hediye edilmiş anısı olan bir şey var mı? 116-Tarihe adını yazdırmak için ne yapardın? 117-Islık çalabiliyor musun? 118-Yedi ölümcül günahtan hangisisin? 119-Senin için değerli insanları emoji ile anlat? 120-Yolda giderken gaz çıkardın mı? 121-Telefonundaki en komik caps'i at? 122-Kendini nasıl birine tüm özelliklerinle anlatırdın? 123-Hesabı kim ödemeli? 124-Hayatın bir film olsaydı adını ne koyardın? 125-Hiç aldatıldın mı veya aldattın mı? 126-En uzun ilişkin ne kadar sürdü? 127-Önyargıların var mı? 128-İnandığın bir batıl inanç var mı? 129-Sarma mı? Mantı mı? Pizza mı? 130-Kapı komşun kim olsun isterdin? 131-En son rüyanda ne gördün? 132-Wc'ye girince pantolonu tamamen çıkaranlardan mısın? 133-Vejeteryan mısın? 134-En sevdiğin porn kategorisi? 135-Beni Neden Sevmedin? 136-Bir itirafta bulunabilir misin? 137-Eski sevgilinden nasıl ayrıldın? 138-Bildirimlerini açtığın blog var mı? 139-Kimseyle mektuplaştın mı? 140-Kimse sana kitap hediye etti mi?
1K notes
·
View notes
Text
Heavenly Blessing – 138. Bölüm
Mega // Drive // Wattpad
Bölüm 138: Çorak Tepelerde, Ayaklanan Kara Kalpli Han
Hizmetçilerin sahiden sözlerini tutacağı ve onları ele vermeyecekleri hiç aklına gelmemişti. Başka birisinden bahsediyorlardı.
Görünüşe göre ikisi dışında başka ‘oldukça tuhaf bir kadın’la küçük bir çocuk, gece için bu handa kalmaya gelmişti.
Cennet’in Gözü ve ekibi bakıştı ve neredeyse aynı anda el işaretleri yaptılar, kapıyı tekmeleyerek açmaya hazırlardı. Aniden, odanın içindeki ışık söndü ve siluet kayboldu. Hemen ardından ise bir grup hızlı ‘pat, pat, pat’ sesi ve hızla kapıyı açan bir kadının aceleci ayak sesleri duyuldu, sövüyordu. “SİZ LEŞ KOKULU HERİFLER GECENİN Bİ YARISINDA NE BOKUNA KAPIMIN DIŞINDA DİKİLİYONUZ? BÜYÜK ANNENİZ BANYO YAPACAK, NE PLANLIYONUZ? HAA?!”
Kadın inceydi ve şehvetli bir vücudu vardı, makyajsız yüzü cennetlikti; her ne kadar dövüşçü bir horozun endamına sahip olsa da, yine de büsbütün bir kadındı. Cıkladı, kollarını kıvırdı ve sövmeye devam etti. “VE Bİ DE Bİ SÜRÜ KEŞİŞLE EFSUNCU. SİZ DİNDAR RAHİPLER DEİL MİSİNİZ? İFFET YEMİNLERİNİZE NOLDU?!”
Bazı keşişler mırıldandı. “Yanlış anlaşılma, sadece bir yanlış anlaşılma…”
Kadın kaşlarını imkansız derecede kaldırdı, saldıracakmış gibi ellerini de yükseltti. “YALNIŞ ANLAŞILMAYMIŞ BULUŞMAYMIŞ SİKİMDE DEĞİL, DEFOLUP GİDİN YOKSA BU BÜYÜK ANNE SİZE BANYO SUYUYLA DOLU KOCA BİR KÜVET VERECEK!”
“HEY HEY HEY, HAYIRSEVER HANIM, NASIL BÖYLE DAVRANIRSIN? EDEBİNİ TAKIN!”
“Hadi gidelim buradan…”
Her ne kadar Xie Lian kadının yüzünü tanımasa da, yine de sesinin ve tavrının oldukça aşina geldiğini düşünüyordu. Bir an sonra fısıltıyla sordu. “Lan Chang?”
“Evet. Bu o.” Hua Cheng cevapladı.
Kalabalığın dağıldığını görünce, Lan Chang rahat bir nefes vermiş gibi göründü, etrafına baktı ve aceleyle tekrar odasına girerek kapıyı kapattı. Ağır bir makyajla yüzünü boyamamıştı, dünyaya sade yüzünü gösteriyordu ve gözlerinin etrafında bir hayli kırışıklıklar vardı, yaşı kendini belli ediyordu, beklenmedik bir şekilde zarifti ve Xie Lian neredeyse onu tanıyamayacaktı. Eğer Büyük Savaş Salonuna bugünkü haliyle gelse, Pei Ming’in masumiyeti o zamanki kadar inanılır olmazdı. TongLu Dağı ilk açıldığı ve hayaletleri ilk kışkırttığı zaman, her yerdeki pek çok canavar ve iblis mühürlerinden serbest kalmıştı, ve Lan Chang ile cenin ruhu da onlar arasındaydı. Eğer hizmetçinin ‘oldukça tuhaf bir kadın’la kastettiği Lan Chang ise, o zaman onun yanındaki küçük çocuk da…
Xie Lian Hua Cheng’e fısıldadı. “Cenin ruhu da onunla olmalı. Yaratık çok tehlikeli, böylece kaçmalarına izin veremeyiz.”
Ancak zaten karanlık bir handaydılar ve Hua Cheng’in peşinde ölümlü ustalardan bir grup vardı. Bu şartlar altında onları yakalamaları hiçte kolay değildi.
Keşiş ve efsunculardan oluşan kalabalık basamaklara vardı ve hizmetçi sordu. “Ee? Lordlarımın aradığı kadın o değil miydi?”
“Değildi!” Diye yanıtladı Cennet’in Gözü. “Oof! O zaman sana sorayım, yanında küçük bir çocuk olan bir efsuncu gördün mü?”
Hizmetçi düşündü ve konuştu. “Yanında çocuk yok, ama tek başına bir efsuncu var.”
Bunu duyunca çete bir kez daha neşelenmişti ve kısık bir sesle sordular. “O nerede?”
Hizmetçi de kısık bir sesle yanıtladı. “Şurada.”
Bu kez başka bir odayı işaret ediyordu. Kalabalık bakıştı ve bir kez daha onun peşinden seyirdiler.
Ancak beklenmedik bir şekilde, bu kez, daha kapıya varmalarına üç adım kala, aniden keskin bir ses havayı yardı ve kapının deliklerinden sarı bir tılsım fırladı, Cennet’in Gözünün yanağını sıyırıp geçti ve hemen arkasındaki duvara çakıldı. Şok olan kalabalık tılsıma bakmak için üzere koşturdu ve demir bir levha gibi duvara yarı yarıya gömülmüş olduğunu gördüler.
Pek çokları kapıya koşmak üzereydi ama Cennet’in Gözü onları durdurdu. “O değil! Ama etkileyici birisi, aceleci davranıp kavga çıkartmak istemeyiz.” Ardından elini bir selamlamayla birleştirdi ve seslendi. “Sizi rahatsız ettiğimiz için özür dileriz, yetenekli efendi. Ama bir yanlış anlaşılma oldu.”
Odanın içerisindeki kişi cevap vermedi, sahiden tam bir yetenekli efendiye yakışır şekilde davranıyordu. Kalabalık şaşırdı ve birisi sordu. “Dao-xiong, neden kapının arkasındaki o değil dedin? O saçma efsuncunun da bu kadar güçlü gizli silahları yok muydu?”
Saçma efsuncu… Xie Lian’ın bahsi geçen ‘Gizli silah’ın Bozulmaz Erdem Köfteleri olduğunu anlaması için sahiden bir süre düşünmesi gerekmişti, Eee, pekala…
Cennet’in Gözü kısık bir sesle yanıtladı. “Elbette o değil. Her ikisi de gizli silahlar kullanıyorlar, ama odadaki kişinin elleri ve gücü, saçma efsuncudan bir parça daha zayıf…”
Daha sözlerini bitirememişti ki arkalarından yedi sekiz kadar daha sarı tılsım daha fırladı, ok gibi kapılara ve duvarlara saplanmışlardı. Kalabalık korkmuştu ve tek kelime daha etmeden alt kata kaçtılar. Herkesin gittiğini görünce Xie Lian gizlice kapıyı açtı, sarı tılsımı duvardan çıkarttıktan sonra odalarına geri döndü. Hua Cheng tılsımı yakmak için iki parmağını kullandı ve tek bir bakış attıktan sonra bir kenara fırlattı. “Cennet’in Gözü’nün gözü sahiden fena değil.”
Sarı tılsımın yüzeyinde bir ruhani hale katmanı vardı, bu nedenle bıçak kadar keskindi, fırlatıldığı zaman çelik kadar güçlüydü ve duvarın derinlerine saplanabilmişti.
Ancak öncesinde, Xie Lian köfteleri fırlatırken o kadar çok saf güç kullanmıştı ki demir topaklar gibi fırlamışlardı ve hiçbir ruhani güç eklenmemiş, kendisinin kontrol edilmiş gücüyle hepsi serbest bırakılmıştı. Sonuçta, yüz yıllarca ruhani güç kullanmadan yaşamıştı ve uzun zaman önce bu şekilde yaşamaya alışmıştı. Cennet’in Gözü bunu kullanarak güç farkını belirlemişti.
Xie Lian merak etmekten kendisini alamadı, Bu handa kaç farklı tür insan toplanmış böyle? Neden bir efsuncu burada kalıyor? O da mı kötülüğü yenmeye gelmiş? O sıradan keşiş ve efsuncuların hiçbir şey fark etmemiş olması normal, ama o seviyede güçlü bir kişi, nasıl bu handa bir tuhaflık olduğunu fark etmez? Her şekilde, şimdi kesinlikle onların San Lang’ın burada olduğunu fark etmelerine izin veremem. Eğer konuşmaya başlarlar ve yan odadaki kişi de kulak misafiri olursa, kovalamacaya bir kişi daha eklenir. Üstelik baş edilmesi onlar kadar kolay olmaz.
Çete tekrar alt kata inmiş ve girişe geri dönmüştü, yine uzun masada oturuyorlardı. Xie Lian Hua Cheng’in açtığı delikten göz attı ve hizmetçi konuştu. “Tekrar siparişlerinizi hazırlamak için şimdi mutfağa dönüyorum, Lordlarımın biraz daha beklemelerini dilerim, hehehe.”
“BEKLE! Suları da al. Sunmadan önce bardakları da düzgünce yıka.”
“Elbette, elbette. Hehehe.”
Hizmetçi güller açan yüzüyle gitti ve muhtemelen mutfağa ilerliyordu. Xie Lian’ın aklına mutfağın hanın altında olduğu gelmişti, bu nedenle Hua Cheng’i aldı, pencereden atlayarak hanın dışına indi. Xie Lian bu karanlık işletmenin sahibinin kim olduğunu görmek için yaklaştı.
Mutfaktaki ışık soluktu, sadece birkaç ölü ışık yanıyordu ve görünürde hiç kimse yoktu. Ama dikkatle dinleyince, bir yerlerden çiğneme sesleri geliyordu.
Xie Lian birkaç açı denedi ve en sonunda sesin ocağın üzerinden geldiğini keşfetti. Görüş alanı ise ocağın kendisi tarafından kapatılmıştı ama ocağın yanındaki tezgahta bir insan bacağı vardı. Bariz bir şekilde adam çoktan ölmüştü, ama çiğneme ve yutma sesleriyle birlikte hala kımıldıyordu.
Tam bu sırada birkaç hizmetçi mutfağa girdi. “Kralım…”
Ocağın üzerinden, darmadağın, pis bir adam aniden başını kaldırdı, hala çiğniyordu ve uykulu bir halde cevapladı. “NE?!”
Adamın dudakları taze kanla kaplanmıştı, gözleri yeşil bir ışıltı saçıyordu ve ağzından tavuk budu gibi bir insan eli sarkmaktaydı. Her ne kadar ifadesi ve görüntüsü korkunç olsa da, kolayca görünebiliyordu – bu adam Qi Rong’un ele geçirdiği babaydı!
Dolmuş yanaklarıyla, henüz tümüyle yenmemiş elin parmaklarını emdi ve bir an sonra birkaç kemik tükürdü, isabetle hizmetçilerin suratlarına çarpmışlardı. Küfretti. “Sizi bok çukurunda doğmuş işe yaramaz pislikler! Yas tutar gibi ağlıyonuz ve ben de gelmiş bu ataya yemek getirdiğinizi düşünüyom. Ee? İnsanlar nerde? Et nerde? SİZE ZATEN ZEHRİ VERMEDİM Mİ, NE DİYE HALA BEKLİYONUZ?”
Görünüşe göre, yerde yatmakta olan ve an itibariyle kemirilen kişi ya bu işletmenin gerçek sahibi ya da buralardan geçmekte olan başka bir yolcuydu.
Hizmetçiler tahrik olmuştu. “Kralım, biz işe yaramaz değiliz, sadece keşişler ve efsuncular sürekli konuşarak işleri zorlaştırıyorlar. Önce tabaklar çok yağlı diye haşladılar, ardından tabaktaki saçları küçümsediler. Sunduğumuz yemekleri yemeyi reddediyorlar.”
Qi Rong çiğnedi ve yuttu, ardından on parmaktaki kanları emdi. “NE? NEEEE?! BU ATA BİZZAT ONLARA HARİKA BİR YEMEK PİŞİRDİ. Onları diz çöktürüp yeri yalatmadığım için çoktan sevinç gözyaşları dökmeleri gerekiyordu, HANGİ SİKİK onlara küçümseme hakkını verdi? Kuzen veliaht prensin yemeklerini bir denesinler, O BOK, BOKTAN BETER, O SİKİKLER BU ATANIN ÖNÜNDE MİNNETTARLIKLA EĞİLMELİ!”
Xie Lian: “…”
“…Gege, ona işe yaramaz pisliğin söylediklerine kulak asma.” Hua Cheng rahatlatmaya çalıştı.
“…Haklısın.”
“HEPİNİZ İŞE YARAMAZ PİSLİKLER OLDUĞUNUZ İÇİN, TABAK BİLE YIKAMAYI BİLMİYORSUNUZ!”
Qi Rong ayağa fırladı ve hizmetçileri döverken küfretti. Öfkesi tatmin olunca, Qi Rong kollarını sıvadı, kanla kaplı dudaklarını eliyle sildi ve ıspatulayı aldı, demir tavaya tık tık diye vuruyor ve küfrederken emir veriyordu. “GEL BURAYA!!! Boktan gözlerini aç, bu atanın yeteneklerine şahit olmana izin vereceğim! Bakalım sonrasında söyleyecek lafın kalcak mı!”
Alevler göklere ulaştı ve kısa bir süre sonra, başka yemekler hazırlamış ve hizmetçilere servis etmelerini emrediyordu.
Ne yemeklerdi ama; eti boldu, sebzeler ise taze, leziz ve cezbediciydi. Xie Lian ikinci kattaki misafir odasına geri döndü ve aşağıyı gözledi, keşişler ve efsuncular mest olmuştu. “Güzel görünüyor!”
“Evet! Harika yapılmış, özellikle de bu tuzlu ve karabiberli tavuk, hem büyük hem çıtır… Biraz fazla iri ve çıtır değil mi? Daha önce hiç bu kadar uzun bir tavuk budu görmemiştim?”
Hizmetçiler yanıtladı. “Ah! Bu müessesemizin özelliğidir, her yerdeki tavuk butlarına benzemez, beyaz anka tavuğunun budu pençeleri çıkarılarak özenle servis edilir. Bir genç kız kadar yumuşak ve narin görünmüyor mu, baştan çıkartıcı ve cezbedici?”
“Haklısın. Ama ben en çok bu domuz derisini beğendim; domuz derisi hem gevrek hem yumuşak, ateş tam olması gerektiği gibi ayarlanmış… bekle biraz, neden bu domuzun dövmesi var?”
Hizmetçiler açıkladı. “Ah! Çünkü aşçımız cennetten çıkma oyma yeteneklerini sergilemek istiyor, biraz görsellik katmak için bilerek yapılmış bir numara, hepsi bu.”
“Bu tatlı ekşi pirzolalar iyi pişmemiş gibi ve sosu da çok katı, tatlı ekşi sosla bir şeyleri örtmeye çalışmıyorsunuz, değil mi?”
Hizmetçiler açıkladı. “Hayır! Hiçte değil. Müessesemizdeki her et günlük olarak kesilir ve aynı gün satılır, sadece aşçımız güçlü tatları sever, hepsi bu.”
“…”
Onların yemekleri nasıl hiç durmadan övdüklerini ve yemeğe başlamak üzere olduklarını görünce Xie Lian daha fazla dayanamadı ve öncesinde aldığı küçük çakıl taşını atarak, minik delikten aşağıya gönderdi.
Atışı ‘arınmak’ üzere içeceği çay bardağını kaldırmış olan Cennet’in Gözünün kullandığı eline çarptı ve kolu titredi, bardağı dökülmüştü. Su hala gülümsemeyi sürdürmekte olan hizmetçilerden birisinin yüzüne sıçradı.
Su hiçte sıcak değildi, ama su sıçrayan hizmetçi kaynar suymuş gibi yüzünü eliyle kapatarak bağırdı. “AAHH!!!”
Şimdi herkes gerilmişti ve kılıçlarını çektiler. “NELER OLUYOR?!”
Cennet’in Gözü hizmetçinin elini yakaladı ve kenara çekti. Kalabalık “AH” etti. Hizmetçinin yüzünün yarısı erimişti, sanki su boş bir kağıt parçasına sıçramış ve mürekkep yaymış gibi görünüyordu. Bulanık ve muğlak bir halde, mürekkep izleri yanaklarına aktı ve döküldü.
Yüz hatları ve gülümsemeleri fırçayla çizilmişti!
“…”
Bir an beklemeden, çete masayı devirdi ve hemen hizmetçilerle kavgaya tutuştu.
Hizmetçiler dayak yerken elleriyle başlarını kapatıyor, uluyorlardı. “LORDLARIM!!! LÜTFEN DURUN! EE, O EE, ARADIĞINIZ ACAYİP KADIN VE KÜÇÜK ÇOCUK!!! TUHAF EFSUNCU! O ÜST KATTA! ONLAR ÜST KATTALAR! GİDİP ONLARI BULUN! BİZİ BIRAKIN! BİZ BURADA SADECE YARIM GÜN ÇALI��IYORUZ!!!”
“PÜÜ!! YARIM GÜN MÜ? SEN KİMİNLE DALGA GEÇİYORSUN?”
“BİZİ KANDIRMAYA MI ÇALIŞIYORSUNUZ? BİZİ SAF MI SANDINIZ? ARTIK ÇOK GEÇ!”
Hizmetçiler sinirlenmişti. “Yalan söylemedi! Doğruyu söylüyor!”
Aşağıdaki kavga gittikçe kızışıyordu ve ustaların ezici üstünlüğünü görünce Xie Lian başını iki yana salladı. Umursamayı bıraktı ve tam kargaşadan faydalanarak Lan Chang ile cenin ruhunu yakalayacaktı ki beklenmedik bir şekilde daha o kapıyı açamadan koridordan bir çığlık yükseldi. Lan Chang’ın korkmuş sesi çınladı. “Hayır… Sana yalvarırım, gitmek istemiyorum! Lütfen, yalvarırım, bizi bırak! Diz çökecek ve secde edeceğim!”
Genç bir adamın sinirli sesi karşılık verdi. “Senin diz çökmen kimin umurunda? Eğer gidersen, o zaman ben… generalim ne yapar? Siktir, siz ana oğul ikilisi bu sefer cidden onun başını belaya soktunuz! Yeter bu kadar çene çalmak, benimle geliyorsunuz!”
Sesi duyunca Xie Lian hızla kapıyı açtı. “Sen misin?!”
Uzun koridorda, siyah giysili bir genç Lan Chang’in önünü kapatarak dikiliyordu, yüz ifadesi karanlıktı. Xie Lian dışarı çıktığı anda, hafifçe başını kaldırdı ve irkilmişti. “Sen mi?!”
Xie Lian kapıdan çıktı. “Fu Yao? Burada ne işin var?”
Lan Chang da onu gördü ve gözleri irileşti. “…Veliaht Prens?”
“…” Fu Yao bir an için onu aşağı yukarı süzdü, dudakları titredi ama en azından gözlerini yuvarlamamıştı. Sorusuna aynen karşılık verdi. “Senin burada ne işin var?”
Xie Lian da başını eğerek kendisine baktı ve aceleyle kadın cübbesini üzerinden sıyırdıktan sonra karşılık verdi. “Uzun hikaye.”
Tam bu sırada Fu Yao yanında durmakta olan Hua Cheng’i fark etti ve gözbebekleri kasıldı.
Çevirmen: Nynaeve
146 notes
·
View notes
Text
Miraç kelime anlamı olarak, “yukarı çıkmak, yükselmek” anlamına gelir.
Peygamber Efendimiz’in (sallallahu aleyhi vesellem) göğe yükselerek Cenab-ı Mevla’nın huzuruna kabul edildiği geceye Miraç Gecesi denmiştir. Birçok ilahi sırrı, hikmet ve bereketi bünyesinde barındıran bu gece İsra suresinin ilk ayetinde şöyle ifade edilmektedir: “Bir gece, kendisine ayetlerimizden bir kısmını gösterelim diye (Muhammed) kulunu Mescid-i Haram’dan, çevresini mübarek kıldığımız Mescid-i Aksa’ya götüren Allah noksan sıfatlardan münezzehtir; O, gerçekten işitendir, görendir.” (İsra, 1)
İsra ve Miraç olayı Yüce Allah’ın sevgili peygamberine bir mükafatı ve ilahi bir mucizesidir. Çektiği bütün sıkıntıları, içine düştüğü üzüntüleri, zorlukları ve yorgunlukları, hatta kendisine vahyedilenleri tebliğ ederken ve davetini yayarken karşılaştığı zorlukları unutturacak bir hediyedir.
Nitekim Rasulullah (sallallahu aleyhi vesellem) Mekke’de insanlara hakkı tebliğ etmesinden dolayı müşrikler tarafından çeşitli eziyetlere maruz bırakılmıştı. Kendisine, ailesine ve müminlere ambargo uygulanmış, kimse onlarla alışveriş yapmamış, günlük ihtiyaçlarını giderme hususunda bile sıkıntı içine girmişlerdi. Bu sıkıntılı zamanlardaki en büyük destekçilerinden amcası Ebu Talip’i, kısa süre sonra da değerli hanımı, müminlerin annesi Hz. Hatice’yi (radıyallahu anha) kaybetmiş ve birbiri ardına gelen bu olaylar dolayısıyla çok üzülmüştü. İşte bütün bu sıkıntılardan sonra dost dostunu mükafatlandırdı ve onu kendi katına yükseltti.
Hicretten bir buçuk yıl kadar önce Recep ayının yirmi yedinci gecesi Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi vesellem), Cebrail vasıtasıyla Mekke’den alınmış, oradan Kudüs’teki Mescid-i Aksa’yagetirilmiştir. Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi vesellem) burada birçok peygamberle görüşmüş ve onlara imamlık yaparak namaz kıldırmıştır. Hz. Peygamber’in (s.a.v) Mekke’den alınıp Kudüs’e getirilmesine, Kuran’ın tabiriyle “Gece yürüyüşü” anlamına gelen “Leyle-i İsra” adı verilmektedir.
Aslında Rasulullah’ın (sallallahu aleyhi vesellem) gerçek yolculuğu bundan sonra başlamıştır. İşte Miraç, adını bu yolculuktan alır. Zira Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi vesellem) dünya üzerindeki yolculuğundan semalara doğru bir yolculuğa, hiçbir gözün görmediği ve hiçbir kulağın işitmediği, Allah’ın kendisine ve ümmetine birçok hediyeler vereceği bir yükselişe geçmiştir. Cennet nimetlerini ve cehennem azabını müşahede etmiştir…
NAMAZ MÜMİNİN MİRACIDIR
Resulullah (sallallahu aleyhi vesellem) o sonsuz alemden dönüşünde müminlere hediyeler de getirmiştir. Bu manevi hediyeler yüce Allah’a şirk koşmayan her müslümanın cennete gireceği, Bakara suresinin son üç ayeti (Amene’r-resulü) ve beş vakit namazdır.
Peygamberimiz’in (sallallahu aleyhi vesellem), Miraç’ta gerçekleşen Allah ile mülakatı hadisesi, namaz içinde sembolik olarak yaşanmaktadır. Bu sırra işaret için Peygamberimiz (sallallahu aleyhi vesellem) “Namaz müminin miracıdır” buyurmuştur. Namaz, kulun günde beş defa yaradanın huzuruna çıkması O’nunlabuluşması, divanında durması ve O’nunla yüz yüze gelmesi demektir. Bu yüce divanda, arada hiçbir vasıta olmadan her türlü dilek ve ihtiyacını kul bizzat Allah’a arz eder, O’na sığınır, yalnızca O’ndan yardım diler.
İmam-ı Gazali (rahmetullahi aleyh) der ki, namaza başlayan kişi cenneti sağında, cehennemi solunda, Sırat’ı, ayaklarının altında, Allah’ın da (celle celaluhu) kendisine yönelmiş olduğunu düşünür.
Böylece Namaz, dinin direği, imanın alameti, amellerin en faziletlisi ve Allah’a en sevimli olanıdır. Namaz, kalbin nuru, gönüllerin sefası, takva ehlinin göz aydınlığı, müminlerin miracıdır. Bu sebeple her mümin namaza başladığında, namazın kendisinin miracı olduğunu, dolayısıyla yüce Allah’ın huzurunda bulunduğunu bilmelidir. “Kulun rabbine en yakın olduğu an secde halidir” buyuran Rasul-i Zişan Efendimiz (sallallahu aleyhi vesellem) müminin miracını böyle izah etmektedir. Nitekim Allah (celle celaluhu) “…biz ona şah damarından daha yakınız” (Kaf/16) buyurmuyor mu?
MİRAÇ GECESİNİ NASIL İHYA ETMELİYİZ?
Miraç gecesi, ulvi bir gecedir. Bu mübarek geceyi gaflet içerisinde geçirmemeli, ibadetle Allah’a karşı şükran borçlarımızı ödemeliyiz. Namaz kılmalı, Kur’an okumalı ve Allah’tan af ve bağışlanma dilemeliyiz. Ayrıca ailemize de bu gecenin anlam ve önemini öğretmeliyiz. Çevremizdeki yoksullara ve kimsesiz çocuklara yardım elimizi uzatmalıyız. Annemizi, babamızı ve büyüklerimizi ziyaret edip dualarını almalıyız. Ebediyete intikal etmiş olanlarımızı rahmetle anarak ruhlarını şadetmeliyiz. Dostlarımızla tebrikleşmeli, sevgi ve saygı duygularımızı perçinlemeliyiz.
Mümin mübarek kandil gecelerini birer fırsat bilmeli, bu müstesna zaman dilimlerinde Allah’a daha da yakın olmaya çalışmalıdır. Şunu unutmamalıdır ki, Allah’a yakınlık, O’nun emirlerini yerine getirmek, yasak ettiği şeylerden kaçınmakla mümkündür.
MİRAÇ KANDİLİNDE ORUÇ
Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) Rasulullah’ın (sallallahu aleyhi vesellem) şöyle buyurduğunu rivayet eder: “Recep ayında bir gün ve gecesi vardır ki, her kim o günde oruç tutup gecesini ibadetle ihya ederse, yüz sene oruç tutmuş gibi sevap kazanır. Bu gece Recep’in bitimine üç gün kala olan gecedir (Miraç Kandili)”
Halife Ömer b. Abdülaziz (rahmetullahi aleyh) Basra valisi Haccac’agönderdiği bir mektupta şöyle demiştir: “Sana, senenin dört gecesini tavsiye ediyorum. Bu gecelerde Allah Teala’nınrahmeti sağanak halinde yağar: Recep ayının ilk gecesi (Regaip Kandili) ile yirmi yedinci gecesi (Miraç Kandili), Şaban ayının yarısındaki gece (Berat Kandili) ve Ramazan Bayramı gecesi (bayramın bir gün öncesinin akşamı).”
(Hüseyin OKUR , Semerkand Aile Dergisi, Temmuz 2009.)
Mi’rac’ta Verilen Hediyeler
Allah Teâlâ mi'racda Resûlullah'a (sallallâhü aleyhi ve sellem) ümmetine ulaştırmak üzere üç önemli hediye verdi:
1. Günde beş vakit namaz.
2. Bakara suresinin son iki ayeti.
3. Ümmetinden Allah'a hiç bir şeyi ortak koşmayanların affedilip cennete gireceği müjdesi.
(Müslim, imân, 278, 279; Tirmizî, Tefsîrü'l-Kur'ân, 53; Nesâî, Salât, 1; Süyûtî, ed-Dürrü'l-Mensûr, 2/138)
Bu üç hediye, kıyamete kadar gelecek her mümine verilmiş en büyük hediyelerdir. Bu hediyeler kısaca, iman, namaz ve niyazdır. Bunların bu gecede ikram edilmesinin özel bir manası vardır. Onlar olmadan manevî mi'rac, yüce Allah'a yakınlık olmaz.
Ayrıca bunların yanında Mirac’ta, şu emirler Efendimiz’e (sallallâhu aleyhi ve sellem) bildirilmiştir:
1- Allah’tan başkasına kulluk etmemek,
2- Ana ve babaya iyi davranmak,
3- Hısıma, yoksula, yolda kalmışa hakkını vermek,
4- Cimri ve müsrif olmamak,
5- Evladını yoksulluk korkusu ile öldürmemek,
6- Fuhuş ve zinaya yaklaşmamak,
7- Cana kıymamak,
8- Yetim malı yememek,
9- Ahdi (verilen sözü) yerine getirmek,
10- Ölçü ve tartıda hile yapmamak,
11- Hakkında bilgi sahibi olunmayan şeyin ardına düşmemek,
12- Yeryüzünde gurur ve kibirle yürümemek, büyüklük taslamamak.
(Semerkand Dergisi, Mirac-ı Nebî, Mehmet Işık, Kasım Ayı, 1999)
.....
MİRAÇ AKAİD KONUSU
SUAL: Bazı inancı zayıf olan kimseler Peygamberin mîrâchâdisesine inanmıyorlar. Mîrâç hâdisesine inanmamak küfre vesile olur mu?
CEVAP: Mîrâc ile isrâ birbirleriyle ilgili oldukları için kısaca her ikisini açıklamak îcâb eder. İsrâ lügatta; "gece vaktinde yürütmek"' anlamım ifâde eder. Istılahta ise Peygamberi gece vaktinde Mescid-i Haram'dan Mescid-i Aksâ'ya götürmektir. İsrâ hâdisesi, Kur'ân-ı Ke-rîm'in nassı ile sabit olduğundan onu inkâr etmek küfürdür.
Mîrâc ise; lügatta merdiven gibi, yükseğe çıkmak için vasıta olan şeydir. Istılahta ise Peygamber'in Mescid-i Aksa'dansemâlara ve âlem-i ulviye çıkmasıdır.
Mîrâc olayı Peygamber'in hadîsiyle sabit olmuştur. Ancak hakkında vârid olan hadîsler mütevâtir değil, meşhur ve âhâdolduklarından Mîrâcı inkâr eden kimse kâfir değildir, bidatçıdır.
FETVAYI NAKLEDEN ALİM: Halil Günenç Hoca Sellemehüllah
.....
Bildiğiniz gibi Miraç mucizesinin ruh ile mi yoksa beden ile mi gerçekleştiği hep tartışma konusu olmuştur. Ehli sünnet dışı akımlar miracın rüyada ve ruh ile olduğunu iddia ederlerken Ehli Sünnete göre miraç, uyanıkken hem ruh ve hem beden ile olmuştur.
1- Kur’an Rüyada Vahyolmaz
Birinci ve en önemli delilimiz hiçbir zaman Kur’an ayetlerinin rüyada vahyedilmemiş olmasıdır.
Peygamberlerin rüyası da vahiydir ancak bunlar Kuran ayeti olamazlar. Bütün İslam âleminin ve alimlerinin bildiği gibi Kur’an ayetleri rüyada indirilmemiştir ve böyle bir şey mümkün değildir.
“Amenerrasulü” olarak bildiğimiz Bakara suresinin son ayetleri de Miraç’da gelmiştir. Dolayısıyla miracın rüyada olduğunu iddia etmek çok büyük ve vahim bir hata olur ki, bu ayetlerin de rüyada gelmiş olduğunu iddia etmiş olur.
Kur'an'ın tüm ayetleri Cibril vasıtasıyla gelmiştir.
Vahyin, rüyada, kalbe ilham olarak, arı vızıltısı şeklinde geliş şekilleri vardır. Lakin; Kur'an'a geçen tüm vahiy Cebrail aleyhisselâm ile gelmiştir.
إِنَّهُۥ لَقَوْلُ رَسُولٍ كَرِيمٍ ذِى قُوَّةٍ عِندَ ذِى ٱلْعَرْشِ مَكِينٍ
O (Kur´an), şüphesiz değerli, güçlü ve Arş´ın sahibi (Allah´ın) katında itibarlı bir elçinin (Cebrail´in) getirdiği sözdür. (Tekvir; 19-20)
(Seyid Muhammed Maliki Alevi, Usulu't Tefsir)
Miraç'ta, Amenerrasulu'nün Cibril vasıtası olmadan Nebi aleyhisselâm'a verilmesi en sahih kavle göre doğru değildir. Zira; Kur'an'a geçen vahiyde Cibril vasıtası şarttır.
Miraç'ta verildiğini kabul etsek de; daha sonra yine Cibril vasıtasıyla indiğini ve Kur'an'a yazıldığını kabul etmek gerekir.
....
Miraç, Efendimiz Aleyhisselam'ın uyanıkken, beden ve ruh beraber yapmış olduğu yolculuktur.
Eğer; rüyada olmuş olsa idi, bunun mucize olması imkansızdır.
Uyanıkken olduğuna en büyük akli delil ise, Ebu Cehil gibi kafirlerin itirazıdır.
Öyle olmasa idi, ben de rüyamda nerelere gidiyorum der, mücadele etmezdi.
(Şerhu Akaidi'n Nesefi)
2- Kulluk Ruh İle Olmaz
Allahu Teala’nın İsra hakkında indirdiği ayete bir bakalım:
“Kendisine âyetlerimizden bir kısmını gösterelim diye kulunu bir gece Mescid-i Haram’dan çevresini bereketlendirdiğimiz Mescid-i Aksa’ya götüren Allah’ın şanı yücedir. Hiç şüphesiz o, hakkıyla işitendir, hakkıyla görendir.” (İsra 1)
Ayeti kerimede özellikle “kul” (abd) kelimesinin seçilmesi boşuna değildir. Kulluk, ruhun canlı tuttuğu beden ile yapılır. Yani ruh tek başına kul sayılmadığı gibi ruhun alınmasıyla kulluk vazifesi de bitmiş olur. Dolayısıyla Allahu Teala’nın“kul” kelimesini özellikle kullanması bu mucizenin ruh ve beden ile beraber olduğuna ayeti kerimenin işaret ettiği bir delildir.
3. Rasûlullah aleyhisselam, Miraç'ta Rabbini görmüştür.
Bunda ihtilaf yoktur.
İhtilaf ise; gözü ile mi, yoksa gözsüz mü gördüğü noktadadır..
Ekseri ulema, göz ile görmediği kanaatindedir.
İbni Abbas radıyallahu anh, gözü ile gördüğü görüşündedir.
İmam Nevevi'nin tercih ettiği görüşte budur.
(Şerhu Akaidi'n Nesefi)
15 notes
·
View notes
Text
Aklıma gelen soruları tek tek yazıp bi soru postu yapıyım da rb yapanlar birbirine sorular sorsun eğlensinler dedim :)
1- En sevdiğin renk ?
2-En sevdiğin yemek ?
3-İsmini değiştirmek elinde olsa ne olmasını isterdin?
4-Çocukken en sevdiğin oyuncağın ?
5-Küçükken en sevdiğin kitap ?
6-En sevdiğin çizgi film ?
7-En sevdiğin dizi?
8-En sevdiğin film?
9-Kaç kilosun?
10-Boyun kaç?
11-En sevdiğin 3 blog hangileri?
12-Telefonda en uzun konuşman kaç dakika ve kiminle?
13-Hayalinde ki araba , motor hangisi?
14-Büyüyünce ne olcaksın? :D
15-Nasıl uyumayı tercih edersin? (sağa dönük , sola dönük, yüzüstü, sırtüstü , amuda kalkıp)
16-Hayalinde ki odada neler olmasını isterdin?
17-Kaç kardeşsin?
18-Alkol içiyor musun?
19-Sıgara içiyor musun?
20-Dövmen var mı ?
21- 3 dilek dileme hakkın olsa ne isterdin?
22-En yakın arkadaşın kim?
23-Yapmak istediğin en çılgınca şey ?
24-Favori müzik grubun?
25-Bugüne kadar gelen en saçma mesaj?
26-Sevgilin var mı?
27-Hoşlandığın birisi var mı?
28-Hayalinde ki eş adayı nasıl olmalı?
29-15490135318302 dolar verseler napardın?
30-Hangi mevsimi daha çok seviyorsun?
31-En son öptüğün kişiyi tekrar öper miydin?
32-Ölmeden önce yapmak istediğin en son şey?
33-Sarılmak mı öpmek mi?
34-İlk buluşmada lüks bi restoranda mı yemek istersin yoksa kebapçı da lahmacun mu gömmek istersin?
35-En sevdiğin abur cubur?
36-Sabahları nasıl uyandırılmak isterdin?
37-En sevdiğin film karakteri?
38-Bi insan için sınırları ne kadar zorlayabilirsin?
39-Eğer sevgilin tumblr şifreni istese napardın?
40-Saat mi bileklik mi takmayı tercih edersin?
41-Hiç seviştin mi ?
42-En uzun ilişkin ne kadar sürdü?
43-Kaç sevgilin oldu?
44-Bi kızda/erkekde önce neye bakarsın?
45-Siyasi görüşün ne?
46-En sevdiğin spor dalı?
47-Hangi takımlısın?
48-Sana yapılmasını istemediğin 3 şey ?
49-Hangi telefonu kullanıyosun?
50- Ofsayt nedir :D
51- Böyle random atmayı nerden öğrendin?
52-Yumurta mı tavuktan çıkar tavuk mu yumurtadan?
53-Ketçap mı mayonez mi ?
54-Hiç şoför kapıyı açmayınca kaptaaağn orta kapı diye bağırdın mı?
55- Hayatında yaptığın en doğru şey?
56-ayakkabı numaran kaç?
57-ilerde çocuğun olursa ne isim koymak istersin?
58-doğa üstü bi yetenek edinebilsen bu ne olurdu
59-çocukluğun nasıl geçti?
60-Birine sevdiğini nasıl belli edersin?
61-Fobilerin neler?
62-hobilerin neler?
63-Havuzda mı yüzmeyi seversin denizde mi?
64-Çocuklarına nasıl davranırdın ne öğretirdin ?
65-Bi kelime üret ve ne anlama geldiğini söyle
66-En sevdiğin emoji hangisi?
67-Kızınca ne yaparsın?
68-Burcun ne?
69-Hiç kaza geçirdin mi?
70-en güzel gününü anlatır mısın?
71-Mucizelere inanır mısın?
72-Uzaylı görsen daş mı atarsın sarılır mısın?
73-Hayatında sana yapılmış en büyük götlük nedir?
74-Seni en çok ne sinirlendirir?
75-hiç denize işedin mi?
76-Hayatta unutmadığın biri var mı?
77-Duşta şarkı söyler misin?
78-Yediğin en garip şey ne?
79-Saçların hangi renk?
80-Gözlerin hangi renk?
81-dövme yaptırmak istesen ne yaptırırdın?
82- 10 yıl sonra kendini nerde görüyorsun?
83-En çok gitmek istediğin yer neresi? (şehir , ülke)
84-Ne tür kitap okursun?
85-Ne tür müzik dinlersin?
86-Oğlun mu olsun isterdin kızın mı?
87-Hassas olduğun bi konu var mı? varsa ne ?
88-En sevdiğin çizgi film karakteri
89- Hayatında olmazsa olmaz dediğin bişey var mı ?
90-En son rüyanda ne gördün?
91-Gece çişe , su içmeye falan uyanır mısın?
92-Şuan neredesin?
93- çekingen misin?
94- hayatta en çok neye değer verirsin?
95- gelecekteki eşine ne söylemek isterdin?
96- karşındaki kim olursa olsun saygı gösterir misin?
97- hayatında hiç iddia oynadın mı?
98- flörtleştiğin en garip yer neresiydi
99- kendinde en sevmediğin özelliğin nedir?
100-hoşlandığın kız/erkek tipi?
101-Hayalinde ki ev nasıl olmalı?
102-En sevdiğin oyun?
103-Hiç birine kötülük yaptın mı?
104-Hiç kendine zarar vericek bişey yaptın mı?
105-Hayatında yaptığın en manyakça şeyi anlatır mısın?
106-En çok hangi meyveyi seversin?
107-Ev yemeği mi fast food mu?
108-Sarhoşken nasıl davranırsın?
109-Hangi hayvanı daha çok seversin?
110-Hayatında aldığın en güzel hediye nedir?
111-Lunapark’ı sever misin?
112-Nerede doğdun?
113-Nerede yaşıyosun?
114-Hayatında seni en çok sevindiren cümle?
115-hayatında seni en çok üzen cümle?
116-Uzun saç mı seversin kısa saç mı ?
117-Hangi dine inanıyosun?
118-Farklı dinlerde ki insanlarla arkadaşlık kurabilir misin onlar hakkında ne düşünürsün ?
119-Cinsel yönelimin ne?
120- Eğer imkanın olsaydı geçmişini silmek ister miydin?
121- Hiç birini stalkladın mı?
122-Telefonda en sık kullandığın 5 uygulama?
123-Ne kadar zamandır tumblr kullanıyosun?
124-2 dakika içinde bi kafiyeli söz üret ve buraya yaz
125-Sevgiline hangi sözcükle hitap edersin veya ederdin?
126-Makyaj yapıyor musun?
127-Vejeteryan mısın?
128-Çay mı kahve mi?
129-En sevdiğin ders ?
130-En çok güldüğün şey neydi?
131-soğuk espri yapılınca sana da bi üşüme geliyo mu?
132-Hangi üniversiteye gitmek isterdin?
133-İlk tumblr açmaya nasıl karar verdin?
134- Ayrıldığın kişiye son sözün ne olur?
135-Çöpten önüne kedi fırlayınca nasıl tepki veriyosun?
136-Unicorun mu olmasını isterdin ejderyan mı?
137-En son ne zaman alkol içtin?
138-Hiç uyuşturucu kullandın mı?
139-Telefonla en son kiminle konuştun?
140-Herkesten sakladığın sadece senin bildiğin bi sırrın var mı?
141-Şuan kimin mesaj atmasını isterdin?
142-En son kime sarıldın?
143-Tatlı mı ekşi mi?
144-Resmi mi giyinirsin spor mu?
145-Konuşabilir miyiz?
146-Hiç porno izledin mi?
147-Utangaç mısın?
148-Hiç ata bindin mi?
149-Müzik aleti kullanıyor musun?
150-Hiç biriyle öpüştün mü?
151-Hiç araba kullandın mı?
152-Hiç motor kullandın mı?
153-Hiç mastürbasyon yaptın mı?
154-Yemek yapabiliyor musun?
155-Hiç maça gittin mi?
156-Hiç benin var mı ?
157-Hiç doğum leken var mı?
158-Hangi şampuanı kullanıyosun?
159-Kız arkadaşın mı daha fazla erkek arkadaşın mı?
160-Bu tatilde ne yaptın?
161-Hiç karakola düştün mü?
162-Hiç suç işledin mi?
163-Lakabın var mı ? varsa söyler misin?
164-En sevdiğin küfür hangisi?
165-Hiç birini terk ettin mi?
166-Hiç terkedildin mi?
167-Hangi parfümü kullanıyorsun?
168-Ayakkabı markan ne?
169-En sevmediğin huyun?
170-Hiç deepweb de dolandın mı?
171-Hiç birini tehtid ettin mi?
172-Hiç tehtid edildin mi?
173-Eve gelen misafir çocuğuna hiç işkence ettin mi?
174-Küfür eden insanlar hakkında ne düşünüyosun?
175-Hiç denizde yüzerken birine çarptın mı?
176-Burger king de hiç bi menünün adını yanlış söyleyip rezil oldun mu?
177-Ne icat etmek isterdin?
178-Yetenekli olduğun bişey söyler misin?
179-Okuduğun okulu hangi yolla yoketmek isterdin?
180-Şuan aklında ne var?
181-En sevdiğin yabancı dizi ne?
182-Hiç birinin eşyasını karıştırdın mı?
183-Hiç birisinin üstüne kustun mu?
184-Sabah uyandığında ilk yaptığın şey?
185-Evde yalnız kalınca neler yaparsın?
186-Hiç gece dışarıda kaldın mı?
187-Sarılalım mı?
188-Senin de ruhun hasta mı?
189-Sadist veya mazoşist misin?
190-Hiç küvette uyudun mu?
191-Şuan hangi müziği dinliyosun?
192-Etrafına bak ve ne gördüğünü söyle
12 notes
·
View notes
Text
Yeni Giriş Adresi: Lidyabet138
Lidyabet138, Lidyabet138.com, Lidyabet 138, Lidyabet 138 kelime gruplarını, bahis sitemize ulaşmak için kullanabilir ve böylece bahis dünyasına giriş yapabilirsiniz.
Lidyabet Bahis Sitesi Yeni Adresi: Lidyabet138
Sitemizde farklı spor türleri üzerine canlı bahisler ve/veya kombine kuponlar yapabilirsiniz. Birbirinden zevkli casino oyunlarını da oynayabilirsiniz.
Sitemizde oynayabileceğiniz casino oyunları arasında bingo, rulet, bakara, blackjack, poker, keno, tombala, netent oyunları ve beton oyunları gibi oyunlar bulunmaktadır. Bu oyunların büyük bir bölümünü canlı casino bölümümüzde oynayabilirsiniz. Spor bahislerinizi ise sitemizde verilen piyasadaki en yüksek oranlardan faydalanmak kaydıyla yapabileceksiniz.
Lidyabet 138 Para Çekme
Bu bahis kuponları ve casino oyunları sayesinde elde ettiğiniz kazançlarınızı ise hızlı ve çeşitli yöntemlerden oluşan para çekme metotlarımızı kullanarak yapabilirsiniz.
4 notes
·
View notes
Photo
Quran6348Ayet Nokta İlmi, Esma, Hurufu Mukattaat, Quran'da Ayet Sayısı, İsmiAsayıMusa ile ilgili... Celcelut Kasidesinden Beytler: ✓1 Bedetu BiBismillah nokta ilmi 21 Ya Helîm ilim sırlarıyle senle parlar 23 28 36 38 41 42 51 52 ✓53 Ayn Sîn Qaf 54 55 56 57 58 ✓63 Quran'da ayet sayısı 6348 69 ismiasayimusa 73 87 91 93-94 Tevrat, İncil ve Quran 108 Vahşilerle savaş ve tamir 110 111 119-121 ✓122 Halklar için ilimlerin sırrı Burada sadece Quran'da Ayet sayısı ile ilgili kısım verilmiştir: * ... Quran6348Ayet www.Kuran6348Ayet.tumblr.com Son Güncelleme 23 Kasım 2019 20:40 1 Aralık 2019 15:48√ Quran'da Ayet sayısı, Nurculara göre 6666, 19culara göre 6346, Quran talebelerine göre 6348 ayettir. Quran'da ayet sayısının 6348 olması hangi sayının tam katı?: 7'nin katına 1 eksik, 9'un katına 3 fazla, 19'un katına 2 fazla, 6 ve 23'ün tam katı…: * 7 sistemi 6348 rakamları toplayarak vermekte: 6+3+4+8=21 (7x3). Şayet 113 surede olduğu gibi 9. sure başında da besmele olsaydı ayet sayısı 7'nin tam katı olurdu: 7x907= 6349. * 9 sisteminde 6348 ayet sayısı 9'un katına 3 fazladır. Numarsız besmeleler sayılmazsa 1 eksiktir… * 19'un katına 2 fazladır. 19 sistemine uyması için 19cular Tevbe/Beraet suresinin son iki ayeti inkar edip 2 eksik ile vermekte: 6346 (19x334). Doğrusu inkar ettikleri iki ayetin sure ve ayet numaralarının hem 19'un ve hem 7'nin tam katı 9Q128-129= 266 (19x14). (7x38). * 23: Quran 23 yıl boyunca inmiştir. 6348 ayet sayısı 6 ve 23'ün katı (23x276). Quran boyunca, 112 Besmele sayılmazsa Rahim ismi 23'ün katı 115 (23x5) kez geçer. İnkar edilen iki ayetin geçtiği Beraet suresinin sure ve ayet numaraların toplamı 6 ve 23'ün katı 9+129= 138 (23x6). * Muhammed محمد isminin küçük ebced değeri 92: 92, 23'ün tam 4 katı. Çok ilginç bir sonuç bu. Quran, 23 yılda Muhammede inmiştir. Quran boyunca Muhammed ismi 4 kez geçmektedir: 3Q144 33Q40 47Q2 48Q29. * 23'ün tam katı olmaları 23 yıllık vahyi döneminde indiğine dair bir gösterge… Hem Quran'ın inişiyle ilgili olan تنزلت Tenezzelet kelimesinin en küçük ebcedi/sayısal değeri de 23. * Celcelut 63. Beyt))) Hz. Ali'nin Halklar için ilimlerin sırrını topladığı celcelut kasidesinde Quran'daki ayet sayısı ile ilgili 63. beyti وَفٖى سُوَرِ الْقُرْاٰنِ حِزْبًا وَاٰيَةً عَدَدَ مَا قَرَاَ الْقَارٖى وَمَا قَدْ تَنَزَّلَتْ Ve Quran surelerinde hizb ve ayet Okuyanın okuduğu ve indiği aded www.facebook.com/celcelut www.celcelut.tumblr.com * Said Nursi, Quran'daki Ayet sayısı ile ilgili Celcelut 63. beyti Şualar ve Sikke-i Tasdik-i Gayb-i adlı kitablarında ele almış ancak oturup yarım saatini vererek Quran'dan tek tek saymış değil, işin kolayına gidip eskilerden aldığı ayet sayısını 6666 olarak vermektedir. * Said Nursi, ayet sayısını 318 aded fazla vermiş: 6666 (6x1111). 9Q128-129. ayetleri inkar eden Reşad Halife- @EdipYuksel 19'a uydurarak 6346 (19x342) vermişse de, gerçek sayı 19'un katından 2 fazladır. Quran talebesi ise ne eksik ne fazla 6 ve 23'ün tam katı 6348 (23x276) ayet verir. www.KaderEsasi.tumblr.com www.50q2.tumblr.com * We fî suweri'l-qur'ani hizban we ayeten Æedede ma qere elqarî we ma qed tenezzelet وَفٖى سُوَرِ الْقُرْاٰنِ حِزْبًا وَاٰيَةً عَدَدَ مَا قَرَاَ الْقَارٖى وَمَا قَدْ تَنَزَّلَتْ Ve Quran surelerinde hizb ve ayet Okuyanın okuduğu ve indiği aded www.celcelut.tumblr.com * Quran'da/Hafs Mushafında ayet sayısı 6348 ayettir… Hz. Ali’nin Halklar için ilimlerin sırrını topladığı celcelut kasidesinin 63. beyti, içerdiği kelimeler tamamen Quran ile ilgilidir. Surelerin başındaki/üstündeki besmeleler okunduğu için besmelelerin adedi de sayıma dahildir. * Şuara 210(6x35). ayette ve hem konu ile ilgili celcelut 63. beyitteki تنزلت Tenezzelet kelimesinin en küçük ebcedi 23'tür. Son iki ayeti inkar edilen Beraet suresinin sure ve ayet numaralarının 9+129 toplamları da 6 ve 23'ün tam katı 138 (6x23)'dır ki, Quran 23 yılda inmiştir. * Quran'da ayet sayısı numarasız 112 besmeleler ile (6x1058 23x276=) 6348'dir. Quran'da 30 cüz+ 120 hizb+ 114 sure+ 6348 ayet vardır. Bunların toplamları ise 6 ve 19'un tam katı 6612 (6x1102 19x348)'dır: * Quran-ı Mecid'de, Ayet sayısı 6 ve 23'ün katı 6348 (6x1058 23x276). Sure sayısı 6 ve 19'un katı 114 (6x19), Cüz sayısı 6'nin tam 5 katı 30 (6x5), Hizb sayısı 6'nin tam katı 120 (6x20). www.KaderEsasi.tumblr.com www.Kuran6348Ayet.tumblr.com www.ebcedilmi.tumblr.com * 1\5/5 Fatiha 7 ayet (=7+) İlk harf [ ب B=Ba ] / nokta ilmi harfi [ ب B> بسم الله Bismillah ] Son harf [ ن n=nûn ] 2\87/92 Bakara 286 ayet (=293+1) İlk harf [ ا E=Elif ] / 1. Hurufu Mukattaat [ الٓمٓ ELM=Elif Lam Mîm ] Son harf [ ن n=nûn ] 3\89/94 Ali İmran 200 ayet (=493+2) İlk harf [ ا E=Elif ] / 2. Hurufu Mukattaat [ الٓمٓ ELM=Elif Lam Mîm ] Son harf [ ن n=nûn ] 4\92/98 Nisa 176 ayet (=669+3) İlk harf [ ي Y=Ya ] Son kelime [ عليم Æelîm ] Son harf [ م m=mîm ] 5\112/110 Maide 120 ayet (=789+4) İlk harf [ ي Y=Ya ] Son kelime [ قدير Qedîr ] Son harf [ ر r=ra ] 6\55/55 Enam 165 ayet (=954+5) İlk harf [ ا E=Elif ] Son kelime [ رحيم Rehîm ] Son harf [ م m=mîm ] 7\39/39 Araf 206 ayet (=1160+6) İlk harf [ ا E=Elif ] / Mushafta 3. Nüzulde 4. Hurufu Mukattaat [ الٓمٓصٓ ELMS=Elif Lam Mîm Sad ] Son harf [ ن n=nûn ] 8\88/93 Enfal 75 ayet (=1235+7) İlk harf [ ي Y=Ya ] Son kelime [ عليم Æelîm ] Son harf [ م m=mîm ] 9\113/113 Tevbe/Beraet 129 ayet (=1364) İlk harf [ ب B=Ba ] / nokta ilmi harfi [ ب B> براءة من الله Beraetun minellah ] Son kelime [ عظيم Æezîm ] Son harf [ م m=mîm ] 10\51/51 Yunus 109 ayet (=1473+8) İlk harf [ ا E=Elif ] / 4. Hurufu Mukattaat [ الٓرٰ ELR=Elif Lam Ra ] Son kelime [ حاكمين Hakimîn ] Son harf [ ن n=nûn ] 11\52/52 Hud 123 ayet (=1596+9) İlk harf [ ا E=Elif ] / 5. Hurufu Mukattaat [ الٓرٰ ELR=Elif Lam Ra ] Son harf [ ن n=nûn ] 12\53/53 Yusuf 111 ayet (=1707+10) İlk harf [ ا E=Elif ] / 6. Hurufu Mukattaat [ الٓرٰ ELR=Elif Lam Ra ] Son harf [ ن n=nûn ] 13\96/87 Rad 43 ayet (=1750+11) İlk harf [ ا E=Elif ] / 7. Hurufu Mukattaat [ الٓمٓرٰ ELMR=Elif Lam Mîm Ra ] Son harf [ ب b=ba ] 14\72/72 İbrahim 52 ayet (=1802+12) İlk harf [ ا E=Elif ] / 8. Hurufu Mukattaat [ الٓرٰ ELR=Elif Lam Ra ] Son harf [ ب b=ba ] 15\54/54 Hicr 99 ayet (=1901+13) İlk harf [ ا E=Elif ] / 9. Hurufu Mukattaat [ الٓرٰ ELR=Elif Lam Ra ] Son harf [ ن n=nûn ] 16\70/70 Nahl 128 ayet (=2029+14) İlk harf [ ا E=Elif ] Son harf [ ن n=nûn ] 17\50/50 İsra 111 ayet (=2140+15) İlk harf [ س S=Sîn ] İlk kelime [ سبحان Subhan ] Son harf [ ا e=elif ] 18\69/69 Kehf 110 ayet (=2250+16) İlk harf [ ا E=Elif ] Son kelime- [ احدا ehed-a ] Son harf [ ا e=elif ] 19\44/44 Meryem 98 ayet (=2348+17) İlk harf [ ك K=Kaf ] / 10. Hurufu Mukattaat [ كٓهٰيٰعٓصٓ KHYÆS=Kaf Ha Æeyn Sad ] Son harf [ ا e=elif ] 20\45/45 Taha 135 ayet (=2483+18) İlk harf [ ط T=Ta ] / 11. Hurufu Mukattaat [ طٰهٰ TaHa ] Son harf [ ى y=ya ] 21\73/73 Enbiya 112 ayet (=2595+19) İlk harf [ ا E=Elif ] Son harf [ ن n=nûn ] 22\103/88 Hac 78 ayet (=2673+20) İlk harf [ ي Y=Ya ] Son kelime [ نصير Nesîr ] Son harf [ ر r=ra ] 23\74/74 Müminun 118 ayet (=2791+21) İlk harf [ ق Q=Qaf ] Son kelime [ راحمين Rahimîn ] Son harf [ ن n=nûn ] 24\102/102 Nur 64 ayet (=2855+22) İlk harf [ س S=Sîn ] Son kelime [ عليم Æelîm ] Son harf [ م m=mîm ] 25\42/42 Furkan 77 ayet (=2932+23) İlk harf [ ت T=Ta ] Son harf [ ا e=elif ] 26\47/47 Şuara 227 ayet (=3159+24) İlk harf [ ط T=Ta ] / 12. Hurufu Mukattaat [ طٰسٓمٓ TSM=Ta Sîn Mîm ] Son harf [ ن n=nûn ] 27\48/48 Neml 93 ayet (=3252+25) İlk harf [ ط T=Ta ] / 13. Hurufu Mukattaat [ طٰسٓ TS=Ta Sîn ] Son harf [ ن n=nûn ] 28\49/49 Kasas 88 ayet (=3340+26) İlk harf [ ط T=Ta ] / 14. Hurufu Mukattaat [ طٰسٓمٓ Ta Sîn Mîm ] Son harf [ ن n=nûn ] 29\85/85 Ankebut 69 ayet (=3409+27) İlk harf [ ا E=Elif ] / 15. Hurufu Mukattaat [ الٓمٓ ELM=Elif Lam Mîm ] Son harf [ ن n=nûn ] 30\84/84 Rum 60 ayet (=3469+28) İlk harf [ ا E=Elif ] / 16. Hurufu Mukattaat [ الٓمٓ ELM=Elif Lam Mîm ] Son harf [ ن n=nûn ] 31\57/57 Lokman 34 ayet (=3503+29) İlk harf [ ا E=Elif ] / 17. Hurufu Mukattaat [ الٓمٓ ELM=Elif Lam Mîm ] Son kelime [ خبير Xebîr ] Son harf [ ر r=ra ] 32\75/75 Secde 30 ayet (=3533+30) İlk harf [ ا E=Elif ] / 18. Hurufu Mukattaat [ الٓمٓ ELM=Elif Lam Mîm ] Son harf [ ن n=nûn ] 33\90/97 Ahzab 73 ayet (=3606+31) İlk harf [ ي Y=Ya ] Son kelime- [ رحيما Rehîm-a ] Son harf [ ا e=elif ] 34\58/58 Sebe 54 ayet (=3660+32) İlk harf [ ا E=Elif ] Son harf [ ب b=ba ] 35\43/43 Fatır 45 ayet (=3705+33) İlk harf [ ا E=Elif ] Son kelime- [ بصيرا Besîr-a ] Son harf [ ا e=elif ] 36\41/41 Yasin 83 ayet (=3788+34) İlk harf [ ي Y=Ya ] / 19. Hurufu Mukattaat [ يٰسٓ YS=YaSîn ] Son harf [ ن n=nûn ] 37\56/56 Saffat 182 ayet (=3970+35) İlk harf [ و W=Waw ] Son harf [ ن n=nûn ] 38\38/38 Sad 88 ayet (=4058+36) İlk harf [ ص S=Sad ] / Mushafta 20. Nüzulde 3. Hurufu Mukattaat [ ص S=Sad ] Son harf [ ن n=nûn ] 39\59/59 Zümer 75 ayet (=4133+37) İlk harf [ ت T=Ta ] Son harf [ ن n=nûn ] 40\60/60 Mümin 85 ayet (=4218+38) İlk harf [ ح HM=Ha ] / 21. Hurufu Mukattaat [ حٰمٓ HM=Ha Mîm ] Son harf [ ن n=nûn ] 41\61/61 Fussilet 54 ayet (=4272+39) İlk harf [ ح HM=Ha ] / 22. Hurufu Mukattaat [ حٰمٓ HM=Ha Mîm ] Son kelime [ محيط Muhît ] Son harf [ ط t=ta ] 42\62/62 Şura 53 ayet (=4325+40) İlk harf [ ح HM=Ha ] / Mushafta 23. - 24. Nüzulde 18. - 19. Hurufu Mukattaat [ حٰمٓ HM=Ha Mîm عٓسٓقٓ ÆSQ=Æeyn Sîn Qaf ] Son harf [ ر r=ra ] 43\63/63 Zuhruf 89 ayet (=4414+41) İlk harf [ ح HM=Ha ] / 25. Hurufu Mukattaat [ حٰمٓ HM=Ha Mîm ] Son harf [ ن n=nûn ] 44\64/64 Duhan 59 ayet (=4473+42) İlk harf [ ح HM=Ha ] / 26. Hurufu Mukattaat [ حٰمٓ HM=Ha Mîm ] Son harf [ ن n=nûn ] 45\65/65 Casiye 37 ayet (=4510+43) İlk harf [ ح HM=Ha ] / 27. Hurufu Mukattaat [ حٰمٓ HM=Ha Mîm ] Son kelime [ حكيم Hekîm ] Son harf [ م m=mîm ] 46\66/66 Ahkaf 35 ayet (=4545+44) İlk harf [ ح HM=Ha ] / 28. Hurufu Mukattaat [ حٰمٓ HM=Ha Mîm ] Son harf [ ن n=nûn ] 47\95/99 Muhammed 38 ayet (=4583+45) İlk harf [ ا E=Elif ] Son harf [ م m=mîm ] 48\111/109 Fetih 29 ayet (=4612+46) İlk harf [ ا E=Elif ] Son kelime- [ عظيما Æezîm-a ] Son harf [ ا e=elif ] 49\106/105 Hucurat 18 ayet (=4630+47) İlk harf [ ي Y=Ya ] Son harf [ ن n=nûn ] 50\34/34 Kaf 45 ayet (=4675+48) İlk harf [ ق Q=Qaf ] / Mushafta 29. Nüzulde 2. Hurufu Mukattaat [ قٓ Q=Qaf ] Son kelime [ وعيد Weæîd ] Son harf [ د d=dal ] 51\67/67 Zariyat 60 ayet (=4735+49) İlk harf [ و W=Waw ] Son harf [ ن n=nûn ] 52\76/76 Tur 49 ayet (=4784+50) İlk harf [ و W=Waw ] Son harf [ م m=mîm ] 53\23/23 Necm 62 ayet (=4846+51) İlk harf [ و W=Waw ] Son harf [ ا e=elif ] 54\37/37 Kamer 55 ayet (=4901+52) İlk harf [ ا E=Elif ] Son kelime [ مقتدر Muqtedir ] Son harf [ ر r=ra ] 55\97/89 Rahman 78 ayet (=4979+53) İlk harf [ ا E=Elif ] İlk kelime [ الرحمن Errehman ] Son kelime [ ذى الجلال والاكرام Zî’l-celali we’l-ikram ] Son harf [ م m=mîm ] 56\46/46 Vakıa 96 ayet (=5075+54) İlk harf [ ا E=Elif ] Son kelime [ عظيم Æezîm ] Son harf [ م m=mîm ] 57\94/112 Hadid 29 ayet (=5104+55) İlk harf [ س S=Sîn ] Son kelime [ عظيم Æezîm ] Son harf [ م m=mîm ] 58\105/104 Mücadele 22 ayet (=5126+56) İlk harf [ ق Q=Qaf ] Son harf [ ن n=nûn ] 59\101/95 Haşr 24 ayet (=5150+57) İlk harf [ س S=Sîn ] Son kelime [ حكيم Hekîm ] Son harf [ م m=mîm ] 60\91/111 Mümtehine 13 ayet (=5163+58) İlk harf [ ي Y=Ya ] Son harf [ ر r=ra ] 61\109/108 Saff 14 ayet (=5177+59) İlk harf [ س S=Sîn ] Son kelime [ ظاهرين Zahirîn ] Son harf [ ن n=nûn ] 62\110/96 Cuma 11 ayet (=5188+60) İlk harf [ ي Y=Ya ] Son kelime [ رازقين Raziqîn ] Son harf [ ن n=nûn ] 63\104/103 Münafikun 11 ayet (=5199+61) İlk harf [ ا E=Elif ] Son harf [ ن n=nûn ] 64\108/107 Teğabun 18 ayet (=5217+62) İlk harf [ ي Y=Ya ] Son kelime [ حكيم Hekîm ] Son harf [ م m=mîm ] 65\99/100 Talak 12 ayet (=5229+63) İlk harf [ ي Y=Ya ] Son harf [ ا e=elif ] 66\107/106 Tahrim 12 ayet (=5241+64) İlk harf [ ي Y=Ya ] Son harf [ ن n=nûn ] 67\77/77 Mülk 30 ayet (=5271+65) İlk harf [ ت T=Ta ] Son kelime [ معين Meæîn ] Son harf [ ن n=nûn ] 68\2/2 Kalem 52 ayet (=5323+66) İlk harf [ ن N=Nûn ] / Mushafta 30. Nüzulde 1. Hurufu Mukattaat [ نٓ N=Nûn ] Son harf [ ن n=nûn ] 69\78/78 Hakka 52 ayet (=5375+67) İlk harf [ ا E=Elif ] İlk kelime [ الحاقة Elhaqqet ] Son kelime [ عظيم Æezîm ] Son harf [ م m=mîm ] 70\79/79 Mearic 44 ayet (=5419+68) İlk harf [ س S=Sîn ] Son harf [ ن n=nûn ] 71\71/71 Nuh 28 ayet (=5447+69) İlk harf [ ا E=Elif ] Son harf [ ا e=elif ] 72\40/40 Cin 28 ayet (=5475+70) İlk harf [ ق Q=Qaf ] Son harf [ ا e=elif ] 73\3/3 Müzzemmil 20 ayet (=5495+71) İlk harf [ ي Y=Ya ] Son kelime [ رحيم Rehîm ] Son harf [ م m=mîm ] 74\4/4 Müddessir 56 ayet (=5551+72) İlk harf [ ي Y=Ya ] Son kelime-ler [ واهل المغفرة We ehli’l-meğfiret ] Son harf [ ة t=te ] 75\31/31 Kıyamet 40 ayet (=5591+73) İlk harf [ ل L=Lam ] Son harf [ ى y=ya ] 76\98/90 İnsan 31 ayet (=5622+74) İlk harf [ ه H=Ha ] Son kelime- [ اليما Elîm-a ] Son harf [ ا e=elif ] 77\33/33 Mürselat 50 ayet (=5672+75) İlk harf [ و W=Waw ] Son harf [ ن n=nûn ] 78\80/80 Nebe 40 ayet (=5712+76) İlk harf [ ع Æ=Æeyn ] Son harf [ ا e=elif ] 79\81/81 Naziat 46 ayet (=5758+77) İlk harf [ و W=Waw ] Son harf [ ا e=elif ] 80\24/24 Abese 42 ayet (=5800+78) İlk harf [ ع Æ=Æeyn ] Son harf [ ة t=te ] 81\7/7 Tekvir 29 ayet (=5829+79) İlk harf [ ا E=Elif ] Son harf [ ن n=nûn ] 82\82/82 İnfitar 19 ayet (=5848+80) İlk harf [ ا E=Elif ] Son kelime [ لله Lillah ] Son harf [ ه h=ha ] 83\86/86 Mutaffifin 36 ayet (=5884+81) İlk harf [ و W=Waw ] Son harf [ ن n=nûn ] 84\83/83 İnşikak 25 ayet (=5909+82) İlk harf [ ا E=Elif ] Son harf [ ن n=nûn ] 85\27/27 Büruc 22 ayet (=5931+83) İlk harf [ و W=Waw ] Son harf [ ظ z=za ] 86\36/36 Tarık 17 ayet (=5948+84) İlk harf [ و W=Waw ] Son harf [ ا e=elif ] 87\8/8 A'la 19 ayet (=5967+85) İlk harf [ س S=Sîn ] Son harf [ ى y=ya ] 88\68/68 Gaşiye 26 ayet (=5993+86) İlk harf [ ه H=Ha ] Son harf [ م m=mîm ] 89\10/10 Fecr 30 ayet (=6023+87) İlk harf [ و W=Waw ] Son harf [ ى y=ya ] 90\35/35 Beled 20 ayet (=6043+88) İlk harf [ ل L=Lam ] Son harf [ ة t=te ] 91\26/26 Şems 15 ayet (=6058+89) İlk harf [ و W=Waw ] Son harf [ ا e=elif ] 92\9/9 Leyl 21 ayet (=6079+90) İlk harf [ و W=Waw ] Son harf [ ى y=ya ] 93\11/11 Duha 11 ayet (=6090+91) İlk harf [ و W=Waw ] Son harf [ ث s=sa ] 94\12/12 İnşirah 8 ayet (=6098+92) İlk harf [ ا E=Elif ] Son harf [ ب b=ba ] 95\28/28 Tin 8 ayet (=6106+93) İlk harf [ و W=Waw ] Son kelime [ حاكمين Hakimîn ] Son harf [ ن n=nûn ] 96\1/1 Alak 19 ayet (=6125+94) İlk harf [ ا E=Elif ] Son harf [ ب b=ba ] 97\25/25 Kadir 5 ayet (=6130+95) İlk harf [ ا E=Elif ] Son harf [ ر r=ra ] 98\100/101 Beyyine 8 ayet (=6138+96) İlk harf [ ل L=Lam ] Son kelime- [ ربه Rebbe-hu ] Son harf [ ه h=ha ] 99\93/91 Zilzal 8 ayet (=6146+97) İlk harf [ ا E=Elif ] Son harf [ ه h=ha ] 100\14/14 Adiyat 11 ayet (=6157+98) İlk harf [ و W=Waw ] Son kelime [ خبير Xebîr ] Son harf [ ر r=ra ] 101\30/30 Karia 11 ayet (=6168+99) İlk harf [ ا E=Elif ] İlk kelime [ القارعة Elqariæet ] Son harf [ ة t=te ] 102\16/16 Tekasür 8 ayet (=6176+100) İlk harf [ ا E=Elif ] Son kelime [ نعيم Neæîm ] Son harf [ م m=mîm ] 103\13/13 Asr 3 ayet (=6179+101) İlk harf [ و W=Waw ] Son harf [ ر r=ra ] 104\32/32 Hümeze 9 ayet (=6188+102) İlk harf [ و W=Waw ] Son harf [ ة t=te ] 105\19/19 Fil 5 ayet (=6193+103) İlk harf [ ا E=Elif ] Son harf [ ل l=lam ] 106\29/29 Kureyş 4 ayet (=6197+104) İlk harf [ ل L=Lam ] Son harf [ ف f=fa ] 107\17/17 Maun 7 ayet (=6204+105) İlk harf [ ا E=Elif ] Son harf [ ن n=nûn ] 108\15/15 Kevser 3 ayet (=6207+106) İlk harf [ ا E=Elif ] Son harf [ ر r=ra ] 109\18/18 Kafirun 6 ayet (=6213+107) İlk harf [ ق Q=Qaf ] Son harf [ ن n=nûn ] 110\114/114 Nasr 3 ayet (=6216+108) İlk harf [ ا E=Elif ] Son kelime- [ توابا Tewwab-a ] Son harf [ ا e=elif ] 111\6/6 Tebbet 5 ayet (=6221+109) İlk harf [ ت T=Ta ] Son harf [ د d=dal ] 112\22/22 İhlas 4 ayet (=6225+110) İlk harf [ ق Q=Qaf ] Son kelime [ احد ehed ] Son harf [ د d=dal ] 113\20/20 Felak 5 ayet (=6230+111) İlk harf [ ق Q=Qaf ] Son harf [ د d=dal ] 114\21/21 Nas 6 ayet (=6236+112besmele=6348.) İlk harf [ ق Q=Qaf ] Son harf [ س s=sîn ] .
0 notes
Photo
بدات ببسم الله Başlarım Bismillah ile Eser: Celcelut Havass: Alim ismi ve Harun Sırrı Meknun; Nüzulde 19. Hurufu Mukattaat; 42Şura2: ÆSQ عٓسٓقٓ Açılımı ع: علم س: سر ق: قصيدة Æ: Æilm S: Sirr Q: Qesîde Mecrun: Hz. Ali'nin Halklar için ilimlerin sırrını topladığı celcelut kasidesinden beytler... www.facebook.com/celcelut www.celcelut.tumblr.com * MUHYİDDİN-İ ARABİ Dürrü Meknun 255: "Rasûlüllâh (S.A.V.) Hazretleri Kur'an-ı Mecidinde (29) sûrenin evvelinde gelen "hurûf-u mukatta"ın âsârı ve havassı vardır. "Sırrı Meknûn"u ve "Mecrûn"u vardır. Hâk Teâlâ Hazretlerinin ilm-i ledunünde dilediği kimseler eğlam eyler. Nitekim Kelâm-ı Kadîm'inde: وَالرَّاسِخُونَ فِى الْعِلْمِ يَقُولُونَ اٰمَنَّا بِهٖ “İlimde Rasihler/kökleşmiş olanlar amenna, derler.” [Ali İmran suresi; ayet: 7] buyurmuştur. * Hz. Ali'nin Halklar için ilimlerin sırrını topladığı Celcelut Kasidesinde konu ile ilgili 73. Beyti فَتِلْكَ حُرُوفُ النُّورِ فَاجْمَعْ خَوَٓا��َّهَا وَحَقِّقْ مَعَانٖيهَا بِهَا الْخَيْرِ تُمِّمَتْ Nur harfler (Hurufu Mukattaat)in havassını topla Ve hakiki manalarıyla onlarla hayrı tamamla. * www.42asq19.tumblr.com www.noktailmi.tumblr.com Son Güncelleme 18 Eylül 2019 23:45 1 Aralık 2019 15:48√ Nokta İlmi, Esma, Hurufu Mukattaat, Quran'da Ayet Sayısı, İsmiAsayıMusa ile ilgili... Celcelut Kasidesinden Beytler: ✓1 Bedetu BiBismillah nokta ilmi 21 Ya Helîm ilim sırlarıyle senle parlar 23 28 36 38 41 42 51 52 ✓53 Ayn Sîn Qaf 54 55 56 57 58 ✓63 Quran'da ayet sayısı 6348 69 ismiasayimusa 73 87 91 93-94 Tevrat, İncil ve Quran 108 Vahşilerle savaş ve tamir 110 111 119-121 ✓122 Halklar için ilimlerin sırrı * Celcelut 1. Beyt))) بدات بِبِسْمِ اللهِ روحى به اهتدت الى كشف اسرار بباطنه انطوت Başlarım Bismillah ile ruhum onunla ihtidad Sırları keşfederim onun batıniyle مقال على وابن عم محمد وسر علوم للخلآئق جمعت Muhammeddin amcası oğlu alinin sözleridir Halklar için ilimlerin sırrını {Celcelut'te} topladı. * İlimlerin başında Nokta İlmi gelir. Hz. Ali’nin Halklar için ilimlerin sırrını topladığı Celcelut Kasidesi gibi Tevrat, İncil, Quran, Süleyman Mektubu, Nuh'un Gemiye Binme Duası, Tevbe/Beraet Suresi, Cewşen, @diwanairfan da ب ܒ݁ בּ B harfi/nokta ilmi ve الله İsmullah ile başlar. * Birçok Nebiye ... verilen (13x3= 39) Kitabın yer aldığı Tevrat, İbranice olarak בּ B harfi/nokta ilmi ve İsmullah/Elohîm אלוהים ile başlar בְּרֵאשִׁית, בָּרָא אֱלֹהִים, אֵת הַשָּׁמַיִם, וְאֵת הָאָרֶץ Başlangıçta Allah göğü ve yeri yarattı. (Yaratılış 1:1) * Yuhanna İncili İbranice/Süryanice בּ ܒ݁ B harfi/nokta ilmi ve İsmullah/Elohîm/Aloho אלהים ܐܠܗܐ ile başlar בּראשית היה הדבר והדבר היה את האלהים ואלהים היה הדבר ܒ݁ܪܫܝܬ ܐܬܘܗ ܗܘܐ ܡܠܬܐ ܘܗܘ ܡܠܬܐ ܐܬܘܗ ܗܘܐ ܠܘܬ ܐܠܗܐ ܘܐܠܗܐ ܐܬܘܗ ܗܘܐ ܗܘ ܡܠܬܐ Başlangıçta söz vardı. Söz Allah'la birlikteydi. * Nuh'un Gemiye Binme Duası ب B harfi/nokta ilmi ve الله İsmullah ile başlar: Bismillahi mecraha we mursaha inne rebbî leğefûrun rehîm بِسْمِ اللّٰهِ مجريها ومرسيها ان رَبّٖی لَغَفُورٌ رَحٖيمٌ Onun akması ve durması Allah ismi iledir. Muhakkak Rabbim Gafurdur Rahimdir. (11:41) * Quran boyunca 113 surenin başında/üstünde bulunan başlangıç cümlesi sadece 9. sure Tevbe/Beraet'in üstünde bulunmaz ancak yinede sure bütün sureler gibi ب B harfi/nokta ilmi ve الله İsmullah ile başlar بَرَٓاءَةٌ مِنَ اللهِ Beraetun minellah. www.11elr12.tumblr.com * Besmele ... on harf, onar isimli cewşen ب B harfi/nokta ilmi ve الله İsmullah ile başlar باسمائك يا الله يا رحمن يا رحيم يا عليم يا حليم يا عظيم يا حكيم يا قديم يا مقيم يا كريم BiEsmaike Ya Ellah Ya Rehman Ya Rehîm Ya Æelîm Ya Helîm Ya Æezîm Ya Hekîm Ya Qedîm Ya Muqîm Ya Kerîm. www.cewsen.tumblr.com www.41hm17.tumblr.com * Hudeybide Quran Besmelesi yerine de yazılan Kureyş Besmelesi ile Hadislerde geçen Uyku Besmelesi ب B harfi/nokta ilmi ve الله İsmullah ile başlar باسمك اللهم بِاسْمِكَ اللَّهُمَّ اَمُوتُ وَاَحْيَا Bismikellahumme emûtu we ehya. Allahım ölümüm ve dirilişim senin ismin iledir. * Nasuttan ta lahuta kadar işaret veren bir bir söyleyen Seyyid Kadri’nin @diwanairfan’ı ب B harfi/nokta ilmi ve الله İsmullah ile başlar بحمد الله والمنة ژ لطفى حى سبحانى Bi hemdi'l-lahi we'l-minnet ji lutfê heyyê subhanî... Bihamdillah ve minnet Hayy Sübhan lütfundansın… www.diwanairfan.tumblr.com www.13elmr28.tumblr.com * … … … Celcelut 53. Beyt))) Celcelut 122. Beyt))) Hz. Ali'nin Halklar için ilimlerin sırrını topladığı celcelut kasidesinde Şura başındaki HM ve ÆSQ ile ilgili 53. beyti بِحَامٖيمَ عَيْنٍ ثُمَّ سٖينٍ وَقَافِهَا حِمَايَتُنَا مِنْهَا الْجِبَالُ تَزَلْزَلَتْ Ha Mim ile Ayn sonra Sin ve onun kafı Bizi himaye eder onunla dağ sarsılır. * Hz. Ali'nin Celcelut kasidesinde Halklar için ilimlerin sırrını topladığını açıkça beyan eden 122. Beyti مَقَالُ عَلِىٍّ وَابْنِ عَمِّ مُحَمَّدٍ وَسِرُّ عُلُومٍ لِلْخَلآَئِقِ جُمِّعَتْ Muhammeddin amcası oğlu alinin sözleridir Halklar için ilimlerin sırrını {Celcelut'te} topladı. * Hz. Ali'nin Halklar için ilimlerin sırrını topladığı Celcelut bir قصيدة "Kaside"! İşte bu kelime ile son beytinde geçen سر علوم "Sır" ve "İlimler" Kelimeleri 42. Sure Şura 2'deki Hurufu Mukattaat açılımıdır عٓسٓقٓ ع: علوم س: سر ق: قصيدة ÆSQ Æ: Æulûm/Æilm S: Sirr Q: Qesîde. * 29 Sure başında 30 Hurufu Mukattaat geçer. Bunlardan 42. sure olan Şura başında 2 tane geçer حم عسق HM ÆSQ. Quran'da 30 Peygamber ismi/bahsi geçer. Bunlardan 2 kardeş olan ve beraber gönderilen Musa ve Harun, Nüzul sıralamasında sözü edilen 2 Mukattaat'a denk gelirler… www.30hm.tumblr.com * Nüzul sıralamasında Şura başındaki عسق ÆSQ 19. Hurufu Mukattaa'dır ve buna 30 Nebi'den Harun denk gelir. Quran boyunca Harun ismi 20 kez tekrar eder; 1'i yani 19Q28'de Meryem kardeşi için, 19'u ise Musanın kardeşi ve bu Hurufu Mukattaat'ın havassı olan Harun için geçer. www.quranix.tumblr.com * 42. sure Şura başındaki ÆSQ عسق harflerin ebcedi 23'ün katı 230 (23x10). Bu üç harfin 7 değişik Hurufu Mukattaat'taki عسق كهيعص طسم طس طسم يس ق toplam harf sayıları 9'dur. Bu 7 Hurufu Mukattaat'ın toplam harf sayıları 19'dur. Ebcedleri 7, 6 ve 9'un katı 882(=6x147/7x126/9x98). * ÆSQ عسق Harflerinden ilki olan Ayn, geçtiği 42. sure boyunca 7'nin katı 98 (7x14) kez; Hurufu Mukattaat sureleri boyunca 9'un katı 4563 (9x507) kez; Quran boyunca 9'un hem 19'un katı 9405 (=9x1045 19x495) kezdir. Bunun 7'si Reşad=19cuların inkar ettiği 9Q128-129. ayetlerde geçer. * Quran boyunca toplam 7'nin katı 112210 (7x16030) kez noktalı harf geçer ب B 11603 ت T 10520 ة Th 2344 ث S 1414 ج C 3317 خ X 2497 ذ Z 4932 ز Z 1599 ش Ş 2124 ض D 1686 ظ Z 853 غ Ğ 1221 ف F 8747 ق Q 7034 ن N 27380 ي Y 24939 Bunlardan ب B nokta ilmi, ق ن ي Q N Y Mukattaat harfleridir. * ÆSQ عسق Harflerinden Sîn, 19 harfli Quran Besmelesinde geçtiği gibi Kureyş Besmelesinde de geçer باسمك اللهم Bismikellahumme. Resulüllah bunu itiraz üzerine Quran Besmelesi yerine yazdırmış. 19cular ise Allah kelimesi sayımında Kureyş Besmelesinde de geçen 5 Ellahummeyi saymamış. www.11elr12.tumblr.com * ÆSQ عسق Şura suresi boyunca 98 Ayn 7'nin katı 7x14=98; 54 Sin 6 ve 9'un katı 9x6=54; 57 Qaf 19'un katı 19x3=57; Toplamları 11 ve 19'un katı 11x19=209, Hurufu Mukattaat sureleri boyunca 19'un katı 19x579=11001, Quran boyunca 7 ve 11'in katı 9405+6122+7034=22561 (7x3223 11x2051). * Yani 42Q2'deki عسق ÆSQ harflerinin Quran boyunca 7'nin katı 22561 (7x3223) kez geçmesi, 19cuların iddia ettiği gibi 7Q69'daki بصطة Besteten س Sîn ile değil ص Sad iledir; www.7elms4.tumblr.com 9Q128-129, sonradan ekleme değil Quran'dan iki ayettirler. www.11elr12.tumblr.com * Başında عسق ÆSQ bulunan Şura suresinin, Quran'da 42 olan sure numarası 6 ve 7'nin katı (6x7). Ayet sayısı Besmele ile 54 olması 6 ve 9'un katı (6x9). Sure numarası ile ayet sayısının Besmelesiz toplamları 19'un katı (19x5=95). Doğrusu Quran'da ayet sayımında Besmeleler dahildir. www.Kuran6348Ayet.tumblr.com www.50q2.tumblr.com www.7elms4.tumblr.com * 29 sure başındaki 30 (6x5) Hurufu Mukattaat harfi 78 (6x13), tekrarsız 14 (7x2) الر كهيعص طس حم ق ن Ebcedleri 693 (7x99 9x77 11x63). İçlerinden N 10, Q 6, ELMS 7, ELR 9 ..., ELR 11, ÆSQ 19 ve 23 ile de ilişkili olup 19cuların ve Kader Esasının inkarcılarının iddialarını çürütmektedir. www.68N1.tumblr.com www.50q2.tumblr.com www.7elms4.tumblr.com www.11elr12.tumblr.com www.12elr13.tumblr.com www.42asq19.tumblr.com * Quran6348Ayet www.Kuran6348Ayet.tumblr.com Son Güncelleme 23 Kasım 2019 20:40 1 Aralık 2019 15:48√ Quran'da Ayet sayısı, Nurculara göre 6666, 19culara göre 6346, Quran talebelerine göre 6348 ayettir. Quran'da ayet sayısının 6348 olması hangi sayının tam katı?: 7'nin katına 1 eksik, 9'un katına 3 fazla, 19'un katına 2 fazla, 6 ve 23'ün tam katı…: * 7 sistemi 6348 rakamları toplayarak vermekte: 6+3+4+8=21 (7x3). Şayet 113 surede olduğu gibi 9. sure başında da besmele olsaydı ayet sayısı 7'nin tam katı olurdu: 7x907= 6349. * 9 sisteminde 6348 ayet sayısı 9'un katına 3 fazladır. Numarsız besmeleler sayılmazsa 1 eksiktir… * 19'un katına 2 fazladır. 19 sistemine uyması için 19cular Tevbe/Beraet suresinin son iki ayeti inkar edip 2 eksik ile vermekte: 6346 (19x334). Doğrusu inkar ettikleri iki ayetin sure ve ayet numaralarının hem 19'un ve hem 7'nin tam katı 9Q128-129= 266 (19x14). (7x38). * 23: Quran 23 yıl boyunca inmiştir. 6348 ayet sayısı 6 ve 23'ün katı (23x276). Quran boyunca, 112 Besmele sayılmazsa Rahim ismi 23'ün katı 115 (23x5) kez geçer. İnkar edilen iki ayetin geçtiği Beraet suresinin sure ve ayet numaraların toplamı 6 ve 23'ün katı 9+129= 138 (23x6). * Muhammed محمد isminin küçük ebced değeri 92: 92, 23'ün tam 4 katı. Çok ilginç bir sonuç bu. Quran, 23 yılda Muhammede inmiştir. Quran boyunca Muhammed ismi 4 kez geçmektedir: 3Q144 33Q40 47Q2 48Q29. * 23'ün tam katı olmaları 23 yıllık vahyi döneminde indiğine dair bir gösterge… Hem Quran'ın inişiyle ilgili olan تنزلت Tenezzelet kelimesinin en küçük ebcedi/sayısal değeri de 23. * Celcelut 63. Beyt))) Hz. Ali'nin Halklar için ilimlerin sırrını topladığı celcelut kasidesinde Quran'daki ayet sayısı ile ilgili 63. beyti وَفٖى سُوَرِ الْقُرْاٰنِ حِزْبًا وَاٰيَةً عَدَدَ مَا قَرَاَ الْقَارٖى وَمَا قَدْ تَنَزَّلَتْ Ve Quran surelerinde hizb ve ayet Okuyanın okuduğu ve indiği aded www.facebook.com/celcelut www.celcelut.tumblr.com * Said Nursi, Quran'daki Ayet sayısı ile ilgili Celcelut 63. beyti Şualar ve Sikke-i Tasdik-i Gayb-i adlı kitablarında ele almış ancak oturup yarım saatini vererek Quran'dan tek tek saymış değil, işin kolayına gidip eskilerden aldığı ayet sayısını 6666 olarak vermektedir. * Said Nursi, ayet sayısını 318 aded fazla vermiş: 6666 (6x1111). 9Q128-129. ayetleri inkar eden Reşad Halife- @EdipYuksel 19'a uydurarak 6346 (19x342) vermişse de, gerçek sayı 19'un katından 2 fazladır. Quran talebesi ise ne eksik ne fazla 6 ve 23'ün tam katı 6348 (23x276) ayet verir. www.KaderEsasi.tumblr.com www.50q2.tumblr.com * We fî suweri'l-qur'ani hizban we ayeten Æedede ma qere elqarî we ma qed tenezzelet وَفٖى سُوَرِ الْقُرْاٰنِ حِزْبًا وَاٰيَةً عَدَدَ مَا قَرَاَ الْقَارٖى وَمَا قَدْ تَنَزَّلَتْ Ve Quran surelerinde hizb ve ayet Okuyanın okuduğu ve indiği aded www.celcelut.tumblr.com * Quran'da/Hafs Mushafında ayet sayısı 6348 ayettir… Hz. Ali’nin Halklar için ilimlerin sırrını topladığı celcelut kasidesinin 63. beyti, içerdiği kelimeler tamamen Quran ile ilgilidir. Surelerin başındaki/üstündeki besmeleler okunduğu için besmelelerin adedi de sayıma dahildir. * Şuara 210(6x35). ayette ve hem konu ile ilgili celcelut 63. beyitteki تنزلت Tenezzelet kelimesinin en küçük ebcedi 23'tür. Son iki ayeti inkar edilen Beraet suresinin sure ve ayet numaralarının 9+129 toplamları da 6 ve 23'ün tam katı 138 (6x23)'dır ki, Quran 23 yılda inmiştir. * Quran'da ayet sayısı numarasız 112 besmeleler ile (6x1058 23x276=) 6348'dir. Quran'da 30 cüz+ 120 hizb+ 114 sure+ 6348 ayet vardır. Bunların toplamları ise 6 ve 19'un tam katı 6612 (6x1102 19x348)'dır: * Quran-ı Mecid'de, Ayet sayısı 6 ve 23'ün katı 6348 (6x1058 23x276). Sure sayısı 6 ve 19'un katı 114 (6x19), Cüz sayısı 6'nin tam 5 katı 30 (6x5), Hizb sayısı 6'nin tam katı 120 (6x20). www.KaderEsasi.tumblr.com www.Kuran6348Ayet.tumblr.com www.ebcedilmi.tumblr.com * 1\5/5 Fatiha 7 ayet (=7+) İlk harf [ ب B=Ba ] / nokta ilmi harfi [ ب B> بسم الله Bismillah ] Son harf [ ن n=nûn ] 2\87/92 Bakara 286 ayet (=293+1) İlk harf [ ا E=Elif ] / 1. Hurufu Mukattaat [ الٓمٓ ELM=Elif Lam Mîm ] Son harf [ ن n=nûn ] 3\89/94 Ali İmran 200 ayet (=493+2) İlk harf [ ا E=Elif ] / 2. Hurufu Mukattaat [ الٓمٓ ELM=Elif Lam Mîm ] Son harf [ ن n=nûn ] 4\92/98 Nisa 176 ayet (=669+3) İlk harf [ ي Y=Ya ] Son kelime [ عليم Æelîm ] Son harf [ م m=mîm ] 5\112/110 Maide 120 ayet (=789+4) İlk harf [ ي Y=Ya ] Son kelime [ قدير Qedîr ] Son harf [ ر r=ra ] 6\55/55 Enam 165 ayet (=954+5) İlk harf [ ا E=Elif ] Son kelime [ رحيم Rehîm ] Son harf [ م m=mîm ] 7\39/39 Araf 206 ayet (=1160+6) İlk harf [ ا E=Elif ] / Mushafta 3. Nüzulde 4. Hurufu Mukattaat [ الٓمٓصٓ ELMS=Elif Lam Mîm Sad ] Son harf [ ن n=nûn ] 8\88/93 Enfal 75 ayet (=1235+7) İlk harf [ ي Y=Ya ] Son kelime [ عليم Æelîm ] Son harf [ م m=mîm ] 9\113/113 Tevbe/Beraet 129 ayet (=1364) İlk harf [ ب B=Ba ] / nokta ilmi harfi [ ب B> براءة من الله Beraetun minellah ] Son kelime [ عظيم Æezîm ] Son harf [ م m=mîm ] 10\51/51 Yunus 109 ayet (=1473+8) İlk harf [ ا E=Elif ] / 4. Hurufu Mukattaat [ الٓرٰ ELR=Elif Lam Ra ] Son kelime [ حاكمين Hakimîn ] Son harf [ ن n=nûn ] 11\52/52 Hud 123 ayet (=1596+9) İlk harf [ ا E=Elif ] / 5. Hurufu Mukattaat [ الٓرٰ ELR=Elif Lam Ra ] Son harf [ ن n=nûn ] 12\53/53 Yusuf 111 ayet (=1707+10) İlk harf [ ا E=Elif ] / 6. Hurufu Mukattaat [ الٓرٰ ELR=Elif Lam Ra ] Son harf [ ن n=nûn ] 13\96/87 Rad 43 ayet (=1750+11) İlk harf [ ا E=Elif ] / 7. Hurufu Mukattaat [ الٓمٓرٰ ELMR=Elif Lam Mîm Ra ] Son harf [ ب b=ba ] 14\72/72 İbrahim 52 ayet (=1802+12) İlk harf [ ا E=Elif ] / 8. Hurufu Mukattaat [ الٓرٰ ELR=Elif Lam Ra ] Son harf [ ب b=ba ] 15\54/54 Hicr 99 ayet (=1901+13) İlk harf [ ا E=Elif ] / 9. Hurufu Mukattaat [ الٓرٰ ELR=Elif Lam Ra ] Son harf [ ن n=nûn ] 16\70/70 Nahl 128 ayet (=2029+14) İlk harf [ ا E=Elif ] Son harf [ ن n=nûn ] 17\50/50 İsra 111 ayet (=2140+15) İlk harf [ س S=Sîn ] İlk kelime [ سبحان Subhan ] Son harf [ ا e=elif ] 18\69/69 Kehf 110 ayet (=2250+16) İlk harf [ ا E=Elif ] Son kelime- [ احدا ehed-a ] Son harf [ ا e=elif ] 19\44/44 Meryem 98 ayet (=2348+17) İlk harf [ ك K=Kaf ] / 10. Hurufu Mukattaat [ كٓهٰيٰعٓصٓ KHYÆS=Kaf Ha Æeyn Sad ] Son harf [ ا e=elif ] 20\45/45 Taha 135 ayet (=2483+18) İlk harf [ ط T=Ta ] / 11. Hurufu Mukattaat [ طٰهٰ TaHa ] Son harf [ ى y=ya ] 21\73/73 Enbiya 112 ayet (=2595+19) İlk harf [ ا E=Elif ] Son harf [ ن n=nûn ] 22\103/88 Hac 78 ayet (=2673+20) İlk harf [ ي Y=Ya ] Son kelime [ نصير Nesîr ] Son harf [ ر r=ra ] 23\74/74 Müminun 118 ayet (=2791+21) İlk harf [ ق Q=Qaf ] Son kelime [ راحمين Rahimîn ] Son harf [ ن n=nûn ] 24\102/102 Nur 64 ayet (=2855+22) İlk harf [ س S=Sîn ] Son kelime [ عليم Æelîm ] Son harf [ م m=mîm ] 25\42/42 Furkan 77 ayet (=2932+23) İlk harf [ ت T=Ta ] Son harf [ ا e=elif ] 26\47/47 Şuara 227 ayet (=3159+24) İlk harf [ ط T=Ta ] / 12. Hurufu Mukattaat [ طٰسٓمٓ TSM=Ta Sîn Mîm ] Son harf [ ن n=nûn ] 27\48/48 Neml 93 ayet (=3252+25) İlk harf [ ط T=Ta ] / 13. Hurufu Mukattaat [ طٰسٓ TS=Ta Sîn ] Son harf [ ن n=nûn ] 28\49/49 Kasas 88 ayet (=3340+26) İlk harf [ ط T=Ta ] / 14. Hurufu Mukattaat [ طٰسٓمٓ Ta Sîn Mîm ] Son harf [ ن n=nûn ] 29\85/85 Ankebut 69 ayet (=3409+27) İlk harf [ ا E=Elif ] / 15. Hurufu Mukattaat [ الٓمٓ ELM=Elif Lam Mîm ] Son harf [ ن n=nûn ] 30\84/84 Rum 60 ayet (=3469+28) İlk harf [ ا E=Elif ] / 16. Hurufu Mukattaat [ الٓمٓ ELM=Elif Lam Mîm ] Son harf [ ن n=nûn ] 31\57/57 Lokman 34 ayet (=3503+29) İlk harf [ ا E=Elif ] / 17. Hurufu Mukattaat [ الٓمٓ ELM=Elif Lam Mîm ] Son kelime [ خبير Xebîr ] Son harf [ ر r=ra ] 32\75/75 Secde 30 ayet (=3533+30) İlk harf [ ا E=Elif ] / 18. Hurufu Mukattaat [ الٓمٓ ELM=Elif Lam Mîm ] Son harf [ ن n=nûn ] 33\90/97 Ahzab 73 ayet (=3606+31) İlk harf [ ي Y=Ya ] Son kelime- [ رحيما Rehîm-a ] Son harf [ ا e=elif ] 34\58/58 Sebe 54 ayet (=3660+32) İlk harf [ ا E=Elif ] Son harf [ ب b=ba ] 35\43/43 Fatır 45 ayet (=3705+33) İlk harf [ ا E=Elif ] Son kelime- [ بصيرا Besîr-a ] Son harf [ ا e=elif ] 36\41/41 Yasin 83 ayet (=3788+34) İlk harf [ ي Y=Ya ] / 19. Hurufu Mukattaat [ يٰسٓ YS=YaSîn ] Son harf [ ن n=nûn ] 37\56/56 Saffat 182 ayet (=3970+35) İlk harf [ و W=Waw ] Son harf [ ن n=nûn ] 38\38/38 Sad 88 ayet (=4058+36) İlk harf [ ص S=Sad ] / Mushafta 20. Nüzulde 3. Hurufu Mukattaat [ ص S=Sad ] Son harf [ ن n=nûn ] 39\59/59 Zümer 75 ayet (=4133+37) İlk harf [ ت T=Ta ] Son harf [ ن n=nûn ] 40\60/60 Mümin 85 ayet (=4218+38) İlk harf [ ح HM=Ha ] / 21. Hurufu Mukattaat [ حٰمٓ HM=Ha Mîm ] Son harf [ ن n=nûn ] 41\61/61 Fussilet 54 ayet (=4272+39) İlk harf [ ح HM=Ha ] / 22. Hurufu Mukattaat [ حٰمٓ HM=Ha Mîm ] Son kelime [ محيط Muhît ] Son harf [ ط t=ta ] 42\62/62 Şura 53 ayet (=4325+40) İlk harf [ ح HM=Ha ] / Mushafta 23. - 24. Nüzulde 18. - 19. Hurufu Mukattaat [ حٰمٓ HM=Ha Mîm عٓسٓقٓ ÆSQ=Æeyn Sîn Qaf ] Son harf [ ر r=ra ] 43\63/63 Zuhruf 89 ayet (=4414+41) İlk harf [ ح HM=Ha ] / 25. Hurufu Mukattaat [ حٰمٓ HM=Ha Mîm ] Son harf [ ن n=nûn ] 44\64/64 Duhan 59 ayet (=4473+42) İlk harf [ ح HM=Ha ] / 26. Hurufu Mukattaat [ حٰمٓ HM=Ha Mîm ] Son harf [ ن n=nûn ] 45\65/65 Casiye 37 ayet (=4510+43) İlk harf [ ح HM=Ha ] / 27. Hurufu Mukattaat [ حٰمٓ HM=Ha Mîm ] Son kelime [ حكيم Hekîm ] Son harf [ م m=mîm ] 46\66/66 Ahkaf 35 ayet (=4545+44) İlk harf [ ح HM=Ha ] / 28. Hurufu Mukattaat [ حٰمٓ HM=Ha Mîm ] Son harf [ ن n=nûn ] 47\95/99 Muhammed 38 ayet (=4583+45) İlk harf [ ا E=Elif ] Son harf [ م m=mîm ] 48\111/109 Fetih 29 ayet (=4612+46) İlk harf [ ا E=Elif ] Son kelime- [ عظيما Æezîm-a ] Son harf [ ا e=elif ] 49\106/105 Hucurat 18 ayet (=4630+47) İlk harf [ ي Y=Ya ] Son harf [ ن n=nûn ] 50\34/34 Kaf 45 ayet (=4675+48) İlk harf [ ق Q=Qaf ] / Mushafta 29. Nüzulde 2. Hurufu Mukattaat [ قٓ Q=Qaf ] Son kelime [ وعيد Weæîd ] Son harf [ د d=dal ] 51\67/67 Zariyat 60 ayet (=4735+49) İlk harf [ و W=Waw ] Son harf [ ن n=nûn ] 52\76/76 Tur 49 ayet (=4784+50) İlk harf [ و W=Waw ] Son harf [ م m=mîm ] 53\23/23 Necm 62 ayet (=4846+51) İlk harf [ و W=Waw ] Son harf [ ا e=elif ] 54\37/37 Kamer 55 ayet (=4901+52) İlk harf [ ا E=Elif ] Son kelime [ مقتدر Muqtedir ] Son harf [ ر r=ra ] 55\97/89 Rahman 78 ayet (=4979+53) İlk harf [ ا E=Elif ] İlk kelime [ الرحمن Errehman ] Son kelime [ ذى الجلال والاكرام Zî’l-celali we’l-ikram ] Son harf [ م m=mîm ] 56\46/46 Vakıa 96 ayet (=5075+54) İlk harf [ ا E=Elif ] Son kelime [ عظيم Æezîm ] Son harf [ م m=mîm ] 57\94/112 Hadid 29 ayet (=5104+55) İlk harf [ س S=Sîn ] Son kelime [ عظيم Æezîm ] Son harf [ م m=mîm ] 58\105/104 Mücadele 22 ayet (=5126+56) İlk harf [ ق Q=Qaf ] Son harf [ ن n=nûn ] 59\101/95 Haşr 24 ayet (=5150+57) İlk harf [ س S=Sîn ] Son kelime [ حكيم Hekîm ] Son harf [ م m=mîm ] 60\91/111 Mümtehine 13 ayet (=5163+58) İlk harf [ ي Y=Ya ] Son harf [ ر r=ra ] 61\109/108 Saff 14 ayet (=5177+59) İlk harf [ س S=Sîn ] Son kelime [ ظاهرين Zahirîn ] Son harf [ ن n=nûn ] 62\110/96 Cuma 11 ayet (=5188+60) İlk harf [ ي Y=Ya ] Son kelime [ رازقين Raziqîn ] Son harf [ ن n=nûn ] 63\104/103 Münafikun 11 ayet (=5199+61) İlk harf [ ا E=Elif ] Son harf [ ن n=nûn ] 64\108/107 Teğabun 18 ayet (=5217+62) İlk harf [ ي Y=Ya ] Son kelime [ حكيم Hekîm ] Son harf [ م m=mîm ] 65\99/100 Talak 12 ayet (=5229+63) İlk harf [ ي Y=Ya ] Son harf [ ا e=elif ] 66\107/106 Tahrim 12 ayet (=5241+64) İlk harf [ ي Y=Ya ] Son harf [ ن n=nûn ] 67\77/77 Mülk 30 ayet (=5271+65) İlk harf [ ت T=Ta ] Son kelime [ معين Meæîn ] Son harf [ ن n=nûn ] 68\2/2 Kalem 52 ayet (=5323+66) İlk harf [ ن N=Nûn ] / Mushafta 30. Nüzulde 1. Hurufu Mukattaat [ نٓ N=Nûn ] Son harf [ ن n=nûn ] 69\78/78 Hakka 52 ayet (=5375+67) İlk harf [ ا E=Elif ] İlk kelime [ الحاقة Elhaqqet ] Son kelime [ عظيم Æezîm ] Son harf [ م m=mîm ] 70\79/79 Mearic 44 ayet (=5419+68) İlk harf [ س S=Sîn ] Son harf [ ن n=nûn ] 71\71/71 Nuh 28 ayet (=5447+69) İlk harf [ ا E=Elif ] Son harf [ ا e=elif ] 72\40/40 Cin 28 ayet (=5475+70) İlk harf [ ق Q=Qaf ] Son harf [ ا e=elif ] 73\3/3 Müzzemmil 20 ayet (=5495+71) İlk harf [ ي Y=Ya ] Son kelime [ رحيم Rehîm ] Son harf [ م m=mîm ] 74\4/4 Müddessir 56 ayet (=5551+72) İlk harf [ ي Y=Ya ] Son kelime-ler [ واهل المغفرة We ehli’l-meğfiret ] Son harf [ ة t=te ] 75\31/31 Kıyamet 40 ayet (=5591+73) İlk harf [ ل L=Lam ] Son harf [ ى y=ya ] 76\98/90 İnsan 31 ayet (=5622+74) İlk harf [ ه H=Ha ] Son kelime- [ اليما Elîm-a ] Son harf [ ا e=elif ] 77\33/33 Mürselat 50 ayet (=5672+75) İlk harf [ و W=Waw ] Son harf [ ن n=nûn ] 78\80/80 Nebe 40 ayet (=5712+76) İlk harf [ ع Æ=Æeyn ] Son harf [ ا e=elif ] 79\81/81 Naziat 46 ayet (=5758+77) İlk harf [ و W=Waw ] Son harf [ ا e=elif ] 80\24/24 Abese 42 ayet (=5800+78) İlk harf [ ع Æ=Æeyn ] Son harf [ ة t=te ] 81\7/7 Tekvir 29 ayet (=5829+79) İlk harf [ ا E=Elif ] Son harf [ ن n=nûn ] 82\82/82 İnfitar 19 ayet (=5848+80) İlk harf [ ا E=Elif ] Son kelime [ لله Lillah ] Son harf [ ه h=ha ] 83\86/86 Mutaffifin 36 ayet (=5884+81) İlk harf [ و W=Waw ] Son harf [ ن n=nûn ] 84\83/83 İnşikak 25 ayet (=5909+82) İlk harf [ ا E=Elif ] Son harf [ ن n=nûn ] 85\27/27 Büruc 22 ayet (=5931+83) İlk harf [ و W=Waw ] Son harf [ ظ z=za ] 86\36/36 Tarık 17 ayet (=5948+84) İlk harf [ و W=Waw ] Son harf [ ا e=elif ] 87\8/8 A'la 19 ayet (=5967+85) İlk harf [ س S=Sîn ] Son harf [ ى y=ya ] 88\68/68 Gaşiye 26 ayet (=5993+86) İlk harf [ ه H=Ha ] Son harf [ م m=mîm ] 89\10/10 Fecr 30 ayet (=6023+87) İlk harf [ و W=Waw ] Son harf [ ى y=ya ] 90\35/35 Beled 20 ayet (=6043+88) İlk harf [ ل L=Lam ] Son harf [ ة t=te ] 91\26/26 Şems 15 ayet (=6058+89) İlk harf [ و W=Waw ] Son harf [ ا e=elif ] 92\9/9 Leyl 21 ayet (=6079+90) İlk harf [ و W=Waw ] Son harf [ ى y=ya ] 93\11/11 Duha 11 ayet (=6090+91) İlk harf [ و W=Waw ] Son harf [ ث s=sa ] 94\12/12 İnşirah 8 ayet (=6098+92) İlk harf [ ا E=Elif ] Son harf [ ب b=ba ] 95\28/28 Tin 8 ayet (=6106+93) İlk harf [ و W=Waw ] Son kelime [ حاكمين Hakimîn ] Son harf [ ن n=nûn ] 96\1/1 Alak 19 ayet (=6125+94) İlk harf [ ا E=Elif ] Son harf [ ب b=ba ] 97\25/25 Kadir 5 ayet (=6130+95) İlk harf [ ا E=Elif ] Son harf [ ر r=ra ] 98\100/101 Beyyine 8 ayet (=6138+96) İlk harf [ ل L=Lam ] Son kelime- [ ربه Rebbe-hu ] Son harf [ ه h=ha ] 99\93/91 Zilzal 8 ayet (=6146+97) İlk harf [ ا E=Elif ] Son harf [ ه h=ha ] 100\14/14 Adiyat 11 ayet (=6157+98) İlk harf [ و W=Waw ] Son kelime [ خبير Xebîr ] Son harf [ ر r=ra ] 101\30/30 Karia 11 ayet (=6168+99) İlk harf [ ا E=Elif ] İlk kelime [ القارعة Elqariæet ] Son harf [ ة t=te ] 102\16/16 Tekasür 8 ayet (=6176+100) İlk harf [ ا E=Elif ] Son kelime [ نعيم Neæîm ] Son harf [ م m=mîm ] 103\13/13 Asr 3 ayet (=6179+101) İlk harf [ و W=Waw ] Son harf [ ر r=ra ] 104\32/32 Hümeze 9 ayet (=6188+102) İlk harf [ و W=Waw ] Son harf [ ة t=te ] 105\19/19 Fil 5 ayet (=6193+103) İlk harf [ ا E=Elif ] Son harf [ ل l=lam ] 106\29/29 Kureyş 4 ayet (=6197+104) İlk harf [ ل L=Lam ] Son harf [ ف f=fa ] 107\17/17 Maun 7 ayet (=6204+105) İlk harf [ ا E=Elif ] Son harf [ ن n=nûn ] 108\15/15 Kevser 3 ayet (=6207+106) İlk harf [ ا E=Elif ] Son harf [ ر r=ra ] 109\18/18 Kafirun 6 ayet (=6213+107) İlk harf [ ق Q=Qaf ] Son harf [ ن n=nûn ] 110\114/114 Nasr 3 ayet (=6216+108) İlk harf [ ا E=Elif ] Son kelime- [ توابا Tewwab-a ] Son harf [ ا e=elif ] 111\6/6 Tebbet 5 ayet (=6221+109) İlk harf [ ت T=Ta ] Son harf [ د d=dal ] 112\22/22 İhlas 4 ayet (=6225+110) İlk harf [ ق Q=Qaf ] Son kelime [ احد ehed ] Son harf [ د d=dal ] 113\20/20 Felak 5 ayet (=6230+111) İlk harf [ ق Q=Qaf ] Son harf [ د d=dal ] 114\21/21 Nas 6 ayet (=6236+112besmele=6348.) İlk harf [ ق Q=Qaf ] Son harf [ س s=sîn ] .
0 notes
Photo
Müslümanlardan “biz Kur’an’ı anlayamayız” diyenler var. Neden?
Zira o Arapça’dır, biz ise Arapça bilmiyoruz. (Kur’an’ı anlamadığını idda eden bir Arap da muhtemelen Kur’an Arapçasının klasik olduğunu ileri sürecektir.)
Zira Kur’an’ın dili edebi açıdan yüksektir, bizim düzeyimizin üzerindededir.
Zira Kur’an’ın konuları karmakarışık, içiçe ve dağınıktır.
Zira Kur’an’ın ifadeleri kapalı, gizemli ve mananını hemen ele vermeyecek kadar saklı.
Zira Kur’an’ı ancak bu alanda uzman olanlar anlar. Sıradan insanların başka bir deyişle Kur’an üzerinde tahsil yapmayanların, hoca/âlim olmayanların Kur’an’ı anlamaları . Büyüklerimiz, efendilerimiz anlarlar ve bize bildirirler. Biz de onların bildirdiği ile kanaat ederiz.
Zira Kur’an 600lü senelerde Hicazda yaşayan bir topluma ve onların vaziyetine göre ortaya çıkmış bir kitaptır. Bugünün dili başka onun dili başka. Bugünün gündemi başka onun gündemi başka.
Zira Kur’an Allah’ın Kelâmıdır. Kelâmıyla neyi amaçladığını da yalnızca O bilir. “Allah şöyle emretti” demek haddi aşmaktır.
Zira Kur’an uğur kaynağıdır. Hanelerde bereket isteği ve uğur olsun diye bulundurulur. O can vermişlerin ruhları için, dinleyenlerin iç dünyaları rahata ersin diye okunur. Dolaysıyla onu anlamak gerekmez.
Zira Kur’an mukaddes bir kitaptır. Okunur, şifa dilenir, yüce bir yerde saklanır, biz kim onu anlamak kim, onun sırlarına erişmek bizi aşar gibi veya benzeri yanıtlar verebilirler.
Kur’an ise, kendisinin ayrım yapmadan herkes tarafından anlaşılabilecek apaçık bir kitap, hem de sağlam beyyine (kanıt, isbat, ispat) olduğunu söylüyor.
Evet, Kur’an apaçık, anlaşılır ve sapasağlam, hak bir kitaptır.
Kur’an kendisinin böyle bir kitap olduğunu “beyân, beyyine, mübîn ve tıbyân” kavramları ile izah ediyor.
-Bâne fiili
Bu kelimelerin aslı BYN (bâne) fiilidir, “beyân” da bunun masdarıdır. Bu da sözlükte (geçişsiz olarak); iş açığa, ortaya çıkmak, açık-seçik olmak. Bir nesnenin bir şeyden uzaklaşması, ortaya çıkması ve belirmesi demektir. (İbni Faris, Mu’cemu Mekâyisi’l-Lüğa, 2/327-328. el-Madeni, İ. b. Hammed. Es-Sıhah Tâcu’l-Luğa, 5/495)
“Bâne” fiili boşanmayı (bâin talak), eşinden ayrılmayı da ifade eder. (İbni Manzur, Lisânu’l-Arab, 2/196)
Daha genel olarak; bir nesne, iş veyahut problem sanki diğerlerinden ayrılmış gibi ayrı ve böylelikle açık, belli, aşikâr, net, vâzıh veyahut anlaşılır olmak veyahut bu hâle gelmek demektir.
Bir nesneyi ayrı, açık, belli, aşikâr, net, vâzıh veyahut anlaşılır kılmayı sağlayan vasıtaya da beyân denir. (Bkz: Zuhruf 43/52) (el-Isfehânî, R. el-Müfredât, s: 89)
BYN kökünden kelimeler Kur’an’da 523 yerde bulunmaktadır ve genel olarak şu manalara gelmektedir.
a.İzah etmek.
b.Ortaya çıkmak, ayrılmak. Bu kelime ile iyi ile kötünün, doğru ile yanlışın, hak ile bâtılın, güzel ile çirkinin birbirinden ayrılmasını ifade eder.
c.Dikkatlice araştırmak.
d.Anlatmak, kendini dile getirebilmek.
e.Beyyine olarak açık kanıt, mu’cize, apaçık vesika, apaçık olan, izah edici.
f.İleti, nasihat. (Okuyan, Mehmed. Kur’an Sözlüğü, s: 166-169)
-Beyân
“Beyân” bir şeyi izah etmek, ortaya çıkartmaktır demektir ki bu, insana mahsus olan “nutk” (konuşmadan) daha geneldir.
Beyân, konuşmacının dinleyiciye kasıtı izahı demektir. Ayrı olarak “meramını fâsih bir şekilde izah etmek, manası ızhar etmek ve önceden kapalı olan hususu açıklamak, müşkili gidermek” manalarını ifade eder. (Cürcânî, eş-Şerif. Kitabu’t-Ta’rifât, s: 51-52)
Beyân bundan başka; hüccet, delil, bir halin hakikatini izah eden söz, anlatış manalarına gelir. Beyân ilmi: Belağat ilmi. Güzel ve tesirli söz söyleme ve yazma ilmi.
Bazıları beyânın iki çeşit olduğunu söylerler: Birincisi; Allah’ın kimi varlıkları boyun eğdirip belirli bir emele doğru sevketmesi şeklinde olur. Allah’ın bu mükemmel yaratması neticesi her bir varlık neye yöneleneceğini sanki bilmekte, görevini yapmaktadır. Buna fıtrat (tabii yaratılış) da diyebiliriz.
İkincisi; isteğe bağlı olma şeklinde. Bu beyân insanda ya konuşma ya da yazma şeklinde ortaya çıkmaktadır. (el-Isfehânî, R. el-Müfredât, s: 69) Her insanda konuşma, meramını dile getirme, yani beyân etme becerisi doğuştan vardır. Bu birinci beyâna örnektir. (Rahman 55/4) Ancak insan bunu söz ve yazı ile daha da geliştirebilir, çeşitlendirebilir. Bu da ikinci tür beyâna örnektir. (Nahl 16/44)
Söze de beyân denilir. Zira söz ile izah etmesi istenen anlam ifade edilir.
“Sizden önce(ki milletlerin başından) nice olaylar gelip geçmiştir. Yeryüzünde dolaş dolaşın da tekzip edenlerin sonunun nasıl olduğunu bir görün. Bu (Kur’an), insanlar için bir beyân (izah), Allah’a karşı gelmekten sakınanlar için bir hidâyet ve bir nasihattir.” (Âli İmran 3/138)
Kelâmın mücmelini ve müphemini izah eden söze de beyân denir.. (el-Isfehânî, Ragıb el-Müfredât, s: 69)
‘Beyân’, bir şeyin zihni olarak izah etme ve tanımlanma araçlarını gösterir. Bu hem düşünme, hem de konuşma için geçerlidir. Bir şeyi veya bir düşünceyi anlaşılır hâle getirmek, başka şeylerden değişik olduklarını ortaya koyma kabiliyeti hem yazı, hem de konuşmayı kapsar.
İnsanla hayvanlar arasındaki ehemmiyetli farklardan birinin de düşünme, konuşma ve dile getirebilme kabiliyeti olduğu bilinen bir şeydir. Bu insan için bir üstünlüktür. Bu kabiliyet elbette sadece konuşma değildir. Konuşmanın arkasındaki akıl, algı, şuur, anlayış gibi kabiliyetler de söz konusudur.
Bu manada ‘beyân’, açık ve anlaşılır, duru ve net bir şekilde düşünme ve konuşmadır.
“Beyân”; birleştirme (vasl) , ayırma, ayırdetme (fasl), netlik, tebliğ ve ikna etme gücü, insanı diğer varlıklardan ayıran manaya kabiliyeti gibi bir nimettir.
Allah (cc) insanı yarattı ve ona beyânı öğretti. (Rahman 55/1-4) Böylelikle onu diğer canlılardan üstün kıldı.
İlk insan Âdem’ (as) ”esmâ- eşyanın isimleri”nin öğretilmesi aslında ona beyân kabiliyetinin verilmesidir denilebilir. (Ece, H. K., Hz. Âdem, s: 148)
Bir şeyi zihinde net bir şekilde izah, başka bir deyişle onu yeterince düşünme, sonra onu konuşma ve yazıyla izah, açıklama beyân’dır. Eşyanın isimlerini tanıyan insan, onları beyân kabiliyeti ile söyleyebiliyor, tanımlayabiliyor.
‘Beyân’, insanın kendi kastını izahı mananına geldiği gibi, bir takım tefsircilere göre, hayır ile şer olan şeylerin arasındaki farkın izah etmesidir.
Bir hadiste şöyle geçiyor: “Kuşkusuz ki beyân'ın bir bölümü sihirdir” veyahut “Kesin beyân’ın bazısı elbette sihirdir (muhatabı etkiler).” (Buhârî, Tıbb/51 no: 5767, Nikâh/48 no: 5146)
Kur’an hem açık ve anlaşılırdır, hem de hayır ve şerrin, hak ve bâtılın ne olduğunu gösteren, hidâyet ve dalâlet (sapıklık) yollarının neler olduğunu bildiren apaçık kanıtlara sahiptir. Zati Kur’an bunu “beyân” etmektedir. (Ece, H. K. İslâmın Temel Kavramları, s: 75)
Kur’an, “beyân” kelimesini üç yerde birbirine yakın manalarda kullanmaktadır. Biri: Rahman Sûresi 4. âyetinde de ‘açık ve anlaşılır bir şekilde düşünme ve konuşma’ mananında geçmektedir. “Rahmân, Kur’an’ı öğretti. İnsanı yarattı, ona “beyân”ı öğretti.”
“İnsanı yaratanın Allah (cc) olduğu belirtilip ona verilen özelliklerin en ehemmiyetlisinin duygu ve düşüncelerini izah edebilme, konuşma ve anlatma olduğu söyleniyor. Anlamak, anlatabilmenin ön koşulu olduğuna göre burada altı çizilen nimetin algı ve ifade yeteneği olduğu söylenebilir. Böylelikle bu âyetlerde insanı insan yapan akıl nimeti ve muhakeme gücünün pratiğe yansıyan yüzü hatılatılıyor.” (Komisyon, DİB Kur’an Yolu, 5/140)
Diğer ikisi Kur’an’la alakalıdır.
-Beyân olarak Kur’an
Bir âyette şöyle buyuruluyor:
“O hâlde, biz onu okuduğumuz vakit, onun okunuşuna uy. Sonra onu izah etmek (beyânı) da Bize aittir.”(Kıyâmet 75/19)
Burada “beyân”; izah, açıklama mananındadır.
“Başka bir deyişle onun içeriğindeki ölçüleri, helâl ve haramları izah etmek Bize aittir. Veyahut “bundan sonra onun içeriğinde yer alan vaadleri ve tahditleri izah edip, bunları gerçekleştirmek Bize aittir”. (Kurtubî, el-Câmiu li-Ahkâmi’l-Kur’an, 2/3207) Bir diğer izaha göre; “(Ey Peygamber) senin dilinle onu izah etmek Bize düşer.” (Taberî, İbni Cerir. Câmiu’l-Beyân, 3/446)
Peygamber (sav) inzâl edilen vahyi ezberlemek ve belleğine yerleştirmek için, vahyin tammalanmasını beklemeden diliyle tekrarlıyordu. Bunun üzerine bu âyetler indi. (Buhârî, Tefsir 75/2 no: 4929. Taberî, İbni Cerir. Câmiu’l-Beyan, 12/338) Bu âyetlerde Allah’ın üç şeyi üzerine aldığı söyleniyor. Birincisi; Vahyi belleklerde ve yazılı olarak unutulmamasını sağlamak. (bkz: A’la 87/6)
İkincisi; Peygamberin vahyi okumasını sağlamak.
Üçüncüsü; vahyi izah etmek, beyân etmek. Yeniden burada Peygamber’e susarak Kur’an’ı dinlemesi buyrulmuş, o da öyle yapmıştır. (Buhârî, Tefsir/75 no: 4929. Müslim, Salat/32 (148) no: 1005) (Komisyon, DİB Kur’an Yolu, 5/434)
“Sizden önce nice uygulamalar geçmiştir. Yeryüzünde dolaş de tekzip edenlerin sonunun ne olduğuna bir bakın.
Bu, insanlar için bir beyân, korkup-sakınanlar için de bir hidâyet (hüdâ) ve nasihattir (mev’ızadır).” (Âli İmran 3/138)
Burada “beyân”; bütün herkese bir duyuru, dolambaçsız bir açıklama, her türlü karışıklıktan uzak genel bir tebliğ mananındadır.
Yani bu yalancıların sonunun nasıl olduğu açıklamadır. Âyet dikkatleri Kur’an’ın ilk muhataplarından önce yaşayan fakat kendilerine gelen elçileri yalanlayaların kötü sonlarına dikkat çekiyor ve onların helâkından ibret alınmasını söylüyor. (Zemahşerî, Ö. b. Muhammed. el-Keşşaf 1/409)
Âyette geçen “hâzâ beyânün” ifadesindeki “bu” adılının neyi işaret ettiği ile ilgili farklı görüşler var. Bazılarına göre bu adıl Kur’an’ı işaret etmektedir. Tefsirci Katade demiş ki: “Burada işaret Kur’an’adır. Allah (cc) onu genel olarak bütün insanlar için genel bir “beyân”, özel olarak da muttakiler (korkup-sakınanlar) için de bir hidâyet ve öğüt kaynağı yaptı.”
“İşte bu öyle bir kelâmdır ki onu size izah ettim ve onu size tanıttım. O insanlık için bir beyândır. Yani şerh ve tefsirdir (açıklamadır).” (Taberî, İbni Cerir. Câmiu’l-Beyân, 3/445)
Bazıları; bunun bir işaret ismi olarak “bundan önce geçen Allah’ın buyruk ve yasaklarına, vadine ve tehdidine işaret eder” demişlerdir. (el-Hâzin, M. b. İbrahim. Tefsir, 1/300)
Burada kasıt, el-Hasen ve başkalarından nakledildiğine göre Kur’an’dır. Bir diğer görüşe göre bununla, Allah’ın “sizden önce ümmetler gelip geçti” sözüne işaret edilmektedir. (Kurtubî, el-Câmiu li-Ahkâmi’l-Kur’an, 1/738)
Kur’an, geçmiş kavimlerin vaziyetlerini göz önüne sermek, kalpleri iyiye, güzele yöneltmek ve haramlardan sakındırmak dolayı Beyân olarak tavsif olundu. (İbni Kesir, Muhtasar Tefsir, 1/321)
Bu âyette “beyân”, iki manaya gelir. Birincisi; dinî emirleri yerine getirmeye teşvik etmesidir. Ki bu hüdâ ifadesinden anlaşılır.
İkincisi; Din açısından yapılması uygun olmayan şeylerden men etmesidir ki, bu da mev’iza lafzından anlaşılır.
Beyân, fesâhât mananına alındığı takdirde, Kur’an fesâhât ve belâğâtta, mana ve lafız istikametinden “beyân”dır.” (Çelik, Muhammed. Kur’an Kur’an’ı Tanımlıyor, s: 214)
Kur’an’da beyân kelimesi ve türevleri ile salt olarak gerçeğin, kitabın, kitaptan gizlenenlerin, âyetlerin ve ayrı olarak ümmetlerin ihtilâf edegeldikleri şeylerin beyân edilip belgelendiği, akıl ve basîret sahibi kimselerin ibret nazarlarına arzedildiği dile getirilmiştir. Bu tür beyânları yapanlar ise Allah, son peygamber Hz. Muhammed veya diğer peygamberlerdir. (Topaloğlu, Bekir. TDV İslâm Ansiklopedisi, 6/97)
0 notes
Photo
Müslümanlardan “biz Kur’an’ı anlayamayız” diyenler var. Neden?
Zira o Arapça’dır, biz ise Arapça bilmiyoruz. (Kur’an’ı anlamadığını idda eden bir Arap da muhtemelen Kur’an Arapçasının klasik olduğunu ileri sürecektir.)
Zira Kur’an’ın dili edebi açıdan yüksektir, bizim düzeyimizin üzerindededir.
Zira Kur’an’ın konuları karmakarışık, içiçe ve dağınıktır.
Zira Kur’an’ın ifadeleri kapalı, gizemli ve mananını hemen ele vermeyecek kadar saklı.
Zira Kur’an’ı ancak bu alanda uzman olanlar anlar. Sıradan insanların başka bir deyişle Kur’an üzerinde tahsil yapmayanların, hoca/âlim olmayanların Kur’an’ı anlamaları . Büyüklerimiz, efendilerimiz anlarlar ve bize bildirirler. Biz de onların bildirdiği ile kanaat ederiz.
Zira Kur’an 600lü senelerde Hicazda yaşayan bir topluma ve onların vaziyetine göre ortaya çıkmış bir kitaptır. Bugünün dili başka onun dili başka. Bugünün gündemi başka onun gündemi başka.
Zira Kur’an Allah’ın Kelâmıdır. Kelâmıyla neyi amaçladığını da yalnızca O bilir. “Allah şöyle emretti” demek haddi aşmaktır.
Zira Kur’an uğur kaynağıdır. Hanelerde bereket isteği ve uğur olsun diye bulundurulur. O can vermişlerin ruhları için, dinleyenlerin iç dünyaları rahata ersin diye okunur. Dolaysıyla onu anlamak gerekmez.
Zira Kur’an mukaddes bir kitaptır. Okunur, şifa dilenir, yüce bir yerde saklanır, biz kim onu anlamak kim, onun sırlarına erişmek bizi aşar gibi veya benzeri cevap verir verebilirler.
Kur’an ise, kendisinin ayrım yapmadan herkes tarafından anlaşılabilecek apaçık bir kitap, hem de sağlam beyyine (kanıt, isbat, ispat) olduğunu söylüyor.
Evet, Kur’an apaçık, anlaşılır ve sapasağlam, hak bir kitaptır.
Kur’an kendisinin böyle bir kitap olduğunu “beyân, beyyine, mübîn ve tıbyân” kavramları ile izah ediyor.
-Bâne fiili
Bu kelimelerin aslı BYN (bâne) fiilidir, “beyân” da bunun masdarıdır. Bu da sözlükte (geçişsiz olarak); iş açığa, ortaya çıkmak, açık-seçik olmak. Bir nesnenin bir şeyden uzaklaşması, ortaya çıkması ve belirmesi demektir. (İbni Faris, Mu’cemu Mekâyisi’l-Lüğa, 2/327-328. el-Madeni, İ. b. Hammed. Es-Sıhah Tâcu’l-Luğa, 5/495)
“Bâne” fiili boşanmayı (bâin talak), eşinden ayrılmayı da ifade eder. (İbni Manzur, Lisânu’l-Arab, 2/196)
Daha genel olarak; bir nesne, iş veyahut problem sanki diğerlerinden ayrılmış gibi ayrı ve böylelikle açık, belli, aşikâr, net, vâzıh veyahut anlaşılır olmak veyahut bu hâle gelmek demektir.
Bir nesneyi ayrı, açık, belli, aşikâr, net, vâzıh veyahut anlaşılır kılmayı sağlayan vasıtaya da beyân denir. (Bkz: Zuhruf 43/52) (el-Isfehânî, R. el-Müfredât, s: 89)
BYN kökünden kelimeler Kur’an’da 523 yerde bulunmaktadır ve genel olarak şu manalara gelmektedir.
a.İzah etmek.
b.Ortaya çıkmak, ayrılmak. Bu kelime ile iyi ile kötünün, doğru ile yanlışın, hak ile bâtılın, güzel ile çirkinin birbirinden ayrılmasını ifade eder.
c.Dikkatlice araştırmak.
d.Anlatmak, kendini dile getirebilmek.
e.Beyyine olarak açık delil, mu’cize, apaçık doküman, apaçık olan, izah edici.
f.İleti, nasihat. (Okuyan, Mehmed. Kur’an Sözlüğü, s: 166-169)
-Beyân
“Beyân” bir şeyi izah etmek, ortaya çıkartmaktır demektir ki bu, insana mahsus olan “nutk” (konuşmadan) daha geneldir.
Beyân, konuşmacının dinleyiciye kasıtı izahı demektir. Ayrı olarak “meramını fâsih bir şekilde izah etmek, manası ızhar etmek ve önceden kapalı olan hususu açıklamak, müşkili gidermek” manalarını ifade eder. (Cürcânî, eş-Şerif. Kitabu’t-Ta’rifât, s: 51-52)
Beyân bundan başka; hüccet, kanıt, bir halin hakikatini izah eden söz, anlatış manalarına gelir. Beyân ilmi: Belağat ilmi. Güzel ve tesirli söz söyleme ve yazma ilmi.
Bazıları beyânın iki çeşit olduğunu söylerler: Birincisi; Allah’ın bir takım varlıkları boyun eğdirip belirli bir emele doğru sevketmesi şeklinde olur. Allah’ın bu mükemmel yaratması neticesi her bir varlık neye yöneleneceğini sanki bilmekte, görevini yapmaktadır. Buna fıtrat (natürel yaratılış) da diyebiliriz.
İkincisi; isteğe bağlı olma şeklinde. Bu beyân insanda ya konuşma veyahut yazma şeklinde ortaya çıkmaktadır. (el-Isfehânî, R. el-Müfredât, s: 69) Her insanda konuşma, meramını dile getirme, yani beyân etme becerisi doğuştan vardır. Bu birinci beyâna örnektir. (Rahman 55/4) Ancak insan bunu söz ve yazı ile daha da geliştirebilir, çeşitlendirebilir. Bu da ikinci tür beyâna örnektir. (Nahl 16/44)
Söze de beyân denilir. Zira söz ile izah etmesi istenen anlam ifade edilir.
“Sizden önce(ki milletlerin başından) nice olaylar gelip geçmiştir. Yeryüzünde dolaş dolaşın da tekzip edenlerin sonunun nasıl olduğunu bir görün. Bu (Kur’an), insanlar için bir beyân (izah), Allah’a karşı gelmekten sakınanlar için bir hidâyet ve bir nasihattir.” (Âli İmran 3/138)
Kelâmın mücmelini ve müphemini izah eden söze de beyân denir.. (el-Isfehânî, Ragıb el-Müfredât, s: 69)
‘Beyân’, bir şeyin zihni olarak izah etme ve tanımlanma araçlarını gösterir. Bu hem düşünme, hem de konuşma için geçerlidir. Bir şeyi veya bir düşünceyi anlaşılır hâle getirmek, başka şeylerden değişik olduklarını ortaya koyma kabiliyeti hem yazı, hem de konuşmayı kapsar.
İnsanla hayvanlar arasındaki ehemmiyetli farklardan birinin de düşünme, konuşma ve dile getirebilme kabiliyeti olduğu bilinen bir şeydir. Bu insan için bir üstünlüktür. Bu kabiliyet elbette sadece konuşma değildir. Konuşmanın arkasındaki akıl, algı, şuur, anlayış gibi kabiliyetler de söz konusudur.
Bu manada ‘beyân’, açık ve anlaşılır, duru ve net bir ��ekilde düşünme ve konuşmadır.
“Beyân”; birleştirme (vasl) , ayırma, ayırdetme (fasl), netlik, tebliğ ve ikna etme gücü, insanı diğer varlıklardan ayıran manaya kabiliyeti gibi bir nimettir.
Allah (cc) insanı yarattı ve ona beyânı öğretti. (Rahman 55/1-4) Böylelikle onu diğer canlılardan üstün kıldı.
İlk insan Âdem’ (as) ”esmâ- eşyanın isimleri”nin öğretilmesi aslında ona beyân kabiliyetinin verilmesidir denilebilir. (Ece, H. K., Hz. Âdem, s: 148)
Bir şeyi zihinde net bir şekilde izah, başka bir deyişle onu yeterince düşünme, sonra onu konuşma ve yazıyla izah, açıklama beyân’dır. Eşyanın isimlerini tanıyan insan, onları beyân kabiliyeti ile söyleyebiliyor, tanımlayabiliyor.
‘Beyân’, insanın kendi kastını izahı mananına geldiği gibi, bir takım tefsircilere göre, hayır ile şer olan şeylerin arasındaki farkın izah etmesidir.
Bir hadiste şöyle geçiyor: “Kuşkusuz ki beyân'ın bir bölümü sihirdir” veyahut “Kesin beyân’ın bazısı elbette sihirdir (muhatabı etkiler).” (Buhârî, Tıbb/51 no: 5767, Nikâh/48 no: 5146)
Kur’an hem açık ve anlaşılırdır, hem de hayır ve şerrin, hak ve bâtılın ne olduğunu gösteren, hidâyet ve dalâlet (sapıklık) yollarının neler olduğunu bildiren apaçık kanıtlara sahiptir. Zati Kur’an bunu “beyân” etmektedir. (Ece, H. K. İslâmın Temel Kavramları, s: 75)
Kur’an, “beyân” kelimesini üç yerde birbirine yakın manalarda kullanmaktadır. Biri: Rahman Sûresi 4. âyetinde de ‘açık ve anlaşılır bir şekilde düşünme ve konuşma’ mananında geçmektedir. “Rahmân, Kur’an’ı öğretti. İnsanı yarattı, ona “beyân”ı öğretti.”
“İnsanı yaratanın Allah (cc) olduğu belirtilip ona verilen özelliklerin en ehemmiyetlisinin duygu ve düşüncelerini izah edebilme, konuşma ve anlatma olduğu söyleniyor. Anlamak, anlatabilmenin ön koşulu olduğuna göre burada altı çizilen nimetin algı ve ifade yeteneği olduğu söylenebilir. Böylelikle bu âyetlerde insanı insan yapan akıl nimeti ve muhakeme gücünün pratiğe yansıyan yüzü hatılatılıyor.” (Komisyon, DİB Kur’an Yolu, 5/140)
Diğer ikisi Kur’an’la alakalıdır.
-Beyân olarak Kur’an
Bir âyette şöyle buyuruluyor:
“O hâlde, biz onu okuduğumuz vakit, onun okunuşuna uy. Sonra onu izah etmek (beyânı) da Bize aittir.”(Kıyâmet 75/19)
Burada “beyân”; açıklama, açıklama mananındadır.
“Yani onun içeriğindeki ölçüleri, helâl ve haramları izah etmek Bize aittir. Ya da “bundan sonra onun içeriğinde yer alan vaadleri ve tahditleri izah edip, bunları gerçekleştirmek Bize aittir”. (Kurtubî, el-Câmiu li-Ahkâmi’l-Kur’an, 2/3207) Bir diğer açıklamaya göre; “(Ey Peygamber) senin dilinle onu izah etmek Bize düşer.” (Taberî, İbni Cerir. Câmiu’l-Beyân, 3/446)
Peygamber (sav) inzâl edilen vahyi ezberlemek ve belleğine yerleştirmek için, vahyin tammalanmasını beklemeden diliyle tekrarlıyordu. Bunun üzerine bu âyetler indi. (Buhârî, Tefsir 75/2 no: 4929. Taberî, İbni Cerir. Câmiu’l-Beyan, 12/338) Bu âyetlerde Allah’ın üç şeyi üzerine aldığı söyleniyor. Birincisi; Vahyi belleklerde ve yazılı olarak unutulmamasını sağlamak. (bkz: A’la 87/6)
İkincisi; Peygamberin vahyi okumasını sağlamak.
Üçüncüsü; vahyi izah etmek, beyân etmek. Yeniden burada Peygamber’e susarak Kur’an’ı dinlemesi buyrulmuş, o da öyle yapmıştır. (Buhârî, Tefsir/75 no: 4929. Müslim, Salat/32 (148) no: 1005) (Komisyon, DİB Kur’an Yolu, 5/434)
“Sizden önce nice uygulamalar geçmiştir. Yeryüzünde gezin de tekzip edenlerin sonunun ne olduğuna bir bakın.
Bu, insanlar için bir beyân, korkup-sakınanlar için de bir hidâyet (hüdâ) ve öğüttür (mev’ızadır).” (Âli İmran 3/138)
Burada “beyân”; bütün herkese bir duyuru, dolambaçsız bir açıklama, her türlü karışıklıktan uzak genel bir tebliğ mananındadır.
Yani bu yalancıların sonunun nasıl olduğu açıklamadır. Âyet dikkatleri Kur’an’ın ilk muhataplarından önce yaşayan fakat kendilerine gelen elçileri yalanlayaların kötü sonlarına dikkat çekiyor ve onların helâkından ibret alınmasını söylüyor. (Zemahşerî, Ö. b. Muhammed. el-Keşşaf 1/409)
Âyette geçen “hâzâ beyânün” ifadesindeki “bu” adılının neyi işaret ettiği ile ilgili farklı görüşler var. Bazılarına göre bu adıl Kur’an’ı işaret etmektedir. Tefsirci Katade demiş ki: “Burada işaret Kur’an’adır. Allah (cc) onu genel olarak bütün insanlar için genel bir “beyân”, özel olarak da muttakiler (korkup-sakınanlar) için de bir hidâyet ve öğüt kaynağı yaptı.”
“İşte bu öyle bir kelâmdır ki onu size izah ettim ve onu size tanıttım. O insanlık için bir beyândır. Yani şerh ve tefsirdir (açıklamadır).” (Taberî, İbni Cerir. Câmiu’l-Beyân, 3/445)
Bazıları; bunun bir işaret ismi olarak “bundan önce geçen Allah’ın buyruk ve yasaklarına, vadine ve tehdidine işaret eder” demişlerdir. (el-Hâzin, M. b. İbrahim. Tefsir, 1/300)
Burada kasıt, el-Hasen ve başkalarından nakledildiğine göre Kur’an’dır. Bir diğer görüşe göre bununla, Allah’ın “sizden önce ümmetler gelip geçti” sözüne işaret edilmektedir. (Kurtubî, el-Câmiu li-Ahkâmi’l-Kur’an, 1/738)
Kur’an, geçmiş kavimlerin vaziyetlerini göz önüne sermek, kalpleri iyiye, güzele yöneltmek ve haramlardan sakındırmak dolayı Beyân olarak tavsif olundu. (İbni Kesir, Muhtasar Tefsir, 1/321)
Bu âyette “beyân”, iki manaya gelir. Birincisi; dinî emirleri yerine getirmeye teşvik etmesidir. Ki bu hüdâ ifadesinden anlaşılır.
İkincisi; Din açısından yapılması uygun olmayan şeylerden men etmesidir ki, bu da mev’iza lafzından anlaşılır.
Beyân, fesâhât mananına alındığı takdirde, Kur’an fesâhât ve belâğâtta, anlam ve lafız istikametinden “beyân”dır.” (Çelik, Muhammed. Kur’an Kur’an’ı Tanımlıyor, s: 214)
Kur’an’da beyân kelimesi ve türevleri ile salt olarak gerçeğin, kitabın, kitaptan gizlenenlerin, âyetlerin ve ayrı olarak ümmetlerin ihtilâf edegeldikleri şeylerin beyân edilip belgelendiği, akıl ve basîret sahibi kimselerin ibret nazarlarına arzedildiği dile getirilmiştir. Bu tür beyânları yapanlar ise Allah, son peygamber Hz. Muhammed veya diğer peygamberlerdir. (Topaloğlu, Bekir. TDV İslâm Ansiklopedisi, 6/97)
Özetle; “Kur’an mu’cizu’l-beyân’dır”
-Beyyene (izah etmek) fiili
Kur’an’da aynı anlam ve içerik için en çok kullanılan diğer tabirlerden biri tafsîl (açık seçik ve tatmin edici bir şekilde anlatmak), ötekisi de tasrîftir (şekillendirip izah etmek).
BYN-beyân kökünden türetilmiş çok harfli (ziyâdeli) masdarlar ve bunlardan türetilen kelimeler de yeniden “beyyine” anlamında kullanılmıştır. (Topaloğlu, Bekir. TDV İslâm Ansiklopedisi, 6/97)
BYN fiili tef’ıl kalıbından geçişli olarak “beyyene, tebyîn”; bir şeyi izah etmek, açıklamak, açık-aşikâr etmek demektir. Bunun özne ismi (ism-i faili) “mübeyyin”dir. (İbni Manzur, Lisânu’l-Arab, 2/196-199)
Tebyîn; hakikati gizlemeyerek net bir şekilde ortaya koymak, izah etmek demektir. (el-Madeni, İ. b. Hammed. Es-Sıhah Tâcu’l-Luğa, 5/495)
Kur’an’da “beyyene” farklı kalıp ve çekimlerde sık sık bulunmaktadır.
Allah (cc) âyetlerini iman edecek bir toplum için izah eder.
“Bilmeyenler, “Allah bizimle konuşsa, ya da bize bir mucize gelse ya!” derler. Bunlardan öncekiler de tıpkı böyle, bunların dedikleri gibi demişti. Onların kalpleri (anlayışları) birbirine benziyor. Biz âyetleri, net olarak inanacak bir toplum için izah ettik.” (Bekara 2/118)
İnsanlar Allah’tan korkup sakınsınlar, O’na karşı mesul davransınlar diye âyetlerini beyân eder.
“... Bunlar, Allah’ın koyduğu sınırlardır. Bu hudutlara yaklaşmayın. Allah, kendine karşı gelmekten sakınsınlar diye, âyetlerini insanlara böylece izah eder.” (Bekara 2/187)
İnsanlar üzerinde tefekkür etsinler diye âyetlerini izah eder.
“Sana içkiyi ve kumarı sorarlar. De ki: “Onlarda hem büyük günah, hem de insanlar için (bazı zahirî) faydalar vardır. Ama günahları faydalarından büyüktür.” Yine sana Allah yolunda ne harcayacaklarını soruyorlar. De ki: “İhtiyaçtan arta kalanı.” Allah, size âyetleri böyle izah ediyor ki düşünesiniz.” (Bekara 2/219, 266)
İnsanlar anımsayıp nasihat alsınlar (tezekkür etsinler) diye âyetlerini beyân eder.
“... Onlar ateşe çağırırlar, Allah ise desturuyla, cennete ve bağışlanmaya çağırır. O, insanlara âyetlerini izah eder ki, nasihat alıp düşünsünler.” (Bekara 2/221)
İnsanlar akletsinler, akıllarını kullansınlar diye âyetlerini ortaya koyar.
“Aklınızı kullanasınız diye Allah size âyetlerini böyle izah ediyor.” (Bekara 2/242)
“Ey iman edenler! Sizden olmayanlardan hiçbir sırdaş edinmeyin. Onlar size fenalık etmekten katiyen geri kalmazlar. Hep sıkıntıya düşmenizi isterler. Onların kinleri konuşmalarından apaçık ortaya çıkmıştır. Kalplerinde gizledikleri ise daha büyüktür. Şayet aklınızı kullanırsanız size âyetleri izah ettik.” (Âli İmran 3/118)
İnsanlar hidâyete ersinler, kendilerini hedefe götürecek doğru yolu bulsunlar diye âyetlerini beyân eder.
“... Yine siz, bir ateş çukurunun tam kenarında idiniz de O sizi oradan kurtarmıştı. İşte Allah size âyetlerini böyle apaçık bildiriyor ki doğru yola eresiniz.” (Âli İmran 3/103. Benzeri için bkz: Hadid 57/17. Nisâ 4/26)
İnsanlar şaşırmasınlar, sapıklığa düşmesinler diye bazı kararları apaçık ortaya koyar.
“... Allah (bütün bunları) size izah eder ki sapıklığa düşmeyesiniz; Allah her şeyi bilir.” (Nisâ 4/176)
İnsanlar Allah’a hakkıyla şükretsinler diye âyetlerini izah eder.
“.... İşte yemin ettiğiniz zaman yeminlerinizin keffareti budur. Yeminlerinizi tutun. Allah, size âyetlerini işte böyle izah ediyor ki şükredesiniz.” (Maide 5/89)
Allah (cc), korkup sakınacakları kendilerine apaçık beyân etmedikçe, kimseyi kendi tercihi ile sapıklıkta bırakmaz.
“Doğru yola ilettikten sonra, sakınacakları (ittika edecekleri) şeyleri kendilerine apaçık bildirmedikçe, Allah bir toplumu saptıracak değildir. Kuşkusuz Allah, her şeyi hakkıyla bilendir.” (Tevbe 9/115)
Bütün peygamber kendi kavimlerinin diliyle gönderilir ki Allah’ın ne indirdiğini onlara izah etsinler (beyân etsinler).
“Biz her peygamberi, ancak kendi kavminin diliyle gönderdik ki, onlara (Allah’ın emirlerini) iyice izah etsin. Allah, dilediğini saptırır, dilediğini de doğru yola iletir. O, mutlak güç sahibidir, karar ve hikmet sahibidir.”(İbrahim 14/4)
“Ey kitap ehli! Artık size elçimiz (Muhammed) gelmiştir. O, kitabınızdan gizleyip durduğunuz gerçeklerden birçoğunu sizlere izah ediyor, birçoğunu da bağışlıyor. İşte size Allah’tan bir nur ve apaçık bir kitap (Kur’an) gelmiştir.” (Mâide 5/15)
“Ey kitap ehli! Peygamberlerin arası kesildiği bir sırada, “Bize ne müjdeleyici bir peygamber geldi, ne de bir ikazcı” demeyesiniz diye, işte size (hakikatı) izah eden elçimiz (Muhammed) geldi. (Evet,) size bir müjdeleyici ve ikazcı gelmiştir. Allah, her şeye hakkıyla gücü yetendir.” (Mâide 5/19)
Allah (cc) insanların anlaşmazlık ettikleri şeyleri onlara izah etmek için onları diriltecek.
“İle ilgili anlaşmazlık ettikleri şeyi onlara izahı ve kâfir olanların da kendilerinin yalancılar olduklarını bilmeleri için (Allah onları diriltecek).” (Nahl 16/39)
“Bir ümmetin diğerinden daha çok olmasından dolayı, aranızdaki yeminleri bozarak, ipliğini iyice eğirip katladıktan sonra bozan kadın gibi olmayın. Allah onunla sizi tecrübe eder. And olsun ki, ayrılığa düştüğünüz şeyleri size kıyamet günü izah eder.” (Nahl 16/92)
Kur’an bir takım ilâhi kararları haber verdikten sonra şöyle diyor:
“Allah, size âyetleri izah ediyor (beyân ediyor). Allah, her şeyi hakkıyla bilendir, karar ve hikmet sahibidir.”(Nûr 24/18. Ayrı olarak bkz: Nur 24/58, 59, 61. Bekara 2/230)
-Tebeyyene fiili
BYN kökünden tefaul kalıbından geçişsiz olarak gelen “tebeyyene”; belli olmak, açığa, alana çıkmak, bir şey açık/aşikâr oluncaya kadar üzerinde düşünmek mananındadır. (İbni Manzur, Lisânu’l-Arab, 2/196-199. el-Madeni, İ. b. Hammad. es-Sıhah Tâcu’l-Luğa, 5/496)
Kur’an’da 17 âyette bulunuyor.
İsim ve Semüd kavmin neden helâk edildikleri Kur’an’ın muhatapları için apaçık bellidir.
“Âd ve Semûd kavimlerini de helâk ettik. Bu, onların (viran olmuş) yurtlarından size besbelli olmuştur. İblis, onlara işlerini süslemiş ve onları doğru yoldan alıkoymuştur. Hâlbuki onlar gözü açık kimselerdi.”(Ankebût 29/38)
0 notes
Text
Esselamun Aleyküm Arkadaşlar; Bildiğiniz gibi yarın akşam ezanıyla beraber mübarek 3 aylara girmiş olacağız. Bunlardan ilki olan Receb-i Şerif ayıdır. Receb Ayı'nın ilk gecesi(Salı’yı Çarşamba’ya bağlayan gece) ve ilk günü(Çarşamba günü) yapılması gereken faziletli ibadetleri elimden geldiğince paylaşmaya çalışacağım. (Allah'ın gökleri ve yeri yarattığı günden beri, ayların sayısı on ikidir. Bunlardan dördü, haram [hürmet edilen] aylardır.) [Tevbe 36] (Haram aylar, Receb, Zilkade, Zilhicce ve Muharremdir.) [İbni Cerîr] ***NAMAZ*** Hz. Enes’ten (ra) rivayet olunan bir hadis-i şerifte, Resulullah (asm) ashabına hitaben: “Her kim Recep’in ilk gecesinde akşamı kıldıktan sonra; bir Fatiha ve bir İhlâs ile 20 rekât kılar ve onlar arasında 10 selam verirse (yani iki iki kılarsa) onun sevabını ne kadar büyük olduğunu biliyor musunuz? Şüphesiz Ruhu’l Emin olan Cibril onu bana bildirdi.” buyurdu. Biz: “Allah-ü Teâlâ ve Resulü bilir.” deyince, Resulullah (asm): “Allah-ü Teâlâ, onu, canı, malı, ailesi ve çocukları hakkında korur. Bu kişi, kabir azabından korunur, hesapsız ve azapsız bir şekilde sıratı şimşek gibi geçer.” buyurdu. KAYNAKLAR: Suyuti, el-Le’alî'l-mesnu'a, 2/55 ***ORUÇ*** 1 - "Receb ayının birinci günü oruç tutmak 3 senelik, ikinci günü oruç tutmak 2 senelik, üçüncü günü oruç tutmak 1 senelik, sonra diğer her bir günde oruç tutmak ise 1 aylık (küçük) günaha keffârettir." KAYNAKLAR: Süyûtî, el-Câmiu’s-Sağîr Ebu Muhammed el-Hallal, No:10, sh:64 Nebhani, el-Fethu'l-kebir, No:7290, 2/24 2 - “Recep’in ilk günü oruç tutan kimseden günahları –bir rivayette cehennem- yerle gök yer arası kadar uzaklaşır.” KAYNAKLAR: Abdülkadir-i Geylani, el-Ğunye, 1/327 Gunyetü’t Talibin Safuri, Nüzhetü'l-mecâlis, 1/140 3 - “Bir kimse Recep’in ilk günü oruç tutsa, Allahü Teala, onun 2 yıllık günahlarına kefaret olur.” KAYNAKLAR: Abdülkadir-i Geylani, el-Ğunye, 1/327 Gunyetü’t Talibin 4 - “Bir kimse Recep’in birinci gününü oruçlu geçirirse, 1 aylık oruç tutmuş gibi sevap verilir.” KAYNAKLAR: Abdülkadir-i Geylani, el-Ğunye, 1/327 Gunyetü’t Talibin Ali el-Müttaki, Kenzü'l-ummal, No:24262,8/577 5 - Resulullah’ın (asm) Recep’in faziletine dair teşviklerini duyan yaşlı bir zatın: “Ey Allah’ın Resulü! Ben onun tamamını tutmaktan acizim.” şeklinde beyanına karşılık, Resulullah (asm) şöyle buyurmuştur: “Recep’in ilk günü, ortasındaki günü ve son günü tut ki, o zaman muhakkak sana tamamını tutanın sevabı Verilecektir.” KAYNAKLAR: Gunyetü’t Talibin Safuri, Nüzhetül-Mecâlis 6 - “Her kim Recep’ten bir gün oruç tutar ve gecelerinden bir geceyi ibadetle geçirirse, Allah-ü Teala onu kıyamet günü azaptan emin olarak diriltir ve sırat köprüsünü Kelime-i Tevhid ve tekbirlerle geçer.” KAYNAKLAR: Deylemi 7 - “Recep’ten bir gün oruç tutan kimse, 40 sene oruç tutmuş gibi sevaba ulaşır.” KAYNAKLAR: Safuri, Nüzhetül-Mecâlis 8 - Cennette öyle köşkler vardır ki, onlara ancak Receb ayında oruç tutanlar girer. KAYNAKLAR: Deylemi 9 - Receb’de, takva üzere bir gün oruç tutana, oruç tutulan günler dile gelip, “Yâ Rabbi, onu mağfiret et” derler. KAYNAKLAR: Ebu Muhammed ***ZİKİR*** İLK 10 GÜN: Günde 100 DEFA "SUBHANEL HAYYİL KAYYUM" İKİNCİ 10 GÜN: Günde 100 DEFA "SUBHANALLAHİL EHADİS SAMED" ÜÇÜNCÜ 10 GÜN: Günde 100 DEFA "SUBHANALLAHİR RAUF" diyene verilecek sevabı hiçbir vasfedici tarif edemez.” KAYNAKLAR: Safuri, Nüzhetül-Mecâlis, 1/138 Muhammed Rahmi, Enisü'l-celis hamişi, sh:194 [Bu bilgileri bizlere ulaştıran Cübbeli Ahmet Hoca'dan ve üzerinde emeği olan herkesten Allah razı olsun.] NOT: Yapamıyorsak bile vesile olup aynı mükafata erişebiliriz. Bu yüzden mümkün olduğunca 'paylaşalım'. Çünkü: (Birinin hidayetine [imana gelmesine] sebep olan Cennete girer.) [Buhari] (Hayrın yolunu gösteren onu işleyen gibidir.) [Ebu Davud, Tirmizi] (Allah, zerre kadar iyiliğin sevabını da kat kat artırır ve ayrıca büyük mükafat verir.) [Nisa 40]
1 note
·
View note
Text
Müşrik araplar ve gelenekleri
(1/1)
✿ Ayşe: İkinci Bölüm MÜŞRİK ARAPLAR VE GELENEKLERİ Hz. İbrahim ve ismail'in tebliğ ettiği Hanif Dini üzere bulunan Araplar zamanın geçmesiyle, sahip oldukları bu inançlarını tahrif ederek, tevhidi bırakmışlar, şirke yönelmişler, çeşitli putlara tapmaya başlamışlardı. Arapların, şirk ve küfür içinde oldukları İslâm öncesi bu döneme Cahiliye Devri denilmektedir. Tev-hid'in kıblesi olan Kabe putlarla doldurulmuş, Hz. ibrahim'in sünneti tahrif edilmişti. Huza'a kabilesinin Mekke'ye hakimiyeti esnasında onların başkanları olan Amr b. Luhay el-Huzaî, Hz. ibrahim'in Dini'ni tahrif etmiş, Suriye'den getirdiği Hübel adlı putu Kabe'ye yerleştirmiştir. Onun Araplar arasında putperestliği yayan kimse olduğu kaydedilmektedir. Yine O, Hz. ibrahim'in Sünneti'nde birçok hususu tahrif etmiş, Bahîra, Şaibe, Vasile, Hami gibi adak çeşitlerini ortaya atmıştır. Müşrik Araplar Hz. ibrahim'in tevhid dini Haniflik'ten ayrılmış olmalarına rağmen, yine de ondan kalan bazı izleri bir gelenek halinde devam ettirmişlerdir. Şimdi, müşrik araplarm Asr-ı Saadet'te sahip oldukları bazı geleneklere yer vermek istiyoruz. [131] a) Gusül: Cahiliye döneminde kendilerine Hanif denilen ve Hz. ibrahim'in Sünneti üzere yaşamaya çalışan bazı kimselerin yanında, müşrik araplar da cünüplükten dolayı gusletmekte, mazmaza ve ıstinşak yapıp, misvak kullanmaktaydılar.[132] Nitekim Mekkelile-nn başkanı Ebu Süfyan, Bedir savaşında müşrik ordusunun hezimete uğramasından dolayı, Hz. Peygamberle savaşmcaya kadar cünüblükten dolayı başına su değdirmemeyi adamıştı,[133] Süheylî, Ebu Süfyan'm bu nezri ile ilgili olarak 'cünüblükten dolayı gusletmek, Cahiliye devrinde hac ve nikâh gibi Hz. ibrahim'in Dini'nden kalma bir iz olarak kendisiyle amel edilen bir husustu' demektedir.[134] Yine müşrik arap kadınlara bu dönemde, hayızh oldukları halde putlara yaklaşmıyor, onlara el sürmüyorlardı. Bunun sebebinin hayızh kadınların temiz kabul edilmemesi olduğu açıktır. Cahiliye dönemi şiirlerinde buna dair bilgilere rastlamaktayız. Nitekim Cahiliye dönemi şairlerinden Bala b. Kays b. Yamer, bir sininde: "Düşmanları da bıraktım, kuşlar biraz uzaklarında bekleşi-yorlardı, hayızh kadınların Menâfi çevresinde bekleyişleri gibi."[135] demektedir. Bişr b. Ebi Hazım da bir şiirinde: "Başında kuşlar oturuyormuş gibi hareketsiz, ona yaklaşılmaz, Hayızlılann îsâf önünde duruşları."[136] demiştir. Şiirlerde bahsedildiği gibi, Cahiliye devrinde hayızh kadınların putlara yaklaşmamaları, bu devirdeki müşrik kadınların temizlenmek ve onlara dokunabilmek için hayızdan sonra yıkandıkları ihtimalini hatıra getirmektedir. Bunun da, Hz. ibrahim'in Dini'ninden kalan, tahrif edilmiş bir gelenek olduğu açıktır. [137] b) Namaz: I. Goldziher, namaz ibadetinin Cahiliye devrinde mevcut olmadığını, "Salat" teriminin Hıristiyanlık'tan alınma Arapça olmayan bir kelime oluşunun buna delil teşkil ettiğini iddia etmiştir.[138] Cahiliye döneminde namaz ibadetinin olmayışı, eğer doğru kabul edilirse, Hz. ibrahim'in Dini'inde mevcut olan namaz ibadetinin, zamanla cahiliye Arapları tarafından terkedilip, unutulmuş olduğunu gösterir. Cahiliye Araplarmm Hz. ibrahim'in Dini'nde mevcut olan birçok hususu unuttukları gözden uzak tutulmamalıdır. Nitekim Ebu Zer ve Kus b.Saide'nin, Cahiliye döneminde namaz kıldıklarını daha Önce kaydetmiştik.[139] Ayrıca KurJan-ı Kerim'de yer alan, "Kabe'deki ibadetleri (Salat) sadece ıslık çalmak ve el çırpmaktan başka bir şey değildir"[140] ayeti Cahiliye döneminde müşrik araplarm namaza yabancı olmadıklarını göstermektedir. Nitekim bu dönemde müşrikler, erkek-kadm, açıksaçık el ele tutuşur, Kabe'nin etrafında dolaşırlar ve ıslık çalıp el çırparlardı. Böylece, ibadet ediyoruz diye çalar, oynar, hora teperler ve yaptıklarını alkışlarlardı. Hz. Peygamber Kabe'ye gelip namaz kılmak ya da Kur'ân okumak istediği zaman, çoğu zaman böyle ayin yapmakta ileri giderler, kendileri de namaz kılıyor ve dua ediyorlarmış gibi gösteri ve gürültü yaparlar, bunu kendilerine bir ibadet sayarlardı.[141] Yine Cahiliye döneminde Ka'b b. Lüey'in Kureyşliler'i Cuma günü toplayıp, içinde bir de hutbe kısmı bulunan haftalık bir ibadet yaptığını daha önce kaydetmiştik. Bugüne Cuma, Maruzat (Açıklama), Yevmü'l-Arube (Araplık Günü) denilmekteydi.[142] c) Bayram: Cahiliye devrinde Medinelüer'in iki bayramından bahsedilmektedir. Medineliler bu günlerde oyun oynar ve şenlikler yaparlardı. Hz. Peygamber, Medine'ye hicret ettiği zaman Medineli-ler'in bu bayramlarım görünce: "Bu iki gün nedir?" diye sormuş, onlar da "Biz cahiliye devrindeyken bu iki günde şenlik yapardık" diye cevap vermişlerdi. Hz. Peygamber de "Allahü Teala, sizin bu iki bayramızım onlardan daha hayırlı iki bayram ile değiştirdi: lyd-i Fıtır ve Iyd-i Edhâ" buyurmuştu.[143] Bazı kaynaklarda Cahiliye Döneminde Medinelilerin kutladıkları bu iki bayram gününün Nevruz ve Mihrican günleri olduğu kaydedilmektedir.[144] d) Yağmur Duası: Yağmur duasına çıkma âdetinin Cahiliye dönemi Arapları arasında da mevcut olduğunu görmekteyiz. Nitekim Abdülmutta-lib'in, yamnda Hz. Peygamber olduğu halde Kureyşlilerle birlikte Ebu Kubeys dağına yağmur duasına çıktığı ve onun Peygamberi-miz'in yüzü suyu hürmetine yağmur dilemesinden sonra, çok geçmeden yağmur yağdığı kaydedilmektedir.[145] Daha sonraları Peygamberimiz'in amcası Ebu Talib de Kureyşlilerle birlikte yağmur duasına çıkmıştır. Ebu Talib'in Hz. Peygamberin elinden tutarak Kabe'ye götürdüğü ve O'na dua ettirdiği, bundan sonra yağmur yağıp Mekke derelerinin sularla dolu taştığı nakledilmektedir.[146] e) Cenaze Uygulamaları: Cahiliye döneminde Araplar, cenazelerim yıkarlar, kefenlerler, üzerine dua okurlardı. Ölünün tabuta konulmasından sonra, velisi ayağa kalkarak, ölünün bütün iyiliklerini sayar, medheder ve sonra: "Allah'ın rahmeti senin üzerine olsun" derdi. Bu bir çeşit cenaze namazı sayılır, daha sonra cenaze defnedilirdi.[147] Kaynaklarımız, Peygamberimiz'in amcası Ebu Talib'in cenazesinin yıkandığım, kefenlenip defnedildiğini haber vermektedir.[148] Peygamberimiz'in hanımı Hz. Hatice de vefat ettiği zaman, cenaze namazı henüz farz kılınmadığı için Cahiliye devri usulüne göre dua yapılmıştı. Yine Cahiliye Devri'nde "Beliyye" denilen bir uygulama daha vardı. Buna göre, Müşrik Araplar, ölenin mezarının yanma bir deve getirirler, devenin boynuna bir halka takarlar ve hayvanı ölünceye kadar bu şekilde mezarın yanında bırakırlar veya mezara gömerlerdi. Buna da "Beliyye" derlerdi.[149] Cahiliye Dönemi'nde bir kişi Öldüğü zaman Araplar, çarşı, pazar, sokak ve evlere adamlar göndererek bir kimsenin öldüğünü ilan ederlerdi. Araplar arasında yaygın olan o zamanki âdete göre, şerefli birisi öldüğü ya da öldürüldüğü zaman, kabilelere bir atlı gönderilir, o da "Filanın ölümü ile araplar helak olmuştur" gibi sözlerle, o kişinin öldüğünü duyururdu.[150] Yine bu devirde cenazeye katılan müşrik Araplar bir takım aşırılıklarda bulunur, üzüntülerini dile getirmek için elbiselerini değiştirirler, matem elbisesi giyerlerdi. Cenaze geçerken de ayağa kalkarlardı. Cahiliye dönemi Araplarımn "Ben Öldükten sonra arkamdan matem tutun" diye vasıyyet ettiklerini görmekteyiz. Nitekim Cahili şair Tarafe'nin öldükten sonra kendisine layık bir şekilde matem tutulmasını bir beyitinde vasiyet ettiğini bilmekteyiz: "Ben öldüğüm zaman bana yakışır bir surette ağla, Benim için yakalarını yırt, ey Ümmü Mabed"[151] Peygamberimiz'in dedesi Abdülmuttalib de, vefat edeceği zaman kızlarını toplayarak ağıt yaktırmıştır.[152] Müşrik Araplar matem tutarken, Ölünün iyiliklerim sayarak ağlarlar, feryad ve figan ederler, yanaklarını, yüzlerini, başlarım, dizlerini döverler, yakalarını ve elbiselerini yırtarlar, yüzlerini tırmalarlar, manzumelerle ölünün iyiliklerim yayarlar, kendilerinin de helak olması için dua ederlerdi.[153] Yine Cahiliye Dönemi'nde cenaze sahipleri yemek hazırlayarak cenazeye katılanlara ikram ederlerdi.[154] Bu husus da matemden sayılırdı. [155] f) Oruç: Cahiliye Dönemi'nde Kureyşliler'in Receb ayında oruç tuttukları kaydedilmektedir.[156] Yine bu dönemde Kureyş'in işledikleri bir günaha kaffaret olmak üzere veya kıtlık tehlikesine karşı şükran borcunu ödemek için oruç tuttukları nakledilmektedir.[157] Kaynaklarımızda, Cahiliye döneminde hem Kureyş'in, hem de Hz. Peygamberin Aşura günü oruç tuttuklarından bahsedilmektedir.[158] Cahiliye devrinde görülen bir oruç çeşidi de "Sükut Orucu"dur. Cahiliye Arapları bir gün boyunca hiç konuşmazlar ve bunu bir ibadet sayarlardı. Hz. Peygamber: "Bir gün, bir geceye kadar sükut etmek yoktur" buyurarak bu âdeti yasaklamıştır.[159] Buharî'nin kaydettiğine göre, Hz. Ebu Bekir de, Zeynep adlı bir kadının sükut orucu tuttuğunu görerek, "Bu iş cahiliye fiillerin-dendir" diyerek kendisini uyarmıştır.[160] g) Hac: Hz. ibrahim devrinden kalma hac ibadetinin Cahiliye döneminde de devam ettiğim ve ihram, telbiye, vakfe, tavaf, sa'y, cemrelerin taşlanması, kurban kesilmesi gibi esasları içindu bulundurduğunu bilmekteyiz. İhram, Vakfe, Tavaf, Sa'y ve diğer uygulamaları: Kaynaklarımız, Cahiliye devrinde müşriklerin, putlar için ihrama girdiklerini haber vermektedir. Bu dönemde Medineliler-den bir kısmı Müşşellel mevkindeki Menat putu için telbiye ederek ihrama girerken,[161] Medinelilerden diğer bazı kimseler ise deniz tarafında bulunan Isâf ve Naile adlı bir put için ihrama girmekteydiler.[162] Yine Cahiliye devri halkı ihramdayken hayvan eti ve yağ yemeyerek, perhiz yapmaktaydılar.[163] Bu dönem halkının, ihrama girmeyi bir takım lüzumsuz ilavelerle zorlaştırdıklarım da görmekteyiz. Söz gelimi ihrama girdikleri zaman gölgede oturmazlar, eve yahut çadıra girmeleri gerektiğinde, evin arka tarafını delerek veya evin üstünden atlayarak, ya da merdiven kurarak içeri girerler ve bunu bir iyilik sayarlardı. Medineliler de hac dönüşlerinde evlerine kapılarından girmezler, evlerinin arkalarından içeri girerlerdi. Aksi bir davranış şiddetle kmanırdı.[164] Kureyş ve Harem halkı ise, ihramlı iken evlerine kapılarından girip çıkarlardı. Ancak Medineliler ile Ehl-i Meder ve Ehl-i Veber (Köylüler ile Çadırda yaşayanlar) ihramlı iken evlerine ve çadırlarına kapılarından girmezlerdi.[165] Cahiliye döneminde haccedenler ihramdan çıkmak için traş olurlardı. Bu dönemde Medineliler îsâf ve Naile adlı putlar için telbiye ederek ihrama girerler, Safa ve arasında sa'y yaptıktan sonra traş olurlardı.[166] Diğer bazı kabileler ise tavan bitirdikten sonra Menat adlı putun yanına gelirler ve başlarını bunun yanında traş ederlerdi.[167] Cahiliye döneminde Kabe özel bir kıyafetle tavaf edilir, Mekkeliler bu iş için özel bir kıyafet satarlardı. Bu kıyafeti satın alamayanlar çıplak tavaf ederlerdi. Bu hususa hem Kur'ân-ı Ke-rim'de hem de hadislerde işaret edilmiştir.[168] Cahiliye dönemi Arapları, Amr b. Luhay'dan beri telbiyeleri-ne şirk karıştırmışlardı. Kaydedildiğine göre, Kureyş, Kinane ve Huza'a kabilelleri, "Buyur Allahım, buyur! Buyur, senin ortağın yoktur. Ancak bir ortağın vardır. Sen ona ve onun sahip olduklarına hükmedersin" şeklinde telbiye ediyorlardı.[169] Araplar, bu şirk dolu telbiyelerinde "ortak'la Hübel ve îsaf adlı putları kasdeder-lerdi.[170] Diğer kabilelerin de ayrı ayrı telbiyeleri vardı. Bunların da içine şirk ifade eden sözler karıştırılmıştı.[171] Cahiliye döneminde Kinane, Kureyş ve Huza'a kabileleri kendilerine "Hums" adım vererek, diğer Araplardan üstün ve ayrıcalıklı olduklarını iddia ederlerdi. Bunlar, hac esnasında Harem'den dışarıya çıkmazlar, Müzdelife'den ileriye gitmezlerdi. "Biz harem halkıyız, Harem halkıyız, Harem'den dışarı çıkmayız" derlerdi. Vakfe için Arafat'a çıkmayarak, Müzdelife'de vakfe yaparlardı. Buna gerekçe olarak da "Biz, Hz.İbrahim'in evladıyız. Kabe'nin sahipleriyiz. Mekkeliyiz. Arap kabilelerinin hiçbirinin ferdleri bizim şeref ve asaletimize sahip değillerdir. Bundan sonra hiçbir şeye tazim etmeyip, bütün hürmetimizi Harem dahiline hasretmeliyiz. Arafat'ta halk ile vakfe yapmak bizim kadrimizi düşürüyor" fikrini ileri sürerlerdi.[172] Böylece Arafat vakfesini tahrif etmişlerdi. Diğer Arap kabileleri ise Arafat'ta vakfe yaparlardı. Arafat'tan da güneş tam dağın tepesindeyken dönerlerdi. Hacıları Arafat'tan indirme vazifesi de Mudar oğullarına aitti. Bu vazife onlardan Gavs b. Mürr tarafından yerine getirilirdi. Bu zatın lakabı "Sufe" idi. Bu vazife daha sonra çocuklarına geçmişti. Arafat'ta vakfeden sonra Araplar, "Ey Sufe izin ver de inelim" derlerdi. O zaman bunlardan biri kalkıp izin verdiğini ilan ederdi.[173] Cahiliye döneminde güneş doğmadan evvel Müzdelife'den hareket etmezlerdi. "Ey Sebir dağı aydınlan ki, biz de acele kurban kesmeye gidelim" derlerdi.[174] Güneş doğuncaya kadar Müzdeli-fe'de duran müşrikler, burada babalarını, dedelerini överek, övünerek vakit geçirirlerdi. Söz gelimi bu esnada bir adam dağın tepesinde ayağa kalkar, "Ben filan oğlu filanım, ben şöyle yaptım. Babam da yedirir içirirdi. Başkalarının borçlarını öder, diyetlerini üzerine alırdı. Dedem de böyle yapardı" der, diğer insanlara karşı ovunurdu. Arafat'tan gelen hacılar görsünler de yollarım kaybetmesinler diye geceleyin Müzdelife'de ateşler yakılırdı. Bunu ilk defa Peygamberimiz'in dedelerinden Kusay yaptırmıştır.[175] Cahiliye devrinde, hacıların Müzdelife'den Mina'ya gidebilmesi için de Benî Sufe denilen bir ailenin izin vermesi gerekirdi. Bu olay kurban kesileceği günün sabahında cereyan ederdi. Bu vazifenin başında Zeyd b. Advan oğulları bulunuyordu. Onlardan bu işin başında son olarak bulunan Ebu Seyyare Ümeyle b. Azel idi. Bu zat, kafile başkanı olarak çıplak bir eşek üzerinde kırk yıl devamlı bir şekilde hacıları Müzdelife'den Mina'ya götürmüştür.[176] Yine bu dönemde müşriklerden bazıları, Mina'dan Mekke'ye üç günden evvel inmeyi, bazıları da dördüncü güne kalınmasını günah saymaktaydılar.[177] Kabe'nin tavafı eski Arapların ibadet hayatında çok önemli bir yer işgal etmiştir. Tavaf ile aynı manaya gelen "Davar" kelimesi, bazan onun yerini almıştır. Ancak kaydedilen bazı Cahili Arap şiirlerinden tavafın sadece Kabe'ye mahsus olmadığı, müşrikler tarafından putların da tavaf edildiği anlaşılmaktadır. Müşrikler, Kabe'yi tavaf esnasında şiirler okur, kurbanlar keserlerdi. Bu ibadetler, Hums'a mensup olan Kureyş'in seçkin ve asil kişilerince idare edilirdi, ibadet maksadıyla (Tahannüs) her yıl Hira'ya çıkan Kureyşliler, dönüşte Kabe'yi tavaf etmeden evlerine girmezlerdi.[178] Bu dönemde Araplar, Kabe'yi yedi defa tavaf ederlerdi.[179] Kureyş kabilesi tavaf esnasında şöyle derdi: "Lât hakkı için, Uzzâ hakkı için, Onlar yüksek turnalardır, Onların şefaatlerine ümit bağlanabilir, Üçüncüleri Menat hakkı için."[180] Kur'ân-ı Kerim, Cahiliye Araplarmm Kabe'deki ibadetlerinin sadece ıslık çalmak ve el çırpmak'tan ibaret olduğunu haber vermektedir.[181] Bu dönemde müşrikler, erkek ve kadın, açık-seçik el ele tutuşur, Kabe'nin etrafında dolaşır ve ıslık çalıp el çarparlardı. Böylece, ibâdet ediyoruz diye çalar oynar, hora teperler ve yaptıklarını alkışlarlardı. Bu müşrikler 'Kabe'nin etrafında "Mükka" kuşu gibi ıslık çalarak dolaşmazsak haccımız tamam olmaz' derlerdi.[182] Cahiliye Araplannm Kabe'yi çıplak olarak tavaf ettikleri kaydedilmektedir. "Hums" denilen Kureyş, Benî Amr, Sakîf, Hu-za'a gibi kabileler müstesna, diğer Araplar, Kabe'yi çıplak olarak tavaf ederlerdi. Eğer Hums kabileleri, bunlara tavaf için elbise verirlerse, bu elbiseleri giyerek tavaf yaparlardı. Bunun için erkekler, erkeklere, kadınlar da kadınlara elbise verirler, Humslular-dan elbise alamayanlar ise çıplak tavaf ederlerdi.[183] Bu konuda Dabba'a bint Amir adlı bir kadının çıplak larak Kabe'yi tavaf ederken söylediği bir şiir bu konuda ip ucu vermektedir: "Bugün, vücudumun bir kısmı veya hepsi gözükür, Fakat ben, ondan görünene de cevaz vermem."[184] Hums'a mensup olanlar her zaman kendi elbiseleriyle tavaf yapma hakkına sahiptiler. Hums'a mensup olmayanlar ise, içinde tavaf yapacağı bir humslu elbisesi bulamazlarsa giydiği elbiseden ayrı getirdiği başka bir elbiseyi giyerek tavaf eder ve tavaftan sonra o elbiseyi isaf ve Naile adlı putların arasına atar, bundan bir daha faydalanamazdı.[185] Ya da, bu şahıs çıplak olarak tavaf etmek zorunda kalırdı.[186] Çıplak tavaf etmeyi göze alamayan kimseler ise, Mekkeliler'den elbise satın almak ya da kiralamak mecburi-yetindeydi. Çıplak tavaf yapan Araplar arasında Benî Amir kabilesi de vardı. Ancak erkekler gündüz, kadınlar gece tavaf yaparlardı. Çıplak tavaf eden kadınlardan bir kısmı, bellerine, deriden yapılmış uzun sırmalar bağlayarak korunmaya çalışırlardı. Humslu olmayanlardan ancak önemli kimseler kendi elbiseleriyle tavaf yapabilir, fakat elbiselerinden bir daha faydalanamazlardı.[187] Bunun sebebi şuydu: Humslularm koyduğu kural gereği, Harem'in dışındaki elbise ile Harem'in içine girilmezdi. Dışardan gelenler, Mekke'de giyeceği elbiseyi satın almak, yahut ödünç bulmak zorundaydılar. Şayet Humslular'dan elbise bulamazlarsa, "içinde günaha girdiğimiz elbise ile tavaf caiz değildir" diyerek anadan doğma çırılçıplak olarak Kabe'nin etrafında dolaşırlardı. Çıplak dolaşmaya utananlar ise, elbiseleriyle tavaf yaparlar, ancak sonunda elbiselerini çıkarıp, atmak zorunda kalırlardı. Atılan bu elbiselere, "Leka" denilir ve bunlar Mekkeliler tarafından toplanırdı.[188] Fakat Arapların gözü gönlü attıkları bu elbiselerinde kalırdı. Elbise bulumayanlar çıplak tavaf ederken "Biz babalarımızı bu hal üzere bulduk, Allah bize böyle emretti" derlerdi.[189] Cahiliye döneminde tavaf eden bir kimse, önce Kabe'nin yanında bulunan İsaf adlı puttan başlar, onun önünde istilam eder, tavafını Naile adlı putun yanında istilam ile bitirirdi.[190] Rebia kabilesi ile diğer bazı Araplar Cahiliye döneminde veda tavafı yapmadan dağılırlardı. Bunlar haccettiklerinde son nefr'de (dönüşte) dağılırlar, teşrikin sonuna kadar (Mina'da geçirilen üç gün) beklemezlerdi.[191] Cahiliye döneminde Amr b. Luhay, Mekke'de putperestliği yerleştirdiği sırada Safa ve Merve tepelerine de isaf ve Naile denilen, erkek ve kadın şeklinde iki put diktirmişti. Hac ve umre yapan müşrikler, say yaparken ta'zim maksadıyla bunları meshedi-yorlardı.[192] isaf adlı putun Safa1 da, Naile adlı putun da Merve'de olduğu kaydedilmektedir.[193] Menat putu için ihrama giren Ensar ve Gassan kabileleri ise, Safa ve Merve arasında sa'y yapmıyorlardı.[194] Kureyş'ten Menat putu için ihrama giren kimselere de, Safa ve Merve arasında Sa'y yapmak dinlerine göre helal sayılmazdı.[195] Kısacası cahiliye dönemi halkı Safa ve Merve arasında sa'yi şirke ait hususlarla karıştırmışlardı. Cemrelerin taşlanması hususu Cahiliye döneminde de mevcuttu. Nefr (dönüş) günü olunca halk cemreleri taşlamaya gelirdi. Sufe'den bir görevli halk için cemreye bir taş atar, o taş atıncaya kadar halk taş atmazdı. Acele eden kimseler Sufe'ye gelirler ve "Kalk taşla ki, bizde seninle beraber taşlayalım" derlerdi. O da, "Hayır, Vallahi güneş batıya meyletmedikçe olmaz" derdi. Acele edenler bu konuda onu sıkıştırmaya devam ederlerdi. Sufe de, güneş batıya meyledinceye kadar bundan kaçınır, sonra kalkar cemreyi taşlar, insanlar da onunla beraber taşlarlardı.[196] Halk bu esnada "Al sana, al sana" diye bağrışarak taşları atardı. Bir taraftan da itişip kakışmalar, birbirine vurmalar olurdu. Cahiliye döneminde müşrikler kurban kestikleri zaman, kanını Kabe'nin yüzüne sürerler, etini parçalar halinde taşların üzerine koyarlar, "Allah için kestiğimiz şeyden vahşi hayvanlar ve kuşlar yiyinceye kadar bize bir şey yemek helal olmaz" derlerdi.[197] Bazan da putlar için kestikleri kurbanın kanını putlara sürerler, etlerini de onların üzerlerine koyarlardı. O dönemde kurbanların Mina'da değil, Kabe'de kesildiği anlaşılmaktadır. Müşrikler, Kabe'de kurbanlıklar da sevkeder, ancak bu kurbanlık hayvanlara binmezlerdi.[198] Kabe'ye sevkettikleri bu hayvanların boğazlarına gerdanlık asarlardı. Buna "taklid" denilmekteydi. Bu, sadece Kabe'ye kurbanlık olarak sevkedilen hayvanlara mahsus değildi. Müşrikler, nazardan korunmak, düşmanlara karşı kin ve intikam duygularını ifade etmek için de deve, at gibi hayvanlara gerdanlık (Kılade) takarlardı.[199] Umre Umre, Cahiliye döneminde de mevcuttu. Ancak müşrikler hac aylarında umre yapmayı yeryüzünde işlenen günahların en büyüklerinden sayarlardı. Bunlar, Muharrem ayını Safer kabul ederler, "Develerin arkasındaki yara iyi olur, Hacıların ayak izi silinir, Safer ayı da çıkarsa, O zaman umre, umre yapan kimseye helal olur" derlerdi.[200] Cahiliye döneminde hac aylarında umre yaptırmamalarının başlıca sebebi ekonomikti. Bu uygulama, hac için gelen halkın, memleketlerine dönerek ayrıca tekrar umre yapmak için Mekke'ye gelmelerim temin etme gayesine yöneliktir. Böylece, hac aylarında umre yapmak yasak olduğu için, hacı memleketine dönecek ve umre yapmak üzere başka bir zaman yeniden gelecek ve Mekkenin ticari hayatına canlılık kazandıracaktır.[201] Bu dönemde umre yapan kimseler Safa ve Merve arasında sa'y ederler, buralarda mevcut Isâf ve Naile adlı putlara, tazim için meshederlerdi.[202] Cahiliye dönemi halkı umreyi Receb ayında yapmaktaydı. [203] Nesî Cahiliye dönemi Arapları da, kamerî (ay) takvimi kullanıyorlardı. Bu takvime göre hac mevsimi, yaza, sonbahara vs. bütün mevsimlere tesadüf edebilirdi. Çünkü her yıl, önceki yıldan on bir gün önce gelirdi. Fakat Mekkeli müşrikler haccm her zaman aynı mevsime, yani Bahara tesadüf etmesini istemişler ve bunun için ayların yerini değiştirmişlerdi. Buna nesî deniliyordu. Ebu Ma'şer el-Belhî ile el-Birunî, Arapların nesî uygulamasını Yahudilerden aldıklarım söylemişlerdir. Taberî'nin kaydına göre, Huzaalılar Kabe'nin idaresini ellerine aldıklarında, Haram ayların vakitlerini tayin ve geciktirme vazifesini Mudar oğullarına verdiler.[204] Başlangıçta nesi vazifesini Yemenli Kindeliler ifa ediyorlardı. Sonradan Malik b. Kinane, Muaviye b. Sevr el-Kindî'nin kızını nikahlayarak, takvim işleriyle meşgul olma vazifesini elde etti- Daha sonra da bu iş torunlarına geçti.[205] Bu konuda vazife gören kişiye Kalemmes veya Kalanbas deniliyordu. Bu vazifenin başında bulunanların sonuncusu Ebu Sümame Cünade (Cenna-de) b. Avf tır. Onun görevli olduğu vakit, islâm gelmiş ve bu işi ilga etmiştir. Peygamberimizin dedesi Kusay, vaktiyle bu işi Kinane kabilelerinden olan Neseelere bırakmıştır.[206] Cahiliye döneminde hac esnasında, nesi ile görevli olan Kalemmes, Kabe'nin kapısının önüne gelir ve yardımcısı, Kabe'nin Hatim denilen üstü açık kısmına geçer ve her biri şu sözleri söylerdi: "Ben, bütün ayıp ve kusurlardan uzak, hiç kimsenin günah yöneltemeyeceği öyle bir kimseyim ki, verdiğim hüküm reddedilmez." Herkes bu iki vazifeliye gerekli talimatı sormaya gelirlerdi. Kalemmes de, gelecek iki yıl boyunca normal kamerî takvim akışını takip etmelerini söyler, fakat her üç yılda bir kerre bunun aksini söyleyerek, o yılın on ikinci ayından sonra boş bir ayın (ilave ay/Safer ayı) geleceğini, bunun sonunda da, ertesi yılın normal bir ayının başlaması gerektiğini belirtirdi. Böylece hac, iki yıl boyunca onikinci ayda, sonra birinci, sonra ikinci-ve bütün aylarda dönüp durmak suretiyle kutlanıyordu.[207] Cahiliye Araplannın bunu, hac zamanında her zaman yılın aynı mevsimine isabet etmesi ve Mekkeli tüccarların da katılmaları gerekli olan çeşitli panayırların kurulması zamanından ayrı bir vakte rastlaması için yaptıkları açıktır. Cahiliye döneminde Araplar, hac mevsiminde dışardan gelen hacıların ticaret yapmasını günah sayarlardı. Hacıların ticaret için mal getirmesi, yahut nafakasını yanında bulundurması caiz görülmezdi. Bu husus, Mekke tüccarı ile esnafının fazla ahş-veriş yapmasına yarardı. Nafakası ve parası olmayan hacılar ise, dilenmeye mecbur kalırlardı. Dışardan gelen halk da, hac mevsiminde ahş-veriş yapmaktan sakınır ve "Bu günler zikir günleridir" derlerdi. Halbuki hac esnasında Zü'1-Mecaz, Ukaz, Mina, Arafat ve diğer yerlerde panayırlar kurulurdu.[208] Bazıları da hacca giderken yanlarında yetecek kadar azık al-ma}a günah sayarlar, "Biz Allah'ın misafirleriyiz, azık almayalım" derler sora da dilenirlerdi. Yemen halkının böyle yaptığını kaynaklarımız haber vermektedir. Hunıs'a mensup müşrikler ise; "Harem dışındaki halkın hac veya umre için Mekke'ye geldiklerinde beraberlerinde getirdikleri yiyeceklerden Harem içinde yemeleri caiz değildir" demekteydiler.[209] Bu dönemde bazı kimseler susarak hac yapıyorlardı. Nitekim Hz. Ebu Bekir, böyle bir kadım menetmiştir.[210] Kabe'ye yayan gitmek üzere adak adayan ve bunu yerine getiren kimseler de mevcuttu. Hz. Peygamber böyle bir adağı yerine getirmek isteyen bir ihtiyara mani olmuştur.[211] Cahiliye devrinde Kabe'nin önünde bulunan Hübel putunun yanında bazı fal okları vardı. Mekkeliler, bu oklarla fal çekerlerdi. Okların üzerinde "Evet, Hayır, Bekle" gibi kelimeler yazılı olup, bir şey yapmak isteyenler bunlara başvurur. Çıkan sonuca göre hareket ederlerdi. Bu okların hususi bir memuru vardı ve ücret karşılığında fal çektirirdi. Bu oklara "Ezlâm" denilirdi.[212] Bu dönemde hac ibadeti kudsiyet ve temizliğinden çok şeyler kaybetmişti. Hac bir eğlence, münakaşa ve Cahiliye bayramı haline gelmişti. Hac esnasında günah işlenir, putlara kurban kesilir, kavga yapılır, kadınlarla cinsel ilişkide bulunulurdu. Hac şehirlerinde ibadete rağbet, en büyük çekiciliğini bu sıralara şartlayan pazarlardan ve panayırlardan alırdı. Bu günlerin çok neşeli havası olurdu. Şaka, oyun şarab, kadın ve şarkı ile eğlenilirdi. Bu eğlenceleri önceleri Vedd adlı putun yanında yapmak adetti.[213] îmam Malik, Cahiliye Araplarımn hac esnasında kavgaları hakkında şöyle demektedir: "Cahiliye devrinde Kureyşliler, Müzdelife'deki Kuzah'ta, Meş'aru'l-Haram'm yanında, diğer Araplar ise Arafat'ta vakfe yapıyorlar, birbirleriyle çekişip kavga ediyorlardı. Kureyşliler, Biz daha doğru yoldayız derler, diğer Araplar ise, "Biz daha doğru yoldayız" derler ve mücadele ederlerdi. Mina'da toplandıkları zaman Kureyşliler, "Bizim haccımız daha mükemmeldir" derler, Ötekiler de "Bizim haccımız daha mükemmeldir" derler ve sonunda kavga ederlerdi.[214] Cahiliye döneminde hacla ilgili birtakım vazifeler de vardı. Bunlar Sikaye, Rifade, Hicabe, Sidane idi. Sikaye, hac mevsiminde hacılara su dağıtma işiydi. Kusay, zamanında Kabe'nin etrafına deriden yapılmış su havuzları koymuş, develer vasıtasıyla, civardaki kuyulardan tatlı su taşıtarak bu havuzları doldurtmuş ve hacılara bu havuzlardan su dağıtmıştır.[215] Daha sonra bu vazife Abdümenaf ve oğullarına geçmiştir. Peygamberimizin dedesi Abdülmuttalib ise, zemzem kuyusunu kazıp tekrar ondan su çıkarmıştı. Bundan sonra, diğer kuyulardan su nakli bırakılmıştır. Abdülmuttalib'in, hac mevsiminde sütleri bal ile karıştırıp zemzem kuyusunun yanında deri havuzlara koyarak hacılara dağıttığı kaydedilmektedir. Zemzem suyu çok ağır bir su olduğu için, Abdülmuttalib, içine kuru üzün atar ve hacılara öyle dqğıtırdı. Abdülmuttalib'den sonra bu vazife oğlu Hz. Abbas'a geçmiştir. Abbas da (r.a.) temin ettiği üzümlerden şıra yaparak hacılara ikram ederdi. Onun bu vazifesi Mekke'nin fethine kadar sürdü. Fetihten sonra bu vazifeyi Hz. Peygamber yine ona verdi.[216] Rifâde ise, hacılara yemek verme vazifesi idi. Kusay tarafından ihdas edildiği ve bu iş için yıllık vergi alındığı kaydedilmektedir. Kusay, bu iş için aldığı vergileri toplayarak, hac mevsiminde Mekke ve Mina'da yemek yaptırıp hacılara dağıtıyordu.[217] Rifade vazifesi Kusay1 dan sonra Abdümenaf la onun oğlu Haşim'e geçti.[218] Haşim'den sonra bu vazife Abdülmuttalib, daha sonra da Pey-gamberimiz'in amcası Ebu Talib'e geçti.[219] Veda Haccında ise bu vazifeyi bizzat Hz. Peygamber kendisi yapmıştır.[220] Hicabe-Sidane ise, Kabe'nin bakım ve korunması vazifesi idi. Bu hizmeti ilk önce Hz. İsmail yapmış, ondan sonra Cürhümlüler, daha sonra Huzaalılar bu hizmeti ele almışlardır. Sonraları Peygamberimiz'in dedeleıinden Kusay b. Kilab, Ebu Gubşan adlı Huzaahdan Kabe'nin anahtarlarını satın alarak bu vazifeyi ele geçirdi. Bu hakkım tanımak istemeyen Huzaalıları da Kabe'nin civarından kovdu.[221] Kusay, Kabe'ye ait görevleri bölüştürmüş ve bu vazifeyi Abdüddar'a vermiştir. Ondan oğlu Osman'a geçen bu hizmet, nesiller boyunca devam etmiştir. Hz. Peygamber Mekke'yi fethettiği zaman, Kabe'nin anahtarı Osman b. Ebî Talha'daydı. Hz. Peygamber bu vazifeyi yine onlara verdi.[222] Cahiliye döneminde Kabe'nin kapısı Pazartesi ve Perşembe günleri açılır, Kabe'nin hizmetçileri ve kapıcıları, Kabe'nin kapısına oturarak içeri girmesini istemedikleri kimseleri merdivenlerden aşağı iterlerdi. Vaktiyle aynı hakareti Hz. Peygamber'e de yapmak istemişlerdi.[223] h) Kurban: 1- Însan Kurbanı. Cahiliye devrinde de insan kurban etme âdetinin mevcut olduğunu görmekteyiz. Bu dönem de sabah yıldızına bir insan veya bir deve sunulduğu kaydedilmektedir.[224] Bunların Sabiiler (Yıldıza tapanlar) olması muhtemeldir. Wellhausen, Cahiliye döneminde oğlan ve kızlarla, esirlerin el-Uzzâ1 ya kurban edildiklerim ileri sürmektedir.[225] Kaynaklarımız, Hz.ibrahim'in oğlunu kurban etmek istemesinin bir benzerinin Peygamberimizin dedesi Abdülmuttalib tarafından yaşandığını haber vermektedir. Buna göre, Abdülmuttalib, zemzem kuyusunun kazılması sırasında Kureyşle karşılaştığı zorluklar sebebiyle, eğer on tane oğlu olur ve bunlar kendisini koruyacak yaşa gelirlerse, onlardan bir tanesini Kabe'nin yanında Allah için kurban etmeyi adamıştı. Abdülmuttalib'in on tane oğlu olunca adağım yerine getirmek istemiş, çekilen kurada kurban olma işi Peygamberimiz'in babası Abdullah'a isabet etmişti. Bunun üzerine Abdülmuttalib, adağını yerine getirmeye kalkışmış, fakat Kureyşliler böyle bir âdetin yerleşmesinden çekinerek, kendisine engel olmuşlardı. Daha sonra Abdullah'ın yerine 100 tane deve kurban edilmişti.[226] 2- Putlara Kurban: Cahiliye döneminde putların yanında kurbanlar kesilir, bu kurbanlardan büyük pay küçük ilahlar için ayrılırdı.[227] Yanında kurban kesilen putların başında Isâf ve Naile gelmekteydi.[228] Malik ve Milkan boyları ise, Cidde kıyısında bulunan Sa'd adlı put için kurban keser ve kurbanın kanını bu putun üzerine dökerlerdi.[229] Kureyşliler'in de Yanbu yakınlarında Buvane adlı bir putları vardı. Her yıl bunun yanında kurban kesip bayram yaparlardı.[230] Hz. Peygamber de çocukluğunda halaları tarafından bu bayrama katılmaya zorlanmıştı. Ancak O, burada rahatsızlandığı için bir daha bu bayrama katılması için ısrar edilmemişti.[231] Kabe'nin etrafında 360 tane dikili taş (Nusub) vardı, bu taşların her biri bir Arap kabilesine aitti. Bu taşların yanında kurban keser, kanını bu taşlara sürer, kurbanı parçalayıp bu taşlara koyarlardı. Cahiliye halkı kabir başlarında da kurban kesmekteydi. îyi bir kimsenin kabri başında bir deve boğazlar ve "Biz, onun dünyada yaptıklarına karşılık kendisini mükafatlandırıyoruz. Kendisi, hayattayken deve keser ve misafirlerine yedirirdi. Biz de kabrinin başında deve kesiyoruz. Varsın bunu kurtlar, kuşlar yesin, hayatında yedirmiş olduğu gibi yedirmiş olsun" derlerdi. Öldükten sonra dirilmeye inananları ise, ölen kimsenin kabri başında sağlığında bindiği hayvan kesilirse, o kimse Kıyamet'te binekli olarak haşrolunur, aksi takdirde yaya kalır, diye inanırlardı.[232] Bir kısım Araplar da cinlere kurban kesiyorlardı.[233] Cömertlik yarışı için kurban kesenler de vardı.[234] Bazıları da hayvan canlı iken vücudundan et kesiyorlardı. Hz. Peygamber Medine'ye geldiği zaman bazı kimseleı~in develerin hörgü eleriyle, koyunların kuyruklarını kestiklerini görmüş ve yasaklamıştı.[235] Cahiliye döneminde Şeytan Yarması adı verilen bir işlem daha yapılmaktaydı. Buna göre hayvan boğazlanır, yalnız derisi kesilir, kan damarları kesilmez, ölünceye kadar böyle bırakılırdı. Kam yedikleri için, hayvanın kanını boşa gidermeme çabasıyla bu şekilde yaptıkları sanılmaktadır.[236] Bu dönemde Akika kurbanı da kesilirdi. Çocuğun tıraş edilen başına, çocuk için kesilen kurbanın kanından sürülürdü. Hz. Hatice, doğan her oğlan çocuğu için iki, her kız çocuğu için de bir koyunu akika olarak kestirmişti.[237] Cahiliye devrinde ilk doğan hayvanlar kurban edilir ve buna Fer'a denilirdi. Ebu Davud, "Fer'a, devenin ilk doğurduğu yavru-sudur. Cahiliye devrinde onu, putları için kurban keserler, kanını da putların başına akıtırlardı."[238] demektedir. Fer'a'nm sadece deve cinsine tahsis edilemeyeceği, koyun cinsinden hayvanlam ilk doğurdukları hayvanlara da fer'a denildiği kaydedilmiştir.[239] Cahiliye döneminde Araplar, Recep ayında putlara kurban keser ve bunlara atire derlerdi. Îbnü'l-Kelbî, Arapların dikili taşların ve putların yanında kestikleri koyunlara el-Atair dediklerini, el-Ati-re'nin "Boğazlanmış" anlamına geldiğini, kurban kestikleri yere de "El-Itr" (Sunak) dediklerini kaydetmektedir.[240] Cahiliye devrinde Arapların Ensab dedikleri boz renkli dikili taşları vardı ve bunların yanında Atîre kurbanı kesiyorlardı. Kaydedildiğine göre Müzeyne kabilesi Nuhm adlı putlarının, Aneze kabilesi ise Suayr adlı putlarının yanında atîre kurbanı kesmekteydiler. Suvâ adlı putun çevresinde de Atîre kurbanı boğazlanır-di.[241] Bazan Araplar sözlerinde durmayarak ilahlarım aldatır, koyun yerine, avladıkları geyik ya da ceylanı atîre kurbanı olarak keserlerdi.[242] Müşrikler kestikleri bu atîre kurbanları sebebiyle bereket ummaktaydılar.[243] ı) Adak: Adak uygulamalarına Cahiliye döneminde de rastlamaktayız. Cahiliye devri Araplannda adağı yerine getirmemek, uluhi-yete karşı günah sayılırdı. Bu devirde çeşitli şekillerde adaklar adanırdı. Kaydedildiğine göre Araplardan çocuğu olmayanlar, şayet Allah kendilerine bir çocuk verirse, onu Yahudi terbiyesi üzerine yetiştireceklerini adamaktaydılar. Nitekim Benî Nadr yahudilerinin sürgün edilmesi sırasında, bu yolla Yahudileşmiş bir hayli çocuk olduğu görülmüştü.[244] Bunun sebebinin Arapların Yahudileri Ehl-i Kitab ve Ehl-i ilim kabul etmeleri olduğu nakledilmektedir.[245] Yine Araplar, hastalık veya herhangi bir sebeple çocuklarını "Hums" yapmaya adamaktaydılar. Selmâ bint Dubeya'mn, hasta olan oğlu Hevâzin'i şayet iyileşirse Hums yapmak üzere adadığı kaydedilmektedir.[246] Çocuğu olmayan bir kadın, erkek bir çocuğu olduğu takdirde, onu mabede adayabilirdi. Ayrıca Cahiliye Arapları, küçük ilahlara adakta bulunmak Allah'ın hoşuna gider, bu ilahlar Allah'ın huzurunda adak sahibine şefaatte bulunur zannediyorlardı.[247] Bir kimse adak yoluyla yakınlarım da bağlayabilirdi. Mesela bir anne, oğlu ya da kızı istediğini yerine getirinceye kadar saçlarını taramamaya, gölgede durmamaya ve benzeri şeylere yemin edebilirdi. Ölmek üzere olan bir adam, öcünü almak için kendi kabilesinin elli kişiyi öldürmesini adarsa, bu adak kabile için bir görev olurdu.[248] Cahiliye döneminde, ayakta durmak, oturmamak, güneşte durmak, gölgelenmemek, konuşmamak, üzere oruç tutmayı adamaktaydılar. Hz. Peygamber ashabtan Ebu israil'in böyle bir adağını görmüş ve mani olmuştu.[249] Yürümek, binmemek üzere adakta bulunanlar da vardı. Ukbe b. Amir'in kız kardeşi Kabe'ye yayan yürümeyi adamış, ancak Hz. Peygamber tarafından engel olunmuştu.[250] Cahiliye döneminde, Mescid-i Haram'da itikâf yapmak üzere adakta bulunanlar da vardı. Hz. Ömer bunlardandı.[251] Cahiliye Arapları hayvanları da çeşitli şekillerde adarlardı. Onların bu adak çeşitleri arasında Bahîra, Şaibe, Hami ve Vasile vardır. Bahîra, sütü tağutlara ve şeytanlara ait olmak üzere adanan deveydi. Artık bunun sütü haram kılınmıştı ve bu devenin sütünü kimse sağamazdı. Araplar, bir deve beş batın doğurur son yavrusu da erkek olursa, onun kulağım yarar salıverirlerdi.[252] Bahira'mn yavrusundan faydalanma hakkı yalnız erkeklere mahsustu, kadınların bundan faydalanması haram sayılırdı. Şayet yavru ölü doğarsa, o zaman kadınlar bundan yararlanabilirlerdi.[253] Cahiliye devrindeki adak çeşitlerinden birisi de, Şaibe idi. Bir kimse, "Şu seferden sağ şalim dönersem, ya da şu hastalıktan şifa bulursam devem şaibe olsun" diye adar, hayvanın kulağım yararak salıverirdi. Artık kimse, o devenin sütünü sağamaz, üstüne binemez, yük vuramaz, hiçbir şekilde saibe'den faydalanamazdı. Bu haramdı. Bu devenin sulanmasına, otlanmasına da kimse engel olmazdı. Bazan bu develeri taptıkları putlara da adarlardı.[254] Hami ise, yavrusunun yavrusu kendisini basmaya başlayan dişi deveye denilirdi. Sahibi artık bu emektar devesinin arkasını yükten korumaya hak kazandığını ilan ederdi.[255] tbn îshak ise, Hâmî'nin, kendi sulbünden aralarında erkek yavru olmadan arka arkaya on tane dişi deve yavrulanan aygır deve olduğunu, artık bu devenin sırtına binilmediğini, tüyünden faydalanılmadığını, damızlık görevi yapmak üzere dişi develerin arasına sahndığmı kaydetmektedir.[256] Bir koyun yedi batın yavrulayıp, yedincisi dişi olursa bu koyun sahibine ait olur, eğer erkek yavrularsa putlara kurban edilirdi. Eğer anaç koyun yedinci batında erkekli-dişili yavrularsa, o erkek koyunu putlar adına kesmezler ve buna vesile derlerdi. Böylece yavrulayan bu hayvanın sütünü erkeklere helal kabul edip, kadınlara haram sayarlardı. Şayet bu koyun ölü doğurursa, etini yeme hususunda kadınlara izin verilirdi.[257] Vasile'nin anasının her batından ikiz doğurduğunu, sahibinin bunlardan dişi olanlarım ilahlarına tahsis ettiğini, erkek olanlarım da kendisi için ayırdığını îbn Îshak kaydetmektedir.[258] Bahira, Şaibe, Hami ve Vasile adaklarını ilk defa ortaya atanın, Huzaalılar'm hakimiyeti esnasında Mekke'ye putları getirip diken başkanları Amr b. Âmir b. Luhay el-Huzaî olduğu kaydedilmektedir.[259] i) İsim Koyma: Cahiliye devrinde, Araplarda çocuğa bir isim verilir, ancak çoğu zaman çocuk bu isimle anılmayarak, "İbn Fulan" şeklinde anılırdı. Bu durum kendisinin bir çocuğu oluncaya kadar devam eder, bundan sonra "Ebu Fulan" şeklinde çağrılırdı. O devirde bir şahsın en az üç ismi vardı. Bu dönemde "Kulu" manasına gelen "Abd" kelimesi isimlerce Ön ek olarak çok kullanılmıştır. Abdümenaf ve Abdü'1-cin gibi, Cahiliye dönemi Araplarında, Allah'tan başkasına kulluk manası taşıyan bu isimlere sık sık rastlamaktayız. Söz gelimi, Müzeyne kabilesi çocuklarına, Nuhm adlı putlarına ; s-betle "Abdünuhm" ismini takmaktaydılar. Kureyş kabilesi arasında da, el-Uzzâ adlı puta nisbetle, "Abdüluzza" ismi çok yaygındı. Lât putuna nisbetle Abdüvedd, Menat putuna nisbetle, Abdü-menat diye isimler verilmekteydi.[260] Cahiliye devrinde Abdül-kâbe gibi isimler de mevcuttu.[261] Bunun yanısıra insana hoş gelmeyen el-Asî, Asiye gibi isimler de vardı.[262] Gam, üzüntü, keder anlamı taşıyan Zahm, Hazn, Surm, Asram, Mürre ve Harb gibi isimler bunlardandı. Cahiliye döneminde doğan çocuğa isim koyarken Allah'a veya putlara şükretmek, dua etmek, Akîka kurbanı kesmek gibi uygulamalar yapılmaktaydı. Abdülmuttalib, Hz. Peygamber'i isim koyacağı zaman dua ve şükretmek için kucağına alarak, Kabe'ye götürmüştü. Bu dönemde, insanlara çirkin lakablar takılmaktaydı. Bir adamın bazan üç tane lakabı olabiliyordu.[263] Bu dönemde, küpe takmak için, doğan kız çocuklarının kulaklarının delindiğini de görmekteyiz. [264] j) Sünnet Olma: Sünnet olma (Hitan) cahiliye döneminde mevcut olan adetlerden birisiydi. Sünnet eski Arabistan'da yaygın olarak tatbik edilmekteydi. Huzâlî, Ferezdak, Îmruül-Kays gibi şairlerin şiirlerinde sünnet olmaktan bahsedilmektedir. Eski Arapça'da sünnetsiz kimse için "Ağral" denilmekteydi, islâm öncesi Arap şairlerinden Imruü'1-Kays Dîvânında, Bizans İmparatorunu sünnetsiz olduğu için ayıplamaktaydı.[265] Buhârî'nin kaydına göre, Bizans İmparatoru Hirakl, rüyasında hitanlılarm (Sünnetlilerin) hükümdarım ortaya çıkmış görerek çok kederlenmişti. Etrafındaki Patriklere durumu anlatarak, "Bu ümmet içinde sünnet olanlar kimlerdir?" (Jiye sormuştu. Bu sırada Gasan Meliki tarafından Hz. Peygamber'e dair haber getiren bir elçiyi Hirakl'e getirdiler. Hirakl, bu adamın sünnetli olup olmadığını kontrol ettirdi, sünnetli olduğu bildirilince, Hirakl bu haberciye "Araplar sünnetli midir?" diye sordu. Adam da "Evet, sünnet olurlar" cevabım verdi.[266] Buradan Cahiliye Araplarının, Hz. İbrahim'in sünnet âdetini devam ettirdiklerini anlamaktayız. Cahiliye Arapları, erkek çocuklarının yanında kız çocuklarını da sünnet ettirmekteydiler. Bunun kız çocuklarının vücudunda bulunan yaratılıştan gelen bir fazlalık dolayısıyla yapıldığı anlaşılmaktadır. Bu dönemde "İbn Mukattı'ât el-Huzûr" (Kadın Sünnetçisi Kadının Oğlu) lakabı bu hususta ipucu vermektedir. Nitekim Mekke'de Ümmü Enmâr adlı bir kadın bu işi yapmaktaydı ve Hz. Hamza, Uhud savaşında onun oğlu Sibâ b. Abdiluzzâ'ya "Ey Sibâ, Ey bızr kesicisi kadının oğlu" şeklinde meydan okumuştu.[267] Bu durum, kadınların sünnetinin Mekke'de yaygın bir uygulama olduğunu göstermektedir. Kadınların sünnetine "Nevf veya "Hafdu'1-Enas" denilmekteydi. Medine'de de böyle bir hanım sünnetçi vardı ve kız çocuklarını sünnet etmekteydi.[268] Cahiliye döneminde sünnet yapıldığı zaman ziyafet verilmekteydi. Abdülmuttalib'in böyle bir ziyafetinden bahsedilmektedir.[269] k) Nikâh: Cahiliye döneminde, evlenme konusunda rekabet yapılır, bir kimsenin evlenmek istediği kadınla evlenebilmek için ilk isteyen kişi ilgisini kesmeden çeşitli yollara başvurularak, bu kadına talip olunurdu. Erkeğin evinde yapılan düğüne "Urs", kadının evinde yapılan düğüne "Umrâ" denilirdi. Düğün bir hafta sürer ve "Usbû" diye adlandırılırdı. Düğünün ertesi günü, güveyin evinde, ailenin dost ve yakınları ile semtin fakirleri davet edilerek onlara bir düğün yemeği verilir; buna velime denilirdi. Hz. Peygamberin, Hz. Hatice ile evlendiği zaman "Velîme" yaptığı kaydedilmektedir.[270] Gelin, güveyi evine götürülürken de, "Size geldik, size geldik, Allah size de bize de ömür versin" şeklinde bir gazel söylenirdi.[271] Evliliğin meşru ve muteber olması için, "Mehir" şart koşulur-du. Mehirsiz evlenme ayıp sayılmakta, mehirsiz evlenen kadın bir odalık olarak telakki edilmekteydi. Mehir, genç kızın kendisine değil, velisine verilirdi. Bu açıdan bu dönemde evlenme, bir Batın alma anlamı taşımaktaydı. Nişanlanan kıza "Sadak" denilen bir hediye verilirdi, ancak evlenen kız mehirden hiçbir şey alamaz, mehir velisine ödenirdi. Yine bu devirde koca karısına, çeyizin dı-şmda, "Sudak, Ecr" denilen bir şeref ücretini veriyor ve bu kadının emrinde oluyordu. Hz. Peygamber, Hz. Hatice ile evlendiği zaman kendisine on iki ukıyye ve bir neşş mehir vermişti. Cahiliye döneminde "Şıgar" denilen mehirsiz evlenmeler de mevcuttu. Şıgar, iki kadının nefsini birbirine mehir sayarak, değiş-tokuş yapmaktır. Savaşta galip gelenler ise mehir vermeksizin, mağlup ettikleri kimselerin kızlarıyla evlenebiliyorlardı. Bu dönemde cariyeler fuhşa teşvik edilir ve bunların kazançları da mehir olarak adlandırılırdı. Kadınlara verilen mehir, baskıyla, zorla geri alınırdı. Kocası vefat eden bir kadın, ölenin velisi veya oğlu tarafından hapsolunur, kendisine ödenen mehir zorla geri alınırdı. Kadın mehrini vermezse, ölünceye kadar serbest bırakılmazdı. Ölenin velisi veya oğlu, Ölenin karısını dilerse kendisi alır, dilerse bir başkasıyla evlendirerek mehirini kendisi alırdı. Yine bu dönemde Medine'de yaygın bir âdete göre, bir kimse öldüğü, zaman orada bulunan varisi, hemen elbisesini ölen kimsenin karısının üstüne atar, kadına yeni bir mehir vermeksizin nikâhlamakta veya başkalarına nikahlayıp mehirini almakta hak sahibi olurdu. Kadın ölen kocasından aldığı mehiri o kimseye verirse, ailesinin yanına dönebilirdi. Ölenin oğlu küçükse, kadın o çocuk büyüyünceye kadar bekletilirdi.[272] Köle ve cariyeler mehir olarak verilirdi. Yetim kızların mehir-leri tam olarak ödenmez, bunların mehirleri nikahlanan diğer kadınlara nisbetle ya yarım verilir ya da hiç ödenmezdi. Nikahları külfetsiz olduğu için yetim kızlardan on tane nikahlayan kimseler vardı.[273] Bakire bir kızla evlenen kimse onun yamnda yedi, dul bir kadınla evlenen kimse ise bu hanımının yanında üç gece kaldıktan sonra diğer hanımlarının yanına giderdi. Bazı erkekler hayızlı haldeyken hanımlarına arkadan haram yoldan yaklaşırlar, bazıları ise hayızlı haldeki hanımlarını evden çıkarırlardı. Onlarla bir kaptan yemek yemezlerdi. Medine civarındaki Arapların böyle yaptıkları kaydedilmektedir.[274] Yine Medine'deki Araplar, Yahudileri taklid ederek, hanımlarına haram yoldan, arkadan yaklaşmazlardı. Kureyşliler cinsel ilişki esnasında hanımlarım iyice soyuyor, önlerim gözeterek diledikleri yerden yaklaşıyorlardı. Medinelüer ise, yine Yahudileri taklid ederek, cinsel ilişkiyi kadın en örtülü haldeyken ve sadece önden yapmaktaydılar. Gıyle, bir kimsenin emzikli hanımı ile cima etmesiydi. Azil uygulamasına da başvururlar, kadının hamile kalmasını istemedikleri zaman dışarıya boşalırlardı. Şevval ayı uğursuz sayılır ve bu ayda nikâh-zifâf yapmazlardı. Bu ayda bir taun salgınının olmasının, bu inanca sebeb olduğu sanılmaktadır.[275] Cahiliye döneminde Araplar, Öz anneleri, kızları, halaları ve teyzeleriyle evlenmezlerdi. Bir kadım, birinci ve ikinci boşayıştan sonra tekrar alabildikleri halde, üçüncü boşayıştan sonra bir daha alamadıkları kaydedilmektedir.[276] Süt yakınlığı bulunanlar arasında da evlenme yasak sayılmaktaydı. Bunun yanısıra bir kadın, kızı ile beraber aynı şahıs tararından nikâhlanabiliyordu. Medi-neli şair Kays b. el-Hatim'in, Ikra b. Muaz ile onun kızı Havva b. Yezid'i nikâhında topladığı kaydedilmektedir.[277] Bir kadınla halası veya teyzesi aynı şahsın nikâhında toplanabiliyordu. Ayrıca iki kız kardeş birbirine kuma olarak nikâhlanabiliyordu, Bunu caiz saymaktaydılar. Feyruz ed-Deylemî nikâhında iki kız kardeş olduğu halde müslüman olmuştu.[278] Said b. el-As, Hind bintü'l-Muğîre ve kız kardeşi Safîyye ile, Kays b. Mahreme, Vedde ve kız kardeşi Ümmü Sa'd ile, Amr b. el-Cemûh, er-Ribab bintü'1-Kays ve kız kardeşi Hind ile, Muaz b. Amir, Leylâ b. Ebî Süfyan ve kız kardeşi Âişe ile birbirine kuma olarak evlenmişlerdir.[279] Bu dönemde babaların karılarını alma âdeti de vardı. Bu nikâha Makt denilmekteydi. Cahiliye döneminde bir kişi öldüğü zaman, en büyük oğlu analığının üzerine bir örtü atar, babasının malına sahip olduğu gibi, karısını mehirsiz nikahlama veya mehirini alarak başkasına verme hakkına sahip olur; eğer büyük oğlan istemezse, diğerleri analıklarını nikâhlayabilirlerdi.[280] Kureyş kabilesinde bir velinin böyle bir hakka sahip olması mubah, Medine'deki Evs ve Hazreç kabilelerinde ise mecburi sayılırdı. Eğer kocası ölen kadın, çabuk davranıp ailesinin yanına kaçabilirse, kurtulurdu. Vâris daha çabuk davranarak elbisesini üvey anasının üzerine atarsa artık kadın nişanlanmış sayılırdı. Bu devirde üvey anasıyla evlenenlere "Dayzen" denilirdi.[281] Cahiliye döneminde Araplar bu çirkin âdeti miras hırsıyla yapmaktaydılar. Kaynaklarımız, cahiliye döneminde babasının karısıyla evlenen bazı kimselerden bahsetmektedir. Nitekim, Kinane, babasının karısı Berre bint Mürr ile, Hâşim, babasının karısı Vafide ile, Nüfeyl ise, dedesinin karısı el-Hayda bintü'l-Halid ile evlenmişlerdir.[282] Ebu Kays b. el-Eslet, analığı Ümmü Ubeyd bind Damre'yi, Safvân b. Ümey-ye, analığı Fahite bintü'l-Esved!i, Manzur b. Zebban, analığı Müleyke bintül Harice'yi nikahlamıştı. Sabit b. Münzir, analığı Suhte bintü Harise ile, Sabit b. Nu'mân, analığı Hind b. Evs ile, Ebu Amr b. Ümeyye, analığı Âmine ile, Hısn b. Ebî Kays, analığı Kubeyşe b. Ma'n ile evlenmişlerdir.[283] Cahiliye döneminde kardeşin karısıyla evlenme âdeti de vardı. Söz gelimi Hind b. Simak, Sa'd b. Muaz ve kardeşi Evs ile, Süheyme, Seleme b. Vakş ve kardeşi Rumi ile, Büreyde b. Bişr, Abbad b. Nehik ve kardeşi Ebu Makîl ile, En-Nevâr b. Kays, Sayfî b. Amr ve kardeşi Zeyd b. Amr ile, Ümrnü'l-Hâris b. Mâlik, Cebbar b. Sahr ve kardeşi Zeyd b; Sahr ile, Leylâ b. Ebî Süfyân, Muaz b. Âmir ve kardeşi Bekr b. Âmir ile, Esma b. Muharribe, Hişam b. Mugîre ve kardeşi Ebu Rebia ile evlenmişlerdir.[284] Kısacası Cahiliye devrinde kocası ölen kadın, bir mülk olarak mirasçılara kalır, gerektiğinde kayın biraderiyle evlenmeye mecbur edilirdi. Cahiliye döneminde mecusî olduğu bildirilen Temim kabilesi mensuplarının öz kızlar, kız kardeşler ve anneleriyle evlenmeye cevaz verdikleri tahmin edilmektedir. Cahiliye döneminde bir kimsenin evladlığınm karısıyla evlenmesi de yasaktı, bu bir skandal kabul edilirdi.[285] Yine bu dönemde çok kadınla evlilik yaygındı. Üstelik evlenilecek kadınların sayısı konusunda da bir sınırlama söz konusu değildi. Dileyen dilediği kadar kadınla evlenebilir, cariye alabilir, mut'a nikâhı yapabilirdi. Nitekim Gaylan b. Selemenin on tane karısı vardı. Mos'ud b. Mürteb, Mes'ud b. Amr, Urve b. Mes'ud, Süfyan b. Abdillah, Ebu Ukayl Mes'ud b. Âmir de dörtten fazla kadınla evli idiler. Kays b. el-Hâris'in sekiz, Nevfel b. Muaviye'nin ise beş tane hanımı vardı.[286] Bu durumun, ailenin erkek evladım çoğaltmak, düşmanlara karşı güçlenmek arzusundan doğduğu sanılmaktadır. Cahiliye döneminde Mut'a, Şiar, Haden, îstibda, Bedel vs. adlarla anılan evlenme şekilleri de mevcuttu. Mut'a geçici bir evlenme şekli olup, Önceden tesbit edilen zamana kadar bir kadınla bir erkeğin bir arada yaşamalarım sağlıyordu. Yuva kurmak, çocuk edinmek gibi geçici bir gayesi de yoktu. Bu türlü geçici evlenmeler, bilhassa yabancı bir memlekette geçici olarak bulunan erkekler tarafından akdedilmekteydi. Mut'a nikâhının yapılması için aile büyüklerinin iznine gerek görülmezdi. Bu nikâh kıyıldıktan sonra kadın kendi ailesinin içinde kalır, kocasına bir mızrakla çadır verirdi. Bu surette erkek, kadının kabilesi içinde kaldıkça onların halın sayılır, evlilik bağı devam ettiği sürece bu kabile ile beraber hareket ederdi. Kadın mut'a nikâhına son vermek istediği zaman, çadırın kapısını aksi yöne çevirir, koca bunu görünce kendi kabilesine döner giderdi. Bu çeşit evlenmeden doğan çocuklar kadına ait olur ve "Filan kadının çocuğu" diye anılırdı. Bu nikâhla geçici bir süre içinde evlenenler, süre bitiminde boşamaya lüzum görmeden ayrılırlardı. Neslin devamım sağlamak, birlikte yaşamak gibi gayelerden mahrum bulunan bu nikâh, sadece şehvet duygusunu tatmin için yapılırdı. Bazan mut'a nikâhı kıyılırken belirli bir süre konuşulmaz, koca karı ile yaşamak istediği sürece nikâh geçerli sayılır, koca karıdan vazgeçince akit sona ermiş olur diye bir şart koşulurdu. Mut'a nikâhında süre bitince kadın gidebilir, koca onu yanında tutamazdı. Veraset hakkı da bulunmazdı.[287] Şıgar ise, mehirsiz olarak iki kadını karşılıklı olarak değişmek suretiyle nikâh yapmaktır. Cahiliye döneminde Araplar arasında, kızlarını, kız kardeşlerini, akrabalarım değişerek, birinin kadınlık kıymetini ötekine mehir sayıp, ayrıca bir mehir vermeksizin nikâhlamaya sığar denilmekteydi.[288] Şıgar bir çeşit trampa nikâhıydı.[289] Bu nikâh çeşidinin kadınlık şerefini alçalttığı ortadadır. Çünkü bu nikâhta verilen kadın, alman kadının yerine, alınan kadın da verilen kadının yerine mehir sayılmaktaydı. Haden'e gelince, Cahiliye döneminde hür olduğu için zina yapamayan bir kadının, bir erkekle metres hayatı yaşamasıydı. Böyle kadınlara "Müttehizat-ı Ahdân" denilirdi. Bu devirde hür bir kadının zina yapması çok ayıp sayılırdı. Bu sebeple hür kadınlar gizli dost tutarak cinsel ilişkide bulunurlar, böyle birleşmelere de "Nikah-ı Hadn" denilirdi.[290] îbn Abbas, bu tür kadınların sadece bir tek dost tuttuklarını, Cahiliye halkının zinadan aşikar olanı haram sayıp, gizli olanı helal saydıklarını söylemektedir.[291] Istibdâ ise, Cahiliye döneminde soylu bir evlad sahibi olmak için başvui'ulan bir yoldu. Kabile ve soy asabiyetine fazlaca önem veren Arap toplulukları arasında uzun bir müddet tatbik sahası bulmuştur. Kadın hayızdan temizlendiği zaman kocası, "Filan adama haber gönder, seninle yatmasını iste" derdi. Kadının tayin edilen adamla cinsel ilişkide bulunmasından sonra, hamile olduğu belli oluncaya kadar kocası o kadından ayn kalırdı. Hamile olduğu belli olunca, kocası dilerse karısına temasta bulunabilirdi. Bu sadece soylu bir çocuk sahibi olmak için yapılır ve istibda diye adlandırılırdı.[292] Cahiliye döneminde kadınların bu işi eşraftan ve kabile reislerinden olan kimselerle yaptıkları bilinmektedir. Bedel, Cahiliye döneminde iki erkeğin karılarını değişmesi şeklinde olurdu. Bir adam, diğer bir adama karını sen bana ver, ben de sana vereyim, der ve karılarım değişirlerdi. Bunlardan başka, on kişiden az bir grub erkek toplanır ve bir kadının yanına girer ve hepsi ona temas ederdi. Kadın hamile kalıp, çocuğunu doğurunca o erkeklere haber yollar ve çocuğunu onların içinden sevdiği birisine nisbet eder ve çocuk o adamın oğlu sayılırdı.[293] Bazan da bir çok kimse toplanır ve bir kadınla cinsel ilişkide bulunurlardı. Kadın fahişe olduğu için bu işten kaçına-mazdı. Bu kadınlar, kendileriyle temas edeceklere işaret olsun diye kapılarına bayrak asarlardı. Kadın hamile kalıp çocuğunu doğurunca, kendisiyle yatan erkekler bu kadının yanında toplanır ve çocuğun kime ait olduğunu tesbit için "Kâif' denilen bir bilirkişi çağrılırdı. Bilirkişi çocuğun eşkalini inceler ve kadına temas eden erkeklerden kime benzediğine karar verirse, çocuk o adamın oğlu olarak çağrılırdı. Çocuk kendisine nisbet edilen kimse çocuğu kabul etmemezlik yapamazdı.[294] Cahiliye döneminde daha doğmamış kızlar nikâhlanmak-taydı. Bir adam, daha dünyaya gelmemiş kızını bir mızrak veya bir ayakkabı karşılığında nikahlayabiliyordu.[295] Yine bu dönemde cariyeler zinaya zorlanır, sahipleri onlardan günlük kazanç isterdi. Abdullah b. Übey'in Müseyke ve Ümeyme adlı cariyelerini fuhşa zorladığı bilinmektedir.[296] Böyle kimseler cariyeleri sırf fuhuşta çalıştırmak için satın alıyorlardı. Bunun için velud (çok çocuk doğurabilecek) cariyeler seçilir, cariyelerin zina yaptığı adamdan olan çocuğu, o şahıs iterse para karşılığı kendisine verilir, ve o adamın çocuğu sayılırdı. Evlenen bir kadın ise, ancak çocuk doğurduktan sonra "Iyâl"e dahil olabilirdi. Çocuk doğurmadan evvel ölen kadının kocasına taziye yapılmazdı. Cahiliye devrinin nikâhla ilgili bu uygulamaları sonucu "ne-seb davaları" meydana gelmişti. Bu devirde, fuhuş yapan cariyeler aynı zamanda efendisiyle de yatmaktaydı. Bu cariyelerden birisinin çocuğu olduğunda, bu çocuğun nesebi cariyenin sahibi ile, zina yaptığı kimse arasında tartışma konusu olurdu. Cariyenin sahibi, çocuğun kendisinden olduğunu iddia veya inkar etmeden ölürse, iddia hakkı veresesine intikal ederdi. Verese de çocuğun kendilerine ait olduğunu iddia edebilirdi. Nitekim Zem'anın Yemenli cariyesi hem Zem'a ile yatmış, hem de Utbe ile cinsel ilişkide bulunmuştu. Utbe ölürken, kardeşi Sa'd'a bu cariyenin doğurduğu çocuğun kendi nesebine dahil edilmesini (Istilhak) vasıyyet etmişti.[297] Bunlardan başka Cahiliye döneminde Hz. İbrahim'in Sünneti üzere devam eden ve islâm tarafından da tasvib edilen meşru bir nikâh uygulaması da mevcuttu.[298] Cahiliye döneminde kadınlarla ilgili olarak yerleşen çirkin geleneklerden birisi de kız çocuklarım diri diri toprağa gömme adetiyde. Buna "Ve'd", diri diri gömülen kız çocuklarına da Mev'ude" denilmekteydi. Bu âdet cahiliye Arapları arasında özellikle Benî Temim, Kureyş ve Kinde kabileleri arasında yaygındı.[299] Araplar arasında bu çirkin âdeti ilk uygulayanın Rebia kabilesi olduğu kaydedilmektedir.[300] islâm gelmeden önce bu kabileler arasında, kız çocuklarım diri diri toprağa gömmeyi iyilik olarak kabul edenler vardı. Bu kimseler, "Kızları gömmek, övülmüş hasletlerdendir" demekteydiler. Cahiliye Arapları arasında bu çirkin âdetin ortaya çıkışının çeşitli sebepleri vardır. Ancak imam Müberredİn naklettiği bir rivayete göre, Benî Temim kabilesi, Hîre hükümdarlarına yıllık vergi ödüyorlardı. Bir yıl bu vergiyi ödemeyince Hire hükümdarı Nu'man, üzerlerine asker sevke-derek, bunların kadın ve kızlarını esir etti. Daha sonra Benî Temim kabilesi Hîre hükümdarı Numan'a yalvararak, esirlerinin serbest bırakılmasını sağladılar. Fakat esirlerin içinde bulunan Kays b. Âsim et-Temimı nin kızı orada Artır b. el-Müşahrac adlı bir kimseyle evlenerek geri dönmedi. Kays bu durumdan son derece acı duydu ve bir daha kız evladı olursa, onları öldürmeye yemin etti. Böylece kız çocuklarım diri diri gömme âdeti ortaya çıktı.[301] Rivayet doğru kabul edilirse, bu çirkin âdetin hemen islâm'dan önce ortaya çıktığını kabul etmek gerekecektir. Çünkü, Kays b. Asım, Hz. Peygamber'e gelerek müslüman olmuş bir kimsedir. Yukar-daki olayda adı geçen Kays b. Asımın sekiz veya on üç tane kızını diri diri gömdüğü nakledilmektedir.[302] Bu çirkin âdetin ortaya çıkışının en önemli sebebi ekonomik olmalıdır. Çölde geçim darlığı evlâd yetiştirmeyi güçleştiriyordu. Erkek çocukları kısa zamanda yağma ve baskınlara iştirak edebiliyordu. Bu açıdan onların geçiminin temini babalarının gözünü o kadar yıldırmıyordu. Fakat kız çocukları yağma ve çapullara iştirak edemiyorlar, geçime katkıda bulunamıyorlardı. Bu yüzden yoksulluğa düşme korkusuyla anne,babalar çoğunlukla kız çocuklarını diri diri toprağa gömerek öldürüyorlardı. Kur'ân-ı Kerîm bu hususa işaret etmektedir.[303] Katâde, Cahiliye halkının bir taraftan kız çocuklarını diri diri toprağa gömerken, diğer taraftan köpeğinden dolayı savaş yaptığını söyleyerek, onların bu dengesiz tutumuna işaret etmektedir.[304] Bu çirkin âdetin ortaya çıkışının diğer bir sebebi de toplum baskısı olmalıdır. Çünkü bu devirde kız çocuğu dünyaya getirmek bir şerefsizlik sayılmaktaydı. Cahiliye Arapları, doğan kız çocuklarını diri diri gömerek şereflerini kurtardıklarını sanırlardı. Hanımı hamile olan bir kimse insanlardan kaçar, oğlan doğarsa sevinç ve ferahlık içinde ortaya çıkar, kız doğarsa gayet mahzun olarak ne yapacağım şaşırır, günlerce düşünürdü. Bazıları kız çocuklarını besler, büyütür, bazıları da kimseye göstemıeden masum yavruyu toprağa gömer ve kızdan dolayı gelen ar belasından kurtulmuş olurdu. Büyüdüğü zaman dengi olan kimseye verilememe, savaş ya da baskm yoluyla düşman eline geçme korkusu da bu tutumda rol oynamaktaydı. Bu hususu da Kur'ân-ı Kerim işaret etmektedir. [305]Bazan kız çocuğunu diri diri toprağa gömme vazifesi anneye verilirdi. Zavallı anne, olayı seyretmeye davet edilen bir sürü kadının gözleri önünde dünyaya getirdiği yavrusunu Öldürme bedbahtlığını işlerdi. Bazan da kız çocuğu büyütülür, ileri yaşlarda bir kuyu ya da çukura atılarak Öldürülürdü. Hz. Peygamber'e böyle bir olay anlatılmış, O da hüzünlenerek ağlamıştı.[306] Kaydedildiğine göre, Kebîre b. Ebî Süfyan dört kız çocuğunu diri diri toprağa gömmüştü.[307] Peygamberimizin anne tarafından dedesi olan Zühre b. Kilâb ise peşpeşe üç erkek çocuğu öldüğü için, daha sonra doğan kızım diri diri toprağa gömmüştü.[308] Kaydettiğimiz bu son rivayet, bu çirkin âdetin ilk defa Kays b. Asım et-Temimi tarafından ortaya atılmadığını, kökünün daha eskilere dayandığını göstermektedir. Bazan da kız çocuklarım diri diri toprağa gömme işini, erkek kardeşleri yapardı. Nitekim Seleme b. Yezid ile kardeşi iki kız kardeşlerini diri diri gömmüşlerdi.[309] Bu devirde kız çocukları sadece diri diri toprağa gömülerek öldürülmüyordu. Bazan bu çocuklar suda boğulur, bazan yüksek bir yerden atılır, bazan da kuzu boğazlar gibi kesilerek öldürülürlerdi.[310] I) Talâk: Cahiliye devri Araplarından tek taraflı olarak evliliği sona erdirme hakkı genellikle kocaya aitti. Boşama erkeğin keyfine bağlı idi. Fakat bu dönemde boşama hakkı bazan kadınlara da verilebiliyordu. Medineli kadınların böyle bir hakkı elde edebildiklerini görmekteyiz. Ancak bu durum, kocanın boşama hürriyetine bir halel getirmemekteydi. Peygamberimizin dedesi Haşim, Medine'de dul bir hanım olan Selma bint Amr ile, boşama hakkı Sel-ma'nm elinde olmak şartıyla evlenmişti.[311] Cahiliye devrinde kay-mi arasında şeref ve mevki sahibi olan kadınların, nikâhlanırken boşama hakkının kendilerinde olmasını şart koştukları, kocaları ile geçinememe durumunda bu hakkı kullandıkları kaydedilmektedir. Fatıma bintül-Harşeb el-Enmâriyye, Ümmü Harice Amrâ bintü Sa'd b. Abdillah, Mariye bintü Caid b. Dabra, Atike bintü Mürre b. Hilal, es-Siva bintü'1-Ayes bu devirde boşama hakkı ellerinde olmak üzere nikahlanan kadınlardandı.[312] Cahiliye devrinde, talakın üç olduğunu kabul eden kimseler de vardı.[313] Bir kimse hanımını birinci defa boşar da tekrar ona dönmek isterse, bu hususta insanların en hak sahibi kabul edilirdi. Üçüncü talaktan sonra artık hanımına dönemeyeceği hususu Araplar tarafından benimsenmişti. Ancak Cahiliye döneminde talak adedine riayet etmeyenler de vardı. Bu dönemde bir adam karısını sınırsız sayıda boşayıp, iddeti içinde tekrar ona dönebilirdi. Böyle kimseler karısını sayısızca boşuyor, sırf zulmetmek gayesiyle iddeti bitmeden tekrar karısına dönüyor, sonra onu tekrar boşuyorlardı. Bu kimselerin bu davranışı, boşanan kadınların başkalarıyla evlenmesini engellemek için yaptıkları anlaşılmaktadır.[314] Boşama hususunda kadınların iddetine de riayet edilmiyordu.[315] Cahiliye devrinde ayrılma şekillerinden birisi de Hul' idi. Hul' kadının bir bedel karşılığı ko
✿ Ayşe: kocasından boşanmayı sağlamasıydı. Kadın aldığı mehirin bir kısmını kocasına vermek suretiyle talakım satın almak mecburiyetinde kalıyordu. Bu devirde Amir b. ez-Zarîb kızım, kardeşinin oğlu ile evlendirmiş, fakat kız kocasını istemediğini söyleyince, Âmir kızma verilen mehri iade ederek onları ayırmıştı.[316] Bu dönemde kocalar, verdikleri mehri geri almak için boşa-dıkları karılarını sıkıştırıyorlardı. Bu hususun Mekke'de yaygın olduğu nakledilmektedir. Bîr erkek, şerefli bir aileye mensup bir kadını nikâhlar, geçinemedikleri zaman izni olmaksızın bir başkasıyla evlenmemesi şartıyla serbest bırakırdı. Bu husus şahitler huzurunda yazılırdı. Kadına bir dünürcü çıkarsa, kadın eski kocasına aldığı mehiri geri verir, razı edebilirse evlenebilirdi.[317] Cahiliye döneminde boşama yollarından başka birisi de "ilâ" idi. Bir kimsenin karısına belli bir süre yaklaşmamaya yemin etmesine îlâ denilirdi. Bu devirde îlâ talak kabul edilir ve boşama derhal gerçekleşirdi.[318] Ilâ'nin müddeti ise, bir, iki yıl veya daha fazla olabilmekteydi.[319] Bu devirdeki bir boşama şekli ise Zıhâr idi. Zıhâr, kocasının karısını nikâhı kendisine ebediyyen haram olan bir kadının, kendisince ebediyyen bakılması haram olan arkası, karnı gibi bir uzvuna benzetmesidir. Zıhâr Cahiliye devrinde bir talak kabul edilir, bir adam karısına, "Sen bana anamın sırtı gibisin" deyince, karısı ona haram olur, karısını boşamış sayılırdı. Bundan sonra artık ebediyyen karısına dönemezdi.[320] Ensâr'dan Evs b. es-Sa-mit, hanımı Havle bintü Malik'e kızarak zıhâr yapmış, bunun üzerine zıhar ayetleri nazil olmuştu.[321] m) Îddet: Cahiliye döneminde talâktan (boşamadan) cfolayı beklenilen iddet için tayin edilmiş kesin bir vakit yoktu. Bu sebeple kadınlar, boşandıkları kocalarından olan çocuklarını, ikinci kocalarının yatağında dünyaya getiriyorlardı. Bu durum sonraları neseb davalarına sebep olmaktaydı. en-Nâkımıyye adlı bir kadm ilk kocası Muaviye b. Bekr'den hamile olduğu halde boşanmış, sonra Sa'd b. Zeyd-i Menat ile evlenerek, onun evinde ilk kocası Muaviye'den olan oğlu Sa'sa'yı doğurmuştur. Ümmü Rebia ise, Hubeyre b. Nu'man tarafından boşanmış, sonra Âsim b. Cez' ile evlenmiş, Hu-beyreden olan oğlu Rebia'yı sonraki kocası Âsım'm evinde dünyaya getirmiştir.[322] Cahiliye döneminde boşanan hamile kadınlar, kannlanndaki çocuğu kasden gizliyorlar ve başka bir kocaya varıyorlardı. Bunun sebebi kendilerini boşayan kocalarının, tekrar kendileı-ine dönmesi ihtimaliydi.[323] Bu devirde kadınların iddetleri lüzumundan fazla uzar ve cahilane şartlar içinde geçerdi. Kocasının ölümü üzerine kadın, en değersiz bir elbise içinde evinin en karanlık bir köşesine çekilir, tam bir yıl bir tarafa çıkmazdı. Kadın bu müddet esnasında ne yıkanır, ne tırnaklarını keser, ne de vücudunun temizlenmesi gereken yerlerini temizleyebilirdi. Koku sürünmek ve her çeşit kadın tuvaleti yasaktı. Sonunda bu ağır hapis hayatını tamamlayan kadının yanma eşek, koyun, kuş gibi bir hayvan getirilir, kadın ef-sunlamr gibi o hayvanı vücuduna meshederdi. Bazan da zavallı kuşu edeb yerine sürterek öldürürdü. Daha sonra kadın iddetini geçirdiği yerden çıkardı. Bu defa da kadının eline bir hayvan tersi verilirdi. Kadın bu tersi önüne veya arkasına atardı. Kadının bunu tefeul maksadıyla, bir daha böyle bir hal görmeyeyim, başımdan ırak olsun diye yaptığı sanılmaktadır. Kadın, bu merasimden sonra temizlenir, yıkanır ve istediği gibi süslenerek evlenme teklif eden dünürcülerine görünebilirdi.[324] Yine Cahiliye döneminde boşanan kadınların iddeti, kendilerini boşayan kocaları tarafından suistimal edilerek onlara eziyet etmek maksadıyla uzatılmaktaydı.[325] n) Miras: Cahiliye devri Araplarmda hakim bulunan göçebelik ve çapulculuğun verasete tesiri olmuştur. Bu sebeple, silah taşımayan çocuklarla kadınlar, varisler arasında yer almamıştır. Hatta kadınlar eşya gibi veraset yoluyla intikal etmişlerdir. Bu devirde vâris olabilmek için, erkek ve kuvvetli olmak, ergenlik çağına ulaşmış olmak, silah taşıma gücüne sahip olmak şarttı. Savaşmaya gücü yetmeyen ihtiyarlar bu haktan yararlanamazdı. Sözgelimi küçük yaştaki oğul ile amca birlikte bulunduklarında, miras amcanın hakkıydı, çocuk mirasta hak iddia edemezdi.[326] Hısımlık mirasçı olma sebeplerindendi. Neseb dolayısıyla hısımlar ilk sıralarda yer alırlardı. Bunların içinde de ilk olarak ölenin asabesi gelirdi. Ölen bir kimsenin terikesi, baba yönünden en yakın akrabaya geçerdi. Ölenin akrabalarından at üstünde savaşan, ganimet toplamaya gücü yeten büyük erkekleri vâris yaparlardı. Bu şartlan taşıyan oğul, oğlun oğlu ilk vâristi. Bu ikisi yoksa miras babaya, dedeye intikal eder, sonra sırasıyla kardeş veya çocukları, amca ve çocukları gibi erkek hısımlara geçerdi.[327] Kız çocukları ise mirasçı olamazdı. "Mızraklarıyla çarpışmayan, yurdunu müdafaa etmeyen, ganimet toplamayan kimseler mirasçı olamaz" diyorlardı.[328] Zü'1-Mecâsidi'l-Yeşkûrî adlı bir kimsenin, Cahiliye devri Arapları arasında ilk defa kız çocuklarına mirasta hisse verdiği, erkeğe iki, kadına bir hisse verme usulünü tatbik ettiği zikredilmektedir.[329] Ölen kimselerin dul kalan karıları da mirasçı olamazlardı. Bunlar terikeden sayılır ve veraset yoluyla mirasçılara geçerlerdi. Bu durum, Araplarda kardeşin dul karısıyla evıenme adetini meydana getirmişti. Binaenaleyh bu devirde Mekke'de kadınlara belli bir miras hakkı tanınıyordu. Ancak Medine ve civarında böyle bir durum söz konusu değildi» Nitekim Medine'de bir adam öldüğü zaman, ölenin asabesinden bir kimse veya kadının üvey oğlu, elbisesini ölenin karısının üzerine atar ve kadına sahip olmaya hak kazanırdı. Ebu Kays b. el-Eslet vefat edince, hanımı Kebşe'nin başına böyle bir hal gelmiş, o da durumu Hz. Peygambere şikayet etmişti. Bunu duyan Medine'li kadınlar da Hz. Peygamber'e gelerek, hepsinin durumunun aynı olduğunu söylemişlerdi.[330] Cahiliye döneminde bir kimse diğer bir kimseye sözleşme (Ahd) yoluyla da mirasçı olabiliyordu. Bu, Hılf (Velâ), Evladhk edinmek (Tebennî) ve Vasıyyet yoluyla cereyan edebilirdi. Hılf, dostluk ve tevarüs andlaşması demekti. Cahiliye döneminde iki kişi, birbirlerinin mallarını, canlarını koruma ve birbirlerine vâris olma konusunda bir akid yaparlar, bunu bir ahde bağlayarak aralarında velâ münasebeti tesis ederlerdi. Böylece ölenin mirası, şartları taşıyan bir hısımı yoksa, akid yaptığı şahsa kalırdı. Hılf (Velâ) andlaşması yapan bir kimse, diğer bir kimseye, "Kanım senin kanın, kanımın dökülmesi, senin kanının akıtılması olsun. Sen beni istersin, ben de seni" der, bu andlaşmayı, yapanlardan hangisi önce ölürse sağ kalan ölenin malına vâris olurdu.[331] Âzadlı köle ile efendisi, şayet vâris bırakmadan ölürlerse birbirlerine mirasçı olurlardı.[332] Bazan da âzad ettikleri kölenin bu şekildeki velâ hakkını satarlardı.[333] Cahiliye devrinde bir kimse, bir başkasının oğlunu evladlık edinir (Tebennî), bu çocuk babalığı ölünce mevcut âdete göre, öz çocukların haklarına sahip olarak, onun malına vâris olurdu.[334] Bu dönemde mirasçı olmanın bir başka yolu da vasıyyetler idi. Ölen bir şahıs, malının tamamını bir başkasına vasıyyet edebilirdi. Vasıyyette belirli bir oran yoktu. İsteyen mirasçısı olsun ya da olmasın istediğine dilediği kadar malı vasıyyet edebilirdi.[335] Bazan da Araplar, bir yeri, bir evi ömür boyu faydalanmak üzere birisine verir, o adam öldükten sonra tekrar geri alırlar ve buna "Umrâ" derlerdi.[336] Bazan da, "Şu evimi sana bağışladım, ben senden evvel ölürsem ev senin, sen benden önce ölürsen ev tekrar benim olacak" diyerek bir çeşit muamele yaparlar ve buna da "Rukbâ" derlerdi.[337] o) Savaş, Baskın-Yağma Ve Ganimetler: Cahiliye Arapları genellikle fakir bir hayat sürer, baskınlar yaparak birbirlerinin mallarım yağma ederek geçinirlerdi. Oğlan çocuklarına üstün bir yer verip, kız çocuklarım horlamaları da bu yüzdendi. Başka kabilelere yapılan baskın ve tecavüzler sebebiyle savaşların ardı arkası kesilmezdi. Esir aldıkları insanları diri diri yakarlar, insan öldürmekten zevk alır, hasımlar birbirlerini ele geçirdiklerinde kafalarım kesip kadeh olarak kullanacaklarına yemin ederlerdi.[338] kabileler gazveye çıkarlardı. Gazve, bir kabilenin ötekine karşı giriştiği bir hareketti. îki kabile arasındaki münasebetler iyi de olsa, dostluklar bozulabilir ve bir gazve imkan dahiline girebilirdi. Savaş ve baskınlarda şiddetli davramhr, her türlü insani davranıştan uzak bulunulurdu. Kadın ve çocuklar hedef alınır, yaşlı, çocuk, kadın demeden baskınlarda öldürülür veya köle yapılarak satılırlardı.[339] Esir aldıkları kadınları kendileri cariye olarak kullandıkları gibi, bazan da satarlardı. Esir edilen çocuklu kadınları yavrularından ayırırlar, annesini bir kimseye, çocuğu da bir başkasına verirler ya da ayrı ayrı yerlere satarlardı. Haram ayları gözetirler, bu aylarda savaş ve baskın yapmazlardı. Fakat Haram ayları da "Nesî" uygulaması ile tahrif etmişlerdi. Savaş ve baskınlarda ele geçirdikleri kimselere işkencelerin yanısıra, "Müsle" de yaparlardı. Müsle, maktulün Ölmeden önce veya öldükten sonra burnunu, kulaklarını kesmek, gözlerini oymak, diğer azalarını tahrip etmek suretiyle yapılırdı. Uhud savaşında müşriklerin, müslüman şehidlere müsle yaptıkları bilinmektedir. Bunlar, kendilerine gerdan, bilezik ve kemer yapmak için şehidlerin burun ve kulaklarım kesmişlerdi. Utbe'nin kızı Hind, Hz. Hamzamn göğsünü Vahşi'ye yardırmış, karaciğerini dişleriyle çiğnemiş, burnunu,kulaklarını erkeklik uzvunu kesmiş, bunlardan bilezik, halhal ve gerdanlık yapmış, bunları takarak Mekke'ye girmişti.[340] Savaşların tabii neticesi çapuldu. Çapul, Arapların milli bir sanatı durumundaydı. Bir ganimet elde edildiği zaman, kabileye ait olurdu. Ganimetin en kıymetlisi ise, kabile başkanına ayrılırdı. Tabii bu arada ganimet malından çalındığı da olurdu.[341] savaş ve baskınların sonucunda elde edilen ganimetler taksim edilmeden Arap kabile reislerinin ganimetlerin içinden kendileri için seçtikleri şeye, "Safî" denirdi.[342] Safî, deve, koyun gibi hayvan cinsinden olacağı gibi, esir edilen köle veya cariyeler arasından da seçilirdi. Savaş ve baskınlarda elde edilen ganimetlerin dörtte biri orduyu yöneten komutana ayrılır ve buna "Mirba" denilirdi.[343] Böylece Arap kabile başkanlarc,ele geçirilen ganimetlerin dörtte birini hisse olarak almakla, kendilerine yüklenen vazifeleri yerine getirme imkanına sahip oluyorlardı.[344] ö) Kölelik: Cahiliye devrinde bir köle, kendi kıymetini kazanıp sahibine ödeyerek hürriyetine kavuşabilirdi. Bu anlaşmaya "Mükatebe Akdi" denilirdi"[345] Bir kimse köle satın alınca, boynuna bir ip takarak götürürdü. Köle harp esiri ise, kâkülü fidye verilinceye kadar kesilirdi. Köle satın alarak bir başkasına hediye etmek âdetti. Köleler, mal gibi miras yoluyla intikal ederlerdi. Köle sahibinin vefatından sonra geçerli olmak üzere azad edilmişse, sahibinin ölümünden sonra hür olurdu. Kölelerin gelinlerin mehirine dahil edildikleri de olurdu.[346] Bu devirde bir kölenin cezası, bir hürün cezasının yarısıydı. Bazı köleler savaşta istihdam olunur, fakat ganimetten payı efendileri alır, kölelere bir şey verilmezdi. Borçlular, borçlarından dolayı köle yapılıyordu. Ebu Leheb'in, As b. Hişam'ı kumar borcundan dolayı köle yaparak devesini güttürdüğü kaydedilmektedir.[347] Cariyelerden olan çocuklar da esir kabul edilirdi. Bir cariyeden doğan çocuk necib ve zeki ise, Araplar onun nesebini tanırlardı. Aksi takdirde bu çocuklar köle olarak kalırlardı. Efendisinden çocuğu olan cariyeler (Ümmü Veled) satılabilirdi.[348] Esir veya köle iken azad edilen kimseye "Itk Mevlâsı" denilirdi. Bir köle, ifa ettiği mühim bir vazifeden dolayı azad edilebilirdi. Hür olan bu köle artık sahibinin mevlası sayılırdı. Köle bundan sonra miras olarak intikal etmezdi. Bazan da sahibi, köleyi, vela hakkı kendisine ait olmak üzere bir başkasına satardı. Azad edildiği takdirde, kölenin vela hakkı eski sahibine ait olurdu.[349] Bazan da bir köle vela hakkı kimseye ait olmamak üzere azad edilir ve "Sâibe" adım alırdı. Artık köle malım dilediği yere koyabilir, kimse karışmazdı.[350] p) Yeminler: Cahiliye devrinde müşrik Araplar, putlara, dikili taşlara (En-sab), kurbanlara, kurban kesilen yerlere, adak yerlerine, babalarına, annelerine, atalarına, Kabe'ye, emanete vs. hususlara yemin ediyorlardı. Yemin törenleri düzenlerlerdi. Yemin ettikleri veya sözleştikleri zaman bir ateş yakarlar, ateşe yaklaşırlar, ateşin faydalarını sayarak, bu yemini bozmak isteyen olup olmadığını sorarlar, ateşin başında musafaha yaparak, "Bizim kanımız sizin kanınız, sizin mahvınız bizim mahvımızdır" derlerdi.[351] Ayrıca, yeminleştikleri zaman ellerini kana batırıyorlardı. Ye-minleşme esnasında bir kab hazırlayıp, içine kan ve kül veya misk koyarak ellerini buna batırırlardı.[352] Kabe'nin inşası sırasında da ellerini kana batırarak yemin etmişlerdi.[353] Ayrıca Hz. Peygam-ber'in çocukluğunda "Hılfu'l-Mutayyibin" (koku sürünenler and-laşması) diye anılan bir andlaşma yapılmıştı. Haşimoğullan, Zühre oğulları, Teym kabilesi mensupları îbn Cüz'an'ın evinde toplanarak, bir kab içine'koku koymuşlar, ellerini bu kokuya batırarak, zalimden mazlumun hakkım alma ve yardımlaşma konusunda yemin etmişlerdi.[354] Hz. Peygamber de küçük bir çocuk iken amcalarıyla beraber, bu yemin törenine, şahid olmuştu. Cahiliye Arapları bazan da tuz üzerine yemin ederlerdi. Hüla denilen yemin çeşidi ise, içine tuz atılan kabile ateşinin üzerine yemin etmek suretiyle yapılırdı.[355] Bu devirde, kendisine yemin edilen putlar arasında Uzza, Lât, Menât, Hübel vs. vardı. Cahiliye dönemine ait şiirlerde bu tür yeminlere rastlanmaktadır. el-Mütelemmis bir şiirinde el-Lât'a and içmişti.[356] Bazan büyük putların üçüne birden yemin etmekteydiler. "Lâfa, Uzza'ya ve Menât'a andolsun".[357] Dikili taşlara (Ensâb) da yemin etme alışkanlıkları vardı.[358] Her kabilenin, sahip olduğu puta yemin ettiği anlaşılmaktadır. Kureyş kabilesi, îsaf ve Naile adlı putlara and içiyordu. Ebu Talib'in böyle bir yemininden bahsedilmektedir.[359] Evs ve Hazreç kabileleri ise Menât'a yemin ediyorlardı.[360] Ibn Abbas'm naklettiğine göre, Cahiliye döneminde Kabe'nin önünde "Hatim" üzerine yemin edilir, yemin eden şahıs kamçısını, ayakkabısını, yayını Hıcr'e atardı.[361] Bu hareket yeminleşmeye delil sayılırdı.[362] Ayrıca Kabe'ye de yemin edilirdi.[363] Müşrik Araplar tabiat tezahürleri üzerine de yemin ederlerdi. Onların yemin ettikleri varlıklar arasında su, yer, hava, nur, ışık, karanlık vs. hususlar sayılabilir.[364] Kurbanlık hayvanlara, bu hayvanların sahiplerine, develeri koşturanlara da yemin edilmekteydi.[365] Cahiliye Araplannm ömür ve hayata and içtikleri de bilinmektedir.[366] Bazan da sıla-i Rahmi kesmeye yemin ederlerdi. Bunun yanısıra tüccarlar mallarını satabilmek için yemin etme âdetindeydiler.[367] Yemin bozulurken de elbisenin bazı kısımları koparılır veya yırtıhrdı. [368] r) Kasâme: Kasâme uygulaması Cahiliye döneminde de mevcuttu. Ibn Abbas'm naklettiğine göre, Cahiliye döneminde ilk kasâme Haşi-moğulları arasında meydana gelmişti. Haşimoğullarmdan birisini, Kureyş'in bir başka kabilesinden olan bir adam çoban tutmuş ve develerinin yanına götürmüştü. Daha sonra bu çoban develerden birinin yularını, çuvalının ağzını bağlamak için isteyen diğer bir Haşimiye vermişti. Sürü sahibi buna çok kızarak, sopayla çobana vurmuş ve ölümüne sebep olmuştu. Fakat çoban ölmeden önce oradan geçmekte olan Yemenli bir adama durumu anlatmış ve Hac mevsiminde Mekke'ye gelerek Ebu Talibi bulmuş ve durumu ona anlatmıştı. Bunun üzerine Ebu Talib, çobanı öldüren adama gelerek, ya yüz deve vermesini yahut onun öldürmediğine dair kabilesinden elli kişinin yemin etmesini, aksi takdirde kendisini öldüreceklerini söylemiştir. Çobanı öldüren adam durumu kabilesine anlatınca, "Senin öldürmediğine yemin ederiz" demişlerdi. Bunlardan bir tanesi yemin etmemiş ve hissesine düşen iki deveyi vermiş, geriye kalan kırk dokuz kişi yemin etmişti. Fakat bir yıl geçmeden yalan yere yemin eden bu kimselerin hepsi ölmüştü. Cahiliye döneminde Kasâme yapılmasına sebep olan şahsın Haddaş b. Abdillah olduğu, bunun yanında ücretli olarak çalışan Amir b. Alkame b. Abdilmuttalib'in öldürdüğü kaydedilmektedir.236 Cahiliye döneminde kasâme yapılarak tesbit edilen sanık öldürülmekteydi.[369] s) Kısas Ve Cezalar: Kısas uygulaması Cahiliye devrinde de mevcuttu. Bu devirde kısas diyete çevrilebiliyordu. Veliddü'd-Dem (Kan Sahipleri) güçsüz ise, kısas yapmaya muktedir olamıyor ve diyet almak mecburiyetinde bırakılıyordu. Bu dönemde, hata ile öldürmelerde kısas tatbik edilerek, katil öldürülebiliyordu.[370] Cinayetten dolayı kısas tatbik edilebilmesi için görgü şahidlerine ihtiyaç duyuluyor ve suçlu hakime sevkediliyordu.[371] Ancak hakimler, daha çok icra gücü olmayan hakem durumundaydılar. Verdikleri kararlar çoğu zaman yerine getirilmiyordu. Aleyhine karar verilen taraf hükmün yerine getirilmesine mani oluyordu.[372] Ayrıca suçun şahsiliği prensibine pek riayet edilmiyordu. Bu dönemde, bir şahıs dövül-se, öldürülse veya eşyası çalmsa, yağma edilse, mağdur olan kimse işi yapan şahsı ele geçinmezse, onun soy bakımından beşinci dedeye kadar ulaşan akrabasından (Hamse1 sinden) kimi ele geçirirse onlardan intikam alırdı. Boğmak suretiyle adam öldürmek ise büyük bir cinayetti. Bir kimse bir adamı boğarak öldürürse, ele geçirildiğinde hem kendisi, hem de hamsesinden üç kişi öldürülürdü. Boğan kimsenin hamsesi, diyet vermek isterse dört adam diyeti verirdi. Boğan kimsenin ele geçirilemediği durumlarda da, hamsesinden dört kişi öldürülürdü.[373] Cahiliye döneminde, katilin suçsuz olan yakınlarının hedef alınması kan davalarının meydana gelmesine sebep olmuştu. Bu dönemde kısas yapma hakkı Veliyyüddem'e aitti. Ancak çoğu zaman veliyyüddemin kısas yapmasına engel olunur, diyete razı olmaya zorlanır, bu yüzden de kan davaları ortaya çıkardı. Suçlu kısas için veliyyüddem'e teslim edilmezdi. Veliyüddem ise, çoğu zaman sadece suçluyu öldürmekle yetinmez, katili ve hamsesinden olan diğer şahısları öldürmeye çalışırdı.[374] Kısas ise, kana kan, dişe diş şeklinde bir ölçü içinde tatbik edilmez, insanların canlan ve kanları birbirine eşit sayılmaz, bir cana karşı birçok can alınabilirdi. Bunun sonucu olarak güçlü olan kabile intikamını alır, suçluyu ve etrafındaki yakınlarını ölçüsüzce cezalandırırdı. Güçsüz kabile ve topluluklar ise, kendilerinden bir şahsın güçlü kabileye mensup biri tarafından öldürülmesi halinde kısas uygulayamazlardı. Hırsızlık yapan kimse sağ eli kesilerek cezalandırılırdı. Cahiliye döneminde Kabe'nin kapısından girince sağ tarafta Hızânetül-Kâbe denilen bir çukur vardı ve halk bu çukura, Kabe'ye hediye olarak çeşitli şeyleri atarlardı. îşte, Cahiliye döneminde Kabe'ye ait bir hazine Düveyk adlı bir şahıs tarafından çalınmış ve ceza olarak eli kesilmişti.[375] Yine Cahiliye döneminde, Vabısa b. Halid, el-Hıyar b. ****, Ubeydullah b. Osman adlı şahısların elleri hırsızlık yaptıkları için Kureyşliler tarafından kesilmişti. Avf b. Ubeyd hırsızlık yapınca bir eli kesilmiş, sonra yine hırsızlık yaptığı için diğer eli kesilmiş, daha sonra yine hırsızlık yaptığı için recmedilmiştir. Ayrıca Mikyas b. Kays, Müleyh b. Şu-' reyh'in de elleri Kabe'nin hazinesini çaldıkları için kesilmiştir.[376] Bu dönemde, yol kesenler ise asılarak cezalandırılıyordu. Yemen ve Hire hükümdarları yol kesenleri asarak idam ediyorlardı. Nitekim Numan b. el-Münzir, Abdümenaf oğullarından bir adamı yol kestiği için asmıştı.[377] ş) Diyetler: Cinayet vakalarında diyet uygulaması Cahiliye döneminde de vardı. Hz. Peygamber'in dedesi Abdülmuttalib'in oğlu Abdullah'ı Kabe'de kurban kesmeye teşebbüsüne kadar, bir adamın diyeti 10 deveden ibaretti. Ancak Abdülmuttalib, Peygamberimizin babası Abdullah'ı kura sonucu 100 deve karşılığı kurban etmekten kurtarınca, bir kişinin diyetininlOO deveye çıktığı söylenil-mektedir.[378] Araplarda develerle diyeti verilen ilk kimsenin Zeyd b. Bekr b. Hevâzin olduğu kaydedilmektedir. Diyeti 100 deveye çıkaran ilk kimsenin Ebu Seyyare olduğu da nakledilmektedir.[379] Peygamberimiz doğmadan önce, Uzeyne adlı bir yahudinin malına tamamen öldürüldüğü, Abdülmuttalib'in katilleri bularak 100 deve diyet alıp, maktulün akılesine verdiği de anlatılmaktadır.[380] Ebu Talib de Haşimoğullarmdan öldürülen bir çoban için 100 deve diyet istemişti.[381] Ukâz'da Mekkelilerle Hevazin kabilesi arasında yapılan Ficar savaşından sonra, Mekkeliler, karşı taraftan öldürdükleri kişiler, kendi ölülerinden 200 kişi daha fazla olduğu için Hevazinliler'e diyet ödemişlerdi.[382] Cahiliye döneminde cinayet davalarında ve diyet miktarlarının tesbitinde Hz. Ebu Bekir hakem yapılmaktaydı.[383] Cahiliye döneminde diyet ödemeye mahkum olan bir adamın yakın asabesi yoksa, uzak asabesi diyeti ödemekle mükellefti. Kadına ise, öldürülen kocasının diy-jtin^en hiçbir şey verilmezdi.[384] Çocuksuz bir kadın diyet ödemeye mr.hkum edilirse, bu diyeti kocası değil, kadının mensup olduğu kabile öderdi. Bazan da katilin kabilesi tayin edilmiş olan diyeti "Memez, bunun sonucu olarak da yine kan davaları meydana gelirdi. [385] t) Yiyecekler: Cahiliye dönendndo müşrikler kendi kendine ölmüş hayvanların etlerini (meyhe) yemekteydiler. Müşriklerden bazıları, müs-lümanlara: "Kendi öldürdüğünüzü yiyorsunuz da, Allah'ın öldürdüğünü niçin yeriliyorsunuz?" diye sormaktaydılar.[386] Müşriklerin yedikleri mevte çeşitleri, Münhanika (boğulmuş hayvan), Natîha (susulmuş hayvan), Mevkûze (sopayla vurulup öldürülmüş hayvan), Mütereddiye (yüksekten düşerek ölen hayvan) ile yırtıcı hayvanların parçaladıkları idi.[387] Müşrikler kanı da yiyorlardı. Acıktıkları zaman ellerine sivri uçtu keskin bir kemik veya benzeri bir şey alarak, hayvanı yaralar ve akan kanı toplayarak içerlerdi. Cahili şair A'şâ bu husustan bahsetmektedir.[388] Bu devirde Araplar, kandan "Bacca" denilen bir sucuk yapıyor ve yiyorlardı. Bacca, bir devenin canlı vücudu yarılarak akıtılan kandan yapılıyordu. Eski Araplar kıtlık zamanında bunu yemeyi âdet edinmişlerdi.[389] Putlara ve dikili taşlara kestikleri kurbanların etlerini yerler, cömertlik yansı için hayvan keserlerdi. Bazan da talih denemek için hayvan keserler, "Meysir" adlı kumar oyununda bunu ortaya koyar, hisse çıkan kimseye bu etleri verirlerdi. Ençok deve, koyun gibi hayvanlann etlerini yiyorlardı. Kıtlık zamanlannda keler (Dabb), yaban faresi (Yerbû), ada tavşanı (Veber) yerlerdi. Yırtıcı hayvanlan, leş yiyen kuşları, yılanlan, köpekleri, kedileri, fareleri, kurbağalan ve zehirli olup sağlığa dokunan şeyleri yemezlerdi.[390] u) Îçki-Kumar: Cahiliye döneminde içki son derece yaygındı. İçkiye o derece müptela olmuşlardı ki, Arapça'da içkinin 100 kadar ismi geçmekteydi. Şiirlerinde içkinin bütün çeşitlerini ve sofralarını tasvir etmekteydiler. Medinede hurma koruğu ve hurmadan yapılan Fadih diye adlandırılan bir içki kullanılmaktaydı.[391] Üzümden de şarap yapılıyordu.[392] Yemen halkı ise, Bit' denilen ve baldan yapılan bir içki üretiyordu.[393] Yemen halkının, "Mizr" denilen arpa veya mısırdan yaptığı bir içkisi daha vardı.[394] Aynca buğday ve dan-dan "Gubeyrâ" denilen bir içki daha yapıyorlardı.[395] Aynı içkiye "Sükreke"de denilmekteydi.[396] Bu devirde kendisine içkiyi haram kılan kimseler de mevcuttu. Bunlar içkinin kötülüklerini farkeden, zarannı gören kimselerdi. Abdullah b. Ced'an, Amir b. ez-Zarib, Afif b. Ma'diker b. Kays b. Asım el-Munkırî, SafVan b. Ümeyye, Abdülmuttalib b. Ha-şim, Şeybe b. Rebi'a, Velid b. Muğire vs. bu kimseler arasında yer almaktadır.[397] Cahiliye devrinde Araplann "Meysir" dedikleri bir kumar çeşidi vardı. Bunu piyango tarzında yaparlardı. Bu kumar çeşidinde "Ezlâmü Aklâm" denilen on adet ok vardı. Bu oklara, Fezz, Tev'em, Rakib, Hils Nafıs, Müsbil, Mualla, Menih, Sefih, Veğd derlerdi. Menih, Sefih ve Vağd'in dışındakiler hisseye sahip olurdu. Piyango çekilmek üzere bir deve kesilir, 28 hisseye ayrılır, Fezze bir, Tev'eme iki, Rakibe üç Hilse, dört Nefise beş, Müsbile altı, Mualla'ya yedi hisse tahsis edilirdi. Menih, Sefih ve Vağd okları boş ve mahrum bırakılırdı. Bu on adet ok, "Rebabe" denilen bir torbaya atılır, "Yasir" denilen güvenilir bir şahsın önüne konulur, o da torbayı çalkalayıp elini sokar ve iştirak eden her şahıs için bir ok çekerdi. Nasibli ok çıkanlar belirli bir hisseyi alır, boş çıkanlar mahrum kalır fakat parasını öderlerdi. Kendilerine hisse çıkanlar bazan aldıklan eti fakirlere dağıtır, bunu bir hayır sayarak iftihar ederlerdi. Bu kumarda kullanılan ve her biri ayn ayrı isimler taşıyan oklar, Mekke'de Mabed bekçileri tarafından muhafaza edilir-di.[398] Meysir denilen bu kumar çeşidi, sadece Mekke'de değil, Medine'de de yaygındı.[399] ü) Alış-Veriş Şekilleri: Cahiliye döneminde Araplar, henüz annesi dahi dünyaya gelmemiş deve yavrusu üzerine alış-veriş yaparlar ve buna "Hablü Habele" derlerdi. Buna göre bir dişi devenin hamile kalıp dişi yavru dünyaya getireceği, bu dişi yavrunun da büyüyüp hamile kalarak bir yavru dünyaya getireceği farzolunur ve bu sonuncu yavru üzerine alış-veriş yapılırdı. Kısacası, karşılığında alış-veriş yapılan bu deve yavrusu ortada olmadığı gibi, annesi de henüz ortada yoktu. Elde mevcut gebe devenin dişi doğurması, onun dişi doğuracak yavrusunun da hamile kalıp, bir yavru dünyaya getirmesi bir şanstı. Sonuç olarak, eldeki devenin dişi deve dünyaya getirmesi mümkün olamayabilir, o zaman hayali deve yavrusunu satın alan kimse zarara uğrardı. Bazı hadislerde Cahiliye devri halkının boğazlanan devenin etini, yukarda anlattığımız "Hablü Habe-le" vadesiyle birbirine sattıkları haber verilmektedir.[400] Ayrıca erkek hayvanların dişi hayvanları döllemesi karşılığında ücret alınır,[401] zahire türü gıda maddeleri hemen satın alındığı yerde başka bir yere nakledilmeden, ölçülmeden üçüncü bir şahsı satılırdı.[402] Meyveler daha olgunlaşmadan ağaç üzerinde satılır, meyvelerin toplanması zamanı, satın alan müşteri ağaçlara hastalık isabet etmesinden dolayı mağdur olurdu.[403] Pazara mal getiren kimseler, tüccarlar tarafından pazarın dışında karşılanır, üretici pazara malını sokup değerini Öğrenmeden malı elinden alınarak zarara uğratılırdı. Böylece karaborsacılık yapma imkanı doğuyor, mallar pahalılanıyor, tüketici de zarara uğruyordu.[404] Pazara mal getirenler ise, malını pahalı satmak için müşteriye yalan yere yemin ederlerdi. Bazan da alıcı olamadıkları halde malın pahalı satılmasını sağlamak için fiyat artırarak müşteri kızıştırırlardı. Buna "Necş" denilmekteydi.[405] Ekini daha başağındayken daha ne kadar mahsûl çıkacağı belli olmadan satarlar, buna da "Muhakale" derlerdi.[406] Meyve hububatı olgunlaşmadan satmalarına da "Muhadara" adım verirlerdi. Bazan da iki kişi karşılıklı olarak birbirlerinin elbiselerine bakmadan ellerini dokundururlar, "elbisemi senin elbisen karşılığında satıyorum" derler ve böylece satış vacib oldu kabul ederler, bu alış-verişe de "Mülamese" derlerdi.[407] "Ben, bende olanı sana atayım, sen de sende olanı bana at" diyerek, birbirlerinin elindeki malın miktarım bilmeden satın alırlar, bunu da "Münâbeze" diye adlandırırlardı.[408] Araziyi getirdiği malın bir kısmı karşılığı kiraya verirler, bunu "Muhabere" şeklinde isimlendirirlerdi.[409] Bazan da bir malı satarken, malın malum olmayan bir kısmını satıştan istisna ederler, bu alışverişe de "istisna" adını verirlerdi.[410] Taş atma satışı (Bey'ul-Hasât) da yapılırdı. Bu satış, "Şu taşı at hangi elbisenin üzerine düşerse, o şu kadar paraya senindir" şeklinde yapıldığı gibi, araziden bir taş atımı yer satmak şeklinde de yapılırdı. Bazı kimseler de ellerine bir avuç taş alarak, "Avu-cumda kaç tane taş çıkarsa, satılık maldan o kadarı benimdir" diye alış-veriş yaparlardı. Bazan da ellerine bir taş alırlar ve "Bu taş ne zaman yere düşerse, satış o zaman vacib olacak" diyerek yaparlardı. Bir koyun sürüsünün önüne çıkarak, "Bu taş hangisine isabet ederse o koyun, şu kadar paraya senin olacak diyerek taş atma suretiyle de satış yapılırdı. Bu satışların hepsi aldatma kapsamına giriyordu. Bazan kaçak bir köleyi, ovadaki vahşileşrniş atı, sudaki balığı, kısacası kişinin malik olmadığı şeylerin satışı yapılır, bunlara da "Bey'ul-Ğarar" adı verilirdi.[411] Yine Cahiliye döneminde kedi-köpek satılır ve parası yenilirdi.[412] içki, leş ve put satıcılığı ile de meşgul olurlardı.[413] Peşin para veya bir mal ile, veresiye bir malı satın alırlar, buna da "Selef veya "Selem" derlerdi. Medine halkı hurmayı bu şekilde satıyorlar, bedelim peşin alarak, hurmayı iki üç yıllık vadede teslim etmek üzere anlaşıyorlardı.[414] v) Faizcilik: Cahiliye döneminde faizcilik çok ileri gitmişti. Bu devirde, eğer bir kimsenin diğer bir kimsede alacağı varsa, borcun vadesi gelince, o kimse borçluya 'borcunu ödiyecek misin? Yoksa arttıracak mısın?' diye sorardı. Borçlu borcunu ödeyemezse, bu kimse alacağının üzerine faiz ilave ederek, borcun ödenmesini bir müddet daha tehir ederdi.[415] Cahiliye dönemindeki bu faiz muamelelerine "Riba" adı verilirdi. Ribâ, "Riba Nesie" ve "Riba Fadl" diye ikiye ayrılırdı. Ribâ Nesie'de aylık faiz tahsil edilir, Riba Fadl'da bir mal, aym cinsten daha fazla mal karşılığı satılırdı.[416] Cahiliye döneminde ribanın çok yaygın olduğunu Hz. Peygamberin Veda Hutbesi'nde de anlamaktayız.[417] Yine bu dönemde, Sakif kabilesinden Benî Amr ile, Benî Mahzum'dan Benî Muğire arasında riba muamelesi yapılmaktaydı.[418] Halid b. el-Velid ile, Hz. Abbas'm da Cahiliye devrinde ortak olarak, riba ile veresiye alış-veriş yaptıkları kaydedilmektedir. Yine Hz. Osman ile Hz. Abbas'm peşin para ile veresiye hurma alışverişi yaptıkları (selem), vakti gelince hurmanın bir kısmını aldıkları, kalanı için de faiz ilave ettikleri nakledilmektedir.[419] y) Diğer Muameleler: Cahiliye döneminde bir kimse bazan bir malını veya eşyasını, aldığı borç veya başka bir şey karşılığında rehin bırakırdı. Borç ödenmeyince, rehin bırakılan şey alacaklıya mal edilir ve sahibine iade edilmezdi.[420] Yine bu dönemde "Mudârebe" demlen bir ortaklık şekli vardı. Bu, mal sahibi ile kârda ortak olmak üzere, bir kimsenin malını işletmek suretiyle yapılmakta, bir kişiden para veya mal, diğerinden de çalışma ortaya konularak gerçekleştirilmekteydi. Nitekim Hz. Abbas, Hakim b. Hizam[421] ve Hz. Osman'ın mudârebe usulüyle ticaret yaptıkları bilinmektedir.[422] Hz. Peygamber ise, İslâm gelmeden önce hanımı Hz.Hatice ve Saib (r.a.) ile bu tür ortaklık yapmıştı.[423] Cahiliye devri uygulamalarından birisi de "Hima" idi. Hima, korunan yer demektir. Cahiliye döneminde bir kabile başkanı bir yeri kendisine tahsis ederek, başkalarını orada hayvan otlatmaktan menetmek için, yüksekçe bir yerden köpek havlatırdı. Köpeğin sesi nerelere kadar ulaşırsa, o yerler o reisin otlağı sayılır, başkaları orada hayvan otlatamaz, fakat kendisi başkalarına ait yerlerde hayvan otlatabilirdi.[424] [131] Yrd. Doç. Dr. Ali Osman Ateş, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 2/225. [132] İbn Habib, Muhabber, s.319; Halebî, a.g.e., I, 425. [133] ibn îshak, Sîre, s.291. [134] îbn Hişam, Sîre, s.III, 47; Taberi, Tarih, II, 483-484. [135] İbnü'l-Kelbî, a.g.e., s.21. [136] İbnü'l-Kelbî, a.g.e., s.19. [137] Yrd. Doç. Dr. Ali Osman Ateş, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 2/225-226. [138] Hatiboğlu, Batıdaki Hadis Çalışmaları Üzerine, (Tebliğ), s.86-87. [139] İbn Habib, Muhabber, s.171-172; Müslim, Sahih, IV, 1920. [140] Enfâl, 35. [141] Yazır,Hak Dini, IV, 2400. [142] A.O. Ateş, a.g.e., s. 37-38. Yrd. Doç. Dr. Ali Osman Ateş, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 2/226-227. [143] Ebu Davud, Sünen, I, 675; Nesâî, Sünen, III, 179-180. [144] Sübkî, Menhel, VI, 305. Yrd. Doç. Dr. Ali Osman Ateş, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 2/227. [145] Belâzurî, Ensabii'l-Eşraf, I, 82-83. [146] Buharı, Sahih, II, 15; İbn Mace, Sünen, I, 405; Ahmed b. Hanbel, Miis-ned,l, 7; II, 93. Yrd. Doç. Dr. Ali Osman Ateş, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 2/227-228. [147] İbn Habib, s.319-320; Şehristanî, el-Milel, II, 248-249. [148] Ebu Davud, Sünen, III, 547, No: 3214; Nesaî, Sünen, I, 110; İbn İshak, Sîre, s. 223; İbn Sa'd, Tabakât, 1,123. [149] İbn Habib, Muhabber, s.323. [150] Îbnü'1-Esîr, en-Nihâye, V, 86. [151] Nevevî, Minhac, VI, 229; Aynî, Umdetü'l-Karî, VIII, 79; Muallakatü's-Seb'a, s.19, beyit, 97; Tere: Yedi Askı, s.48. [152] İbn İshak, Sîre, s.45,46; İbn Hişam, Sire, 1,178-179. [153] Buharı, Sahih, II, 82-83; Müslim, Sahih, I, 99; Ebu Davud, Sünen, III, 496; Tirmizî, Sünen, III, 324. [154] İbn Mace, Sünen, I, 514; Sübkî, Menhel, VIII, 288. [155] Yrd. Doç. Dr. Ali Osman Ateş, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 2/228-229. [156] Suyûtî, ed-Dürrü'l-Mensür, III, 235. [157] Olgun a.g.e., s.102; Cilacı, İlahî Dinlerde Oruç Hac ve Kurban, s.28. [158] Buharı, Sahih, II, 226, 259; Müslim, Sahih, II, 792. [159] Ebu Davud, Sünen, III, 293-294. [160] Buharı, Sahih, IV, 234-235. Yrd. Doç. Dr. Ali Osman Ateş, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 2/229-230. [161] Buharı, Sahih, II, 203; Müslim, Sahih, II, 928. [162] Müslim, Sahih, II, 928. [163] A.O.Ateş, a.g.e., s. 103. [164] Buharı, Sahih, II, 205. [165] Aynî, a.g.e., X, 136. [166] Müslim, Sahih, II, 928. [167] İbnü'l-Kelbî, Kitabü'l-Asnâm, s.10. [168] A'raf, 31; Buharı, Sahih, II, 175; Müslim, Sahih, II, 894 [169] tbnü'l-Kelbî, a.g.e., s.6; İbn îshâk, Sîre, s.100. [170] İbn Habib, Muhabber, s.311. [171] A.O.Ateş, a.g.e., s.111-112. [172] İbn îshak, Sire, s.80. [173] İbn Hİşam, Sire, 1,126; Ezrakî, Ahbâru Mekke, 1,186187. [174] İbn İshak, Sire, s.76; Buharı, Sahih, II, 179; IV, 235. [175] Ezrakî, a.g.e., II, 191; İbn Habib, Muhabber, s.236. [176] ibn Hİşam, Sire, I, 28; Müslim, Sahih, II, 892. [177] Bakara, 2/203; Tirmizî, Sünen, III, 237. [178] îbn- îshâk,Sire, 100. [179] İbn Habib, Muhabber, s.100. [180] İbnü'l-Kelbî, a.g.e., s.13. [181] Necm, 53/19-23. [182] A.O.Ateş, a.g.e., s.122. [183] İbn İshak, Sire, s.75; Buharı, Sahih, II, 175; Müslim, Sahih, II, 894. [184] İbn îshak Sire, s.82; Ezrakî, Ahbaru Mekke, I, 178. [185] Ezrakî, a.g.e., I, 178. [186] Ezrakî, a.g.e., 1,177-178. [187] Ezrakî, a.g.e., 1,182. [188] Ezrakî, Sîre, s. 75-76,80. [189] îbn îshak, a.g.e., s.76. [190] Ezrakî, a.g.e., 1,120. [191] İbnü'l-Kelbî, a.g.e., s.7; Müslim, Sahih, II, 963. [192] Ezrakî, a.g.e., II, 40. [193] İbn Habib, Muhabber, s.311. [194] Buharî, Sahih, II, 169-170, 203; Müslim, Sahih, II, 930. [195] İbn îshak, Sire, s.77-78. [196] İbn Hişam, Sire, 1,126; Taberî, Tarih, II, 257. [197] İbn İshak, a.g.e., s.78. [198] Buharı, Sahih, II, 893. [199] Buharî, Sahih, III, 18; Müslim, Sahih, III, 1672-1673. Yrd. Doç. Dr. Ali Osman Ateş, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 2/230-235. [200] Buharı, a.g.e., II, 152; Müslim, a.g.e., II, 909-910. [201] A.O, Ateş, a.g.e, s.142. [202] İbn Habib, Muhabber, s.311. [203] Yrd. Doç. Dr. Ali Osman Ateş, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 2/236. [204] Taberî, Tarih, I, 285-286. [205] İbn Hişam, Sire, I, 46; Ezrakî, Ahbaru Mekke, 1,182-183. [206] İbn Hişam, Sire, I, 46, Ezrakî, a.g.e., 1,183; İbn Habib, a.g.e., 157; Taberî, a.g.e, II, 286. [207] îbn Hişam, a.g.e, I, 45,46; Ezrakî, a.g.e, 1,183-184; İbn Habib, a.g.e, s.157. [208] Bakara, 2/198; Buharı, Sahih, II, 197; Ebu Davud, Sünen, II, 350-351. [209] Buharı, Sahih, II, 142; Ebu Davud, Sünen, II, 349; İbn tshak, Sire, s.81; Ezrakî, Ahbaru Mekke, 1,177; İbn Kesir, Tefsir, I, 238. [210] Buharı, Sahih, IV, 234. [211] Buharı, a.g.e., II, 220. [212] Ezrakî, a.g.e., 1,117-119. [213] İbnü'l-Kelbî, Kitabu'l-Asnam, s.8; Tercüme: Beyza Dü^üngen, Putlar Kitabı, s.64, Açıklama: 71. [214] İmam Malik, Muvatta, I, 389. [215] Ezrakî, a.g.e., I, 110. [216] îbn Hişam, a.g.e., 1155-158; Ezrakî, a.g.e., 1,112-114; Taberî, Tarih, III, 60-61; Buharı, Sahih, II, 167. [217] Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1,137; Ezrakî, a.g.e, 1,195. [218] ibn Hişam, a.g.e., I, 143; Ezrakî, a.g.e., 1,111,194-195. [219] ibn Hişam, a.g.e, 143-144,150; Ezrakî, a.g.e, 1,111-112. [220] Ezrakî, a.g.e, 1,112. [221] İbn Hişam, 1,117-119,123-124,130-131. [222] İbn Hişam, a.g.e., IV, 55; İbn Sa'd, Tabakat, II, 137. [223] Buharı, Sahih, II, 156; Müslim, Sahih, II, 971; İbn Sa'd, Tabakat, 1,147; Ezrakî, a.g.e., I, 267-268. Yrd. Doç. Dr. Ali Osman Ateş, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 2/236-240. [224] Cilacı, a.g.e., s. 141. [225] A.O. Ateş, a.g.e., 8.176. [226] İbn îshak, Sire, s.10-18; ibn Hişam, Sire, 1,160-164. Yrd. Doç. Dr. Ali Osman Ateş, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 2/240-241. [227] En'âm, 6/136. [228] İbn Hİşam, Sire, 1,162. [229] İbnü'l-Kelbî, a.g.e., s.24. [230] Halebî, İnsanü'l-Uyûn, I, 200. [231] Halebî, a.g.e., I, 200-201. [232] Ebu Davud, Sünen, III, 550-551. [233] Beyhakî, Sünen, IX, 314. [234] Ebu Davud, a.g.e., III, 246. [235] Ebu Davud, Sünen, III, 277; Tirmizî, Sünen, IV, 74. [236] Ebu Davud, a.g.e., III, 251-252. [237] İbn Sa'd, Tabakat, 1,133-134. [238] Ebu Davud, a.g.e., III, 256. [239] Buharı, Sahih, VI, 217; Müslim, Sahih, III, 1564. [240] İbnü'l-Kelbî, Kitâbü'l-Asnam, s.22. [241] İbnü'l-Kelbî, a.g.e., s.26-27, 36. [242] Zevzenî, Şerhu Mııallakati's-Seb'a, s.167. [243] İbn Mace, Sünen, II, 1058. Yrd. Doç. Dr. Ali Osman Ateş, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 2/241-242. [244] Ebu Davud, Sünen, III, 132; Taberî, Camiu'l-Beyan, III, 14. [245] Süheylî, Ravdu'l-Unuf, IV, 397-398. [246] Ezrakî, Ahbâru Mekke, 1,180. [247] Nedvî, Asr-ı Saadet (Tebligat ve Talimat), I, 294. [248] Buharı, Sahih VII, 234. [249] Buharı, Sahih VII, 234; Ebu Davud, Sünen, III, 599-600. [250] Müslim, Sahih, III, 1264. [251] Buharı, a.g.e, II, 256, 260; Müslim, a.g.e., III, 1277. [252] Ibn Hişam, Sire, I, 92; İbn Habib, Muhabber, s.330. [253] En'âm, 6/139. [254] İbn Hişam, a.g.e., I, 91-92; tbn Habib, a.g.e., s.330. [255] Buharı, Sahih, IV, 191. [256] îbn Hişam, a.g.e., I, 92; îbn Habib, a.g.e., s.331. [257] En'âm, 6/139; Aynî, Umdetü'l-Kârî, XVI, 91-92; îbnü'l-Esîr,İVi/m.ye, V, 192. [258] îbn Hişam, Sire, s.I, 92. [259] Buharı, a.g.e., IV, 160; Müslim, a.g.e., IV, 2192; Aynî, a.g.e., XVI, 91. Yrd. Doç. Dr. Ali Osman Ateş, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 2/243-245. [260] Îbnü'l-Kelbî, a.g.e., s.9-13, 25, 34-35. [261] İbn Sa'd, Tabakat, I, 93; III, 124; VII, 367. [262] Tirmizî, Tesmiyetü Ashâbi'n-Nebî, D.E.Ü. İlah. Fak. Dergisi, II, 300; Müslim, Sahih, III, 1686. [263] A.O.Ateş, a.g.e., s.204, 207. [264] Yrd. Doç. Dr. Ali Osman Ateş, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 2/245-246. [265] Sendubî, Şerhu Divan-ı Îmrui'l-Kays, s.111. [266] Buharı, Sahih, I, 6-7. [267] Buharî, a.g.e., V, 37; İbn Hişam, a.g.e., III, 74, 76. [268] Ebu Davud, Sünen, V, 421. [269] İbn Kayyım, Zadü'l-Mead, 1,18-19. Yrd. Doç. Dr. Ali Osman Ateş, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 2/246-247. [270] îbn Resîr, elBidaye, II, 320; Halebî, Însânü'l-Uyun, I, 227. [271] Ahmed b.Hanbel, Müsned, IV, 78. [272] Taberî, Camiu'l-Beyân, IV, 78. [273] Taberî, a.g.e., IV, 231-234. [274] Taberî, a.g.e., II, 380-381. [275] İbn Sa'd, Tabakât, VIII, 60-61. [276] İbn Habib, Muhabber, s.309, 325. [277] İbnü'1-Esîr, Üsdü'l-Ğabe, VII, 72-74,197. [278] Ebu Davud, Sünen, II, 678; Tirmizî, Sünen, III, 436; İbn Habib, Muhabber, s. 327. [279] İbn Sa'd, Tabakat, IV, 100; VIII, 318, 347, 394; İbn Habib, Muhabber, s.327. [280] İbn Habib, Muhabber, s. 325-326; Taberî, Camiu'l-Beyan, IV, 304-307. [281] İbn Habib, a.g.e., s.325. [282] Taberî, Tarik, II, 266; Süheylî, Ravdu'l-Unuf, II, 356-357. [283] İbn Sa'd, Tabakât, III, 478, 503; îbn Habib, a.g.e., s. 326. [284] İbn Sa'd, a.g.e., s. VIII, 300, 316, 322, 328, 343, 347, 401, 407. [285] A.O. Ateş, a.g.e., s. 278. [286] Ebu Davud, Sünen, II, 677-578; Tirmizî, Sünen, III, 435; İbn Mace, Sünen, I, 628; îbn Habib,Muhabber, s. 357;Şevkanı. [287] A. o. Ateş, a.g.e, s.286-287. [288] Serahsî, Mebsut, V, 105. [289] Buharî, a.g.e., VI, 128; Müslim, a.g.e., II, 1034-1035. [290] Taberî, Camiu'l-Beyan, V, 19; îbn Hacer, Fethu'l-Barî, IX, 158. [291] Taberî, a.g.e, V, 20; VIII, 83. [292] Buharî, a.g.e., VI, 132; Ebu Davud. a.g.e., II, 702-703. [293] Buharî, a.g.e., VI, 132; Ebu Davud, a.g.e., II, 703. [294] Buharî, a.g.e., VI, 132-133; Ebu Davud, a.g.e., II, 703. [295] Ebu Davud, a.g.e., II, 580-582. [296] Müslim, a.g.e., VI, 2320. [297] Buharî, a.g.e., III, 39. [298] Buharî, a.g.e., VI, 132; Ebu Davud, a.g.e., II, 702. [299] Îbnü'1-Esîr, Nihâye, V, 143. [300] Alusî, Ruhu'l-Me'anî, XXX, 52. [301] İbn Hacer, Fethu'l-Barî, VII, 110. [302] Taberî, Camiu'l-Beyan, XXX, 72; Razî, Mefâtîhu'l-Gayb, XX, 55. [303] En'âm, 6/151; tsrâ, 17/31. [304] Taberî, Camiu'l-Beyan, XXX, 72. [305] Nahl, 16/58-59. [306] Darimî, Sünen, Mukaddime, 1. [307] İbnü'1-Esîr, Üsdü'l-Gâbe, VII, 250. [308] îbn Habib, Kitâbü'l-Munammak, s. 336. [309] Ahmed b. Hanbel, Müsned, III, 478. [310] Razî, Mefatîhu'l-Gayb, XX, 54,57. Yrd. Doç. Dr. Ali Osman Ateş, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 2/247-255. [311] İbn Hişam, Sîre, 1,144-145; îbn Habib, Muhabber, s. 398. [312] İbn Hişam, Sîre, 1,145; İbn Habîb,Muhabber, s. 398-399. [313] İbn Habîb,Muhabber, s. 310. [314] imam Malik, Muvatta, II, 588;Tirmizî, Sünen, III, 497 [315] Aynî, Umdetü'l-Kâri, XX, 226. [316] İbn Hacer, Fethu'l-Bârî, IX, 346. [317] Taberî, Camiu'l-Beyan, IV, 309. [318] Serahsî, Mebsût, VII, 19. [319] Beyhakî, Sünen, VII, 381; Serahsî, Mebsût, VII, 19. [320] Taberî, Camiu'l-Beyan, XXVIII, 3-7; Serahsî, Mebsûl, VI, 223-224. [321] Ebu Davud, Sünen, II, 662-666; Nesaî, Sünen, VI, 168. Yrd. Doç. Dr. Ali Osman Ateş, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 2/255-257. [322] İbn Habîb, Muhabber, s. 338-339. [323] Taberî, Camiu'l-Beyan, II, 449. [324] Buharı, Sahih, VI, 186; Müslim, Sahih, II, 1125; Ebu Davud, Sünen, II, 722-723; Tirmizî, Simen, III, 501-502. [325] Taberî, Camiu'l-Beyan, II, 456; Tirmizî, Sünen, III, 497; îmam Malik, Muvatta, II, 58./8. Yrd. Doç. Dr. Ali Osman Ateş, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 2/257-258. [326] İbn Habîb, Muhabber, s. 324. [327] Razî, Mefatihu'l-Gayb, IX, 203; Karaman, Mukayeseli İslâm Hukuku, s. 361-362. [328] İbn Habîb, Muhabber, s. 324. [329] İbn Habîb a.g.e., s.236, 324. [330] îbn Habîb a.g.e., s. 325-326; Taberî, Camiu'l-Beyan, IV, 304-307; Razî, Mefatihu'l-Gayb, X, 10; îbn Hacer, Fethu'l-Barî, VIII, 185. [331] Razî, a.g.e., IX, 203; Miras, Tecrid-i Sarih, XII, 244; Karaman, a.g.e., s. 361-362. [332] Hamidullah,/s/â/n Peygamberi, II, 1116. [333] Buharî, Sahih, III, 120. [334] Razî, Mefatih, IX, 203; Miras, Tecrid-i Sarih, XII, 244. [335] Razî, a.g.e., IX, 203; M. Uğur, İslâm Toplumu, s. 24. [336] İbn Hacer, Fethu'l-Barî, V, 177; Aynî, Umdetü'l-Kârî, XIII,178-180. [337] Tirmizî, Sünen, III, 634; Mergınanî, Hidaye, III, 230; İbn Hacer, Fethu'l-Bârî, V, 175-177; Aynî, Umdetü'l-Kârî, XIII, 179. Yrd. Doç. Dr. Ali Osman Ateş, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 2/258-260. [338] Koksal, Hz. Muhammed ve îslâmiyet (Mekke Devri), s.143. [339] A. Emin, Yevmü'l-îslâm s. 24. [340] İbn Hişâm, Sîre, III, 101; Buharî, Sahih, II, 82. [341] A. Emin, Fgcru'l-İslâm, s. 9-11. [342] İbnü'1-Esîr, Nihâye, III, 40. [343] Süheylî, Ravdu"-Unuf, VI, 561; İbnü'1-Esîr, Nihâye, II, 186. [344] Yrd. Doç. Dr. Ali Osman Ateş, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 2/260-262. [345] Buharî, Sahih, II, 126-128; Müslim, Sahih, II, 1141-1142. [346] Zeydan, İslâm Medeniyeti Tarihi, IV, 36. [347] Zeydan, a.g.e., iV, 37. [348] Ebu Davud, Sünen, IV, 262-264; Zeydan, a.g.e., IV, 37. [349] Buharî, Sahih, III, 29; Tirmizî, Sünen, III, 537; Zeydan, a.g.e., IV, 38-41. [350] Buharî, Sahih, VIII, 9; Zeydan, a.g.e., IV 39-40. Yrd. Doç. Dr. Ali Osman Ateş, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 2/262. [351] İbn Hişam, Sire, II, 85; en-Necîramî, Eymanü'l-Arab, s. 34-35. [352] İbn Habib,Muhabber, s. 166; tbnü'1-Esîr,Nihâye, III, 386. [353] İbn İshak, Sîre, s. 86-87; İbn Hişam, Sîre, I, 209. [354] İbn Hişâm, a.g.e., 1,141-142; ibn Habib, Muhabber, s. 167; Îbnü'1-Esîr, Nihâye, III, 149. [355] Cevheri, Sıhâh, V, 1855. [356] İbnü'l-Kelbî, Kitâbü'l-Asnâm, s. 12. [357] Necîramî, Eymanü'l-Arab, s. 26. [358] İbnü'l-Kelbî, a.g.e., s. 27. [359] İbnü'l-Kelbî, a.g.e., s. 19. [360] İbnü'l-Kelbî, a.g.e., s. 10. [361] Buharı, Sahih, IV, 238. [362] Aynî, Umdetü'l-Kârî, XVI, 299. [363] Ebu Davud, Sünen, III, 570; Tirmizî, Sünen, IV, 110. [364] Neciramî, a.g.e., s. 27, 37-38. [365] Ebu Ali el-Kâlî, Zelü'l-Emalî, s. 51; Neciramî, a.g.e., s. 23; Îbnü'l-Kelbî, a.g.e., s. 14; İbn Hişam. Sîre, I, 87. [366] Necîramî, a.g.e., s. 15. [367] Buharı, Sahih, IV, 236-237; îbn Habib, a.g.e., s. 335-336. [368] Yrd. Doç. Dr. Ali Osman Ateş, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 2/263-264. [369] Serahsî, Mebsut, XXVI, 109; Îbnü'1-Esîr, Nihâye, IV, 62. Yrd. Doç. Dr. Ali Osman Ateş, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 2/264-265. [370] Buharı, Sahih, IV, 237; Nesâî, Sünen, VIII, 4. [371] Atar, İslâm Adliye Teşkilatı, s. 29-30. [372] Müslim, Sahih, III, 1307-1308; Ebu Davud, Sünen, IV, 637-639. [373] Çağatay, Cahiliye Çağı, s. 138. [374] Çağatay, a.g.e., s.100,138. [375] İbn İshâk, Sire, s. 83; İbn Hişam, Sire, I, 205; Taberî, Tarih, II, 286. [376] İbn Habib, a.g.e., s. 328. [377] İbn Habib, a.g.e., s. 327-328; Şehristanî, el-Milel, II, 249. Yrd. Doç. Dr. Ali Osman Ateş, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 2/265-266. [378] ibn İshak, S,re, s. 14; İbn Hişam, Sire, I, 163; Hamidullah, Resulullah Muhammed. s. 21. [379] Süheylî, Rav du'l-lnuf, II, 139. [380] Belâzüri, Enzab, s. 72-74; İbnü'1-Esîr, el-Kamil, II, 15. [381] Buharî, Sahih, IV, 237; Nesaî, Sünen, VIII, 4. [382] İbn Sa'd, Tabakat, I,128. [383] Suyûtî, Tarihu'l-Hulefa, s. 31. [384] Tirmizî, Sünen, IV, 27; İbn Mace, Sünen, II, 883. [385] Yrd. Doç. Dr. Ali Osman Ateş, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 2/266-267. [386] Nesaî, Sünen, VII, 237; Taberî, Camiu'l-Beyan, VIII, 16. [387] Taberî, a.g.e., VII, 68-72. [388] Kardavî, İslâm'da Helal ve Haram, s. 52. [389] İbnü'l-Kelbî, KitâbüVAsnâm, s.3. [390] A. Emin, Fecru'l-îslâm, s. 9; Hamidullah,/s/âm Peygamberi, II, 1126. Yrd. Doç. Dr. Ali Osman Ateş, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 2/267-268. [391] Buharı, Sahih, VI, 242; Müslim, Sahih, III, 1570-1571. [392] Buharı, Sahih, VI, 241-243; Müslim, Sahih, III, 1573-1574. [393] Buharî, Sahih, VI, 242; Müslim, Sahih, III, 1586. [394] Buharı, Sahih, VI, 241-243; Müslim, Sahih, III, 1586. [395] Buharî, Sahih, VI, 241-243. [396] Ebu Davud, Sünen, IV, 89-90. [397] A.O. Ateş, a.g.e., s. 422-423. [398] İbn Habib, Muhabber, s.333-335; Tfeberî, Camiu'l-Beyan, II, 360. [399] îmam Malik, Muuatta, II, 655. Yrd. Doç. Dr. Ali Osman Ateş, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 2/268-269. [400] Buharî, Sahih, III, 25; Müslim, Sahih, III, 1554. [401] Buharı, Sahih, III, 54; Müslim, Sahih, III, 1197. [402] Buharı, Sahih, III, 23; Müslim, Sahih, III, 1159. [403] Buharı, Sahih, III, 32-34; Müslim, Sahih, III, 1165. [404] Buharı, Sahih, III, 28-29; Müslim, Sahih, III, 1156. [405] Buharı, Sahih, III, 24; Müslim, Sahih, III, 1554-1156. [406] İbnü'1-Esîr, Nihâye, I, 416. [407] Aynî, Umdetü'l-Kârl, XI, 266. [408] Aynî, a.g.e., XI, 192-193. [409] Nevevî, Minhâc, X, 192-193. [410] Nevevî, a.g.e., X, 195. [411] Nevevî, a.g.e., X, 156; Aynî, a.g.e., XI, 264. [412] Buharı, Sahih, III, 12, 43; Müslim, Sahih, III, 1198. [413] Buharî, a.g.e., III, 43-44, 46; Müslim, a.g.e., III, 1205,1207. [414] Buharî, a.g.e., III, 43-44, 46; Müslim, a.g.e., III, 1226-1227; Aynî, a.g.e., XII, 61. Yrd. Doç. Dr. Ali Osman Ateş, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 2/269-271. [415] İmam Malik, Muvatta, II, 672-674. [416] Kutub, Fizüaü'l-Kur'ân, Tere. II, 121-122. [417] İbn Hişâm, Sire, IV, 250-251; Ebu Davud, Sünen, III, 628-630. [418] Aynî, Umdetü'l-Kârî, XI, 201. [419] Yazır, Hak Dini, II, 972. Yrd. Doç. Dr. Ali Osman Ateş, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 2/271-272. [420] İbn Mâce, Sünen, II, 816; İmam Malik, Muvatta, II, 728. [421] Darakutnî, Sünen, III, 78; Beyhakî, Sünen, VI, İH. [422] îmam Malik, Muvatta, II, 668. [423] İbn Hişam, Sire, 1,199; İbn Mace, Sünen, II, 768. [424] Îbnü'1-Esir, Nihaye, I, 447; Aynî, Umdetü'l-Kârî, XII, 213. Yrd. Doç. Dr. Ali Osman Ateş, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 2/272.
Pelinay: Arastirma konumu da bulmus oldum burada.elhamdulillah ilim dunyamizda her sey mevcut.Rabbim hakkiyla istifade edebilmeyi nasipeylesin insallah. Allah razi olsun ..
1 note
·
View note