#1 gibi de uyumuştum gece
Explore tagged Tumblr posts
Text
Günaydın
#11 buçuk gibi uyanıp geri uyumuşum#1 gibi de uyumuştum gece#bugün de evdeyiz#kahvaltı yapacağız#sonra ne olur bilmiyorum#dersleri çok aksattım sadece#eve geçince geceleri çalışmaya başlamam gerek artık#az kaldı#geçen sene bu zamanlar bırakmıştım#şimdi de bu zamanlar asılmam gerek#neyse ki kendimi mutsuz huzursuz ya da depresyonda hissetmiyorum#bana iyi geliyor ben de ona iyi gidiyormuşum#daha ne olsun öyle değil mi
4 notes
·
View notes
Text
Dün gece sinir krizi geçirdim.
Saat 12de uyumuştum, bütün gün aşırı yorulmuştum, saat 1 buçukta uyandı Batu. Dışarıda deli gibi bir fırtına var. Gök gürlüyor, şimşekler odayı aydınlatıyor. Uyku gözkapaklarımı ağırlaştırırken, Batu'yu tekrar uyutmaya çalıştım. Eşim kilometrelerce uzakta. Sesleneceğim kimse yok. Denedim, denedim ama uyumadı Batu. Daraldım, farklı yöntemler denedim ama yok, uyumuyor.
Saat, 2 oldu. 3 oldu, 4 oldu. Uyumak isteyen ama uykuya dalamayan bir bebekle, uykusuz halde çabaladım. Kalbim öyle şişti ki, boğazım öyle kurudu ki, omzum öyle ağırlaştı ki anlatamam.
Ağlamaya başladım. Ama öyle böyle bir ağlama değil, hıçkırarak. Bağırdım hani nerde ebeveynlerim diye. Seslendim, kimse dönüş yapmadı. Bomboş bir duvar.
Ağladım, ağladım, ağladım. Belki ben ağladığım için, belki artık yorulduğu için Batu uyudu.
Koydum yatağa. Oturdum yanına. Ağlamaya devam ettim. Bu bir günlük bir yorgunluk değildi. Bu beceriksizlik de değildi. Uykusuz kaldığım için ya da eşimin uzakta olması değildi dokunan.
Genel olarak yalnızlıktı. Hadi gel, bu gece bana yardım et, bir saat sende dursun da bende şu işi yapayım diyeceğim birilerinin olmamasıydı.
Hep senin yanındayız, biz aileyiz diyen insanların, umrunda dahi olmamamdı.
Kimsenin yükümü, benim yerime taşımasını istemiyorum. Ben ne olursa olsun, kalkarım o ağırlığın altından...
Ama hani bir omuz olsaydı yanımda, bilseydim orada varlığını, taşırım ama hani olurda fani dünya ya bu dünya. Bana bir şey olursa, Batu arada kalmaz, Batu mutlu bir şekilde büyür diyebileceğim bir inanç olsaydı.
Ama yok.
Bana bir şey olsa, Batu'nun hali. Eşime bir şey olsa, Batu'nun hali... Kalbimdeki ağırlığı tarif edilemez.
Bu yüzden ebeveynliğiniz batsın sizin. Şişkin gözlerimin hesabını belki ödersiniz de, kalbimin hakkını nasıl ödeyeceğinizi bilmiyorum.
Kendi nefsiniz, kibriniz, sözde doğru bildikleriniz yüzünden, ben dün gece oğlumu ağlayarak uyuttum ya, sizin ebeveynliğiniz batsın.
...
Yaşadıklarımı Batu'nun yaşamaması için, en güzel şekilde yaşamaya devam edeceğim sizlere inat...
10 notes
·
View notes
Text
6 Şubat 2023 gecesi:
babaanemlerden gitmiştik. son kez evimin kapısından girdim. annemle babam dizi izliyorladı. daha sonra herkesin uykusu geldi annem, babam, kardeşim odalarına geçtiler. ben de mutfakta gezindim. odama geçtim. yatağımda son müziğimi dinledim. telefonumu şarja koydum önce yatağımdan uzak bir yere. sonra şeytan dürttü sanki. şarjdan çıkarıp yanıma aldım. bu saatlerde uyumuştum.(1.27) sonrası hafif bi sarsıntı. geçeçek dedim. annemle babam gelmemişti odamıza daha. elif uyuyordu. hızlandı. çok hızlandı. annemle babam geldi. babam dolabın altında kaldı bize yetişmeye çalışırken. annem odamızın duvarlarını tutuyordu. sanki tutunca yıkılmasını engelleyecek gibi.. durmadı sürekli sürekli hızlandı. babam gidiyoruz dedi bağırarak. kaydığımızı hissediyordum. annem bağırarak ağlıyordu. babam yataktan in arkandaki duvar yıkılıyor demiş. ben hi�� duymadım. camları izliyordum sürekli. açılıp kapanıyordu. sadece izledim. bağırmadım. ağlamadım.
çıktıktan sonrası asıl felaketti. her gece çorapla uyumama rağmen o gece çıkarmıştım çoraplarımı. dışarda hayatımda gördüğüm en şiddetli yağmur vardı. ayaklarım çıplak. üstümüzde hiçbir şey yok. saatlerce ıslandık. bir yere gidemedik önce.
babam akrabalarımızın evlerine gitmek için yanımızdan ayrıldı. geldiğinde ağlıyordu. babam, ilk defa karşımda hüngür hüngür ağlıyordu. "Antakya gitmiş, hepsinin evleri yıkılmış" yere çöktüm babamın laflarından sonra. evimizin karşısında bağıra bağıra ağladım. karşı binanın son katından yardım çığlıkları geliyordu. "Kurtarın bizi, çıkamıyoruz. " kurtaramadık. çıkaramadık. her yerden çığlık sesleri geliyordu. on binlercesine arkamızı dönüp yürümek zorunda kaldık. insanlar ölürken biz arkamızı dönüp yürüdük çaresizce. herkes sevdiğine yetişmeye çalışıyordu çünkü. çoğumuz yine de yetişemedik. kafasından kan insanlar, yavaş yavaş enkazdan çıkan cesetler.. cesetler.. cesetler.. neden yardım yok, neden kimse yok? diye bağırışlarımız..
rezidansın önünden geçtik. enkazdaki herkes çığlık atıyordu. ekip yoktu, yardım yoktu, o betonları kendi elimizle kaldırıp kurtaramadık sevdiklerimizi. bağıra bağıra öldük. ses varken kimse yoktu, sesler kesilince ekipler doldu. bakma doldu dediğime. bazıları bize çok iyi davranırken, bazılarından açık açık it muamelesi de gördük.
5 şubat'ı 6 Şubat'a bağlayan o gece eve geç girmiştim. Son kez dolaştım Antakyamı. Evimin kapısını son kez çaldım. Sevdiklerim bana son kez iyi geceler mesajı attı. Ölen yakınlarımla pazartesi gününe planlar yaparken kaldırımda cesetlerini buldum. Ve bazılarını bulamadık.
koskoca 1 sene geçti. takvimler olmasa hiç kimse inandıramaz. her sözümüz deprem, kabuslarımız deprem, hayatımız deprem.. biz yaşayanlar aslında Pazartesi sabahı daha büyük bir imtihana tabi tutulan ölüleriz. yaşayanların gözleri korku filmlerine sahne olacak çok çok acı, korkunç, insan aklının alamayacağı şeyler gördü. sevdiklerimizi çöp gibi verdiler bize. bazılarının mezarı olmadı. bazılarını çifter çifter gömdük. Ali'yi Pınar ablamın kucağında gömmek gibi mesela..
Hayaller, umutlar, mutluluklar, gülüşler.. biz hepsini kaybettik. bile bile öldürdüler bizi. bağıra bağıra öldük biz bu gece. çığlıklarımız tüm şehirde ses oldu.
Bu gece 6 şubat 2024' te köprüde sessiz yürüyüş var. Sabaha kadar ordalar. Ücretsiz salep, çorba, köfte dağıtımı var. O gece bunlara ne kadar ihtiyacımız olduğunu biliyoruz çünkü. Yaralarımızı yine Antakya'm kendi kendine sarıyor. Yalnızız. Yalnız bırakıldık. Yalnız bırakılıyoruz. Tıpkı 1 yıl önce bu gece gibi.. Önce ölüme terk edildik, şimdi ölümden beter yaşamlara..
06.02.20♾️
04.17
0 notes
Text
Merhaba adım Thomas Oragan. Ulusal bir gazete departmanında kısa bir süre önce işe başladım. Lokantada yemeğini yedikden sonra lokantanın lavabosunda garip bir adamla karşılaşan bir adamın bir kaç gün sonra ölmesiyle ilgili haber toplamam için Tazmanya yakınlarındaki Zanzibar adasına gitme emri aldım. Arkadaşım Lucas' a bu yolculukda yanımda eşlik etmesi için ısrar ettim. Saat 5 civarlarında gemimize doğru ilerledik. Geminin kaptanı Robert Willson bizi selamladıktan sonra kamaramızı gösterdi. Geminin kalkışında zorlanmalarına rağmen bir kaç saate kalkmıştık. Kamaramda bir kaç saat kitap okumakdan sonra güverteye doğru ilerledim. Daha önce deniz kokusunu iliklerime kadar hiç bu kadar hissetmemiştim. Vücudumun anlık titremelerine engel olamıyordum. Fazla sürmeden geminin kaptanı Robert yanıma geldi.
-Kamaranızdan memnun kaldınız mı ?
-Gayet güzel evet
-Gemi bu hızda giderse 2 güne varmış olacağız.
-Sadece 2 gün mü daha uzun beklerdim oysaki..
-bu oldukça hızlı bir gemi bay Thomas
Yanıma Lucas 'ın yaklaştığını farketmedim. Ona baktığımda ise denizin tuttuğunu anlamıştım. Yüzü hiç olmadığından daha beyaz ve terliydi. Fazla geçmeden cebinden sigarasını çıkardı. Robert 'in sigaradan nefret ettiği hareketlerinden belliydi. Yanımızda fazla kalmadı. Yataklarımıza çekildik.
Ertesi gün şiddetli yağmur vardı. Gece mi gündüz mü olduğunu anlamak zordu. Geminin sarsıntıları Lucas ı yere düşürmüştü. Kamara kapısı bir anda açılıp :
-Bay Thomas uyanın efendim ! Büyük bir fırtına ...
Robert' in bu sözleri korktuğunu anlamama yetmişti. Derin sulara girmiştik. Dalgaların boyu 10 metreyi geçiyordu. Kamaramızda kalmamız için emir verildi. Uzunca bir süre geçmişti. Saat akşam 9 du. Kapı tekrardan açıldı. Uzun süredir açılmadığından içeriye aniden büyük bir serin rüzgar girdi. Gelen Robert ' dı. Yüzünde yara izi vardı. Mendille kanayan bölgesine bir yandan bastırarak
-zorlu bir gün oldu geminin kıçındaki variller üstüme düştü neyse ki mürettebat kurtardı sizin durumunuz nasıl efendim
-geçmiş olsun biz gayet iyiyiz sadece biraz havasız kaldık efendim fırtınanın bir anda gelmesinin sebebi sizce neydi
-gerçekden bilemiyoruz adamlarımız 2 hafta boyunca fırtınanın olmayacağını gökbilimciler tarafından saptamıştı.
Gemimizin hali perişandı. Güverte tamamen yerle bir olmuştu. Mürettabat sürekli koşturuyor su alan yerleri kapatıyordu. Yakın zamanda Zanzibar adasına ulaşmayı başarmıştık. Hava gayet güzeldi. Yakınlardaki bir otele girmiştik. 1 oda anahtarını aldıktan sonra valizlerimizi yerleştirdik. Odamdan bir kaç eşya alıp dışarı çıktım. Lucas ise uyumayı tercih etmişti. Adadaki halka sorular sormaya başladım
-iyi günler merhaba... bu cinayet hakkında ne düşünüyorsunuz
-ne cinayeti burası sessiz bir ada. Burada öyle olaylar yaşanmaz
-iyi günler merhaba... bu olaylar hakkında ne düşünüyorsunuz
-öyle bir olay yaşandığına inanmıyorum. Öyle bir olay olsaydı haberim olurdu.
Hiç kimse bir şey bilmiyordu. Sanki olay onlarca yıl önce olmuş gibiydi. Adadaki halkdan ümidimi kesmiştim. Otele döndüğümde Lucas hâlâ uyuyordu. Bende yatağa geçip uyumaya çalıştım. Halkın bana yalan söylediği hakkında düşünceler beni düşündürmeye devam etti. Garip adamın kim olduğu hakkında merakım durmadı. Düşüncelerden bir süre sonra uyuya kaldım. O gün ki rüyamı hayal mayal hatırlıyorum. Sürekli olarak patronumun bana işkencelerinden başka bir şey görmemiştim. Su içmek için kalkdığımda saat 4 civarıydı. Penceremden baktığımda ayyaşlar sokakda kaldırımdan kaldırıma çarpıyordu. Şarhoş olduklarından onların ağzından laf almak ümidiyle aşağıya koştum.
-bakar mısınız beyfendi ?
Hıçkırıklı bir sesle gözlerini kamaştırdı biri
-buyrun ne istemiştiniz
-yakın zamanda olan cinayetle ilgili ne düşünüyorsunuz
Arkadaşlarının gözü büyümüş adam ise tavrını bozmamıştı
-sakın bu işe bulaşmayın beyfendi ,buranın yabancısı olduğnuz belli adadan gitmeniz sizin için en iyisidir .
Aralarından biri seslenerek
-konyakçı uzatma gidelim hadi
Baygın gözleriyle bir selam verdikten sonra marşlar söyleyerek yollarına devam ettiler. Olaylardan anlaşıldığı gibi halk anlaşmıştı. Otelin merdivenine oturup uzun uzun düşündüm. Yanıma bir süre sonra genç bir otel görevlisi gelerek
-efendim sizi gayet iyi anlıyorum. Olayları merak ediyorsunuz ama bu iş sizi aşar.
-olayları anlatır mısın bana
Başını öne eğip kalın sesini biraz kısarak
- bundan bir hafta önce adanın en ünlü restorantı olan Joe'nin Yeri 'nde akşam vaktinde bay James Lowyer her gün olduğu gibi o günde aynı menüden şipariş verdi. Bir süre sonra da lokantanın lavabosunu kullanmaya kalktı. Aynı gün aynı saat de lavaboda bay Benjamin Stoff bulunuyordu. Anllattığına göre James' in yanında daha önce hiç görmediği bir adam vardı. Adam sarı saçlı garip görünüşlü yüzünde yosun izleri olan biriydi. James yanından gitmek ister gibiydi ama adam bırakmıyordu. Fazla sürmeden de Benjamin lavabodan çıkıyor. Aradan uzun zaman geçiyor ve lokanta kapanıyor. Garsonlardan biri lavaboya uğruyor ve James in ölü bedeniyle karşılaşıyor. Araştırmalar yapılıyor ama neden öldüğü hâlâ bilinmiyor.
- o adam peki bulunmadı mı hâlâ
-malesef
Olaylar içimi ürpertmeye başlatmıştı. Üst kata çıkar çıkmaz uyumuştum. Ertesi gün saat 2 civarı lokantaya Lucas ile gittiğimde bizi içeri rezervasyonumuz olmadığından almamışlardı. Bu durum beni fazlasıyla sinir etmişti. Rezervasyonumuzu en yakın güne almıştık. 2 gün sonra pazartesi akşamına.. Odamızda canımız sıkılıyordu. Lucas çevreyi gezmeyi teklif etti. Yapılacak başka işim olmadığından kabul ettim. Adanın bir çok yerinde Poseidon heykeline rastlanıyordu. Ada son derecede ağaçlıktı havası temiz, çocukları sürekli dışarda kültürel oyunlarını oynuyordu. Yaşlılar için bir çardak vardı. Bütün insanlar birbirini tanırken bizim hiç kimseyi tanımamız çok tuhafdı. Gün bitimine doğru sahile geçtik. Bir banka oturup sandaviçlerimizi yiyerek sohbet ettik. Genellikle konularımız eski arkdaşlarımızdan ve ailelerimizden oldu. Gün batımından sonra otele doğru ilerlerken birinin bizi takip ettiğini hissediyordum. Malesef hislerim doğru çıktı. Bulunduğumuz otelin sokağına girerken bir köşeye saklanıp bir süre bekledik. Bir anda karşımıza bir adam belirdi. Bizi görür görmez koşarak kaçtı. Peşinden koşmamıza rağmen gözden kaybolmuştu. Adam; orta yaşta,sarı sırma saçlı, kirli sakallı, ağır deniz kokulu, üstünde ise kimsenin giymek bile istemeyeceği paçavralar vardı. Hislerim garip adamın o olduğunu söylüyordu. Olayın şokundan sonra bir süre kendimize gelemedik. Otele döndüğümüzde hayalet görmüş gibiydik. Ses etmeden odalarımıza çıkıverdik. Ertesi gün daha garip olaylar yaşandı. Ağır deniz kokusu burunlarımızdan gitmiyordu. Gözlerimizde sürekli o garip adam canlanıyordu. Penceremi açtığımda onu gördüğümü sandım ama sadece bir kuşmuş. Delirmek üzereydik. Lucas ın bağırışmaları diğer odadaki insanları ürpertiyordu. Bir kaç saat sonra huzur bozmakdan Lucas ı polisler götürdü. Yanına gittiğimde sürekli olarak "eve dönmek istiyorum, lütfen" diyordu. Polisler deliler hastanesine şevketti. Polislere onun deli olmadığını söylesemde inanmıyorlardı. Lucas a büyük bir tokat attım. Malesef yinede kendine gelemedi. Delirmiş olmasından korkuyordum. Deliler hastanesinde tedavi edileceğini bir kaç saat içinde öğrendim. Otele hiçbir şey olmamış gibi dönüyordum. Biliyorum bu çok acımasızcaydı. Lucas ın yanında kalmam gerekiyordu. Ama nedense otele geçmeye karar verdim. Belkide büyük bir aptallık yapmışımdır. Odamda düşünürken saatler geçtiğini fark etmemişim. Akşama doğru yatağa geçtim. Rüyama o garip adam giriverdi. Rüyamdan korkularla uyandım. Alarmın çalması etkili olmuştu tabi.Uyanır uyanmaz üstüme bir şeyler takıp Joe 'nin Yerine doğru yol almıştım. İçeri girdiğimde bana öncekinden kat ve kat daha iyi davrandılar. Para insanlara boyun büktürtüyordu. Lokantanın sahibi Joe Mackow ile konuştum. O da olaylardan habersizim sanıyordu. Beni geçiştirdi.
- bay Joe olayların tamamını biliyorum!
- size genç çocuk söyledi değil mi ? Ona güvenmekte hata yapmışız
-ben buraya ulusal gazete için bilgi toplamaya geldim. Almadan da gitmeyeceğim.
Joe bana genç çocuğun anlattığı gibi her şeyi tekrardan anlattı. Farklı bir durum yoktu. Sonrasında lavaboya gittim. Duvarda bir kaç damla kan gördüm. Yer ise tertemizdi. Anlaşılan bazı yerleri atlamışlar. El kurutma yerine baktığımda ise yosun izleri vardı. Bir anda garip adamın ağır deniz kokusu burnuma geldi. Bir anda geri çekildim. Koşarak otele doğru gittim. Otele vardığımda ise eşyalarımı toplamaya başladım. ölcekmişim hissine kapılarak çabuk davranıyordum. Fotoraf makinalarında kaydettiğim bir kaç fotorafı aldım. Not defterimi ve bir kaç eşyamıda valize şıkıştırdım. Beklemediğim bir anda kapı çaldı. Kalp atışımın hızına engel olamıyordum. Kulaklarımdan kalbimin sesini rahatlıkla duyabiliyordum. Kapının deliğine baktığımda ise onu gördüm. Garip adamı. Bana bakarak gülümsüyordu. Sanki tuzağına düşmüş gibiydim. Onu izlemeye başladım. Bir anda kapının deliğine doğru yaklaştı. Yaklaştıkça daha da korkunç oluyordu. Ağlamaya başladım. O ise kahkahalar atmaya başladı. Sessizce ağlamama rağmen duyabilmişti. Ve bunlar bir kaç saniyede gerçekleşmişti. Hızlıca zamanlı kameramı bir köşeye gizledim. Cama doğru koştum. Camdan etrafa baktım. 3. Katdan çimenlik alana doğru hızla atladım. Yere çakıldığımda öldüğümü düşündüm. Gözlerim yavaş yavaş kararıyordu. Ama yinede o garip adamı görüyordum. Her saniye tanrıya yalvarıyordum. Gözlerim tamamen karardığında ise sadece etraftaki insanların bir kaç sesini duydum. Arkasından tamamen sessizleşti. Öldüğümü düşünüyordum.
3 ay sonra
Gözlerimi açtığımda kendimi hastanenin yoğun bakımında buldum. Kemiklerim kırılmış bir çok yerim zedelenmişti. Ama ölmemiştim. Bir kaç hafta sonra Lucas ziyaretime geldi. Lucas her şeyi yarım yamalak hatırlıyor ve umursamıyordu. 1 ay kadar sonra ise otele tekrar döndüm. Otele tekerlekli sandalyede alçılı bir halde girmiştim. Otele girerken bir yandan ürküyor diğer yandan ise valizlerimi alıp eve dönmek istiyordum. İçeri girdiğimde etraf bıraktığım gibiydi. Anılar sürekli beynimde canlanıyordu. Bunlara engel olamıyordum. Odama yerleştirdiğim gizli kamera işe yaramıştı. Penceremden atlamadan önce 5 saniyeye ayarlamıştım. O garip adamın fotorafına bakınca daha da ürperdim. Adam çevredeki poseidon heykellerine çok benziyordu. Onun Poseidon olma ihtimalini vermek bile istemiyordum. Arkadaşım Lucas olan biteni tekrar anlattım. Fotorafı eline aldığında korktuğunu hissetmiştim. Akşama doğru gemiye doğru ilerledik. Gemiye binerken bir sokak lambasının altında onu gördüm. Neden ordaydı bilemiyordum. Tek bildiğim kötü zamanlarda olabileceğiydi.
6 notes
·
View notes
Text
25.05.2019
5 gündür buraya yazmıyormuşum bunu fark ettim. 2 günde 4 sınav oldum ve hepsi zordu.
Bu 5 gün içindeki çalışmam böyle oldu.
Sınavlara gelecek olursak da;
-Kimyadan 90 aldım aslında bu iyi bir şey ama o gece çok az uyumuştum bu nedenle 2 soruyu hiç okumadan direk kafadan işaretlemişim bundan dolayı yanlış çıktı ve bir de denge çok zor iyice öğreneyim diye çok bekledim (hem okulda hem de dershanede görmek için). Sınavdan sadece 2 gün önce sorusunu çözmeye başladım ama kolaymış. Bunu yapmamam gerek, sınavlardan önce konuları bitirmiş olsam çok rahat olurum.
-Fizikten de 90 aldım ama aslında 80'di notum. Sınav baya zordu zaten 4 üniteden sorumluyduk ve 11. sınıfın MF fiziğinde 1 ünite bile ne kadar çok konu içeriyor biliyorsunuzdur... O nedenle herkes döküldü 45, 55 alan bir sürü kişi vardı. Hocamız da 11'in son sınavı olunca bu herkese 10 puan ekleyeceğini söyledi. Bir de fizik sınavlarımızda 2 tane bonus sorumuz oluyor daha çok geçen senelerle alakalı. İstersek yapmayabiliyoruz notumuzu etkilemiyor ama doğru yaparsak 5, 5 toplamda 10 puan ekliyor notunuza. Onları doğru yaparak 80 aldım. Son konuları tam anlayamamışım yani. Tekrar çalışmam gerekecek onlara.
-Diğer iki sınavım din ve felsefeydi ama ikisi de tarihten farksızdı. Dini iyi yaptım belki 100 bile alabilirim ama felsefe cidden aşırı zordu ve 65 filan alacağım sanırım o kadar çalışmama rağmen.
Neyse böyle yani. Bayaaa uzun yazdım bu sefer ama 5 günlük yazı sonuçta. Pazartesi biyoloji var ve ilk sınavım 71'di. Onu yükseltmem gerek. O nedenle hemen çalışmaya gidiyorum. 1.30 gibi uyuyacağım sanırım.
#study motivation#studyblr#studying#ders#ders çalışmak#studygram#being productive#ders notları#productivity#study blog#studyspo#motivasyon#motivation#forest#study notes#timer
2 notes
·
View notes
Text
Gizemli Yolculuk Ödevi
BÖLÜM 1 GİZEMLİ YOLCULUK VE EVCİLLEŞTİRMEK
Bir belgeselde izlemiştim, boa yılanları avlarını tüm olarak yutarlarmış. Bütün olarak yedikleri avlarını sindirmek için ise bir köşeye uzanıp beklerlermiş. İşte ben de bunu düşünerek bir resim çizdim ve büyüklere gösterdim ve onlara korkup korkmadıklarını sordum, herkes bana şapkadan kim korkar ki ? dedi. Oysa çizdiğim şey bir şapka değil fil yutmuş bir boa yılanıydı, sindirebilmek için bir köşeye uzanmıştı. Büyüklerim bana bunlarla uğraşmak yerine tarih, coğrafya, matematik okuyup derslerime önem vermem gerektiğini söylediler. O gün büyüklerin dünyaya tek açıdan baktıklarını, gözlerinin önünde duran boa yılanı ve fili göremeyecek kadar körleşmeye başladıklarını öğrenmiştim. Çizmek ve resim yapmakla ilgili serüvenim de o gün onlara küsmemle birlikte bitmişti.
O gece mutsuz uyumuştum, sabah uyandığımda ise bir hayli şaşkın ve heyecanlıydım. Bir ışık huzmesi içinde kendimi bambaşka bir gezegende bulmuştum, buraya nasıl geldiğim ya da nasıl gideceğim konusunda hiç bir fikrim yoktu ama sanki her şeyi biliyormuşçasına rahattım ve bu her zaman yaptığım bir yolculuk gibi doğal ve sıradanmış gibi geliyordu.
Biraz yürüdükten sonra uzun çimenlerin olduğu, güneşin içimi ısıttığı bir yere gelmiştim burada kuşların cıvıltısını duyuyor, huzurla gülümseyerek yürürken büyüklerden ve onların anlayışsızlıklarından uzakta bir şekilde çevreyi inceliyordum. Bir anda bir ağacın altında sessizce oturan küçük tilkiyi gördüm ve yanına gidip ; "Günaydın," dedim "Günaydın," dedi nazikçe, "Kimsiniz, çok güzel görünüyorsunuz," diye ekledim "Tilkiyim ben," dedi tilki. "Benimle oynar mısın?" dedim "Hayır," dedi tilki. "Oynayamam; evcil değilim ben." "Öyle mi? Bağışla beni," dedim. Ama bir süre düşündükten sonra "Evcil ne demek?" diye sordum "Sen buralı değilsin," dedi tilki. "Ne arıyorsun burlarda?" "İnsanları arıyorum" dedim "Evcil ne demek?" "İnsanları mı arıyorsun? Silahları var ve avlıyorlar. Çok can sıkıcı. Ayrıca tavuk yetiştiriyorlar. Tek konuları bunlar. Tavuk mu arıyorsun?" "Hayır," dedim. "Arkadaş arıyorum. Evcil ne demek?" "Genellikle ihmal edilen bir iş," dedi tilki. "Bağlar kurmak anlamına geliyor." "Bağlar kurmak mı?"
Tilki "Yani," dedi, "örneğin sen benim için hâlâ yüz bin öteki çocuk gibi herhangi bir çocuksun. Benim için gerekli de değilsin. Senin için de aynı şey. Ben de senin için yüz bin öteki tilkiden hiç farkı olmayan herhanngi bir tilkiyim. Ama beni evcilleştirirsen, birbirimiz için gerekli oluruz o zaman. Benim için sen dünyadaki herkesten farklı birisi olursun. Ben de senin için eşsiz benzersiz olurum...."
''Anlıyorum galiba,'' dedim. "Bir çiçek var... Galiba o beni evcilleştirdi..." "Olabilir," dedi tilki, "dünyada böyle şeyler hep olur." "Ama hayır, o Dünya' da değil," dedim. Tilki şaşırmıştı. Merakla "Başka bir gezegende mi?" diye sordu. "Evet." "Orada avcılar var mı?" "Yok." "Aman ne hoş! Peki tavuklar?" "Hayır, tavuklar da yok." "Hiçbir şey mükemmel olamıyor," diyerek içini çekti tilki.
Birden aklına bir fikir geldi.
"Benim yaşamım çok tekdüze," diye anlatmaya başladı. "Ben tavukları avlıyorum, insanlar da beni. Bütün tavuklar birbirine benziyor, bütün insanlar da... Bu yüzden çok sıkılıyorum. Ama beni evcilleştirirsen yaşamıma güneş doğmuş gibi olacak. Duyduğum bir ayak sesinin ötekilerden farklı olduğunu bileceğim. Öteki ayak sesleri beni köşe bucak kaçırırken, seninkiler tıpkı bir müzik sesi gibi beni çağıracak, sığınağımdan çıkaracak. Hem bak, şu buğday tarlalarını görüyor musun? Ben ekmek yemem. Buğday tarlalarının da hiçbir anlamı yoktur benim için. Bu da çok üzücü. Ama senin saçların altın sarısı. Beni evcilleştirdiğini bir düşün! Buğday da altın sarısı. Buğday bana hep seni hatırlatacak. Ve ben buğday tarlalarında esen rüzgârın sesini de seveceğim..."
Tilki uzun bir süre bana baktı. Sonra da "Lütfen... Evcilleştir beni!" dedi.
"Çok isterim," dedim, "ama burada çok kalamayacağım. Bulmam gereken yeni dostlar ve anlamam gereken çok şey var."
"İnsan ancak evcilleştirirse anlar," dedi tilki. "İnsanların artık anlamaya zamanları yok. Dükkânlardan her istediklerini satın alıyorlar. Ama dostluk satılan bir dükkân olmadığı için dostları yok artık. Eğer dost istiyorsan beni evcilleştir."
"Seni evcilleştirmek için ne yapmalıyım?" diye sordum
"Çok sabırlı olmalısın," dedi tilki. "Önce karşıma, şöyle uzağa çimenlerin üzerine üstüne oturacaksın. Gözümün ucuyla sana bakacağım, ama birşey söylemeyeceksin. Sözler yanlış anlamaların kaynağıdır. Her gün biraz daha yakınıma oturacaksın..."
Ertesi gün oraya yeniden gittim.
"Aynı saatte gelmen daha iyi olur," dedi tilki. "Örneğin sen öğleden sonra dörtte geleceksen, ben saat üçte mutlu olmaya başlarım. Mutluluğum her dakika artar. Saat dörtte artık sevinçten ve meraktan deli gibi olurum. Ne kadar mutlu olduğumu görmüş olursun. Ama herhangi bir zamanda gelirsen yüreğim saat kaçta senin için çarpacağını bilemez. İnsanın belli alışkanlıkları olmalı..."
"Alışkanlıklar mı?"
"Evet. Bunlar çoğunlukla ihmal edilir," dedi tilki. "Alışkanlıklar bir günü öteki günlerden, bir saati öteki saatlerden farklı kılan şeylerdir. Örneğin benim avcılarımın bir alışkanlığı vardır. Her perşembe köyün kızlarıyla dansa giderler. Bu nedenle perşembeleri benim için güzel günlerdir. Üzüm bağlarına kadar sokulabilirim o günler. Ama avcılar dansa herhangi bir günün herhangi bir saatinde gidiyor olsalardı hiç tatilim olmazdı."
Böylece tilkiyi evcilleştirdim. Ayrılma zamanı geldiğinde tilki, "Ağlayacağım," dedi.
"Benim bunda bir suçum yok," dedim. Seni üzmek istememiştim, ama evcilleştirilmeyi sen istedin..."
"Evet, orası öyle," dedi tilki. "Ama ağlayacağını söylüyorsun." "Evet, öyle," dedi tilki. "O halde evcilleştirilmek senin için pek iyi olmadı!" "Çok iyi oldu!" dedi tilki. "Buğdayların rengini düşün."
Sonra da "Gidip güllere bak şimdi," diye ekledi. "Kendi gülünün eşi ve benzeri olmadığını göreceksin. Sonra da gel vedalaşalım. Sana armağan olarak bir sır vereceğim."
Hemen gidip güllere baktım
"Siz benim gülüme benzemiyorsunuz," dedi. "Hatta hiçbir şeysiniz şu anda. Çünkü ne bir kimse sizi evcilleştirdi, ne de siz bir kimseyi. İlk gördüğüm zamanki tilkim gibisiniz. O zaman yüzbin başka tilkiden herhangi biriydi. Ama şimdi dostum oldu ve benim için eşi benzeri yok."
Güller çok utanmışlardı.
"Çok güzelsiniz, ama boşsunuz benim için," diye sürdürdüm sözlerimi. "İnsan sizin için ölemez. Doğru, gelip geçen biri için benim çiçeğimin sizden hiçbir farkı yok. Ama o benim için yüzlercenizden daha önemli; çünkü suladığım, cam bir fanusun altına koyduğum, önüne siperlik yerleştirdiğim çiçek o. Çünkü tırtılları ben onun için öldürdüm. (Birkaç tanesini bıraktık, sonradan kelebek oldular.) Çünkü yakındığı ya da övündüğü, ya da hiçbirşey söylemediği zamanlarda dinlediğim çiçeğim o benim. Çünkü o benim çiçeğim."
Tilkinin yanına döndü sonra.
"Hoşça kal," dedi. "Hoşça kal," dedi tilki. "İşte sana bir sır, çok basit bir şey: İnsan yanlız yüreği ile doğruyu görebilir. Asıl görülmesi gerekeni gözler göremez." "Asıl görülmesi gerekeni gözler göremez," diye yineledim; unutmamalıydı bunu. "Gülünü senin için önemli kılan, onun için harcamış olduğun zamandır." "Onun için harcamış olduğum zaman...." diye yineledim. Unutmamalıydı bunu. "İnsanlar unuttu bunu," dedi tilki. "Ama sen unutmamalısın. Evcilleştirdiğimiz şeyden sorumlu oluruz. Sen gülünden sorumlusun..." "Ben gülümden sorumluyum," diye yineledim. Bunu da unutmamalıydı ..
Tilki ile vedalaştıktan sonra, Astreoid B325'e gitmek için yola çıktım ..
BÖLÜM 2 ASTREOİD B325 VE GREGOR SAMSA Gece vakti ışıltılı ve uzun bir yolculuğun ardından, yalan yok yolculuk boyunca yine uyumuştum, sabah Astreoid B325'e vardım. Buranın nasıl bir yer olduğuna dair bir fikrim yoktu ve ilk kez geliyordum. Ama merak içindeydim, Tilki gibi arkadaşlar bulmak istiyordum amacım buydu fakat bu gezegen benim gezegenime ve astreoid B612'ye göre çok daha karanlık ve ürperticiydi. Gündüz vakti olmasına rağmen gökyüzünde yıldızları görebiliyordum, parlak ve göz kamaştırıcıydı, gezegen ise sessiz, karanlık, ürpertici ama yine de içimi rahatsız etmeyen bir görünümdeydi.
Yaklaşık 2 saattir yürüyerek dolaşıyordum fakat kimseyle karşılaşmamıştım ama sanki birileri beni izliyor gibi hissediyordum, sanki her an arkamdan ayak sesleri geliyor ve o yöne baktığımda her kim varsa oradan kayboluyor gibiydi. Soluklanmak için oturduğum sırada bir kayanın arkasında hareket eden bir şey gördüm, karşıma çıktığında çığlık atmamak için kendimi zor tutuyordum. Gördüğüm şey 4 bacaklı kafasının üzerinde uzun antenleri olan, iri gözleriyle bana bakan benim boylarımda büyük bir böceğe benziyordu. Bir an için derin bir nefes aldım ve ona kim olduğunu sordum.
''Merhaba sen de kimsin ?'' ''Sana zarar vermeyeceğim korkuyorsan gidebilirim'' dedi böcek. ''Hayır, korkmuyorum senden kim olduğunu merak ediyorum'' dedim. ''Sana iğrenç gelmiyor muyum? Beni bir terlikle kovalama isteği gelmiyor mu içinden ?'' diye sordu böcek. ''Bana zarar vermeyeceğini söyledin, neden böyle bir şey yapayım ki ?'' diye sordum. ''Sen temiz kalplisin çocuk, o halde yanına geliyorum'' dedi ve ekledi ''Merhaba, ben Gregor Samsa''
Onun da biz insanlar gibi güzel bir isminin olduğunu öğrendiğime sevinmiştim. Şaşkın bakışlarımı gizlemeye çalışırken, aklımdan geçen onlarca soruyu ona sormak istiyordum. Fakat benim ondan korkacağımı düşünmesi ve sanki benden çekiniyor gibi davranması bir yandan soru sorma isteğimi törpülüyor, bir yandan ise daha da kabartıyordu. Dayanamadım ve sordum ;
''Burada mı yaşıyorsun Gregor ?'' ''Hayır, aslında burada yaşamıyordum, dinlemek istersen sana hikayemi anlatırım ama bana inanmazsın'' ''Anlat lütfen, merak ediyorum, ben seni sonuna kadar dinlerim'' dedim
Ve böylece biraz daha rahatlamış gibi görünen Gregor Samsa anlatmaya başladı, onu daha da mahçup etmemek için hiç bölmeden sonuna kadar dinledim, bana anlattıkları tam olarak şöyleydi;
''Ailemle birlikte dünyada yaşıyordum, her şey gayet güzel bir şekilde gidiyordu, ben de senin gibi bir insandım bir zamanlar, aslında hala insan gibi hissediyorum, hatta bir çok insandan çok daha fazla insansı hissediyorum. Kötü bir rüya gördüğüm, uyanıp işe gideceğim bir pazartesi sabahı kendimi bu halde buldum. Gece ne olduğunu bilmiyorum, fakat bir böceğe dönüşmüştüm, yataktan kalkmakta zorlanmıştım, çünkü derim değişmişti, kollarım ve bacaklarım değişmişti bana ait olmayan bir bedenin içinde olduğumu anlamıştım o an ama düşüncelerim ve hislerimle yine de hala bendim. Bu durum beni çok afallatmıştı fakat sanırım bu duruma şaşırıp tepki verenler arasında en masumu benimkiydi ..
Ailem beni o halde gördükten sonra beni kabullenemediler, benden iğrendiler, benden utandılar, insanlarla yüzyüze getirmediler, odama hapsedip oradan çıkartmadılar, hatta onlara zarar verebileceğimi bile düşündüler, onlarla beraber yemek yememe bile izin vermiyorlardı, her gün odama birileri yemeğimi bırakıp kaçıyordu bu dışlanmışlık ve dönüşüm benim, dönüştüğüm şeyden çok daha fazla afallamama sebep olmuştu.Tüm bunlara dayanamayıp bir gece ışıklar huzmesi içinde yolculuk yaparak buraya kaçtım o zamandan beri burada yalnızım ama yalnız olmak kalabalıkların arasında tek başına kalmaktan çok daha iyi.
Dünya acımasız bir yer, dünyada yaşayan insanlar anlayışsız, kendileri gibi olmayanları, kendine benzemeyenleri dışlayıp toplum dedikleri olgudan uzaklaştıran, yargılayan, yaftalayan bireylerle dolu bir yer dünya işte bu yüzden dünyada değil buradayım dostum.'' dedi ..
Gregor Samsa için çok üzülmüştüm, büyükler beni yine hayal kırıklığına uğratmıştı, nasıl göründüğünün ne önemi vardı ki ? O hala aynı Gregor'du aynı düşünce ve hislere sahipti, kimseye zararı yoktu ve dahası görüntüsündeki değişikliği kendisi istememişti, hoş kendisi istemiş olsaydı bile bu neden insanları ilgilendirsin ki ? Gregor Samsa'nın anlattıkları zihnimde bir sürü soruya daha yer açmıştı ama bazı şeyleri daha iyi anlamama da sebep olmaya başlamıştı. Şimdi ona benimle birlikte seyahat etmeyi teklif etmeli miyim yoksa yalnız ve huzurlu yaşantısını hiç bozmamalı mıyım bilemiyordum. Onunla biraz daha sohbet ettikten sonra yanına tekrar geleceğimi söyleyip Astreoid B325'den ayrıldım.
Ve o gece yatmadan düşündüm, sanırım her insan biraz Gregor Samsa .. BÖLÜM 3 ANLAYAMADIĞIM HAKLI BİR KADIN VİRGİNİA WOOLF
Onu size nasıl anlatacağımı bilmiyorum, anlatacaklarımı 6 yaşında bir çocuk için ne kadar anlamış olabileceğimi de bilmiyorum, fakat o bana gülümseyip yanağımdan bir makas alırken büyüdüğünde anlarsın diyerek gülümsediği için, haklı olduğunu ve anlatacaklarımı anlayabileceğinizi düşünüyorum.
Gregor Samsa ile vedalaşmamdan 3 gün sonra Astreoid B612'ye yeniden gidip güneşin ve güzel çimlerin tadını çıkartmak istiyordum, belki tilkiyi görürdüm, ayrıca orada akan nehrin kenarında uzanıp şarkılar söylemek beni bir hayli mutlu ediyordu bu yüzden yola koyuldum ve ışık huzmesiyle biraz uykunun ardından artık oradaydım.
Nehrin yanına geldiğimde az ilerde oturmuş elinde kağıt ve kalem olan, sürekli bir şeyler yazan bir kadın gördüm. Önce, bir şeyler yazdığı için onu rahatsız etmemeliyim hem bu güzel güneşli günde belki de kimseyle konuşmak istemiyordur, yalnız kalmak istiyordur diye düşündüm. Çünkü bence mesela büyükler bunu da düşünemiyorlardı, tanıdıkları ya da tanımadıkları herkesin kendileriyle konuşmak isteyebileceğini düşünüp, rahatsız edip etmeyeceklerini umursamadan pat diye lafa girip sizi gereksiz bir sohbetin içine atıyorlardı, neyse.
Bir süre sadece ne yaptığına bakmakla yetindim sonra bana dönüp gülümsediği bir anda ben de gülümseyip merhaba diye seslendim.
''Merhaba çocuk, neden uzakta duruyorsun ? Yanıma gelsene.'' dedi.
Hiç beklemeden ufak çantamı boynuma geçirip onun yanına doğru yol aldım, yanına gittiğimde ona ismini sordum, ''Merhaba, adınız nedir ?'' ''Virginia Woolf ya senin?'' dedi
Ona adımı söyledikten sonra hiç beklemeden yaptığım en iyi şeyi yaparak onu soru bombardımanına tutmaya başladım,
''Ne yazıyorsunuz Virginia Woolf ? Neden yalnızsınız ?'' diye sordum
''Yazmam gereken bir makale var ve bir kadın eğer yazmak istiyorsa şayet kendi kazandığı parası ve kendine ait bir odası olmalı, Astreoid B612 benim kendime ait hissettiğim odam o yüzden buraya gelip yalnız başıma huzurla ve ilhamla istediklerimi yazabiliyorum'' dedi
‘'Nasıl yani siz bir yazar mısınız ?'' dedim. Şaşırmıştım, ben yazarlığın bir kadın işi olduğunu hiç düşünmemiştim bana hep bir erkek mesleği gibi gelmişti, mesela polis dediğinde de aklıma hep erkek gelirdi, kadınlar ev hanımı olurlardı, bazen doktor olurlardı, bazen sekreter olurlardı ama yazar olurlar mıydı ki ?
Virgina Woolf bana herhangi bir mesleğin, rengin, nesnenin cinsiyeti olmadığını, bunu yapmak isteyen ve yapmak için çabalayan kadının da erkeğin de eşit derecede yapabileceğini anlattı ve ekledi,
''Eğer daha fazlasını istersen küçük adam biraz daha büyüdüğünde kitabımı okuyabilirsin, sana çok şey katacaktır büyüklerinin anlayamadığı bir çok kavramı erkenden anlamış ve daha güzel bir insan olarak yaşamış olursun. Sen büyüyene kadar ben bu kitabı basacağım ve ismini de Kendine Ait Bir Oda koyacağım bunu aklına kazı ve unutma tamam mı ?'' dedi.
Söylediklerini iyice dinledim ve yazacağını söylediği kitabın ismini aklıma kazıyarak, ona çantamdan çıkarıp çizdiğim resmi gösterdim ve ne gördüğünü sordum. O da ne yoksa o fil yutmuş bir boa yılanı mı ? diye sorduğunda, kendimi tutamayıp işte buu! diye bir çığlık attım. Sonunda birisi beni anlamıştı, hem yazar, hem kadın, hem de doğru açıdan bakabilen bir büyüktü bu benim için inanılmazdı. Bir süre daha onunla sohbet ettik, fakat bu kez daha anlayabildiğim şeylerden konuştuk gayet mutlu ve güzel bir gün olmuştu benim için ardından onunla da vedalaşıp evime doğru yola koyuldum aklımda ise onun söylediği cümlelerden birisi yankılanıyordu;
''Kadın ne olursa olsun değişik bir düzenin, değişik bir yaşam sisteminin merkezidir. Bu dünya ile kendi dünyası çok farklıdır ...''
Sanırım Astreoid B612 gibi bir yerden bahsediyordu.
Enis ARARAT
Küçük Prens-Dönüşüm-Kendine Ait Bir Oda uyarlama.
0 notes
Text
Tam da o gün, yıllar sonra ilk buluşmamız. İndim tramvaydan. Kalbim sanki ömrüm boyunca hiç bu kadar hızlı atmamıştı. Seni bekledim. Geliyordun. Sarıldık. Yürümeye başladık, kolyemi ve gözlüğümü çok beğendin. Hemen gözlüğü sana taktım. Kedi gibi olmuştun. Çok hastaydın eve gittik. Çorba istemiştin. Domates çorbası. Onu yapmaya çalıştık. Arkamdan sarıldın ve yanağımı öptün ben çorbayı karıştırmaya çalışırken. Oysa ki ben heyecandan o çorbayı karıştırmadım. Bana saf saf baktın. Karşımdaki lavabonun içinde kirli tabaklar duruyordu. Onları yıkamak istedim deterjanı dahi bulamadım. Çıkardın deterjanı elimdeki süngere döktün. Sanki o gün herşey bana inattı. Suyu açtığım an deterjan düşüverdi. Rezillikten ölüyormuşcasına utandım. Sonunda dayanamadın annem seni gelin almaz dedin. Yalandan bir gülümseme belirdi yüzümde. Çorbamızı içtik. Sesin çok kötüydü ve burnunu çekip duruyordun. Konuşamadım yıllar sonra sadece susup seni izlemek istemiştim. Çorbanı içtikten sonra odana geçtik. Film seçmiştin. Yatağa uzandık. Filmimizi izlemeye başladık. Filmde kadının biri bir adama aşıktı. Adamda başkasına. Aslında bu konu bana çok tanıdık geliyordu. Tam içimden geçmişi geçirirken bana bir soru sordun. Ya o kadın sen olsaydın, beni uzaktan sevseydin ne yapardın dedin. Oysa ki ben seni zaten yıllarca uzaktan sevmiştim. O filmdeki kadın aslında bendim. Sana zamanı gelince birşeyler söyleyeceğim dedim. Gözlerin parladı hemen merak ettin ama söylemedim. Film maalesef mutlu bir sonla bitmedi ama benim en mutlu günümdü. Eskiden seninle benden kısasın diye dalga geçerdim. Beni birden bire ayağa kaldırdın. Önce boyumuza sonra bana bakarak sırıttın. Bak uzunum dedin gülmeye başladın. Bir anda kendimi yukarıda buldum. Belimden tutup kaldırdın beni. O gün neredeyse hiç konuşamadım sanki rüyadaydım. Dans ettik, müzik dinledik, saatlerce gözlerine bakabilirdim. Bir süre sonra bana yine ne söyleyeceğimi sordun. Söylemedim. Trip atmaya başladın ve karşıdaki yatağa geçtin. Seni çağırdım sen gel dedin. Sonra dayanamadın geldin. Telefonumdan 4 yıl öncesinin fotoğrafını açtım. Yıllarca her gece o fotoğrafa bakarak uyumuştum. Senin haberin yoktu senden gizliydi ve çok küçüktük. Sana gösterdim. Film izlerken bi soru sormuştun ya dedim, zaten yaşadım. En yakın arkadaşımla sizi her gün beraber gördüm. Ve yıllarca sana aşık yaşadım. Ağladım. İlk kez sana sarılarak ağladım. Gözyaşlarımı sildin. Makyajım aktı. Benden mi utanıyorsun dedin düzeltmeme izin vermedin. O gün bana dolu seni seviyorum lafı söyledin. İnandım, salaktım. Ama evet aramızda birşey eksikti. Sarılsak saçım küpene takılıyordu, birşeyler yere düşüyordu, konuşamıyordum. Ama seni kimsenin sevmediği kadar da çok seviyordum. Dudaklarına doydum o gün. Sonra başladın yüzümdeki siyah noktaları sıkmaya. Bir de havanı attın. Bunu sadece annemle kendime yaparım değerini bil diye. 1 gün geçmeden yüzüm sivilce tarlasına döndü sayende. Keşke hiç geçmeselerdi. Senin izlerini taşısaydı yüzüm. Artık gitmem gerekiyordu. Sana sıkı sıkı sarıldım ve kapıdan bana bakışını izledim. Evden çıkıp gittiğimde rüyada mıyım yoksa tüm yaşadıklarım gerçek miydi emin olamadım. Şu kısacık ömrümün en güzel, en özel günüydü. Bana en güzel günlerini ver sana o günü yeniden yaşatacağız deseler hiç gözümü kırpmadan kabul ederdim. Biliyorum eksiktik, ama düzeltebilirdik. Düzeltemedik.
1 note
·
View note
Text
Ben bir kadınım. Toplumumuzda erkeğin beyni adlı kurgum.
Yatağın ucundaki bu kızıl saçlı kadın, benim için ne anlam ifade ediyor ? Belki birkaç yıl öncesinden bugüne kadar ki anılarımın toplamıdır. Bir kadın nasıl olurda herşeyi düşünebilir ? Kadınların fil hafızalı olması yaradılıştan mı gelir ? Belki de hayat mücadeleleri buna dayanmakta, kim bilir. Dışardan bakıldığında sahip olduğum kadının çok güzel olduğu gerçeğine kapılıyorum. Sahip olmak eylemine, hiç bu kadar anlam yüklenmemiştir. Kızıl saçlar, bembeyaz bir ten, kırmızılığını kendinden oluşturmuş bir dudak, uzun kirpikler, yemyeşil gözler ve ince bir bel. Ben bu kadına sahip olamazdım, o sahip olmama izin vermişti. İncecik beline baktığımda vücudunun yanımdayken aldığı şekli düşündüm. Kadınların işi zor olmalı. Beğenilme arzusunu içinde hep bulunduran ama bunu dışarı yansıtmayan bir yapıları var. Erkek olarak tek yapmamız gereken, tavlamak. Bir kadının her halini anlamlandırmaksa yorucu.
Yatağının kenarında oturan kadının yanına gittim. Bana ait olması onu ben yapmazdı. Kendi fikirlerini hiç önemsemediğimi düşünüyordu. 3 yıllık beraberliğin 2 yılını aynı evde geçirdik. 1 yıldır sürekli kavga ediyorduk. Ben erkeğim, onu yatakta ilk zamanlar çok şehvetli ve mutlu hissediyordum. Şimdilerse isteksiz ve ben yine çok iyiyim. Libidom hala tavan ve bu durum onu istekli hale getirmiyor. Aramızdaki sorunları yatağa yansıtma huyu var. Yansıtmamalı ki aşkımız hala sürsün. Anlamaktan güçlük çektiğim sebepsiz tripleri ve en ufak şeyden nem kapan bir güveni vardı. Şüpheci, kavgacı taraf oydu. Çünkü ben çoğu kavgamızın neden dolayı olduğunu anlamıyordum.
Bu gece aynı yatakta saatlerce sessizliğimizi koruduk. Kafamdan çok güzel olduğu haricinde bir artısı olmayan biri olmak için çabalıyor gibiydi. Benden önce evlenip boşanmıştı. Neden boşandığını bilmiyordum. Hiç bahsetmedi, sormadım. Dul olması kötüydü. İlk ben sahip olmak isterdim ona. Ama sevmiştim, artık yapıcak birşey yoktu. Evli olmamamız bunun sorun olmasına müsade etmiyordu. Aileme açıklama yapmak zorunda değildim, evlenmediğimiz sürece.
Odanın sol köşesindeki dolaptan birer kadeh içki alıp geldikten sonra sessizlik hala devam ediyordu. Bir ara ince belinden kavrayıp öpmek istedim. Ancak yine bilmeden bişey yaparım diye korktum. Bu zamana kadar herşeyi bilmeden yapmış ve bu odanın içinde günlerce sessizce yatağın kendime ait olan kısmında uyumuştum. Herşey bu odanın içinde bitmeliydi. Şu odanın kapısında kalmalıydı bütün sorunlar. Kadındı o, beni mutlu etmeliydi ki gözüm dışarda olmasın. Ama böylesi sorunlu bir durumdan ben artık kaçmak istiyordum. Onu fazlaca arzuluyor ilk zamanlarda olduğu gibi odanın her köşesinde sıkıştırmak istiyordum. Sessizliğini üç beş kadehten sonra bozdu. Artık benimle yapamıyormuş. Olmazmış artık. Sevmiyormuşum onu. Buna kendisi karar veriyor ya! Ben her gördüğümde yeniden hayran olduğum kadını bu odanın içide tanıyamaz duruma geldim, sesim çıkmıyor. Kalbim biraz bozuk biraz kırgın ama hala yanımda olması rahatlatıyor beni. Ona sarılmalıyım, hem de hemen. Yoksa gidicek. Üç beş gün üzülücem belki hiç unutamayacağım. İhtimaller içinde herşey bu kadar net değilken yaşadıklarımız gözümün önünden geçiyor.
Her sabah uyanıp kahvaltımızı bu odanın içinde yapmamız. Özel duşumuzda beraber sevişerek duş almamız. Aynı küvetin içinde saatlerce uzanıp onun bunun dedikodusunu yapmamız. Dolabını toplarken onun giymek istemediği kıyafetleri zorla ona giydirip sevişerek onları üstünden çıkarıyor olmam. Daha bir sürü şey yaşamışız bu odada. Ama gitmek istiyor. Bilmiyor ki bu gecenin sonunda, sabah uyandığımda yatağın diğer kısmımda onu bulamazsam erkeklik gururudur affetmem. Bensiz hiçbişey yapamaz ki. Bensiz kavanoz kapağını açamaz mesela. Bensiz dolabın yukarısına yetişemez. Hem akşam yemeklerinde salatayı kim yapıcak ? Ne kadar lazımım aslında ona, farkında bile değil. Benim ona ihtiyacım yok oysaki. Herşeyi kendim yaabiliyorum. Seks dışında. Onu da bulurum birilerini. Aynı ten olmaz, aynı koku ama ihtiyacım giderilir en azından. Belki de bitmemeli.
Yanına oturup saçlarıyla oynamaya başladığımda dönüp gözlerimin içine baktı. Öpüşmek için yeltendim ancak istemedi. Kafasını çevirmesi soğumama sebep oldu. Odanın sağ köşesindeki bibloya baktım. Salıncakta sallanan yaşlı bir çiftin biblosuydu. Bu bibloyu onu ilk öptüğüm gün hediye etmiştim. Yanında ki ufak bibloları hatırlamıyorum bile. İllahaki düşünüp almışımdır. Ben herşeyi düşünürüm çünkü. Hiçbir şeyi dert etmeyen ve bu mutluluğu bozmayan biriyim. Gözüm televizyona takıldı. Altındaki playstationa baktım. İlk aldığımda çok fazla zaman geçirip onu ihmal ettiğimi söylerdi. Oysa öyle bişey mümkün değil, aynı evdeyiz. O da kendine bir hobi edinmeliydi, benle uğraşmak dışında.
Tüm gün seviştiğimiz günler olurdu. Belindeki kıvrımlara bayılıyorum, bunu biliyor ve üstümdeki hareketlerini o kıvrımı göstererek yapıyordu. Aynı eve girdiğimiz ilk zamanlar çok fazla sevişiyorduk. Her gördüğüm alanda sıkıştırıp giriveriyordum içine. Hoşuna gidiyordu. Sonrasında olay çok fazla buna dayanmasın diye istememeye başladı. Bana durumu açıkladığında çok gülmüştüm. Erkeğim ben tabiki isteyeceğim seni demiştim. Haklıydım, istiyordum. Şuan gitmek isteyen kadına bakıp hala onu arzulayabiliyordum. Ben onunla mutuydum, onun duyguları umrumda değildi. Mutluluk iki taraflı olmak zorunda değilki. Bir taraf fedakarlık yapmak zorunda ve o kadın olmalıydı.
Saatler geçti. Hala beni neden istemediğini anlayamıyorum. Saatin yelkovanından çıkan her ses onun gidişini yakınlaştırıyor. Sesi çıktı sonunda, aldatıldığı için boşanmış. Sormadım halbuki. Aldatılmak zor olsa gerek. Güzellik yetmiyor biliyorum. Ondan daha güzelini bulamam ama yatakta daha iyi sevişen birini bulabilirim.Erkeğim ben hakkım bu, sevişmek, yatakta mutlu olmak, güzel yemek yapması ve herşeyin dört dörtlük olması gerek. Aldatılmak için bunlardan birini yapmaması yeterli kadının ve yanımdaki güzel kadın şuan beni mutlu etmiyordu.
Merakımdan sordum. Neden istemiyordu ki beni? Beynimden vuruldum. Aldatılmışım. Hem de eski kocasıyla. Bu kadınlar gerçekten aptal. Duygusal boşluğun içindeyken yanında olmamışım da onu aramış ve onunla yatmış. İlk öpüştüğümüz günde aldığım bibloyu yüzüne fırlattım. Sanırım biraz kanadı. Yüzüne bakamıyorum çok tiksinmiştim ondan. Meğer bunca zaman yatakta mutluluğu onunla yaşıyormuş. Ben de sıkıntı olmadığını hep söylerdim, benim hiçbir eksiğim yok, bütün sıkıntı onda. Ben mükemmelim. Hala yakışıklı ve zekiyim. Benden daha iyisini bulamaz, pişman olucak.
Odadan çıktım. Uzun zamandır olmak istemediğim biyerde olma hissimden kurtulmak için arabama atlayıp iki ev ilerde durdum. Kapıyı çaldım ve şuan eski sevgilim olan kadının en yakın arkadaşına geldim. Dudaklarıma yapıştı hemen, belli ki özlemiş. Sık sık görüşürdük ancak bu seferki şehvetli olucaktı. Çünkü sinirliydim ve sinirimi ondan çıkarmak istiyordum. Kulağıma vısıldadığı kelimeler daha da güçlü bir erkek olduğumu hissettirdi. Aldatıldım dedim bir anda. Güçlü bir kahkaha attı, bir kadına yakışmayan ses tonuyla. Aldatıldığım kadar aldattığımı söyledi. Sinirlendim ve son gücümle içine girdim. Şehvetin verdiği rahatlıkla üstümü giyinip eşyalarımı almak için evime döndüm. Eve girdiğimde yeniden bir sessizlik hakimdi. Kapıyı açtım ve baygın yatan beni aldatmış eski sevgilimi gördüm. Üstünde bir not vardı. “Ben seni aldatmadım, sen beni aldattın.Yakın arkadaşımla mutluluklar..”
Hakkettiğini buldu. Benimle konuşmak yerine kendini öldürmesi kendi iradesizliği. Şuan yakın arkadaşıyla beraberim. Bazen aklıma gelince sadece hala kucağımdayken kıvrılan belini düşünüyorum. Bazen hayal edip rahatlıyorum da. Erkeğim ben bunu düşünmek hakkım.
0 notes