#üç maymun
Explore tagged Tumblr posts
Text
“Bir insanın hayatını mahveden şey nedir, biliyor musunuz?” diye sorar Nuri Bilge Ceylan, üç maymun filminde,
Ve cevap verir ardından; “kendi kendine yalan söylemesi…”
Kendi ellerimizle ördüğümüz duvarların arkasında, kendi yalanlarımızla oluşturduğumuz karanlığın içinde boğuluyorduk işte çığlık çığlığa… sesimizi yalnız kendimiz duyuyor, kendi yalanlarımıza kendimiz inanıyorduk.
Herkesin kendi dünyasıydı orası. Kendi yalnızlığı, kendi karanlığı…
Mutlu görünenlerin hepsinin içinde o karanlığın içine çekmek için var gücüyle çabalayan bir çift el, parçalıyordu tüm tebessümleri bir kağıt parçası gibi. Ve etrafta uçuşan ateş böcekleri gibi, güneşin doğup batışını izliyorduk çaresiz gözlerle.
Birşeyi bekler gibi bekleyen ama bekleyecek hiçbirşeyi olmayan birileriydik işte. Çıkmaz bir sokakta geceleri, asla gelmeyeyecek bir otobüsün gelmesi için beklemek, ancak o son sokak lambasının sönmesini bekleyecek kadar da umut beslemekti tek yaptığımız.
Kendi kendinize uydurduğumuz yalanların karanlığına bulaşmamamız imkansızdı. Herşeyi bildiğimiz gibi bunu da biliyorduk. Ancak inanmak da istiyorduk bir yandan. Bir umudun peşinden yürümemiş miydik yıllar yılı. Yol dediğimiz şey, ucunda bir mutluluk kırıntısı olan bir kıvılcımdan ibaret değil miydi? Güneş sanmamış mıydık hepimiz o bir anlık kıvılcımı?…
Neyse…
Gerçekliğin tokatının, yalnızlığın eliyle olduğunu anlıyordum şimdilerde…
Sessizce bir yalan söyleyip, yine inanmayı seçmiştim bu gece de ışıkları kapatırken sokakların.
Ve bir adım daha atmıştım kendi karanlığıma, kendi yalnızlığımı selamlayarak…
Bir kıvılcımın peşinden dalıp giden gözlerle…
43 notes
·
View notes
Text
Three Monkeys (Nuri Bilge Ceylan, 2008)
cinematography: Gökhan Tiryaki
18 notes
·
View notes
Text
Mesela ben çok gülerdim, çok konuşur, saatlerce aynı konudan bahsedebilirdim. Ama bir şeyler oldu sonra, gerçi bir şeyler hep oluyordu ama ben geç fark ettim işte, bazı konuları aşamadım, bazı şarkıları susturamadım, bazı cümleleri unutamadım ve kalbimi yaşanmışlıklardan arındıramadım. Birileri uzun uzun bir şeyler anlatıp durdu ama cevap veremedim hiçbirine. Çok sevdim herkesi ama kimsenin sevdiği olamadım. Çok şey sayıkladım, kimse anlamaya çalışmadı. Sonra sustum, hep öyle olur ya zaten.
8 notes
·
View notes
Text
Mesela ben çok gülerdim, çok konuşur, saatlerce aynı konudan bahsedebilirdim. Ama bir şeyler oldu sonra, gerçi bir şeyler hep oluyordu ama ben geç fark ettim işte, bazı konuları aşamadım, bazı şarkıları susturamadım, bazı cümleleri unutamadım ve kalbimi yaşanmışlıklardan arındıramadım. Birileri uzun uzun bir şeyler anlatıp durdu ama cevap veremedim hiçbirine. Çok sevdim herkesi ama kimsenin sevdiği olamadım. Çok şey sayıkladım, kimse anlamaya çalışmadı. Sonra sustum, hep öyle olur ya zaten.
-Nuri Bilge Ceylan
5 notes
·
View notes
Text
Üç Maymun/Nuri Bilge Ceylan
Mesela ben çok gülerdim, çok konuşur, saatlerce aynı konudan bahsedebilirdim. Ama bir şeyler oldu sonra, gerçi bir şeyler oluyordu hep ama ben geç fark ettim işte, bazı konuları aşamadım, bazı şarkıları susturamadım. Birileri uzun uzun bir şeyler anlatıp durdu ama cevap vermedim hiçbirine. Çok sevdim herkesi ama kimsenin sevdiği olamadım. Çok şey sayıkladım, kimse anlamaya çalışmadı. Sonra sustum, hep öyle olur ya zaten.
#kitapalintisi#kitap#kitap alintilari#kitap alıntıları#kitap sözü#kitaplar#kitaptan alıntı#kitap alıntısı#kitapsözleri#kitaptansözler
25 notes
·
View notes
Text
youtube
Kilidi vurun ardıma Yalnızlık kalsın kapıda
Kazansan ne kaybetsen ne Gururunun savaşını... Yalnızlıktır ganimetin, Sakla onu boş odanda
Ne kendine acı ne ona! Şehirler o olur sen kaçarsın Kalbim ölü bulundu dün sabah Ben bu aşkın ızdırabını...
Kapıyı çekin gidin Beni bırakın gidin Kilidi vurun ardıma Yalnızlık kalsın kapıda...
Bana bu şarkıyı yazdıran, Bana üç maymun yaptıran, Beni bu içiren sünger gibi Bu aşkın ızdırabını...
Ne kendine acı ne ona! Şehirler o olur sen kaçarsın Kalbim ölü bulundu dün sabah Ben bu aşkın ızdırabını...
Kapıyı çekin gidin Beni bırakın gidin Gidin... #irfanalış
3 notes
·
View notes
Text
Mevlid-i Nebi ve Vahdet Haftası' ismine uygun şekilde kutlamalarına devam ediyor Iran Kürdistan eyaleti
Bölücülük ateşini yakan düşmanın mikrofonları bu kutlamalara üç maymun.
3 notes
·
View notes
Text
SESİNİ KAYBEDEN ŞEHİR
Adedi devir
sıfır.
Şehir
sustu.
Kenetlendi nokta nokta şehrinin
asfalt – beton çenesi:
bin dokuz yüz nokta nokta senesi
nokta nokta
ayında..
Cadde boş.
Bir uçtan bir uca koş.
Cadde boş
bomboş
cebim gibi…
Kesildi akmıyor su…
Ne bir motor uğultusu
ne dönen bir tekerlek var.
Rüzgâr:
sürüklüyor asfaltta Mister Ford’un adını:
duvarlardan kopan renkli bir ilân kâadını
kaldırımda savuruyor…
Üç adam.
Üç adam duruyor:
Birincinin kolunda kırık bir
keman var,
ikincinin başında silindir
sırtında frak,
üçüncü kıllı bir maymun gibi çıplak..
Sokak.
Sokakta ıslık çalarak
enseni kaşıya kaşıya.
geç karşıdan karşıya.
Yok ezilmek korkusu..
Ne bir motor uğultusu
ne dönen bir tekerlek var..
Rüzgâr:
çatıyor git gide kara kaşlarını.
Kesmiş düdük sesleri köşe başlarını.
Üç adam…
Üç adam duruyor
ve bir sarhoş türküsünü söyliyerek
topuklarını yere vuruyor..
Caddenin ortasında bağırıp durmayın,
topuklarınızı yere vurmayın,
NAFİLE
asfaltı getiremezsiniz dile!!
NAFİLE
konuşmaz sesini kaybeden şehir:
okşamazsa eğer
ONLARIN
ceplerinde kilitlenen elleri
bakır telleri..
Üç adam
Üç adam duruyor:
birincinin kolunda kırık bir
keman var,
ikincinin başında silindir
sırtında frak,
üçüncü kıllı bir maymun gibi çıplak..
Üç adam
kayboluyor karanlıkta sallanarak….
Nâzım Hikmet
2 notes
·
View notes
Text
Ya aslında çok duygusal bir adamımdır ben.. Vallahi. Tuhaf gelecek size ama.. Hemen ağlarım mesela bir şey olduğu zaman öyle birisi şiir falan okuduğu zaman. Vallahi billahi.
Üç Maymun, Nuri Bilge Ceylan
9 notes
·
View notes
Text
Kafası karışık, kalbi dağınık olmak insanoğlu için en zor durumların başında gelir. Yapması gerekenleri odaklanıp yapmakta sıkıntı çekilem bu durumdan kurtuluşun reçetesini yazacak halim yok. Kişiden kişiye değişen bir durumdur. Ama bazı noktalara dikkat çekebilirim.
Mesela hayatı bazı ön kabullerle yaşamak insanın hayatını daha yaşanır kılar. Mesela her kitabı okuyamayacağını bilmek. Her yeri gezmenin mümkün olmadığını kabullenmek. Her iyiliğin sahibi olunamayacağını idrak etmek hayatı daha yaşanır kılar ve tabi ki kadere iman etmek...
İnsan maymun iştahlı olmayınca ve kapasitesinin farkına varınca kafa karışıklığı ve kalp dağınıklığı bir anlamda daha da hafifler. Bir hoca gördüğünde hoca olmak istemek, bir seyyah gördüğünde seyyah olacağım diye tutturmak kafamızı yastığa rahat koymamıza engeldir.
Üniversite okurken evlenen birini görünce evlenmek istediğini dillendirmek, YouTube da izlenme sayısı çok olan bir hatip görünce kamera fiyatlarını araştırmak ayakların sağlam zemine basılmadığını gösterir. Ben kimim ve ne yapabilirim sorularını doğru cevaplamalıyız.
Devlet mi özel sektör mü, ev hanımı/hanımlığı mı çalışan/çalışmak mı, Ankara mı İstanbul mu, akademisyenlik mi kendi işim mi, otuz yaşına kadar evlenmemek mi erken yaşta evlilik mi ve daha birçok konu.. Kafa karışıklığı ve kalp dağınıklığı.. Çözüm ne mi? Şunları sıralayabilirim👇
1. “Kim Allah’a saygısızlıktan sakınırsa, Allah ona bir çıkış yolu gösterir.” ayeti kerimesi bize yol arkadaşlığı yapmalı. Bu cenderenin İçinden çıkmak, ferasetimizin ve basiretimizin açık olmasını istiyorsak günahları üç talakla boşamalıyız. O zaman seçimlerde zorlanmayız.
2. “Bilesiniz ki gönüller ancak Allah’ı zikrederek huzura kavuşur.” İkinci yol arkadaşımız bu ayet olacak. Otobüs beklerken, metroda giderken, yolda yürürken, yataktan kalkınca, başımızı yastığa koyunca, arabaya binince, asansörden inince dilimiz Allah’ın zikriyle ıslanmalı.
3. Hayatımızın beş dakikada değişebileceğini unutmayacağız. Bugün dert diye gördüğümüz şeylerin dert olmadığını, bugün bizi şımartan etkenlerin yarın elimizden alınabileceğini bilerek yaşamalıyız. Garantisi olmayan hayatlarımızı her şeyi garantiye alıp yaşamaya çalışmak olmaz.
4. Bolca yürüyüş yapmalı ve çokça su içmeliyiz. Ve tabi ki bazen kendi kendimize kendimiz hakkımda konuşup kendimizi dinlemeliyiz. Kendi kendine konuşan değil, konuşmayan delidir belki de. Kimin ne dediğine bakmadan kendimize planlarımızdan bahsedelim. İyi gelecektir.
5. Hayatın bir süreç olduğunu unutmayalım. Bizi hedefe vardıracak şey ise bu sürecin bugünden geçtiğini unutmamaktır. Şimdinin şimdisi, yarının şimdisinden daha efdaldir. Zamanın çocuğu olacağız. Günümüzü adam akıllı değerlendirdik mi değme keyfimize.
Maddeler uzar gider ama son kapımız yine duadır. Allah kalbimizi ve kafamızı dininde sabit kılsın. Yorulduğumuzda bizi sevdikleriyle dinlendirsin. Düştüğümüzde bizi kaldırsın. Ayağımızın kaymasına müsade etmesin. Dağınıklıklarımızı düzeltsin, eğrilerimizi doğrultsun. Amin.
4 notes
·
View notes
Text
Homo sapiens’in iki eski akrabası olan Homo erectus ve Paranthropus boisei’nin yolları 1,5 milyon yıl önce kesişmiş olabilir mi?
✍🏻 Prof. Dr. Murat Türkeş
Önce özetini Nature.com’da (1) okuduğum, 28 Kasım 2024’te ünlü bilim dergisi Science’ta yayınlanan (2) “Footprint evidence for locomotor diversity and shared habitats among early Pleistocene hominins” (Erken Pleyistosen homininleri arasında lokomotor çeşitliliği ve ortak yaşam alanlarına dair ayak izi kanıtı) başlıklı makalenin bulguları ilgimi çok çekti. Ana bulguları kısaca yorumlayarak burada özetlemek istiyorum.
Homo erectus ve Paranthropus boisei‘nin dikkat çekici derecede korunmuş ayak izleri, soyu tükenmiş insansı (hominin) türlerinin bir zamanlar bir arada var olduğuna dair doğrudan kanıt sunuyor.
Önce çok kısaca bu iki insansıyı tanıtmak istiyorum. Paranthropus cinsi üç tür içeriyor: Paranthropus boisei, Paranthropus robustus ve Paranthropus aethiopicus. Son derece büyük çeneleri ve azı dişleri nedeniyle topluca “sağlamlar” olarak bilinirler. Onları bizim doğrudan akrabalarımız olmaktan çok, uzak “kuzenlerimiz” olarak nitelendirmek daha doğru olur. Paranthropus aethiopicus, 2.3 ila 2.7 milyon yıl önce yaşadı. Paranthropus boisei ve Paranthropus robustus ise 1.0 ila 2.3 milyon yıl önce yaşadılar (3).
Kendine özgü kafatası şekli ve geniş kaş çıkıntılarıyla kısa ve tıknaz bir insan türü olan Homo erectus‘un fosilleri çoğunlukla Çin ve Endonezya’da bulunmuştur. Asyalı fosillerle Afrika’daki fosillerin birlikte Homo erectus olarak mı sınıflandırılması gerektiği, yoksa Afrika örneklerinin Homo ergaster olarak adlandırılacak kadar farklı mı olduğu konusunda çok sayıda tartışma vardır. Homo erectus, Pleyistosen’de 100.000 ila 1.6 milyon yıl önce yaşamış olsa da bazı öngörüler bu süreyi 35.000 ila 1.8 milyon yıl öncesine kadar uzatıyor. Hollandalı Eugene Dubois, Endonezya’da yıllarca kayıp halkayı aradıktan sonra nihayet 1891’de (Java Adamı olarak bilinen) bir kafatasının parçasını ortaya çıkardı. Bu fosilin eski ve “dik” bir insana ait olduğuna inanıyordu ve bu nedenle türe “erectus” adını verdi. Diğer bilim insanları bu yorumu reddettiler ve fosilin maymun benzeri niteliklerini vurgulamayı tercih ettiler. Dubois’in görüşü, 1920’ler ve 1930’larda Çin’de bir dizi benzer fosilin ortaya çıkarılmasıyla doğrulandı (4).
Yaklaşık 1.5 milyon yıl önce iki antik türün yolları Kenya’da bir göl kıyısında kesişti. Çamurdaki ayak izleri zamanla kurumuş ve 2021 yılına kadar keşfedilmeden kalmıştı. Bu ayak izlerinin ya da kalıplarının analizi, bunların modern insanın atası olan Homo erectus‘a ve daha uzak akrabası Paranthropus boisei‘ye ait olduğunu ortaya koyuyor. İki birey, göl kenarındaki killi kumlu ıslak -belki de bataklık kenarı- kumsaldan saatler ya da günler arayla geçerek aynı yerde bir arada var olan farklı iki arkaik hominin türünün ilk doğrudan kaydını bırakmıştı. 28 Kasım’da Science dergisinde yayınlanan makalenin baş yazarı Kevin Hatala’ya göre, “Bu, aynı yakın çevrede yaşayan, potansiyel olarak birbirleriyle etkileşime giren iki türün elimizdeki ilk anlık görüntüsü.”
Kalıplar, ayak kemerlerinin yüksekliği, ayak parmaklarının şekli ve yürüyüş biçimleri dahil olmak üzere bireyler hakkındaki ayrıntıları korumuştu. Bu fosilleşmiş ayak izleri gerçekten de zamanın anlık bir görüntüsü ve bizi 1.5 milyon yıl önce Doğu Afrika’daki bir göl kıyısına götüren bir zaman makinesi gibi.
1.5 milyon yıla tarihlenen ‘Bir Yürüyüş Yolunda’ iki farklı insansı türün yolları birbiriyle nasıl kesişmiş olabilir?
Çoğunlukla fosil kayıtlarına dayanan önceki çalışmalar, farklı hominin türlerinin yan yana yaşadığını öne sürüyordu. Ancak fosiller genellikle geniş alanlara dağılmış ve tahmini tarihleri binlerce yılı kapsamıştı.
Temmuz 2021’de araştırmacılar, Kenya’nın Doğu Turkana Bölgesi’ndeki Koobi Fora çevresinde, bir hominin bireyinin bıraktığı sürekli bir iz yolu ve en az üç diğerinin bıraktığı izole izler de dahil olmak üzere çok sayıda antik ayak izi keşfettiler. Ayak izlerinin bulunduğu ve bugüne dek korunmuş olan yüzey, 1.52 milyon yıl öncesine tarihleniyor. Dalgalı kum, sazlık ve balık yuvalarının izleri, alanın jeomorfolojik olarak sığ sulu bir göl kıyısının kumsalı olduğunu gösteriyor.
Araştırmacılar, üç boyutlu ışın görüntüleme (3D X-ışını tabanlı) tekniklerini kullanarak ayak hareketinin bıraktığı izleri nasıl şekillendirdiğini incelediler. Ayak izlerindeki kemer derinliğini ve ayak parmağı açılarını Homo sapiens’inkilerle karşılaştırdılar. Analizler, korunmuş ayak izlerinin modern insanlar gibi dik yürüyen ve koşan ilk insan türü olduğu düşünülen Homo erectus’un bireylerine ait olduğunu öne sürüyor.
Araştırmacılar, bulunan sürekli izi Paranthropus boisei türünden, dik yürüyormuş gibi görünen bir bireye bağladılar. Bu türün ayakları daha düzdü ve ayak başparmağının konumu adım adım değişiyordu. Ayak başparmağı, yaklaşık 10 dereceye kadar dışarı doğru uzanan insan ayak başparmaklarıyla karşılaştırıldığında daha geniş bir hareket aralığına sahipti: sağ ayakta 19 dereceye, sol ayakta ise yaklaşık 16 dereceye kadar dışarı doğru açı yapabiliyordu.
H. erectus ve P. boisei’nin ayak izleri birbirine metrelerce yakındı. Bu yakınlık, bu iki insansı türün yaşadıkları ortamda ya da çeşitli habitatlarda birbirlerinin varlığından haberdar olduklarının varsayılmasına temel oluşturabilir. Tam olarak nasıl etkileşim kurdukları ya da birbirlerinden bir şeyler öğrenip öğrenmedikleri ise hâlâ bir gizem.
Bulunan hayvan izleri neyin göstergesiydi?
Alanda hominin ayak izlerinin yanı sıra, birbiriyle akrabalıkları belirlenen 30 sığır, üç ata benzer hayvan ve soyu tükenmiş dev leylek (Leptoptilos falconeri) de dahil olmak üzere 61 kuşa ait korunmuş izler bulunuyordu.
Hatala, “İnsan evriminin bu aşamasında bu bölgede olup bitenlerin gerçekten yüksek çözünürlüklü bir resmini vermek” için fosil ayak izleri ve kemik fosillerinden elde edilen verileri birleştirmeyi umuyor. Korunmuş ayak izlerinin bulunduğu ortamdaki eski biyolojik çeşitliliği, coğrafi ve ekolojik ilişkileri daha iyi anlayabilmek için gelecekteki çalışmaların hayvan ve kuş iz ve fosillerine odaklanabileceği bekleniyor.
(*Pleyistosen, tümüyle böyle olmamakla birlikte genellikle Buz Devri olarak adlandırılan, yaklaşık 2.580.000 ila 11.700 yıl öncesini kapsayan jeolojik devirdir. Pleyistosen’in sonu, son buzul döneminin sonuna ve jeolojik olarak Holosen’in başlangıcına ve arkeolojide kullanılan Paleolitik çağın sonuna karşılık gelir. Ayrıca, Pleyistosen, Kuvaterner’in ilk dönemi ya da Senozoik zamanın altıncı devrine karşılık gelir.)
Kaynaklar:
1. https://www.nature.com/articles/d41586-024-03907-z
2. Hatala, K. G. et al. 2024. Footprint evidence for locomotordiversity and shared habitats among early Pleistocene hominins.Science 386, 1004–1010. https://www.science.org/doi/ 10.1126/science.ado5275
3. https://australian.museum/learn/science/human-evolution/paranthropus-species/
4. https://australian.museum/learn/science/human-evolution/homo-erectus/
0 notes
Photo
Kaçak Maymun Yavruları Şanlıurfa'da Kurtarıldı! Türkiye’ye yasa dışı yollarla sokulmaya çalışılan üç maymun yavrusu, Şanlıurfa’da güvenli bir şekilde korumaya alındı. Bu olay, hayvanların kaçakçılığına karşı yürütül https://bursahabermedya.com/kacak-maymun-yavrulari-sanliurfada-kurtarildi/ #BursaSiyasetHaberleri #bursahaber #bursasondakika #bursahaberleri #haberler #bursa
0 notes
Text
Random iç dökmece + ifşa postu
💀
Hislerin, duygu ve düşüncelerini anında dışarı yansıtan birisi olmak bazen yoruyor gerçekten. Yani yoruyor derken, hem güzel de bişey ama bir yandan da kötü bişey.
Bence.
Hani bazı insanlar vardır, ne düşündüğünü ne hissettiğini asla anlamazsın. Özeniyorum onlara biraz.
Hem yaşlanmanın getirdiği birşey de var, hem de canım sıkkın. Hemen çökmüş tipim. (Normalde de çok iyi değildi belki ama 💀)
Yine de öyle işte.
Arkadaşıma fitcheck videosu atmıştım onun videosu bu
Pantolon ve ayakkabıyı çekmemişim ama, siyah kargo panyolon ve hafif açık renkli ayakkabım vardı.
Neyse
Eve geldikten sonra farkettim, belki haksızımdır ama, kendime yabancı hissediyorum ya. Belki hislerimi eskisi kadar iyi saklayamıyorumdur, belki hiçbir zaman saklayamamışımdır ve şimdi farkediyorumdur, belki yeni bişey, bilmiyom. Ama üzüldüm yani
Her halimize şükürler olsun tabi ki, yatsak kalksak şükretsek, hakkıyla şükredemeyiz tabi ama. İnsanın içindeki sesler susmuyor. İçimde her zaman terör estirmek isteyen, isyan eden bir ses var ve bu benim çok canımı sıkıyor. Başta, malesef(belki), kendim için, hem ailem için, hem de ülkem ve ümmet için
Helal yoldan, kendi ellerimle ve bileğimin kuvvetiyle birşeyleri başaramamak ne kadar can sıkıcı bir ben biliyorum bir de Allah
Hani normal sağlıklı bir şekilde düşünsem, kendi derdimin bana yetip artması lazım. Bencillik belki ama, öyle yani. İçimden bir ses diyor ki, ne olursa olsun elinden geldiği kadar savaşman lazım. En basitinden doğu türkistandaki zulmden hepimizin haberi var. Elimde olsa dümdüz ederim orayı💀
4. Muratın iranı dümdüz ettiği gibi, aynı şekilde doğuya bir sefer yapacaksın. İr*n ırak suriye is*ail.. çine kadar dümdüz etmek lazım harbiden
Haa. Şöyle de birşey var
Çok sapık bir zihniyetleri, inançları da olsa en azından ya*udiler kitap ehli. I*ran da öyle. Ama bu çinlilerin o da yok. Tam gavurül gavur bunlar 💀
Belki böyle söyleyince adamların inançlarını küçümsemiş oluyorum ama, öyle yani
Filistinde yaşananlar ,yeteri kadar olmasa da, en azından konuşuluyor. Doğru Türkistana üç maymun oynanıyor hala
:(
Kendi kendime üzülüyorum, üzüntüm sinire dönüşüyor, küpüme zarar verip duruyorum
Doğru söyleyeni dokuz köyden kovmuşlar ya, o adam zamanında onuncu köyde hak bulmuştur. Şimdi bizim bu zamanda bütün köyleri ele geçirmişler malesef 💀
Elimden birşey gelmiyor olması canımı sıkıyor. Kimsenin elinden birşey gelmiyor belki ama. Gelmeli
Neysee.
:)
Kebapçıda da yemekten sonra çay içtik dışarda. Kedi geldi bitane onu da sevdim baya. Arkadaş çekti bikaç resim ama atmadı daha. Resimleri bana atmadan instada storye atmış beni 💀
Arkadaşın storysini görünce bu gece ifşa gecesi olsun dedim. İç dökesim de vardı az
Elimden bişey gelmiyor diye hislerimizi diri tutmayalım mı?
He?
İçimizi dökmeyelim mi?
💀
Yılbaşına kadar bu seneki bütün planlarımı da tamamlayacağım inşallah.
Müslüman adamın yılının da ocakta başlamaması lazım da 💀, o da ayrı bir konu 🥲
Öyle işte
İnandığımız gibi yaşamazsak yaşadığımız gibi inanmaya başlarız. Ve bu beni korkutuyor
Sonumuz hayrolsun efenim
Öyle değilmi
Buraya kadar okuduysan bana dua etmeyi unutma ❤️
1 note
·
View note
Text
Onlar Arapçaya değil dirilttiklerine düşmanlar
“Belki de bir gün öğrenilecek dil olarak sadece İngilizce kalır. (…) Eğer bu gerçekleşirse bu gezegenin yaşadığı en büyük entelektüel felaket olur.” Dillerin Katli'nden.
Allah, meleklerine Âdem aleyhisselamın, dolayısıyla insaniyetin kemalini 'tâlim-i esma' ile göstermişti. Yani onların bilemedikleri isimleri Âdem efendimiz bilmişti. Maşaallah. Melekler de o kemale insafla secde ettiler. Dille gösterilen büyüklüğü kabul ettiler. Fakat İblis etmedi. Ve İblis o günden beri kelimelerimizi unutturmaya çalışıyor.
Prof. Dr. David Crystal'ın 'Dillerin Katli' isminde bir kitabı var. Altbaşlığı da şöyle: "Bir dilin ölümü bir milletin ölümüdür." Yıllar önce okumak nasip olmuştu. İstifade etmiştim. Hatta, Kur'an'da, 'dillerin farklılığı'nın neden 'ayet' olarak zikredildiğini de daha derin kavramamı sağlamıştı. Mesela bir yerinde deniliyordu ki:
“Her dil, belli bir evren modeli, dünyanın anlaşılmasına yarayan bir 'gösterge sistemi' oluşturur. Dünyayı tanımlamak için 4000 farklı yolumuz varsa bu bizi zengin kılar. Ekoloji konusunda olduğu kadar dillerin korunması konusuna da eğilmeliyiz.”
Dillerin korunması. Peki ne için? Çünkü 'şahit olduklarımızı anlama' sürecini etkileyenlerden birisi de dillerimiz. Dilimiz varlığı nasıl tasnif ettiğimizi belirleyici bir rol oynuyor. Dilin yaşattığı manalar üzerinden varlık da anlam kazanıyor. Her insan bildiği diller üzerinden düşünebiliyor. İnsanlıksa bilinen bütün diller üzerinden...
“Dilinin yapısının insanın entelektüel başarısının önemli bir şahidi olduğu gözönüne alınırsa dilbilim dünyasındaki genetik çeşitliliğin kaybı (…) muhtemelen biyolojik dünyadaki genetik çeşitliliğin kaybından bile önemlidir. (...) Biyolojik çeşitliliğe olan ihtiyacı destekleyen görüşler dil için de geçerlidir. (…) Artan tekdüzeleşme bir türün uzun vadede hayatta kalmasına yönelik tehditler içerir. Ekoloji dilinde en güçlü ekosistemler en çeşitli olanlardır. (…) Dil çeşitliliğinde herhangi bir azalma, türümüzün uyum sağlama gücünü azaltır, çünkü faydalanabileceğimiz bilgi havuzunu küçültür.”
Kitaptan anladığım kadarıyla, 'ulus-devlet sistemini' biraz geriye kaydırırsak, bugün dillerin hayatını tehdit eden üç şey var: 1) Batı merkezli küreselleşme. 2) İlerlemeci tarih anlatımı. 3) Sosyal darwinizm.
Batı merkezli küreselleşme, aslında Batılılaşma, tek kültürün kendini dünyanın her köşesine dayatmasını içerdiğinden, dillerin yokolmasına sebep oluyor: “Herşey bu hızda giderse, gelecek yüzyılın insanoğlu dillerinin %90’ının ölümünü veya yokoluşunu göreceği, bence gerçeğe yakın bir tahmindir." İlerlemeci tarih anlayışıysa 'yaşadığımız çağı herşeyin merkezine koyduğu için' uzağında kalanların gözden düşmesine sebep oluyor: "1500’lü yıllarda Brezilya’da 1175 dilin konuşulduğu tahmin edilmektedir. Bugün rakam 200’ün altındadır.”
Sosyal darwinizmin zararı da diğerlerine benzer nitelikte. Canlılığın hep ileriye gittiği, yani evrimleştiği, gibi yanlış bir itikadı aşıladığı için, mazide kalan herşeye 'maymun işi' muamelesi yapılıyor. Halbuki gerçekler böyle değil. Crystal buna da itiraz ediyor: “Yerli toplulukların İngilizce ve Fransızca kadar tam ve karmaşık dillere sahip olduğu pek bilinmemekte ve geleneksel Batı inancı aksini farzetmektedir. Boyunduruk altındaki halklara karşı gösterilen küçümseme otomatik olarak onların dillerine de taşınmış, bu diller basit ve hayvanca diye tasvir edilmiştir." Kuzey Amerika'nın kadim dilleri uzmanı olan Marianne Mithun da kitapta ona destek çıkanlardan: "Kuzey Amerika’da nefes kesici güzellikte inceliklere sahip olmayan dil yoktur." Yani bir dilin gelişmemiş(!) bir toplum tarafından konuşuluyor olması 'geri bir dil olduğu' anlamına gelmez. Durum tam tersi şekilde de olabilir.
Geniş daireden dar daireye dönersek, işte, bu üç yanlış itikadın Türkiye'deki tezahürü de üçtür kardeşlerim:
1) Müslümanların ortak alfabesi 'İslam harflerine' karşı gösterilen düşmanlık. Evet. Halbuki aynı düşmanlık 'Batı kültürünün ortak alfabesi' sayılan Latin harflerine karşı gösterilmez. Çünkü, yukarıdaki üç yanlış itikad, onları başka yere, İslam harflerini başka yere oturtur. Birisini ileri diğerini geri sayar. 2) Osmanlı Türkçesine karşı gösterilen düşmanlık. Evet. Çünkü, Osmanlı Türkçesi, Türklerin 'yönettikleri coğrafyadaki dilleri yoketme' saikiyle değil, 'onları da dillerine katarak zenginleşme' arzusuna mebnidir. Halbuki, yukarıdaki üç yanlış itikad, coğrafyayla bütünleşmeyi değil, Batı adına onları evvela kendisi yoketme saikini aşılamaktadır. 3) Arapçaya, Kürtçeye vs. düşmanlık. Evet. Çünkü, yine yukarıdaki üç yanlış itikada göre, Avrupa ilerisidir, Asya gerisidir. O yüzden Arapça veya Kürtçe vs. konuşmak 'maymun dili konuşmak' mesabesindedir. Evrimde geriye doğru uzanmaya çalışmaktır.
Türkiye'de dil üzerinden yaşanan tartışmalar ağırlıklı olarak bu zeminde şekillenir. O yüzden esnaf tabelalarına da muameleler farklı olur. (Herhangi bir Batı dilindeyse dokunulmaz. Ama Asyalı dilindeyse heran operasyon çekilebilir.) Sokakta konuşulması da yine farklı tepkilerle karşılanır. Hülasa: Bu ülkenin insanlarının zihnine öyle operasyon çekilmiştir ki, bin yıllık cihad arkadaşlarının dilini küçümser, ama bin yıldır düşmanlıktan başka birşey görmediği Avrupalının dilini baştacı eder. Ahirzaman böyle garip bir vakittir. İmtihanı böyle ağır bir imtihandır. Müslümanı müslümana dövdürür. Tarlanın taşıyla tarlanın kuşunu öldürür.
Halbuki, meseleye birazcık ilmî endişeyle bakan birisi için, Asya'nın aşağılanacak hiçbir tarafı yoktur. Bilakis, anlaşılırsa, zenginliğin hakikatine sahip olduğu farkedilir. Mesela: Sefer Turan'la söyleşilerinden oluşan Bilim Sohbetleri kitabında, merhum Prof. Dr. Fuat Sezgin Hoca, meşhur şarkiyatçılardan Helmutt Ritter'in (ki aynı zamanda hocasıdır) Arapça yazımı hakkında 'üç vitesli yazı' diyerek büyük iltifatlarda bulunduğunu, Latin alfabesini de "Bu eşek sür'atinde gidiyor!" diye küçümsediğini aktarır:
"(Noktasız yazı) Bu âlimler vitesidir, diyor. Kütüphanelerdeki kitapların bir kısmı böyle. Onları ancak âlimler okuyabilir. İkinci viteste ise noktalı ama harekesiz yazarsınız. Okumada da yazmada da ikinci vitestir. Bu umumiyetle halk için geçerli bir vitestir. Üçüncüsündeyse noktalı ve harekeli yazarsınız. Okurken hata varsa çok kolay farkedersiniz. Fakat yazmak zaman alır. Bu üçüncü vitestir. Hocam Helmutt Ritter bunu söyledikten sonra bir kağıt aldı ve kağıda kendi ismini, Latin harfleriyle 'Ritter' yazdı. 'Bu eşek süratiyle gidiyor!' dedi ve ekledi: 'Bu da eşek vitesidir!' Arapça'daki viteslerle kitaplar müthiş bir süratle yazılıyordu." Son ilave olarak, Bediüzzaman Hazretlerinin Lem'alar'da dikkatleri çektiği, birşeyden daha bahsedeceğim: O da İslam harflerinin 'çağrışım dünyası'dır. Evet. İslam harfleri müslümanların maneviyatından neşet ediyor. O dünyadan çıktığı için, yine o dünyayı çağrıştırıyor, hatırlatıyor, dürtüyor. Bir müslüman onları gördüğünde ister-istemez manevî tetiklenmeler yaşıyor. Şuurunda olsun veya olmasın. Harfler yapacağını yapıyor. Halbuki Latin alfabesi böyle bir yeteneğe sahip değildir. Onları gördüğümüzde ne Allah'ı, ne Peygamberi, ne İslam'ı hatırlarız.
"(...) hurûfât, kudsiyet kesb ettikçe, yani, âhizelik vaziyetini aldıkça, yani, Kur'ân hurûfâtı olduğundan âhizelik vaziyetini aldığı ve düğmeler hükmüne geçtiği ve sûrelerin başlarındaki hurûfat daha ziyade o münâsebât-ı hafiyenin uçlarının merkezî ukdeleri, düğümleri ve hassas düğmeleri hükmünde olduğundan, vücud-u havâîleri bu hâsiyete mâlik olduğu gibi, vücud-u zihnîleri dahi, hattâ vücud-u nakşiyeleri de bu hâsiyetten hassaları ve hisseleri var. Demek, o harflerin okumasıyla ve yazmasıyla, maddî ilâç gibi şifâ ve başka maksatlar hâsıl olabilir."
Bunlar okunması, yazması, hatta bakılması bile 'başka' olan şeyler. Latin alfabesine bakmak, bir müslüman için, İslam harflerine bakmakla bir değil. Aynı tellere dokunmuyor. Aynı şifreleri çözmüyor. Aynı şiiri söylemiyor. Aynı musikiyi terennüm etmiyor. Kur'an'da anılan huruf-i mukatta belki de bizi harflerin bu yanına uyandırma hikmeti de güdüyor. Tek tek bile hikmeti var onların yani. Tek tek bile kıymetliler. Tek tek bile manidarlar. O sebeple yerlerine başkasını yerleştirmekle doğru yapılmaz. Elbise olsa değiştirilir fakat derimiz asla değiştirilemez.
Bazen düşünüyorum: Bu kemalistler, bir açıdan bakınca çok aptallar, ama başka açıdan da çok zekiler. Evet. Manevî dünyamızı ayakta tutan şeylerin köküne kibrit suyu dökmede pek mahir davranmışlar. İlk kılıçlarını şeairlere sallamışlar. Kodlarımızla oynamışlar. Çağrışımlarla dahi olsun müslüman ruhunu en geniş dairede besleyen şeylerin ensesine çökmüşler. Bugünkü avaneleri de aynı yolda ilerliyorlar. Nerede görseler sataşıyorlar.
Öyle. İslam harflerinin, Arapçanın, Osmanlıcanın, müslüman dillerinin, müslümanca kelimelerin Tek Parti döneminde tam bir zorbalıkla hayatımızdan sökülüp atılmaya çalışılmasında şeytanî bir zeka kendisini hissettiriyor. Bu zeka, bilfiil uygulayanların başlarında değilse bile, kesinlikle arkalarında bir yerlerdedir. Kulaklarına fısıldanmıştır. Ajandalarına yazılmıştır. Onlar da ödev verilen bu dersleri tekmil etmişlerdir herhalde. Ne diyelim? Cenab-ı Hak rüşdümüzü yeniden ilham eylesin. Kemalimizi tekrardan iade eylesin. Âmin. Âmin. Âmin.
1 note
·
View note