#osmanlı türkçesi
Explore tagged Tumblr posts
Text
"her şey sevmekle başladı."
166 notes
·
View notes
Text
Onlar Arapçaya değil dirilttiklerine düşmanlar
“Belki de bir gün öğrenilecek dil olarak sadece İngilizce kalır. (…) Eğer bu gerçekleşirse bu gezegenin yaşadığı en büyük entelektüel felaket olur.” Dillerin Katli'nden.
Allah, meleklerine Âdem aleyhisselamın, dolayısıyla insaniyetin kemalini 'tâlim-i esma' ile göstermişti. Yani onların bilemedikleri isimleri Âdem efendimiz bilmişti. Maşaallah. Melekler de o kemale insafla secde ettiler. Dille gösterilen büyüklüğü kabul ettiler. Fakat İblis etmedi. Ve İblis o günden beri kelimelerimizi unutturmaya çalışıyor.
Prof. Dr. David Crystal'ın 'Dillerin Katli' isminde bir kitabı var. Altbaşlığı da şöyle: "Bir dilin ölümü bir milletin ölümüdür." Yıllar önce okumak nasip olmuştu. İstifade etmiştim. Hatta, Kur'an'da, 'dillerin farklılığı'nın neden 'ayet' olarak zikredildiğini de daha derin kavramamı sağlamıştı. Mesela bir yerinde deniliyordu ki:
“Her dil, belli bir evren modeli, dünyanın anlaşılmasına yarayan bir 'gösterge sistemi' oluşturur. Dünyayı tanımlamak için 4000 farklı yolumuz varsa bu bizi zengin kılar. Ekoloji konusunda olduğu kadar dillerin korunması konusuna da eğilmeliyiz.”
Dillerin korunması. Peki ne için? Çünkü 'şahit olduklarımızı anlama' sürecini etkileyenlerden birisi de dillerimiz. Dilimiz varlığı nasıl tasnif ettiğimizi belirleyici bir rol oynuyor. Dilin yaşattığı manalar üzerinden varlık da anlam kazanıyor. Her insan bildiği diller üzerinden düşünebiliyor. İnsanlıksa bilinen bütün diller üzerinden...
“Dilinin yapısının insanın entelektüel başarısının önemli bir şahidi olduğu gözönüne alınırsa dilbilim dünyasındaki genetik çeşitliliğin kaybı (…) muhtemelen biyolojik dünyadaki genetik çeşitliliğin kaybından bile önemlidir. (...) Biyolojik çeşitliliğe olan ihtiyacı destekleyen görüşler dil için de geçerlidir. (…) Artan tekdüzeleşme bir türün uzun vadede hayatta kalmasına yönelik tehditler içerir. Ekoloji dilinde en güçlü ekosistemler en çeşitli olanlardır. (…) Dil çeşitliliğinde herhangi bir azalma, türümüzün uyum sağlama gücünü azaltır, çünkü faydalanabileceğimiz bilgi havuzunu küçültür.”
Kitaptan anladığım kadarıyla, 'ulus-devlet sistemini' biraz geriye kaydırırsak, bugün dillerin hayatını tehdit eden üç şey var: 1) Batı merkezli küreselleşme. 2) İlerlemeci tarih anlatımı. 3) Sosyal darwinizm.
Batı merkezli küreselleşme, aslında Batılılaşma, tek kültürün kendini dünyanın her köşesine dayatmasını içerdiğinden, dillerin yokolmasına sebep oluyor: “Herşey bu hızda giderse, gelecek yüzyılın insanoğlu dillerinin %90’ının ölümünü veya yokoluşunu göreceği, bence gerçeğe yakın bir tahmindir." İlerlemeci tarih anlayışıysa 'yaşadığımız çağı herşeyin merkezine koyduğu için' uzağında kalanların gözden düşmesine sebep oluyor: "1500’lü yıllarda Brezilya’da 1175 dilin konuşulduğu tahmin edilmektedir. Bugün rakam 200’ün altındadır.”
Sosyal darwinizmin zararı da diğerlerine benzer nitelikte. Canlılığın hep ileriye gittiği, yani evrimleştiği, gibi yanlış bir itikadı aşıladığı için, mazide kalan herşeye 'maymun işi' muamelesi yapılıyor. Halbuki gerçekler böyle değil. Crystal buna da itiraz ediyor: “Yerli toplulukların İngilizce ve Fransızca kadar tam ve karmaşık dillere sahip olduğu pek bilinmemekte ve geleneksel Batı inancı aksini farzetmektedir. Boyunduruk altındaki halklara karşı gösterilen küçümseme otomatik olarak onların dillerine de taşınmış, bu diller basit ve hayvanca diye tasvir edilmiştir." Kuzey Amerika'nın kadim dilleri uzmanı olan Marianne Mithun da kitapta ona destek çıkanlardan: "Kuzey Amerika’da nefes kesici güzellikte inceliklere sahip olmayan dil yoktur." Yani bir dilin gelişmemiş(!) bir toplum tarafından konuşuluyor olması 'geri bir dil olduğu' anlamına gelmez. Durum tam tersi şekilde de olabilir.
Geniş daireden dar daireye dönersek, işte, bu üç yanlış itikadın Türkiye'deki tezahürü de üçtür kardeşlerim:
1) Müslümanların ortak alfabesi 'İslam harflerine' karşı gösterilen düşmanlık. Evet. Halbuki aynı düşmanlık 'Batı kültürünün ortak alfabesi' sayılan Latin harflerine karşı gösterilmez. Çünkü, yukarıdaki üç yanlış itikad, onları başka yere, İslam harflerini başka yere oturtur. Birisini ileri diğerini geri sayar. 2) Osmanlı Türkçesine karşı gösterilen düşmanlık. Evet. Çünkü, Osmanlı Türkçesi, Türklerin 'yönettikleri coğrafyadaki dilleri yoketme' saikiyle değil, 'onları da dillerine katarak zenginleşme' arzusuna mebnidir. Halbuki, yukarıdaki üç yanlış itikad, coğrafyayla bütünleşmeyi değil, Batı adına onları evvela kendisi yoketme saikini aşılamaktadır. 3) Arapçaya, Kürtçeye vs. düşmanlık. Evet. Çünkü, yine yukarıdaki üç yanlış itikada göre, Avrupa ilerisidir, Asya gerisidir. O yüzden Arapça veya Kürtçe vs. konuşmak 'maymun dili konuşmak' mesabesindedir. Evrimde geriye doğru uzanmaya çalışmaktır.
Türkiye'de dil üzerinden yaşanan tartışmalar ağırlıklı olarak bu zeminde şekillenir. O yüzden esnaf tabelalarına da muameleler farklı olur. (Herhangi bir Batı dilindeyse dokunulmaz. Ama Asyalı dilindeyse heran operasyon çekilebilir.) Sokakta konuşulması da yine farklı tepkilerle karşılanır. Hülasa: Bu ülkenin insanlarının zihnine öyle operasyon çekilmiştir ki, bin yıllık cihad arkadaşlarının dilini küçümser, ama bin yıldır düşmanlıktan başka birşey görmediği Avrupalının dilini baştacı eder. Ahirzaman böyle garip bir vakittir. İmtihanı böyle ağır bir imtihandır. Müslümanı müslümana dövdürür. Tarlanın taşıyla tarlanın kuşunu öldürür.
Halbuki, meseleye birazcık ilmî endişeyle bakan birisi için, Asya'nın aşağılanacak hiçbir tarafı yoktur. Bilakis, anlaşılırsa, zenginliğin hakikatine sahip olduğu farkedilir. Mesela: Sefer Turan'la söyleşilerinden oluşan Bilim Sohbetleri kitabında, merhum Prof. Dr. Fuat Sezgin Hoca, meşhur şarkiyatçılardan Helmutt Ritter'in (ki aynı zamanda hocasıdır) Arapça yazımı hakkında 'üç vitesli yazı' diyerek büyük iltifatlarda bulunduğunu, Latin alfabesini de "Bu eşek sür'atinde gidiyor!" diye küçümsediğini aktarır:
"(Noktasız yazı) Bu âlimler vitesidir, diyor. Kütüphanelerdeki kitapların bir kısmı böyle. Onları ancak âlimler okuyabilir. İkinci viteste ise noktalı ama harekesiz yazarsınız. Okumada da yazmada da ikinci vitestir. Bu umumiyetle halk için geçerli bir vitestir. Üçüncüsündeyse noktalı ve harekeli yazarsınız. Okurken hata varsa çok kolay farkedersiniz. Fakat yazmak zaman alır. Bu üçüncü vitestir. Hocam Helmutt Ritter bunu söyledikten sonra bir kağıt aldı ve kağıda kendi ismini, Latin harfleriyle 'Ritter' yazdı. 'Bu eşek süratiyle gidiyor!' dedi ve ekledi: 'Bu da eşek vitesidir!' Arapça'daki viteslerle kitaplar müthiş bir süratle yazılıyordu." Son ilave olarak, Bediüzzaman Hazretlerinin Lem'alar'da dikkatleri çektiği, birşeyden daha bahsedeceğim: O da İslam harflerinin 'çağrışım dünyası'dır. Evet. İslam harfleri müslümanların maneviyatından neşet ediyor. O dünyadan çıktığı için, yine o dünyayı çağrıştırıyor, hatırlatıyor, dürtüyor. Bir müslüman onları gördüğünde ister-istemez manevî tetiklenmeler yaşıyor. Şuurunda olsun veya olmasın. Harfler yapacağını yapıyor. Halbuki Latin alfabesi böyle bir yeteneğe sahip değildir. Onları gördüğümüzde ne Allah'ı, ne Peygamberi, ne İslam'ı hatırlarız.
"(...) hurûfât, kudsiyet kesb ettikçe, yani, âhizelik vaziyetini aldıkça, yani, Kur'ân hurûfâtı olduğundan âhizelik vaziyetini aldığı ve düğmeler hükmüne geçtiği ve sûrelerin başlarındaki hurûfat daha ziyade o münâsebât-ı hafiyenin uçlarının merkezî ukdeleri, düğümleri ve hassas düğmeleri hükmünde olduğundan, vücud-u havâîleri bu hâsiyete mâlik olduğu gibi, vücud-u zihnîleri dahi, hattâ vücud-u nakşiyeleri de bu hâsiyetten hassaları ve hisseleri var. Demek, o harflerin okumasıyla ve yazmasıyla, maddî ilâç gibi şifâ ve başka maksatlar hâsıl olabilir."
Bunlar okunması, yazması, hatta bakılması bile 'başka' olan şeyler. Latin alfabesine bakmak, bir müslüman için, İslam harflerine bakmakla bir değil. Aynı tellere dokunmuyor. Aynı şifreleri çözmüyor. Aynı şiiri söylemiyor. Aynı musikiyi terennüm etmiyor. Kur'an'da anılan huruf-i mukatta belki de bizi harflerin bu yanına uyandırma hikmeti de güdüyor. Tek tek bile hikmeti var onların yani. Tek tek bile kıymetliler. Tek tek bile manidarlar. O sebeple yerlerine başkasını yerleştirmekle doğru yapılmaz. Elbise olsa değiştirilir fakat derimiz asla değiştirilemez.
Bazen düşünüyorum: Bu kemalistler, bir açıdan bakınca çok aptallar, ama başka açıdan da çok zekiler. Evet. Manevî dünyamızı ayakta tutan şeylerin köküne kibrit suyu dökmede pek mahir davranmışlar. İlk kılıçlarını şeairlere sallamışlar. Kodlarımızla oynamışlar. Çağrışımlarla dahi olsun müslüman ruhunu en geniş dairede besleyen şeylerin ensesine çökmüşler. Bugünkü avaneleri de aynı yolda ilerliyorlar. Nerede görseler sataşıyorlar.
Öyle. İslam harflerinin, Arapçanın, Osmanlıcanın, müslüman dillerinin, müslümanca kelimelerin Tek Parti döneminde tam bir zorbalıkla hayatımızdan sökülüp atılmaya çalışılmasında şeytanî bir zeka kendisini hissettiriyor. Bu zeka, bilfiil uygulayanların başlarında değilse bile, kesinlikle arkalarında bir yerlerdedir. Kulaklarına fısıldanmıştır. Ajandalarına yazılmıştır. Onlar da ödev verilen bu dersleri tekmil etmişlerdir herhalde. Ne diyelim? Cenab-ı Hak rüşdümüzü yeniden ilham eylesin. Kemalimizi tekrardan iade eylesin. Âmin. Âmin. Âmin.
1 note
·
View note
Text
B i s m i l l a h !
Yıllardır hayalini kurduğumuz o yolun ilk adımlarını atıyoruz. Sanatsal faaliyetlerin ağırlıkta olduğu, muhabbet ve samimiyet ile herkesin bir arada bulunacağı, çatısının altında huzurlu hissedeceğimiz bir atölye kurmak istedik. Suluboya, Tezhip Sanatı, Osmanlı Türkçesi eğitimi gibi birçok güzel işler ile içini donatma niyetindeyiz.
Kapımız tüm sevdiklerimize açık. Bu yolda, sizlerin de bizi yalnız bırakmayacağını temenni ediyoruz. Dualarınızda bize de yer ayırır mısınız?
@burabenimevimmismegersem @esvedil
Destek için tık tık: Güşâde Atölye
60 notes
·
View notes
Text
Selamünaleyküm Osmanlı Türkçesi bilen var mı aranızda ??
17 notes
·
View notes
Text
Açık bir kız bana yer verdi. Neyse sonra dosyama bakarken ilahiyatçı mısınız dedi. Ay yok bu Osmanlı Türkçesi dedim. Ayy bizde okuldayken görmüştük diyince sen dedim baya küçüksün dedim. 19 yaşındayım dedi. Ay dedim ben 25 yaşındayim 🫣 sen hiç göstermiyorsun ama diye şaşırdı. Kıyafetten dolayı ilahiyatçı sanıyorlar dedim. Ay ben ondan sanmadım diğer gunlerde görmüştüm bu arada çok güzelsin diyince yemin ederim 45 dk dosyaya sırıttım. Kız bugün beni öyle keyiflendirdi bir sürü dua ettim yemin ederim.
71 notes
·
View notes
Text
üniversitenin daha ilk haftası pişman olmuştum çünkü çok zordu, benim zihnimdeki edebiyât ile burada verilen eğitimin alakası yoktu. zamanla kırıldı bu ön yargım, zamanla sohbetlerin başlaması ile her şey içime sinmeye başladı, lâkin hocaların verdiği kitaplar canımı sıkıyordu, ben dünya klasikleri okumaları yapacağız sanarken Namık Kemal'ler, Şinasi'ler, Ahmet Mithat Efendi'ler havada uçuyordu. bunun yanı sıra Osmanlı Türkçesi, eski Türk dili dersleri bana hayatı sorgulatıyordu. ben de ön yargımdan istemeye istemeye okuyordum hallice kitapları. sonrasında fark ettim ki yazarlarımız o karışık evrede nelerle debelenip bizlere armağan etmiş bu eserleri, bütün zorluklara rağmen nasıl direnişler sunmuşlar, divan edebiyatını severim fakat divan edebiyatı kalıbını kırarak şu an severek okuduğumuz tüm kitaplar aslında bu yazarların çabası sayesinde. üniversite de tanıdığım canım hocam canan hocamın çabaları sayesinde Türk edebiyatı klasiklerine olan ön yargım kırıldı, daha sonraları kendim isteğim ile kitaplığıma kazandırdım bu eserleri. hocamın bana kazandırdığı bunun dışında farklı edebiyat dergilerini okuma alışkanlığı ve biyografi-otobiyografi eserleri okuma alışkanlığı kazandırmasına da ayrıca minnettarım. kendisi vesilesiyle birçok önemli kişilerin bizler için çabasına şahit olmuş oldum. ve en önemlisi Dursun Ali Tökel hoca ile tanışma fırsatına da eriştim. en sevdiğim önerisi de Matbuat Hatıralarım/Ahmet İhsan Tokgöz'ün eseri oldu. elimden bir an bile düşmeyen bir eser olmuştu. (servet-i fünûn dönemini merak edenler bu dönemi bizzat servet-i fünûn dergisinin sahibinin anılarından okuyabilirsiniz)
11 notes
·
View notes
Text
Ziya Gökalp ne demiş, kendisinden dinleyelim:
''... Ben gençliğimde tahsil için ilk defa İstanbul'a gittiğim zaman, bu ilmî tahkikata başlamak mecburiyetinde kaldım. Çünkü orada eskiden kalmış fena bir itiyada (alışkanlığa) göre, bütün Karadeniz ahalisine Laz, bütün Suriyeliler ve Iraklılara Arap, bütün Rumeli halkına Arnavut dedikleri gibi, bizim gibi doğu illeri ahalisinden bulunanlara da Kürt milliyetini izafe ettiklerini (yakıştırdıklarını) gördüm. O zamana kadar kendimi hissen Türk sanıyordum. Fakat bu zannım ilmî bir tahkikata (araştırmaya) müstenit (dayalı) değildi. Hakikati bulabilmek için bir taraftan Türklüğü, diğer cihetten Kürtlüğü tetkike başladım. Evvelemirde (öncelikle) lisandan başladım. Diyarbakır şehrinde, ana lisan Türkçe olmakla beraber, her fert biraz Kürtçe de bilir. Lisandaki bu ikilik iki suretten biriyle izah edilebilirdi (açıklanabilirdi): Ya Diyarbakır'ın Türkçesi bir Kürt Türkçesiydi, yahut Diyarbakır'ın Kürtçesi bir Türk Kürtçesiydi. Lisanî tetkiklerim gösterdi ki Diyarbakır'ın Türkçesi Bağdat'tan ta Adana'ya, Bakü'ye, Tebriz'e kadar imtidat eden (uzanan) tabiî bir lisandan yani Akkoyunlu ve Karakoyunlu Türklerine mahsus olan Azerî (Azerbaycan) lehçesinden ibarettir. Bu lisanda hiçbir sun'îlik (yapaylık) yoktur. Binaenaleyh, Kürtlerin tahrif ettiği (bozduğu) bir Türkçe değildir. (Diyarbakır lisanının Azerî Türkçesi olması, şehirlerin Osmanlı hükümetinin tesiriyle Türkçe konuştuğu iddiasını da esasından çürütür. Çünkü öyle olsaydı, bu şehirlerde konuşulan lisanın Osmanlı lehçesi olması lazım gelirdi.)
Diyarbakırlıların mahdut (sınırlı) kelimelerden mürekkep olarak söyledikleri Kürtçeye gelince, bu lisanın köylerde konuşulan fasih (düzgün) Kürtçeden farklı olduğunu gördüm. Kürtçe, Farisî'nin akrabası olduğu halde, nahv (dilbilgisi) itibarıyla hiç ona benzemez. Çünkü Farisîde bulunmadığı halde, Kürtçede hem tezkir ve te'nis (erillik ve dişillik), hem de Arapça ve Latincede olduğu gibi ''i'rab'' vardır. Demek ki Kürtçe, Türk lisanına nispetle daha mürekkep, daha karışıktır. Türkler kendi lisanlarında tezkir, te'nis, i'rab gibi ahvale (durumlara) müsadif olduklarından (rastlamadıklarından), Kürtçenin bu gibi hususiyetlerine nüfuz edememeleri iktiza ederdi (gerekirdi). Filhakika, vakıalar bu suretle cereyan etmiş, Diyarbakırlılar Kürtçenin tezkir, te'nis, i'rab kaidelerini tamamıyla hazfedip (kaldırıp), Kürt nahvini (dilbilgisini) Türk sarfına (dilbilgisine) uydurarak sun'î (yapay) bir Kürtçe icat etmişlerdir. Bu Kürtçeye ''Türk Kürtçesi'' namını vermek gayet doğru olur. Lisaniyat (dilbilimi) noktainazarından (açısından) gayet mühim olan bu vakıa, Diyarbakırlıların Türk olduğuna en büyük delildir.
Bundan başka Diyarbakırlılar bu lisanı yalnız Kürtlerle konuştukları zaman kullanırlar. Kendi aralarında yalnız Türkçe konuşurlar. Diyarbakırlıların güya bildikleri bu düzme Kürtçenin kelimelerine gelince, bunlar da gayet mahduttur (sınırlıdır). Bu sebeple, boşlukları Türkçe kelimelerle doldururlar. Zaten, birçoğunun bildiği Kürtçe kelimeler ''gel, git'' gibi birkaç tabire münhasırdır (sözle sınırlıdır).
Diyarbakırlıların Türk olduğunu ispat eden delillerden birini de mezhep sahasında buldum. Diyarbakır'ın hakikî ahalisi umum Türkler gibi Hanefidirler. Kürtler ise umumiyetle Şafiidirler. Bu iki alâmet-i mümeyyize (ayırt edici im/işaret) yalnız Diyarbakır halkına mahsus değildir. Şark (doğu) ve cenup (güney) vilâyetlerimizdeki bütün şehirlerin ahalisi, Kürtçeyi Diyarbakırlılar gibi tahrif ederek (bozarak) söylerler ve Hanefi olmak alametiyle Şafii Kürtlerden ayrılırlar. Bunlardan başka, elbise, yemek, bina ve mobilya gibi harsa ve âdetlere taalluk eden hususlarda da derin farklar vardır.
. Bu alâmetler bana Diyarbakırlıların Türk olduğunu gösterdiği gibi, babamın iki dedesinin birkaç batın (kuşak, nesil) evvel Çermik'ten, yani bir Türk muhitinden geldiklerine nazaran ırken de Türk neslinden olduğumu anladım. Mamafih dedelerimin biri Kürt yahut Arap muhitinden geldiğini anlasaydım, yine Türk olduğuma hüküm vermekte tereddüt etmeyecektim. Çünkü milliyetin terbiyeye istinat ettiğini de (dayandığını da) içtimaî tetkiklerimle anlamıştım. Zannederim ki bu taharrilerimle (araştırmalarımla) yalnız kendim için değil, bütün vilâyât-ı şarkîye ve cenubîye (doğu ve güney illeri) şehirlileri ve şimdiye kadar Türk kalan köylüleri için, son derece mühim bir meseleyi halletmiş oldum.''
Kaynak:
Ziya Gökalp, "Millet Nedir?", Küçük Mecmua Yazıları, Ötüken Neşriyat, s. 145, 146, 147.
Mesut Şen sayfasından alıntı.
6 notes
·
View notes
Text
ben sadece osmanlı türkçesi dersi alabilirim 1 sene almak yetmedi her sene istiyorum çok zevk alıyorum AA olan tek dersim de oydu geçen sene dkmwlföeşföwşfçşe
4 notes
·
View notes
Text
Osmanlı türkçesi hocasına Allah razı olsuz sınav sorularını direkt verdi. Çünkü kimse arapça bilmiyo sjdkjkh
7 notes
·
View notes
Text
"salavat, hüznü giderir."
150 notes
·
View notes
Note
İyiyim bende, hamdolsun
Bende uzun zamandır girmiyodum tumblra ramazanda girdim bende ,
Allah ramazandan en iyi şekilde faydalanmayı nasip etsin inşallah :)
Ne güzel, insanın bi uğraşı bi hobisinin olması çok güzel bişi,
Bende bi ara türkçedeki yabancı kelimeleri araştırma çalışması yapmıştım, sonunda türkçe diye bir dil olmadığını tamamen farklı dillerden oluşan çok az, öz türkçe kelimemizin olduğunu öğrenmiştim.
Halk eğitimlerin bu konuda kursları var onlara başvurabilirsin faydası olcaktır iyi olur hem gelişmene yardımcı olur 😊
Bende şu an boştayım, depremden dolayı işimi kaybettim iş bakıyorum bu aralar
Allah iyilik versin..
Amin cümlemize İnşaallah
Evet, bişey öğrenilmeden yaşanılan bir hayat nasıl olur bilemiyorum. Rabbim her daim kendimizi geliştirmeyi, bu konuda dinç ve atılgan olabilmeyi nasip eylesin..
Ne güzel araştırmışsınız. Ben aslında bir yandan Osmanlı Türkçesi eğitmenliği yapıyorum. :) İnsanlar ayrı bir dil sanıyolar halbuki Osmanlıca, Türkçe Arapça ve Farsça kelimelerden oluşan bir yazı dili. Ve Kuran harflerini bilen herkes yarım saat gibi kısa bir sürede okumaya başlayabiliyorlar.
Tezhip konusunda daha öncesinde halk eğitime gittim ama pek ilerleme kaydedemedim. O yüzden şimdi daha kapsamlı olarak özel bir atölyede ders görüyorum. Tavsiyen için teşekkür ederim. 😊
Allah kolaylık versin. Rabbim tez vakitte istediğin gibi bir iş bulabilmeyi nasip eylesin. 🌸
3 notes
·
View notes
Text
Osmanlı Türkçesi Ömer Seyfettin okumayı denemek bir hataydı evet ama yarın Osmanlıca bütünlemem var….
2 notes
·
View notes
Note
Ben sormuş bulundum ya sjdndnd de
Osmanlı Türkçesi metinleri günümüz türkçesine aktarıp diliçi çeviri yapıyoruz sonra haklarında yapılan önceki incelemeleri inceleyip kendimizinkini ortaya koymaya çalışıyoruz en azından bizde bu şekilde işliyor xjdmxnsmxj
0 notes
Text
Ay bunu görünce bir aydınlanma geldi. Osmanlı Türkçesi ile " her şey sevmekle başladı " yazıyor. Hakikaten her şey sevmekle başladı. Kainat Nur-u Muhammed yüzü suyu hürmetine yaratıldı. Allah boşuna "sen olmasaydın kainatı yaratmazdım" demedi. Kainatın yaratilisini bir kenara koyarsak anne ve babamızın sevgisi ile biz olduk. İsmet Özel hatta bir dizesinde diyor ya " başkalarının aşkıyla başlıyor hayatımız.." Üzülmek, yenilenmek, dirilmek, olmak, olmamak hepsi aslında sevgi ile başlıyor ilk diriliş sevgi sonra ise neye dönüşür ve tekabül ederse o oluyor. Sevgi bazen nefret oluyor, bazen muhabbet oluyor, bazen vefa, bazen gözyaşı oluyor. Ama her şey her şey ilk başta sevmek ile başlıyor. Değişim dediğimiz eylem bile ilk olarak kendimizi sevmemiz ile başlıyor. Sevgi dünyanın 4/3'ünü suyun kaplaması gibi çoğunlukla kaplamis neden sevgiyi bırakıp yerine başka şeyleri koyar olduk diyor insan hakikaten.
38 notes
·
View notes