Tumgik
#osmanlı türkçesi
cileklipalet · 3 months
Text
Tumblr media
"her şey sevmekle başladı."
157 notes · View notes
belkidebirharfimben · 19 days
Text
Onlar Arapçaya değil dirilttiklerine düşmanlar
Tumblr media
“Belki de bir gün öğrenilecek dil olarak sadece İngilizce kalır. (…) Eğer bu gerçekleşirse bu gezegenin yaşadığı en büyük entelektüel felaket olur.” Dillerin Katli'nden.
Allah, meleklerine Âdem aleyhisselamın, dolayısıyla insaniyetin kemalini 'tâlim-i esma' ile göstermişti. Yani onların bilemedikleri isimleri Âdem efendimiz bilmişti. Maşaallah. Melekler de o kemale insafla secde ettiler. Dille gösterilen büyüklüğü kabul ettiler. Fakat İblis etmedi. Ve İblis o günden beri kelimelerimizi unutturmaya çalışıyor.
Prof. Dr. David Crystal'ın 'Dillerin Katli' isminde bir kitabı var. Altbaşlığı da şöyle: "Bir dilin ölümü bir milletin ölümüdür." Yıllar önce okumak nasip olmuştu. İstifade etmiştim. Hatta, Kur'an'da, 'dillerin farklılığı'nın neden 'ayet' olarak zikredildiğini de daha derin kavramamı sağlamıştı. Mesela bir yerinde deniliyordu ki:
“Her dil, belli bir evren modeli, dünyanın anlaşılmasına yarayan bir 'gösterge sistemi' oluşturur. Dünyayı tanımlamak için 4000 farklı yolumuz varsa bu bizi zengin kılar. Ekoloji konusunda olduğu kadar dillerin korunması konusuna da eğilmeliyiz.”
Dillerin korunması. Peki ne için? Çünkü 'şahit olduklarımızı anlama' sürecini etkileyenlerden birisi de dillerimiz. Dilimiz varlığı nasıl tasnif ettiğimizi belirleyici bir rol oynuyor. Dilin yaşattığı manalar üzerinden varlık da anlam kazanıyor. Her insan bildiği diller üzerinden düşünebiliyor. İnsanlıksa bilinen bütün diller üzerinden...
“Dilinin yapısının insanın entelektüel başarısının önemli bir şahidi olduğu gözönüne alınırsa dilbilim dünyasındaki genetik çeşitliliğin kaybı (…) muhtemelen biyolojik dünyadaki genetik çeşitliliğin kaybından bile önemlidir. (...) Biyolojik çeşitliliğe olan ihtiyacı destekleyen görüşler dil için de geçerlidir. (…) Artan tekdüzeleşme bir türün uzun vadede hayatta kalmasına yönelik tehditler içerir. Ekoloji dilinde en güçlü ekosistemler en çeşitli olanlardır. (…) Dil çeşitliliğinde herhangi bir azalma, türümüzün uyum sağlama gücünü azaltır, çünkü faydalanabileceğimiz bilgi havuzunu küçültür.”
Kitaptan anladığım kadarıyla, 'ulus-devlet sistemini' biraz geriye kaydırırsak, bugün dillerin hayatını tehdit eden üç şey var: 1) Batı merkezli küreselleşme. 2) İlerlemeci tarih anlatımı. 3) Sosyal darwinizm.
Batı merkezli küreselleşme, aslında Batılılaşma, tek kültürün kendini dünyanın her köşesine dayatmasını içerdiğinden, dillerin yokolmasına sebep oluyor: “Herşey bu hızda giderse, gelecek yüzyılın insanoğlu dillerinin %90’ının ölümünü veya yokoluşunu göreceği, bence gerçeğe yakın bir tahmindir." İlerlemeci tarih anlayışıysa 'yaşadığımız çağı herşeyin merkezine koyduğu için' uzağında kalanların gözden düşmesine sebep oluyor: "1500’lü yıllarda Brezilya’da 1175 dilin konuşulduğu tahmin edilmektedir. Bugün rakam 200’ün altındadır.”
Sosyal darwinizmin zararı da diğerlerine benzer nitelikte. Canlılığın hep ileriye gittiği, yani evrimleştiği, gibi yanlış bir itikadı aşıladığı için, mazide kalan herşeye 'maymun işi' muamelesi yapılıyor. Halbuki gerçekler böyle değil. Crystal buna da itiraz ediyor: “Yerli toplulukların İngilizce ve Fransızca kadar tam ve karmaşık dillere sahip olduğu pek bilinmemekte ve geleneksel Batı inancı aksini farzetmektedir. Boyunduruk altındaki halklara karşı gösterilen küçümseme otomatik olarak onların dillerine de taşınmış, bu diller basit ve hayvanca diye tasvir edilmiştir." Kuzey Amerika'nın kadim dilleri uzmanı olan Marianne Mithun da kitapta ona destek çıkanlardan: "Kuzey Amerika’da nefes kesici güzellikte inceliklere sahip olmayan dil yoktur." Yani bir dilin gelişmemiş(!) bir toplum tarafından konuşuluyor olması 'geri bir dil olduğu' anlamına gelmez. Durum tam tersi şekilde de olabilir.
Geniş daireden dar daireye dönersek, işte, bu üç yanlış itikadın Türkiye'deki tezahürü de üçtür kardeşlerim:
1) Müslümanların ortak alfabesi 'İslam harflerine' karşı gösterilen düşmanlık. Evet. Halbuki aynı düşmanlık 'Batı kültürünün ortak alfabesi' sayılan Latin harflerine karşı gösterilmez. Çünkü, yukarıdaki üç yanlış itikad, onları başka yere, İslam harflerini başka yere oturtur. Birisini ileri diğerini geri sayar. 2) Osmanlı Türkçesine karşı gösterilen düşmanlık. Evet. Çünkü, Osmanlı Türkçesi, Türklerin 'yönettikleri coğrafyadaki dilleri yoketme' saikiyle değil, 'onları da dillerine katarak zenginleşme' arzusuna mebnidir. Halbuki, yukarıdaki üç yanlış itikad, coğrafyayla bütünleşmeyi değil, Batı adına onları evvela kendisi yoketme saikini aşılamaktadır. 3) Arapçaya, Kürtçeye vs. düşmanlık. Evet. Çünkü, yine yukarıdaki üç yanlış itikada göre, Avrupa ilerisidir, Asya gerisidir. O yüzden Arapça veya Kürtçe vs. konuşmak 'maymun dili konuşmak' mesabesindedir. Evrimde geriye doğru uzanmaya çalışmaktır.
Türkiye'de dil üzerinden yaşanan tartışmalar ağırlıklı olarak bu zeminde şekillenir. O yüzden esnaf tabelalarına da muameleler farklı olur. (Herhangi bir Batı dilindeyse dokunulmaz. Ama Asyalı dilindeyse heran operasyon çekilebilir.) Sokakta konuşulması da yine farklı tepkilerle karşılanır. Hülasa: Bu ülkenin insanlarının zihnine öyle operasyon çekilmiştir ki, bin yıllık cihad arkadaşlarının dilini küçümser, ama bin yıldır düşmanlıktan başka birşey görmediği Avrupalının dilini baştacı eder. Ahirzaman böyle garip bir vakittir. İmtihanı böyle ağır bir imtihandır. Müslümanı müslümana dövdürür. Tarlanın taşıyla tarlanın kuşunu öldürür.
Halbuki, meseleye birazcık ilmî endişeyle bakan birisi için, Asya'nın aşağılanacak hiçbir tarafı yoktur. Bilakis, anlaşılırsa, zenginliğin hakikatine sahip olduğu farkedilir. Mesela: Sefer Turan'la söyleşilerinden oluşan Bilim Sohbetleri kitabında, merhum Prof. Dr. Fuat Sezgin Hoca, meşhur şarkiyatçılardan Helmutt Ritter'in (ki aynı zamanda hocasıdır) Arapça yazımı hakkında 'üç vitesli yazı' diyerek büyük iltifatlarda bulunduğunu, Latin alfabesini de "Bu eşek sür'atinde gidiyor!" diye küçümsediğini aktarır:
"(Noktasız yazı) Bu âlimler vitesidir, diyor. Kütüphanelerdeki kitapların bir kısmı böyle. Onları ancak âlimler okuyabilir. İkinci viteste ise noktalı ama harekesiz yazarsınız. Okumada da yazmada da ikinci vitestir. Bu umumiyetle halk için geçerli bir vitestir. Üçüncüsündeyse noktalı ve harekeli yazarsınız. Okurken hata varsa çok kolay farkedersiniz. Fakat yazmak zaman alır. Bu üçüncü vitestir. Hocam Helmutt Ritter bunu söyledikten sonra bir kağıt aldı ve kağıda kendi ismini, Latin harfleriyle 'Ritter' yazdı. 'Bu eşek süratiyle gidiyor!' dedi ve ekledi: 'Bu da eşek vitesidir!' Arapça'daki viteslerle kitaplar müthiş bir süratle yazılıyordu." Son ilave olarak, Bediüzzaman Hazretlerinin Lem'alar'da dikkatleri çektiği, birşeyden daha bahsedeceğim: O da İslam harflerinin 'çağrışım dünyası'dır. Evet. İslam harfleri müslümanların maneviyatından neşet ediyor. O dünyadan çıktığı için, yine o dünyayı çağrıştırıyor, hatırlatıyor, dürtüyor. Bir müslüman onları gördüğünde ister-istemez manevî tetiklenmeler yaşıyor. Şuurunda olsun veya olmasın. Harfler yapacağını yapıyor. Halbuki Latin alfabesi böyle bir yeteneğe sahip değildir. Onları gördüğümüzde ne Allah'ı, ne Peygamberi, ne İslam'ı hatırlarız.
"(...) hurûfât, kudsiyet kesb ettikçe, yani, âhizelik vaziyetini aldıkça, yani, Kur'ân hurûfâtı olduğundan âhizelik vaziyetini aldığı ve düğmeler hükmüne geçtiği ve sûrelerin başlarındaki hurûfat daha ziyade o münâsebât-ı hafiyenin uçlarının merkezî ukdeleri, düğümleri ve hassas düğmeleri hükmünde olduğundan, vücud-u havâîleri bu hâsiyete mâlik olduğu gibi, vücud-u zihnîleri dahi, hattâ vücud-u nakşiyeleri de bu hâsiyetten hassaları ve hisseleri var. Demek, o harflerin okumasıyla ve yazmasıyla, maddî ilâç gibi şifâ ve başka maksatlar hâsıl olabilir."
Bunlar okunması, yazması, hatta bakılması bile 'başka' olan şeyler. Latin alfabesine bakmak, bir müslüman için, İslam harflerine bakmakla bir değil. Aynı tellere dokunmuyor. Aynı şifreleri çözmüyor. Aynı şiiri söylemiyor. Aynı musikiyi terennüm etmiyor. Kur'an'da anılan huruf-i mukatta belki de bizi harflerin bu yanına uyandırma hikmeti de güdüyor. Tek tek bile hikmeti var onların yani. Tek tek bile kıymetliler. Tek tek bile manidarlar. O sebeple yerlerine başkasını yerleştirmekle doğru yapılmaz. Elbise olsa değiştirilir fakat derimiz asla değiştirilemez.
Bazen düşünüyorum: Bu kemalistler, bir açıdan bakınca çok aptallar, ama başka açıdan da çok zekiler. Evet. Manevî dünyamızı ayakta tutan şeylerin köküne kibrit suyu dökmede pek mahir davranmışlar. İlk kılıçlarını şeairlere sallamışlar. Kodlarımızla oynamışlar. Çağrışımlarla dahi olsun müslüman ruhunu en geniş dairede besleyen şeylerin ensesine çökmüşler. Bugünkü avaneleri de aynı yolda ilerliyorlar. Nerede görseler sataşıyorlar.
Öyle. İslam harflerinin, Arapçanın, Osmanlıcanın, müslüman dillerinin, müslümanca kelimelerin Tek Parti döneminde tam bir zorbalıkla hayatımızdan sökülüp atılmaya çalışılmasında şeytanî bir zeka kendisini hissettiriyor. Bu zeka, bilfiil uygulayanların başlarında değilse bile, kesinlikle arkalarında bir yerlerdedir. Kulaklarına fısıldanmıştır. Ajandalarına yazılmıştır. Onlar da ödev verilen bu dersleri tekmil etmişlerdir herhalde. Ne diyelim? Cenab-ı Hak rüşdümüzü yeniden ilham eylesin. Kemalimizi tekrardan iade eylesin. Âmin. Âmin. Âmin.
0 notes
turkdiliveedebiyati · 2 years
Text
Tumblr media
0 notes
sillagen · 9 months
Text
Açık bir kız bana yer verdi. Neyse sonra dosyama bakarken ilahiyatçı mısınız dedi. Ay yok bu Osmanlı Türkçesi dedim. Ayy bizde okuldayken görmüştük diyince sen dedim baya küçüksün dedim. 19 yaşındayım dedi. Ay dedim ben 25 yaşındayim 🫣 sen hiç göstermiyorsun ama diye şaşırdı. Kıyafetten dolayı ilahiyatçı sanıyorlar dedim. Ay ben ondan sanmadım diğer gunlerde görmüştüm bu arada çok güzelsin diyince yemin ederim 45 dk dosyaya sırıttım. Kız bugün beni öyle keyiflendirdi bir sürü dua ettim yemin ederim.
71 notes · View notes
kadifecicegigibi · 11 days
Text
Tumblr media Tumblr media
üniversitenin daha ilk haftası pişman olmuştum çünkü çok zordu, benim zihnimdeki edebiyât ile burada verilen eğitimin alakası yoktu. zamanla kırıldı bu ön yargım, zamanla sohbetlerin başlaması ile her şey içime sinmeye başladı, lâkin hocaların verdiği kitaplar canımı sıkıyordu, ben dünya klasikleri okumaları yapacağız sanarken Namık Kemal'ler, Şinasi'ler, Ahmet Mithat Efendi'ler havada uçuyordu. bunun yanı sıra Osmanlı Türkçesi, eski Türk dili dersleri bana hayatı sorgulatıyordu. ben de ön yargımdan istemeye istemeye okuyordum hallice kitapları. sonrasında fark ettim ki yazarlarımız o karışık evrede nelerle debelenip bizlere armağan etmiş bu eserleri, bütün zorluklara rağmen nasıl direnişler sunmuşlar, divan edebiyatını severim fakat divan edebiyatı kalıbını kırarak şu an severek okuduğumuz tüm kitaplar aslında bu yazarların çabası sayesinde. üniversite de tanıdığım canım hocam canan hocamın çabaları sayesinde Türk edebiyatı klasiklerine olan ön yargım kırıldı, daha sonraları kendim isteğim ile kitaplığıma kazandırdım bu eserleri. hocamın bana kazandırdığı bunun dışında farklı edebiyat dergilerini okuma alışkanlığı ve biyografi-otobiyografi eserleri okuma alışkanlığı kazandırmasına da ayrıca minnettarım. kendisi vesilesiyle birçok önemli kişilerin bizler için çabasına şahit olmuş oldum. ve en önemlisi Dursun Ali Tökel hoca ile tanışma fırsatına da eriştim. en sevdiğim önerisi de Matbuat Hatıralarım/Ahmet İhsan Tokgöz'ün eseri oldu. elimden bir an bile düşmeyen bir eser olmuştu. (servet-i fünûn dönemini merak edenler bu dönemi bizzat servet-i fünûn dergisinin sahibinin anılarından okuyabilirsiniz)
9 notes · View notes
gizemleimana · 11 months
Text
Osmanlı türkçesi hocasına Allah razı olsuz sınav sorularını direkt verdi. Çünkü kimse arapça bilmiyo sjdkjkh
7 notes · View notes
albatrosmen · 1 year
Text
KADIN MI, BAYAN MI?
"Bir de "Bayan değil kadın!" diye bir tepki, bir laf çıktı son zamanlarda. Kim çıkardı nereden cıktı bilmem ama bu saygın kelimenin yani BAYAN kelimesinin geçmişini benden öğrenin isterim.
Atatürk ilke ve inkılaplarının en önemli özelliklerinden biri ayrıştırılmış toplumu millet haline getirme ve eşit yurttaş yapma amacıydı.
Bu ilkelerin uygulamalarından biri olan soyadı kanunu tüm yurttaşlara; zengin fakir, müslüm gayri müslim, zümre mensubu veya bir gariban olsun ayırd etmeksizin eşit insan haline getirme çabasıydı. Daha da ötesi bazılarının ben soyluyum, ben seçkinim, ben daha üstünüm iddiasını bir hamlede boşa çıkaran herkesin soyunu bilmesini sağlayacak bir uygulama başlıyor idi. Daha da ötesi bu kanunla birlikte efendi, hacı, hoca, efendi gibi lakaplar da kaldırılıyordu. (Bugün kendisine efendi dedirtenlerin ülkeye verdiği zararı hep birlikte yaşayarak görüyoruz.)
Tam bu noktada, tek bir hitap getirilmiştir. Bundan böyle erkeklere BAY, kadınlara BAYAN diye hitap edilecektir. Ayrımsız. Toplumun tüm erkekleri ve toplumun tüm kadınlarına eşit hitap getirilmiştir. Peki neden BAY ve BAYAN kelimesi seçilmiştir? İşte asıl maharet işte asıl incelik buradadır.
Önce şu bilgiyi vermekten onur duyarım;
Orhun Yazıtları 1893'te Danimarkalı dilbilimci Thomsen tarafından çözülür. Osmanlı devleti bu çalışmalarla pek ilgilenmez. Ama sağolsun Şemsettin Sami, kişisel olarak bu çalışmaları elinden geldiğince İstanbul'a taşır. Onun çalışmalarını da Necip Asım Yazıksız devam ettirir. Koca Osmanlı'da başka ilgilenen yoktur. Atatürk ise Necip Asım'ı takip eder ve onun eserlerinden Orhun Anıtlarını okur. Okuyan bir lidere bir öndere sahip olmanın güzelliği burada da kendini gösterir. Şimdi konumuza tekrar dönelim.
Orhun Anıtlarında Bilge Kağan Doğu Yüzü 23'ün sonunda şu cümle yazar. "çıgan bodunug BAY kıldım." Yani günümüz Türkçesi ile "Fakir halkı zengin kıldım (yaptım) der. Evet. BAY kelimesi özbeöz Türkçe kelimedir. Hiç bozulmadan gelmiştir. ZENGİN demektir.
Atatürk, Bilge Kağanın bu sözünden hareketle, 1910'dan 1922'ye kadar 12 yıl aralıksız savaşıp fakir ve bitap düşen Türk Halkına, soyadı kanununu hediye ederken, halkın üstünde tahakküm kuran daha önceden zengin ve seçkin olan tüm hacıları, yobazları, efendileri, hanedanları, kendini halkın üstünde tanımlayan soyluları bir kalemde darmadağın etmiş, fakir Türk halkını BAY kılmıştır. Erkeklere BAY kadınlara BAYAN diye hitap edilmesini en uygun hitap tarzı olarak benimsetmiştir.
BAY ve BAYAN kelimeleri buradan gelmektedir.
Övünerek kullanılması gerekilen bir hitap tarzı iken "Bayan değil kadın!" tepkisinin Türk ve Atatürk düşmanları tarafından bilinçli bir şekilde bilinçsiz kadınlarımıza aşılandığını düşünüyorum.
___Kürşad Emre ÖĞRETMEK
Gazi Kemal Eğitim ve Kültür Derneği Genel Başkanı
5 notes · View notes
Note
İyiyim bende, hamdolsun
Bende uzun zamandır girmiyodum tumblra ramazanda girdim bende ,
Allah ramazandan en iyi şekilde faydalanmayı nasip etsin inşallah :)
Ne güzel, insanın bi uğraşı bi hobisinin olması çok güzel bişi,
Bende bi ara türkçedeki yabancı kelimeleri araştırma çalışması yapmıştım, sonunda türkçe diye bir dil olmadığını tamamen farklı dillerden oluşan çok az, öz türkçe kelimemizin olduğunu öğrenmiştim.
Halk eğitimlerin bu konuda kursları var onlara başvurabilirsin faydası olcaktır iyi olur hem gelişmene yardımcı olur 😊
Bende şu an boştayım, depremden dolayı işimi kaybettim iş bakıyorum bu aralar
Allah iyilik versin..
Amin cümlemize İnşaallah
Evet, bişey öğrenilmeden yaşanılan bir hayat nasıl olur bilemiyorum. Rabbim her daim kendimizi geliştirmeyi, bu konuda dinç ve atılgan olabilmeyi nasip eylesin..
Ne güzel araştırmışsınız. Ben aslında bir yandan Osmanlı Türkçesi eğitmenliği yapıyorum. :) İnsanlar ayrı bir dil sanıyolar halbuki Osmanlıca, Türkçe Arapça ve Farsça kelimelerden oluşan bir yazı dili. Ve Kuran harflerini bilen herkes yarım saat gibi kısa bir sürede okumaya başlayabiliyorlar.
Tezhip konusunda daha öncesinde halk eğitime gittim ama pek ilerleme kaydedemedim. O yüzden şimdi daha kapsamlı olarak özel bir atölyede ders görüyorum. Tavsiyen için teşekkür ederim. 😊
Allah kolaylık versin. Rabbim tez vakitte istediğin gibi bir iş bulabilmeyi nasip eylesin. 🌸
3 notes · View notes
mulahazat · 2 years
Text
Osmanlı Türkçesi Ömer Seyfettin okumayı denemek bir hataydı evet ama yarın Osmanlıca bütünlemem var….
2 notes · View notes
cileklipalet · 2 months
Text
Tumblr media
"herkes tabiatına göre sever."
110 notes · View notes
edebiyatiturk · 13 days
Text
Gudubet Ne Demek
Gudubet Ne Demek? Detaylı İnceleme ve Anlamı 1. Gudubet Kelimesinin Tanımı Gudubet kelimesi, Osmanlı Türkçesi ve eski Türk edebiyatında kullanılan, günümüzde ise nadiren karşılaşılan bir terimdir. Bu kelimenin anlamı ve kökeni, tarihsel ve kültürel bağlamda oldukça derin bir inceleme gerektirmektedir. Gudubet, özellikle Arapça kökenli olup, ”belirsizlik” veya ”karışıklık” anlamlarına gelebilir.…
0 notes
hacialikara · 1 month
Text
Türkiye’nin ilk yerli çeviri platformu Transleyt kullanıma sunuldu!
Türkiye’nin ilk yerli çeviri platformu olan Transleyt, Boğaziçi Üniversitesi Teknopark bünyesinde geliştirildi ve 30 dilde çeviri yapabilme yeteneğiyle kullanıcıların beğenisine sunuldu. Yapay zeka destekli bu platform, sadece çeviri yapmakla kalmıyor, aynı zamanda sadeleştirme, transkripsiyon ve ses dosyalarının deşifresi gibi gelişmiş özellikler de sunuyor. Osmanlı Türkçesi dahil 30 dilde…
Tumblr media
View On WordPress
0 notes
turkdiliveedebiyati · 2 years
Text
Tumblr media
0 notes
sillagen · 5 months
Text
Tumblr media
Ay bunu görünce bir aydınlanma geldi. Osmanlı Türkçesi ile " her şey sevmekle başladı " yazıyor. Hakikaten her şey sevmekle başladı. Kainat Nur-u Muhammed yüzü suyu hürmetine yaratıldı. Allah boşuna "sen olmasaydın kainatı yaratmazdım" demedi. Kainatın yaratilisini bir kenara koyarsak anne ve babamızın sevgisi ile biz olduk. İsmet Özel hatta bir dizesinde diyor ya " başkalarının aşkıyla başlıyor hayatımız.." Üzülmek, yenilenmek, dirilmek, olmak, olmamak hepsi aslında sevgi ile başlıyor ilk diriliş sevgi sonra ise neye dönüşür ve tekabül ederse o oluyor. Sevgi bazen nefret oluyor, bazen muhabbet oluyor, bazen vefa, bazen gözyaşı oluyor. Ama her şey her şey ilk başta sevmek ile başlıyor. Değişim dediğimiz eylem bile ilk olarak kendimizi sevmemiz ile başlıyor. Sevgi dünyanın 4/3'ünü suyun kaplaması gibi çoğunlukla kaplamis neden sevgiyi bırakıp yerine başka şeyleri koyar olduk diyor insan hakikaten.
37 notes · View notes
hcagla · 2 months
Text
Taaşşuk-ı Talat ve Fitnat Özeti
Tumblr media
Şemsettin Sami edebiyatımıza pek çok değerli eser bırakmış bir isim. Hem ilim hem de edebi olarak gerçekten önemli bir yerde. Edebiyatımızın ilk yerli romanını yazdı. Öyle bir aşk hikayesi ki! Sonu trajik, romandaki tatlı eleştiriler çok yerinde. Şemsettin Sami, Talat karakterine kadın kıyafeti giydirdiğinde yoldaki erkeklerin, kadın sandığı Talat’a o pis bakışlarını anlatarak duygularımıza tercüman olmuş. Kadınlarımız, kızlarımız yolda rahat yürüyemiyorlar algısını o dönemde oluşturmaya çalışmış. Roman çok kısa ve hemen bitiyor. O yüzden bence özetle yetinmeyin ve Şemsettin Sami'nin kaleminden çıkan bu romanı aslında edebiyatımızın önemli taşlarından biri olduğunu bilerek okuyun. Özeti yolla gelsin diyenler için kısa özet görseli hazırladım ama aşağıda detaylı kitap özetini de bulabilirsiniz.
Tumblr media
Taaşşuk-ı Talat ve Fitnat Özeti
İlk görüşte birbirlerine âşık olan Talat ve Fitnat'ın trajik hikâyesini anlatan "Taaşşuk-ı Talat ve Fitnat" romanı, o dönemin kadın-erkek ilişkilerini ve görmeden yapılan evliliklerin doğurduğu sorunları ele alır. Yazar, her yaştan ve sınıftan kadının aile ve toplum içindeki konumlarına dair meseleleri işlerken, bununla da kalmaz; Talat'ı kadın kılığına sokarak İstanbul sokaklarında yaşadığı maceraları da anlatır. Fitnat, Talat’a aşıktır; fakat üvey babası Hacı Mustafa onu yaşlı ama zengin bir adam olan Ali Bey’le evlendirmek istemektedir. Fitnat bu durumu kabul etmese de Hacı Mustafa’nın dediği olur ve Ali Bey’e evlendirilir. İstemediği bir adamla evliliği kabullenemeyen Fitnat daha Ali Bey’le bir araya gelmeden gerdek gecesi bir çakıyla kendini öldürür. Fitnat Hacı Mustafa'nın üvey kızıdır. Onu dışarı bile çıkaramaz, gözünden sakınır. Fakat Talat, Fitnat'ı bir pencere arkasından görüp aşık olur. Birbirlerini seven gençler kavuşamaz. Fitnat zorla Ali Bey'le evlendirilir. Bunun üzerine Fitnat düğün gecesi canına kıyar. Fitnat kendini öldürdüğünde boynunda annesinden kalma bir muska vardır. Ali Bey bu muskayı açıp okuduğunda Fitnat’ın kendi öz kızı olduğunu öğrenir. Öz kızıyla evlenerek onun ölümüne sebep olan Ali Bey bir süre sonra delirir, altı ay sonra da ölür. Bu arada sevdiği kızın ölümüne dayanamayan Talat da üzüntüsünden hastalanır ve bir süre sonra o da ölür. Taaşşuk-ı Talat ve Fitnat ne anlama gelir? Acıklı bir aşk hikâyesini anlatan bu eser Osmanlı Türkçesi ile yazılan eser "Talat ve Fitnat'ın Aşkları" anlamını taşır. Taaşşuk-ı Talat ve Fitnat anlatım biçimi nedir? Batılı romancılar kendileri için yabancı bir kurgu tekniği olan çerçeve hikâye tekniğini romana geçişte etkin şekilde kullanmışlardır. Türk romanının ilk örneklerinden biri kabul edilen Taaşşuk-ı Talat ve Fitnat, bugüne kadar fark edilememiş olsa da esasında bir çerçeve hikâyedir. https://akademiksunum.com/ Yeni haberler için bu siteyi Google News’ten takip etmeye devam edebilirsiniz. Sevgilerle Bu yazıyı beğendiyseniz sosyal medya hesaplarınızdan paylaşırsanız fazlasıyla teşekkür etmiş olursunuz. Daha fazla bilgi için beni sosyal medyada takip etmeyi unutmayın - Facebook, Instagram, Pinterest ve Twitter. Bu yazıyı daha sonra okumak için yazıdaki görseli Pin’leyebilirsiniz! Read the full article
0 notes
gizemleimana · 1 year
Text
Osmanlı Türkçesi diye bir ders mi olur aq
5 notes · View notes