#öldüresiye
Explore tagged Tumblr posts
ssarew · 7 days ago
Text
"Beni öylesine sevmedi, öldüresiye sevmişti sevgili hain bey."
74 notes · View notes
sakakmezarligi · 28 days ago
Text
bir karga bir kediyi öldüresiye bir oyuna davet ediyordu. hep böyle mi bu? bir şeyden kaçıyorum bir şeyden, kendimi bulamıyorum dönüp gelip kendime yerleşemiyorum, kendimi bir yer edinemiyorum, kendime bir yer… kafatasımın içini, bir küçük huzur adına aynalarla kaplattım, ölü ben’im kendini izlesin her yandan, o tuhaf sır içinden! paniğini kukla yapmış hasta bir çocuğum ben. oyuncağı panik olan sayın yalnızlık kendi kendine nasıl da eğlenir. niye izin vermiyorsun yoluna kuş konmasına? niye izin vermiyorum yoluma kuş konmasına? niye kimseler izin vermez yollarıma kuş konmasına? “öyle güzelsin ki kuş koysunlar yoluna” bir çocuk demiş.
45 notes · View notes
nesrin-c · 4 months ago
Text
Oğlunuzu Nasıl Bilirsiniz
Oğlunuz başörtülü bir kadına mülayimse, fakat mini etekli bir kadına bakınca libidosu yükseliyorsa bir çırpıda, bunu sizin gözünüzün önünde yapmayacağı için “benim oğlum dürüsttür” diyebiliyorsunuz değil mi sevgili anneler?
Oğlunuz mesela makarnanın içeriğini, vitamin değerini biliyorsa, fakat bir paket makarnayı aş haline getiremiyorsa, yine de “benim oğlum bilgilidir” diyebiliyorsunuz değil mi…
Oğlunuz öğretmenine saygılı, fakat sınıfın en yoksul öğrencisine kabaysa, bu durum oğlunuzun terbiyesinden bir gram bile eksiltmez, sizin oğlunuz pek bi terbiyeli aslında!
Oğlunuzun dili akrabalarınıza karşı incelikten kırılıyorsa, fakat bir komiye, bir kasiyere küstahlaşabiliyorsa, üzerinde durmaya değmez böyle şeylerin, oğlunuz kibardır sizin…
Oğlunuz sevgilisini incitiyorsa, “yiğitçe, delikanlıca bir sevda” ile karşı karşıyayız değil mi,?
Küçük beyimiz, ilişkisinde sevgili değil, şımarık bir çocuksa, sizce bu onun saflığını gösterir; yoksa konunun sevgiliye yıkılan anne rolüyle hiçbir ilgisi yok kesinlikle!
Oğlunuz, eşiyle beraber ev işleri yapmıyorsa, bunun yetiştirilme tarzıyla da ilgisi yok yani. Sonuçta siz bir pırlanta yetiştirdiniz, temizlik malzemesi değil…
Oğlunuzun dünyayı değiştirecek fikirleri varsa, fakat çocuğunun ödevlerine yardım etmiyorsa, veli toplantılarına hep eşi katılıyorsa, oğlunuz bölüşmek üzerine ne düşünüyor acaba? Beyefendinin bölüşmek üzerine de fikirleri vardır mutlaka, bu fikirleri bölüşmesini rica etsek?
Oğlunuz din, siyaset ve futbol üzerine ahkâm kesmeyi marifet sayıyor, kadınların ve kadınlığın bütün gizemlerini çözdüğünü iddia ediyorsa, fakat sizinle şakacıktan bir kahve falı bile bakmıyor, kız kardeşiyle felekten bir gece çalmıyorsa, bilin ki oğlunuz hem size, hem de dünyaya yara açıyor, ne kadar hazin…
Sevişmeyi seviyor, fakat sevmeyi beceremiyorsa oğlunuz, kadınlarla bir arada olmaktan hoşlanıyor, fakat kardeş, can, yoldaş bellediği bir kadın bile yoksa yanı başında, siz oğlunuzun erkekliğiyle gurur duymaya, kas gücüyle, kestiği raconlarla böbürlenmeye devam edin lütfen, biz sizi alıkoymayalım…
Oğlunuz her başı sıkıştığında size sığınıyorsa, sizi müşteri hizmetleri yetkilisi gibi, çözüm merkezi yöneticisi gibi görüyorsa, bilin ki ne siz, ne de bir başkası güvenle sırtını oğlunuza dayayamayacak bir kez olsun…
Oğlunuzun doğum sancısının şiddetini bilmemesi ayıp değil, hissetmemesi ayıp!
Regl ağrısı çekmeyecek, vajinası kanamayacak, daha da önemlisi makyaj yaptı diye, dans etti diye, gecenin bir vakti dışarıda diye öldürülmeyecek oğlunuz.
Kendisini öldüresiye seven bir cani tarafından soldurulmayacak, daha ne olsun…
Oğlunuzun ruhunun bir yarısı kadın olmalı sevgili anneler; oğlunuzda da annelik duygusu olmalı, sevecenlik, incelik ve empati.
Bir gizli kamerada görüntülense oğlunuz, seyretseniz oğlunuzu tıpkı bir sinema filmi seyreder gibi, belki de üzülürsünüz kim bilir. Ah, niceniz farkında değil bu kaba saba, hoyrat, kibirli dünyanın böyle olmasının sebeplerinden birinin belki de siz, belki de oğlunuz olabileceğini.
Oğlunuzu nasıl bilirsiniz?
İyi olsun oğlunuz lütfen, iyiliğe ihtiyacı var hepimizin…
Ergür Altan
113 notes · View notes
hisboslugu · 5 months ago
Text
elimden gelse bir bakışla paramparça ederim buraları lakin yok gidebileceğim başka bir yer. o yüzden nefretle severim, öldüresiye severim buraları. bilhassa akşamları.
46 notes · View notes
gorunmezbirkiz15 · 9 months ago
Text
Dostoyevski
"Yani beni öldüresiye bunalttınız,ben de tek başıma kalmak istiyorum."
84 notes · View notes
makussz · 6 months ago
Text
Bir karga bir kediyi öldüresiye bir oyuna davet ediyordu. Hep böyle mi bu?
Bir şeyden kaçıyorum bir şeyden, kendimi bulamıyorum dönüp gelip kendime yerleşemiyorum, kendime bir yer edinemiyorum, kendime bir yer…
Kafatasımın içini, bir küçük huzur adına aynalarla kaplattım, ölü benim kendini izlesin her yandan o tuhaf sır içinden ') Paniğini kukla yapmış hasta bir çocuğum ben. Oyuncağı panik olan sayın yalnızlık kendi kendine nasıl da eğlenir.
Niye izin vermiyorsun yoluna kuş konmasına
Niye izin vermiyorum yoluma kuş konmasına
Niye kimseler izin vermez yollarıma kuş konmasına?
|𝑁𝑖𝑙𝑔𝑢̈𝑛 𝑀𝑎𝑟𝑚𝑎𝑟𝑎
29 notes · View notes
amezhu · 4 months ago
Text
Heaven Official's Blessing ▪︎
248. BÖLÜM - Ekselanslarının Merak Uyandıran Olayı - Veliaht Prensin Hatırası Kaybolup Gidiyor 3- San Lang iyi bir Gege!
Xie Lian’ın gözleri aniden kocaman açıldı. San Lang onun kuşkulu ifadesi karşısında, "Sorun nedir?" diye sordu.
Xie Lian bunu nasıl kelimelere dökebilirdi ki? Kandırılmış olmanın, daireler çizmek için kandırılmış olmanın utancı, kızgın kanıyla karışan sefalet, doğruca kafasına hücum etti. Avucunu masanın üstüne vurdu, her kelimeyi ve cümleyi ısırarak söyledi: "... yani. Sen. Sendin!"
Masa tablasının bu darbeye dayanması imkânsızdı ve oracıkta kırıldı. Neyse ki meyhanenin ikinci katında onlardan başka kimse yoktu, yoksa çok korkarlar ve dehşete düşerlerdi. Xie Lian’ın elinde herhangi bir silah yoktu ama yumruğuyla vurdu.
Ancak San Lang eskisi gibi koltuğunda oturmaya devam etti ve sadece başını hafifçe eğdi. Bu yumruk arkasındaki duvara çarptı. Taş parçalandı ve düştü. Yine de bir milim bile kıpırdamadı, bunun yerine koluna sarıldı ve bakışlarını çok hafifçe kaldırarak, "Daozhang, bunun anlamı nedir?" dedi.
Xie Lian’ın yüzü son derece sıcaktı ve şu anda yüzünün ne kadar kırmızı olduğu hakkında hiçbir fikri yoktu. Diğer elindeki kemikler çatlayıp patlarken, öfkeyle şöyle dedi: "Sen... numara yapmayı bırak. Bana ne yaptığını çok iyi biliyorsun!"
San Lang'ın bakışları biraz daha yükseldi. "Ne yazık ki, Daozhang'a ne yaptığımdan emin değilim, bu kadar öfkelenmenize neden olacak ne yaptım? Lütfen beni aydınlatır mısınız?"
"..."
Bu kişinin masumiyet dolu bir yüzle ona böyle bir şey söyleyebileceğini düşünmek. Ne cevap verebilirdi ki? Güpegündüz böyle şeyler konuşmak? Xie Lian daha önce hiç böyle biriyle karşılaşmamıştı ve o kadar öfkeliydi ki omuzlarından kalbine kadar titredi, yüzü gittikçe kızardı, konuşması tutarsızlaştı ve azarladı, "Kapa çeneni! Senin gibi biri... Ben, ben senin gibi utanmaz birini öldüresiye döveceğim... ahlaksız... aşağılık... sen..."
San Lang iç çekti ve şöyle dedi: "Daozhang, tüm kalbimle gösterdiğim samimiyetin senden böyle bir yanıt almasını beklemiyordum. Ben nasıl utanmaz, ahlaksız ve aşağılık biriyim?"
Xie Lian zorlukla da olsa bir nebze sakinleşti ve şöyle dedi: "Beni daha fazla kandırabileceğini sanma! Elindeki kırmızı iplik senin o... o... olduğunun açık bir kanıtı."
"Öyle mi?" Ama San Lang telaşlanmadı. Elini kaldırdı ve "Bundan mı bahsediyorsun? Bu kırmızı iplikle ilgili bir sorun mu var?"
Kırmızı ipliğe bakınca, Xie Lian sanki delinmiş gibi hissetti. Dedi ki, "Onu gördüm. O zaman, senin... elinde bu kırmızı iplik vardı..."
San Lang, "Ne zaman?" diye sordu.
"..."
Xie Lian bir anda onu öldüresiye dövmek istedi. Cevabı bilmesine rağmen hala soruyor olması çok alçakçaydı!
Ancak açıklanamaz bir nedenden ötürü, ne kadar öfkeli olursa olsun, elini bile kaldırmaya cesaret edemiyordu. Dahası, hareket edememesinin nedeni birinin kontrolü altında olması değildi; aksine, hareket etmesine izin vermeyen kendi bedeniydi!
Tam bu sırada, birkaç kişi yukarıya doğru gürleyerek, "Bu iki onurlu misafir ne yapıyor? Kavga etmeyin ve dilediğiniz gibi bir şeyleri kırıp dökmeyin!"
Xie Lian başını çevirdi ve "Burası tehlikeli! Önce siz..." Kim bilebilirdi ki, o tek bakışla tekrar donakaldı, sersemledi.
Tüm bu insanların ellerinde kırmızı bir ipin bağlı olduğunu düşünmek! Xie Lian hiç düşünmeden, "Ellerinizdeki kırmızı ip de neyin nesi?" diye sordu.
Bir kişi, "Kırmızı iplik mi? Kırmızı ip sadece kırmızı ip değil mi, bunda garip olan ne, büyütülecek bir şey yok... bunda bir şey yok!”
Xie Lian’ın kafası karıştı. Bu yerde, bir kişinin eline kırmızı iplik bağlaması çok normal bir moda trendi olabilir miydi?
Başını arkaya çevirdi. San Lang sanki onun düşüncelerini okumuş gibi, "Daozhang oldukça iyi tahmin etmiş. Birinin parmağına kırmızı iplik bağlamak burada bir gelenektir. Eğer inanmıyorsanız, lütfen aşağıdaki kalabalığa bakın."
Xie Lian bakışlarını meyhanenin alt katına dikti. Beklendiği gibi, sürekli akan insan kalabalığının arasında, üzerlerine kırmızı bir iplik bağlanmış çok sayıda el vardı ve hatta bazılarına epeyce bağlanmıştı. "Bu ne tür bir gelenek?" diye sordu.
San Lang küçük bir gülümsemeyle, "Bu konu Hua Cheng ile bağlantılı." dedi.
"Ah?"
"Çünkü onun eline ve sevgilisinin eline böyle kırmızı bir iplik bağlanmış. Bu yüzden pek çok insan kaderindeki evlilik eşi için dua etmek ya da aşık olduklarını ifade etmek için bu yolu izledi."
Xie Lian şaşkınlık içinde dinledi ve şöyle dedi, "Yani... bu Hua Cheng, oldukça şaşırtıcı bir insan olmalı? Bu kadar çok insanın onu hararetle takip etmesi..."
San Lang, "Muhteşem olup olmadığı, onu kiminle kıyasladığınıza bağlı. Ah evet, Daozhang, yere düşmüş bir şey var gibi görünüyor, incelemek için alabilir miyim?"
Bunun üzerine Xie Lian nihayet tepki vermeye başladı. O ana kadar saldırgan bir duruş sergilemişti ama bu da onun için aptalca bir hataydı ve öfkesi tamamen yok oldu.  Elini aceleyle geri çekerek, "Özür dilerim, özür dilerim San Lang, gerçekten... gerçekten çok özür dilerim. Gergin olan bendim ve seni yine yanlış anladım..."
San Lang rahat durmaya devam etti ve bir şey almak için belinden eğilerek, "Zararı yok Daozhang, bu düşürdüğün bir şey mi?" dedi.
Yerdeki dağınıklıktan bir parça altın varak almıştı. Muhtemelen az önce vurduğu sırada Xie Lian'ın kolundan düşmüştü.
Xie Lian tam konuşmak üzereydi ki San Lang'ın altın yaprağı gözünün önünde kaldırdığını gördü ve gözlerini kısarak, "eh, bu altın yaprak oldukça tanıdık geliyor," dedi.
Ne çok aceleci ne de çok yavaş bir tavırla konuştuktan sonra, belinden bir eşya çıkardı. Bu başka bir altın yapraktı.
Birbirinin tıpatıp aynısı olan iki parça altın yaprak!
Xie Lian hiç düşünmeden, "Yani bu gerçekten sana mı ait?" diye sordu.
San Lang, "Ah, gerçekten de bir şey düşürmüştüm, bu yüzden bakmak için iki kat geri döndüm..." dedi.
Bunu duyan Xie Lian yanlış anlayacağından çok korktu ve aceleyle, "San Lang, izin ver açıklayayım" dedi.
San Lang, "Endişelenmenize gerek yok. Daozhang'ın açıklamasını doğal olarak dinleyeceğim."
Xie Lian rahat bir nefes aldı ve şöyle dedi: "Şöyle ki, bu altın varak az önce yolda elime geçti. İlk düşüncem sahibinin dönmesini beklemekti, böylece ona geri verebilirdim ama bir saatten fazla bekledikten sonra kimse gelip bakmadı. Aynı zamanda, gerçekten de..."
Buraya kadar konuştuktan sonra biraz utandığını hissetti. Başını eğdi ve kısık bir sesle şöyle dedi: "Ben de... kendi inisiyatifimle hareket ettim ve yiyecek bir şeyler almak için önce biraz borç aldım. O mantuydu... Parayı daha sonraki bir tarihte faiziyle birlikte geri ödemeyi planlamıştım ama nasıl ifade edersem edeyim, yine de bana ait olmayan bir şeyi sormadan almış olduğum noktasına geri dönüyor. Özür dilerim."
Ancak San Lang, "Daozhang'ın böyle hissetmesine gerek yok. Bu sıradan bir insan tepkisi değil mi? Ayrıca, sizi her zaman yemeğe davet etme niyetindeydim ve sonunda o mantuyu yiyen ben değil miydim? Bu kadar küçük bir şeyin sizi rahatsız etmesine izin vermeyin. Sizce de çok şaşırtıcı değil mi? Kaybettiğim bir şeyin Daozhang'dan başkası tarafından alınmaması ne tesadüf. Bu gerçekten de kaderin bir cilvesi olmalı."
Affedildiğini ve anlayışla karşılandığını gören Xie Lian’ın kalbi rahatladı. "Bununla birlikte, San Lang, sen de dikkatli olmalısın. Yola bu kadar parlak bir şey düşürdüğün halde fark etmedin - bir dahaki sefere bu kadar dikkatsiz olma, tamam mı?"
Bu sırada, kenarda sinmiş olan garsonların tacı, "Bu iki onurlu konuk, sakinleştiniz mi? Eğer sakinleştiyseniz, o zaman bu parçalanmış masanın maliyetini hesaplayalım!"
Xie Lian, "....."
İşler eskisi gibi olsaydı, meblağ ne olursa olsun ödeme sorun olmazdı. Ama şimdi, bir mantu almaya bile zar zor gücü yetiyordu. Ancak San Lang, "Sorun değil, benim hesabıma yaz," dedi.
Az önce San Lang'a saldıran açıkça kendisiydi ama San Lang kırıp döktüğü şeylerin parasını ödemesine yardım etmeye gönüllü olmuştu. Xie Lian onun sıcaklığı ve cömertliği karşısında o kadar duygulanmıştı ki nutku tutuldu ve yutkunduktan sonra, "sen....." dedi.
Garson kalabalığında da bir tuhaflık vardı. Dükkânları darmadağın edilmiş olmasına rağmen, daha şık bir masaya geçmelerine yardımcı olmak için neşeyle yanlarına gelmişlerdi. İki kişi bir kez daha masaya oturduğunda, Xie Lian kendini hem suçlu hem de minnettar hissetmekten alıkoyamadı; öyle ki, hiçbir kelime onun nasıl hissettiğini yeterince ifade edemezdi. San Lang endişeli bir ses tonuyla tekrar konuştu: "Daozhang, az önceki konuşmanızı dinlediğimde sanki sizi rahatsız eden bir şey varmış gibi geldi. Sorun nedir? Daozhang, size ne ve kim tarafından yapıldı?"
"..."
Böyle bir şeyi Xie Lian nasıl yüksek sesle söyleyebilirdi? Daha yeni sakinleşmiş olan yüz ifadesi bir kez daha utangaçlıkla kızardı. Yumuşak bir sesle, "...bir şey yok, yanlış bir şey yok" dedi.
Ama San Lang, "Eğer sakıncası yoksa, neden bana anlatmıyorsunuz? Belki San Lang da biraz yardımcı olabilir."
Her ne kadar iyi niyetli olsa da, Xie Lian kendisini kovalanıyor ve köşeye sıkıştırılmış gibi hissediyordu. Yerinde duramayarak çaresizce şöyle dedi: "...gerçekten önemli bir şey değil. San Lang, lütfen artık sormayı keser misin..."
Gerçeği söylemek çok zordu.
İşlerin nasıl olduğunu anlayan San Lang artık zorlamadı ve "Pekala. Önceki konuşmamız nerede kalmıştı? Hua Cheng'le tanışmak mı istiyordunuz?"
Xie Lian dikkatini topladı ve net bir şekilde, "hm. San Lang bir yol biliyor mu?"
San Lang, "Elbette biliyorum. Ama bu birkaç gün içinde Hua Cheng'le buluşmak kolay olmayacak."
"Neden?"
San Lang, yemek çubuklarını kullanarak sebze tabağını büyük bir gülümseme yüzüne yerleştirdi. "Son zamanlarda sevgilisinin biraz rahatsız olduğu ve bu yüzden onlara eşlik etmesi gerektiği söyleniyor. Bunun dışında başka bir şey için zamanı yok."
Xie Lian, bu Hua Cheng'in gerçekten de ılımlı bir kişiliğe sahip, sevgi dolu biri olduğunu düşündü ve ona daha da olumlu bakmaya başladı. "Anlıyorum. Peki, onunla buluşmadan önce ne kadar beklememiz gerekiyor?"
"Üst tahmin olarak beş gün, alt tahmin olarak üç gün. Bence Daozhang, endişelenmeye gerek yok. O zamana kadar neden rahatlayıp biraz mola vermiyoruz?"
Tam Xie Lian kendi kendine kalacak bir yeri olmadığını düşünürken, San lang'ın "Daozhang'ın kalacak bir yeri yoksa, neden biraz benim evimde kalmıyor? Ne de olsa evim büyük ve orada çok fazla insan yaşamıyor."
Xie Lian kendini daha fazla tutamadı ve hafifçe, "San Lang, sen gerçekten... çok iyisin." dedi.
Birini övmek için ilk kez bu kadar açık bir dil kullanıyordu ve biraz utanmıştı ama bunun dışında hislerini ifade etmek için daha iyi bir yol bulamamıştı. San Lang bundan büyük keyif almış görünüyordu ve gülümseyerek şöyle dedi: "Yoksa Daozhang ve ben ilk tanışmamızdan itibaren neden bu kadar iyi anlaşalım ki? Ah evet, sormayı unuttuğum bir sorum daha var: Daozhang'ın yaşı kaç?"
Xie Lian "on yedi" diye cevap verdi.
San Lang, "Ah, on yedi, benden daha genç." dedi.
Gerçekten de görünüşünden yirmi yaşlarında olduğu anlaşılıyordu. San Lang durumu görünce, "madem öyle, o zaman Daozhang bana Gege demeli" dedi.
Xie Lian hâlâ kraliyet ailesindendi, başka hiç kimsenin kendisinden daha asil olmadığı kraliyet majesteleri. Doğrusu, etrafındaki insanlara kardeşlerim diye hitap etmemeliydi, zira böyle bir sıfatı hak edecek çok az kişi vardı. Ancak, bu San Lang gerçekten de Xie Lian’a çok iyi bir his veriyordu ve etrafındakilere hiç kardeş diye hitap etmediği için bu onun için büyük bir yenilikti. Bu yüzden gülümsedi ve "Demek San Lang Gege." dedi.
"..."
Belki de yanılıyordu ama "Gege" dedikten sonra San Lang'ın yüzündeki gülümseme biraz tuhaflaştı.
Bunu tarif etmek çok zordu. San Lang'in sol gözündeki ışık aniden parladı, o kadar sıcaktı ki Xie Lian sanki derisi ısınıyormuş gibi hissetti. Gözlerini kırpıştırdı ve "Sorun ne?" diye sordu.
O korkunç ısı patlaması bir anda kayboldu. San Lang hemen eski haline döndü ve gülümseyerek, "Bir şey yok. Sadece çok mutluydum, hepsi bu. Ailemde benden daha genç kimse yok ve bu yüzden daha önce kimsenin bana böyle seslendiğini duymamıştım."
Xie Lian, "Eğer San Lang için bir sakıncası yoksa, o zaman... size nasıl hitap etmeliyim?" dedi.
San Lang'ın gözlerindeki ışık gülerken parladı. Ancak, konuşmasında yine de reddetti, "ah, tabii ki kesinlikle sakıncası yok. Bu Daozhang'ın umursayıp umursamadığına bağlı."
Xie Lian, "Sorun değil, tabii ki sorun değil. San Lang Gege, şimdi evine dönelim mi?"
San Lang çubuklarını yere bıraktı ve "o zaman, şimdi benimle gelin" dedi.
San Lang'ın evi son derece geniş, güzel ve zarif bir malikaneydi. İçeri girdiğinde Xie Lian, xianle kraliyet sarayındaki bazı yerleşkelerle kıyaslandığında hiç de sönük kalmadığını hissetti. Bu da San lang'ın sıradan biri olmadığına dair izlenimini güçlendirdi.
Geceleri yatakta tek başına yatarken, Xie Lian dönüp duruyordu.
Sanki yanında biri yokmuş gibi hissediyor ve ne kadar dönüp dursa da bir türlü huzur bulamıyordu.
Dahası, vücudundaki o gizli rahatsızlıkla, sırt üstü yatmak kalçalarına rahatsız edici bir şekilde baskı yapmak anlamına geliyordu; ancak bu cephede yatmak ona sanki sırtına bir şey baskı yapıyormuş gibi hissettiriyordu.
Sersemlemiş bir haldeyken bir dizi karmakarışık rüya gördü. Hareket etmek istiyordu ama biri onu olduğu yerde sıkıca tutuyordu ve o ses yine kulağının dibinde alçak bir tonda konuşuyordu, bazen bir erkeğin, bazen bir gencin; bazen ona 'Gege, Gege' diyordu; bazen ona 'majesteleri' diyordu, 'korkmayın majesteleri'.
Sonuna kadar şefkatli, sonuna kadar kötü, ama aynı zamanda sonuna kadar ona değer veren.
Sarsılarak uyandı. Giysileri terden sırılsıklam olmuştu. Xie Lian'ın nefesi kesilince yumruklarını sıktı ve öfkeyle yatağa saldırdı. Parmaklarını hafif nemli saçlarında gezdirdi ve "...bu tür şeyleri ne zaman unutabileceğim! Bu utanmaz piçi yakaladığımda kesinlikle unutacağım..."
O anda, bilinmeyen bir zamanda birinin yastığının yanına birtakım giysiler koyduğunu fark etti. Bu kıyafetler de beyaz olmasına rağmen, tarzları hoşuna gitmişti. Kendisine bir ödül verilmiş gibi hissetti ve hızlıca banyo yapmak için evin arka tarafına koştu.
Kıyafetlerini çıkarıp suya girdikten sonra birden boynunda ince gümüş bir zincirin asılı olduğunu fark etti.
Zincirin üzerinde kristal berraklığında bir yüzük asılıydı. Bunu ne kadar zamandır taktığını kim bilebilirdi - her halükarda, bunu tamamen hissetmemiş olması çok garipti: "Benim böyle bir kolyem var mıydı?"
Bu yüzük tek kelimeyle çok güzeldi ve ona bakarken neredeyse transa geçecekti. Ancak yine de ihtiyatını kaybetmedi. Birdenbire yanında bir gümüş parıltısı fark etti ve hemen "kim!" diye bağırdı.
Suya bir darbe indirdi ve sanki çelik bir top fırlatılmış gibi su havaya sıçradı, gürültüyle duvarlardan sekti. Suyun içinden fırlattığı şey bir insan değil de... bir kılıç mıydı?
Xie Lian o sert ve boyun eğmez kılıcı tuttu ve son derece kuşkulu hissetti. Aniden, kılıcın sapındaki gümüş bir yarık, sanki bir gözün açılması gibi, göz küresinin çılgınca yuvarlanmasıyla ayrıldı. Xie Lian daha da şaşırdı.
Bu garip şey de neydi?!
Kılıcın kavisli ağzı uzundu ve sanki canlıymış gibi coşkuyla kucağına atladı. Gafil avlanan Xie Lian buna engel olamadı ve "wah" diye bağırmaktan kendini alamayacağı kadar üşüdü ve tüm vücudu ürperdi.
Ancak aşağı yukarı herhangi bir öldürme niyeti hissetmediği için, Xie Lian bu kavisli kılıcı tehlikeli bulmadı ve onu şiddetle itmeye çalışmanın yanı sıra, ona karşı bir tokatla bulutlara göndermek gibi daha şiddetli eylemlerde bulunmaya niyetlenmedi. Tam o anda kırmızı bir gölge yaklaştı ve tek bir hamleyle kılıcı kaparak uğursuz bir ses tonuyla "İşte buradasın..." dedi.
Bakışlar odaklandığında, San Lang çoktan havuzun kenarında duruyordu ve kılıcı ellerinin arasına sıkıştırmıştı. Yüzünde hâlâ belli belirsiz bir gülümseme olsa da şakaklarında yeşil damarlar belirmişti ve hiç nezaket göstermeden kılıca bir tokat atarak, "buraya gelmene izin verilmediğini söylememiş miydim?" dedi.
Xie Lian, "San Lang Gege, bu kılıç senin... büyülü silahın mı?" dedi.
San Lang ona doğru döndü ve şakaklarındaki yeşil damarlar bir anda kayboldu ve bir kez daha sakin bir havaya büründü. "Bu sadece cahilce bir şey Gege... Gege utanç verici bir şey görmene izin verdi" dedi.
Ancak Xie Lian sadece daha büyük bir huşu ve saygı duydu. Gözleri parladı ve kırmızı elbisesinin kenarından tutarak, "Hayır hayır hayır, San Lang Gege, sen çok inanılmazsın! Böylesine duyarlı bir büyülü silahı geliştirebildiğine göre!"
San Lang tarafından tokatlanan kılıç, sanki haksızlığa uğramış gibi gözlerini buruşturmuştu.
Xie Lian'ın övgülerini dinleyen kılıcın gözü bir kez daha kendini beğenmiş bir şekilde dönmeye başladı ve sinsice ona doğru ilerlemeye çalıştı. San Lang çok duygusuzca ona bir tokat daha attı.
Bu sefer pes etti ve bir "dong" sesiyle yere düştü ve bir yetişkin tarafından dövülmüş ve yerde yuvarlanıp ağlayan bir çocuk gibi yuvarlandı, yuvarlandı ve yuvarlandı. Sanki Xie Lian’ın kulakları çocuğun feryatlarını duyabiliyordu. Bu manzara kalbini hafifçe sızlattı ve aceleyle ayağa kalkarak, "Bekle, San Lang Gege! Unut gitsin, bir daha vurma. Sanırım o anda sadece yaramazlık yapıyordu ve yanıma gelip beni selamlamak istedi. Onu bu şekilde azarlamaya gerek yok."
Ancak sudan çıktıktan sonra, Xie Lian suyun içinde olan vücudunun çıplak olduğunu hatırladı ve yüzü açıklanamaz bir şekilde tekrar kızardı. Garip bir şekilde suya geri battı. Ancak San Lang daha önce çok doğal bir şekilde arkasını dönmüş ve oradan ayrılmıştı.
Xie Lian aceleyle sudan çıktı ve yeni giysilerini giydi. Giysinin tenine yapıştığı yerden malzemenin son derece ince olduğunu hissedebiliyordu. Sonunda teni rahatsız edici bir şekilde sürtünmeyecekti ve yüreğinde bunun için daha da minnettar hissetti.
Odadan çıkıp misafir kabul edilen şık salona vardığında, San Lang çoktan oturmuş bekliyordu.
Tanrı bilir o kılıcı nasıl terbiye etmişti. Şimdi San Lang'ın belinde dürüstçe asılı duruyordu. İstediği gibi bir o yana bir bu yana hareket etmediğinde, beklenmedik bir şekilde soğuk ve ölümcül bir havası vardı ve önceki yuvarlanma ve öfke nöbeti geçirme halini hayal etmek tamamen imkânsızdı. Xie Lian'ın geldiğini gören San Lang gülümseyerek, "Uyandınız mı? Dün gece iyi uyudunuz mu?"
Xie Lian dürüstçe cevap verdi, "Bilinmeyen bir nedenle gecenin ilk yarısında sürekli rüya gördüm... ama gecenin ikinci yarısında iyi uyudum."
San Lang, "Belki de çok yorgundun" dedi.
İkisi de akıllarına gelen cümleleri kurdular ve birkaç tur sohbet ve tartışmayla gün aşağı yukarı geçti. Öyle görünüyordu ki, Hua Cheng görüşmek için müsait olana kadar zamanlarını bu şekilde birlikte geçirmeye devam edeceklerdi.
Ancak, geceleyin Xie Lian yatakta tek başına uzanırken, bir kez daha kendisini hararetli hissettiren ve rahat edemediği rüyalar gördü.
Rüyalarında bir o yana bir bu yana savruluyor, dayanamayacağı kadar dalga geçiliyordu. Bir sarsıntıyla uyandığında, vücudu yine terden sırılsıklam olmuştu. Öfkeli ve çaresiz hissederek, sakinleşmek için birkaç tur atmayı düşünerek kalkıp dışarı çıkabildi. Ancak, aniden uzaktan, başka bir odadan gelen sesler duydu.
Bu San Lang'ın ana odasıydı. Odanın ses yalıtımı mükemmeldi ve sesler çok yumuşaktı ama Xie Lian’ın beş duyusu son derece hassastı ve bunu yakalamıştı. Sessizce odanın dışına süzüldü.
Kapılar arasındaki aralıktan odanın içine baktı. San lang'ın odada bir koltuğa oturmuş, elinde bir fırça tuttuğunu ve bir şeyler yazdığını gördü. Yüz ifadesi soğuktu, Xie Lian'la karşılaştığında olduğundan tamamen farklıydı. Yanında, siyah giysili ve hayalet yüzlü bir maske takmış, belinden eğilerek alçak sesle raporunu veren biri bile vardı.
Açıklanamayan bir nedenden ötürü, hayalet yüzlü maskeli kişi çok sessiz bir varlığa sahipti, sanki biri onu kazara fark edebilirdi. Xie Lian tam daha dikkatli dinlemek üzereydi ki, o kişi raporunu bitirdi ve sadece "o yaratık uzun zamandır sorun çıkarıyordu" cümle ve ifadelerinin parçalarını belli belirsiz duyabildi.
"Sanırım herhangi bir dua almadan önce bunu halletmeye gitti ve bir kaza geçirdi."
"Bu az önce araştırılan yön." Vb.
Yavaşça saçlarını tarıyordu ki San lang'ın "Şimdi ona eşlik etmem gerekiyor ve kendimi mazur göremem. O yaratığı yarın geceden önce buraya getir."
Hayalet yüzlü maskeli kişi alçak bir sesle, "Evet, bir nefesle bırakılmasını ister misin?" dedi.
San Lang fırçayı bir kenara bıraktı ve yazdıklarına baktı. Yazdıklarından pek memnun görünmüyordu ve buruşturup bir top haline getirerek bir kenara fırlattı. Ancak o zaman yavaşça ve ağır ağır, "Birkaç nefes bırak, o şeyi tükürsün, sonra yavaşça çirkin kafasını ez." dedi.
Bu sözleri söylerken yüz ifadesi ve ses tonu insanın içini ürperten türdendi. Ancak, beklenmedik bir şekilde, Xie Lian buna rağmen herhangi bir tiksinti veya ihtiyat hissetmedi. Hayalet maskeli kişi sözsüz bir onaylama sesi çıkararak oradan ayrıldı. Xie Lian hemen oradan uzaklaştı ve kendini sakladı.
Xie Lian odasına döndükten sonra bir daha uyuyamadı.
Birkaç tur ileri geri volta atarak düşündü: "San Lang tam olarak nasıl bir insan? Hangi yaratıktan bahsediyordu?"
Duyduklarına bakılırsa, uzun zamandır sorun yaratan ve felaketlere neden olan bir yaratık tarafından önemli bir şey yutulmuş gibiydi ve San Lang çok kızgındı. Ancak şimdilik ona eşlik etmek zorunda olduğu için, o yaratığın kafasını ezmek için kendini mazur göremedi.
Düşünceleri bu noktaya ulaştığında, Xie Lian kendini çok utanmış hissetti. Bu San Lang, ona gerçekten de son derece içten davranmıştı.
Birden aklına bir fikir geldi: neden burada böyle boş boş otursun ki? Ayrıca, şimdilik Hua Cheng ile görüşemeyecekti ve iyi bir Gege olan San Lang için bir şeyler yapmayı da sürekli düşünüyordu. Neden bu yaratığı yakalamasına yardım etmesin?
Bu anlık bir karardı. Bu şekilde karar verdikten sonra, Xie Lian hemen arkasına bir mektup bıraktı; San Lang Gege, endişelenme, Xie Lian gitti ve geri dönecek vs. Ardından, bir sıçrayışla, bu zarif malikaneyi sessizce terk etti.
MXTX yazar notu; [Xie Lian’ın] hafızasının tuhaf gezintisi hakkındaki bu ek bölümün bir bölümü daha var. Aslında yazmayı bugün bitirmek istiyordum ama kelime sayısı hayal ettiğimden daha fazlaydı, bu yüzden yarın devam edecek!
Veliaht Prens ona Gege diye seslenince HuaHua çok sevindi.
E-Ming kasten banyoyu gözetlemeye çalışmıyordu! E-ming iyi bir çocuktur! Sadece daha önce sık sık Xie Lian ile banyo yaptığı için bugün büyük bir beklentiyle gitmişti. Dayak yiyeceğini kim bilebilirdi ki?
---
Tumblr media
o saçlar :3
19 notes · View notes
aylakadaminiz · 1 year ago
Text
Tumblr media
Bir karga bir kediyi öldüresiye bir oyuna davet ediyordu.
Hep böyle mi bu?
Bir şeyden kaçıyorum bir şeyden, kendimi bulamıyorum dönüp gelip kendime yerleşemiyorum, kendimi bir yer edinemiyorum, kendime bir yer...
Kafatasımın içini, bir küçük huzur adına
aynalarla kaplattım, ölü ben'im kendini izlesin her yandan, o tuhaf sır içinden!
Paniğini kukla yapmış hasta bir çocuğum ben.
Oyuncağı panik olan sayın yalnızlık kendi kendine nasıl da eğlenir.
Niye izin vermiyorsun yoluna kuş konmasına
niye izin vermiyorum yoluma kuş konmasına
niye kimseler izin vermez yollarıma kuş konmasına?
"Öyle güzelsin ki kuş koysunlar yoluna" bir çocuk demiş.
64 notes · View notes
vera-f · 10 months ago
Text
Bir karga bir kediyi öldüresiye bir oyuna davet ediyordu.
Hep böyle mi bu?
Bir şeyden kaçıyorum bir şeyden, kendimi bulamıyorum dönüp gelip kendime yerleşemiyorum, kendimi bir yer edinemiyorum, kendime bir yer...
Kafatasımın içini, bir küçük huzur adına
aynalarla kaplattım, ölü ben'im kendini izlesin her yandan, o tuhaf sır içinden!
Paniğini kukla yapmış hasta bir çocuğum ben.
Oyuncağı panik olan sayın yalnızlık kendi kendine nasıl da eğlenir.
Niye izin vermiyorsun yoluna kuş konmasına
niye izin vermiyorum yoluma kuş konmasına
niye kimseler izin vermez yollarıma kuş konmasına?
"Öyle güzelsin ki kuş koysunlar yoluna" bir çocuk demiş.
38 notes · View notes
sadecekinyass · 5 months ago
Text
Bir yerlerde insanları hapse atıyor olmalılar, başkalarını öldüresiye üzdükleri, derin mutsuzluklara ittikleri için. Belki cinayetlerin değil ama intiharların azmettiricileri oldukları için cezalandırılması gerekir birilerinin.
18 notes · View notes
metyuone · 2 days ago
Text
Ölesiye,öldüresiye gül yüzüme gül yüzünle
10 notes · View notes
munzevikisilik · 2 months ago
Text
Bir karga bir kediyi öldüresiye bir oyuna davet ediyordu. Hep böyle mi bu?
Bir şeyden kaçıyorum bir şeyden, kendimi bulamıyorum dönüp gelip kendime yerleşemiyorum,
kendimi bir yer edinemiyorum, kendime bir yer. Kafatasımın içini, bir küçük huzur adına
aynalarla kaplattım, ölü benim kendini izlesin her yandan, o tuhaf sır içinden! Paniğini kukla yapmış
hasta bir çocuğum ben. Oyuncağı panik olan sayın yalnızlık kendi kendine nasıl da eğlenir.
Niye izin vermiyorsun yoluna kuş konmasına
niye izin vermiyorum yoluma kuş konmasına niye kimseler izin vermez yollarıma kuş konmasına?
“Öyle güzelsin ki kuş koysunlar yoluna” bir çocuk demiş.”
- Nilgün Marmara
13 notes · View notes
hayalolmayanhayalet · 1 year ago
Text
Ne bileyim;
Keşke kan davası yerine, aşk davası olsa da herkes birbirini öldüresiye sevse..
Tumblr media
101 notes · View notes
bozandeniz · 2 months ago
Text
Yazıklar olsun sana da bana da hiç bir şeyin sonunu getiremedik.
Hiç keyfim yok.
Uzun zamandır böyle.
İçim ölü lakin yüzüm gülüyor.
Tuhaf.
Hiç bir şey olmamış gibi davranamıyorum anlıyorsun değil mi beni ?
Anlamıyorsun.
Her şeyi dert ettim içime.
Yine ölüm haberleri var televizyon kanallarında buralar cehennem, burası Afrika.
Sen nasıl olur da tebessüm edersin bu boktan şehrin karşısında.
Senin ülken hangisi.
Biz yazın üşüyoruz. Biz kışında üşüyoruz.
Ellerin ılık oldukça ılık bir dokunsan.. Her şey düzelecek.
Bir nefes ya sabır.
Tükendik.
Helak oldu bu millet zenginlerin gölgesinde.
Ne acı !
Savaşmayı göze alacak bir özgürlük planımız bile yokken ben nasıl rahat uyurum.
Sigaram bitmiş aç gecelerin ardından. Sen olursan gelirsin bir umut yine doğacaktır gün. Açılmış gökyüzü bir peygamber ister bu millet.
Yok mu güçlü bir keder öldüresiye ?
Sakatız.
Kırık döküğüz.
Şükürler olsun.
Basit iz.
Basit siniz.
Kızıl-Deniz Bozan
Tumblr media
11 notes · View notes
selin-n · 1 year ago
Text
💚💦🩵🌳
Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media
Hırsla çakarım kibriti,
İlk nefeste yarılanır cıgaram,
Bir duman alırım, dolu,
Bir duman, kendimi öldüresiye,
Biliyorum, “Sen de mi?” diyeceksin,
Ama akşam erken iniyor mahpushaneye.
Ve dışarda delikanlı bir bahar,
Seviyorum seni,
Çıldırasıya…!
Ahmet Arif
Tumblr media
💙🥀🕊️
38 notes · View notes
reyliika · 4 months ago
Text
İmkanların bu kadar çoğaldığı bir çağda yaşayıp da hâlâ bir şeyleri düzeltemiyorsak samimiyetimizi sorgulayalım. Vallahi Sahabe bu dönemde yaşasa nelere imza atardı. Bizim gibi klavye delikanlısı olarak da değil. Yapacağım diye niyet ediyoruz birisi çıkıp abi abartmıyor musun bu kadar da olmaz diyor hemen takvamızı yarı yolda bırakıyoruz. Sahabe böyle mi yapardı, böyle mi yaptı? Yahu adamlara işkence yaptılar öldüresiye dövdüler yine de imanından vazgeçmedi neyi düşüneceğiz ki. Tabi ki asla taviz vermezdi. Hani nerde bizim İslâmî yaşantımız. Sadece namaz mı ? Sadece Ramazan mı? Kabul edelim biz İslam’ı yaşamayı beceremedik. Biz yürüyen mü’min olmayı beceremedik. Biz çağa yenik düşmüş birbiri ile çatışan müslümanlar olduk. Kabul edelim ve bir şeyler yapalım. Evvela niyet edelim. Ahlakımızla, görünümümüzle, ibadetimizle, muhabbetimizle tepeden tırnağa İslam’ı temsil edeceğimize niyet edelim. Gerisi evelAllah’ın izniyle. Niyet hayır akıbet hayır.
9 notes · View notes