#Öğrenilmişçaresizlik
Explore tagged Tumblr posts
egesizizmir · 1 month ago
Text
En dibe battığım anlardan birinde, ona yanlış yaptığım halde elimden tutan bir öğretmenim olmuştu. Bazen bize anne babamızdan bile daha yakın olan, anlayan ve seven bütün öğretmenlerimizin günü kutlu olsun, iyiki varsınız Mustafa Kemal'in hediyeleri💗
32 notes · View notes
fenomenkoc · 3 years ago
Photo
Tumblr media
Şuan yaşadıkların, yapamadıkların... "Başaramayacağını" söyleyen o iç ses 😔 Hiç düşündün mü neden? Ve bu çaresizlikten kurtuluş var mı? ☝️Kurtulmak istiyorsan Dm'den bana yazmalısın. #öğrenilmişçaresizlik #yaşamkoçluğu #ankarakoçluk #koçluk #koçlukeğitimi #nlp #kuantum #bilinçaltı #psychology #fenomenkoç #kişeselgelişim #yks2022tayfa #lgs2022tayfa #kpss #matematik (Ankara, Turkey) https://www.instagram.com/p/CVR87Jvj8ou/?utm_medium=tumblr
0 notes
pskdenizakinci · 5 years ago
Photo
Tumblr media
Merhaba,
Bugün öğrenilmiş çaresizliğin nedenleri ile birlikte bu konumuza biraz ara verelim mi? Kişinin sürekli olumsuz olaylarla karşılaşacağına ve bu olumsuz sonuçları asla değiştiremeyeceğine dair sarsılmaz inancıyla tespit edilebilen #öğrenilmişçaresizlik negatif yaşam deneyimleri ile ortaya çıkar. Öğrenilmiş çaresizliğin nedenleri;
- Baskıcı ebeveynler
- Sürekli eleştirilmesi
- Bireyin aşağılanması, hor görülmesi
- Uzun bir süre olumsuz sonuçlarla karşılaşması
- Yaşadığı çevredeki olumsuz yama deneyimleri
- Bireyin diğer insanlara ve/veya kendine güvenini yitirmesi
- Başarılarının bile takdir edilmemesi, görmezden gelinmesi  olarak sıralanabilir.
Yarın bambaşka bir konuda görüşene dek sevgiyle kalın.
www.denizakinci.com
0 notes
btimesb · 8 years ago
Text
Sanat yalnızlık içinmiş.
1 note · View note
pedamed-psikiyatri-blog · 9 years ago
Photo
Tumblr media
Uzman ile yüz yüze görüşmek tedavi başlangıcını oluşturacak ilk adımdır. Uzman, bilimsel ve ölçülebilir yöntemlerle sizi değerlendirecek ve en uygun tedaviyi size önerecektir. Bilişsel olumsuzlukları ve öğrenilmiş çaresizlik düşüncelerini gidermek için psikoterapiye ihtiyaç vardır.
2 notes · View notes
beratbeyoglu · 10 years ago
Photo
Tumblr media
#ÖğrenilmişÇaresizlik #Psikoloji #Özgürlük (33house)
1 note · View note
polatuzcan · 10 years ago
Photo
Tumblr media
Bilim adamları pirelerin farklı yükseklikte zıplayabildiklerini gördüklerinde hepsini 30 cm yüksekliğindeki bir cam fanusun içine koyarlar. Metal zemin ısıtılır. Sıcaktan rahatsız olan pireler zıplayarak kaçmaya çalışır ama başlarını tavandaki cama çarparak düşer. Zemin de sıcak olduğu için tekrar zıplar, tekrar başlarını cama vururlar. Pireler camın ne olduğunu bilmediklerinden, kendilerini neyin engellediğini anlamakta zorluk çeker. Defalarca kafalarını cama vuran pireler sonunda o zeminde 30 santimden fazla zıplamamayı öğrenir.Artık hepsinin 30 cm’e kadar zıpladığı görülünce deneyin ikinci aşamasına geçilir ve tavandaki cam kaldırılır. Zemin tekrar ısıtılır. Tüm pireler eşit yükseklikte, 30 cm zıplar! Üzerlerinde cam engeli yoktur, daha yükseğe zıplama imkanları vardır ama buna hiç cesaret edemezler. Kafalarını cama vura vura öğrendikleri bu sınırlayıcı “hayat dersi ”ne sadık halde yaşarlar.
Konumuzun aslına bahis olan bu cam fanus deneyi bize psikolojide öğrenilmiş çaresizliği anlatıyor. Coğrafya dersinde madenlerimizin zenginliğine duyarsızlığımızın, gün gelip psikoloji derslerinde çok da aklımıza yer etmeyen bu kavramlarla birleşeceğini elbette tahmin edemezdik.
Taşı toprağı altın memleketimizin nice madenleri var ve günümüz çocuklarına ne denli bir bilinçaltı yaratacak bilemiyorum. Ama gözü gören kulağı duyan her Türk vatandaşı gibi bu maden ölümlerine tek başına üzülmek, kızmak bu tür kayıplara acılara çare olmuyor.
_Madende kalan işçilerden birinin eşine mikrofon uzatıldığında kadın madenden çıksa ne olacak ki demişti. Kredi borcunu ödeyemiyoruz, yiyecek ekmeğimiz yok diyordu..
_Daha önce göçükten canlı çıkarılan bir maden işçisi ambulanstan çıkarılırken sedye kirlenmesin diye çamurlu çizmelerini çıkarmak istemişti.
_ Oğlunun cenazesine yırtık lastik ayakkabılarıyla giden maden işçisinin babasına valilik 11 Tl'lik yeni lastik ayakkabı göndermiş o da ‘’almasak olmaz şimdi’’ deyip devlete saygısızlık etmek istememişti
**
Bu resimlere iyi bakmak gerekiyor.
Bir ülkeyi tanımak istiyorsanız o ülkenin yoksullarına bakın diyen Albert Camus’un sözüne bir ilavem daha olacak. O ülkeyi tanımak istiyorsanız o ülkedeki ölümlere bakmak gerekiyor. Tanımak için daha iyi kriter sanırım.
Gelir adaletsizliğinde dünya 5.si olduğumuz şu zamanlarda yoksulluğun yanında
kadın cinayetlerinin artması,
şiddetin sürekli tırmanıyor olması,
yeni çıkan şu uyuşturucu türünün önüne geçilememesi, bizi tanıtmak şöyle dursun, röntgenimizi çekip önümüze koyuyor. Bu konularda eminim ki devlet elinden geleni yapıyordur. Fakat üzerimize düşen görev haksızlıklar ve yanlışlar karşısında susup dilsiz şeytan olmamak.
Kendimizi bildik bileli zaten bu ülkenin sıkıntıları vardı. Ecevit’e yazar kasa fırlatılan zamanlardan tutun da ekonominin durmasını mı istersin, terör sorunu mu istersin ,insanlarının fikirlerine ,dinlerini yaşamasına bakıp aşağılanması mı istersin ,darbeler mi istersin? Ne isterseniz zaten vardı. Ama bu konular hiç olmamış, sanki düzeltilecek- konuşulacak hiç birşey yokmuş gibi sadece Volkan'ın milli takım maçından önce takımı bırakmasını daha çok dert ediyoruz ve vatan millet mevzularını bunun üzerinden değerlendiriyoruz. Ya da televizyonda kimin dudağını daha iyi pırtlattığını seçerek yetenek avcılığına soyunuyoruz.(Adına beatbox deniyormuş)
Halbuki yetenekleri çok uzakta aramaya gerek yok. Asgari ücretle aile geçindiren bir baba, bunca saçmalık karşısında ruh sağlığını koruyabilen bir birey, bunca adaletsizlik karşısında sanki anlaşmalı bir uysallığı kabul etmiş insanlarımız asıl yetenek.
Böyle gittikçe maalesef daha çok yırtık ayakkabılara üzüleceğiz, beton aşkına kurban verilen inşaat işçilerin arkasından dualar okuyacağız. Facebooktan, twitterdan yazıp gündeme taşıyacağız. Devlet şefkatli elini anında hissettirecek sonra tekrar bizi gerçeklerimizle başbaşa bırakacak.
Oysa madenlerimizin zenginliğini kendine yakın olana heba etmektense emeğin yanında olan insanlarla paylaşmak daha onurlu değil mi.
Ama korkmaya gerek olmadığının farkındayız.
Altımız ne kadar sıcak olsa da sadece yeteri kadar sıçramayı iyi öğrendik biz.
polat_uzcan/twitter
0 notes
zgznz · 10 years ago
Text
Ôğrenilmiş Çaresizlik
Günlerden İstanbul’du.
Ortasından deniz geçen şehirleri seven bir kadın, Haydarpaşa’dan konteynırlarla kalbine hüzün yüklüyordu.
Dudaklarından yola çıkan her kelime, terliklerine düşüyordu. Boğazdan geçen her gemi kadının içindeki savaşa silah taşıyordu.
Mutsuz, güzel bir kadındı. Belki biraz da yalnızdı. Söylemek istedikleri vardı ama yorulur hep susardı. Sustuklarını biriktirip yazardı. Yazdıklarını biriktirip kışın içini ısıtmak için yakardı. Ama hep üşürdü.
Öyle çok üşürdü ki, üşümelerinden mantolar yapar zamanın üzerine örterdi. Oysa zaman ona amansız hazanlardan başka ne vermişti? Yine de ne vakit bir mutluluk görse, geri almaması umuduyla tanrıya şükrederdi. Sonra, bu umut yüzünden tanrının onu samimiyetsiz bulmasından korkardı. Zira, bu tür insanları da sevmezdi. Sevdiklerini ise biriktirip cilt cilt hayal kırıklığı yazardı.
Mutsuzdu. Dünyada “ne çok acı var” dı. Bu dizeyi her okuduğunda mutsuzluğundan utanırdı. Makyaj yapardı. Siyah kalem çekerdi hüznüne. Çekerken düşünürdü, dudakları ve hayalleri ne kadar renkliydi ama bu dünya sadece siyahlar için programlanmış bir çamaşır makinesiydi işte. Renkler kirlenirdi, kirlenecekti sonsuza kadar…Bunu her düşündüğünde acı çekerdi gözlerine.
Kırılırdı. Kırıklarını biriktirip ihtiyacı olanlara vermek için camdan kalpler yapardı. Belki bu yüzden her seferinde çok özenirdi kırılmalara giderken…Ve her gidiş bir kırılma değil miydi zaten? Bir an durdu, aynada kendisiyle göz göze gelince makyaj yapmaya ara verdi. Gözlerini kapatıp vücudunu dinledi. O an gitmelerden ne kadar yorulduğunu fark etti ve içinde taşımak zorunda olduğu binlerce ton hatıranın ağırlığını hissetti avuçlarında. Boğazında büyüyen düğümü yutkundu. İri yeşil gözlerini açtı. Aynadaki suretinden gözlerini ayırmadan, pamuğa uzandı, beyaz elleri dudakları ile senkronize olarak tir tir titriyordu. Pamuğu alıp, sağ gözünün alt kirpiklerini nemlendiren gözyaşını özenle sildi. Burnunu çekti ve yerinden kalkıp pencereye yöneldi. Perdeyi hafifçe sıyırıp gökyüzüne baktı. Derin bir nefes alıp verdi.
Ne zaman bir umut aramaya çıksa gökyüzüne, başı dönerdi, başa döner, baştan başlardı her şeye. Ve insanlar, başka hallerinde aşkın, tanrısı olurdu da sanrılarının; inanırdı, güvenirdi, tapardı onlara. Sonra yavaş yavaş, yozlaştılar. Aklını kaçırdılar ama delirmedi. Sadece yoruldu. Ve sonbahar gelince sözlerine, dudakları döküldü.
Çünkü, uzak kentlerde özlem zorunlu seçmeli bir dersti. Öğrendiği ise, bir özlemek yüzünden insan ölebilirdi. Sağanak bir yalnızlık dünyanın bütün dillerinde yağarken, insan o romantik şehirlerin güzel köprülerinden atlasa, dünyanın bütün dinlerinde affedilebilirdi. …… Günlerden Paris’ti.
“Paris, serseri olmak isteyen çok bilmişlerin, zekalarını satıp aşk almaya niyetlenenlerin oyuncak şehri.” diye geçirdi içinden. Bu, şehrin, K Dergi’den hatırladığı en güzel tanımıydı. Ürperdi. Şubat ayının sonlarıydı. Hava tek başına üşümek için fazla soğuktu.
Uyumayınca zamanın duracağını umut edenler sabaha kadar her köşe başında çocukluğunu yaşayamamış alkolik bir romantizme rastlıyordu. Yürüdü. Seine nehrinin kenarına oturdu. Sanki şehrin bütün ışıkları sırtında taşıdığı kalbine vuruyormuş gibi utandı. Nasıl saklayacağım ben bu yaraları Mona? dedi. Çantasından yün bir şal çıkarıp iyice sarındı.
Anlatamadıkları anlayamadıklarından yorulmuştu. İçimde çocuklar ölüyor, dedi. Bir kadın içinde çocuklar ölürken hala güzel kalabilir miydi? El ele tutuşup atlasak şu nehre hemen şimdi, yok olup gitsek kimseler duymadan… Ama dur, içimde yeterince cenaze var ölmeyelim şimdi Mona..
Zaten, gidiyorum.
Bak nasıl kan içinde içim. Düşüyorum. Saatler yerlere dağılıyor, toplayamıyorum. En kötüsü tutamıyorum.
İçinde canlı olan ne varsa; canından başka, lime lime olup da bambaşka uçurumlardan düşerken her birinin ayrı ayrı ama aynı şiddette üşüdüğünü hissetmenin bir adı olmalı. Ve sanı olmalı, bir özlemenin hasrete dönüştüğü yerde kırılıp, acıya dönüştüğü yerde parçalanan şeylerin; canın dahil.
Ama asıl ürkütücü olan tuttuğumuz elleri bizim sanmamız Mona. Çünkü umut öyle bir şeydir. Her şey mümkünmüş gibi gelir. Sonra yine oturup yaralar işleriz dantellerin kenarlarına. O kelebek de ölür bir gün. Ama inan, insan içinde hayat olduğunu biri ayak basınca keşfediyor.
Şimdi biz, bu şehirde içe sinmeyen başka bir şehir gibiyiz. Baksana, gözlerimin rengini doğramışlar yollara.
Zaten, gidiyorum.
Bu cümleyi kurarken içimde kaç tane edebiyat parçalanıyor biliyor musun? Bazen gitmek, bir şehirden sökülmektir. İplik iplik dökülmektir zamana. Dökülüyorum Mona. Bak, kimseler yok etrafta ellerimi ilikleyecek. Ben bunca üşümeyle nasıl yaşayacağım?
Bana memleket deme Mona. Belki de memleket, kalbinin atmak istediği yerdir. Başka bir kalptir belki, başka bir nefestir. Kimbilir. Bir de kuşlar var. Sana kuşlardan bahsetmeyi unuttum. Gözümden düşüyorlar. Tek tek, tane tane. “Saydım, insanın doksan dokuz tane yalnızlığı vardı.” Ve saydım doksan dokuz tane kuş düştü.
Bu gece son.
Bu gece; aklımdaki fikirlere ve fikrimdeki tüm resmi geçitlere, protestolara yürüyüşlere, yine olsa yine yaparımlara, üşüyen ellerime ve kıyametten kopan kirpiklerime, iyi adamlara, kötü adamlara, aşık adamlara ya da aşık olduğum adam(lar)a, Amerika’ya gidip de dönmeyenlere, ilişikte olmayan ilişkilere, İstanbul’un simidine, İzmir’in kumrusuna, pazar kahvaltılarına, şarap olmuş üzümlere, gözden ırak gönülden ırak nereye yakın olduğu belli olmayanlara, Susam Sokağı’ndaki minik kuşa, Edi ile Büdü’ye, Küçük Prens’in çiçeğine, Twitter’ın 140 karakterine sığmayan cümlelerime, içime attıklarıma ve şu ıssız içime düşüp de yanına almak istediği 3 şeyi unutanlara, “Med Cezir”lere, evini yatağını bırakıp aklımda yerleşik hayata geçenlere,“El ele tutuşup Eiffel’den atlamak” istediklerime ve varlığım yokluğuna armağan olanlara, armağan olsun Mona. Sen de fark ettin mi? Kimsenin intiharı için beğenmediği bir uçurummuşum meğer. Birkaç rüzgar yankısı. Yalnızlığın da bir anlamı kalmamış artık cümlelerde. Ki belki faili ortada bir kabullenişin çirkin delili cümleler bile. Oysa yazmak istediğim şeyler vardı. Tıpkı inanmak istediklerim gibi. Benim sevdiğim ve herkesin yadırgadığı şeyler gibi. Ve anladım ki, şu yeryüzüne düşen her şey gibi koca bir yorgunlukmuş bunların hepsi.
Sana bir şey itiraf edeyim. Çoğu zaman yanımda olmayan her şey için yanımda olan her şeye kızıyorum. Bu da öyle sıradan bir kızmak değil. Benim sevdiğim ve kimsenin bilmediği duygular gibi. Her şey birden karıştı demeyeceğim, hiçbir zaman kendi içinde bile olsa bir düzeni olmadı zaten. Hoş, olsun diyen de yok. Bizi savurmasın yeter. Mi? Bilmiyorum. Yazıyorum öyle. Oysa susmak istediğim şeyler vardı. Tıpkı saklamak istediklerim gibi. Benim sevdiğim ve kimsenin anlamadığı sevmeler gibi.
Ama ben her gün kendi kendini terk eden uzak bir şehirmişim. Oysa bulutlarım vardı yağmuru saklayan. Tıpkı özlediklerim gibi.
Şimdi bana bir şey itiraf et Mona, ben herkesin en ücra köşesiymişim meğer.
Özge Özen
5 notes · View notes
egesizizmir · 7 months ago
Text
Hindistan'da yabani bir fil yavrusu yakalandığında, kalın bir zincirle büyük bir ağaca bağlanır. Yavru fil kaçmaya çalışır, ama başaramaz. Zamanla kaçma denemelerini bırakır. O ağaçtan hiçbir zaman kurtulamayacağına inanır. Esareti öğrenmiştir artık. Bu aşamada ayağındaki zincir ağaçtan sökülerek bir odun parçasına bağlanır. Yavru fil her yürüyüşünde o odunun peşinden geldiğini görünce, hala o ağaca bağlı olduğunu düşünerek artık kaçma girişiminde bulunmaz.
Başlangıçta yavru filin kaçabileceğine inancı vardır, ama kaçabilme imkânı yoktur. İkinci aşamada ise kaçma imkanı vardır, ama kaçabileceğine olan inancını kaybetmiştir.
Çaresizliği öğrenmiş, özgürlüğün kendi elinde olduğunu unutmuştur.
Öğrenilmiş çaresizlik hepimizin içinde az ya da çok bulunuyor. Hepimiz bir şeyleri defalarca deniyor, yanılıyor, yeniliyoruz. Bir daha yanılmamak için hiç denememeyi öğreniyoruz. Bu arada şartlar değişiyor. Eğer şansımızı bir kez daha denersek başarabileceğimiz hale geliyor, ama biz sınırlayıcı ezberlerimize sadık bir şekilde yaşamaya devam ediyoruz.
Hayat arazisi değişiyor, ama bizim zihin haritamız değişmiyor!
33 notes · View notes
fenomenkoc · 5 years ago
Photo
Tumblr media
Öğrenilmiş çaresizliğin hayatınızı mahvetmesine izin vermeyin. Cesur olun. "Yapamam" değil "Yapabilirim" #öğrenilmişçaresizlik #lgs #tyt #yks #ayt #ösym #meb #motivasyon #matematik #sınav #öğrenci #öğrencikoçu #paragraf #üniversite #geometri #rehberlikservisi #eğitimkoçu #2020tayfa #2020lgstayfa #2020tyt #2020ayt #verimlidersçalışma #mezuntayfa #tytmatematik #aytmatematik #ankara #ankarakurs #12sınıf #yeninesil #yks20 (Ankara, Turkey) https://www.instagram.com/p/B4bjrPIDKLS/?igshid=n65fod8bheks
0 notes
egesizizmir · 4 months ago
Text
Ölümün gerçekleşmesinden 24 saat sonra vücut Çürümeye başlıyor.
İlk çürüyen yer olan mide ve bağırsaklarda bakteriler yoğun çalıştıkları için hızla gaz ortaya çıkıyor. Bu gaz, karın bölgesinin şişmesine sebep oluyor. Derinin üstü yanık gibi su toplarken, vücutta biriken sülfür yüzünden renk siyaha dönmeye başlıyor.
Günden güne şişen karın patlıyor ve göğüs çöküyor. Bu olay mezar üstünden duyulabilecek kadar sesli olabiliyor.
Ortalama 4 yıl sonra insan tamamen kemik haline dönüşüyor.
Güzelliğin, yakışıklılığın, zenginliğin, malın, makamın, nerede? Yeryüzünde kasıntı bir şekilde gezen, küçük dağları ben yarattım egosuna sahip olan, insanları küçücük beyniyle aşağılayan, hayatı statü ve dünyada kazanacağı geçici başarılara odaklayan her o kibirlinin sonu budur.
Paranın satın aldığı insanların sonu budur. Mevkiye gelmek için karakterini satan, çevresini ezenlerin, hayatını fitness salonlarında ayna karşısında kaslarına bakarak geçiren, tek hedefi vücut büyütüp bununla Instagrama fotoğraf atan kişilerin de sonu budur.
Çalışın, başarılı olun, insanlığa fayda verin ama hayatı büyütmeyin. Kendinizi büyütmeyin. Zira elimizde yaptığımız erdemlerden ve amellerden başka bir şey kalmayacak...
19 notes · View notes
pskdenizakinci · 5 years ago
Photo
Tumblr media
Merhaba,
Bu haftaya, öğrenilmiş çaresizlikten bahsederek başlamak istiyorum. Öğrenilmiş çaresizlik teorisi Amerikalı psikolog Martin Seligman tarafından 70’lerin sonlarında kavramlaştırıldı. Yaptığı deneysel araştırmalarla, kaçma imkanı olmadan elektrik şokları almış olan köpeklerin kaçmalarının mümkün olduğu durumlarda bile kaçmaya çalışmadıklarını ortaya koydu. İnsan deneklerle elektrik şoklarının aksine yüksek ses kullanılarak yapıldı ve benzer sonuçlar elde edildi. Kısaca “#ÖğrenilmişÇaresizlik”, psikolojide bir canlının belli bir uyarıcı karşısında kaçamadığı durumlarda öğrenilmiş çaresizlik geliştirdiğini ve sonradan kaçma imkanı olsa dahi kaçamayacağına olan inancından dolayı aynı uyarıcıya dayanmak zorunda kaldığını ifade eder. Peki öğrenilmiş çaresizlikten kurtulmak mümkün mü? Yarın bu soruya cevap arayacağız. Şimdilik sevgiyle kalın :)
www.denizakinci.com
0 notes