Tumgik
sanat-mevsimi · 2 years
Text
ŞAHSİ FİKİR 8. BÖLÜM /İstanbulspor - Beşiktaş
👇
youtube
3 notes · View notes
sanat-mevsimi · 2 years
Text
ALANYASPOR - BEŞİKTAŞ
Ligin 2. Haftasında Beşiktaş maça çok etkili başladı adeta fırtına gibi bir giriş yaptı bu iyi başlangıcın ödülü, Ghezzal ' ın arka direğe kullandığı korner sonucu Weghorst' un içeriye çevirdiği top ve kale sahası içinde Nkoudu 'nun tamamladığı meşin yuvarlağın ağlara gidişi oldu. Beşiktaş Alanyaspor' a topu bıraktı ve şok pres yaptı, bunun akabinde hızlıca kaptığı toplarla oyunu kolayca üçüncü bölgeye taşıdı. Tabi bu durumun tek sebebi şok pres değildi. Geçen hafta Kartal - Salih - Gedson orta sahası üretememişti ve bu kez Kartal 'ın yerine Berkay geçmişti asıl mevkisi stoper olan Berkay, altı numara pozisyonunda da çok iyi iş çıkarttı arkadaki topları çok iyi süpürüp takımı öne itti. Böylelece Gedson ve Salih' te önde çok daha özgür ve verimli oldular. Beşiktaş sürekli topu dikine ve uzun bir şekilde Nkoudu 'ya attı neredeyse bütün tehlikeler Nkoudu' nun kanadından geldi. Alanyaspor o bölgeye hiçbir önlem alamadı. Maçın ikinci golü ise Ghezzal 'ın sağ kanattan içeri oynaması sonucu Salih' in ceza sahasının yarım alanında buluştuğu top ve düzgün bir vuruşla geldi. Üçüncü gol ise Alanyaspor 'un ısrarla geriden pasla çıkmaya çalışması sonucu rakip oyuncu mecburen penaltı yaptırmak zorunda kaldı ve skor 3-0 geldi. Hakem ise yine berbattı Weghorst' a yapılan %100 faulü vermedi ve Emrecan 'ın 1. Sarı kartı yanlıştı.
Emrecan atılmadan önce bembeyaz giden oyun sonrasında simsiyah bir manzaraya bıraktı kendini. Beşiktaş gereğinden fazla geri yaslandı ve maçın ikinci devresi hiçbir şey oynayamadı. Sonuç olarak maç 3-3'e geldi. Beşiktaş on kişi kalsa dahi bu kadar edilgen, mahkum oynamamalıydı çünkü bu Beşiktaş gibi takımların genine aykırı bir durum.
Umarım oyun planlarımız çeşitlenir ve daha, iyiye gideriz.
0 notes
sanat-mevsimi · 2 years
Text
SÜPER LİGDE İLK DÜDÜK
BEŞİKTAŞ - KAYSERİSPOR
Süper lig nihayet başladı ve Beşiktaş ilk maçını zor da olsa kazandı. Sezonun ilk maçında Vodafone Park kapalı gişe idi. Herkesin beklentisi çok büyüktü, aslında maçtan yaklaşık 1 hafta kadar önce Emirhan İlkan 'ın aniden üstelik 4,5 m gibi bir rakama Torino kulübüne transfer olması camianın ve taraftarın canını epey sıkmıştı dolayısıyla başkan ve yönetim kuruluna karşı büyük bir tepki vardı. Haberin taraftar ve camia tarafından duyulduğu ilk günden, maç gününe, saatine kadar bu konu hararetli bir biçimde konuşuldu, öfkelendik, öfkelendiler, öfkelendirdiler ama maç günü, saati gelip çattığında o kaotik ortam yerini adeta bir bayram gününe bırakmış gibiydi. Herkes öfkesini bir kenara bırakmış, can siparane takımı desteklemeye gelmişti. Vodafone Park cıvıl cıvıl destek tezahüratlarıyla inliyordu ve taraftar her zaman ki gibi iyi oyun ve galibiyet bekliyordu.
Fakat oyun taraftarın beklediği gibi olmamıştı. Beşiktaş tam saha hücum presi eş zamanlı yapabiliyordu, ceza sahası içinde kalabalık görünüyordu belki ama hiçbir şekilde üretemiyor, tehlike oluşturacak pozisyonları bulamıyordu. İlk yarının sonunda Beşiktaş 'ın "2" isabetli şutu vardı. 90 dakikanın toplamında ise sadece "6" isabetli şutu vardı, akan oyundan toplam "6" kez pozisyon bulabilmişti. Evet pres, baskı vardı ama ince işçilik yoktu. Bunun ana sebebi ise Beşiktaş' ın orta sahasının dinamizm odaklı oyunculardan kurulu olmasıydı. Yani basan, pres yapan, savaşan, rakibi bozan ama creatif anlamda çok mahir olmayan oyunculardan kuruluydu Beşiktaş' ın orta sahası. Aslına bakarsanız bugünün şartlarıyla Beşiktaş 'ın orta sahasında Gedson harici creatif oyuncu yok. Alınacaktır tabi orası ayrı... Durum böyle olunca, Beşiktaş 'ın ince işçilik yapacak oyuncusu olmayınca orta sahadan yeterli desteği alamadı. İlk yarının tamamında Ghezzal da çok etkisizdi. Bunun sebebi belki rakibin Ghezzal çok iyi marke etmesi belki de daha tam anlamıyla oturmamış sistemde Ghezzal' ın kendini araması, varolmaya çalışması... Velhasıl durum böyle olunca ilk yarı tat ve tuz yoktu tabi. İkinci yarıda ise Nkoudu 'nun oyuna girmesi akabinde Kayserispor' lu oyuncunun kırmızı kart ile oyun dışı kalması Beşiktaş 'ın işini kolaylaştırdı. Nkoudu oyunu genişletince Ghezzal daha çok alan buldu ve tıpkı şampiyonluk sezonunda olduğu gibi kanattan serbest olarak merkeze geldi Weghorst ile bir ver kaç top ağlarda... Zor da olsa kazandık.
Ama bu üç puan hiç kimseyi yanıltmasın bu maç çok net bir şekilde gösterdi ki Beşiktaş 'ın bence en az 2 adet creatif, ofansif orta saha alması gerekiyor. Bir de kanat.. Ama acil olan dar alan becerisi olan, çilingir 2 adet orta saha almak aksi halde çok zorlanırız. Sağ Stoper de eksik alınacaktır tabi ama bu maç özelinde kuşkusuz en bariz eksik ofansif orta saha idi. Umarım en kısa sürede çözüme kavuşur.
Herşeye rağmen üç puan önemli. Darısı diğer maçların başına...
0 notes
sanat-mevsimi · 2 years
Text
KARANLIK
İlginç bir yalnızlık sarıyor içimi. Bilinmezlik kol geziyor zihnimde. Nasıl düzelecek bunca şey diye sorguluyorum gün aşırı. Bu kadar tek düze giden bir yaşamı, monotonluğa müptela, şaşkın, çoğu zaman çaresizlik dolu bu yaşam nasıl düzelecek. Sadece nefes almayı yaşamak sanan köhne insanların çevresinde varolma mücadelesi verirken kazanabilir mi insan? Beyin ölümü gerçekleşmiş bir hasta daha ne kadar makinaya müdana eder? Peki bu çevrenin insanları nasıl bu hale geldiler? Hiçbir hedefi, vizyonu olmayan bir yığın insan, üstelik bunun farkında bile değiller. Her defasında soruyorum kendime nasıl dönecek bu devran?... "Eski zaman insanı kendi ekmeğini, yemeğini kendisi yapardı, çamaşırını kendisi yapardı şimdi herşey çok kolay ve bu da monoton bir yaşamı getiriyor". Gibi bir açıklaması mı var bunun yoksa insanların zihniyetiyle ilgili bir durum mu bu?
İnsanlar için eskiden bir şey bulmak çok zordu dolayısıyla bulmak için kafa yormaları gerekiyordu. Şimdi ise herşey insanlığın elinde. Bu da tabi zihinleri köreltiyor. Denilebilir elbette ama ben bu sorundan ziyade, insanların sokağa çıkıp yürümeye bile tenezzül etmediği, arkadaşlarının yanına " benim ne işim var burada şimdi işin yoksa arkadaş çenesi dinle" gibi bir yüz ifadesiyle gittiği bir hale dönüştü insanlık yani en azından geneli öyle. İnsanlığın doğasına aykırı derecede bir edilgenlik, atalet bu aslında. Bu denli aşikar olması çok üzücü. Sadece para kazanmak üzerine kurulu, pragmatist beyinler topluluğu oldu dünya. Hiç bir eşrafın umrumda değil ama. Bayramların eski tadı yok, gezmeye gitmenin eski tadı yok, sabah yürüyüşü yapmanın eski tadı yok, dahası bunların hiçbir önemi yok, yalnızca helalinden bir iş bulayım para kazanayım. Çünkü savaş dolayısıyla herşey ateş pahası... Aslına bakarsanız ekonomi çıldırmamış olsaydı bile insanların kapitalizme olan aşkı devam ederdi. Ne anlatayım ki eski arkadaşlıklar, dostluklar evrende bir toz bulutuna dönüştü mü diyeyim? Hiç kimsenin vizyoner olmaya dair bir teşebbüsü yok mu diyeyim. Yemeyi, içmeyi, nefes alıp uyumayı yaşamak sanan ve bundan memnun olup, "bize hava hoş ", "biz alıştık " diyerek işin içinden çıkan insan yığınına dair ne anlatılır ki?.. Pandemi insanları dönüştürdü insanlar evde kalmaya çok alıştı ve artık bu onlara tuhaf gelmiyor. Desem, yok demem. Çünkü bu bir bahane, bir kaçış planı. Hayat bu kadar kolay açıklanamayacak kadar karmaşık ve zor zira.
İşin aslı bence pandemi, yani korona insanların beyninde ki duygu merkezini alabora etti. Zira pandemi bittiği halde, hiçbir şeyi umursamamak, eve hapsolmak, bu monotonluk, bunun başka bir açıklaması olamaz. Bu insanların vizyonu, ufkunun ne kadar geniş olduğu ile ilintili bir durum. Duygu, gitmiş, ufuklar, daralmış, vizyon son durakta inmiş. Karanlık bir evrendeyiz uykumuz çok ağır...
5 notes · View notes
sanat-mevsimi · 2 years
Text
SERGEN YALÇIN VE FATİH TERİM GİDİNCE TÜRK FUTBOLU KURTULDU. - MU ?
Büyük hayallerle başlamıştı herşey. Büyük umutlar besliyorduk hepimiz. Sergen Yalçın 'ın Beşiktaş' a gelmesi için hep bir ağızdan bağırmıştık çünkü onun Beşiktaş 'ı başarıya ulaştıracağına dair inancımız çok güçlüydü. Şenol Güneş' ten sonra Sergen Yalçın gelmeliydi çünkü artık Beşiktaş 'ın uzun vadeli bir plana, yapılanmaya, sürdürülebilir bir başarı grafiğine ihtiyacı vardı.. Kulübünün köklerini bilen biri, Beşiktaş 'ın özkaynak düzeninden yetişmiş Sergen Yalçın bu işi yapardı. Hatta en iyi o yapardı. Yaptı da.. Hiç kimsenin ihtimal vermediği, ilk beşe dahi giremez dediği kadroyu şampiyon yaptı, üstüne üstlük ziraat Türkiye kupasını da aldı. O gelene kadar hiç kimse Beşiktaş 'ı bu kadar yüksek sesle savunmamış, hiç kimse masaya yumruğunu bu kadar sert vurmamıştı. Hakem camiası ile ayrı, Beşiktaş' ın içindeki nifaklarla ayrı savaştı hoca. Burası Beşiktaş! "Hiç kimse Beşiktaş 'ı ezemez" dedi ve iki kupa aldı. Dedim ya belki de Beşiktaş 'ı tarihi boyunca bu kadar savunan olmamıştır. Yıllarca üçüncü büyük olarak lanse edilen Beşiktaş' ı hiçbir zaman ezdirmedi hoca. Yuvasına daima kol kanat gerdi. Tamam dedim yıllar sonra Beşiktaş 'ı da tırnak içerisinde koruyan, kollayan, ezdirmeyen, göreceğiz ne olacağını diyen biri çıktı. Bu adam uzun yıllar burada kalmalı. Üstelik şampiyonluğu da var.. Aklıselim Beşiktaş taraftarı hocanın gelir gelmez şampiyon olabilecek kapasitesi olduğunu zaten biliyordu ve bu tescillenmişti artık. Peki ya sonra? Sonra ne oldu? Sonrası iki kelime "Türk Futbolu" hoca Türk futboluna kurban gitti.
Bu sezonun başında şampiyonlar ligi için kurulan kadro, hocanın yönetimle transfer konularında geç uzlaşmış olması ve dolayısıyla takımın kamp yapmaması ve buna bağlı olarak sakatlıkların olması kurulan şaşalı kadronun vasatın altına düşmesine sebep oldu ve gemi bir anda alabora oldu. Ya da başka bir deyişle ; Batsuhayi 'nin bu kadar edilgen çıkacağını hiç kimse tahmin edemezdi. Öyle oldu, böyle oldu ve takım bir türlü ritim yakalayamadı. Sergen Yalçın da Beşiktaş' lı kimliğini ortaya koyarak, "daha fazla zarar vermek istemiyorum" cümlesini kurdu ve gitti. Peki zarar vermek nedir? Yani bir takım ya da hocası hayatı boyunca hiç hata yapamayacak mı? Kul olan zaten hata yapmaz mı? Dünya çapında hocalar hiç hata yapmadı mı? Avrupa da her hata yapan hocayı gönderdiler mi? Yoksa uzun vadeli bir plan doğrultusunda sabrettiler de sürdürülebilir başarı mı kazandılar? Daha bir sene evvel şampiyon olmuş iki kupa almış ve de üçüncü kupanın alımında büyük emeği olan hoca bir sene sonra zarar verdi ve gitti öyle mi? Bu kadar basit mi? Taraftarın gözünde tabiri caizse "kral" olan adam bir senede nasıl oldu da ölümüne eleştiriye maruz kaldı? Hoca giderken parasının yarısını bırakmış olmasına rağmen neredeyse ölmesini isteyecek taraftarlar var. Tabi trol hesaplar yapıyor belki de bunu bilmiyorum. Ama nasıl oldu da nankörlük elini kolunu sallaya sallaya sokağa çıkabildi bu kadar güzel hatıranın ardından bu nasıl oldu? İşte bu Türk futbolunun kanayan yarası. Türkiye de futbolun hiçbir mesafe alamayışının sebeplerinden sadece sonuç odaklı yaşamak. İnsanlara, yolculuğa zerre değer vermemek. Maalesef içler acısı bir durum. Bir de bunun doğru olduğunu realist olmak gerektiğini palazlana palazlana anlatanlar ah onlar yok mu onlar!... Mesela Fatih Terim altı şampiyonluk ve dahası.. Bu sene Galatasaray 'ın bir değişikliğe ihtiyacı var dedi ve Türk futbol ekonomisinin gittiği yeri de görerek takımın maliyetini düşürdü, geleceğe yatırım olması açısından da takımı gençleştirdi. Fakat olmadı, tutmadı aşı. Sonuçlar istenen gibi olmayınca Fatih Terim de gitti. Üç sene sabredelim demişti onu bile çok gördüler Fatih Terim gibi birine. Peki bu adamlar kul değil mi? Hiç hata yapmaya hakları yok mu? Bu kadar acımasız ve narsist davranarak nereye kadar gidecek bu iş? Sergen Yalçın gitti ve Beşiktaş düzeldi mi? Hayır. İki ileri bir geri devam ediyor. Çok birşey fark etti mi? Fatih Terim gitti Galatasaray parladı mı? Hayır. Küme düşmekten zor kurtuldu.
Peki nereye kadar böyle gidecek bu iş? Nereye kadar hocalara kullan at muamelesi yapacağız? Ne zaman yapılanacağız, planlı programlı hareket edeceğiz biz? Sorunun sadece hocalar olmadığını, başarı gibi başarısızlığın da kolektif bir şey olduğunu ne zaman anlarız? Başarıyı sahiplenmek kadar, başarısızlığı da beraberce göğüslemek değil mi çözüm? Benzin bitti bitecek, hastanın beyin ölümü gerçekleşti makinaya bağlı yaşıyor. Türk Futbolu FİNİSH TÜRK FUTBOLU FİNİTO!
1 note · View note
sanat-mevsimi · 3 years
Text
BAKIŞ AÇISI
Artık birşeyler anlatmanın, yazmanın zamanı geldi diye düşünüp, başımdan geçen bir olayı anlatmaya karar vermiştim... Böylelikle yazmaya koyuldum.
Dün öğlen vaktinde fizik tedavi merkezinden aradılar. Aslında iki gün evvelinde oradaydım ama covid olmanın verdiği tutsaklık sebebiyle iki hafta gidememiştim. Aradılar ve telafi seansımın olduğunu söylediler. "Tamam" dedim, Peki. Zaten farklı olarak ne diyebilirdim ki? Yılların rutini. Mecburiyeti. Hışımla reddetsem, telefonun öbür ucunda duran kordinatörden, kurum sahipleri ve aile fertlerine kadar herkes dehşet içinde kalırdı. Benden beklenen bir hareket değildi bu. Ama zaman zaman yapmak istemiyorum dersem de yalan olur.. Gittim kuruma yirmi dakikalık aralardan ibaret, kırk dakikalık iki seansa girdim. Eğlenceli miydi? Evet eğlenceliydi. Bazen seanslar istediğim tempoda geçmez ama gırgırı şamatası hiç eksik olmaz kurumun. Yiğidi öldür hakkını ver... İkinci seansıma girdiğimde, kuruma, yeni başlamış denilebilecek bir zaman dilimi boyunca orada olan dolayısıyla yeni tanıştığım bir fizyoterapist abiyle başladım. Benim yeni olan fizyoterapistlere, yeni olan hocalara ya da işleyen bir sistemden ayrılan ya da ayrılmak zorunda kalan her ikisi de mümkün zira, bir parçaya karşı olan tavrımı bütün çevrem bilir. Her zaman bir tereddüt olur içimde. İnsanın bildiği cehennem bilmediği cennetten daha güvenli gelir. Derler. İşte tam da öyle bir his. Çünkü yeni biri, yeni bir üslup, yeni bir zihniyet demek. Her yeni gelenin farklı istekleri olur ve tabi sizi tanımadığı için siz ona kendinizi, hastalık geçmişinizi anlatmak zorunda kalırsınız. Ya da siz daha çok bağımsız yürümek istiyorsanız mesela, öyle gördüyseniz geçmişte, öyle öğrendiyseniz, buna karşın sizi daha güvenli ya da biraz daha bağımlı yürütmek isteyen fizyoterapistler de oluyor. Ya da siz sert bir antrenman temposuna alışkınsanız, daha düşük tempoda çalıştıranlar... Geçmişte bunları çok daha fazla kafaya takardım ama artık azaldı. Selim abiye yani yeni tanıştığım fizyoterapist abiye herhangi bir önyargım yoktu. Gayet uyumlu bir şekilde başladık çalışmaya. Aslına bakarsanız ilk Yankı da yani kurumda ilk başladığımdan bu yana tanıştığım hiç kimseye, çalıştıklarıma hiçbir zaman önyargıyla yaklaşmadım. Ama değişiklik sevmem işte, hep tereddütüm olur. Velhasıl başladık çalışmaya, Selim abinin yaklaşımı, kurduğu iletişim şekli beni çok rahatlattı ve tereddütlerim o an toz bulutu halini aldı. Ben futbolun çok içinde bir insanım, Beşiktaş fanatiği biriyim. Çevremde bu noktada saygısız olan, anlayışsız olan birçok insan olmasına karşın, Selim abiyle seans boyu hem Türk futbolunun kurtuluş reçetesini, hem de tuttuğumuz takımların son durumlarını konuştuk, mesele "biz konuşunca kurtulacak mı?" bakış açısı yerine, "insanlar bilgi sahibi olduğu her konuda fikrini belirtmeli, bilmediği konuyu da öğrenmeli" üzerine bir bakış açısıyla konuştuk herşeyi, bu gayet evla bir durumdu. Aynı zamanda da işimizi yaptık. Bilirsiniz bazı fizyoterapistler bu kadar konuşmaya izin vermezler. Ya da bilmiyorsanız şimdi öğrendiniz. Tabi herkesin farklı bir penceresi var baktığı, saygı duyuyorum hiçbirine asla art niyetim ya da saygısızlığım söz konusu olmaz. Selim abi iletişime çok açık ve futbol konusunda da bilgili biriydi ve bu benim işimi çok kolaylaştırdı, daha rahat ve özgüvenli çalışmamı sağladı. Ben bugün kurumda anlattıklarımı sosyal medyada hep anlatıyorum, bazen kurumda da anlatıyorum lakin ilk kez bu kadar kaale alan biriyle konuştum bu konuları. Böyle insanlarla spordan olduğu kadar sanattan da konuşuruz yani Selim abi bende öyle bir izlenim uyandırdı ve bu durum da ben ve benim gibi spor ve sanata meraklı insanların beyin fırtınası yaparak kendini geliştirmesini sağlar. Daha mutlu döndüm bugün eve, rutinin dışında bir şeydi çünkü. Zira ziyadesiyle rutine maruz kalıp rutini istifra etmek istediğim zamanlar çoğunlukta. Ama istifra edemiyorum hep içimde kalıyor. Keşke böyle insanlar daha fazla olsa çevremde sürekli rutin dışı eylemlerde bulunsak.. Umarım çoğalır ve rutinler kırılır, ömrümün sonuna kadar buna dair umudum var olacak! Güneşli günlere...
2 notes · View notes
sanat-mevsimi · 3 years
Text
BAKIŞ AÇISI
Artık birşeyler anlatmanın, yazmanın zamanı geldi diye düşünüp, başımdan geçen bir olayı anlatmaya karar vermiştim... Böylelikle yazmaya koyuldum.
Dün öğlen vaktinde fizik tedavi merkezinden aradılar. Aslında iki gün evvelinde oradaydım ama covid olmanın verdiği tutsaklık sebebiyle iki hafta gidememiştim. Aradılar ve telafi seansımın olduğunu söylediler. "Tamam" dedim, Peki. Zaten farklı olarak ne diyebilirdim ki? Yılların rutini. Mecburiyeti. Hışımla reddetsem, telefonun öbür ucunda duran kordinatörden, kurum sahipleri ve aile fertlerine kadar herkes dehşet içinde kalırdı. Benden beklenen bir hareket değildi bu. Ama zaman zaman yapmak istemiyorum dersem de yalan olur.. Gittim kuruma yirmi dakikalık aralardan ibaret, kırk dakikalık iki seansa girdim. Eğlenceli miydi? Evet eğlenceliydi. Bazen seanslar istediğim tempoda geçmez ama gırgırı şamatası hiç eksik olmaz kurumun. Yiğidi öldür hakkını ver... İkinci seansıma girdiğimde, kuruma, yeni başlamış denilebilecek bir zaman dilimi boyunca orada olan dolayısıyla yeni tanıştığım bir fizyoterapist abiyle başladım. Benim yeni olan fizyoterapistlere, yeni olan hocalara ya da işleyen bir sistemden ayrılan ya da ayrılmak zorunda kalan her ikisi de mümkün zira, bir parçaya karşı olan tavrımı bütün çevrem bilir. Her zaman bir tereddüt olur içimde. İnsanın bildiği cehennem bilmediği cennetten daha güvenli gelir. Derler. İşte tam da öyle bir his. Çünkü yeni biri, yeni bir üslup, yeni bir zihniyet demek. Her yeni gelenin farklı istekleri olur ve tabi sizi tanımadığı için siz ona kendinizi, hastalık geçmişinizi anlatmak zorunda kalırsınız. Ya da siz daha çok bağımsız yürümek istiyorsanız mesela, öyle gördüyseniz geçmişte, öyle öğrendiyseniz, buna karşın sizi daha güvenli ya da biraz daha bağımlı yürütmek isteyen fizyoterapistler de oluyor. Ya da siz sert bir antrenman temposuna alışkınsanız, daha düşük tempoda çalıştıranlar... Geçmişte bunları çok daha fazla kafaya takardım ama artık azaldı. Selim abiye yani yeni tanıştığım fizyoterapist abiye herhangi bir önyargım yoktu. Gayet uyumlu bir şekilde başladık çalışmaya. Aslına bakarsanız ilk Yankı da yani kurumda ilk başladığımdan bu yana tanıştığım hiç kimseye, çalıştıklarıma hiçbir zaman önyargıyla yaklaşmadım. Ama değişiklik sevmem işte, hep tereddütüm olur. Velhasıl başladık çalışmaya, Selim abinin yaklaşımı, kurduğu iletişim şekli beni çok rahatlattı ve tereddütlerim o an toz bulutu halini aldı. Ben futbolun çok içinde bir insanım, Beşiktaş fanatiği biriyim. Çevremde bu noktada saygısız olan, anlayışsız olan birçok insan olmasına karşın, Selim abiyle seans boyu hem Türk futbolunun kurtuluş reçetesini, hem de tuttuğumuz takımların son durumlarını konuştuk, mesele "biz konuşunca kurtulacak mı?" bakış açısı yerine, "insanlar bilgi sahibi olduğu her konuda fikrini belirtmeli, bilmediği konuyu da öğrenmeli" üzerine bir bakış açısıyla konuştuk herşeyi, bu gayet evla bir durumdu. Aynı zamanda da işimizi yaptık. Bilirsiniz bazı fizyoterapistler bu kadar konuşmaya izin vermezler. Ya da bilmiyorsanız şimdi öğrendiniz. Tabi herkesin farklı bir penceresi var baktığı, saygı duyuyorum hiçbirine asla art niyetim ya da saygısızlığım söz konusu olmaz. Selim abi iletişime çok açık ve futbol konusunda da bilgili biriydi ve bu benim işimi çok kolaylaştırdı, daha rahat ve özgüvenli çalışmamı sağladı. Ben bugün kurumda anlattıklarımı sosyal medyada hep anlatıyorum, bazen kurumda da anlatıyorum lakin ilk kez bu kadar kaale alan biriyle konuştum bu konuları. Böyle insanlarla spordan olduğu kadar sanattan da konuşuruz yani Selim abi bende öyle bir izlenim uyandırdı ve bu durum da ben ve benim gibi spor ve sanata meraklı insanların beyin fırtınası yaparak kendini geliştirmesini sağlar. Daha mutlu döndüm bugün eve, rutinin dışında bir şeydi çünkü. Zira ziyadesiyle rutine maruz kalıp rutini istifra etmek istediğim zamanlar çoğunlukta. Ama istifra edemiyorum hep içimde kalıyor. Keşke böyle insanlar daha fazla olsa çevremde sürekli rutin dışı eylemlerde bulunsak.. Umarım çoğalır ve rutinler kırılır, ömrümün sonuna kadar buna dair umudum var olacak! Güneşli günlere...
2 notes · View notes
sanat-mevsimi · 3 years
Text
Ama sorulmayan sorular da sorulan sorular kadar önemlidir. Bunu ancak memleket memleket gezip hikaye toplayan hikaye koleksiyoncuları bilir.
- Bu Patika Nereye Çıkar?
1 note · View note
sanat-mevsimi · 3 years
Text
Tumblr media
BEŞİKTAŞ 'IN KÖTÜ GİDEN SERÜVENİ
Herkesin malumu Beşiktaş dalgalı bir dönem geçiriyor ve bu dalgalı dönem, kötü giden süreç nasıl tersine döner diye düşünüyor herkes...
Şampiyonlar ligine geniş ve iyi bir kadroyla çıkmış bir Beşiktaş takımı vardı, teknik ekip, futbolcular ve yönetim haliyle çok heyecanlıydı. Biz burada bu kadroyla iyi bir iz bırakırız diye düşünüyorlardı, kağıt üzerinde haklıydılar fakat Beşiktaş takımının her defasında başına gelen sürrealist olaylar yine takımın peşini bırakmadı. Biliyorsunuz sürrealist olaylar hep Beşiktaş takımını bulur. Hatay takımını 7 farkla yenersin sonrasında artık şampiyon olduk buradan dönmez dersin ama Aboubakar takımı satar, Cenk sakatlanır ve bunca zaman domine ettiğin ligi averajla şampiyon tamamlarsın. Ne bileyim Fenerbahçe 'nin en kötü olduğu zamanlarda tam ligi koparacakken, Beşiktaş bu maçı alır derken o maç berabere biter. Aynı durumu Galatasaray' la da yaşarsın. Çok kolay yenebileceğin takımları yenemez, zor denen maçları kazanırsın. Mesela diğer büyük takımlardan biri geçen sene Hatay 'a 7 atsaydı büyük ihtimalle sezonun geri kalanında mağlup olmazdı. Bu durum sadece Sergen Yalçın dönemine özgü bir şey değil. Beşiktaş' ın başına kim gelirse gelsin bu durumu yaşıyoruz. Camia olarak sıkıntılı süreçlerde ortalığı yangın yerine çevirip, kaos oluşturmayı maharet görüyoruz oysa ki bu durumun camiaya hiçbir faydası olmuyor..
Evet yine böyle bir dönemden geçiyoruz, her yer karanlık. Takımda herkes sakat.. Hoca şampiyonlar ligi çok üst seviye biz bu tempoya yetişmek istiyorsak antrenman metotlarını değiştirip, yüklemeleri artırmalıyız diye düşündü ve yanıldı, takım bunu kaldıramadı. Dolayısıyla bu kadar sakat verince bu lige de yansıdı bir türlü belirli bir oyun planı koymadık sahaya, üstelik değişen orta saha ve santrfor ile aynı oyunu oynamak mümkün değilken... Geçen sene koşarak yaptığımız baskıyı bu sene Pjanic 'in liderliğinde daha çok sahaya yayılarak pasla yapacaktık, yapacağız. Yine baskılı oynayacaktık ama şeklini değiştirecektik, değiştireceğiz... Tabi takımın yarısından fazlasının sakatlanması istediğimiz oyunu sahaya yansıtamamaya yani Pjanic, Texiara, Ghezzal, Batshuayi dörtlüsünün bir türlü eş zamanlı oynayamamasına bu da tabi ritmi bulamamaya sebebiyet verdi. Şampiyonlar liginde alınan bu sonuçlar da takımı demoralize etti. Ligde de geriye düştük.. Peki çıkış yolu Sergen Yalçın 'ın istifa etmesi mi?
Sergen hoca istifa edince dört bir yan gül bahçesi mi olacak? Hayır.. Bu aşamada Sergen Yalçın 'ın eleştirilmesi gayet doğal, hatta camiaya yakın olan taraftarlar, hocaya yakın olanlar tesise gidip hocayla konuşsun, neden böyle oluyor diye sorsun, öğrensin. Ama yıkmadan, kırmadan, saygısızlık etmeden... Sebebini sorun, öğrenin, hocaya tavsiyeler verin, hocaya destek olun.. Ama asla hocaya istifa etsin gitsin demeyin. Türk futbolu en çok hoca değiştiren yapı ama hiçbir başarısı yok. Eğer mesele hoca değiştirmek olsaydı Türk futbolu şu an arşı titretirdi. Ama sorun bu değil... Bizim milletimizin en büyük sorunu her konuda, her şeye pragmatist yaklaşmak, eylem odaklı olmak. Sadece kazanmayı istemek, başarısızlığı bilmemek ya da bilmek istememek...
Öncelikle hayatın hiçbir zaman düz bir çizgiden ibaret olmadığını, başarı dolu zamanlar olabileceği gibi, başarısız zamanlar da olacağını aklımıza kazımamız gerekir. Başarısız olmadan başarıya ulaşamayız, bizi yaptığımız hatalar tecrübelerimiz büyütür. Türk toplumu eğer gelişmek istiyorsa ilk önce pragmatist yaklaşımdan vazgeçmeli... İşler iyi giderken herkes herkesin arkasında duruyor zaten asıl işler kötü giderken bu duruşu sergilemek büyük maharet özellikle de Türk toplumu için... Ortalığı yakıp, yıkmak kızıp bağırmak, pesimist bir bakış açısı sergilemek çok kolay. Ve işin sonunda hoca gider Beşiktaş düşmanları, karşıt medya, herkes rahat eder. Yıllarca bizim ülkemizde futbol bu zihniyetten beslendi zaten bir arpa boyu yol alamayışımız da bundandır..
Şu aşamada hocayı yapıcı bir şekilde eleştirmek gerekir, fikir söylemek, tavsiyeler vermek, en çok bu zamanda takıma hocaya destek vermek gerekir. Diyelim ki hoca gitti, bir daha kim Beşiktaş 'a bu kadar dominant bir oyun oynatacak, hangi Beşiktaş efsanesi yapacak bunu? Sergen Yalçın dan başka hiçbir Beşiktaş efsanesinin böyle bir oyun tarzı yok. Peki kim savunacak Beşiktaş' ın hakkını dört bir yanda..? Üstelik bu camianın evladını, geçen seneyi 13 oyuncuyla, 2 kupayla bitirmiş hocayı bu kadar kolay harcamak ne kadar doğru?
Bir takım şampiyonluklar kazanır ya da kaybeder, her işin doğasında kazanıp kaybetmek var bunlar zamanla yerine oturur ama bir kulübün süre gelen bir felsefesi olmazsa o kulüp sadece günü kurtarabilir geleceği yine çöpe gider. Şenol Güneş Beşiktaş ile 4 sene üst üste şampiyon olabilirdi o da şampiyonlar liginin ve bazı dış etkenlerin kurbanı oldu. Şimdi Sergen Yalçın var ve gerçekten ciddi bir potansiyel, ciddi bir oterite.
Eğer sabırlı olunursa, muasır bir medeniyet gösterilirse Sergen Yalçın Beşiktaş 'ın Fatih Terim' i hatta Alex Furgenson 'u olur. Öyle bir felsefe, öyle bir insan. Peki sabredilmezse ne olur? Yine ilkel bir futbol iklimi ve 2-3 sene kaybetmiş bir Beşiktaş takımı olur. Hiçbir şekilde yapı, iskelet kuramayız. Sonra da niye bizim Fatih Terim' imiz yok diye sürekli düşünür dururuz.
Futbol hayatın ta kendisidir ve hayatta yükselişler olduğu gibi, düşüşler de olur. Şampiyon olduğumuz gibi olamayadabiliriz ama temelimiz sağlam olursa başarıya kolay ulaşırız.
Hatırlarsanız geçen sene de Beşiktaş çok kötü başlamış, bu takım Anadolu takımı ilk 5 'e zor girer deniliyordu. Peki kim çıkardı bizi o cendereden?
Ya da başka bir örnek vereyim "Sir Alex Furgenson" M. United 'in başında 6 sene kupa alamadı peki ya sonra?..
Ben söyleyeyim de kararı sizin vicdanınız versin. Evet yapıcı bir şekilde eleştirin, gidin hocaya fikrinizi söyleyin, tavsiye verin ama yıkmayın, kırmayın. Beşiktaş 'ın hiçbir koşulda vazgeçmeyeceğini bilin, şampiyon olamasak bile FELSEFENİZE İNANIN..
1 note · View note
sanat-mevsimi · 3 years
Text
BEŞİKTAŞ 'IN KÖTÜ GİDEN SERÜVENİ
Herkesin malumu Beşiktaş dalgalı bir dönem geçiriyor ve bu dalgalı dönem, kötü giden süreç nasıl tersine döner diye düşünüyor herkes...
Şampiyonlar ligine geniş ve iyi bir kadroyla çıkmış bir Beşiktaş takımı vardı, teknik ekip, futbolcular ve yönetim haliyle çok heyecanlıydı. Biz burada bu kadroyla iyi bir iz bırakırız diye düşünüyorlardı, kağıt üzerinde haklıydılar fakat Beşiktaş takımının her defasında başına gelen sürrealist olaylar yine takımın peşini bırakmadı. Biliyorsunuz sürrealist olaylar hep Beşiktaş takımını bulur. Hatay takımını 7 farkla yenersin sonrasında artık şampiyon olduk buradan dönmez dersin ama Aboubakar takımı satar, Cenk sakatlanır ve bunca zaman domine ettiğin ligi averajla şampiyon tamamlarsın. Ne bileyim Fenerbahçe 'nin en kötü olduğu zamanlarda tam ligi koparacakken, Beşiktaş bu maçı alır derken o maç berabere biter. Aynı durumu Galatasaray' la da yaşarsın. Çok kolay yenebileceğin takımları yenemez, zor denen maçları kazanırsın. Mesela diğer büyük takımlardan biri geçen sene Hatay 'a 7 atsaydı büyük ihtimalle sezonun geri kalanında mağlup olmazdı. Bu durum sadece Sergen Yalçın dönemine özgü bir şey değil. Beşiktaş' ın başına kim gelirse gelsin bu durumu yaşıyoruz. Camia olarak sıkıntılı süreçlerde ortalığı yangın yerine çevirip, kaos oluşturmayı maharet görüyoruz oysa ki bu durumun camiaya hiçbir faydası olmuyor..
Evet yine böyle bir dönemden geçiyoruz, her yer karanlık. Takımda herkes sakat.. Hoca şampiyonlar ligi çok üst seviye biz bu tempoya yetişmek istiyorsak antrenman metotlarını değiştirip, yüklemeleri artırmalıyız diye düşündü ve yanıldı, takım bunu kaldıramadı. Dolayısıyla bu kadar sakat verince bu lige de yansıdı bir türlü belirli bir oyun planı koymadık sahaya, üstelik değişen orta saha ve santrfor ile aynı oyunu oynamak mümkün değilken... Geçen sene koşarak yaptığımız baskıyı bu sene Pjanic 'in liderliğinde daha çok sahaya yayılarak pasla yapacaktık, yapacağız. Yine baskılı oynayacaktık ama şeklini değiştirecektik, değiştireceğiz... Tabi takımın yarısından fazlasının sakatlanması istediğimiz oyunu sahaya yansıtamamaya yani Pjanic, Texiara, Ghezzal, Batshuayi dörtlüsünün bir türlü eş zamanlı oynayamamasına bu da tabi ritmi bulamamaya sebebiyet verdi. Şampiyonlar liginde alınan bu sonuçlar da takımı demoralize etti. Ligde de geriye düştük.. Peki çıkış yolu Sergen Yalçın 'ın istifa etmesi mi?
Sergen hoca istifa edince dört bir yan gül bahçesi mi olacak? Hayır.. Bu aşamada Sergen Yalçın 'ın eleştirilmesi gayet doğal, hatta camiaya yakın olan taraftarlar, hocaya yakın olanlar tesise gidip hocayla konuşsun, neden böyle oluyor diye sorsun, öğrensin. Ama yıkmadan, kırmadan, saygısızlık etmeden... Sebebini sorun, öğrenin, hocaya tavsiyeler verin, hocaya destek olun.. Ama asla hocaya istifa etsin gitsin demeyin. Türk futbolu en çok hoca değiştiren yapı ama hiçbir başarısı yok. Eğer mesele hoca değiştirmek olsaydı Türk futbolu şu an arşı titretirdi. Ama sorun bu değil... Bizim milletimizin en büyük sorunu her konuda, her şeye pragmatist yaklaşmak, eylem odaklı olmak. Sadece kazanmayı istemek, başarısızlığı bilmemek ya da bilmek istememek...
Öncelikle hayatın hiçbir zaman düz bir çizgiden ibaret olmadığını, başarı dolu zamanlar olabileceği gibi, başarısız zamanlar da olacağını aklımıza kazımamız gerekir. Başarısız olmadan başarıya ulaşamayız, bizi yaptığımız hatalar tecrübelerimiz büyütür. Türk toplumu eğer gelişmek istiyorsa ilk önce pragmatist yaklaşımdan vazgeçmeli... İşler iyi giderken herkes herkesin arkasında duruyor zaten asıl işler kötü giderken bu duruşu sergilemek büyük maharet özellikle de Türk toplumu için... Ortalığı yakıp, yıkmak kızıp bağırmak, pesimist bir bakış açısı sergilemek çok kolay. Ve işin sonunda hoca gider Beşiktaş düşmanları, karşıt medya, herkes rahat eder. Yıllarca bizim ülkemizde futbol bu zihniyetten beslendi zaten bir arpa boyu yol alamayışımız da bundandır..
Şu aşamada hocayı yapıcı bir şekilde eleştirmek gerekir, fikir söylemek, tavsiyeler vermek, en çok bu zamanda takıma hocaya destek vermek gerekir. Diyelim ki hoca gitti, bir daha kim Beşiktaş 'a bu kadar dominant bir oyun oynatacak, hangi Beşiktaş efsanesi yapacak bunu? Sergen Yalçın dan başka hiçbir Beşiktaş efsanesinin böyle bir oyun tarzı yok. Peki kim savunacak Beşiktaş' ın hakkını dört bir yanda..? Üstelik bu camianın evladını, geçen seneyi 13 oyuncuyla, 2 kupayla bitirmiş hocayı bu kadar kolay harcamak ne kadar doğru?
Bir takım şampiyonluklar kazanır ya da kaybeder, her işin doğasında kazanıp kaybetmek var bunlar zamanla yerine oturur ama bir kulübün süre gelen bir felsefesi olmazsa o kulüp sadece günü kurtarabilir geleceği yine çöpe gider. Şenol Güneş Beşiktaş ile 4 sene üst üste şampiyon olabilirdi o da şampiyonlar liginin ve bazı dış etkenlerin kurbanı oldu. Şimdi Sergen Yalçın var ve gerçekten ciddi bir potansiyel, ciddi bir oterite.
Eğer sabırlı olunursa, muasır bir medeniyet gösterilirse Sergen Yalçın Beşiktaş 'ın Fatih Terim' i hatta Alex Furgenson 'u olur. Öyle bir felsefe, öyle bir insan. Peki sabredilmezse ne olur? Yine ilkel bir futbol iklimi ve 2-3 sene kaybetmiş bir Beşiktaş takımı olur. Hiçbir şekilde yapı, iskelet kuramayız. Sonra da niye bizim Fatih Terim' imiz yok diye sürekli düşünür dururuz.
Futbol hayatın ta kendisidir ve hayatta yükselişler olduğu gibi, düşüşler de olur. Şampiyon olduğumuz gibi olamayadabiliriz ama temelimiz sağlam olursa başarıya kolay ulaşırız.
Hatırlarsanız geçen sene de Beşiktaş çok kötü başlamış, bu takım Anadolu takımı ilk 5 'e zor girer deniliyordu. Peki kim çıkardı bizi o cendereden?
Ya da başka bir örnek vereyim "Sir Alex Furgenson" M. United 'in başında 6 sene kupa alamadı peki ya sonra?..
Ben söyleyeyim de kararı sizin vicdanınız versin. Evet yapıcı bir şekilde eleştirin, gidin hocaya fikrinizi söyleyin, tavsiye verin ama yıkmayın, kırmayın. Beşiktaş 'ın hiçbir koşulda vazgeçmeyeceğini bilin, şampiyon olamasak bile FELSEFENİZE İNANIN..
1 note · View note
sanat-mevsimi · 4 years
Text
Yaşam iyi ve kötü tecrübelerin bütünüdür, bir yolculuktur diye başlayayım söze, sonra da olaya başka bir bakış açısı getirerek devam edeyim.
Yaşam da biraz futbol gibidir aslında ya da doğrusunu telaffuz etmek gerekirse Beşiktaş gibidir. Çoğu zaman dışarıdan bakıldığında görece kolay görünen maçları kaybeder, zor olanları ise kazanırsın. Hayatın matematiği de futbol gibi tersten işler. Ya da burada yeri gelmişken "Beşiktaş" kelimesi kullanmam gerekirdi özür dilerim. Uzun lafın kısası yani başka bir deyişle bütün bu yazdıklarımın varış noktası ; Önemli olan o kaybedip ya da kazanırlar değil, o kaybediş ya da kazanışlardan çıkardığın kıssadan hisse. Karşına çıkan sonuçların sana gösterdiği yol. Karanlık, aydınlık hata ya da doğru bütün başına gelenlerden çıkardığın sonuç, aldığın ders, parçanın ana fikri ya da başka bir deyişle hikayenin önermesi... Aksi halde kaybetmek, hata yapmak ve hatta hatalar yapmak, "hayatı öğrenmek" anlamına gelir. Bu konuya da başka bir bakış açısıyla bakmaya yeltenecek olursak eğer ; hata yapanı hatasından sebep yargılamak hayata karşı yapılmış büyük bir saygı noksanlığıdır. Eğer er ya da geç, burada "GEÇ" kelimesini kullanmamın yegane sebebi ;deyimin gerçekliğine perde düşürmek istemeyişimden. Şayet bence yaşam varoldukça geç kalınmış hiçbir şey yoktur.
Ne diyordum? Evet yazıyı bir sonuca bağlamak gerekirse ; eğer bu hayat yolculuğunda yaptığın hata ve doğrularının içinde duran gerçek ana fikri yani doğru önermeyi bulmayı başarırsan, yeni yazacağın hikayeler içinde barınan umuduna ışık olur.
1 note · View note
sanat-mevsimi · 4 years
Photo
Tumblr media
Kitap okumadığım ya da okuyamadığım dönemlerde, kendimi kapana kısılmış gibi hissediyorum. Hakimin hakkımda müebbet hapis kararı verirken yüzünde oluşan alaycı tavra karşın, benim ağlamaktan bitap gözlerim dedi. Çaresizliğime bakıp bütün salonun mahkeme girişinden yankılanan kahkahası... Ruhuma vurulan bir pranga adeta. Böyle anlatıyordu kitap okumaya olan tutkusunu. Kitap okumak onun için ; zihnindeki kötü hücrelerden, zincirlerinden arınmak anlamına geliyordu. Tarif edilmesi olanaksız bir huzura gark olmak demekti... Hayran kalmıştı bu anlatıma karşısındaki dinleyiciler, alkış tufanı koptu bir anda salonda. Bu kadar büyük bir yankı oluşturacağını hiç düşünmemişti delikanlı bu anlatılarının. Şaşkınlık ifadesi yüzüne yansıdı. Hayran olmamak, kayıtsız kalmak imkansız dedi bir dinleyici. Delikanlı teşekkür ederken utancını gizleyemedi. Sonra yüzündeki tüm ifadeler yerini sımsıcak bir tebessüme bıraktı. . . . #likesreturned #likebackalways #likes4likes #love #liking #likeall #likeme #instalike #likeback #liker #l4l #likeforlike #like4likes #likes4like #liked #likealways #instalikes #liketeam #nice #likesforfollow #likeallmypics #likesforlikes #like4follow #likes #like4like #likesforlike #likebackteam #likesforspam (Göveçlik, Denizli, Turkey) https://www.instagram.com/p/CAQQey2lW7I/?igshid=s3qfj17i0q2f
0 notes
sanat-mevsimi · 4 years
Text
“Senin almaya cesaret edemediğin riskleri alanlar,senin yaşamak istediğin hayatı yaşarlar.”
- Sokrates
164 notes · View notes
sanat-mevsimi · 4 years
Text
Şimdi hepimizin hayalleri denize karşı küçük bir kasabada yaşamak. Yanına seni anlayan bir insanı alıp her şeyi geride bırakıp bir karavan bir sırt çantası ne güzel olurdu değil mi ?
Peki neden böyle oldu ? Çünkü büyüdük insanların görüldüğü kadar iyi olmadığını anladık. Hayatımızda çok insan olsa da seni anlayabilen az insan olduğunu anladık…
- Charles Bukowski
104 notes · View notes
sanat-mevsimi · 4 years
Text
“Olur biter, Geçer gider. Ama canımı yaka yaka yutkunduğum şeyler var. Olup bitmeyen, Geçip gitmeyen. Zaman zaman yine uykusuzluk çekiyorum ama… Çokta takılmıyorum artık bu uyku konusuna, Uyuyunca geçmeyen şeylerin olduğunu anladığımdan bu yana…”
— Cahit Sıtkı Tarancı (via birkitapaski)
598 notes · View notes
sanat-mevsimi · 4 years
Text
Hapishane 'nin duvarlarına, zihninde günlerce tasvir ettiği, özgürlüğe dair resimlerin çizilmiş olduğunu hayal etti. Tek isteği hür olmaktı. Kurduğu hayale karşılık, gözleri doldu. Ardından herşeye rağmen tebessüm etti. İçini tarifsiz bir huzur kapladı. Bir gün bu hayale kavuşacağına olan inancı tamdı. Bütün gece hafızasında özgürlüğün resmini yaptı ve mutlulukla uyayakaldı...
1 note · View note
sanat-mevsimi · 4 years
Text
YÜZLEŞME
Kahvemi içiyordum. Kahvenin ağzımda bıraktığı acı tat yüzümde, gereksiz bir gülümsemeye yol açmıştı. Sis bulutları havaya egemen olmuştu. Kapı çaldı ağzımdaki sigarayı umursamadan kapıyı açtım. Kapıda geçmişin izleri, yüzünün her zerresine sinmiş, alnında kırışıklıklar, yüzünde yer yer çukurlar, bana korku dolu gözlerle bakan bir yüz vardı. Yıllar sonra beni nereden bulmuştu bilmiyorum ama, yüzünde ardarda beliren ifadeler üzgün olduğunu anlamaya yetiyordu... İçeriye girdik ağzımızı bıçak açmıyordu. Bunca yıldan sonra birbirimize ne söyleyebilirdik ki? Sis bulutları havaya garip bir gizem katıyordu. Sonra gözümün önünde geçmişin acı dolu yaşanmışlıkları belirdi. Suçsuz yere hapis yattığım 5 yıl... Adam bıçaklamışım güya. Bırakın adam bıçaklamayı ben doğru düzgün kavga bile edemem ama, o gün kavganın çıktığı mekanda bende vardım ve çıkan arbedeye şahitlik etmiştim. Sonrasında başıma gelecekleri asla tahmin edemezdim. Hayatım boyunca hiç unutamadığım bir arkadaş kazığı yemiştim.... Bunca yıl sonra neden gelmişti acaba? para mı isteyecekti? ya da belki bir kazık daha atacaktı belki bana. Belki de, vicdanında taşıdığı yük zamanla ağırlaşmış, bütün benliğini esir almıştı ve af dilemek istiyordu... Belli belirsiz bir sesle, bana kızgın mısın? diye sordu. "Kızgınlık", duygularımı tam anlamıyla tasvir eden kelime bu olabir miydi? Bilmiyorum. Hayatımın mahvolduğu yılları bu kadar basit bir kelimeyle anlatmak kendime yaptığım bir ihanet gibi geldi. Benzersiz bir kötülüktü dedi, tarifsiz bir zulüm, biliyorum hayatını çaldım ve beni sonsuza kadar affetmeyeceksin. 'Doğru' dedim. Daha önce, kendimde hiç görmediğim bir hiddetle. Ardından 'neden' kelimesi döküldü ağzımdan. O zamalar çocuk sayılırdık diye başladı söze, korkağın teki olduğunu, hiçbir şeye cesaret edebilecek vasfa sahip olmadığını söyledi. Ne oldu neden üzgünsün? diye sordum ona. O gün o yalanı söylerken yüzünde güller açıyordu adeta. Oldukça eğleniyordun.! Polis beni kelepçelerken söyleyecektin gerçeği, ben sorgu odasında kan ter içinde, bir mucize olsun diye beklerken söyleyecektin.! Haklısın demekle yetindi. Ne kadar da masumiyet süsü verilmiş bir kelime diye düşündüm, oysa oldukça suçluyuydu karşımdaki. Herşeyi bu kadar basit ve çelimsiz, anlatması canımı acıtıyırdu. Her gün, istisnasız her gün, ziyaretime gelir mi? diye o parmaklıkların ardından sana baktım. Bir gün olsun gelmedin. Yüzüne bakacak cesareti bulamadım dedi, oysa yıllar önce beni suçlarken gözlerinde hiçbir bir korku emaresi yoktu, oldukça cesurdu. Acı acı gülümsedim ona. Sesi buğulandı. Bizim birbirinden anlamlı hikayelerimiz vardı, aynı hayalin ortağıydık. Omuz omuza ağladığımız hüzünlerimiz, mutluluk bütün hücrelerimizi himayesi altına alana kadar güldüğümüz anılarımız vardı. Aynı dostluğa ortaktık biz. Yağmur tüm vücudumuzdan sel olmuş akarken, İstanbul Boğazı eşliğinde huzurla anımsayacağımız anılar biriktirirdik. Üzüntüyü kederi, umut dolu tebessümlerle yerle yeksan ederdik. Mutluyduk.... Ben bunları anlatırken o durmadan ağlıyordu. Aniden boynuma sarıldı, yine beraber ağladık. Affet dedi, bunu sürekli tekrarlıyordu, affet diyordu sürekli. Defalarca özür diledi. Benim için kelimeler kifayetsiz kalmıştı, o an toz bulutu olmak istedim ama, başaramadım. Ayağa kalktı, kusura bakma dedi, bu söze içimden güldüm. Seni bunca yıl sonra da olsa rahatsız etmeye hakkım yoktu dedi, beni affet. Kapıya yöneldi, kapıdan çıkarken bir an onu durdurup, sarılmak, affetmek istedim, ihanetin yerini yine eskisi gibi dostluk alsın istedim. O an tüm olanları unutmak geçti içimden. Bu mantık dışı bir durumdu oysa ki, bunca badireden sonra olanaksızdı.... Kapının eşiğinde bir anda yere yığıldı. Geç kalmıştım, oracıkta ölmüştü.... Hava tümüyle kararmış, ışıklar aniden sönmüştü....
19 notes · View notes